Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Cumhuriyet TV programımız : GDO’lu ürünler ve İnsan Sağlığı

Dostlar,

Cumhuriyet TV‘den Sn. Beste Çelik bizimle “GDO’lu Ürünler” konusunda bir söyleşi yaptı. Bize yöneltilen soruları yanıtladık.

Doğal gıda ürünlerine erişimin çok güçleştiğini vurgulayan Çelik, bu açığın GDO’lu ürünlerle kapatılıp kapatılamayacağına ilişkin de soru yöneltti.

GDO kısaltması, “Genetiği Değiştirilmiş Organizma” kavramı karşılığı..

Çokuluslu kimi tekeller (Monsanto vd.) özellikle açlık – yetersiz beslenme – artan dünya nüfusuna gıda üretiminin yetmeyişi… gibi gerekçelerle GDO’lu gıdaları meşrulaştırmaya çabalayarak bir algı yönetimi güdüyorlar. Hayvan yemlerinde çok yaygınlaştı GDO’lu ürünler.

Bilimsel açıdan GDO’lu gıdaların insan sağlığı üzerinde uzun erimli etkilerini bilmiyoruz. Bu potansiyel sakıncalar çok önemli, tehlikeli olabilir. Dolayısıyla bu gibi durumlarda izlenecek yol, bilim etiği açısından “bilimsel özenlilik-ihtiyatlılık ilkesi“dir (scientific precautionary principle).

İnsanlık GDO’lu ürünlere mahkum değil..
Dolayısıyla insan sağlığını kumar masasına yatırmak kabul edilemez.

17 dakika süren programı izlemek için lütfen tıklayınız..

https://youtu.be/ScTmQp2Ul5I

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

104. yılında Sivas Kongresi

Alev CoşkunAlev Coşkun

04 Eylül 2023, Cumhuriyet

 

Bu gün Sivas Kongresi’nin 104. yıldönümüdür. Cumhuriyet gazetesi böyle önemli günlerde daima, Kuvayı Milliye tavrını ortaya koyar.

Sivas Kongresi, Milli Mücadele tarihimizde çok önemli bir yere sahiptir. Mustafa Kemal’in, Anadolu’ya çıkışının üzerinden henüz 19 gün geçmişti. Havza’da iken İstanbul’a geri çağrıldı.

Mustafa Kemal bu aşamada yaşamsal derecede önemli bir karar aldı. Kararın esası şudur:

“Kuvayı Milliye ile ilgili faaliyetler kişisel olmaktan çıkarılmalıdır.”

Amasya Bildirisi bu kararın ürünüdür. Bu bildiride “vatanın bütünlüğü ve bağımsızlığının tehlikede” olduğunu belirtiyor, her ilden seçilecek üç kişinin Sivas’ta toplanarak kongreye katılması isteniyordu.

İSTANBUL HÜKÜMETİNİN KONGREYİ ENGELLEME GİRİŞİMLERİ

Önce o günün koşullarındaki çok önemli bir konu üzerinde duralım. Erzurum Kongresi’nin başarıyla sonuçlanması, Kuvayı Milliye örgütlenmesinin Anadolu’da etkin bir biçimde sürdürülmesi, Mustafa Kemal’in liderliğini Kuvayı Milliyeciler arasında perçinlemişti.

İstanbul hükümeti, Sivas’taki kongreyi kesin olarak engellemek istiyordu. En etkin yol Mustafa Kemal’in tutuklanmasıydı. İstanbul hükümeti, bu yoldaki talimatlarını telgrafla valilere bildiriyor, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının girişimlerinin memleket yararına olmadığını ve bu nedenle tutuklanmaları gerektiğini belirtiyordu.

Kongre öncesi Sivas’ta bulunan Fransız jandarma müfettişi Binbaşı Brunot, Sivas Valisi Reşit Paşa’yı ziyaret etti ve kongrenin toplanmasının doğru olmadığını, kongreyi engellemek için kente bir Fransız birliği getirileceğini bildirdi.

Baskı altında kalan Sivas Valisi Reşit Paşa, bu bilgileri Erzurum’da bulunan Mustafa Kemal’e telgrafla bildiriyor ve “kongrenin başka bir kentte” yapılmasını öneriyordu. Mustafa Kemal, valiye verdiği yanıtta kongrenin muhakkak toplanacağını belirtiyor ve “Fransız Binbaşı Brunot’ nun tehdit anlamında söylediklerini tümüyle blöf sayarım.” diyordu.

ALİ GALİP PROJESİ

İstanbul hükümeti, Sivas Kongresi’nin engellenmesi için her türlü önlemi alıyordu. Emekli Yarbay Ali Galip, Elazığ Valiliği’ne getirildi, kendisine paşalık unvanı verildi. Kongrenin bir askeri birlikle basılıp dağıtılması için Elazığ Valisi Ali Galip başkanlığında, Malatya’da yapılan hazırlıklar sürüyordu. Bu alçakça düzenlenmiş proje, İstanbul hükümeti ve İngiliz Gizli Servisi tarafından hazırlanmıştı. Sivas Kongresi yaklaşırken İstanbul hükümeti İngiliz Gizli Servisi ile birlikte önlemler alıyordu.

  • Padişah Vahdettin İngilizlerden medet umuyor, veliaht Abdülmecit de
    Anadolu hareketini “delilik ve hainlik” olarak suçluyordu. 

‘KUMANDAYI KESİN OLARAK TERK ETMEYİNİZ’

Sivas Kongresi’nin toplanmasından bir hafta önce, Ankara’daki Kolordu Komutanı Ali Fuat Cebesoy görevinden azledildi.

Mustafa Kemal, Ali Fuat Paşa’ya gönderdiği telgrafta, “…Kumandayı kesin olarak terk etmeyiniz.” diyordu.

KONGREYE KATILIM

Erzurum Kongresi bir doğu illeri kongresiydi, Sivas Kongresi’nin tüm Türkiye’yi kapsayan bir nitelik taşıması isteniyordu. Kongre delegeleri de Sivas’a gelmeye başlamışlardı.

Kongreye katılan iller ve delege sayıları şöyledir:

Afyon 3, Alaşehir 1, Bursa 2, Samsun 2, Çorum 2, Denizli 4, Erzurum 1, Erzincan 1, Eskişehir 3, Gaziantep 1, Hakkâri, İstanbul 5, Kastamonu 1, Nevşehir 1, Niğde 1, Tokat 1, Yozgat 1, İstanbul Tıp Fakültesi 1 olmak üzere 31 delege.

Buna göre, kongreye 15 vilayet ve 3 mutasarrıflık katılmıştı.

Kongreye katılan delege sayısı beklenenden az olmuştu. Tam sayı 40 kişiyi geçmiyordu. Trakya ve Güneydoğu Anadolu illeri, kongreye delege gönderemedi. Valiler İstanbul hükümetinden çekindikleri için kimi illerde delege seçimini, kimi illerde ise seçilen kişilerin Sivas’a gitmesini engellediler.

BAŞKANLIĞI ENGELLEME GİRİŞİMİ VE MANDACILAR

Kongrenin açılış günü, Mustafa Kemal’i kongre başkanı yapmamak için girişimler başlattılar. Bu girişimleri, Türkiye’nin Amerikan mandasına verilmesini savunan mandacılar yapıyordu.

Sivas Kongresi’nde Atatürk’ün karşılaştığı en zor konu mandacıların etkinliğidir.

Manda yönetimi isteyenler kürsüye egemen olmuşlardı. “Manda yönetimi bağımsızlığı bozmaz, çünkü manda ile bağımsızlık birbirine mani değildir” diyorlardı. Mandacılığı, özellikle Kara Vasıf ve Albay Refet Bele ve onları alttan destekleyen Rauf Orbay savunuyordu.

Sivas Kongresi’nin bilinmeyen en önemli yönü, Mustafa Kemal kongreyi yönetirken aynı zamanda kongrenin basılması tehlikesiydi. Yukarıda da belirtildiği gibi İstanbul hükümeti, İngiliz Gizli Servisi, ayrılıkçı Bedirhan aşireti bu tehlikeli projeyi yürütmeye çalışıyorlardı. Atatürk, aldığı önlemlerle, Malatya’da toplanan bu grubu dağıtmayı başardı.

SİVAS KONGRESİ’NİN BAŞARILARI

4 Eylül 1919’da başlayan, 11 Eylül’de sona eren Sivas Kongresi’nin başarıları ve Milli Mücadele’ye katkıları şöyle sıralanabilir:

1- Her türlü engele karşı kongre toplandı ve önemli kararlar alındı.
2- Kongrede etkin bir biçimde çalışan mandacı görüş başarılı olamadı. Kongre manda görüşünü kabul etmedi. Alınan kesin karar şudur: Manda ve himaye kabul edilemez.”
3- Kongreyi basıp dağıtmak, Mustafa Kemal’i tutuklamak ya da öldürmek için tasarlanan İngiliz planı başarıya ulaşamadı.
4- Sivas Kongresi ile dağınık Kuvayı Milliye örgütlenmeleriAnadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı ile bir çatı altında birleşti.
5- Kongrede seçilen “Temsilciler Kurulu” Kuvayı Milliye’nin kurumsal sözcüsü durumuna geldi.

ÖNÜ AÇILDI

Artık Kuvayı Milliye hem İstanbul hükümeti hem de yabancılar tarafından bir gerçek olarak kabul ediliyordu. Nitekim 17 Eylül 1919’da İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri John D. Robeck, Londra’ya gönderdiği raporunda “Mustafa Kemal hareketi, Anadolu’da bağımsız bir cumhuriyete doğru gelişiyor.” diyordu.

İstanbul’da sadrazam Damat Ferit istifa ediyor ve artık Milli Mücadele’nin yeni aşaması başlıyordu.

Mustafa Kemal’in önü açılmıştı. Yeni atanan Salih Paşa hükümeti, Sivas’taki “Temsilciler Kurulu”nu tanıdığını ilan ediyordu. Kuşkusuz bu son derece önemli kazanımdı. Artık Milli Mücadele’nin yeni aşaması başlıyordu.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Beyaz kod ya da vasatın zalimliği-2

ImageBeyaz kod ya da vasatın zalimliği-2

Merdan Yanardağ
TELE1 İzleyici Hattı
29 Ağustos 2023

Türkiye son yıllarda hızla statü kaybettiği bir siyasal tarih sürecinden geçiyor. Ülke nitelik kaybına uğruyor toplumun geliri bile sadece son 20 yılda reel olarak yarı yarıya düşüyor. Akılcılık ve bilim ile kamu düzeninin ilişkisi kopuyor. Halk, kör inanca dayalı bir düzene doğru kontrolsüz bir sürükleniş yaşıyor. İnanç merkezli bilgi anlayışı yaşamı kuşatıyor. Dinsel referanslar asıl düzenleyici toplumsal ve ahlaki norm haline geliyor.

Bu tablo Ortaçağa savrulmanın, aydınlanmadan ve moderniteden kopmanın işaretidir. Ülke cumhuriyet ve çağdaşlaşma birikimi ile ilgisini keserek, hızla kıytırık bir Ortaçağ emirliğine, en iyi olasılıkla bir “hurma cumhuriyetine” dönüşüyor.

  • Kutsal mazlumluk kompleksinin intikamcı bir kutsal zalimlik haline; diğer bir ifade ile dinsel referanslara dayalı bir zulüm düzenine dönüşmesi, İslam’ın istismarı ile siyasallaştırılması sonucu gerçekleşiyor.

Dayanaklarını yine bu toplumun içindeki kötülükte buluyor. Çünkü toplumsal iyiliği örgütleyebilecek güçlerin bir türlü toparlanamadığı günlerden geçiliyor.

Leonidas Donskis “Akışkan Modernlikte Duyarlılığın Yitimi” alt başlığıyla, küçük insanların sosyoloğu Z. Bauman ile bir diyalog yöntemi izleyerek birlikte yazdıkları, ”Ahlaki Körlük” kitabında çarpıcı bir saptama yapıyor.
***
Kötülük, bize sanki başka yerde yaşıyormuş gibi geliyor. İçimizde değil de dünyanın belli yerlerinde, bize düşman olan yahut içinde insanlığı tehlikeye atan şeylerin yaşandığı bölgelerde saklandığını düşünüyoruz. Bu naif kuruntu ve kendini aldatma biçimimiz, iki-üç yüzyıl önce olduğu gibi bugün de varlığını koruyor.” (Zygmut Bauman – Leonidas Donskis, Ayrıntı Yay. 2020, s.14)

YENİ BİR AYDINLANMA

Biz siyasal İslamcı bir iktidar altında yaşadığımızı, islamo-faşist bir rejimin inşa edildiğine tanık olduğumuzu unuttuğumuz gibi; İŞİD ve Taliban’ı çok uzaklardaki tehditler olarak görmüyor muyuz? Oysa Silivri cezaevinde bile daha şimdiden en kalabalık tutuklu ve hükümlü gruplarından biri bu kesimlerden oluşuyor. S. Zizek, “Taliban’ın 21. yüzyılda büyük bir ülkede iktidar olduğu dünyada aydınlanma ve modernitenin zamanını doldurmuş ve dönemi geçmiş projeler olduğu ileri sürülemez.” diyor. Marksist felsefecinin bu yaklaşımı, başka her yerden çok uzayan bir Ortaçağın içinden geçen İslam dünyası için geçerlidir. Dünyanın yeni bir aydınlanma atılımına ihtiyacı olduğu açıktır. Bu, soldan gelen bir aydınlanma, yeni bir akılcı silkiniş olacaktır.

Geri kalmışlığın nedenini, kutsal bir kısır döngü içine düşerek, dinden uzaklaşmaya bağlayan; çözüm olarak daha fazla İslam’a sarılmayı öneren ve böylece geriye savrulma sürecini derinleştiren bir ideolojik tarihsel açmaz; doktor döverek aşılabilir mi? İslamcı – muhafazakar oligarşi, inanç merkezli bir bilgi anlayışını-ki Ortaçağa özgüdür-ülkeye yerleştirerek, devlet kurumlarını ve kamusal yaşamı dinselleştirerek kalkınabileceğini, tarihsel haksızlık ve yanlışı düzelterek adaleti sağlayabileceğini sanıyor. Büyük ve vahim hata da tam bu yaklaşımın içinde bulunuyor.

YIKICI BİR DÖNÜŞÜM

İslamcı faşizm, toplumun çöküşe, acılı bir intihara sürüklediğinin farkında değil
ya da buna aldırmıyor. Vasatın egemenliğine giren iyi ve nitelikli olanın
modernleşme dönemini de içeren Cumhuriyet’in kurumsal birikimi imha ediliyor.
Süreç giderek yıkıcı bir toplumsal felakete dönüşme eğilimine giriyor.

Öyle ki “eziklik” kompleksinden beslenen ilkel ve yıkıcı bir hune kültürü, ülkenin ütün pırıltısını söndürüyor. Laiklik ve özgürlük alanlarını yok etmeye yöneliyor. Rüküş bir toplumsal ve kültürel ortam oluşuyor. 1908 Hürriyet ve 1923 Cumhuriyet devrimleriyle Doğu-İslam dünyasının makus talihini yenerek aydınlanma çağını yakalayan en gelişmiş Müslüman ülke olan Türkiye giderek Pakistanlaşıyor.
***
Cumhuriyet kültürü ve demokratik kazanımlar yerini, büyük ölçüde kabile asabiyesine bırakıyor. Bu durum, solun ve demokratik kitle örgütlerinin ayaklarını bastıkları zeminleri de yok ediyor. Sokak röportajı veren hanımın

  • “Tabi iktidardan memnunuz doktor dövebiliyoruz daha ne olsun..”

şeklindeki ifadesi; hem yeni düzenin niteliğini hem kitle temelinin özelliklerini hem de ülkenin içinde devindiği tehlikeyi ortaya koyuyor.
***
Bu toplumsal, siyasal ve ideolojik hareket ile salt ekonomik talepler ve tezler üzerinden (hayat pahalılığı, yoksulluk, gelir adaletsizliği.. gibi) mücadele edilemez. Defalarca (kezlerce) vurguladığım gibi, esas olarak, saldırıyı ideolojik – kültürel alanda karşılamak ve yenilgiye uğratmak zorunludur. Açık ve cepheden yürütülecek bir ideolojik mücadele şarttır.

Geçmişte, ezildiğini, dışlandığını, iktidardan ve toplumsal servetten pay alamadığını düşünen; dahası bu durumu dindar olmasına bağlayan kitlenin “eziklik kompleksi” devrimci bir seçeneğin güçlü olmadığı koşullarda kolaylıkla “kutsal zalimliğe” evrilir. Bu toplum kesimleri dinci bir ajitasyonla ve kolaylıkla çağdaş, akılcı ve bilime dayalı kurumlara karşı intikamcı ve saldırganlığa sevk ediliyor.

Bu saldırıların hedefi bazen sağlık çalışanları, kimi kez içkili mekânlar, sıklıkla giyim ve kıyafetleri “açık” bulunan kadınlar (Ankara’daki iki polis ve bir bekçinin yoldan geçen üç kadına saldırışını hatırlayın) ve çoğu kez de yasaklanacak festival ve konserler olabilir.

YENİDEN ÜRETİM SÜRECİ

Bu ilkel ve yönlendirilmiş tepki; İslamcı otoriteye rıza üreten ve güçlendiren bir işlev de görür. Bu bir gönüllü kulluk durumudur. Richard Semett, bu büyük boyun eğiş ve otoritenin yeniden üretim sürecini şöyle anlatır:

“Otorite (…) itaat görmek için kaba kuvvet kullanan bit tirandan farklıdır. Otorite sahibi kişi, gönüllü itaate yol açar, uyrukları ona inanır. Haşin, zalim, adaletsiz olduğunu düşünebilirler, ama (…) aşağıdaki insanlar kendilerinde eksik bulunan, otorite figürünün tamamlayacağına inanırlar.” (R.Semett, Yeni Kapitalizm Kültürü, Ayrıntı Yay. 2015, s.47)

Halil Çivi şiiri : YERİM KALMADI

ŞİİR KÖŞESİ..

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk şairi

 

 

YERİM KALMADI

Dertleri içime attım,
Atacak yerim kalmadı.
Kadere ilendim, çattım,
Satacak yerim kalmadı.
Xxx
Enflasyonu azdırdılar,
Pazar pazar gezdirdiler,
Halkı candan bezdirdiler,
Susacak yerim kalmadı.
Xxx
Havuç merhamet etmiyor,
Soğana gücüm yetmiyor,
Parasızlık uyutmuyor,
Bulacak yerim kalmadı.
Xxx
Geçim derdiyle yoruldum,
Etten, peynirden ayrıldım,
Ekmeğe bile darıldım,
Küsecek yerim kalmadı
Xxx
Evdeki her şeyi sattım,
Yorgansız, döşeksiz yattım,
Borcun batağına battım,
Kaçacak yerim kalmadı.
Xxx
İşsiz kalmak meslek oldu,
Yoksulluğum köstek oldu,
Kaçıp gitmek istek oldu
Duracak yerim kalmadı.
Xxx
Ben emekli bir yurttaşım,
Yağsızlıktan yenmez aşım,
Çatlayacak sabır taşım,
Çatacak yerim kalmadı.
Xxx
Dinbazlıkla uyuttular,
Hakkı batıla kattılar,
İnancımdan soğuttular,
Tapacak yerim kalmadı.
Xxx
Zengin yoksulu sömürdü,
Güçlü zayıfı kemirdi,
Haram yiyenler semirdi,
Soracak yerim kalmadı.
Xxx
Halk yalanla uyutuldu,
Köşebaşları tutuldu,
Milletin malı yutuldu,
Tartacak yerim kalmadı.
Xxx
Dini, ahlakı sattılar,
Hukuku çöpe attılar,
Adaleti unuttular
Duracak yerim kalmadı.
Xxx
Bu yanlış gidişe şaştım,
Canımın derdine düştüm,
Hastaneleri dolaştım,
Gidecek yerim kalmadı.
Xxx
Günah dedim, çalamadım,
Kefen bezi bulamadım,
Mezar yeri alamadım,
Yatacak yerim kalmadı.
Xxx
Halil Çivi der aldandım,
Ülke düzelecek sandım,
Siyaset diline kandım,
Yutacak yerim kalmadı.
Xxx
02 Eylül 2023,
Seferihisar, İZMİR

Neden demokratik toplum?

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 31.08.2023, BİRGÜN

“Tek umut demokratik toplum, eğer hangi Cumhuriyet sorusuna yanıt arayabilirse:

  • Türkiye Cumhuriyeti mi, yoksa Talimat Yoluyla ‘Taliban Cumhuriyeti’ mi?” 

Bu soru ile noktaladım geçen yazımı. Şu halde;

-“demokratik toplum” (DT) ne demek?

-DT’nin başlıca aktörleri kim?

-DT’nin işlevleri ne?

“Çoğulculuk, hoşgörü ve açık­lık düşüncesi”, de­mokratik bir toplu­mun kurucu öğeleridir.

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS)’nin demokratik bir toplumda “hukukun üstünlüğü”nü sağ­lama erekselliği, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne (İHAM) göre, “Sözleşme’yi bütün olarak esinler”. Hu­kukun üs­tünlüğü ilkesi, öncelikle “hukuk hakkı”nın gü­vence altına alın­ma­sını ge­rektirir. Hukuksal güvenlik, hukuk kuralının ulaşı­labilir, açık ve öngörü­lebilir olmasıdır. Sonra, özgürlük ve gü­venlik hakkı, hukukun üstünlüğü ile ba­şattır. Ni­hayet hukukun üstünlüğü, yargıca ulaşabilme ve “âdil yargılanma hakkı”nı kapsamına alır.

Hakların gerçek ve somut güvencesi ise, demokratik top­lu­mun belirgin niteliği olarak dokunul­maz haklara tam saygıdır. Yasayla ön­görü­len ve kamu düzeninin korunması için demokratik bir top­lum bakımın­dan zorunlu olan sı­nırlamalar, hiçbir zaman bir hakkın “özü”ne dokunamaz.

Bunlar, Türkiye için birçok artı ölçütle birlikte geçerli; laik Cumhuriyet bunlar arasında.

Sorun, yurtsever Cumhuriyetçilerin, bu değerleri ve ölçütleri sahiplenmesi. Nasıl? Düşünce özgürlüğünü bireysel olarak, medya aracılığıyla, gösteriler ve toplantılar yoluyla toplu olarak kullanarak.

ÇİFTE STANDART

DT aktörleri dernekler, sendikalar, vakıflar, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları (KKNMK), anayasal, hukuki ve saydam örgütler olarak amaçları doğrultusunda çok yönlü etkinlikte bulunmakta: Depremzedelerin yardımına koşmaktan Akbelen’i korumaya dek toplum ve kamu yararı ereğinde etkinliklerini sürdürüyor.

NGO (non-governmental organization), Hükümet dışı örgüt veya sivil toplum örgütü (STÖ), giriş, üyelik ve ayrılmanın bireyin özgür iradesi ile belirlendiği örgütler.

Fakat bazıları, GONGO (Governmental organization), Hükümet örgütü konumunda; TÜGVA ve ENSAR, SADAT gibi…

NGO ve GONGO, kağıt üstünde hukuk önünde eşit olsa da uygulamada, iktidarın hışmı (NGO) ve kollaması (GONGO) nedeniyle, NGO’lar demokratik toplum gereklerini (DTG) yerine getirmekte zorlanıyor; GONGO’lar ise STÖ öznesi bile olamıyor.

Daha vahim olanı, hukuki bir çatı altında örgütlenmeyip fiili topluluklar olarak cemaatler ve tarikatların, siyasal iktidarın “arka bahçesi” görünümü.

İktidara göre konumlanma ve ayrımcı muamele nedeniyle, mikro-demokrasi aktörleri olarak demokratik toplumla özdeş NGO’lara büyük görevler düşüyor.

Bedeli, özgürlüğü kullandırtmamak değil yalnızca; şiddet, biber gazı, gözaltı, tutuklanma, işkence, hatta ölümle sonuçlanan resmi uygulamalar sürekli; “demokratik toplum mağduru” binlerce tutuklu ve hükümlü var.

HEDEF NE?

Hedefi, işlevleri belirliyor:

Demokratik toplumda siyasal partiler katılımın tek aracı olmadığı gibi, katılma hakkı da siyasal katılım yolları ile sınırlı değil.

Ama demokratik siyaset için demokratik toplum özerkliği ve etkililiği vazgeçilmez..

Siyasal karar ve uygulamaları izlemek, rüşvet ve yolsuzluklara karşı mücadele etmek, vergi yükümlüsünün haklarını öne çıkarmak ve talep etmek, bu konularda kamuoyu yaratmak, demokratik toplum aktörlerinin işlevleridir. Demokratik toplum, hukuk toplumu olarak saydam toplum olup, rüşvet ve çürümüşlüğün, siyaset-mafya ilişkilerinin panzehiridir.

Demokratik toplumu güçlendirmek, Türkiye’nin demokratik geleceği için yaşamsaldır.

DT ve STÖ gelişebildiği ölçüde, umutvar olunabilir, iki açıdan:

-Siyasal partileri ve demokratik siyaseti etkilemek,

Anayasal demokrasiye dönüşün demokratik tabanını kurmak. Onlarca neden arasında: Yasama önünde sorumlu Hükümetin bulunduğu parlamenter rejim, çevre korumasına daha elverişli.

Şu halde mücadele alanı belli: Anayasa bütünü ve kamu yararı

Unutmayalım: demokratik toplumun geleceği, şu üç koşula bağlı:

-Nitelikli ülke,

-Özerk toplum,

-Seçimler yoluyla eldeğiştiren siyasal iktidar.

Şiir köşesi : İŞTE TAM O ZAMAN YENİ BİR YAŞAM DOĞACAKTIR

ŞİİR KÖŞESİ…

Gönül Pınar Atacı
30 Ağustos .2023

İŞTE TAM O ZAMAN YENİ BİR YAŞAM DOĞACAKTIR

Bu gerici, yobaz ve süper gizli bölücü kliğin
Ve uzak ve yakın emperyal destekçilerinin
Ezeli ve ebedi emelleri, stratejileri ve planları
Doğrudan ve dolaylı taktikleri ve programları

Türk Halkı’nı, Türkçe’yi,
Atatürk’ü ve Türkiye’ yi
Ülke, bölge ve dünya tarihinden silmektir.
Yerlerine Sevr hortlaklarını yerleştirmektir.

Bu en derin hıyanete
Ve devasa melanete
Karşı durup mücadele ederek def’ol ve yokol demek için
En geniş bir Hak, Vatan ve Halk Cephesi kurup birleşelim.

İşte o zaman bu yurda ve ulusa beka, barış, bağımsızlık,
Özgürlük. mut, kut, umut, gönenç, aydınlık ve uygarlık
Gelecek ve egemen olacaktır
Ve yeni bir yaşam doğacaktır.

Yani yüce 30 Ağustos Zaferi’ne yeni zaferler,
Yani 30 Ağustos’lar kazanılarak eklenecekler.
İşte tam o zaman bu yurt ve halk,
Sonsuzluğa doğru at koşturacak

30 Ağustos’un Düşündürdükleri

Dr. Onur Öymen
Dışişleri Bakanlığı Eski Müsteşarı

Başkomutan Atatürk‘ün önderliğinde Türkiye’nin emperyalizme karşı kazandığı Zafer Bayramını büyük bir mutluluk ve gururla kutluyoruz. Bu zafer Anadolu’yu istila ederek Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşmak isteyen büyük devletlerin tam bir hezimete uğradığını bütün dünyaya ilan etmiştir.

Türk ordularının zaferi Çanakkale’de Türkiye’nin Avrupa topraklarına geçmesini engellemek için yeni bir savaş açma çabası içine giren İngiltere Başbakanı Lloyd George‘un çaresizlik içinde istifa etmesine yol açmış ve Türkiye’nin tek bir mermi atmadan, etkili bir diplomasi yoluyla Trakya topraklarını geri almasını sağlamıştır.

Türkiye’nin büyük zaferi üzerine Churchill şöyle diyordu:

  • “Türklerin yeniden Avrupa’ya girmeleri İtilaf devletleri için en kötü aşağılanmadır.
  • İtilaf devletlerinin zaferi hiçbir yerde Türkiye’deki kadar tam olmamıştı.
  • Şimdi galibin gücü hiçbir yerde Türkiye’deki kadar gösterişli bir şekilde aşağılanmamıştır.
  • Ve sonunda başarılı bir savaşın bütün meyveleri, uğrunda binlerce askerin hayatını verdiği Gelibolu, Filistin, Mezopotamya başarıları, bunları hepsi bir utanç içinde sona ermiştir.”

30 Ağustos zaferini izleyen Mudanya Mütarekesi, Lozan Barış Antlaşması,

  • Türk milletini çağdaş, demokratik ve laik bir Cumhuriyete götüren yolun temel taşları olmuştur.

Bu yüce eserleri milletimize kazandıran Atatürk‘ü ve arkadaşlarını bir kez daha şükranla ve minnetle anıyor, O’nun izinden giderek ülkemizi dünyanın en çağdaş, demokratik, laik ülkelerinden biri durumuna getirmek için bütün gücümüzle çalışma azmimizi bir kez daha yineliyoruz.

Saygılar, sevgiler.

ADD basın açıklaması : Büyük Zafer’in 101. Yılı Kutlu Olsun!

BASINA VE KAMUOYUNA

“AH MUSTAFA KEMAL, MUSTAFA KEMAL…”

Aradan 30 yıl geçti. O sabahki heyecanımın, şimdi bile gönlümü ürperttiğini duyuyorum… Bütün günümüz âdeta merak sancısı içinde geçti. Yalnız yemekten değil, düşünmekten kesilmiştik. Bir tek umut, bir avuç askerde  ve Mustafa Kemal denen isimdedir…

Türk ordusunun bir taarruz savaşına giremeyeceği fikri, bizim kuşağımız için değişmez gerçeklerden biri idi. Ordumuzun kahramanlığına bel bağlardık, fakat onun ancak dayanma mucizeleri verebileceğini sanırdık… Bir fena şey vardı. Kimseye bir şey sormaksızın onu zihnimizde hafifletmeye uğraşıyorduk. Fakat içimizdeki sorunun, kimseden aramaya cesaret edemediğimiz cevabı kendiliğinden yayılıverdi: Başkomutan Mustafa Kemal Paşa bütün karargâhı ile beraber esir olmuş.

Kader insanları öldürmez derlerse, bu söze inanınız. Kalp denen şeyin ne dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu ben o akşamüstü Büyükada vapurunun güvertesinde öğrendim. Ölümü bir uyku gibi arayarak sabahı ettik. İlk vapurun en görünmez köşesine sığınarak, iki büklüm köprüye indik.

Bütün Türkler’i yas içinde bulacağımı sanıyordum. Meğer ne kadar soysuzluğa uğramışız. Acaba sokaktakilerin hepsi, şu veya bu muhipler cemiyeti üyeleri mi idi? Bizimkiler utançlarından evlerinde mi kalmışlardı? Bu gülüşler, bu çırpınışlar, bu el sıkışlar ne idi?

Meğer bütün karargâhı ile Başkomutan Mustafa Kemal değil, Yunan Başkomutanı Trikopis esir olmuş.

Size kalbin ne kadar dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu yukarıda söylemeseydim, burada söylerdim. Ben, ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım.

  • “Ne olmuştuk, biliyor musunuz? Kurtulmuştuk.
    Ah Mustafa Kemal, Mustafa Kemal, sana ölünceye kadar o günün sevincini ödeyebilmekten başka bir şey düşünmeyeceğim…”

    (Falih Rıfkı Atay / Çankaya)

Türk Ulusu’nun Anafartalar Kahramanı Sarı Paşa önderliğinde, her evinde ne varsa üçte ikisini vererek donattığı 204.000 mevcutlu BMM Orduları 1683 2. Viyana bozgunundan 239 yıl sonraki ilk taarruz savaşını 26 Ağustos 1922 sabahı başlattı. İngiliz Genelkurmayı’nın “Türkler bu tahkimatı 6 ayda aşabilirlerse 6 günde aşmış gibi sevinebilirler” dediği Yunan mevzileri 6 saatte darmadağın edildi, 30 Ağustos’ta Zafer kesinleşti, Başkomutan’ın “Ordular; ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini alan Mehmetçik 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdi, işgalcileri ve işbirlikçilerini denize döktü. 

“Bu zafer millet meclisine, hükümete, bazı ordu komutanlarına rağmen başkomutan Mustafa Kemal tarafından kazanılmıştı” diyor Falih Rıfkı Atay haklıdır. Herkese ve her şeye rağmen kazanılmıştır savaş “Akılla, bilimle ve millete güvenle.”

Ulus ve Ordu yokluklarla, yoksunluklarla, ihanetler ve isyanlarla boğuşa boğuşaYa İstiklâl Ya Ölüm dediği bir kader (yazgı) savaşına girişmişken Meclisteki kimi milletvekilleri ile yancılarının “Vatanı kurtarsak bile Mustafa Kemal’den kurtulamayız” kaygısıyla işgalci emperyalistlerin peşine takıldıkları, akla gelmedik tuzaklar kurmaya, Mustafa Kemal Paşa’yı Başkomutanlıktan uzaklaştırmaya, meclis dışı bırakmaya, hatta yok etmeye çalıştıkları görülmüştür. İşgalcilerin tezgâhları, güdümlerindeki Saray ve hükümetinin entrikaları, kışkırttıkları isyanlar, Kuvayı İnzibatiye dedikleri düzmece ordular da cabası… Nazım’ın “Ateşi ve ihaneti gördük” dediği günlerdir. Bu emperyalist işbirlikçisi hainlerin soyları kurumuş da değildir. Gün gelmiş ardılları “Keşke Yunan kazansaydı” diyebilmiş, kimilerince el üstünde tutulabilmişlerdir. Yani İsmet (İnönü) Paşa boşuna “Hiçbir ülke yoktur ki, kendi içinden bizim kadar hain yetiştirebilsin.” dememiştir.

  • Türk Ulusal Bağımsızlık Savaşı, bir Ulusun gerçek bir dahi liderliğinde kadını ve erkeğiyle, çocuğu ve yaşlısıyla topyekûn mücadelesinin destanlaşmış öyküsüdür.
  • Bu Destan; Dumlupınar şehitliğinde yatan 1914 doğumlu 8 yaşındaki Ömer oğlu Hüsnü’nün, 11 yaşındaki Abdullah’ın, Gördesli Makbule’nin, Nezahat Onbaşı’nın, Ilgaz dağlarında bebesiyle donarak şehit düşen Şerife Bacı’nın ve daha onbinlerce vatan evladının temiz kanları ile yazılmıştır.

Günümüzde Atatürk’e, İsmet Paşa’ya hakaret eden, Milli Mücadele’yi ve Büyük Zafer’i unutturmaya çatışan, Mondros teslimiyetini, Sevr zilletini görmezden gelip Lozan’a “Hezimet” diyen aymazların, en azından bu Destan’ı kanlarıyla yazan kahramanlarımıza, aziz şehitlerimize verecekleri bir hesap vardır mutlaka. Bu gibiler cahil cesaretleriyle hadlerini aşmamalı,  milletimizin sinir uçları ile oynamamalıdırlar.

Bulunduğumuz coğrafyada Üniter Ulus Devlet ve Laik Cumhuriyet güvencesinden yoksun ulusların nasıl emperyalizme yem oldukları Irak’tan Suriye ve Libya’ya dek birçok örnekle ortadadır. Ders alınmalıdır. Falih Rıfkı Atay’ın dediği gibi;

  • “Nemiz varsa; bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak; hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz.”

 Tarih bilimdir ve asla nankör değildir. Ulusumuzun hemen tamamı elbette her şeyi Büyük Zafer’e borçlu olduğunun bilincindedir ve başta Atatürk, Kuvayı Milliye kahramanlarımızı da, aziz şehit ve gazilerimizi de, Cumhuriyetimizin kurucularını ve Kemalist Devrim kadrolarını da minnetle, şükranla yad etmektedir.

Atatürkçü Düşünce Derneği, Cumhuriyetimizin 100. yılında
Kemalizm’in namus sesini bir sis çanı gibi yurdumuzun semalarına asarak,  Yeniden Atatürk Cumhuriyetine ulaşma azim ve kararındadır.

Büyük Taarruz’un ve 30 Ağustos Zaferimiz’in 101. şeref yılı kutlu olsun.

Yaşasın Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye ! 

Saygılarımızla. 

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 31 Ağustos 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ŞÜKRAN

30 Ağustos zaferini bize armağan ederek Cumhuriyetimizin temelini atan Ulu Önder Atatürk ve tüm kahramanlarımızı saygı ve şükranla anıyorum.

Her ulusal günde olduğu gibi Zafer Bayramı’nda da Atatürk’ü anmayan Dİ Başkanı’nı ve yetkililerini öpüyorum!..

TÜRBE

Türkiye’nin en borçlu belediyesi olan Kocaeli Belediyesi, “Anadolu Erenlerinin Türbe Ziyaretleri Gezi” organizasyonu için 1,3 milyon TL harcadı.

Akıl başta olmayınca kuzgun leştedir…

A-SALAK

6 Şubat depremleri sonrasında Tunceli İl Özel İdaresi’nin, Kızılay’dan Adıyaman’da arama kurtarma faaliyetlerinde kullanılmak üzere 7 adet jeneratör aldığı ancak jeneratörlerin deprem bölgesine kullanılmayarak kendi depolarında saklandığı, bir jeneratörün ise kayıp olduğu öğrenildi.

Devlet yönetimi a-salakların elinde olursa…

CEK-CAK

İkinci el Togg’ların sıfır fiyatının üzerinde satışa çıkarılması üzerine Ticaret Bakanlığı’nca yapılan açıklamada, “gerekli hukuki müeyyideler kararlılıkla uygulanacak, caydırıcı tedbirler süratle alınacaktır” denildi.

İcra organı cek-caklamaz, uygular…

NAS

Merkez Bankası faizi artırdı.

Nass’sıl?..

KARDEŞ

“Kardeşiniz bu görevde oldukça faiz hep indirilecek” demişti.

Faiz, dört yıl önce indirilmeye başlandığı oranın üstüne çıktı.

Kardeeeeş, görevi bıraktın mı?..

SATICI

Vatanı satmak, yüksek faizle, yüksek enflasyonla, kötü yönetimle ülkenin ve milletin kaynaklarını heba etmekle olur” dedi.

Hepsi oldu…

ÖTTÜR!

BAE Şeyhi yatına ÖTV’siz 700 bin litre yakıt aldı. Devlet 5.5 milyon TL vergi gelirinden oldu.

Çiftçimiz traktörüne aldığı her litre için 8 TL ÖTV ödüyor.

Çiftçiyi ÖT(türme) V(ergisi)…

TACİZ

Cumhur İttifakı ortağı Hüda Par’ın lideri Yapıcıoğlu, “Karma eğitimin devam ettiği okullarda gençler birbirini taciz edebilir”

Tertemiz gençliğimizi kirletmeyin. Siz ülkeyi taciz etmeyin yeter…

MAFYA

Çakıcı, hakkındaki örgüt davasından beraat etti.

El ele…

TERS

Polisle tartışan terör gazisine ters kelepçe takıldı.

Terslik…

Düzgün TV Programımız : 30 Ağustos Utkusunun (Zaferinin) 101. Yılı

Dostlar,

Bu akşam (30 Ağustos 2023) Türkiye saati ile 21:00’de Viyana’dan canlı yayın yapan Düzgün TV‘den Sayın Bahar Altun’un konuğu olduk. Görsel aşağıda. 30 Ağustos 1922 – 30 Ağustos 2023… 101 yıl sonra görkemli utkuyu ve sonuçlarını irdeledik. Gazi Mareşal Mustafa Kemal Paşa komutasında kazanılan görkemli askeri utkunun siyasal tarihte, harp tarihinde, uluslararası hukukta yerini konuştuk.

Örn. bu utku (zafer) kazanılmasaydı Lozan Barış Andlaşması‘nı yapamayacaktık.
Son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in 3 Paşasının Paris’te bağıtladığı (imzaladığı) Sevr Andlaşması uygulanacak, Anadolu’dan sürülmemiz ve Türk milleti olarak tarihten silinmememize başlanacaktı.

Yanı sıra, 101 yıl sonra, 21 yıllık AKP iktidarının ülkemizi içine sürüklediği çok yönlü bunalımı tartıştık, Sayın Bahar’ın sorularını yanıtlayarak.

Tüm olup bitenlerin asla rastlantı olmadığını, Emperyalizmin – emperyalistlerin asla vazgeçmedikleri / unutmadıkları / rövanş kovaladıklarını açıkladık. 104 yıl önceki Sevr’in post-modern türevi olarak BOP‘un (Büyük Ortadoğu Projesi‘nin) 2005-2006’dan beri Türkiye’de de yürürlükte olduğunu aktardık. Erdoğan’ın eşbaşkanlığını yaptığını onlarca kez TV’lerden övünerek duyurduğu bu hain bölücü planda Türkiye’nin parçalanmasının haritalarla yayınlandığını (US Armed Forces Journal, June 2006, Albay Ralph Peters) aktardık. Proje parti AKP kendine yüklenen misyonu yerine getiriyor. Ülkemiz her alanda bu yıkım, dağılma ve parçalanmaya, Anadolu Federe İslam Cumhuriyeti’ne sürükleniyor..

101. yılda göğsümüzü kabartarak yaşadığımız gururun yanı sıra, ülkemizi bunaltan sorunları, nedenlerini, kök nedenlerini ve çözüm yollarını paylaştık izleyicilerle..

  • Çare, YENİDEN KUVVAY-I MİLLİYE!

İzlemek için lütfen tıklayınız.. (1 saat). Paylaşılması ve gereklerinin yapılması dileğiyle..

https://www.youtube.com/live/UVqmLdNFZkw?si=V2q5z62afjpwxEq8

Sevgi ve saygı ile. 30 Ağustos 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       twitter : @profsaltik