Etiket arşivi: BM Çevre Programı UNEP

BİZİM TV PROGRAMIMIZ – 5 HAZİRAN 2021 DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ VE SALGIN

Dostlar, 

Bu gün 5 Haziran.. Dünya Çevre Günü!
Homo sapiens” olarak bir yandan sözde aklımızla kaykılırken (!?), tam anlamıyla “içine ettiğimiz” dünyanın günü! Şimdi sıra “sağkalım / beka (survival) savaşımında” biz zorunlu parazitler için.


HİÇ UNUTULMAMALI : Kovit-19 bir çevresel hastalık..
Alt tip olarak da bir zoonoz, ya da zoonotik hastalık; hayvanlardan insanlara bulaşan.

BM Çevre Programı UNEP, 2015’te aşağıdaki görseli (posteri) paylaşmıştı..
7 milyarın rüyası.. 1 tek Dünyamız..
Özenle yararlanalım  (“tüketelim” diye çevirmek istemedik..)

World Environment Day - 5 June | United Nations at Expo Milano 2015
****
Geçen yıl (2020’de) ise; 

World Environment Day 2020 celebrated on 5th June 2020 across the world. World Environment Day 2020 iconic activities are hosted by Colombia in partnership with GermanyThe theme of World Environment Day 2020 is ‘Time for Nature’ explore nature around iconic spots with a focus on its role in providing the essential infrastructure that supports life on earth and human development with the message Celebrate Biodiversity.

World Environment Day 2020 | Time for Nature, Theme of World Environment Day 2020

The theme of World Environment Day 2020 is ‘Time for Nature’ explore nature around iconic spots. According to the IPCC, 2019: Climate Change and Land report, 75% of Land on the planet and 66% of oceans have severely altered by humans. Approx. one million animal and plant species are threatened with extinction, due in large part to a loss of their natural habitat. Now we should take to safeguard the natural world and help restore ecosystems to be whole and functioning. We can only achieve ecological balance when the native species that have gone extinct are restored. Now it is time to help nature heal by rewinding the Earth. By healing the nature and ecosystems life-supporting functions they provide, including clean air, unpolluted water, and healthy soils can be reestablished.
****
Bu yıla, 2021’e gelince                               ;  

World Environment Day 2021 Theme and Host Country 

World Environment Day is celebrated across the world on 5th June every year. Since 1974, World Environment Day is the most remarkable day for environmental action. The UN Environment Program (UNEP) organizes events for Environment Day every year to encourage worldwide awareness and action for the protection of environment.
Word Environment Day was established by UN General Assembly on the first day of the  Stockholm Conference on Human Environment which was held in Stockholm Sweden from June 5- 6  in 1972. In 1974, the first Word Environment Day was celebrated with the theme “Only One Earth”. Since then Word Environment Day is celebrated annually on 5th June and various activities for awareness and protection of Environment are carried out. In 1987, it is decided to rotate the host of Environment Day activities by selecting a host county for the Environment Day activities celebration.
World Environment Day 2021 will be celebrated on 5th June 2021 across the world
World Environment Day 2021 iconic activities are hosted by Pakistan.
  • The theme of World Environment Day 2021 is ‘Ecosystem Restoration’. 
Ecosystem Restoration denotes assisting in the recovery of ecosystems that have been degraded by activities like pollution and deforestation. Ecosystem Restoration can also be promoted by conserving the ecosystems that are still intact.
Healthy ecosystem and rich biodiversity yield greater benefits such as more fertile soils, bigger yields of fish and timber.
World Environment Day 2021 | World Environment Day 2021 Theme and Host Country, Theme of World Environment Day 2021, Host Country of WED 2021
The theme of World Environment Day 2021 is Ecosystem Restoration.
Ecosystem Restoration can happen by actively planting trees or by removing pressures on the ecosystem by protecting environment and reducing the increasing level of pollution.
(https://www.selfstudymantra.com/2020/05/world-environment-day.html, 5.6.21)

****

Çevreyi; özellikle, insanlık düşmanı yabanıl (vahşi) kapitalizm, ölçüsüz bir açgözlülük ve kâr hırsı ile öylesine talan eyledi ki, şimdi sıra “ekosistemin restorasyonunda”!
Gelin görün ki, talan hala sürmekte!
Türkiye’den çok acı örnekler, Sn. Kemal Anadol bu sabah what’s up iletisi olarak yollamış :

*KAZDAĞLARI, İKİZDERE, KOZAK YAYLASI, ISTRANCALAR, ERGENE NEHRİ, CANIM ANADOLU VE TRAKYA….
*CAN ÇEKİŞEN MARMARA, YAKIN TEHLİKEDEKİ KARADENİZ, KİRLENEN VAN GÖLÜ VE KURUYAN GÖLLERİMİZ…
*ZEHİR SAÇAN TERMİK SANTRALLER
*HES’LERLE KELEPÇE VURULAN DERELER…
*”ÇED GEREKLİ DEĞİLDİR” DİYE VERİLİP AÇILAN YÜZLERCE TAŞ OCAĞI
*YANLIŞ YER SEÇİMİYLE KÖYLERİN ORTASINA KURULAN RES’LER…
*EN GÜZEL KOYLARDA KURULAN BALIK ÇİFTLİKLERİ..
*BETONLARLA ÇİRKİNLEŞTİRİLEN KENTLER…
*CİĞERLERİMİZİ YAKAN ORMAN YANGINLARI…
*ÖNLEMSİZ VE ÖZENSİZ DİKİLEN VE TEHLİKE SAÇAN BAZ İSTASYONLARI…
*GDO’LU ÜRÜNLER CENNETİ ÜLKEMİZ…

SAYMAKLA BİTMİYOR ÇEVRE DÜŞMANI UYGULAMALAR…
*VE… GÖZÜMÜZE SOKULAN DENİZ SALYASI!
BU KOŞULLARDA 5 HAZİRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜNÜ KUTLAMAK YOPLUMUMUZ İÇİN UTANÇ, GELMİŞ GEÇMİŞ İKTİDARLAR İÇİN UTANMAZLIKTIR!
***
Öte yandan KOVİT-19 tam da bir Çevresel Hastalık..
Çevreye aşırı yüklenen insanoğlu, böylesi bir mutasyona neden oldu doğada ve Pangolin & Yarasa ürünü Yeni Koronavirüs (SARS-KOV2), insanlarda bulaş (enfeksiyon) yapma yeteneği kazandı ve de Aralık 2019 sonunda Çin’de başlayarak hızla tüm dünyaya yayıldı, bir Pandemiye (kıtalararası salgına) yol açtı. Salgında 18. aya girdik Küresel toplum – Dünyalılar olarak.

Çok ağır bedeller ödedik, uzun yıllar boyunca da ödemeyi sürdüreceğiz.

Hiç ama hiç unutulmasın              :
Mistik ritüeller – inanışlar, “eşref-i mahlukat“… teraneleri bir yana, insanoğlu yeryüzünde SAĞKALIM (BEKA) tehdidi yüz yüzedir.
Üstelik bu tehdit açık ve yakındır.
İklim faciası, hava – su kirliliği, kuraklık ve tarımsal üretimde azalma, türlerde azalma, deniz kirliliği, buzulların erimesi, hala %1,05 dolayındaki muazzam yıllık nüfus artışı… Her yıl 81 milyon daha ekleniyor dünyaya..

İNSANOĞLU, SANA SORUYORUZ                              :

Dünya “sonlu” olduğuna göre, sen, yeryüzünde, son derece sorumsuz biçimde, akıl almaz biçimde sonsuza dek çoğalabileceğini nasıl düşünebilir ve frene basmazsın?
Üstelik yeryüzünde son yıllarda tüm türer sayıca azalırken sen nasıl ha bire ürersin?!

  • Aklını başına almalı ve “HER AİLEYE 1 ÇOCUK!” can simidine sarılmalısın hemen’

Hiç aklından çıkarma, bu Dünya sana mahkum değil ama tersi doğru. sen ona mahkumsun. Yeyüzünde, biyolojik anlamda zorunlu parazitsin.. Dünya yakasını senden kurtulsa rahatlayacak.
Derhal NÜFUS PLANLAMASI, DERHAL! Nüfusu hızla azaltmak zorunayız.
Çevreyi bir fahişe gibi görme ilkelliğinden kurtulmak..
O’nunla ancak Doğa’nın şaşmaz  – bağışlamaz kuralları içinde BARIŞ İÇİNDE BİRLİKTE (peacefull co-existence) olabiliriz; bu “komünal” yaşamdır, doğa yasalarına mutlak saygı ile. Bilim bu yasaları keşfetme ve birlikte yaşam koşullarını oluşturma amaçlıdır; yoksa Doğaya hükmetmenin ilkel – akıldışı araçları değil!

***
Salgında, Türkiye’de eriştiğimiz son “resmi” durum aşağıda. Ne ölçüde gerçek, bilmiyoruz.


Ancak hala çok ürkütücü. Her gün an az 6 bin PCR + olgu yakalıyoruz, bunları 1/10’u bulgu veren hasta. 100’e (yüz!) yakın insanımızı kurban veriyoruz..  Yine resmi verilerle 5,3 milyon insanımız hasta oldu, toplam 48 bine varan “resmi” kovit ölümü var…
Aşılamaya 14 Ocak’ta başladık, 6 ay geçti, 2 doz aşı alan insan sayısı hala 12 milyon dolayında. Gerekli toplumsal bağışıklığın çooookkk uzağındayız.
Dünya da rahat değil…
Türkiye’ye turistik sınırlamalar  sürüyor AB ve Rusya, İngiltere başta olmak üzere.
İyimser beklentiler 20 milyon turist.. Oysa 2019’da 50 milyona yakın idi bu rakam.

Ve AKP’li CB Erdoğan kalkıp, “3. aşımı oldum, antikor testimi de yaptırdım, oldukça yüksek çıktı…” Keyfi gıcırında demek ki Reis hazretlerinin.. 2 bilimsel yanlış birlikte; 3. aşı ve yersiz  – anlamsız antikor testi. Halka böyle mi örnek olunacak? 60 milyon insan (20 milyon 0-18 yaş çocuk düşülürse) 40 milyon insanımız daha tek doz aşıya erişememişken (Dünyada 13. sıradayız), masum insanlar ölürken.. bu nasıl bir ayrıcalık ve içine sindiriş, lider rolüdür (!), anlamak olanak dışı.

Tüm bunları Sn. Lale O. Arslan ile bu akşam 20:00’de BİZİM TV youtube kanalından canlı yayınlanacak programda değerlendireceğiz.
Sn. Ozan ile 2 Nisan 2021 günü programımız rekorlar kırarak 225 bini aşkın izleyici yakaladı.

izlemek için lütfen tıklayınız (reklamlarla 1 saat 26 dk.)

https://youtu.be/Wm567nUXUk8 

Bilgi ve ilginize sunarız..

Sevgi ve saygı ile. 05 Haziran 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

BM İcra Direktörü : Koronavirüs bir uyarı mı?

BM İcra Direktöründen dikkat çeken ifadeler… Koronavirüs bir uyarı mı?

Yusuf Yavuz
Odatv.com, 29.03.2020

BM Çevre Programı (UNEP) İcra Direktörü Inger Andersen, tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs salgınının iklim kriziyle birlikte doğanın bir mesajı olduğunu söyledi. İnsanlığın doğal yaşama çok fazla baskı yaptığını dile getiren Andersen, The Guardian’a verdiği demeçte acil önceliğin insanları koronavirüsten korumak olduğunu, ancak uzun vadede biyolojik çeşitlilik kaybına karşı mücadele edilmesi gerektiğini dile getirdi. Türkiye Tabiatını Koruma Derneği Bilim Danışmanı Dr. Erol Kesici de koronavirüse karşı cadde ve sokakların kimyasallarla dezenfekte edilmesi sırasında dikkatli olunması gerektiğine işaret etti. Ağır metaller içeren kimyasallarla ev, araç ve kent meydanlarının temizlemenin yararlı olmadığını dile getiren Kesici,
  • “Bu kimyasalların denizlere, göllere ve yeraltı sularına karışmasına izin verilmemeli. Aynı şekilde bu kimyasalların toprakta zehirli madde birikimine
    yol açarak yararlı organizmaları yok ettiği unutulmamalı. Kaş yapalım derken
    göz çıkarılmamalı. Belediyeler çalışmalarını yürütürken bilimin ışığından uzaklaşmamalı.”
    uyarısında bulundu.

Tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs (Covid-19) salgınına ilişkin bir açıklama yapan BM Çevre Programı (UNEP) İcra Direktörü Inger Andersen,

  • Doğanın koronavirüs ve devam eden iklim kriziyle ilgili bir mesaj gönderdiğini dile getirdi.

İnsanlığın dünyaya zarar verici biçimde çok baskı yaptığını savunan Andersen, gezegene zarar veren insanın aslında kendisine zarar verdiğini söyledi.

  • Avustralya’daki orman yangınları ve Kenya’daki çekirge istilası gibi çevresel sorunların da doğanın bir mesajı olduğuna değinen Andersen,
  • İstesek de istemesek de doğaya bağımlıyız. Doğaya önem vermezsek kendimize önem veremeyiz. En büyük müttefikimiz doğadır.” dedi.

‘BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK KAYBINA KARŞI MÜCADELE EDİLMELİ’

İngiliz The Guardian Gazetesi’ne konuşan Andersen, acil önceliğin insanları koronavirüsten korumak ve yayılmasını önlemek olduğunu, uzun vadede yapılması gerekenin ise habitat ve biyolojik çeşitlilik kaybıyla mücadele etmek olması gerektiğini dile getirdi.

‘COVİD-19 SALGINI, VAHŞİ YAŞAMIN AÇIK BİR UYARISI’

The Guardian’da yer alan ve bilim insanlarının konuyla ilgili görüşlerine de yer verilen haberde,  Covid-19 salgınının vahşi yaşamın açık bir uyarısı olduğuna dikkat çekilerek hastalıkların insanlara bulaşmasına her zaman insan davranışlarının neden olduğu görüşüne yer verildi. Daha fazla salgını önlemek için hem küresel ısınmanın hem de doğal yaşamın tarım, madencilik ve betonlaşma için tahrip edilmesinin sona ermesi gerektiği görüşüne yer verilen haberde, bu tahribatların vahşi yaşamın insan ile temas etmesine neden olduğu kaydedildi.

‘BULAŞICI HASTALIKLARIN %75 VAHŞİ YAŞAM KAYNAKLI’

Uzmanların yasadışı küresel canlı hayvan ticaretinin de sonlandırılması yönündeki görüşlerine yer verilen haberde, geçmişte patojenlerin evcil hayvanlardan insanlara geçmesi için bu kadar çok olanak olmadığına dikkat çekilerek ortaya çıkan bulaşıcı hastalıkların % 75’inin vahşi yaşamdan geldiği kaydedildi. Doğal alanların yok edilmesinin insanların yaban hayatına yakın alanlarda yaşamasına olanak sağladığına değinilen haberde, iklim değişikliğinin canlıları hareket etmeye zorladığı kaydedilerek bu durumun patojenlerin taşınmasına neden olduğu vurgulandı.

‘ATEŞLE OYNADIĞIMIZI FARK ETMELİYİZ’

Haberde, ABD Harvard Halk Sağlığı Okulu’ndan Aaron Bernstein, “SARS, MERS, Covid-19, HIV yaşadık. Doğanın bize ne anlatmaya çalıştığını görmemiz gerekiyor. Ateşle oynadığımızı fark etmeliyiz” uyarısına da yer verildi.

DR. EROL KESİCİ: ‘SALGINDA PARA, PARA ETMİYOR’

Doğa ve Sürdürülebilirlik Derneği ile Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) Bilim Danışmanı Dr. Erol Kesici de dünyanın dört bir yanından bilim insanlarının yıllardır yaptığı uyarıların yeterince dikkate alınmadığını belirterek;

Bugün iklim sözleşmelerine uymayarak vahşi yaşam alanlarını tahrip etme pahasına milyonlarca dolar kazanan ülkeler, salgın karşısında milyarlarca dolar bütçe ayırmak zorunda kaldılar. Paranın değil, doğanın her şey olduğu bir kez daha anlaşıldı. Ne yazık ki paraları ve zenginlikleri bir işe yaramıyor. Salgında para, para etmiyor.” değerlendirmesinde bulundu.

‘BİLİMDEN UZAKLAŞMAK BİLİNÇ OLUŞMASINI ZORLAŞTIRIYOR’

Temel eğitimde çevre bilinci ve deneysel sonuçlara dayanan bilim dallarına verilen önemin giderek azalmasının büyük bir hata olduğuna da değinen Kesici,

Tüm dünyada salgına neden olan virüsün şakasının olmadığını gördük. Doğa ve çevre bilincinin oluşturulmaması, pozitif bilimlere önem verilmemesi toplumda salgın döneminde yeterli önlemlerin alınmasını zorlaştırıyor.” dedi.

‘COVİD-19, HIRSLARINIZDAN VAZGEÇİN DİYOR’

Dünya üzerinde yaşayan insanların ekonomik ayak izinin ekolojik ayak izinden daha büyük olması durumundan kıtlık, salgın ve savaşların kaçınılmaz olacağına işaret eden Kesici, şöyle konuştu:

Covid-19’un insanlara açık mesajı, ‘hırslarınızdan vazgeçin’ anlamına geliyor. Yaşamın bazı temel ilkeleri var ve bunu yıllardır her fırsatta dile getiriyoruz: Hepimiz doğanın ürünüyüz. Doğa biz olmasak da var olmaya devam eder ancak doğaya yapılacak kötülüklerden en büyük zararı biz insanoğlu görürüz. İnsan, doğaya en son dâhil olan canlı türüdür ve adeta muhteşem bir pazılın bütünlüğü tamamlayan son parçasıdır. Bu denge içerisinde diğer canlılar da vardır ve asla bozulmamalıdır.”

KİMYASALLA TEMİZLİK : ‘KAŞ YAPAYIM DERKEN GÖZ ÇIKARILMAMALI’

Uzun yıllardır Türkiye’nin su kaynakları ve gölleri üzerine bilimsel çalışmalar yürüten Dr. Erol Kesici, koronavirüse karşı cadde ve sokakların kimyasallarla dezenfekte edilmesi sırasında dikkatli olunması ve su kaynaklarının kirletilmemesi gerektiği konusunda da uyarılarda bulundu. Ağır metaller içeren kimyasallarla ev, araç ve kent meydanlarının temizlemenin yararlı olmadığını dile getiren Kesici,

Bu kimyasalların denizlere, göllere ve yeraltı sularına karışmasına izin verilmemeli. Aynı şekilde bu kimyasalların toprakta zehirli madde birikimine yol açarak yararlı organizmaları yok ettiği unutulmamalı. Kaş yapalım derken göz çıkarılmamalı. Belediyeler çalışmalarını yürütürken bilimin ışığından uzaklaşmamalı” uyarısında bulundu.

‘SALGINLA TEMİZ SUYUN KIYMETİ DAHA İYİ ANLAŞILDI’

Hekimlerin su ve sabundan oluşan temel hijyeni topluma anlatmaya çalıştığını ancak kentlerin dezenfekte edilmesi sırasında içeriğinde ne olduğu bilinmeyen kimyasallar kullanılmasının tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini dile getiren Kesici,

Kolay erişilebilir ve içilebilir su kaynaklarımızı ve tüm canlı yaşamını bu dönemde gözümüz gibi korumak zorundayız. Çünkü bu salgın bize temiz suyun ne kadar kıymetli bir varlık olduğunu bir kez daha gösterdi. Su kaynağımız olan derelerin, göllerin ve akarsuların kirletilmesine ve kurumasına göz yuman; kirletilen suların tarımda kullanılmasına izin verenler durup bir kez daha düşünmeli. Su kaynakları aynı bakış açısıyla yönetilmeye devam edilirse korkarım bu günleri de arar duruma geleceğiz. Bu nedenle acilen bilimsel ve akılcı bir su politikasını yaşama geçirmek zorundayız.” görüşünü dile getirdi.

Plastik kirliliğine son verelim!

Plastik kirliliğine son verelim!

portresi

Prof. Dr. Tayfun Özkaya
Ege Üniv. Ziraat Fak.
YURT Gazetesi, 30.09.2016

Plastik şişe vb. ambalaj malzemelerinin yarattığı kirlilik üst düzeyde. Köylerde dere yatakları, kentlerde sokaklar, parklar, boş alanlar plastik şişelerle dolu. Görüntü kirliliği çok yüksek.

Plastiklerin özellikle gıdalarda kullanılanları insan sağlığı açısından tehlikeli.

Plastik ambalajların dibinde, gözle çok zor görülse de üçgen bir şeklin içinde bazı sayılar bulunmakta. Bunlardan 3, 6 ve 7 olanları çok zararlı. Diğerlerinin zararlarının daha az olduğu genellikle araştırmacılar tarafından kabul ediliyor.

Yoğurt kaplarının altını dikkatle inceleyin.
Üçgen içinde bazılarında 6 numaralı plastikten üretilmiş olduğunu ne yazık ki göreceksiniz.
Daha duyarlı olanlar ise 5 numaralı plastikte yoğurt satıyorlar. Hiç olmazsa doğaya terkedilen plastiklerin azaltılması için Avrupa ülkelerinde ve Kanada gibi ülkelerde bu tür ambalajlara cam şişeler de dâhil olmak üzere zorunlu depozito uygulanıyor.

Örneğin Almanya’da marketlerde ambalaj kabul eden makineler var. Her türlü boş şişeyi sırayla atıyorsunuz. Makine ambalajı tanıyıp, her biri için bir değer (örneğin 50 cent) belirleyerek size en sonunda bir fiş içinde toplam değeri bildiriyor. Diyelim ki makineye verdiğiniz ambalaj malzemelerinden 5 Euroluk bir fiş alıyorsunuz. Bunu yaptığınız alışverişten kasada düşüyorlar.

Almanya’da çok iyi giyimli, bisikletli kadın veya erkeklerin parklarda şişeleri toplayarak marketlerde alışverişlerinde kullandıklarını gördüm. Yine bu ülkelerde naylon torbalar için belli bir bedel alınıyor. Örneğin 5 cent veya 20 cent gibi. Türkiye’deki Alman marketlerinin bazıları bu uygulamalarını ülkemizde de devam ettiriyorlar. Bu durumda epeyce bir insan çantasında file, bez torba veya daha önce kullandıkları naylon torbaları taşıyorlar. Bu gibi zorunlu ve yüksek değerde depozito uygulamaları veya naylon torbaların paralı olması gibi düzenlemeleri yapmak ülkemizde çok mu zor?

Zannetmiyorum. Ancak bu tip ambalajları kullanan şirketler tüketimi sınırlayabilir endişesi ile bu gibi görüşlere pek yanaşmıyorlar. Bazıları göstermelik kampanyalarla duyarlı oldukları mesajını vermeye çalışıyorlar. Çok küçük istisnalarla naylon torbanın tümden yasaklanması ise çok yararlı olacaktır.

Fransa’da, 2020 yılında yürürlüğe girecek olan yasayla tek kullanımlık bardak, tabak, çatal, bıçak, kaşık gibi plastiklerin kullanımı ‘biyolojik materyalden yapılmadığı müddetçe’ yasak olacak. Fransa, söz konusu karar ile plastiği yasaklayan ilk ülke. Fransa’da bu yıl süpermarketlerde plastik poşet kullanılması da yasaklanmıştı.

Kapitalist bir sistem içinde şirketlerin bu konularda duyarlı olmasını bekleyemeyiz.
Onlar en yüksek kâr peşinde koşarken, çoğu zaman halk sağlığını dikkate almıyorlar.

======================================

Dostlar,

Plastikler yaşamımızı çok kolaylaştıran malzemeler. Ancak her şeyin bir bedeli var. Hem çevre sağlığı açısından hem de çevresel yükü bakımından hatırı sayılır bir bedel ödeniyor plastiklerin nimetlerinin karşılığında. Birleşmiş Milletlere (BM) bağlı Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve BM Çevre Programı UNEP uyarılarını sürdürmekteler. Gelişmiş ülkeler halk sağlığını öne alan uygulamalara girişebiliyor.

Örn. Çin, naylon torbaları yasaklayarak yılda 37 milyon varile varan petrol tüketimini tasarruf edebiliyor! (CNN.com/asia January 9, 2008)

San Fransisco, naylon torbaları yasaklayan ilk ABD eyaleti oldu!
(NPR.org, National Public Radio)

Ancak sanayi de kâr dürtüsü ile direncini sürdürmekte. Özellikle gıda maddelerini -su dahil- saklama ve taşımada sorun daha da öne çıkmakta. Bez ya da kağıt torbaları, alışveriş filelerimizi yeniden anımsamanın zamanıdır. Besinler için ise elden geldiğince cam kaplara yönelmek olası sağlık sakıncaları, çevre kirliliği ile petrol ve türevleri tüketimini azaltmak açısından çok yerinde olacak. Türkiye’nin de gündemine gelir mi acaba??

Sevgi ve saygı ile.
02 Ekim 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Bayer Monsanto’yu alıyor; Hegemonya derinleşecek

Bayer Monsanto’yu alıyor;
Hegemonya derinleşecek

portresiProf. Dr. Tayfun Özkaya
Ege Üniv. Ziraat Fak.
YURT Gazetesi, 23.9.16

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Tarım ilacı (zehir), tohum, beşeri ilaçlar üreticisi Alman şirketi Bayer GDO’lular başta tohum ve tarım ilaçları üreten Amerikan şirketi Monsanto’yu 66 milyar dolara satın aldı. Bu satın alma ile Bayer dünyanın bu üç alanda da çok önemli güçlü bir şirketi oldu. Yani tohumlarını kullananlara tarım zehirlerini satacak (GDO ürünlerde kesin almak zorundalar, hibritlerde de bu zorunluluk nerede ise var), çiftçiler ve tüketiciler bu ilaçlardan kanser olursa beşeri ilaçlar da hazır. Bu birleşme öncesi 2013 verilerine göre tohum satışlarında Monsanto %26 payla 1. şirketti. Bayer %3 payla 6. geliyordu. Tarım ilaçları alanında aynı yıl verilerine göre Bayer %18 payla Syngenta’dan sonra (%20 pay) 2. geliyordu. Monsanto’nun payı %8 ile 5. sırada idi.

(http://www.etcgroup.org/sites/www.etcgroup.org/files/files/etcgroup_agmergers_17nov2015.ppt x__0.pdf)

Bu işlemden sonra Bayer hem tohum hem de tarım ilaçlarında birinciliği garantiledi. Beşeri ilaçlarda Bayer’in 2014 yılında 15,5 milyar dolarla dünya sıralamasında 16. olduğu biliniyor. (www.pmlive.com/top_pharma_list/global_revenues)

Tohum, GDO’lu tohum, tarım ilacı, beşeri ilaç tek ve güçlü bir elde toplanıyor. Hepsi bu kadar mı? ETC Group adında tarım ve tarıma dayalı şirketleri izleyen sivil toplum kuruluşundan Pat Mooney “Bu anlaşmalar yalnızca tohumlar ve tarım ilaçları ile ilgili değil, tohum, toprak, hava verilerine egemen olan ve yeni gen bilgilerini işleyen bir şirket kaçınılmaz olarak tohum, tarım ilacı, gübre ve tarım makinaları gibi tarım girdilerini kontrol edecektir.” demektedir. (http://www.etcgroup.org/content/monsanto-bayer-tie-just-one-seven-mega-mergers-and-big-datadomination-threaten-seeds-food)

Bu veri işleme de nereden çıktı diyorsunuz? Öncelikle tohum, tarım ilaçları ve sentetik gübreler konusunda zaten az olan şirketlerin bir süredir birbirlerini satın almaya çalıştıklarını söyleyelim. Büyük altı tohum ve tarım ilacı şirketi dörde-beşe düşmeye çalışıyorlar. Bütün bu çabalar son iki yıla sığıyor. Örneğin Dupont Dow’u almak istedi. Adama (Çin şirketi) Syngenta’yı, Potash Corp. ise Agrium’u (sentetik gübre konusu), Deere & Corp. ise Monsanto’nun Precision Planting LLD şirketini almak istedi. Deere & Corp. tarım makineleri alanında güçlü, fakat tohum ve tarım ilaçlarında bir yeri yok. Monsanto’ya ait olan ve almak istediği Precision Planting LLD ise yüksek hızlı hassas tarım sistemlerinde çalışıyor. Hassas tarım bir tarlada metre metre toprağın daha önceden saptanmış ve coğrafi bilgi sistemlerine işlenmiş toprak özellikleri, iklim verileri vb. kullanarak tohumu eken, gübreleyen, tarım ilaçlarını atan ve sulama yapan GPS’le donanmış tarım makinelerin geliştirilmesi anlamına geliyor. Deere ve Precision Planting LLD birlikte hassas (duyarlı) tarım piyasasının %86’sına sahip olabilecekler. Bu saydıklarımız henüz gerçekleşmedi. En son belirttiğimiz hassas tarım konusunda ABD Adalet Bakanlığı bir engel koyuyor. Bu birleşmenin fiyatları yükselteceği ve araştırmaları azaltacağı ileri sürülüyor. Bir de gerçekleşmiş olan Bayer’in Monsanto’yu alması var. Bu nedenle Bayer’in hassas tarım konusundaki anlaşmayı bozabileceği ve bu konunun da Bayer içinde kalmasını sağlayabileceği ileri sürülüyor. Görüldüğü gibi olay yalnızca tohum, tarım ilacı ve beşeri ilaçlarda bir tekelleşme değil. Büyük veri (big data deniyor) de bu şirketlerin elinde toplanıyor. Şirketler büyük veriye de egemen olarak hegemonyalarını güçlendiriyorlar

Tohum alanındaki bu birleşmelerin 1990-2010 arasında ABD’de tohum fiyatlarını öbür girdilerden çok daha hızlı artırdığı, çiftçinin eline geçen fiyatların iki kat artışa neden olduğunu Amerikan Tarım Bakanlığı açıklamaktadır.

Tohum ve tarım ilaçları alanında önde gelen 6 şirket araştırma ve geliştirme (AR-GE) alanında da çok büyük harcamalar yapıyorlar. 2013’te 6 şirketin topluca araştırma ve geliştirme bütçeleri uluslararası ürün ıslah enstitülerinden fazlaydı. Amerikan Tarım Bakanlığına göre ise 15 kat fazla idi. Ancak bu şirketlerin araştırmaları çoğunlukla çevre ve insan çıkarlarına karşı olmaktadır. Tek bir amaç vardır, o da kârları artırmak!

Bu birleşmelere karşı çıkılabilir. ABD’de bile bu çabalar gösteriliyor. Ancak temel olarak şirketlerin egemen olmadığı, agro-ekolojik tekniklerin uygulandığı adil ve sürdürülebilir (ama gerçekten sürdürülebilir) bir gıda ve tarım sistemi ile sorunlar çözülecektir.

==========================================

Dostlar,

Alman ilaç – kimya devi BAYER‘in, ABD’li dev şirket Monsanto‘yu 66 milyar Dolar gibi oldukça yüksek bir bedelle satın alması, küresel ölçekte önemli bir olaydır. En azından, çokuluslu şirketler (ÇUŞ, MNC) açısından bir tekelleşme (monopolleşme) girişimidir. Yatay ya da dikey tekelleşmelerin (kartel ve tröst) tüketici aleyhine, sermaye lehine olduğu açık bir gerçektir.

Öte yandan Küresel sistemin etkili anti-tekel düzenlemelere (regülasyon) sahip olması beklenir. Küreselleş(tiril)en finans-kapital kumarhane kapitalizmine soyunmuşken böylesi etik – hukuksal bir beklenti ne denli gerçekçidir? IMF, DB, DTÖ gibi Küreselleşmenin = yeni emperyalizmin ağır topları seyircidir. Dünya kamuoyunun, BAYER’in bu tekelleşme eylemini izlemesi ve engellemeye çalışması beklenir. Ama nasıl ?? AB ülkeleri halkları ??

Öte yandan Avrupa Birliği’nin Gıda Güvenliği Kurumu EFSA‘nın (European Food Safety Agency) bundan böyle GDO’lu ürünlere karşı direnme gücünün zayıflayabileceğinden de kaygı duyuyoruz. EFSA hattında görülecek bir zayıflama önce Türkiye’yi, giderek başkaca gelişmekte olan ülkeleri olumsuz etkileyecektir.

Dolayısıyla bu konu üzerinden kalkarak temel ilkelerin gözden geçirilmesi ve ve güncellenmesi için görev BM‘ye düşmektedir. BM’nin Gıda ve Tarım alanında uzman teknik kuruluşu olan Roma merkezli Gıda Tarım Örgütü FAO (Food and Agricultural Organisation) ve Kenya / Nairobi merkezli BM Çevre Programı UNEP (United Nations Environmental Programme) harekete geçmeli ve teknik uzmanlık önerileriyle aktif rol alarak BM sistemini harekete geçirmelidirler.

Halk sağlığı – beslenme hakkı – çevrenin korunması hakkı ve yükümlülüğü açısından Monsanto’nun BAYER tarafından satın alınması ciddi bir tehdit oluşturuyor.. BM göreve!

Acaba Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımız ne yapacak bu önemli gelişme karşısında??

Sevgi ve saygı ile.
26 Eylül 2016, Ankara
 
Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
(Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığı GDO Bilim Kurulu Eski Üyesi)
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Göller kuruyor; bakıyoruz!

Göller kuruyor; bakıyoruz!

Tayfun ÖzkayaProf. Tayfun ÖZKAYA
Ege Üniv. Ziraat Fak.
tayfun.ozkaya@yurtgazetesi.com.tr
YURT, 19.08.2016

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Medyada izliyoruz. Konya’daki Meke Gölü yok olmak üzere. Bunun gibi birçok göl aynı durumda. Bunun nedenleri arasında artık elle tutulur hale gelen küresel iklim değişikliği önde geliyor. Selçuk Üniversitesinden jeoloji mühendisi Doç. Dr. F. Atık şöyle söylemiş:

  • “Konya kapalı havzasında bu yıl yağış miktarında ciddi düşüş oldu. (…) Uzun yıllar ortalaması 60 kg olan Nisan yağışı, bu yıl 6,1 kg oldu. Bu, hemen hiç yağış olmadığını anlamına gelir.”

Türkiye küresel iklim değişiklinin azaltılması yönünde ciddi adımlar atmadığı gibi, termik santrallere hız vererek bunu kışkırtıyor da! Beri yandan bu sorunların başka bir nedeni de aşırı su kullanımı. Şeker pancarı, mısır çok su istiyor. Mısır üretimi birçok şekilde teşvik ediliyor. Örneğin mısırdan şeker üretilebiliyor. Mısırdan yapılan şekerin pankreas kanserine yol açığı konusunda araştırmalar var. Türkiye’de üretilebilecek bu şekere (nişasta bazlı şeker-kısaca NBŞ) devlet tarafından getirilmiş olan kota durmadan yükseltiliyor. Mısır çok su talep ediyor. Öte yandan mısır dane olarak veya silaj olarak hayvan beslenmesinde kullanılıyor. Hayvanlar meralardan beslendiğinde ürünleri olan süt veya et son derece sağlıklı olduğu halde bu hayvanları bir yere tıkarak mısır gibi ürünlerle beslediğinizde bu ürünler sağlığa zararlı olmaya başlıyor.

Meraları da gözden çıkarıyoruz. Bunların ot kalite ve miktarının artırılması yolunda önemli bir çaba gösterilmediği gibi, hayvanları sıkıştırarak ve mısır gibi ürünlerle beslenmelerine dayanan ve büyük sayıda hayvanın bir arada bulunduğu endüstriyel hayvancılık sistemleri teşvik ediliyor. Kısacası insan sağlığı pek ciddiye alınmıyor. Çünkü çok sayıda hayvanı bir arada bakmaya dayanan sistem para babalarının çıkarına uygun oluyor. Kâr daha hızlı artırılabiliyor. NBŞ daha ucuz. Yaşam ile kâr (daha doğrusu kapitalizm) arasındaki tercihte ikincisi çoğu zaman kazanıyor. Bunların sonucunda buğday gibi çok sulamaya dayanmayan ürünlerin yerine, daha çok mısır ekilmeye başlıyor. Bu ise yer altı su düzeylerini düşürüyor.

Doç. Dr. Arık şöyle konuşmuş:

  • “Geçen nisan ayına göre yeraltı su düzeyinde ortalama 2 m düşüş söz konusu. Son 30-40 yıllık uzun yıllar ortalaması 1 m iken, 2015’ten 2016’ya geçtiğimiz dönemde 2 m’ye çıktı. Meke Gölünde su her sene daha derinlere gidiyor.”

Artık görülmesi gereken gerçek küresel iklim değişikliği ile karşı karşıya olduğumuzdur. Fosil yakıt kullanan termik elektrik santrallerinden vazgeçmeliyiz. Kuraklığa en iyi uyum gösteren yerel tohumlar desteklenmelidir. Agro-ekolojik bir tarım sistemi geliştirilmelidir.

Konya ovasını ele alalım. Burada çok su tüketen mısır gibi ürünlerden büyük ölçüde vazgeçilmelidir. Ancak yapılmaya çalışılan, başka havzalardan Konya havzasına su taşınması oluyor. Bu taşıma işlemi kuşkusuz elektrik enerjisi gerektirdiği için termik santraller için yeni bir gerekçe doğuyor. Bu da küresel iklim değişikliğine katkıda bulunuyor. Kısır döngünün tekrar başına gelmiş oluyoruz.  Sulamada az su kullanan damlama sulama gibi sitemler teşvik edilmeli.

Başka bir önlem de su veya yağmur hasadıdır. Su hasadı yöntemi, yağmur sularının ve yüzey akışa geçen suların toplanıp biriktirilmesi, bitkisel ve hayvansal üretim için gerekli olan suyun temini ile evsel tüketim için gerekli suyun sağlanması olarak tanımlanmaktadır. Herkesin bildiği zeytin ağaçlarının önüne taş duvarlar ile setler yapımı da bir yağmur hasadıdır. Bu yöntemin pek çok uygulama biçimleri var.
===================================

Dostlar,

Sn. Prof. Tayfun Özkaya, Ege Üniv. Ziraat Fak. nin duyarlı öğretim üyelerinden. YURT gazetesinde düzenli haftalık makaleler yazıyor. Uzmanlık alanı Tarım Ekonomisi bakımından özenle yararlanılması gereken makaleler bunlar. Keşke daha sık alıntı yapabilsek sitemizde Sn. Özkaya’dan.

Ne yazık ki Türkiye gündemi alev alev.. Gaziantep’te açık düğün alanında dün (20.8.16) yapılan saldırı, şu ana dek 22 insanın yaşamına mal oldu. IŞİD sorumlu tutuluyor şimdilik. Öte yandan ülkemizin bir yığın ciddi sorunu var. Asıl sorunlarla uğraşmaya zaman, enerji, kaynak… bulamıyoruz.. Bunun da istenen – kurgulnan bir ara sonuç olduğunu düşünüyoruz. Biz gene de gözden kaçmaması gereken önemli yurt sorunlarını, terörden fırsat bulursak sitemizde yayımlıyoruz. “Küresel ısınma” diye taratılırsa, sitemizde en az 5-10 belgesel yazı çağrılabiliyor.

Biz de ısrarla vurgulayalım ki, KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ (Global Climate Change) çok ciddi küresel bir sorundur ve uluslararası ölçekte çözümler aranmaktadır. Küresel toplumun gündeminde baş sıralarda yer tutmaktadır. Bu sorun küresel ısınmayı doğurmaktadır. Dünyanın atmosferik sıcaklığı sürekli artmaktadır (sera etkisi). Gidiş ciddidir ve dünyayı ağır yıkımlar (felaketler) beklemektedir. Kuraklık, tarımsal toprakların azalması, tarm ürünleri üretiminin düşmesi, kıtlık ve açlık, hastalıklar..

Sorun asla yabana atılamayacak ölçüde ciddi, ağır ve ivedidir. Geçtiğimiz Temmuz ayı, tüm zamanların en yüksek sıcaklık ortalaması ile tarihe geçti. BM Çevre Programı UNEP alarm veriyor.. Bu bakımdan Türkiye’nin de ivedi önlemler alması gerekiyor.. En başta %1,35’leri bulan çok hızlı ve gereksiz, çok sakıncalı, anlamsız….. nüfus artış hızının düşürülmesi geliyor. Sonra her alanda tasarruflu yaşam.. En az enerji, su… tüketerek.. Bu vb. önlemlerin bir küresel seferberlik psikolojisi ile uygulamaya konması gerek..

Sevgi ve saygı ile.
21 Ağustos 2016, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com