Kategori arşivi: Hekim Saltık

Samsun’da 2,5 yaşındaki bebek açlıktan öldü: 2 çocuğum daha var onlar da aç!

Samsun’da 2,5 yaşındaki bebek açlıktan öldü:
2 çocuğum daha var onlar da aç!

Samsun’da rahatsızlığı nedeniyle hastaneye kaldırılan iki buçuk aylık bebek beslenme yetersizliği nedeniyle yaşamını yitirdi.

samsun-bebek

Temsili fotoğraf: DHA

DHA’nın haberine göre ilk otopsisinde beslenme yetersizliği nedeniyle yaşamını yitirdiği 
belirlenirken bebeğin kesin ölüm nedeni Trabzon Adli Tıp Kurumu’nda yapılacak incelemenin ardından kesinleşecek.

Yaşamını yitiren bebeğin 26 yaşındaki babası Murat B.’nin işsiz olduğu öğrenilirken anne Necla B. dilenerek yaşamaya çalıştıklarını söyledi: “Ekmek parası bulmakta bile zorlanıyoruz. İki buçuk yıl önce beş buçuk yaşındaki kızım Kumru’yu kaybettim. Şimdi Kübra açlıktan öldü. Bebeğim açlıktan, parasızlıktan öldü. İki çocuğum daha var. Onlar da aç.”

‘İki gündür tenceremde yemek yok’

Komşularının verdiği yemeklerle karınlarını doyurmaya çalıştıklarını söyleyen Necla B. “Sütüm yok. Çayla insanın sütü olur mu? İki günden beri tenceremde yemek yok. Komşularım bir tabak yemek getirecek de çocuklarım yiyecek” diye konuştu.

İş kazası geçiren baba çalışamıyor

2008 yılında vinç düşmesi sonucu sağ ayağının bilekten aşağısı kopan baba Murat B. ise iş kazası nedeniyle çalışamadığını vurgulayıp, “Çalışamadığım için evime ekmek getiremiyorum. Kızımın ölme sebebi açlık. Durumumuzun ne olduğu belli. Yardım bekliyoruz. İki tane daha çocuğum var. Bakamıyorum, muhtacım. Elimden bir şey gelmiyor.” dedi.
========================================

Dostlar,

AKP – RTE’ye, başta Sağlık Bakanına, sonra Tayyip beye, sonra maliye bakanına, sonra aileden sorumlu türanlı bakana, sonra 317 AKP milletvekiline ve de AKP’ye oy veren 23,5 milyon neciiiiiiiiiiiiiiiiiiiiip mi necip Müslüman milletimize cenabı allahın lütfu olsa gerektir bu da,  tıpkı 15 Temmuz afeti gibi..

Kübra bebek resmen açlıktan ölmüş
http://www.milliyet.com.tr/kubra-bebek-resmen-acliktan-olmus-gundem-1382057/ 

Sevgi ve saygı ile.
17 Kasım 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

 

Kabin memurlarında ALS hastalığı

Kabin memurlarında ALS hastalığı

Toplumun belleğinde Stephen Hawking bir tekerlekli sandalyede hastalığının ortaya çıkardığı duruşla oturan ve evrenin sırları hakkında bilgiler veren bilim insanıdır. Sonuçları yakında yayınlanan bir araştırma Stephen Hawking’i de etkileyen ALS
hastalığının kabin memurlarında normalden iki kat çok ölüme neden olduğunu ortaya çıkardı.

Son yazımda halk arasında hostes olarak adlandırılan kabin memurlarıyla ilgili bu araştırmayı ele aldım. Yazının tamamını okumak isterseniz lütfen buraya  tıklayınız.(http://www.meslekhastaligi.net/kabin-memurlarinda-als-hastaligi/)   

Dr. Müslim Güney
İşyeri Hekimi
muslumguney@gmail.com 
======================================
Dostlar,

Trakya Üniveristesi Tıp Fakültesinde çalıştığımız dönemlerden (1988-2004) öğrebcimiz, uzun yıllrdan beri de meslektaşımız, başarılı ve çalışkan bir meslektaşm olan Sevgili Dr. Müslim Güney’den yıkarıdaki iletiyi aldık ve paylaşmak istedik..

Teşekkür ederiz Dr. Güney’e..

Kendisinin “MESLEK HASTALIKLARI” başlığı ile yönettiği bir web sitesi var..

http://www.meslekhastaligi.net/kabin-memurlarinda-als-hastaligi/ 

İzlenmesini öneririz…

Sevgi ve saygı ile.
29 Ekim 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
(Eski işyeri hekimi)
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yeni mezun sivil doktorlar kışlaya!

Yeni mezun sivil doktorlar kışlaya!

GATA’nın Sağlık Bakanlığı’na devredilmesinin ardından ilk defa askeri kışlalara sivil hekim gönderiliyor. Sağlık Bakanlığı yeni mezun 312 hekimin atamasını askeri kışlalara yaptı.

BURCU CANSU burcucansu@birgun.net @burcu_cansu

OHAL kapsamında temmuz ayında yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile askeri hastanelerin Bakanlığa devrinin ardından, aralarında sınırdakilerin de bulunduğu askeri birliklere askeri eğitim almayan sivil hekimler gönderiliyor.

Hekim olan kızı dolayısıyla sürecin yakın takipçisi olan Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Deontoloji ve Etik Anabilim Dalı Dr. Cumhur İzgi yaşadıklarını BirGün’e anlattı. İzgi, 

“Hiçbir askeri eğitim almamış hekimler, bir askeri hastane veya belli bir kurumda değil, doğrudan hudut komutanlıklarının emrinde, savaşan birliklerin içinde görev yapma durumu ile karşı karşıya” dedi.

Yeni mezun doktorların askeri birliklerde görev yapmasının bir dizi sakıncasının olduğunu vurgulayan İzgi, “Hiçbir şekilde askeri eğitim almamış insanları doğrudan savaşın içine sürüyoruz” diye konuştu.

Listeler değiştirildi’

Dr. Cumhur İzgi kadroların belirlenme sürecini Bakanlığın sitesinden takip ettiklerini belirterek,

“İlk önce saat 17.00 gibi kadrolar açıklandı. Hekim listesi daha önce açıklanmıştı ve içinde Gülhane mezunları da vardı. Fakat dün açıklanan listeden Gülhane mezunlarını çıkardılar, sadece sivil tıp fakültelerinden mezun olanlar kaldı. Saat 23.30’da sayfada bir güncelleme yapıldı ve bu sefer hekim sayısı eksik kaldığı için 68 Gülhane mezunu daha listeye eklendi.”

Bakanlığın savunusu: Dengeli dağılım

Sağlık Bakanlığı’nın resmi sitesinde yer alan yeni personel planlamasına ilişkin duyuru şöyle:

“Türk Silahlı Kuvvetleri, Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşları ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarının tabip ihtiyacı tekrar değerlendirmeye alınmış ve kurumların ihtiyaçları esas alınarak yeniden personel planlaması yapılmıştır. Tabiplerin ülke genelinde dengeli dağılımını sağlamak üzere 20/10/2016 tarihli ve 37106781/020/12128 sayılı Bakanlık Makamı Onayı iptal edilerek, 71’nci Dönem Devlet Hizmet Yükümlülüğü kurasından çıkartılan 68 tabip, yeniden 71’inci Dönem Devlet Hizmet Yükümlülüğü kurasına alınmıştır.”

http://www.birgun.net/haber-detay/yeni-mezun-sivil-doktorlar-kislaya-132437.html

==========================

Yol yakınken AKP bu son derece yanlış uygulamadan vazgeçmeli,
GATA ve askeri sağlık sistemi eski biçimine hızla döndürülmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
23 Ekim 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Aile Hekimlerinin İşçi Sağlığı ile İlgili Yükümlülükleri

Aile Hekimlerinin İşçi Sağlığı ile İlgili Yükümlülükleri

6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası 30 Haziran 2012 tarih ve 28339 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Yasa ile işçi sağlığının korunması bakımından alınması gereken önlemler çeşitli düzenlemelerle belirlenmiştir. Sektör ayrımı olmaksızın bir (1) ve daha çok çalışanı olan kamu ve özel bütün işyerleri ve tüm çalışanlar bu Yasa kapsamındadır.

Yasaya ve tehlike sınıfına göre ASM ve TSM hekimlerini de ilgilendiren yükümlülükler şunlardır:

  • 01 Ocak 2013 tarihinden başlayarak 1 (bir!) çalışanınız bile olsa Risk Analizi (Risk Değerlendirmesi), Acil Eylem Planı (Acil Durum Planlaması) yaptırmakla yükümlü ve çalışanlarınıza İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimi aldırmak zorundasınız. Eğer 50’nin üstünde çalışanınız varsa iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi bulundurma yükümlülüğünüz var.
  • 01 Ocak 2014’ten başlayarak 50’den az çalışanı olan tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işyerleri için İş Güvenliği Uzmanı ve İşyeri Hekimi bulundurma zorunluluğu getirilmiştir.
  • 01 Temmuz 2016 sonrasında ise 50’den az çalışanı olan ve az tehlikeli sınıfta yer alan işyerleri için İş Güvenliği Uzmanı ve İşyeri Hekimi bulundurma zorunluluğu başlayacaktır.

TBMM’ye verilen “Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın 66. maddesiyle kamu kurumları ile 50’den az işçisi olan az tehlikeli işyerlerinde uzman ve hekim çalıştırma zorunluluğu 1 Temmuz 2017 tarihine ertelendi.

6331 sayılı yasa yayımlandığında kamu kurumlarında iş güvenliği profesyoneli görevlendirme zorunluluğu 1 Temmuz 2014’te yürürlüğe girecekti. Ama yapılan düzenlemelerle bu zorunluluk önce 1 Temmuz 2016’ya ertelendi şimdiyse 1 yıl sonrasına bırakılmış oldu.

1 Temmuz 2016 tarihini dikkate alan pek çok kurum iş güvenliği uzmanı veya işyeri hekimi görevlendirmesi veya bu konuda hizmet alımı yapmıştı. Kamu kurumlarının ertelemeyle birlikte ödemeler konusunda nasıl bir tavır takınacağı  belirsizken bu durumun işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanlarının mağduriyetlerine yol açabileceği düşünülüyor.

ASM ve TSM’ler tehlikeli sınıfta işyerleridir.
Bu yüzden işçi çalıştıran ASM’lerde 1 Ocak 2014 tarihinden beri iş güvenliği uzmanı ve
işyeri hekimi bulundurma zorunluluğu vardır
.

Yukarıdaki maddelere uyulmadığı takdirde uygulanacak idari cezalar :

İşyerinin risk analizi (risk değerlendirmesi) yapılmamış ise işverene; 3.000 Türk Lirası ve yaptırılmadığı her ay için 4.500 Türk Lirası para cezası, (1 Ocak 2013’ten başlayarak
uygulanmaya başlandığı düşünülürse ödenecek cezalar çok ciddi rakamlara ulaşacaktır.)

İşyerinde gerekli denetim, ölçüm ve araştırmalar yapılmadıysa işverene; 1.500 Türk Lirası para cezası,

Çalışanlarına İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimi aldırmayan  işverene, çalışan başına ayrı ayrı 500 Türk Lirası para cezası uygulanacaktır.

Bulundurmadığınız iş güvenliği uzmanı için 5.000 Türk Lirası, İşyeri Hekimi için 5.000 TL para cezası uygulanacak ve bu cezalar, aykırılığın sürdüğü her ay için devam edecektir. (Örneğin 1 yıl süre ile iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi bulundurmayan bir işyerine ortalama 120.000 TL
ceza kesilecektir.)

İş sağlığı ve güvenliğine ilişkin işyeri tehlike sınıflarını incelemek için tıklayınız.

86.21.02 Aile ve toplum sağlığı merkezleri tarafından sağlanan yatılı olmayan genel hekimlik uygulama faaliyetleri (yatılı hastane faaliyetleri ile ebeler, hemşireler ve fizyoterapistlerce gerçekleştirilen paramedikal faaliyetler hariç) Tehlikeli

*6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 6 ve 7. maddeleri ile Yürürlük başlıklı
38. maddesinden kaynaklanan bu zorunlulukta erteleme yapılmıştır.

Meclis’te geçen hafta kabul edilen torba kanun tasarısının 66. maddesi şu şekildedir:

“MADDE 66- 20/6/2012 tarihli ve 633l sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 38 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin (1) numaralı alt bendinde yer alan “1/7/2016” ibaresi “1/7/2017″ şeklinde değiştirilmiştir.”

Bu madde, iş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi istihdam etmeyi öngören maddenin yürürlüğe gireceği tarihi düzenlemektedir.

Yapılan düzenlemeye göre, tüm kamu kurumları açısından iş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi istihdam etme zorunluluğu 1 Temmuz 2017’e ertelenmiştir.”

http://www.hekimpostasi.org.tr/2016/10/10/kamuda-uzman-ve-hekim-calistirma-zorunluluguna-bir-yil-erteleme/
================================
Dostlar,

6331 sayılı “İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ KANUNU” 30/6/2012’de 28339 sayılı RG’de yayımlanmıştı. Öncesinde yaşanan ve Türkiye kamuoyunu isyan ettiren İŞ CİNAYETLERİNİ önleme amaçlı bir sıkıyönetim yasası idi adeta. Ancak yangın sürüyor.. Bu yasayı izleyen 2. yılda 13 Mayıs 2014’te Soma’da 301 emekçiyi sermayenin iktidar destekli sınırsız kâr hırsına kurban verdik. Bu yasanın kimi maddeleri sulandırılarak ötelendi. Son olarak kamu işyerlerinin sağlık – güvenlik uzmanları çalıştırma yükümünün 1 Temmuz 2017’ye ertelendiğini görüyoruz. Yüce Parlamento “gerçekte” çoook meşgul ama nedense özel kesimden veya kamudan Çalışma Bakanlığı eliyle getirilen istemler kolayca gündeme alınabiliyor ve istenen yönde geçirilebiliyor..

Oysa Kamu sektörünün özel sektöre öncü ve örnek olması beklenmez mi?? Balık baştan mı kokuyor?? Kamu kendisi yükümlülükten kaçınca özel sektörde etkili denetim ve yaptırım olanağı da azalıyor.. Sonuçta bedeli gene emekçiler ödüyor kan ve canlarıyla..

Uluslararası yazında (literatürde) buna KAN VE CAN VERGİSİ deniyor.. (ILO kaynakları)
2016 yılı içinde Eylül ayında en az 141, yılın ilk dokuz ayında ise en az 1421 işçi yaşamını yitirdi.. Bu acı rakam, İş Sağlığı ve Güvenliği Meclisi adlı gönüllü sivil kuruluşun erişebildiği.. Acaba Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı hangi rakamı veriyor; daha büyük, daha küçük? Güncel olabiliyor mu? Olamıyorsa niçin?? Hep geriden geliyor..

Emekçilerin de siyasal iktidarda hak ettikleri oranda temsil edilmesi durumunda bu olabilir mi?
Emek sendikalarının bu yakıcı sorunda ne gibi çalışmaları var?
Muhalefet bir soru önergesi sunabilir mi TBMM’ye??
*****
Bu tablo sürdürülebilir mi??
Hangi vicdan, hangi hukuk, hangi sermaye ve hangi sermaye güdümlü iktidarla??

Sevgi ve saygı ile.
20 Ekim 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
AÜTF Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

Endüstriyel tarım sistemi açlığı yaratıyor

Endüstriyel tarım sistemi açlığı yaratıyor!

portresi

Prof. Dr. Tayfun ÖZKAYA
YURT, 14.10.2016

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Endüstriyel tarıma dayalı kapitalist sistem, azınlığın çoğunluk üzerinde sömürüsüne dayanıyor. Sistem bunu gizlemek için kendisini kaçınılmaz olarak dayatıyor ve ekolojik, eşitlikçi bir gıda ve tarım sistemine geçersek insanların aç kalacağını ileri sürüyor.
Çok ilginçtir ki şu anda bir milyar dolayında insan aslında aç. (AS: FAO verisiyle 800 milyon!)
Bu sayı zaman zaman biraz artıyor veya düşüyor.
Sistem savunucuları bunu unutarak ekolojik tarımın açlık doğuracağını iddia ediyor ve ne yazık ki epeyce insanı da ikna edebiliyor. Verimin ekolojik tarımda zorunlu olarak düşmeyeceği biliniyor. Bunu bu yazıda bir tarafa bırakalım ve biraz gıdada kayıp ve israf üzerinde duralım.
Birleşmiş Milletler FAO örgütü (Gıda ve Tarım Örgütü) bu konuda 2014 yılında birçok uzmanın katıldığı bir rapor hazırlamıştı. (Food Losses and Waste in the Context of Sustainable Food) 

Bu rapor FAO’nun web sayfasından bulunabiliyor. (http://www.fao.org/3/a-i3901e.pdf) FAO’nun verilerine göre dünyada insan tüketimi için üretilen gıdanın miktar olarak üçte biri, kalori bazında ise dörtte biri kayıp ve israftır. Bu 1,3 milyar ton gıda anlamına geliyor.
Milyar tondan söz ediyoruz. Yaklaşık iki milyara yakın insanın tüketebileceği kadar gıdanın her yıl düzenli olarak yok olduğu görülmektedir.
Bu kayıp ve israfların çoğunluğu sistemiktir. Yani azınlığın çoğunluğu sömürmesinin sonucudur.
Endüstriyel gıda sistemi şirketlere dayalıdır. Bu sistem mono kültürden vaz geçemiyor.
Çiftçi tek veya az sayıda ürün nedeniyle ürününü yerel olarak satıp bitiremez.
Zaten çevresindeki çoğu çiftçi aynı ürünü üretmektedir. Mutlaka aracılar devreye girer.
Uzak bölgelere bu gıdaların taşınması kayıp ve israfı kaçınılmaz olarak doğurur.
Otellerde açık büfe gibi sistemler müşterileri tatmin etmekten çok, daha az işçi çalıştırma isteğinden doğmakta. Süpermarketler biraz kötüleşen sebze ve meyveleri doğrudan çöpe atarlar.
Başka ne yapabilirlerdi?
Ekmek fabrikaları uzun süre dayanacak ve besleyici ekmekleri üretirlerse kapasitelerine göre daha az ekmek ürettikleri gibi daha çok emek kullanmak zorunda kalırlar. Nedeni ise beyaz ekmek ve endüstriyel mayalar yerine yerel buğdaylardan üretilmiş yüksek randımanlı unlar ve ekşi maya kullansalardı daha az ekmeği daha çok işçi ile üretmek zorunda kalacak olmalarıdır.
Yerel çeşit buğdayların unları ve ekşi maya ile üretilen ekmekler ise daha zor bayatlar ve daha az israfa yol açar.
Şirketlerin kârları düşerdi, ama herkes için daha sağlıklı olurdu.
Her şey olabilir ama kârların düşmesine razı olmazlar.
Dünyada açların çoğunluğunun kırsal alanlarda yaşadığı biliniyor.
Toprağı olmayan, az toprağı olan veya ürünlerini çok düşük fiyatlarla satmak, girdileri pahalı almak zorunda olan köylüler açlar veya kötü besleniyorlar.
Bu sorunlar gıdada kayıp ve israfla birlikte var olmakta. Ancak berberce çözülebilirler.
Böyle gelmiş ama böyle gitmemeli.

=====================================
Dostlar,

Bu gün 16 Ekim Dünya Gıda – Beslenme Günü…
BM’nin (Birleşmiş Milletler – UN) FAO adlı bir uzmanlık kuruluşu var, Roma merkezli. FAO, BM Gıda – Tarım Örgütü olarak dilimize çevriliyor (Food And Agriculture Organisation of the UN). FAO bu yılki 16 Ekim Dünya Gıda Günü temasını aşağıdaki fotoğraf eşliğinde şöyle paylaşıyor :

  • World Food Day highlights that climate is changing
    and that food and agriculture must too

slide image

(http://www.fao.org/news/story/en/item/446764/icode/, 16.10.2016)

Türkçesi;
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ GIDA VE TARIMDA DA DEĞİŞİKLİĞİ ZORUNLU KILIYOR..

Değişen iklim koşulları ve küresel ısınma) gıda ve tarım politikalarında zorunlu değişikliklerin dayatıyor.. FAO web sitesinde bu bağlamda yayımlanan başmakalenin özeti böyl.. (fotoğrafın altındaki erişkeden yazının tümü okunabilir)

Buna göre İtalya Başbakanı Renzi, Papa Francis ve Fas Prensesi Lalla Hasnaa ortak eylem için ivedi çağrıda bulunuyorlar..

BM ve FAO 3. Binyıl için konan 8 hedeften biri olarak AÇLIĞI YARILAMAYI belirlemişlerdi. 2015’e dek, 800 milyon olan aç insan sayısının yarılanması hedeflenmişti.

zero_hunger

Ancak sonuç kocaman bir fiyaskodur. FAO, Dünya genelinde aç insan sayısını 600-800 milyon olarak vermekte. Dünya nüfusu geçen yıl %1,15 arttı.. Bu rakam 80 milyonu aşkın! Bir Türkiye kadar. Türkiye ise Dünya ortalamasından %0,2 puan daha yüksek bir hızla, %1,35 nüfus artışı sağladı; bu da 1 045 053 kişi net artışa karşılık geliyor.. TÜİK her yıl Hane Halkı Tüketim Araştırmaları yayımlıyor ve pek çok veri içinde yoksulluk oranını, beslenme verilerini… sunuyor.. Siyasilerin vesayetçi sansüründen ne kurtarılabilirse.. Ama mızrak çuvala sığmıyor gene de..

Yapılabilecekler belli gerçekte                           :

– İlk iş küresel nüfus artış hızıını mutlaka düşürmek
Dünyada ve Türkiye’de HER AİLEYE 1 ÇOCUK! Başka çözümü kalmadı..
– İkincisi yabanıl (vahşi) kapitalizmin ölçüsüz kâr hırsının dizginlenmesi ile çevrenin korunması.
– Üçüncü olarak da tarım – gıda – beslenme alanlarında AR-GE harcamalarını artırarak yığınların beslenme sorunlarını yönetmek ve en aza indirmek için yeni bilimsel yöntemler geliştirmek..

Bu adımlar kamusal sorumluluğu gerektiriyor öncelikle..
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesinde de BESLNME – GIDA hakkı tanımlı.
Toplumların beslenmesi piyasa yasalarına – sermayenin insafına terk edilebilir mi?
Edilirse sonuç ortada.. 7.5 milyar dünya nüfusunun yaklaşık 1/10’u karnını doyuramıyor..
İnsanlık, kapitalizmin bu vahşetini mutlaka sorgulamalı ve dizginlemelidir.
On insandan 1’inin aç bırakıldığı bir ekonomik model savunulabilir ve sürdürülebilir mi??

Ölümü göstererek sıtmaya razı etme bağlamında GDO’lu besinler dayatılabilir mi??
Dev gıda şirketlerinin şirket evlilikleriyle tekelleşmesine izin verilebilir mi?
BAYER – MONSANTO birleşmesine DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü) neden izin verdi?

Gelişmekte olan ülkelerde tarım çok pahalı girdilere (gübre, mazot, tarımsal ilaç, sulama, taşıma, vergiler, yetersiz destekleme alımları, düşük taban fiyatlar, örgütsüz üretici, kooperatif yokluğu) mahkum edilebilir mi??

Bu soruların yanıtı çoğunlukla “evet” ise Devlet halkın elinden epeydir çıkmış; yerel – küresel sermaye ortaklığının sopalı tahsildarı durumuna geçmiştir. Feci tablo tam da böyledir!

  • Dahası, küresel emperyalizm dünya genelinde açlığın çözümüne stratejik
    bir tercihle çözüm üretmeyerek, AÇLIK ÖLÜMLERİ üzerinden vahşi bir
    nüfus planlaması dayatmaktadır!

Dünya halklarının bu isyan ettiren insanlık dışı oyunları artık görmesi ve emekçilerin birliği ile ayağa kalkması gerek! Bu arada da çocuklarının ve kendisinin açlıktan ölmesi yerine, ne yapıp edip aile planlaması yöntemlerine ulaşmalı ve bakamayacğı – iş sahibi edemeyeceği sayıda çocuk yapmaktan mutlaka kaçınmalıdır..

Türkiye’de R.T. Erdoğan ve danışmanları bu yıkıcı ve yakıcı gerçekler karşısında 3-5  çocuk dayatma politikalarından mutlaka ve derhal vazgeçmelidirler..

  • Komşusu aç iken tok yatan bizden midir??

Sevgi ve saygı ile.
16 Ekim 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

YILMAZ ÖZDİL: İşte GATA gerçeği

İşte GATA gerçeği

portresi_kisa_kollu

YILMAZ ÖZDİL
SÖZCÜ, 14.10.2016

Sağlık bakanı Recep Akdağ’ın, sağlık bakanlığını Menzil cemaatinin etkisine terk ettiği kanaati kamuoyunda yerleşmiştir. Bu bakan, şimdi aynı şeyi GATA ve 35 askeri hastanede de yapacak.

Sağlık bakanı “terör bölgesinde yaralananlar bakanlığa bağlı hastanelerde, üniversite hastanelerinde tedavi edilmiştir, GATA’ya getirilen küçük bir kısımdır.” diyor. Bu iddia doğru mudur? Ocak ayıyla Ağustos ayı arasında devlet veya üniversite hastanelerine giden yaralı sayısı 119’dur. Aynı dönemde askeri hastanelere gelen yaralı sayısı 1523’tür. Sağlık bakanı doğru söylemiyor.

Sağlık bakanı, askeri doktorla sivil doktor arasında fark olmadığı izlenimi veriyor. Bu doğru değildir. Askeri tıbbiyeli dört askeri kamp eğitiminden geçiyor. Havacı askeri tabipler iki ay uçuş fizyolojisi eğitimi görüyor, uçuş eğitimi görüyor. Denizci tabip subaylar sualtı dalış eğitimi alıyor. Bu askeri eğitimler, silah arkadaşlığı duygusu yaratıyor. Askerler, komutanım dediği doktora güveniyor.

Askeri sağlık sistemi sadece GATA değildir. GATA merkezdir. Yurdun değişik yerlerinde 35 askeri hastane ve 600 askeri sağlık merkezi var. Sırf bu sağlık merkezlerinde 1000 askeri doktor çalışıyordu. Mesela, Diyarbakır askeri hastanesindeki bir doktor, gerekirse GATA’daki hocasını arar, ne yapacağını sorardı. Şimdi bu zincir koptu.

GATA ve askeri sağlık sistemi kötüleniyor. Karalama kampanyası yürütülüyor. Düşük kapasiteyle çalıştığı söyleniyor. Halbuki, askeri hastaneler sefer görev hastanesidir. Asla tam dolu çalışmaz. Hele Türkiye gibi, ordusu savaşan bir ülkenin askeri hastaneleri, sürekli stratejik miktarda boş yer tutar.

Sağlık bakanlığı bu boş tutulan yerleri dolduruyor, her hastanenin alabileceği hastaları GATA’ya alıyor. Bu akıl dışı politikanın bedelini de savaşan askerlerimiz ödüyor. Mesela… GATA’nın yanık tedavi bölümünü doldurdular, Suriye’de IŞİD saldırısında ağır yaralanan uzman çavuş Akif Güleç nakledilemedi, Adana’da, bu konuda uzmanlığı olmayan bir hastanede şehit oldu. Sağlık bakanı vicdan azabı çekmek yerine, “GATA’da yanık ünitesinde nöbetçi doktor yok” diyerek halkı yanıltmaya çalışıyor. Akif’in şehit olmasının hesabını Allah’a sadece IŞİD teröristleri değil, sağlık bakanı da verecek.

Yüzbaşı Özgür Özekin, Hakkari’de üç gün hastanede tutuldu, tomografisi bile çekilmeden Ankara’ya getirildi. Neden üç gün bekletildi? Çünkü… Sağlık bakanlığının helikopterini kullanan pilot, gitmeye korktu. Özgür Özekin yüzbaşı, hastaneye getirildiğinde, olması gereken multicic potasyum ilacı yoktu, ailesinden temin etmesi istendi. Aile bu ilacı Eskişehir’den bulabildi, saat 23.30‘da GATA‘ya yetiştirdi ama, yüzbaşımız saat 01.30‘da şehit oldu.

Sağlık bakanı “yüzbaşıya 40 ünite kan verildi” diyerek, kurtarılamayacak durumda olduğunu ima etti. Oysa, 100 ünite kan verilip kurtarılan gazilerimiz var. Üstelik, şu soruya hiç cevap vermedi, GATA’da her zaman bulunan ilaç, nasıl oluyor da sivile devredilince bulunmuyor?

Sağlık bakanının verimliliği, Özgür yüzbaşıyı, Akif çavuşu şehit etti. Van’da polis memuru Muhammet Acar yaralandı, genel durumu çok iyi olmasına rağmen, özel hastanede şehit oldu, savcılık soruşturma açtı. Sağlık bakanı hâlâ askerin canını-kanını parayla hesaplayıp, verimlilik hesabı yapıyor.

Sağlık bakanı, askeri doktorların çatışma alanına gitmediğini, PKK’yla gerçekleşen kent çatışmalarında bu görevi sağlık bakanlığının yaptığını söylüyor. Ve bu yalan, şehitlerin canı üzerinden söyleniyor.

Gerçek şudur… Yaralanan asker ve polisleri, sağlıkçı astsubay ve erbaşlar tahliye ediyor. Sağlık bakanlığı unsurları, çatışma bölgesine sokulmuyor. Bu çatışmalarda iki sağlıkçı astsubayımız, biri Şırnak’ta, biri Hakkari Çukurca’da şehit oldu. Yaralılarımız, çatışma bölgesinden çıkarıldıktan sonra, 112 ile tahliye ediliyor.

Sağlık bakanı “çatışma bölgesinde yoklar” diyor ama… 1984’ten bu yana 8 tabip, 2 diş tabibi, 2 veteriner, sağlık astsubayı ve 25 sıhhiyeci erbaş şehit oldu. Sağlık bakanına önerim, Allah’tan korkmasıdır.

Sağlık bakanı açıkça yalan söylüyor, “GATA’daki öğretim üyelerinin birçoğunun muayenehanesi var, bu devir sırasında muayenehaneleri tercih ettiler, GATA’yı bıraktılar” diyor. Rakamlara bakalım… 15 Temmuz öncesinde, Ankara GATA ve İstanbul Haydarpaşa’da çalışan 500 öğretim üyesinden sadece 27‘sinin muayenehanesi vardı. Bu rakamları Hacettepe ve Ankara Tıp’la karşılaştıralım… Hacettepe’de 415 öğretim üyesi var, 65‘i yarızamanlı çalışıyor. Ankara Tıp’ta 452 öğretim üyesi var, 101‘i yarızamanlı çalışıyor. Açıkça görüldüğü gibi, askeri rakamlar, sivil tıp fakültelerinin çok çok altında.

Sağlık bakanının kamuoyunu yanılttığı bir başka konu, harp cerrahisi… Akla ve vicdana aykırı olarak küçültüyor, GATA’da harp cerrahı sayısının çok az olduğunu söylüyor, “Şu anda 5 harp cerrahı, 2 askeri psikiyatrist var, ihtiyacı karşılamıyor, gazilerimizin büyük kısmı üniversite hastanelerinde tedavi edildi.” diyor.

Kasten çarpıtıyor, karalıyor. Harp cerrahisi 2008 yılında tanımlandı, 2010‘da anabilim dalı olarak kuruldu. Bu anabilim dalı, dünyada da çok yenidir. Genel cerrahi uzmanı bir hekim, beyin cerrahisi, ortopedi, plastik cerrahi ve göğüs cerrahisinde altışar ay rotasyon yaparak harp cerrahı oluyor. Sayıları 8‘dir. Görevleri, çatışma alanına en yakın bölgede ilk müdahaleyi yapıp, konunun uzmanı doktora sevketmektir. GATA‘da oturdukları doğru değildir. Çatışma ne zaman yoğunlaşsa, bu anılan harp cerrahları derhal bölgeye gider.

Cerrahlıksa, kadın doğum bölümü hariç, GATA’daki tüm doktorlar cerrahtır. Bakan çarpıtıyor. Harp cerrahisi anabilim dalı üyesi olmak başka şeydir, harp cerrahisinde uzmanlaşmış ortopedist, göz doktoru, kulak-burun-boğaz veya plastik cerrah olmak başka şeydir. Bakan bunu bilmiyor mu? Biliyor. Çarpıtmak işine geliyor.

GATA‘daki cerrahlar kadar yaralanma gören sivil doktor var mı? Asla temenni etmeyiz, ancak… Sağlık bakanının çocuğu silahla yaralansa, benzer yaralanmalarda 1600 defa ameliyata girmiş askeri doktorun ameliyat etmesini mi ister, yoksa sivil doktoru mu tercih eder?

GATA’nın tasfiye edilmesiyle Güneydoğu’daki askeri sağlık sistemi de çöktü. Diyarbakır askeri hastanesi kapatıldı. Selahaddin Eyyubi devlet hastanesine bağlandı. Bu hastane, en fazla PKK’lı doktorun ve hemşirenin olduğu hastanedir! Sağlık bakanlığının Güneydoğu’daki tüm sistemi terör örgütünün kontrolündedir. Asıl mücadele edilmesi gereken budur. Sağlık bakanı askeri tabiplerle uğraşacağına, gitsin, gazilerimizi tedavi etmemek için izin alan PKK’lı doktorlarla, zehirlemek için uğraşan PKK’lı hemşirelerle uğraşsın!

Gazilerimiz, terör bölgesinde sağlık bakanlığına bağlı devlet hastanelerine, özel hastanelere gönül rahatlığıyla emanet edilemiyor. GATA, 15 Temmuz‘dan bu yana Diyarbakır, Şırnak, Hakkari ve Van askeri hastanelerine 275 öğretim üyesi uzman doktor, 42 yardımcı sağlık personeli yolladı. Ayrıca, sağlık bakanlığının talebi üzerine, Nusaybin ve Yüksekova devlet hastanelerine 85 askeri personelle destek verdi.

Aslına bakarsanız, askeri hastaneler, Güneydoğu’da sadece askerin değil, tüm devlet memurlarının emanet edildiği yerdir. Şırnak ve Cizre’deki çatışmalar sırasında Şırnak devlet hastanesi askerlere ve eşlerine hizmet veremedi. Yüksekova ve Nusaybin’de operasyonlar yapılırken, polis özel harekatçıların tedavi edildiği dönemde, PKK’lı doktor ve hemşireler hastaneden uzaklaştırıldı, sistem ancak o şekilde işletilebildi.

Hakkari’deki askeri hastane, tugayın içinde… Sağlık bakanlığı tugayın içindeki hastaneye el koydu. Hastanede sadece 5 doktor kaldı. Göğüs cerrahisi uzmanı yüzbaşı, Yüksekova devlet hastanesine yollandı. Bilerek söylüyorum… Bölgedeki askeri hastanelerden devlet hastanelerine gönderilen askeri hekimlerin can güvenliği yoktur!

Uyarıyorum… Eğer devlet hastanelerine gönderilen askeri hekimlerimiz, nöbette veya cadde ortasında PKK’lılar tarafından şehit edilirse, bunun sorumlusu sağlık bakanı olacaktır.

Rehabilitasyon merkezi Türk milletinin bağışlarıyla yapıldı. Kolunu bacağını gözünü kaybeden aslanlarımızın fiziki ve ruhi tedavileri amacıyla çalışıyordu. Sağlık bakanlığı el koydu, doldurdu. Gaziler kapıdan geri çevriliyor.

“GATA’dan ayrılan yok, eski personelle devam ediyoruz.” deniyor. Doğru değil. Sistemde büyük moral bozukluğu var. GATA mensuplarında “Bir yıla kalmaz, hepimizi dağıtırlar..” duygusu hakim.

Savaşan subayların astsubayların, sağlık bakanlığına güveni kalmadı. Ailelerine “yaralanırsam beni özel hastaneye yatırın” şeklinde, adeta vasiyette bulunuyorlar.

AKP hükümetinin hatasının bedelini, savaşan askerlerimiz canlarıyla ödeyecek. Sonra eski sisteme tekrar dönülecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan “bizi yanılttılar” diyecek, helallik isteyecek. Sağlık bakanı ve sağlık bilimleri enstitüsü rektörü görevden alınacak. Sonra GATA’nın eski doktorlarına “geri dönün” çağrısı yapılacak. Bu arada dökülen kan, sağlık bakanı başta olmak üzere, bu sistemi savunanların elindeki kandır. O nedenle… Bu suça ortak olunmaması konusunda rica ediyor, asker hayatıyla oynanmaması gerektiğini ifade ediyorum.

Kime ait bu sözler?

Terör uzmanı, Gaziantep milletvekili, Profesör Ümit Özdağ‘a ait.

Nerede söyledi bunları? TBMM’deki basın toplantısında söyledi.
Peki sizin niye hiç haberiniz olmadı?
Çünkü, haysiyetli (!) basınımız ambargo uyguluyor, yazmıyor, göstermiyor, haberiniz olmasın, ruhunuz bile duymasın isteniyor.
*
Duyduk duymadık demeyin ey ahali… GATA bangır bangır imha ediliyor.

===========================

Dostlar,

Yüreğimiz sızlıyor..
Daha beteri, bu yüzsüzlük vicdansızlık, yalancılık bizi kahrediyor..
Bir asistanımıza seminer konusu verdik bu sorunu.
Allah belanızı versin kezlerce ve tez elden..

Sevgi ve saygı ile.
15 Ekim 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Dr. Benan Koyuncu’ya destek

ttb_logosu

Dr. Benan Koyuncu’ya destek

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi ve Türk Tabipleri Birliği Asistan Hekim Kolu Üyesi Dr. Benan Koyuncu’nun açığa alınmasına karşı görev yaptığı Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisi’nin önünde bir basın açıklaması düzenlendi. Ankara Tabip Odası Asistan Hekim Komisyonu’nun çağrıcılığını yaptığı basın açıklamasına Türk Tabipleri Birliği İkinci Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, ATO yöneticileri ve hekimler katıldı. Açıklamaya Cumhuriyet Halk Partisi Ankara Milletvekili Dr. Murat Emir de destek verdi.

Dr. Sinan Adıyaman, Dr. Benan Koyuncu’nun açığa alınmasına ilişkin olarak Üniversite Rektörü ile yapılan ve olumlu geçen görüşmeye vurgu yaparken, Dr. Murat Emir, bir hekimin hiçbir soruşturma yapılmadan açığa alınmasının kabul edilemez olduğuna dikkat çekti.

BASINA VE KAMUOYUNA

Bundan tam bir hafta önce asistan arkadaşımız Dr. Benan Koyuncu acil serviste görevli olduğu saatlerde KHK’nın 4. maddesi gereğince açığa alındı. Hakkında daha önce herhangi bir soruşturması olmayan arkadaşımızın apar topar görevinden alınması bizler açısından kaygı ile karşılanmıştır.

Yalnızca DR. Benan Koyuncu değil, kısa bir süre önce de Dr. Mihriban Yıldırım arkadaşımız da benzer iddialarla görevinden alınmıştır. Haklarında belki birçok şey duymuşsunuzdur! Ama gelin bir de bizden dinleyin; kimdir bu arkadaşımız, kimdir Asistan Hekim Komisyonu üyeleri?

“Önce okulunu bitir sonra bu işlerle uğraşırsın” diyenlere inat, okurken de çalışırken de “bu işler”le uğraştılar. Öğrenciyken de asistanlıklarında da halkın sağlık hakkının yanında tavır aldılar. Yeri geldiğinde öğrenci, yeri geldiğinde hekim ve sağlık hizmeti alan hasta olarak halkın sağlık hakkının yanında oldular. Emeğimize yabancılaşmamızı isteyenlere inat, sağlık politikalarının üretiminin de yönetiminin de uygulanışının da izleyicisi olmayı seçtiler.

Asistanlıkları boyunca arkadaşlarını sorunlarında yalnız bırakmadılar; “Eğitim değilse işimiz değil” (!) deyip nitelikli uzmanlık eğitiminin peşine düştüler, “Gına geldi” dediler, asistanlık eğitimi adı altında angaryaya ve mobbinge karşı durdular.
Savaşa karşı barışı, yaşam hakkını savundular.

Bu asistan arkadaşlarımızdan ikisi 15 Temmuz’daki darbe girişimi sonrası başlatılan cadı avına maruz bırakıldılar. Haksız kadrolaşmalara karşı çıkan; bilimsel, demokratik, laik eğitim, sağlıklı bir ülke isteyen aydınlık yüzler iktidarın hedefine oturtuldular.

En çok soruşturma konusu edilen sosyal medya paylaşımları açığa alınma nedeni gösterildi, yetmedi; daha yaşanılabilir bir dünya hayalinin ifadesi olan bu paylaşımlar üzerinden çeşitli internet sitelerinde hedef gösterildiler, asılsız haberler ile masumiyet karinesini çiğnediler.

KHK’lar aracılığıyla işten atılan bu denli çok kamu emekçisinin bulunması ve bunların hatırı sayılır bir bölümünün, sözü geçen asistan arkadaşlarımızın suçlanmasında sendikal grev ve eylemler gibi anayasal haklar dışında hiçbir gerekçe bulunmaması, aslında bu KHK’ların esas amacını göstermektedir.

Dr. Benan Koyuncu arkadaşımız yalnız değildir.
Bu haksız uygulamalara karşı birbirimizi yalnız bırakmayacağız!
Dayanışmayı büyüteceğiz. (07 Ekim 2016)

Ankara Tabip Odası Asistan Hekim Komisyonu
=======================================
Dostlar,

Bu hazin hukuk katliamları katlanılmaz boyutlara ulaştı.
Tek 1 kişinin hukuku bile, uğruna dünyaları vermeye değer..
AKP iktidarının bu OHAL sürecini bahane ederek yıllardır gizli gündeminde olan SİVİL DARBEYİ açıkça sahnelediği değerlendirmeleri yaygınlaşmaya başladı ve biz de buna kuvvetle katılıyoruz.

Devlet memurlarının – kamu görevlilerinin disiplin ve ceza soruşturmaları ve yargılanmaları özel mevzuata ve hukuk kurallarına tabidir. Oysa OHAL Kararnamaleri ile tüm bu kamu görevi güvence hakları görmezden gelinerek hukuk ayaklar altına alınmaktadır.

Hukukun yaygın kabul gören, yerleşik en genel ilkelerinden biri, yaptırımların ölçülü – zorunlu olmasıdır. Koşullar gerektiriyorsa = yeterli somut kanıt varsa önce geçici olarak görevden el çektirme (açığa alma),

– suç ve cezanın kişisel olduğu ve
– kesin hükme dek herkesin masum olduğu karinesi evrensel ilkeleri asla unutulmaksızın

bu süre içinde özlük haklarının başta aylık – maaş – ücret olarak kısıntılı ödenmesi (asla toptan kesilmemesi!), oturuyorsa kamu lojmanından çıkarılMAması… ve hızla adil bir soruşturma ile, vazgeçilmez ve evrensel olan kutsal SAVUNMA HAKKI mutlaka usulüne uygun kullandırılarak.. işlem yürütülmesi gerekir. İdari işlemle kamu görevine son verilecekse, mutlaka idari yargı yolu açık kalmalıdır (Anayasa md. 125/1). Ceza yargılamasını gerektirecek hukuka uygun toplanmış kanıtlar varsa, konu yetkili – görevli yargı yerine dosyasıyla sunulmalıdır.

R.T. Erdoğan’ın “mağdur yok!” sözü dehşet vericidir.. (Basın, Hakim – Savcı kura çekimi töreni, 12.10.16) Erdoğan 241 şehidin hesabını sorarken “yüzlerce kez 241 kişi” yaşarken ebedi ölüme mahkum edilebilmektedir. Bunun savunulabilecek yanı yoktur. Erdoğan’ın zerrece hukuk – insan hakları nosyonu yok mudur ki; böylesine sorumsuz ve hukuku katleden, Yargı dahil Yasama ve İdareye açık talimat anlamına gelebilecek sözler etmektedir kamuoyu önünde?? Aynı Erdoğan Ergenekon – Balyoz vd. kumpas davaların savcılığını açıkça üstlenmiş; Anayasa Mahkemesi’nin bu davalarda sanıkların haklarının çiğnendiği (ihlal edildiği) kararını ise “tanımadığını – saygı duymadığını” ileri sürecek derecede hukuk ve Anayasa dışına düşmüştü.. Ağır Ceza Mahkemelerine Anayasa Mahkemesi’nin kararına direnerek uygulamamaları telkininde dahi bulunabilmişti! Kaymakamlara, mevzuatı bir yana bırakın anlamında açıkça suç işlemeye azmettiren konuşmaları da olmuştu. Hedef açıkça, az eğitimli seçmen kitlesi olmalı!

Erdoğan’ın bu söz ve davranışları, ne yazık ki, Türkiye için büyük bir risk, handikap ve talihsizliktir..

Yineleyelim : Kin ve intikam ile devlet yönetilmez..
Yalnız Ülkenin değil, insanlığın da temeli ADALETTİR!

Suça bulaştığı kanıtlanan her-ke-se, hukuka uygun – bağlı kalmak koşuluyla hak ettiği yaptırım elbette  uygulanmalıdır. Buna kimsenin itirazı ol(a)maz, olsa da hükmü olmaz. Ancak;

Herkes, başta Hükümet edenler olmak üzere sağduyulu, hukukun üstünlüğüne sonuna dek ve sadakatle bağlı kalmak zorundadır. Bu tutum hepimizin kısa erimde de uzun erimde de en yüksek yararına olacak tek yoldur.

Sevgi ve saygı ile.
12 Ekim 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Tabip Odası Üyesi
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

Not : Yazımızın pdf biçimi için tıklayınız..
ohal_kararnameleri_-ile_akp-_insan_haklarini_bicmeyi_surduruyor

Plastik kirliliğine son verelim!

Plastik kirliliğine son verelim!

portresi

Prof. Dr. Tayfun Özkaya
Ege Üniv. Ziraat Fak.
YURT Gazetesi, 30.09.2016

Plastik şişe vb. ambalaj malzemelerinin yarattığı kirlilik üst düzeyde. Köylerde dere yatakları, kentlerde sokaklar, parklar, boş alanlar plastik şişelerle dolu. Görüntü kirliliği çok yüksek.

Plastiklerin özellikle gıdalarda kullanılanları insan sağlığı açısından tehlikeli.

Plastik ambalajların dibinde, gözle çok zor görülse de üçgen bir şeklin içinde bazı sayılar bulunmakta. Bunlardan 3, 6 ve 7 olanları çok zararlı. Diğerlerinin zararlarının daha az olduğu genellikle araştırmacılar tarafından kabul ediliyor.

Yoğurt kaplarının altını dikkatle inceleyin.
Üçgen içinde bazılarında 6 numaralı plastikten üretilmiş olduğunu ne yazık ki göreceksiniz.
Daha duyarlı olanlar ise 5 numaralı plastikte yoğurt satıyorlar. Hiç olmazsa doğaya terkedilen plastiklerin azaltılması için Avrupa ülkelerinde ve Kanada gibi ülkelerde bu tür ambalajlara cam şişeler de dâhil olmak üzere zorunlu depozito uygulanıyor.

Örneğin Almanya’da marketlerde ambalaj kabul eden makineler var. Her türlü boş şişeyi sırayla atıyorsunuz. Makine ambalajı tanıyıp, her biri için bir değer (örneğin 50 cent) belirleyerek size en sonunda bir fiş içinde toplam değeri bildiriyor. Diyelim ki makineye verdiğiniz ambalaj malzemelerinden 5 Euroluk bir fiş alıyorsunuz. Bunu yaptığınız alışverişten kasada düşüyorlar.

Almanya’da çok iyi giyimli, bisikletli kadın veya erkeklerin parklarda şişeleri toplayarak marketlerde alışverişlerinde kullandıklarını gördüm. Yine bu ülkelerde naylon torbalar için belli bir bedel alınıyor. Örneğin 5 cent veya 20 cent gibi. Türkiye’deki Alman marketlerinin bazıları bu uygulamalarını ülkemizde de devam ettiriyorlar. Bu durumda epeyce bir insan çantasında file, bez torba veya daha önce kullandıkları naylon torbaları taşıyorlar. Bu gibi zorunlu ve yüksek değerde depozito uygulamaları veya naylon torbaların paralı olması gibi düzenlemeleri yapmak ülkemizde çok mu zor?

Zannetmiyorum. Ancak bu tip ambalajları kullanan şirketler tüketimi sınırlayabilir endişesi ile bu gibi görüşlere pek yanaşmıyorlar. Bazıları göstermelik kampanyalarla duyarlı oldukları mesajını vermeye çalışıyorlar. Çok küçük istisnalarla naylon torbanın tümden yasaklanması ise çok yararlı olacaktır.

Fransa’da, 2020 yılında yürürlüğe girecek olan yasayla tek kullanımlık bardak, tabak, çatal, bıçak, kaşık gibi plastiklerin kullanımı ‘biyolojik materyalden yapılmadığı müddetçe’ yasak olacak. Fransa, söz konusu karar ile plastiği yasaklayan ilk ülke. Fransa’da bu yıl süpermarketlerde plastik poşet kullanılması da yasaklanmıştı.

Kapitalist bir sistem içinde şirketlerin bu konularda duyarlı olmasını bekleyemeyiz.
Onlar en yüksek kâr peşinde koşarken, çoğu zaman halk sağlığını dikkate almıyorlar.

======================================

Dostlar,

Plastikler yaşamımızı çok kolaylaştıran malzemeler. Ancak her şeyin bir bedeli var. Hem çevre sağlığı açısından hem de çevresel yükü bakımından hatırı sayılır bir bedel ödeniyor plastiklerin nimetlerinin karşılığında. Birleşmiş Milletlere (BM) bağlı Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve BM Çevre Programı UNEP uyarılarını sürdürmekteler. Gelişmiş ülkeler halk sağlığını öne alan uygulamalara girişebiliyor.

Örn. Çin, naylon torbaları yasaklayarak yılda 37 milyon varile varan petrol tüketimini tasarruf edebiliyor! (CNN.com/asia January 9, 2008)

San Fransisco, naylon torbaları yasaklayan ilk ABD eyaleti oldu!
(NPR.org, National Public Radio)

Ancak sanayi de kâr dürtüsü ile direncini sürdürmekte. Özellikle gıda maddelerini -su dahil- saklama ve taşımada sorun daha da öne çıkmakta. Bez ya da kağıt torbaları, alışveriş filelerimizi yeniden anımsamanın zamanıdır. Besinler için ise elden geldiğince cam kaplara yönelmek olası sağlık sakıncaları, çevre kirliliği ile petrol ve türevleri tüketimini azaltmak açısından çok yerinde olacak. Türkiye’nin de gündemine gelir mi acaba??

Sevgi ve saygı ile.
02 Ekim 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Bayer Monsanto’yu alıyor; Hegemonya derinleşecek

Bayer Monsanto’yu alıyor;
Hegemonya derinleşecek

portresiProf. Dr. Tayfun Özkaya
Ege Üniv. Ziraat Fak.
YURT Gazetesi, 23.9.16

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Tarım ilacı (zehir), tohum, beşeri ilaçlar üreticisi Alman şirketi Bayer GDO’lular başta tohum ve tarım ilaçları üreten Amerikan şirketi Monsanto’yu 66 milyar dolara satın aldı. Bu satın alma ile Bayer dünyanın bu üç alanda da çok önemli güçlü bir şirketi oldu. Yani tohumlarını kullananlara tarım zehirlerini satacak (GDO ürünlerde kesin almak zorundalar, hibritlerde de bu zorunluluk nerede ise var), çiftçiler ve tüketiciler bu ilaçlardan kanser olursa beşeri ilaçlar da hazır. Bu birleşme öncesi 2013 verilerine göre tohum satışlarında Monsanto %26 payla 1. şirketti. Bayer %3 payla 6. geliyordu. Tarım ilaçları alanında aynı yıl verilerine göre Bayer %18 payla Syngenta’dan sonra (%20 pay) 2. geliyordu. Monsanto’nun payı %8 ile 5. sırada idi.

(http://www.etcgroup.org/sites/www.etcgroup.org/files/files/etcgroup_agmergers_17nov2015.ppt x__0.pdf)

Bu işlemden sonra Bayer hem tohum hem de tarım ilaçlarında birinciliği garantiledi. Beşeri ilaçlarda Bayer’in 2014 yılında 15,5 milyar dolarla dünya sıralamasında 16. olduğu biliniyor. (www.pmlive.com/top_pharma_list/global_revenues)

Tohum, GDO’lu tohum, tarım ilacı, beşeri ilaç tek ve güçlü bir elde toplanıyor. Hepsi bu kadar mı? ETC Group adında tarım ve tarıma dayalı şirketleri izleyen sivil toplum kuruluşundan Pat Mooney “Bu anlaşmalar yalnızca tohumlar ve tarım ilaçları ile ilgili değil, tohum, toprak, hava verilerine egemen olan ve yeni gen bilgilerini işleyen bir şirket kaçınılmaz olarak tohum, tarım ilacı, gübre ve tarım makinaları gibi tarım girdilerini kontrol edecektir.” demektedir. (http://www.etcgroup.org/content/monsanto-bayer-tie-just-one-seven-mega-mergers-and-big-datadomination-threaten-seeds-food)

Bu veri işleme de nereden çıktı diyorsunuz? Öncelikle tohum, tarım ilaçları ve sentetik gübreler konusunda zaten az olan şirketlerin bir süredir birbirlerini satın almaya çalıştıklarını söyleyelim. Büyük altı tohum ve tarım ilacı şirketi dörde-beşe düşmeye çalışıyorlar. Bütün bu çabalar son iki yıla sığıyor. Örneğin Dupont Dow’u almak istedi. Adama (Çin şirketi) Syngenta’yı, Potash Corp. ise Agrium’u (sentetik gübre konusu), Deere & Corp. ise Monsanto’nun Precision Planting LLD şirketini almak istedi. Deere & Corp. tarım makineleri alanında güçlü, fakat tohum ve tarım ilaçlarında bir yeri yok. Monsanto’ya ait olan ve almak istediği Precision Planting LLD ise yüksek hızlı hassas tarım sistemlerinde çalışıyor. Hassas tarım bir tarlada metre metre toprağın daha önceden saptanmış ve coğrafi bilgi sistemlerine işlenmiş toprak özellikleri, iklim verileri vb. kullanarak tohumu eken, gübreleyen, tarım ilaçlarını atan ve sulama yapan GPS’le donanmış tarım makinelerin geliştirilmesi anlamına geliyor. Deere ve Precision Planting LLD birlikte hassas (duyarlı) tarım piyasasının %86’sına sahip olabilecekler. Bu saydıklarımız henüz gerçekleşmedi. En son belirttiğimiz hassas tarım konusunda ABD Adalet Bakanlığı bir engel koyuyor. Bu birleşmenin fiyatları yükselteceği ve araştırmaları azaltacağı ileri sürülüyor. Bir de gerçekleşmiş olan Bayer’in Monsanto’yu alması var. Bu nedenle Bayer’in hassas tarım konusundaki anlaşmayı bozabileceği ve bu konunun da Bayer içinde kalmasını sağlayabileceği ileri sürülüyor. Görüldüğü gibi olay yalnızca tohum, tarım ilacı ve beşeri ilaçlarda bir tekelleşme değil. Büyük veri (big data deniyor) de bu şirketlerin elinde toplanıyor. Şirketler büyük veriye de egemen olarak hegemonyalarını güçlendiriyorlar

Tohum alanındaki bu birleşmelerin 1990-2010 arasında ABD’de tohum fiyatlarını öbür girdilerden çok daha hızlı artırdığı, çiftçinin eline geçen fiyatların iki kat artışa neden olduğunu Amerikan Tarım Bakanlığı açıklamaktadır.

Tohum ve tarım ilaçları alanında önde gelen 6 şirket araştırma ve geliştirme (AR-GE) alanında da çok büyük harcamalar yapıyorlar. 2013’te 6 şirketin topluca araştırma ve geliştirme bütçeleri uluslararası ürün ıslah enstitülerinden fazlaydı. Amerikan Tarım Bakanlığına göre ise 15 kat fazla idi. Ancak bu şirketlerin araştırmaları çoğunlukla çevre ve insan çıkarlarına karşı olmaktadır. Tek bir amaç vardır, o da kârları artırmak!

Bu birleşmelere karşı çıkılabilir. ABD’de bile bu çabalar gösteriliyor. Ancak temel olarak şirketlerin egemen olmadığı, agro-ekolojik tekniklerin uygulandığı adil ve sürdürülebilir (ama gerçekten sürdürülebilir) bir gıda ve tarım sistemi ile sorunlar çözülecektir.

==========================================

Dostlar,

Alman ilaç – kimya devi BAYER‘in, ABD’li dev şirket Monsanto‘yu 66 milyar Dolar gibi oldukça yüksek bir bedelle satın alması, küresel ölçekte önemli bir olaydır. En azından, çokuluslu şirketler (ÇUŞ, MNC) açısından bir tekelleşme (monopolleşme) girişimidir. Yatay ya da dikey tekelleşmelerin (kartel ve tröst) tüketici aleyhine, sermaye lehine olduğu açık bir gerçektir.

Öte yandan Küresel sistemin etkili anti-tekel düzenlemelere (regülasyon) sahip olması beklenir. Küreselleş(tiril)en finans-kapital kumarhane kapitalizmine soyunmuşken böylesi etik – hukuksal bir beklenti ne denli gerçekçidir? IMF, DB, DTÖ gibi Küreselleşmenin = yeni emperyalizmin ağır topları seyircidir. Dünya kamuoyunun, BAYER’in bu tekelleşme eylemini izlemesi ve engellemeye çalışması beklenir. Ama nasıl ?? AB ülkeleri halkları ??

Öte yandan Avrupa Birliği’nin Gıda Güvenliği Kurumu EFSA‘nın (European Food Safety Agency) bundan böyle GDO’lu ürünlere karşı direnme gücünün zayıflayabileceğinden de kaygı duyuyoruz. EFSA hattında görülecek bir zayıflama önce Türkiye’yi, giderek başkaca gelişmekte olan ülkeleri olumsuz etkileyecektir.

Dolayısıyla bu konu üzerinden kalkarak temel ilkelerin gözden geçirilmesi ve ve güncellenmesi için görev BM‘ye düşmektedir. BM’nin Gıda ve Tarım alanında uzman teknik kuruluşu olan Roma merkezli Gıda Tarım Örgütü FAO (Food and Agricultural Organisation) ve Kenya / Nairobi merkezli BM Çevre Programı UNEP (United Nations Environmental Programme) harekete geçmeli ve teknik uzmanlık önerileriyle aktif rol alarak BM sistemini harekete geçirmelidirler.

Halk sağlığı – beslenme hakkı – çevrenin korunması hakkı ve yükümlülüğü açısından Monsanto’nun BAYER tarafından satın alınması ciddi bir tehdit oluşturuyor.. BM göreve!

Acaba Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımız ne yapacak bu önemli gelişme karşısında??

Sevgi ve saygı ile.
26 Eylül 2016, Ankara
 
Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
(Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığı GDO Bilim Kurulu Eski Üyesi)
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

“Fethullahçı Yapılanma ve Sağlık” Panel Duyurusu

Ankara Tabip Odası

“Fethullahçı Yapılanma ve Sağlık” Panel Duyurusu

Değerli Meslektaşımız;

15 Temmuz darbe girişiminden sonra kamu kurumlarında ve çeşitli vakıf üniversitelerinde “Fethullahçı Terör Örgütü/PDY” ile ilişkisi olduğu gerekçesiyle çok sayıda kişi açığa alındı ve kamu görevinden men edildi.

Kurumlar açısından son derece yıpratıcı ve tehlikeli olan bu süreç, kamuda görevlendirmelerde liyakat ve hakkaniyet dışında bir ölçüt olmaması gerektiğini bir kez daha göstermiştir.

Liyakat dışı yollardan kadrolaşmaların en çok zarar verdiği sağlık sektöründe böyle bir sürecin tekrar etmemesi amacıyla Ankara Tabip Odası olarak

  • “Fethullahçı Yapılanma ve Sağlık”

başlığıyla bir panel düzenlenmesi planlanmıştır. Panelimizde Gülen Cemaati ve benzeri örgütlerin devlet kurumlarında ve sağlık sektöründe örgütlenme biçimleri ve mücadele yolları masaya yatırılacaktır.

28 Eylül 2016 günü Türk Tabipleri Birliği’nde gerçekleştirilecek olan toplantıya katılımınızı bekleriz.

Saygılarımızla.

Ankara Tabip Odası

Yer      : Türk Tabipleri Birliği Toplantı Salonu
Tarih   : 28 Eylül 2016 Çarşamba, saat 18:00
Adres  : Şehit Daniş Tunalıgil Sok. GMK Bulv. No:2 Kat:4 Maltepe-Ankara
Afiş için tıklayınız
Web sitesine yönlendirme

===========================================

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Türk Tabipleri Birliği‘ne bu girişimleri için teşekkür ederiz.

Dileriz PKK – FETÖ/PDY ilişkileri de gündeme getirilir??

TTB’nin Batı maşası bölücü terör ve suç örgütü PKK karşısında net tutum alması gerek..

ATO Başkanına, ATO ve TTB’ye aşağıdaki e-iletiyi yolladık :

*****
Sevgili arkadaşlar,
Sevgili Vedat, (ATO Başkanı)

İyi yaptınız by paneli düzenlemekle.. PKK – FETO bağları da konuşulur dilerim..
TTB, kesin olarak PKK’ya destek anlamına gelebilecek en dolaylı davranıştan bile uzak durmalı. Emperyalizmin maşası kanlı bölücü örgütü tüm eylemleriyle kesinkes dışlamalı..

Halihazırdaki TTB politikasının sürdürülebilirliği yok ve örgütümüzün başına, korkarız,
endişe ederiz ki sorunlar açabilir.. Sözlerimiz hiç ama hiç yanlış anlaşılmasın..
Önü – arkası, iması, başkaca mesajı yok..
Yalın bir kaygı ve istenmeyen sonuçlardan sakınılması dileği..

*****

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Tabip Odası Üyesi
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com