Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

TELE1’de DEMOKRASİ ARENASI Programı Konuşmamız

Dostlar,

17 Aralık 2021 gecesi saat 21:00’de başlayarak gece yarısını aşan bir süre, TELE1 TV’de Sn. Uğur Dündar‘ın konuğu idik. Beylikdüzü Belediyesinin Atatürk Kültür Merkezinde yapılan DEMOKRASİ ARENASI program, ülkemiz genelinde çok ilgi gördü.


Sn. E. Amiral Türker Ertürk, Mizah sanatçısı Kaan Sekban da program konuğu idiler.

TELE1 tarafından Youtube’a yüklenen bizim konuşma bölümlerimizi paylaşmak isteriz :

https://www.youtube.com/watch?v=2TAIAR_UZvg

https://youtu.be/2TAIAR_UZvg?t=13

https://youtu.be/2onj7C8RMHc?t=13

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin hızla yapılması dileğiyle..

Yurtsever usta gazeteci Sn. Uğur Dündar’a ve TELE1 TV’ye çok teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile. 19 Aralık 2021, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Sefil bir tiyatro

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
Cumhuriyet, 17 Aralık 2021

Olay ucuz, sefil ve hatta 5’inci sınıf bir tiyatro kumpanyasının “derme çatma dekorlu”, sapır sapır dökülen oyununa döndü.

Memleketi yangın yerine, tsunami vurmuş bir sahil kentine, kızgın lavlar altında kalmış bir volkanik dağ köyüne döndüren beceriksiz yönetim, bir yandan da işi adeta “gırgıra” bağlamışçasına milletle alay etmenin derdinde.

Ekonomideki ağır buhranın altında ezilmişliği gölgelemek için komik komik insanları seferber ederek daha da sefil bir tabloya imza atıyorlar.

Geçen gece, Pelikan çiftliğinden kız çocuğunun birine hazırlattıkları ve “amatör bir stand up gösterisi” kıvamındaki sosyal medya videosu ile kahkaha attırdılar herkese. Hani şu “Amerika yıkılıyor, Almanya kırılıyor, İngiltere perişan. Onlarla kıyaslandığında, bizdeki sıkıntı ne ki?..” tadındaki zavallı şovdan söz ediyorum. Sonra Meclis kürsüsünden bir hanımefendiye yaptırdıkları “Ezanları susturamayacaksınız, bayrakları indiremeyeceksiniz, bizleri teslim alamayacaksınız” mealinde ezik bir konuşma ile iyice gülünç duruma düştüler. Artık iyice saçmalama rekorları kırmaya başlayan bir “fırıldak yandaş duayen”e yazdırdıkları yazıda “Allahını seven defansa gelsin. Biz düşersek Türkiye düşer. İzin vermeyelim” tadında yazılarla, acınacak “veda notları”na imza attılar.

Sağda solda, sosyal medyaya yansıyan bazı “dayı videolarında” bu iflasın ve çöküşün ifadesi anlamında trajikomik savunmalarla, ilkokul müsameresi kıvamında komikliklerle tarih yazmaları da cabası.

Bir yandan da yandaş havuzun sefil manşet üreticileri ve köşe yazarları, bu komiklik furyasında ön almak için canla başla mücadele içindeler.

Biri tutuyor, “İBB’de cirit atan PKK’li teröristler komedisi” çevirmeye kalkışıyor. Her zaman yaptıkları gibi, “Pislik at, izi kalsın” düşkünlüğünde, haklarında bir yargı kararı bulunmayan kişileri sözde terörist ilan ederek İBB’yi karalamanın derdinde.

Bir başkası, gece gündüz “Meral – Kemal – Ekrem – Mansur dörtlüsü” arasında nasıl bir savaş çıkarırım da Millet İttifakı’nı zayıflatırım çabasında. Yılın 365 günü aynı konuyu diline dolayarak o konudan bir “ekmek çıkaramayacağını” bile anlamadan tam gaz devam ediyor “misyonuna”…

Koalisyonu oluşturan partilerin liderleri, bozuk plak gibi “Olmayacak erken seçim, vallahi olmayacak, billahi olmayacak…” nakaratını tekrarlayarak “Geliyor gelmekte olan” sloganını böyle karşılayamayacaklarının bile farkında değiller.

TBMM’deki bütçe görüşmeleri sırasında, “gelmekte olanın korkusu ve endişesi ile sağa sola saldıran, ona azar, buna atar, ötekine gider modunda” bakanların, kendilerini gülünç duruma düşüren tiratları ve çıkardıkları kavgaları saymıyorum bile.

Kısacası, bir garip ruh hali ile debelenip duran bir yönetici klik ve onların yancıları, yandaşları ile beslemelerinden oluşan çaresiz bir koroyla karşı karşıyayız.

Aslında, bunların dışındaki on milyonlarca insandan oluşan mağdur çoğunluk olarak hayat pahalılığından, geleceğe güvenin erimesinden ve karamsarlıktan mustarip olmasak, aslında bayağı eğleneceğiz de… İşin şaka ve espri kaldırır bir yanı kalmadı artık.

Bir an önce şu 5’inci sınıf oyunun “final” yapması ile bir nefes almayı umuyoruz.

Aslında sadece bir “nefes” alacağımızı, ama gerçekten normal hayata dönmemizin çok uzun bir süre alacağını bile bile.

Hak verilmez alınır

DR. BİRGİ TUNA 

Cumhuriyet, 16 Aralık 2021

1 Aralık günü TBMM Genel Kurulu’na dakikalar kala millet-vekillerinin önüne getirilen doktorlarla ilgili düzenleme metninde ne yapılmak istendiği ve bu yasa değişikliğinin sonuçlarının ne olacağı henüz tam olarak anlaşılmamıştı ki, yasa jet hızıyla kabul edildi.

Bu sırada getirilen düzenlemenin yalnızca hekim ve diş hekimleriyle ilgili olmasını (AS: üstelik salt Sağlık Bakanlığı kadrosunda olanlar!) sağ görüşlü sendikalar, sağlık çalışanı maketi yakıp alkışlarla sönmediğini göstermek, yemekhanede hekimleri sağlık çalışanlarına alkışlatmak gibi tepki çeken eylemlerle protesto ettiler.
Sağlık Bakanlığı’nın bütçesi görüşülürken dile getirilmeyen, sağlık ile ilgili Komisyonlarda hiç görüşülmeyen, hesapsız kitapsız ortaya atılan yasa değişikliği yalnızca hekimlerle sağlık çalışanlarını karşı karşıya getirmekle kalmadı; kamudan emeklilik veya istifa yoluyla ayrılmayı düşünen, isteyen veya karar veren hekim sayısını da oldukça artırdı.
13 Aralık Pazartesi günü TBMM’de basın açıklaması yapan CHP Balıkesir Milletvekili Dr. Fikret Şahin, hekimlerin özlük haklarını ilgilendiren bir yasal düzenlemenin Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ile ne ilgisi olduğunu sordu. Bu çarpıcı soru aslında yaşanan başarısızlığın veya ortaya çıkan gülünç çelişkinin gerçek nedeni olarak ortada duruyor. Birden bire, akın akın yurt dışına kaçan yetişmiş hekimleri kendine sorun edinen iktidar, ilk anda akla gelen çözümü “para pul söylemi” diyerek çok büyük bir iş yapacakmış gibi önümüze getirince, sonuç da böyle beklenenin aksi yönünde oldu.
1 Aralık’ta “ne söyledi” ile başlayan süreç demokratik bir ülkede çoktan sağlık bakanının istifası ile sonuçlanırdı. Sözde, iyileştirme amaçlayan ama gerçekte hekimlerin kamudan istifalarını ve hatta yurt dışına kaçışını önlemeyi hedefleyen bu yasa önerisinin amacından saptığı ve tam aksi yönde bir işlev kazandığı şimdiden açıkça görülüyor.
KAMU DA ZARAR GÖRÜR
Hekimler, yalnızca kamu görevlerinden değil, kamuda kalsalar bile aynı zamanda kamu sendikalarından da hızla istifa edecekler. İktidara destek olmak dışında bir işe yaramayan sarı sendikalar için bu çok da umulmadık bir durum değil. Açıkça ve koşulsuz olarak emekten yana tutum almış sendikalar için ise bu durum tehdit oluşturmaktan çok fırsat olmalıdır.
Hekimlerin kafasında “meslek örgütü” ile “sendika” arasındaki işlevsel ve kavramsal farkın berrak olmaması, bu süreçte hekimleri sağlık memuru, ebe, hemşire gibi sağlık çalışanlarının çoğunlukta olduğu sendikalara düşman etti. Kimi hekimler Tabip Odalarını yeniden anımsarken, kimi hekimler de Tabip Odalarına ve Türk Tabipleri Birliği’ne özlük hakları mücadelesi verilmediği için kızmakla meşgul.
UNUTULMAMASI GEREK
  • Sendikal mücadele sınıfsal bir mücadeledir.
  • Sınıfsal mücadelede, emekçinin yanında öbür emekçiler, karşısında da her zaman sermaye, yani işveren vardır.
Kamuda işvereni iktidar temsil eder. Hakların isteneceği ve alınacağı yan, iktidardır. Bu nedenle hekimler, aynı sınıfsal mücadele içinde, aynı safta, aynı sorunlara karşı yaşam savaşı veren sağlık çalışanlarına ve bu sağlık çalışanlarını kullanan sağcı sarı sendikalara kızarak, tek başına hak arayamazlar.
Yaşananlara bakarak sağlık çalışanlarını suçlamak, sağ ve sığ görüşlü sendikalar yerine faturayı sağlık çalışanlarına kesmek hekimlerin hem entelektüel düzeyine hem de sağlık ekibi (AS: takımı) içindeki önder konumuna yakışan bir tutum değildir.
Dahası, hekimler bu yanlışa düşen sağlık çalışanlarını da koruyup kollayacak bir tutum takınarak sağlık hizmetlerinde taşımak zorunda oldukları önder konumu herkese göstermek zorundadır.
Çünkü hak verilmez alınır.

Ama neyi, kime karşı, nasıl isteyeceğini bilirsen!

Halil Çivi ŞİİRİ : BENİ ZORLAMA GÖNÜL

ŞİİR KÖŞESİ

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
15 Aralık 2021, ÇİĞLİ – İZMİR

 

BENİ ZORLAMA GÖNÜL
(Halk Bilgeliği)

Anka Kuşu değilim, Kaf Dağı’na uçamam.
Hızır İlyas değilim, Bengi Su’dan içemem.
Doğa üstü değilim, yıldırımdan kaçamam.
Beni zorlama gönül, sakın horlama gönül.
Xxx
Kışın bahar isteme, temmuzda kar isteme,
Yoklukta var isteme, kusursuz yar isteme,
Masrafsız kâr isteme, hep tam karar isteme.
Beni zorlama gönül, sakın horlama gönül.
Xxx
Eğilmez baş isteme, bitmez alkış isteme,
Hep etli aş isteme, romantik düş isteme,
Ayazsız kış isteme, kusursuz iş isteme.
Beni zorlama gönül, sakın horlama gönül.
Xxx
Hak yurdundan kaçamam, kul hakkından geçemem,
Doldurmadan içemem, yanlış rota seçemen,
Ekmediysem biçemem, kin ve nefret saçamam.
Beni zorlama gönül, sakın horlama gönül.
Xxx
Bir sel gibi akamam, bentlerimi yıkamam,
Edeb dışı bakamam, vicdanımı yakamam,
Hak yolundan çıkamam, cebir şiddet ekemem.
Beni zorlama gönül, sakın horlama gönül.
Xxx
Çalışmaktan usanmam, kimliğimden utanmam,
Aklın yolundan dönmem, cahil sözüne kanmam,
Dünyayı benim sanmam, hurafeye inanmam.
Beni zorlama gönül, sakın horlama gönül.
Xxx
Halkım benim canımdır, özgürlük kervanımdır,
Türkiye vatanımdır, Al Bayrağım kanımdır,
Atatürk önderimdir, laiklik rehberimdir.
Beni zorlama gönül, sakın horlama gönül.
Xxx
Halil Çivi der kanmam, beylik atına binmem,
Zalimden korkup sinmem, dosdoğru yoldan dönmem,
Yobazlara aldanmam, hurafeye inanmam.
Beni zorlama gönül sakın horlama gönül.
Xxx

Kısa açıklama :
Bu şiirde 7+7= 14 hece vezni kullanılmıştır.
Halk şiirinde fazla yaygın değildir.

Bengi Su (Abı Hayat). İçenlerin ölümsüz olacaklarına inanılan su. Hızır ve İlyas peygamberlerin bu sudan içerek ölümsüzleştiklerine inanılır.

Anka Kuşu: Zümrüd-ü Anka, masal kuşu. Kanatları yansa bile bile küllerinden yeniden var olan ve mutlaka hedefine ulaşabilen kuş.

Kaf Dağı: Ulaşılması, aşılması olanaksız olan masal dağı.

Beylik Atı: Geçici iktidar. Ağanın ya da Beyin çobanına kısa bir süre binmek için verdiği at. Aynı şekilde devletin geçici bir süre iktidar sahiplerine sunduğu geçici iktidar nimetleri. “El atına binen tez iner” atasözümüz var . İktidar nimetlerini devamlı sananlar için söylenir.

Türkçenin kökeni

Tarih derslerinden de bileceğimiz üzere Türkler, Doğu Asya’dan göç ederek Anadolu’ya gelen bir millet. Türkçenin en yakın akraba olduğu diller arasında Japonca, Korece, Tunguzca ve Moğolca olduğu biliniyor.

Tıpkı bütün insanların akraba olması ve yeryüzünde yaşamış / yaşayan tüm canlıların ortak ataları paylaşması gibi, insanların konuştukları diller de yoktan var olmamıştır; hepsi ortak atalardan türeyerek var olmuşlardır ve dolayısıyla ortak bir dilbilimsel evrim tarihini paylaşmaktadırlar. Elbette, Türkçenin kökenleri de burada özel bir ilgi konusu olmaktadır.

Tarih derslerinden de bileceğimiz üzere Türkler, Doğu Asya’dan göç ederek Anadolu’ya gelmiş olan bir millettir. Her ne kadar günümüzde Türkiye ile Doğu Asya arasında binlerce kilometre olsa ve arada çok sayıda farklı dil konuşan ülke bulunsa da, Türkçenin (ve “Türkî diller” veya “Türk dilleri” olarak bilinen, Türkçe ve türevi olan tüm dillerin) en yakın akraba olduğu diller arasında Japonca, Korece, Tunguzca ve Moğolca olduğu bilinmektedir. Bunlara Transavrasya Ailesi veya bizim daha aşina olduğumuz adıyla Altay Dil Ailesi (veya Altaik Diller) denir.

Her ne kadar Altay dillerinin benzerliği uzun bir süredir biliniyor olsa da, lingusitik yayılım, tarımsal yayılım ve popülasyon hareketleri arasındaki bağlantılar bugüne kadar net olarak kurulabilmiş değildi ve bu nedenle bu dillerin akrabalığına meydan okuyanlar olmuştu. Ancak Nature dergisinde yayımlanan ve uluslararası bir araştırma ekibi tarafından yapılan bir çalışmada genetik, arkeoloji ve linguistik verileri “triangülasyon” adı verilen (ve geometri veya GPS teknolojileri gibi sahalardan ismini ödünç alan) bir metot kullanılarak bir arada değerlendirildi ve söz konusu akrabalık ilişkisi tekrardan ortaya kondu. Böylece uzun yıllardır süregelen bir soru işareti ortadan kalkmış oldu.

Araştırmada uzmanlar sadece dillere veya sadece arkeolojik verilere odaklanmakla kalmadılar. Altay dillerine ait agropastoral ve temel kelime dağarcığından, Neolitik-Bronz Çağı’na ait 255 farklı arkeolojik kazı alanından gelen verilerden, Kore’den, Ryukyu adalarından ve Japonya’daki erken dönem tahıl çiftçilerinden gelen genetik verilerden faydalandılar ve tüm bunları hâlihazırda yaygın olarak kullanılan diğer genom ve dilbilim veri setleriyle birleştirdiler.

Bu kapsamlı çalışma sonucunda, Altay Dil Ailesi’nde görülen dillerin hepsinin kökenini, günümüzde Çin’in kuzeydoğusunda yer alan Liao Vadisi’nde 9100 yıl kadar önce yaşamış erken dönem darı çiftçilerine kadar takip etmeyi başardılar. Bu çalışma, dillerin yayılma biçimi konusunda da bir perspektif sunuyor: Altay Dilleri’nin atası Liao Vadisi’nde yaşayan toplumlarda doğduktan sonra, hem kuzeye ve batıya doğru (Sibriya’ya, steplere ve nihayetinde Anadolu’ya) hem de doğuya doğru (Kore ve Japonya’ya) çiftçilerin göçü yoluyla yayıldı. Bu bulgular, dilin göçebeler yoluyla doğudan batıya yayıldığını ileri süren ve birçoğumuzun aşina olduğu “pastoralist hipotezi”ne meydan okuyor.

Bu durumda Altay Dilleri’nin kökeni, Amur Nehri ve civarında yaşamış insanların (Amur gen havuzunun) bir parçası olarak doğdu. Bu diller, iki dalga hâlinde civar bölgelere yayıldı: Erken-Orta Neolitik Dönem’e uzanan ilk dalga, darı çiftçilerinin Batı Liao Nehri’nden komşu coğrafyalara yayılmasıyla oldu. İkinci faz ise birbirinin kardeşi olan 5 dil grubunun Geç Neolitik, Bronz ve Demir Çağları’nda linguistik etkileşimi yoluyla oldu ve bu sırada bu diller Sarı Nehir, Batı Avrasya ve Jomon popülasyonlarıyla karışarak hem dil bakımından hem de tarım ürünü çeşitliliği bakımından zenginleşti. Çalışmanın dilbilim dünyasında ne tür değişimler yaratacağını ise zaman gösterecek.

turkcenin-kokeni-954398-1.

Bir bilim insanı liderin ardından.. Merkel…

Orhan BursalıOrhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

Son Yazısı / Tüm Yazıları
Cumhuriyet, 13 Aralık 2021

 

Siyasette bir bilim insanının ülkeye liderlik yapması çok ender görülür. Hele bir de kadınsa, tarihte belki de tektir (Almanya’da ilk, liderlik derken ben bilimsel liderliğini de ekliyorum). Üst üste dört seçim kazanıp 16 yıl Almanya’yı yöneten, ülkeyi Avrupa Birliği’nin de temel direği ve kendini de lideri haline getiren, Sanayi 4.0’a geçişle sanayisine çağ atlatan ve ülkeyi bilimde de müthiş yerlere getiren Angela Dorothea Merkel’den bahsediyorum.

Üstelik parti koltuğunu da hiç tereddütsüz bı-raktığını, seçimlere artık girmeyeceğini aylar önceden ilan ederek partisini ve ülkesini hazır-layan bir liderden… Büyük bir askeri törenle ve en büyük askeri nişanları alarak, askeri bandonun çaldığı, sevdiği şarkıları dinleyerek, 16 yıl boyunca hükümetinde yer alan 52 bakanın da katıldığı törenle 30 yıllık siyaset yaşamını da noktaladı. Beethoven ve Frank Sinatra da vardı seçtiği müzikler arasında.
Az kişinin katıldığı toplantı, Savunma Bakanlığı avlusunda yapıldı. Burası 1944’te, bir grup Alman subayın, Hitler’e karşı düzenlediği başarısız suikast sonrası idam edildikleri yerdi.
ALMANLARA VASİYETİ: BİRBİRİNİZE GÜVENİN
Konuşması önemliydi. Pandemi sürecinde karşılaşılan bilim karşıtı her şeye tavır aldı. Özetle:
  • Demokrasi, gerçeklere olan güven de dahil olmak üzere dayanışma ve güvene bağlı-dır. Politika bilim ve toplumsal tartışmada güvenin ne kadar önemli ve aynı zamanda ne kadar kırılgan olduğunu gördük.. Bilimsel olguların reddedildiği her yerde, komplo kuramlarına ve yayılan nefrete karşı direnmeliyiz… Siyasal zorlama aracı olarak ortaya çıkan nefret ve şid-dete karşı demokrasimizi, hoşgörümüzü koruyarak karşı çıkmalıyız.. dedi.

Şu sözler de O’nun:

  • Demokrasimiz kritik tartışmalarla ve yanlışları düzeltmelerle yaşar. 

(Bizim iktidar söylemlerine ne denli uzak anlayış! Almanya-Türkiye farklılığının temeli.)

Ve: Artık önümüzde uzanan ve geleceğimizi biçimlendiren zorluklara yanıt bulmak, bir sonraki hükümetin görevi… Bunun için sana sevgili Olaf Scholz ve yöneteceğin hükümete, en iyisini, bol başarılar diliyorum.

KUVANTUM KİMYASINDA DOKTORA

Merkel, Leibzig’de Karl Marks Üniversitesi’nde fizik okudu. Sonra Berlin’de (Doğu) Bilimler Akademisi’nin Fiziksel Kimya Merkezi Enstitüsü’nde kuvantum kimyası üzerine doktorasını verdi. Ve siyasete girmeden önce, “Prag laboratuvarında gaz-parçacık çarpışmalarının ku-vantum mekaniği üzerinde” araştırmalara imza attı.

Çok önemli kararlara imza attı, atom santrallarının belirli bir sürede kapatılması, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelinmesi, bilimde liderlik, iklim değişikliğine karşı sert önlemler…

Merkel’in ardından bilim dünyasındaki hüznü görüyorum.


Kaynaklar:

Merkel’in konuşması, Almanca görüntülü: https://www.youtube.com/watch?v=7tGYAEabLpA 

Metin: www.bundeskanzler.de/bk-de/aktuelles/rede-von-bundeskanzlerin-merkel-anlaesslich-des-grossen-zapfenstreichs-am-2-dezember-2021-in-berlin-1987276 

Bilimsel veriler ve Merkel üzerine bir değerlendirme: www.nature.com/articles/d41586-021-02479-6

Merkel ve bilim üzerine Herkese Bilim Teknoloji Dergisi’nde yayımlanan iki makale: 1) Müfit Akyos “Merkel ve Bilim”, sayı 291, 21 Ekim 2021; Celal Şengör, “Doğayı tanıyan kişilerden lider seçme zamanı gelmedi mi?” Sayı 290, 14 Ekim 2021.

“ALİ BUGÜN MEKTEBE BAŞLADI”

Zeki Sarıhan
www.zekisarihan.com
12.12.2021

1944 doğumluyum. 2. Dünya Savaşı’nın şiddetle sürdüğü yıl. İnönü Hükümeti iktidarda. Köylülerin çok yoksul olduğu, salgın hastalıkla-rın çocukları kırıp geçirdiği bir dönem. Yaşamda kalanlar için ufukta parlak bir gelecek görülmüyor.

30 hanelik mahallemizdeki mescitte açılan “mektep”e 6 veya 7 yaşında başlamış olmalıyım. Taşçı ustası babam, köyde miydi yoksa dışarıda çalışıyor muydu, bilmiyoruz. Annem okuma yazma bilse ve günlük not tutma alışkanlığı olsa, muhtemelen yatsı namazını kıldıktan ve yarın sabah pişireceği mısır hamurunu mayaladıktan sonra yatmadan önce defterine şu notu düşerdi :

  • “Ali bugün mektebe başladı. O’na saman yapraklı bir defter almıştık. Kurşunkalemi de ikiye bölüp yarısını verdik. Eline de bir odun tutuşturup mektebe gönderdik.”

Bu notta “Ali” ben olacaktım. Annem bana bebekken kaybettiği babasının adını vermiş. Babam nüfusa adımı Zeki olarak kaydettirdiği halde, bunu O’ndan başka kimse bilmiyordu. Ben de ilkokula başladığım yıl nüfus kâğıdım kayıt için öğretmene verildiğinde öğrenecektim.

Mektebe başladığım tarih, 1949-1950 yılları olmalı. Mahalle mektebi, İnönü Hükümetinin tek partiden çok partili hayata geçerken açılmış bir okul değil. Bizden önceki kuşakların anlattığına göre köyde Millî Eğitim İstatistiklerine girmeyen, resmî belgelerde sayısı yer almayan mektep her zaman olmuştur. Kaçak eğitim yaparlarmış. Jandarmanın geldiği görülünce ellerindeki cüz ve Kur’anları döşeme tahtalarının altına gizler, kaşla göz arasında dağılırlarmış. Jandarmanın suçüstü yakaladığı hocaların karakola götürüldüğüne ilişkin anılar da var.

Ben üç yıl devam ettiğim ve Kur’anı iki kere hatmettiğim mektebin baskına uğradığına hiç tanıklık etmedim. 1950’li yıllarda hükümetin mektebe göz yumduğu anlaşılıyor. O tarihlerde köyde ve ona komşu olan beş köyün hiçbirinde öğretmen yoktu. İlk kez 1954-55 öğretim yılında bir vekil öğretmen, ertesi yıl onun yerine Köy Enstitüsünün son yıllarında okumuş bir öğretmen gönderildi.

HOCALIKTAN ÖĞRETMENLİĞE

Mensup olduğum sülalenin geleneğinde ilmiye sınıfına mensup olmak gibi bir gelenek vardı. Atalarımızın babadan oğula geçerek kadılık yaptığı bilgisi var. Sülale adının “Sarıkadıoğulları” olması, köy içinde mahallemize “Kadıyanı” denmesi bu söylentiyi güçlendiriyor. Dedem ve altı kardeşinin lakabı “Hoca”dır. Aileden birinin Fatsa Medresesinde müderrislik yaptığını biliyoruz. Dolayısıyla sülale, geç Osmanlı döneminde okumanın değerini anlamış, Cumhuriyet dönemine de uyum sağlayarak bu geleneği sürdürmüştür. Müderristen sonra iki kişi rüştiyeyi (ortaokulu) bitirerek 1930’larda Fatsa adliyesinde kâtip, daha sonra davavekili olmuşlar ve Fatsa ileri gelenleri arasında yer alarak rakip iki partide (CHP ve DP) birbirlerine karşı politika yapmışlardır.

1930’lu yıllarda doğan kimi çocuklar da gene akraba yanında ilkokulu bitirmişler, bunlardan üçü İlköğretmen okuluna giderek öğretmen olmuştur. Ben de ilkokula Kumru ve Fatsa’da akraba yanında başlamış ve köyde okul açıldığında oraya nakletmiştim. Benim kuşağımdan başlayarak köy çocukları içinde okuyanlar çoğaldı. İlkokuldan sonra okuyan kız çocuklarının kapısı ise 1 yıllık ebe okulu olmak üzere 1960’ta açıldı.

Biraz geriye sararak 1950’lerdeki mahalle mektebindeki eğitim hakkında bilgi vermek isterim.

Bütün köylüler, çocuklarını mahalle mektebine gönderirlerdi. Burada kız ve erkek çocuklar hocanın çevresinde yarım halka olarak otururlar, bağıra çağıra cüzdeki sureleri ezberlemeye çalışırlardı. Sırası gelen hocanın önüne diz çökerek ezberini veya cüzden okur, hoca “geç” derse sonraki konuya çalışmak üzere yerine geçerdi. Duvarda asılı bir falaka olurdu. Dersini ezberle-yemeyenler değil de yaramazlık yapanlar falakaya çekilirdi. Yere yatırılmış talebenin çıplak ayağına sopa ile vuran da başka bir öğrenci olurdu. Ben uslu bir öğrenci olduğumdan hiç falaka-ya yatırılmadım.

Mahalle Mektebinin iki amacı vardı : Namaz kılmayı ve namazda okunacakları, Kur’anı yüzün-den okumayı öğretmek, bu arada İslam’ın ve imanın, namazın, abdestin guslün farzlarını ezberletmek, öte yandan yeni yazıyla okuma yazma ve hesap yapmayı öğretmek. Bu nedenle köy çocuklarının ilk öğretmenleri ilkokul öğretmenleri değil, mahalle mektebi hocalarıdır.

Hocalar, bir öğretim yılı için ücret karşılığı tutulurdu. Köyde oturmayan mektep hocalarının yemeğini köylüler sıra ile götürürler, öğretimin belirli aşamalarında kendisine börek gibi hediyeler gönderilirdi.

Mahalle mektebini bitirdiğim 1953 ilkbaharında okumayı, yazmayı, dört işlemi öğrenmiş bulunuyordum. O yılın sonbaharında, okul yaşım geçmekte olduğundan 9 yaşımda Kumru’da ilkokula yazdırıldım. Benden yaşları daha büyük olanlar, ertesi yıl köye vekil öğretmen geldiğinde sınavla ikinci sınıfa kaydedilmişler. Üçüncü sınıfta köye dönerek ilkokulu onlarla birlikte bitirdim. O yıl mezun olanlar sekiz kişiydik. Dördümüz toprağa girdi.

Mektep olarak kullanılan mescit, girişte her gün odunları bıraktığımın bir aralık ile derslerin yapıldığı ve namaz kılınan iki odadan ibaretti. Odanın ortasında soba yanar, yanında hoca postu üzerinde otururdu. Teneffüs yerine tuvalete gidecek öğrenci kapıdaki “boş”-“dolu” tahtasını çevirerek dışarı çıkardı. Hocanın elinde daima uzun bir sırık bulunur, uyarmak istediği öğrencilere onunla “dokunur”du. Hocamız uzun yıllar köyün camisinde Cuma namazlarını da kıldırdı ve Diyanetten gelen hutbe metinlerini okudu. Son yıl başka köyden gelen bir hocada okudum.

ÜZERİNDE DURULMAMIŞ BİR KURUM

Anlattığım bu mahalle mektepleri üzerinde eğitim tarihçileri ve anı yazarları yeterince durmamışlar, bunları modern eğitim karşısında geri ve öğrencilere gericilik aşılayan birer kurum olarak değerlendirmişlerdir. Ancak bizim mektepte hocanın siyasi bir sözcük kullandığını hatırlamıyorum.

Köylüler açısından mahalle mektebi çocukların Kur’an okumayı, yeni yazıyı, hesabı öğreneceği bir kurumdu. Yani yeni okulun ulaşamadığı köylerde geleneksel yöntemlerle eğitim yapan birer eğitim kurumuydu. Bu okullar olmasaydı, ilkokul açılıncaya kadar, geçmiş kuşaklar okuma-yazma öğrenmemiş olacaklardı.

NE YAPILABİLİRDİ?

Cumhuriyet hükümeti, sorunu, bu kurumları yasaklamakla çözmek istedi ancak bu toplumsal gerçeklere ve ihtiyaçlara aykırıydı. Yasak kararı ve bunun uygulanması da köylüler üzerinde çok uzun yıllar silinemeyecek bir kötü iz bıraktı.

Yeni bir ayakkabı almadan eskisini çıkarıp atmak nasıl insanları yalınayak bırakacaksa, yeni okulu göndermeden (AS: kurmadan) eskisini yasaklamak, eğitimde daha kötü sonuçlar doğura-bilirdi. Yapılması gereken, buralarda görev alan hocaları belirli süre bir kurstan geçirmek, onlara modern eğitim usullerini, çocuk psikolojisini ve belki basit hayat bilgilerini öğretmekti. Cumhuriyet böyle bir görevi, 1936’da Eğitmen Kurslarını açmaya başlayarak hatırladı. Daha sonra bu sistemi geliştirerek 1940’ta Köy Enstitülerini açtı. Ancak Türkiye’nin 40 bin köyü vardı ve buralara öğretmen yetiştirmek uzun zaman alacaktı. Ayrıca Enstitülü sisteminde basit din eğitimi bile olmadığından mahalle mektepleri köylü gözünde bir ihtiyaç olmaya devam etti.  Öğretmeni olan köylerde yaz Kur’an kursları faaliyet göstermeye devam etti. Ancak bunlar Türkçe okuma yazmayı okullara bırakarak yalnızca Kur’a okumayı öğretmeye devam ediyorlar.

Çözülememiş bir sorun olduğu ortadadır.  (12 Aralık 2021)

(İlk aile fotoğrafından, 1952)

Para Bir Egemenlik Simgesiyse, Dolar Neyimiz Olur?

Lütfü Kırayoğlu
Elektrik Müh. / İTÜ
ADD Genel Başkan Başdanışmanı

Bir değişim aracı olan para, elbette bir simgedir. Ancak simgeden çok öte, egemenliği oluşturan en temel unsurlardan (AS: ögelerden) biridir. Ulus kavramını oluşturan bileşenlerden biri de aynı dili konuşan, aynı kültürü paylaşan, aynı coğrafyada yaşayan, ortak bir hedefi olan ve birlikte yaşamak için bir irade (istenç) koyan insanların aynı pazara egemen olmasıdır. Pazara egemen olmanın en önemli ögesi de, aynı değişim aracını yani aynı parayı kullanmasıdır.

İlkel topluluklarda takas yoluyla yapılan alışveriş, giderek kıymetli sayılan eşyaların değişim aracı olarak kullanılmasına evrilmiş; fildişi, deniz kabuğu, çivi vb. araçların da kullanıldığı bu aşamadan sonra ender ve değerli maden olduğu keşfedilen bakır, gümüş, altın değişim aracı olmuştur. Giderek bunların ağırlıkları sabitlenmiş ve üzerlerine simgeler işlenmiştir. Para, günümüzden 2300 yıl kadar önce antik Mısır’da böylece ortaya çıkmıştır. Bundan 1700 yıl kadar önce de güçlü devletler, gücüne göre bu metal parçalarının üzerine işledikleri simgelerle kendi paralarını geçerli kılmışlardır. Giderek paraların üzerine egemenin simgesi ya da resmi işlenmeye başlamıştır. Ortaçağ Avrupa’sında feodal beyler gücüne göre kendi paralarını egemen kılmaya çalışmışlardır.

Çin’de yaygın olarak kullanılan para, İslam ülkelerinde Emeviler döneminde, Abdülmelik Bin Mervan tarafından, Dinar adıyla 696 yılında bastırılmıştır. İslam ülkelerinde olduğu gibi Türklerin İslamı kabulünden sonra da para, egemenliğin en önemli ögelerinden olmuştur. Zamanla, yükselen taht ve egemenlik kavgalarında öylesine önem kazanmıştır ki; taht kavgasını kazanan ya da isyan eden her hükümdar kendi adına hutbe okutup para bastırarak egemenliğini ilan etmiştir. Belki dikkatimizi çekmez ama, tarih kitaplarında egemenliğin ince ayrıntılarından biri, kendi adına para bastırmaktır. Bu olayın benzeri, Avrupa ülkelerinde Papa ya da dinsel önderce kutsanma ve para bastırma ile gerçekleşmektedir. Paranın üzerinde zamanın hükümdarının resmi, tuğrası ya da ikisinin birlikte olması günümüzün kağıt paralarına dek gelmiştir.

Kimi hükümdarların paraları daha değerli olmuştur. Askeri ve ekonomik gücü yüksek olanlar ayarı daha yüksek para kullanmışlar, güçleri azaldıkça ayarı düşük para sürmüşlerdir dolaşıma.. Devalüasyon adını verdiğimiz paranın değerinin düşmesi, o zamanlar ayarı düşük metal para (içindeki değerli maden oranı azaltılmış) basılması olayından ibarettir.

Türkiye Cumhuriyeti de ilk günlerinde Osmanlı paralarını kullanmış, 30 Aralık 1925 tarih ve 701 sayılı yasayla ilk parasını çıkarma kararı almış, 1927 yılından itibaren (AS: başlayarak) bu paraları kullanmış, 1937 yılından sonra yeni Türk harfleriyle basılan paraları kullanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti bu kararla yetinmemiş, 25 Şubat 1930’da Türk Parasının Kıymetini Koruma Yasasını çıkarmıştır. Tıpkı Türk yurdunu korumak için Türk Silahlı Kuvvetlerini kurup geliştirdiği, yurttaşların haklarını korumak için anayasalar ve yasalar çıkardığı gibi, yurttaşların gelişimi için devrimler yaptığı gibi, çocukları korumak için, kadınları korumak için, ormanları, zeytinlik alanları, su havzalarını, kıyıları, hayvanları korumak için yasalar benimsediği gibi…

Türk Parasının Değerini Koruma Kanunu 12 Eylül 1980 darbesi ile işbaşına getirilen Turgut Özal döneminde sürekli değişikliğe uğratılmış ve sonunda bugünkü durumuyla TÜRK PARASI KARŞISINDA YABANCI PARALARIN EGEMENLİĞİNİ KURMA KANUNU durumuna dönüştürülmüştür. Canilerin, tecavüzcülerin, kara paracıların bile haklarının korunduğu ülkemizde, Türk parasını koruma altına alacak önlemler sözde “devrim” adıyla fiilen kaldırılmış, bu nedenlere TV ekranlarında sürekli değişen yabancı paraların değerlerini izleyen en sade yurttaşlar bile şaşılık illetine tutulmuş, bu nedenle gerçekleri göremez duruma getirilmişlerdir. TV kanallarındaki haberlere bakılırsa Dolar, Euro, Sterlin, Frank vb. paralar değer kazanmakta; borsa, altın ve bağlı olarak tüm değerli metaller yükselmekte; ardından petrol, enerji, ulaşım, gıda, sağlık, eğitim, başta olmak üzere her şeyin fiyatı artmaktadır. Bu durumda aklımıza, otoyolda ters yönde ilerlemekte olan Temel fıkrası gelmektedir. Temel, kendinden başka tüm araçların ters yönde gitmekte olduğunu düşünmektedir! Tıpkı bizim Türk Lirasından başka her şeyin değerinin yükselmekte olduğunu düşünmemiz gibi. Temelin ters yönde ilerlemesi gibi Türk Lirasının değeri sürekli DÜŞ(ÜRÜL)MEKTEDİR. Türk insanının, Türk ürününün ve sonuçta Türk vatanının değeri her geçen gün azalmakta, aşınmaktadır.

Türk Ulusunun egemenliğinin simgesi olan Türk parası ve üzerindeki Atatürk resimleri yerine üzerinde ABD kurucu başkanının resimlerinin basılı olduğu yeşil kağıt parçaları egemen olmakta, sıra neredeyse ABD başkanları adına hutbe okutulmaya gelmektedir.

ABD Dolarının değerinin yükseldiğine ilişkin her haber ABD Cumhurbaşkanı adına hutbe okutulması ile eşdeğerdir. ABD Doları Türk yurdunu işgal etmekte, Türk insanının emeğine tecavüz etmektedir. ABD Dolarının Irak’ta kadınlara – kızlara tecavüz eden ABD askerinden farkı yoktur! Tecavüz ekonomik alanda gerçekleşmekte Türk parasının değeri yok edildiği için Türk halkı büyülenmişçesine TV ekranları başında tecavüzcüsünün “zaferlerini” izlemekte, köşeye koyduğu birkaç yeşil kağıt parçasına şükran duymaktadır. Dolar uyuşturucu olmuş, hepimizi uyutmaktadır. İşte bu nedenle, Türk Parasının Değerini Koruma Kanunu yeniden yaşama geçirilmeli, öncelikle Dolar ile yapılan her türlü işlem yasaklanmalı, ihracat (dışsatım) ve ithalat (dışalım) yapanlar dışında kimse, ABD Doları başta olmak üzere yabancı paraya dokunamamalıdır. Dışsatım ve dışalım yapanların işlemleri de sıkı  denetim altında tutulmalıdır.
***
Yazının başlığındaki soruya yanıt vermek gerekirse;

  • ABD Doları, Türk parasına dolayısıyla egemenliğimize yöneltilmiş ekonomik bir silahtır.

Yüz yıl önce yurdunu emperyalist işgalden kurtarmasını bilen Türk ulusu, ekonomisini de yabancı işgalden kurtaracaktır. Ancak bu işi yapabilmesi için önce Türk halkının eline tutuştu-rulmuş ekonomik silah olan yabancı paranın Türk Lirasına yöneltilmesini engellemek yani Türk Lirasını egemen kılmak gerekmektedir.

Umutsuz değiliz, BAŞARACAĞIZ… (12.12.2021)

Halil Çivi şiiri : GÖZ GÖRÜYOR…

ŞİİR KÖŞESİ…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
13 Aralık 2021, ÇİĞLİ – İZMİR

 

GÖZ GÖRÜYOR…

Millet aldanmaktan usanmış, bıkmış,
Göz görüyor, gönül katlanamıyor.
Haksızlık, yolsuzluk doruğa çıkmış,
Göz görüyor, gönül katlanamıyor.
Xxx
Enflasyon ateşi çok can yakıyor,
Mutfaklara gam, kasavet çöküyor,
Yetim, yoksul göz yaşları döküyor,
Göz görüyor, gönül katlanamıyor.
Xxx
Yaşam yükü olmuş kurşundan ağır,
Vicdanlar körelmiş, kulaklar sağır,
İşitenin yok ki; bağır ha bağır,
Göz görüyor gönül katlanamıyor.
Xxx
Yoksulu zorluyor simit parası,
Eti bırak… ekmek ateş pahası,
Lüks sınıfa girdi ayran çorbası,
Göz görüyor, gönül katlanamıyor.
Xxx
Adaletin çarkı yanlış dönüyor,
Güçlülerin mangalları yanıyor,
Güçsüzlerin ocakları sönüyor,
Göz görüyor, gönül katlanamıyor.
Xxx
İktidarın aklı halka uymuyor,
Garipleri, mazlumları duymuyor,
Yandaş olmayanı yurttaş saymıyor,
Göz görüyor, gönül katlanamıyor.
Xxx
Laik eğitimi küfür saymışlar,
Kitapları hurafeye boğmuşlar,
Doğruları dokuz köyden kovmuşlar,
Göz görüyor, gönül katlanamıyor.
Xxx
İşsizlik çoğalmış, sınırdan taşmış,
Emekçi yoksulun feleği şaşmış,
Haramzadelerin serveti şişmiş,
Göz görüyor, gönül katlanamıyor.
Xxx
Kardeşçe yaşamı düşman bilmişler,
Irkçılığa, dinciliğe dalmışlar,
Aramıza ikiliği salmışlar,
Göz görüyor, gönül katlanamıyor
Xxx
Halil Çivi der ki bu böyle olmaz,
İnsan milletine kin, nefret salmaz,
Ağlayanın ahı gülene kalmaz
Göz görüyor, o gönül katlanamıyor.
Xxx

TBB Başkanı Erinç Sağkan’ın Anıtkabir Defterine Yazdıkları

TBB’nin yeni yönetimi devir teslim töreninden önce Anıtkabir’i ziyaret etti

Sağkan, “Anıtkabir’den Ata’mızın huzurundan yola çıkmak çocuklarımıza, geleceğimize ve mesleğimize minnetle karışık borcumuzdur” dedi.

TBB’nin yeni yönetimi devir teslim töreninden önce Anıtkabir’i ziyaret etti

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. R. Erinç Sağkan; Yönetim, Disiplin ve Denetleme kurullarının seçilen üyeleri, baro başkanları, TBB delegeleri ve meslektaşları ile 11 Aralık 2021 tarihinde Anıtkabir’e ziyarette bulundu. Ardından Türkiye Barolar Birliği’nde devir teslim töreni gerçekleştirildi. Anıtkabir ziyaretine ve devir teslim törenine Ankara Barosu Başkanı Av. Kemal Koranel, Başkan Yardımcısı Av. Mehmet Eren Turan, Genel Sekreteri Av. Dr. Mahcemal Seyhan, Saymanı Av. Zafer Doğan Bilgin, Yönetim Kurulu üyeleri; Av. Zekiye Avcı, Av. Oğuz Atasoy, Av. Emrah Acar ve Türkiye Barolar Birliği delegeleri ile meslektaşları katıldı. Erinç Sağkan,

  • Anıtkabir’den Ata’mızın huzurundan yola çıkmak çocuklarımıza, geleceğimize ve mesleğimize minnetle karışık borcumuzdur” açıklamasında bulundu.

image small

“YOLUMUZ YOLUN, GÜNEŞİMİZ IŞIĞINDIR”

*Aziz Atatürk, bugün karşında; en gösterişli yapılardan bile çok ışık saçan ve bir ülkenin aydınlık geleceğine adanmış, yoktan var edilen bilim yuvalarında hukuku ve hukukçu olmayı öğrenen, özgür bir memlekette yüzüne memleketinin özgür rüzgarları değen, en çok barışa ve hiç durmadan ilerlemeye inanan aydınlık nesillerin fertleri (AS: kuşakların bireyleri) olarak bulunuyoruz.

Biz bugün karşında, bir kimsenin lütfuna terk edilmiş kara bir düzenin değil Cumhuriyet‘in hiç sönmeyecek ateşini minicik elleriyle yaşamı boyunca taşıyacak, seni tanıyacak, tanıdıkça daha çok sevecek ve aydınlık yolundan bir saniye bile ayrılmayacak gelecek bahşettiğin çocukların anneleri ve babaları olarak bulunuyoruz.

*Hukuku, hukukun üstünlüğünü ve bağımsız yargıyı bir damla kanımızı dökmemize gerek kalmadan elde ettiğimiz ancak elimizde tutmak uğruna onlarca Cumhuriyet ve adalet şehidi verdiğimiz, kıymetini her gün daha çok anladığımız hukuk devletinin Başkent Barosunun yönetimi, avukatları ve stajyer avukatları olarak karşında bulunuyoruz. Aziz hatıran ne maddede, ne tarih kitaplarında ne de yalnızca belleklerimizde ve kalplerimizdedir. Aziz hatıran ve bahşettiğin laik Cumhuriyet; atan kalpleriyle bizzat karşında ve huzurunda bulunan milyonlarda, ülkenin dört bir yanına yayılmış ormanlarda, bacası tüten fabrikalarda, güneş gibi doğan köy okullarında, özgür sokaklarında, erkekten geri durmak şöyle dursun; herkesten birkaç adım önde yürüyen kadınlarımızın kararlılığında, çocukların güzel gözlerinde ve günün birinde bir Mustafa Kemal olabilme umutlarında, bugün huzurunda bulunduğumuz bu toprak parçası ve üzerinde bulunan ağaçların köklerindedir.

*Bizlere bıraktığın laik, modern ve aydınlık Cumhuriyet‘in kıymetini her geçen gün daha çok anlıyor, mirasına daha çok bağlanıyoruz. Hayattaki en büyük gururumuz, bizi kul değil birey yapan aydınlık Cumhuriyetinin hukukçu muhafızları olmaktır. Yolumuz yolun, güneşimiz ışığındır.
*****

Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanlığına seçilen Ramiz Erinç Sağkan ve yönetim kurulu üyeleri, yeni görevleri dolayısıyla Anıtkabir‘i ziyaret etti. TBB Yönetim, Disiplin, Denetleme Kurulu üyeleri, baro başkanları ve TBB delegeleriyle Aslanlı Yol’dan yürüyen Sağkan,  Atatürk’ ün mozolesine çelenk bıraktıktan sonra saygı duruşunda bulunuldu. Sağkan, ardından Misak-ı Milli Kulesi’nde Anıtkabir Özel Defteri’ne şunları yazdı:

“Büyük Atatürk,
Ebedi eseriniz Nutuk’a ‘1919 senesi Mayıs’ının 19. günü Samsun’a çıktım.’ diye başlamıştınız. Bizler de Türkiye Barolar Birliği’nin 36. Olağan Genel Kurulu tarafından seçilen yönetim, disiplin, denetleme kurulu üyeleri ile delegelerimiz ve meslektaşlarımızla birlikte savunmanın temsilcileri olarak aynı azim ve kararlılıkla bugün,
11 Aralık’ta huzurunuza çıktık. 
Bizler biliyoruz ki, ‘Adalet mülkün temelidir’ sözünün
asılı olduğu her mahkeme salonu, seninle buluştuğumuz yerdir.
Kişiye, zümreye, şanslı bir azınlığa ya da bir ailenin lütfuna terk edilmeyen ve mavi gözlü bir çocuktan dünyanın hakları gasp edilmiş tüm halklarına umut olan bir lideri çıkaran Cumhuriyet’in karış karış her toprağı senin eserindir.
Bizimse bu kazanımları kaybetmeye tahammülümüz yoktur.
Modern hukukun, insan onurunun, eşitliğin, hakkaniyetin, adaletin, bağımsız yargının ve evrensel hukuk ilkelerinin öğretildiği her hukuk fakültesi seninle var olmuş ve bizimle devam edecektir. Kimsenin merhametine bırakılamayacak modern hukuk sistemimizin her türlü çabaya rağmen inadına yıkılmadığı, insan onurunun temel alındığı, bizi kula kul değil,
birey yapan her türlü temel hak ve özgürlüğün tane tane yazıldığı her kanun, her mahkeme, her adliye senin eserin, bizimse varlık sebebimizdir.

Bu uğurda verdiğimiz çabanın üzerine güneş olup her gün yeniden doğacağının farkındayız. Bu sebeple, Anıtkabir’den, senin huzurundan yola çıkmak çocuklarımıza, geleceğimize ve mesleğimize minnetle karışık borcumuzdur. Asıl borcumuzun, açtığın aydınlık yolda hiç yılmadan yürüyerek tüm ümidinin onda olduğunu söylediğin gençlikle birlikte, ‘küçük hanımefendiler’, ‘küçük beyefendiler’ diye hitap ettiğin çocuklara aydınlık bir gelecek bıraktığımız zaman biteceğinin farkındayız. Tüm çabamız, bu kutlu borcumuzu ödemek içindir. Umutsuz durumların değil umutsuz insanların olduğunu, senin hiçbir zaman umudunu yitirmediğini iyi biliyoruz. Bizler de Cumhuriyetimiz ve çocuklarımız için durmadan çalışacağımıza mesleğimizin kutlu yemini gibi söz veriyoruz.

Saygıyla, şükranla ve tarifine dünyadaki hiçbir dilin yetmeyeceği özlemimizle.”

TBB Başkanı Sağkan ve Yönetim Kurulu üyeleri Anıtkabir'i ziyaret etti 
TBB Başkanı Sağkan ve Yönetim Kurulu üyeleri Anıtkabir'i ziyaret etti 
TBB Başkanı Sağkan ve Yönetim Kurulu üyeleri Anıtkabir'i ziyaret etti 
TBB Başkanı Sağkan ve Yönetim Kurulu üyeleri Anıtkabir'i ziyaret etti