Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Çevre yıkımı ve sağlık afetleri 

Cagatay_Guler_portresiProf. Dr. Çağatay GÜLER 
Halk Sağlığı Uzmanı, MD, PhD

Cumhuriyet, 16.8.22

İshalli hastalıkların oluşum ve görülme sıklığını azaltmak için güvenli su kaynağı, yeterli beslenme ve dışkı-ağız bulaşma zincirinin kırılması zorunludur. Bu basit önlemlerin alınması ile Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde bu hastalıklar anlamlı düzeyde azalmıştır. Ayrıca aşı uygulamaları ve modern ilaçların kullanılmaya başlanması solunum sistemi enfeksiyonlarından ölümleri çok azaltmıştır. Konut koşulları ve işyeri koşullarının iyileştirilmesi ve artık konutlarda yaşayanların kalabalık olmaması pek çok hastalığın azalmasında önemli rol oynamıştır.

KAOS (Karmaşa)

Cumhuriyetimizin kurucu kadrosu, kuruluşla birlikte “sağlık kurtuluş savaşına” girişmiş; “Umumi Hıfzıssıhha Kanunu” (UHK) ile yasal altyapısını oluşturdukları bu savaşta inanılmaz kazanımlar sağlamışlardır. Ancak yıllar sonra aymazlık içindeki kadrolarca UHK’nin delik deşik edilmesi, halk sağlığı hizmetlerinin bütünlüğünün parçalanması, kurulan altyapı kurum ve kuruluşlarının yıkılıp işlevsizleştirilmesi toplumu bir sağlık kaosuna (AS: karmaşasına) sürüklemiştir.

Günümüzde çevre sağlığı sorunları daha karmaşık duruma gelmiştir. Sonuçta biyolojik ve fiziko-jeo-kimyasal etmenlerin ağırlıklı olduğu çevre sağlığı sorunlarının çözümünde sosyal, ekonomik, politik hatta psikolojik birçok etkenin göz önüne alınması zorunlu duruma gelmiştir. Bunlara göçler, politik çatışmalar ve terörizm, içme suyu kaynaklarının azalması gibi sorunlar örnek verilebilir. Sözgelimi insan etkinliklerine bağlı olarak ozon katmanının zayıflaması morötesi ışınım etkilenim riskini çok artırmaktadır.

AKP tarafından kapatılan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Halk Sağlığı Okulu

BEDELİ TOPLUM ÖDER

Toplumda görülen tüm kanserlerin %5’inin çevresel kimyasallardan etkilenime bağlı olduğu kestirilmektedir. Üretilen kimyasalların her geçen gün artarak kullanıma girmesi ve çevrede birikimi giderek daha korkutucu olmaya başlamıştır. Dünyadaki hastalık ve kaza yüküne çevrenin katkısı yaklaşık olarak %23 olarak öngörülmektedir.

Çevresel etmenler ile hastalık ilişkisinin somut olarak kitlelerce algılanması oldukça güçtür. Neden-sonuç bağlantılarını gösterecek araştırmaların planlanması ve gerçekleştirilmesi zor, maliyeti yüksektir. Bu durum, çevreyi çıkarlarının tarlası ve harman yeri olarak görenlerin işine gelir. Keser, biçer, iliğine dek sömürür ve bırakır giderler. Bedelini toplum öder.

GEREKLİ ÖNLEMLER

Çevre sağlığı hizmetleri bütün bunların toplum sağlığını etkilemesini önlemeye çalışır. Temel amaçları zararlı çevresel etkenin önlenmesi, etkenin zararsız duruma getirilmesi, etkenin yayılımının önlenmesi, etkenden korunma yollarını araştırıp uygulamaktır.

  • Çevreye yönelik olarak alınması gereken önlemlerin başında
    çevre yıkımının önlenmesi gelir.

Bu tüm toplumun katılımını, yeterli teknik araç gereç ve yetişmiş çok çeşitli meslek elemanlarının işbirliğini, ayrıca bunları destekleyen işlevsel bir mevzuatı gerektirir.

Toplumun sağduyusu köreltilmeye çalışılıyor, çevre savunuculuğu suç durumuna getirilerek toplum katılımı engellenmek isteniyorsa; yetişmiş teknik elemanların işbirliği ve inisiyatif kullanmaları yasaklanıyor, yasal düzenlemeler kayırmacı amaçlar ve çıkar beklentileriyle işlevsizleştiriliyorsa çevresel yıkıma bağlı sağlık afetleri hatta felaketleri kaçınılmaz olacaktır. Geri kalmış ülkelerde çevre düşmanları bunları kadere (yazgıya) bağlayıp, sabır tavsiye ederek (önererek) kötülüklerini sürdürmekte sakınca görmeyeceklerdir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 17 Ağustos 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

GERİ ZEKALI

Hilafet çağrısı yapmasıyla ve kadınları hedef alan açıklamalarıyla tepki çeken İmam Halil Konakcı, şimdi de dövme yaptıranları “geri zekalı” olarak niteledi.

Dövme yaptırmayıp geri zekalı olanlar da az değil…

CEMEVİ

RTE’nin 20 yıllık iktidarında ilk kez Cemevi ziyaret edişinde Atatürk-Hz. Ali-Hace Bektaşı Veli tabloları kaldırıldı.

Orası Cemevi olmaktan çıktığı için ziyaret gerçekleşmemiş oldu…

BEKTAŞİ

RTE, Cemevi ziyaretinden sonra bu kez de Hace Bektaşı Veli etkinliğine katıldı.

  1. Birlik, beraberlik 20 yıl sonra, oylar düşünce mi aklına geldi?
  2. Kılıçdaroğlu’nu, Alevi olduğu için küçümseyen açıklamalar yaptıktan sonra bu ziyaretlerin içtenliğine kim inanacak?..

GENÇLİK

TÜİK ‘e göre genç işsiz oranı %20.4

Gençlerinden yararlanamayan bir ülke gelişebilir mi?..

SONDAJ

Abdülhamit Han adı verilen sondaj gemimiz denize açıldı.

Gemiye isim verenler önce ismi sondajlasa…

TALİMAT

Saraydan yapılan açıklamaya göre, Balıklı Rum Hastanesi’nde çıkan yangın RTE’nin talimatıyla söndürülmüş.

Yanan binlerce hektar ormanlık alanlar için neden talimat vermemiş?…

İNDİRİM

RTE bir talimat da Tarım Kredi Kooperatiflerine verdi. Fiyatları düşürerek piyasayı düzeltecekmiş.

İş bu kadar kolaydı da ne bekledi?.. (AS: Hani fiyatları Allah belirliyordu? RTE Allah mı ??!!)

İMAM

Burhaniye’nin İmam Hatip kökenli kaymakamı İlyas Memiş, İlim Yayma Cemiyeti’nin yakınması üzerine, onlarca sanatçının katılacağı Zeytinli Rock Festivali’ni iptal etti.

İmamdan kaymakam Memiş, iyi … etmiş?

MAFYA

Vatan Partisi, Veryansın TV’yi Mafya lideri Sedat Peker’in savunuculuğu ile suçladı.

  1. Sedat Peker’le kanka pozunu Veryansıncılar mı verdi, VP’li gençler mi?
  2. Mafya kankası Mehmet Ağar’a Veryansıcılar mı kefil oldu, Perinçek mi?
  3. Ağar’ın ve Cumhur İttifakı’nın kankası Çakıcı’nın yanına geçince mi Sedat Peker’in kim olduğunu anımsadılar?
  4. “Akım” derken ne dediklerinin ayırdındalar mı?..

REZALET

MEB‘in sözleşmeli öğretmen alımı için yaptığı mülakat sürerken sonuçlar açıklandı.

Polis Amirleri Eğitim Merkezi 7. Dönem sorularının 18 adedinin önceden yayınlandığı ileri sürüldü.

  1. Sınav güvenliğine inancı sıfırladılar.
  2. Sınavların, özellikle mülakatların formalite için yapıldığı, alınacakların önceden belirlendiği biliniyordu, salakça doğruladılar…

SURİYELİ

Gaziantep Barosu’na kayıtlı Suriyeli avukat Mustafa Bayırlı, Göç İdaresi’ndeki memurlara “kuduz köpek” diye hakaret etti.

Yetmedi, ”İktidara geldiğimizde Kılıçdaroğlu’nu Suriye’ye göndereceğiz” dedi.

Karga mı, yılan mı?..

ÇİFTLİK

Mülkiyeti Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğüne (AOÇ) ait halka açık spor tesisleri ve alanlarıyla halkın yiyecek-içecek gereksiniminin karşılandığı yerler ihaleyle 10 yıllığına kiraya verilecek.

Her şey para için değil.

Orası da babanızın çiftliği değil, Atatürk Orman Çiftliği

MAFYA

Devlet Bahçeli‘yi vatandaşa sorduğu için MHP’li vekillerce tehdit edilen Sokak Kedisi Kanalı’nın muhabiri, kendisine silahlı kişilerce saldırı düzenlendiğini iddia etti.

Devlet-mafya

DOĞRU

RTE, ”Bu ülkenin en önemli sorunu, kutuplaştırıcı siyaset tarzıdır.”

Adam ne yaptığını biliyor…

KÖPEK

TBMM’de muhalefet sıralarına ’Köpek giremez” yazılı afiş göstermesiyle gündem olan eski AKP Antalya Milletvekili Gökçen Enç, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun danışmanlığına getirildi.

Köpeklerle yakından ilgilenir…

Müşfik Kenter şiiri : GÜNAYDIN..

ŞİİR KÖŞESİ…

Sanatçı Müşfik Kenter'in ölümünün 6'ncı yılı

 

 

 

 

G Ü N A Y D I N

Üzülüyorsun,
takma diyorlar.

Kızıyorsun,
değmez diyorlar.

Boşveriyorsun;
gamsız diyorlar.

Susuyorsun,
iki çift laf et diyorlar.

Konuşuyorsun,
muhatap olma diyorlar.

Çekip gidiyorsun, mücadele et diyorlar.

Alttan alıyorsun,
tepene çıkardın diyorlar.

Bağırıyorsun,
sakin ol diyorlar.

Aklı başında davranıyorsun,
bu kadar uslu olunmaz diyorlar.

Dikine gidiyorsun, yaşına başına yakışmaz diyorlar.

Ölünce ne diyecekler?

Muhtemelen;
Ölüm sana yakışmadı.

Normal tabii,
dirimizi beğenmediler ki ölümüzü beğensinler..

Müşfik KENTER
(1932 & 15.08.2012)

CEZAEVİNDEKİ ASKER AİLELERİNDEN AYM ÖNÜNDE BASIN AÇIKLAMASI ve ÇAĞRI

KAMUOYUNA

Çok Değerli Katılımcılar;

Öncelikle çağrımıza uyarak burada toplanan herkese tek tek şükranlarımızı ve minnetimizi belirterek sözlerimize başlıyorum.

Bizler, kamuoyunda 28 Şubat davası olarak bilinen bir kumpas davada yargılanarak müebbet hapis cezası alan ve F tipi cezaevlerinde tam 1’nci yıllarını dolduran, yaşları 74 ile 90 arasında değişen 13 askerin eşleri, çocukları, yakınları, silah arkadaşları, dostlarıyız.

Ancak hepimiz her şeyden önce ADALET ARAYIŞÇILARIYIZ!

Eşlerimiz, babalarımız, silah arkadaşlarımız olan bu insanlar yıllarca bu devlette Ordu Komutanlıkları, Kuvvet Komutanlıkları gibi en üst düzeyde görev yaptılar. Ettikleri yemine bağlı kalarak devlet, millet ve Türk Silahlı Kuvvetleri için gecelerini gündüzlerine katarak bir ömür hizmet ettiler; Türk Milletinin onurunu, askerliğin namusunu, Türk sancağının şanını canlarından aziz bildiler, Cumhuriyet ve vazife uğruna ettikleri yeminden taviz vermediler. Öyle ki, görevleri ailelerinden bile öncelikliydi; eşleri gerektiğinde aylarca bu komutanları göremedi, çocuklarını neredeyse babasız büyüttü.

Bundan hiç yüksünmedik. Eşlerimizi seçerken askerliğin bir fedakârlık mesleği olduğunu ve bizlerin de birer asker eşi olarak türlü güçlüklere aynı fedakârlıkla göğüs germek durumunda olduğumuzun bilinci içindeydik.

Eşlerimiz kutsal saydıkları üniformayı çıkarıp emekli olduklarında, artık torun sevme döneminde iken, eski başbakanlardan merhum Erbakan’ın vefatı beklendikten sonra, birdenbire, her nasılsa birilerinin aklına 28 Şubat‘ın bir “askerî darbe” olduğu geliverdi. Savcı kılıklı FETÖ üyesi bir şahıs, tıpkı Atabeyler, Ergenekon, Malatya – Zirve, Balyoz, Kozmik Oda, İstanbul ve İzmir Askerî Casusluk, Oda Tv, Fenerbahçe – Şike ve benzeri bir dizi davanın birebir kopyası ve son halkası olarak “28 Şubat Davası”nı başlattı. 76’sı tutuklu 103 kişi bu davanın sanığı yapıldı. Yaklaşık 5 yıl süren mahkeme sürecinde akıl almaz hukuksuzluklar, usulsüzlükler yaşandı, sırf sanıkları suçlu çıkarabilmek için üretilmiş, tahrif edilmiş sahte belgeler kullanıldı. Avukatlarımızın o süreçte bütün o hukuksuzlukları, usulsüzlükleri, sahte belgeleri, toplanmayan gerçek delilleri, dinlenmeyen tanıkları, göz ardı edilen bilirkişi raporlarını tek tek somut belgelerle ortaya koymalarına ve bu davanın bir FETÖ kumpası olduğunu kuşkuya yer olmayacak biçimde kanıtlamalarına rağmen tüm gerçeklerin üstü örtüldü, görmezden – duymazdan gelindi ve 14 kişiye ceza verildi. Sonuçta eşlerimiz, babalarımız 19 Ağustos 2021 tarihinde demir parmaklıklar ardına kondu.

  • İşte 4 gün sonra tam 1 yıl bitmiş olacak.

Mahkeme sürecinde ısrarla altını çizdiğimiz bir durumu şimdi kamuoyunun huzurunda bir kez daha vurguluyoruz:

28 Şubat Davası – tıpkı diğerleri gibi – bir FETÖ kumpasıdır! Soruşturmayı başlatan ve davanın iddianamesini yazan savcılar, ilk tutuklamaları yapan ve mahkeme sürecinde yer alan bir kısım hâkimler, soruşturma sürecinde savcılara sözde belge temin eden şahıslar, temin edilen belgeler hakkında “güvenilir” raporu veren TÜBİTAK görevlileri, savcıya Genelkurmay’dan belge ulaştıran askerî personel, yani kısaca bu davaya “eli değen” herkes bir şekilde FETÖ bağlantılı çıktı. Bugün o şahısların bir kısmı FETÖ üyeliği, bir kısmı da 15 Temmuz’daki rolleri nedeniyle halen ağırlaştırılmış mübbet hapis cezalarıyla cezaevlerinde, bir kısmı ise yurt dışında firarî (kaçak) durumdadır.

Bütün bu gerçeklere rağmen dava inatla sürdürüldü ve sayılan tüm hukuksuzluklar Yargıtay’a kadar sıralı mahkemelerce hep göz ardı edildi.

Yargı sürecinde, bu ülkede adalet olduğu inancımızı hep muhafaza ettik, ama hep hayal kırıklığına uğradık. 28 Şubat’ın darbe ile ilgisi olmadığını,

  • “İddianame”nin sırf sanıkları suçlu çıkarmak üzere kin, nefret ve husumetle hazırlanmış bir kumpas çalışması olduğunu

ve TSK mensuplarına yönelik bütün diğer kumpas davalardakilere çok benzer sahteliklerle kurgulandığını, dolayısıyla her halükârda yargıçların bu hukuk rezaletlerini göreceklerini sandık. Ancak yanıldık. Başlangıçta da söylüyorduk, ama bugün artık bu davanın bir siyasi dava olduğuna, yargının siyaset eliyle bir intikam aracı olarak kullanıldığına tereddüdümüz kalmadı.

Yüce Türk Milleti ve Değerli Katılanlar;

Herkes şunu biliyor: Merhum Erbakan yaşadığı müddetçe hiçbir zaman bir askerî darbe ile devrildiğini söylememiş, darbeyi ima dahi etmemiştir. Aynı şekilde, devam eden yargılamalar sırasında tanık olarak gelip dinlenen hiçbir hükûmet yetkilisi o süreçte baskı, cebir ve şiddete maruz kaldıklarına ilişkin tek bir söz etmemiş, aksine cebir ve şiddeti reddetmişlerdir. Bu gerçeklere rağmen şu anda yaşları 74 ile 90 arasında olan 13 insan Erbakan Hükûmetini devirdikleri gerekçesiyle demir parmaklıklar ardında ömür tüketiyor.

  • Ülkenin rejimini kendi ideolojik algılarına göre şekillendirmek isteyen çevreler 28 Şubat sürecini topluma bir “askerî darbe” olarak empoze etmekte ve bunun propagandası üzerinden siyasî rant elde etmeyi hedeflemektedirler.

Yaş ortalaması 80’in üzerinde olan ve her biri ayrı sağlık sorunu yaşayan insanların kumpaslarla cezaevinde olması öncelikle yaşam hakkının ihlalidir.

  • Bizler tam 1 yıldır Anayasa Mahkemesi’nin bu dosyayı ele almasını bekliyoruz.

Uluslararası ceza normlarına göre de sanıkların yaşları nedeniyle bu davaya ilişkin itirazların bir an önce ele alınması gerekmektedir. Ancak anlaşılan o ki, içerideki insanların ölmeleri ya da en azından kendini ve çevresini tanıyamayacak kadar kötürüm olmaları beklenmektedir.

Bizler buraya AYM’nin lehimize bir karar vermesini sağlamak için toplanmadık. Talebimiz, AYM’nin bir an önce hak ihlali konusundaki bireysel başvurularımıza bir yanıt vermesi ve dosyayı ele almasıdır. Zaten inanıyoruz ki, dosyayı açtıklarında, hukuk tarihimize kara bir leke olarak geçeceğinden kuşku duymadığımız 28 Şubat Davasındaki bütün hukuk garabetlerini görecek ve verilen kararlara kendileri de şaşıracaklardır. (Tabii eğer görmek isterlerse…)

  • Son söz olarak; bizler ölümlere doğru giden haksız bir infaz sürecini kamuoyuyla paylaşmak üzere burada toplandık.

Bu sesin duyulmasına verdiğiniz katkı nedeniyle hepinize tekrar minnet ve şükranlarımızı sunuyor,

  • Anayasa Mahkemesi’nin de bu sese kulak verip bir an önce gereğini yapmasını diliyoruz.

Kamuoyuna saygılarımızla duyururuz. 15 Ağustos 2022, Ankara

CEZAEVİNDEKİ ASKER AİLELERİ

========================================================
Dostlar, 

Oradaydık. AYM (Anayasa mahkemesi) önünde idik, Ahlatlıbel Parkı içinde.
Birkaçyüz kişi rahatlıkla vardık.
Bir hanımefendi yukarıdaki basın açıklamasını acılı ses tonuyla, megafonsuz okudu.
Ağırbaşlılıkla ve hiç slogan atmadan, ajitasyona başvurmadan.
Bitiminde çokça ve uzun süre alkışlandı. Az sayıda gazeteci ve kamera vardı.
Akşam hangi TV’lerin bu eyleme yer vereceklerini göreceğiz.

Evet, bir kör intikam uğruna, göz göre göre 14 yüksek rütbeli subay ağırlaştırılmış yaşamboyu (müebbet) hapis cezasına çarptırıldı ve 1 yıldır tek başlarına hücrelerde tutulmaktalar.
E. Org. Çevik Bir, ileri derecede demans tanısı ile Adli Tıp Kurumu raporuyla salıverildi. 13 yüksek rütbeli ve yaşlı komutan, değişik sağlık sorunları ile yaşama tutunarak hapiste.

Ülkemizdeki dinci iktidar, yargıyı da emellerine alet ederek böylesine acımasız bir terörü uygulamakta, yandaş olmayanlarına kendince ölçüsüz gözdağı vermekte. Bu zulüm, bir taşla birkaç kuş vurmaya tipik örneklerden. Kurban seçilen komutanların adları ve yaşları aşağıda.

Oysa İslamiyet’te Müslüman kin tutmaz, nefret ve intikam gütmez. Kuran’da en sık yinelenen Tanrı nitemi (sıfatı) “rahman ve rahim” dir.. Esirgeyen ve bağışlayan. Tanrının çoook yüksek ölçüde esirgeyen ve bağışlayan olduğu sıklıkla vurgulanır. Bizim müslümanlarımız neden böyle değil de tam zıddı??

Yanıt : SİYASAL İSLAM!

“Siyasal İslam” bir din değildir. Tam da tersine, düpedüz, İslam dininin açıkça ve alçakça siyasete alet edilmesi ve emperyalizmin güdümününe verilmesidir. Siyasal İslamcı, kendisini maşa gibi sunarak emperyalistlerce iktidara getirilir ve orada kullanılır. Makam, ün, güç, para.. ise suç işletilerek de olsa ödülleridir ve tanrıları gerçekte bunlardır. Yapıp ettiklerine kılıf uydurmak da (psikolojik rasyonalizasyon) çok kolaydır :

  • Burası dar-ül harp ülkesi!

Bu ülkede her şeyyyy ama herrrrrrr şeyyyyyy sınırsız olarak “mübah” tır siyasal islamcıya!

13-14 generalin başına getirilen de bir CIA operasyonudur ve maşası havuç – sopa politikası ile güdülen iktidardır. Bu komutanlar görevde iken siyasal islamcı Erbakan iktidarıCIA işbirliğini görmüşler ve halkı uyarma görevini yerine getirmişlerdir. Önerileri MGK’da kabul edilmiş ve Başbakan Erbakan imzasıyla uygulamaya konmuştur. Yukarıdaki basın açıklamasında da vurgulandığı üzere, Erbakan ve Koalisyon ortakları, Bakanlar, 28 Şubat 1997 Kararları ile kendilerine dönük herhangi bir baskıdan söz etmemişlerdir. Hatta tersine, bir baskı görmediklerini açıklamışlardır.

Durum böyle iken kraldan çok kralcı davranma, ancak CIA dayatmasıyla bu komutanlardan intikam almak operasyonudur ve AKP iktidarı bunun aracıdır; yargı da ne yazık ki iktidarın.

  • Bu tablo insanlık tarihi açısından bir yüz karası ve utanç vericidir.

AYM’ye gelene dek Yargıtay dahil, mahkemeler adaletin gür sesini haykıramamışlardır.. Şimdi sıra AYM’dedir. Dosya 1 yıldır, bireysel başvuru olarak yüksek mahkemenin önündedir. Yüksek mahkemenin ülkemizin içine sürüklendiği bu “maküs talihi” durduracak adil bir kararı gecikmeden vermesini dilemek bir insan, aydın ve yurttaş olarak doğal hakkımızdır.

Öte yandan, geç kalan adaletin adalet sayılamayacağını da hepimiz biliyoruz. Komutanların Bireysel başvurularının öncelikle ve ivedilikle görüşülmesi için nesnel koşullar vardır :

– Bu dava çok sanıklıdır..
– Hükümlüler hapiste, hücrededir.
– İleri yaştadırlar… 74-90 yaş arası..
– Eşlik eden ciddi sağlık sorunları vardır ve bu sorunlar İnfaz Yasası uyarınca cezanın hapishanede infazına engel olacak niteliktedir.
– Mevzuat seçenek infaz rejimlerine elvermektedir..

Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih 5275 sayılı bu yasanın (CEZA ve GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA YASA) md. 16/2’de, sanığın hastalığı nedeniyle izlenecek yol şöyledir:

“… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa, cezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”

Geçmişte E. Org. E. Saygın vd. bu bağlamda salıverildi (Şubat 2013). Son örnek E. Org. Çevik Bir.. Anılan yasanın 16/3 maddesi ise yönteme ilişkin :

  • “Yukarıdaki fıkralarda belirtilen ‘geri bırakma kararı, Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam donanımlı hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adli Tıp Kurumu’nca onaylanan rapor üzerine infazın yapıldığı yerin Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir.”

***
AYM sıradan bir mahkeme değildir. 6216 Sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’a ek olarak görev ve yetkileri, kuruluşu, işleyiş ve karar alma yöntemleri ayrıntılı olarak Anayasada doğrudan 8 madde ile (146-153) düzenlenmiştir. Yüksek mahkemenin kararları net olarak bağlayıcıdır :

  • Anayasa md. 138/son : Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.
  • Anayasa md. 153/son : Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.

AYM’nin vereceği bir “hak ihlali” kararı, derece mahkemesi olan ilgili ağır ceza mahkemelerince değerlendirilecek ve bu yönde karar alınarak en azından yargılamanın yenilenmesi ve tutuksuz yargılama kararı verilebilecektir.

  • İstenen de şimdilik, özde budur ve bu hukuksal koruma önlemi ivedidir, acildir.

1 yıldır hapiste tutulan ileri yaştaki ve ciddi sağlık sorunları ile boğuşan komutanların, gerekli güvenlik önlemlerine de TCK md. 53 uyarınca hükmedilebilir. Örn. yurt dışına çıkma yasağı, polis merkezinde günlük / haftalık imza vb. hatta hala gerek varsa elektronik kelepçe..

Toplantı ve basın açıklaması, Anayasa md. 138/2 uyarınca “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” hükmüne saygılıdır. İstenen, “bir an önce” bir karara varılması, bekleme sürecinin daha çok uza(tıl)mamasıdır.

Bu bağlamda tek ölçüt acaba AYM’ye başvuru sırası mıdır?

Hayır değildir, bu “mekanik” ve “katı” bir biçimsel eşitlik anlayışıdır (equality) ve doğrudan eşitsizlik bile doğurabilir!

Dinamik eşitlik anlayışı hakkaniyet (equity) temellidir ve “herkese hak etiğini vermeyi” içerir kadim Aristoteles‘ten bu yana..

Öte yandan eşitlik; yatay düzlemde eşitlere eşit davranmayı içerdiği gibi, dikey bağlamda eşit olmayanlara eşit davranmamayı da gerektirir. 13 komutan tam da bu son duruma uygun koşullardadır. AYM’nin bilge yüksek yargıçları kuşkusuz tüm bu hususları gereğince irdeleyecektir. Salt ama salt, hukukun gereği olan yüce adalet ülküsünü yerine getirme amaçlı davranacaklardır.

Bu eylem ve yazdıklarımız, demokratik bir toplumda hiç kuşku yok ifade özgürlüğü kapsamındadır. AYM de kararlarında eleştiriye açık olduğunu hep belirtmektedir. Yukarıda anılan Anayasa hükümleri hiç kuşku yok, AYM’yi mutlak dokunulmaz kılmıyor.
***
Öte yandan, AYM “daha fazla” gecikirse, bireysel başvuru sahipleri iç hukuk yollarını tüketmiş sayılabileceklerdir. AİHM’nin bu yönde kararları vardır. AİHS gereği AİHM’ne gidebilmek için iç hukuk yollarının tüketilmesi istenmektedir. Ne var ki; gereğinden çok uzayan, makul sürede sonlanmayacağı anlaşılan iç hukuk yolları söz konusu olduğunda, AİHM, bu hukuksal koşulun yerine geldiği varsayımı ile kendisine yapılan hak ihlali başvurularını kabul etmektedir.

13 komutanın yasal temsilcileri, “makul bir süre” (ne denli?? belki 1-2 ay..) daha bekleyerek, iç hukuk yollarının tıkandığını, tüketilmesinin fiilen olanaksızlaştığını, adil ve hızlı yargılanma hakkının da ihlal edildiğini, hükümlülerin ileri yaşta ve ciddi sağlık sorunları nedeniyle, hapis cezasının infazının sürdürülmesi durumunda YAŞAM HAKLARININ DA AÇIKÇA İHLAL EDİLECEĞİNİ, telafisi olanaksız sonuçların ortaya çıkmasının açık ve yakın bir tehlike ve tehdit olduğunu… savlayarak doğrudan ve hemen AİHM’ne başvurabilirler, başvurmalıdırlar.

Toplantı alanında kameralara kısa bir demeç verdik. Bize ulaşan kısa kayıt aşağıda :

Sevgi ve saygı ile. 15 Ağustos 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi-Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

Tarikatların güdümünde iktidar…

Erdal Atabek
Erdal Atabek

erdalatak@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Burhaniye Zeytinli Rock Festivali kaymakamlık eliyle yasaklandı.

Belediyelerin şenlikleri “kadın şarkıcılar” bahanesiyle yasaklanıyor.

Son yıllarda ortaya çıkan bu “sistemli yasaklamalar” ne anlama geliyor?

Yıllardır yapılan bu şenlikler, festivaller neden bu dönemde sakıncalı oldular?

  • Nedeni, artık iktidarın tarikatların güdümüne girmesidir.

Tarikatlar, cemaatler bu konularda yıllardır karşı çıkıyorlardı.

Ama AKP iktidarı ve Erdoğan, tarikatlar ve cemaatlerle içli dışlı olmasına karşın güdümüne girmeye direniyordu.

Özellikle Erdoğan iktidarını paylaşmaz.

İktidarın gücü Erdoğan’ın varoluş nedenidir.

Onun için “iktidar gücü” devredilebilir bir emanet değil, bırakılması felaket olan bir ganimettir.

Ancak son yıllarda, özellikle ekonominin çıkmaza girmesiyle arkasındaki desteğin zayıflaması AKP yönetiminin ve Erdoğan’ın tarikatlara, cemaatlere yaslanmasına neden oldu.

Toplumun desteği azaldıkça iktidar tarikat ve cemaatlere daha çok yaslandı, sonra da güdümüne girdi.

Bu yeni durum, Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasıyla işaretini verdi.

TARİKAT-CEMAATLERİN GÜCÜ

Tarikat ve cemaatlerin gücü, iktidarda olanın gücüyle ters orantılıdır.

Osmanlılar dönemi de böyledir. Osmanlı sultanının güçlü olduğu zamanlarda dinsel cephe geride durur. Sultanın gücü zayıfladıkça öne çıkar ve harekete geçerler.

III. Selim, II. Mahmut, Abdülmecit dönemlerinde bu çatışma yaşanmıştır.

Cumhuriyet döneminde çalışmaları yasaklanan tarikatlar ve cemaatler, yeraltına girerek fırsat kollamışlardır. Bu fırsat 1950 yılında Demokrat Parti iktidarıyla ellerine geçmiştir.

Celal Bayar-Adnan Menderes’in Demokrat Partisi döneminde de Süleyman Demirel’in Adalet Partisi döneminde de tarikatlarla, cemaatlerle sıcak ilişkiler kurulmuş ancak iktidara ortak olmalarına izin verilmemiştir.

AKP iktidarında, 2002 yılından beri, siyasal iktidar, tarikat ve cemaatlerle iç içe çalıştıkları izlenimini vermiştir.

Her tarikat, her cemaat iktidarın içinde olmaya, iktidar gücünden pay almaya çalışmıştır.

Bunların içinde en sistemli çalışan Fethullah Gülen cemaati olmuş, iktidar ortağı olarak her alana yayılmıştır. Ordu, yargı, yürütme, eğitim alanları onların denetimine geçmiş, yıllarca iktidardan yararlanmışlardır.

Ancak, FETÖ “iktidar olma” zamanının geldiği kanısıyla harekete geçtiği zaman özellikle Erdoğan tarafından yenilgiye uğratılmışlardır.

FETÖ’den boşalan yerlere öteki tarikatların ve cemaatlerin yerleşmesi uzun sürmemiştir.

Ancak Erdoğan, son yıllara kadar kendi gücüne güvenmiş, onların iktidarı gütme niyetlerine izin vermemiştir.

AKP İKTİDARI ZAYIFLAYINCA

İşte, AKP’nin arkasındaki güvenilir destek azalınca kaybedilen güç tarikatlarla cemaatlerde aranır olmuştur.

Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması,

medreselerin açılması ve bakanlık denetimi dışına çıkılması,

küçük çocuklara din eğitimi verilmesi,

her kademe okullarında din derslerinin zorunlu olması

müzikli eğlencelerin yasaklanması,

üniversitelerin iktidarın denetimine sokulması.

her alanda fetvaların geçerli kılınması…

Bu değişim artık iktidarın tarikat ve cemaatlerin güdümüne girmesinin işaretleridir.

Şimdi sıra “şeriat uygulamaları” ve “hilafetin geri getirilmesi” taleplerine gelmiştir.

Bunlar olabilir mi?

Laik Cumhuriyet yerine şeriata dayalı İslam devleti kurulabilir mi?

Son dönemeç yoktur!

Tarihte “son dönemeç” yoktur.

Tarihte “yengiler” ve “yenilgiler” vardır.

Laiklik, uygarlık tarihinde yıllar süren din ve mezheplerin kanlı çatışmalarının sonunda uygarlığın vardığı bir eşiktir.

“Laiklik eşiği”, barışçı ortak yaşamın, özgür akılla yönetilen dünya yaşamının simgesidir.

Bu eşiğin altı olan “dogmatik yaşam”, din ve mezheplerin kanlı savaşlarının, bitmeyen kinlerin, dogmaların intikamcı baskılarının simgesidir.

Laik Türkiye ve laik dünya, kendisini yok edecek güçleri tanır, bilir ve onlara geçit vermez.

AKP yönetimi ve Erdoğan da elbette gerçekleri görerek ve bilerek “iktidar emanetini” seçimle devredecektir.

  • Atatürk Cumhuriyeti bu demokrasi sınavını da başarıyla verecek güvenle uygarlık yolunda yürüyecektir…

‘Laiklik olmadan demokrasi olmaz’

Prof. Dr. NECDET ADABAĞ* │ UTEF 2018 | Uluslararası Trabzon Edebiyat Festivali-UTEF
PROF. DR. NECDET ADABAĞ

DTCF Eski Dekanı
13 Ağustos 2022 Cumhuriyet

  • Evet, en çok bir yıl sonra. 20 yıldan, dahası, 1950’den ve daha da kötüsü 12 Eylül’den sonra ilk kez yeniden ülkemiz laik ve demokratik bir anlayışla çağdaş dünyaya kapılarını açacaktır.

Umarım. Özellikle laik dünyaya… İlhan Selçuk, “Laiklik olmadan demokrasi olmaz” demişti.

Dini yozlaştırmadan kendi değerleri içinde yorumlamak ve hiçbir şeye peş keş çekmemek anlamını taşır laiklik.

Machiavelli’nin dediği gibi, siyasanın dinden bağımsızlığıdır.

Giordano Bruno bunun için yakıldı;

Tommaso Campanella bunun için yirmi beş yıl zindanlarda süründü.

Engizisyon, Aydınlanmacı düşünürleri yargılamak için kuruldu.

Galileo Galilei bunun için kendini yadsımak zorunda kaldı ama bilimin bağımsızlığını sağladı.

  • Batı dünyası bilimin ve siyasanın bağımsızlığı üzerine kuruludur.

HER ZAMAN GEREKLİ

Günceldeki siyasacılar Avrupa Birliği’ne gireceklerini söyledikleri zaman hiç inandırıcı gelmemişti. Avrupalılar, Müslüman demokratları destekleyeceğiz demişlerdi. “Bizde Hıristiyan demokratlar, sizde Müslüman demokratlar olacak” demişlerdi. Hıristiyan demokratlar yerlerinde dururken bizde siyasal İslamcılar türedi.

  • Laik Türkiye’yi çok daha arar olduk.

12 Eylül 1980 darbesinden önce ülkemiz dünyanın en laik ülkesiydi!

Niçin mi? Çünkü bilime ve siyasaya din bulaşmamıştı ya da bulaştırılamamıştı. En azından bu boyutta. Çok iddialı olduğumu biliyorum ama haklıyım. Küçük bir araştırma yapmak ya da çevremizdeki siyaset kurumlarına, üniversitelere ve camilerde söylenenlere, toplumumuzun yaşam biçimine bakmak yeterlidir. Bu değerlendirmeyi yapmayı sevgili halkıma bırakıyorum özellikle bugünlerde, bir parça ekmek peşinde koşan halkıma. Hem peşinde koşsunlar ekmeğin hem de niçin bu durumlara düştüklerini düşünsünler, ki artık zamanı gelmiş geçmiştir.

  • Laik bir anlayışa, yaşam biçimine toplumların her zaman gereksinimi vardır.

KARAR SİZİN

Laiklik halkımız için bir anlam taşımayabilir (keşke taşısaydı) ama bu yoksulluğun, yolsuzluğun, açlığın, sefaletin gerisinde laiksizliğin, laik olamamanın, laik olmayan bir ülkede yaşamak zorunda bırakılmış olmanın çokça payı vardır.

Çünkü laik olmayınca demokrat olamamanın sıkıntısı içinde hak, hukuk, adaletten uzak, dahası yoksun kalınmıştır.

  • Hak, hukuk, adaletin yokluğu hakça paylaşımı ortadan kaldırmış, açlık, yoksulluk, esensizlik, fukaralığı getirmiş, varsıl daha varsıl, yoksul daha yoksul olmuştur.

Ağalar, beyler, çapulcular, hırsızlar ülkesi olmaktan geri kalmamıştır zavallı ülkem.

2005 yılında gazetemiz Cumhuriyet’te laiklikle ilgili yazdığım yazıdan bir alıntı yapmak istiyorum. Yazının başlığı “Ben laik miyim?”di. Şunu yazmıştım:

  • Ulu Önder’in ardından uygulanan karşıdevrimci, popülist siyasalar ve tarikatlara hoş görünmek sevdasındaki yaklaşımlar, bizi bugün laikliği tartışma aşamasına getirmiştir”.

Bu yazı, yitirilen bir seçim sonrası yazılmıştı. Şimdiki bir seçim öncesi yazılmış bir yazı oldu. Karar sizin ey halkım!

TÜRKİYE’DE ALEVİLİĞİN ANAYASAL ve EVRENSEL HUKUKSAL DAYANAKLARI 

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaşlar bana,

  • Hocam Alevilerin tarihsel ve kadim inanç ve ibadet merkezi olan cemevleri yasal olarak neden tıpkı camiler, kiliseler, sinagoglar… vb. dinsel mekânlar gibi İBADETHANE konumunda kabul edilmiyor? Bu durum günümüzdeki temel insan hakları, din ve vicdan özgürlüğü ve demokrasi anlayışına sığar mı??

diye soruyorlar.

Hemen peşinen belirtmek gerekir ki, Anayasamız devletimizi laiklik üzerine bina ettiğine göre, ne ulusal ve ne de evrensel hukukta, cemevlerinin tıpkı öbür ibadethaneler (AS: tapınçevi) gibi, resmi ibadethane konumuna alınmasının önünde temelde hiçbir hukuksal engel yoktur. Kanımca engel sosyolojik açıdan ideolojik ve siyasaldır. Genelde oy ve iktidar olma kaygısı ile Sünni çoğunluğun varlığını dikate alarak, Alevilerin hukukunun görmezden gelinmesidir. Kaldı ki, hukuksal kimi düzenlemeler gerektirse bile iktidardaki siyasal erk yasa yapma gücüne ve yeterliğine sahip olduğu için, bu iç hukuk engellerini kolayca aşabilir…

ÖNCE ANAYASAL TEMELLERE BAKALIM

Yürürlükteki Anayasamızın konumuzla ilgili maddelerini yazalım <.

Madde 2- Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Madde 10- Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet,siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiç bir kimseye, aileye, zümreye ve ya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
DEVLET ORGANLARİ VE İDARE MAKAMLARI BÜTÜN İŞLEMLERİNDE KANUN ÖNÜNDE EŞİTLİK İLKESİNE GÖRE HAREKET ETMEK ZORUNDADIR.

Madde 24- Herkes vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.

Madde 66- Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.

Madde 72- Vatan hizmeti her Türkün hakkı ve ödevidir.

Madde 73- Herkes kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücücüne göre vergi ödemekle mükelleftir.

Madde 90- Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.
Usulüne uygun yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin MİLLETLERARASI ANLAŞMALARLA KANUNLARIN AYNI KONUDA FARKLI HÜKÜMLER İÇERMESİ NEDENİYLE ÇIKABİLECEK UYUŞMAZLIKLARDA MİLLETLERARASI ANLAŞMA HÜKÜMLERİ UYGULANIR.

Madde 138- Yasama, yürütme organları ile İDARE MAHKEME KARARLARINA UYMAK ZORUNDADIR.
Bu organlar ve İDARE; MAHKEME KARARLARINI HİÇ BİR SURETTE DEĞİŞTİREMEZ VE BUNLARIN YERİNE GETİRİLMESİNİ GECİKTİREMEZ…
***
Eğer Türkiye’yi yöneten siyasal iktidarlar, başta laiklikle doğrudan ilgili madde (m.24) olmak üzere, kendi anayasasının temel buyurucu kurallarına (amir hükümlerine) uysalardı, Alevilerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmelerine gerek yoktu. Zaten AİHM de yürürlükteki anayasal düzenimizi inceleyerek bir karar vermiştir.

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİNDE  AİHM) DURUM NASIL?

Türkiye Cumhuriyeti kendi özgür istenci ile AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNİ imzalamış ve hak ihlaline uğrayan kendi yuttaşlarının AİHM’ne gitmelerini kabul etmiş ve AİHM kararlarının KENDİ İÇ HUKUKUNDAN DAHA ÜSTÜN OLDUĞUNU VE AİHM kararlarına uymayı kabul etmiştir.

AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNİN İLGİLİ MADDELERİ…

  • Madde 9- Herkes düşünce, din ve vicdan özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din ve inanç değiştirme özgürlüğü ile, tek başına ya da topluca açıkça ya da özel tarzda İBADET, ÖĞRETİM, UYGULAMA VE AYİN YAPMAK SURETİYLE DİNİNİ VE İNANCINI AÇIKLAMA ÖZGÜRLÜĞÜNE SAHİPTİR.
  • Madde 44 – Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairenin kararları KESİNDİR.

Alevilerin başvuruları ile ilgili olarak,
AİHM Büyük Dairenin (son ve kesin karar veren üst mahkeme) verdiği kararlar çok özetle şöyledir :

  • Laik devlet tüm inanç kümelerine eşit uzaklıkta olmak ve
    her inanç kümesine eşit haklar vermek zorundadır.

1- Yürürlükteki Anayasamıza göre, Aleviler temel insan hakları, din ve vicdan özgürlüğü bakımından HAK İHLALİNE UĞRAMIŞLARDIR. Bu durumun düzeltilmesi gerekir.

2- Devlet Alevilerin inancını tanımlayamaz, onlara inanç ve ibadet yeri belirleyemez. Bu hak Alevilere aittir. Yani Alevilik diye bir inanç vardır ve bu inanç sahiplerinin ibadethanesi de (tapınçevi) Alevilerce belirlenen Cemevleridir.

3- Alevilere, Alevi çocuklarına ZORUNLU DİN DERSİ VERİLMESİ DİN VE VICDAN ÖZGÜRLÜĞÜNE AYKIRIDIR. Ancak Alevilerin de tıpkı Sünnilik öğretimi gibi, kendi çocuklarına Aleviği öğretme hakları vardır. Bu konuda devlet, hukuksal hak eşitliği ilkesi uyarınca gerekeni yapmak zorundadır.

4- Devletin Alevilere, cemevlerine, Alevi inanç önderlerinin yetiştirilmesi ve istihdamına sağlayacağı hizmetler, tıpkı öbürr inançlara verilen hizmet gibi, KAMU HİZMETİDİR.
Camilere yapılan, ekonomik, mali, personel (su, elektrik, hizmet insanı) vb. destekler Cemevleri için de yapılmalıdır.

SONUÇ şöyle özetlenebilir :

Alevilerin din ve vicdan özgürlüğü hem yürürlükteki laik anayasal düzen hem de Avrupa hukuku açısından güvence altındadır. Ancak gerçekte ya da uygulamada durum, hukuksal konumun (statükonun) tam tersinedir.

Aleviler askerlikte, vergi ödemede ve her türlü kamusal külfette eşit yurttaştır.
Ancak din ve vicdan özgürlüğünde, kamusal alandaki istihdam politikasında ve kamu hizmetlerinden yararlanma da tarihsel ve güncel olarak sürekli hak çiğnemine (ihlaline) uyramışlardır ve uğramaya devam ediyorlar;

BU DURUMUN EN KISA ZAMANDA DÜZELTİLMESİ GEREKİR..

Son olarak bir noktanın altını daha önemle çizmek gereklidir :

  • Cumhurbaşkanının saldırıya uğrayan Alevi yurttaşlara sahip çıkması ve cemevi ziyaretleri çok olumlu ve zaten olması gereken bir davranıştır.
  • Ancak ziyaret edilen cemevi kutsal düzeninin değiştirilme girişimleri kanımca hiç hiç ama hiç doğru olmamıştır.
  • Cemevine, camilere benzer bir dizayn vermek (tasarım dayatmak) yoz ve hoş olmayan ağır bir saygı ve özen kusurudur. Alevi toplumu bundan çok incinmiştir.

Eğer bu ziyaret bir kiliseye ya da bir sinagoga olsaydı, o kurumların da geleneksel ibadet düzeni yine değiştirilecek miydi? Alevi inancını ve Alevi cemevlerine ait mekân düzeninin hiç değiştirmeden, olduğu gibi, kabul edilmesi zorunlu içtenlik sınavıdır.

Bitirirken bir konuyu daha önemle belirtmek isterim :

Aleviler tarihten bu güne, şimdiye dek kendilerine yapılagelen hak çiğnemlerinin (ihlallerinin) ortadan kalkmasını, yani laik devletin eşit yurttaşı olmak istiyorlar. Kanımca ortada siyasal iktidarların yanlış siyaset anlayışı, adalete sorunlu baķışı ve eşitlikçi olmayan bir kamu yönetimi anlayışı söz konusudur. Geçmişten günümüze Alevilerin yaşadıkları tüm sorunların kaynağı toplum, halk değil; hep siyasal iktidarlar olmuştur! Çoğu zaman halkı kışkırtan ve elim olaylara neden olanlar da kimi cahil din adamları ile kimi çıkarcı siyasetçilerin ve dış çevrelerin (kontrgerilla) işbirliğidir.

DOĞUŞTAN GELEN SOYOLOJİK, İNSANİ FARKLILIKLARA NASIL YAKLAŞALIM?

Doğarken hazır bulduğumuz insansal ve insancıl her türlü farklılıklarımız bize benzemeyenleri yargılamak için değil, duygudaşlık (empati yaparak, hemhal olarak) yaparak onları doğru ANLAMAK içindir. Irk, renk, deri rengi, cinsiyet, dil, din… vb. farklıkları yargılamak o farklılıkları yaratan büyük mimarı yani TANRI’yı ya da inancına göre doğal ontolojik düzeni, YARGILAMAK anlamına gelir.

Daha başka bir biçimde söylemek gerekirse; ırkçılık, cinsiyetçilik, dil, din… vb. ayrımcılıklar doğrudan Tanrı’ya karşı da SUÇ İŞLEMEK demektir. Bu temel ontolojik nedenlerden dolayı, her türlü ırkçı, ayrımcı, bölücü yaklaşımlar hem ilahi anlayışla bağdaşmaz ve hem de insanlık suçudur. Ayrıca ahlak ve doğal hukuka da aykırıdır.

Çözüm                         :

  • Siyasal iktidarlarının Alevi toplumuna bakış açılarının demokratik, laik ve çağdaş bir hukuk devletinin eşitlikçi gereklerine göre kökten değişmesi ile olanaklıdır.
  • Türkiye halkının çoğu aydınları ve toplumun ezici bir kesimi buna hazırdır.
  • Toplum bin yıllık ortak tarihsel kültürden hareketle Alevi – Sünni kardeşliğinin bilincindedir.

Eksik olan içten bir siyasal kararlılıktır.

FLASH HABER TV Programımız – 10 Ağustos 2022

Dostlar,

Güncelleme (13.8.22)                           :

Aşağıdaki program gerçekleşti.. 3 saate yakın..

İzlenmesi, paylaşılması ve gereğinin yapılması dileğiyle..
Lütfen tıklayınız :

https://youtu.be/wrG7wthsPm8
****

Sağlık hakkı ve sağlık politikaları…
Sağlık konusunda yaşanan ve bekleyen nice sorunlar…
Av. Ömer Faruk Eminağaoğlu ile
10 Ağustos 2022 Çarşamba saat 21:00 – 24:00 arasında FLASH HABER TV’de olacağız.

@flashhabertvcom’de yayınlanacak olan Adalet ve Demokrasi programında olacağız.

İzlemek için :

  • #FlashHaberTV
  • http://www.flashhabertv.com/
  • https://twitter.com/eminagaoglu/status/1557370095151759361?t=wsDiEyt9JApGc6Rc_hFutg&s=08-
  • ve youtube

3 saat boyunca işleyeceğimiz konular aşağıda :

Sevgi ve saygı ile.

10 Ağustos 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik    

 

Tarikat ve cemaatler pençesindeki Türkiye

SİYASET11.08.2022, BİRGÜN

Cemaat ve tarikat adı altında hukuk dışı yapılanlar veya Anayasa dışı işlem ve eylemleri alışkanlık haline getiren anayasal kuruluşlar, “kişi+parti+devlet” birleşmesi sürecinde daha görünür oldu ve azgınlaştı.

•FETÖ’den İsmailağa cemaatine uzanan yasa ve ‘kayıt dışı’ (C. Çiçek) örgütlenmeler
•Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) gibi kurumların Anayasa dışı işlem ve eylemleri
•Devleti temsil yetkisi ile donatılan makamların dini siyasete alet etmesi
Din istismarı kamu yönetimini çökertti. KPSS hırsızlığı ile iki haftadır bir kez daha çalkanan Türkiye, “Cemaatler pençesi”ni kırabilecek mi?
•ÖSYM başkanlığına atanan profesörün ilk işi, ”cemaat başına övgüler dizen” iletisini silmek olmuş.

DİN İSTİSMARI

Din ve vicdan özgürlüğünü güvenceleyen md.24, sınırlama ve yasaklama kurallarını da koyuyor. “Kötüye kullanma” yasağı, çok yönlü ve kapsamlı:

  • “Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, din veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz”.

Bu yasağın sürekli çiğnenmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik (dünyevi) niteliğini kemirmekte.

NESNELLİK ve SAYDAMLIK

  • “Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” (md.70) kuralı da, en çok ihlal edilen diğer madde (Any. 70).

Aralarındaki ilişki şöyle: Liyakat ilkesi, din özgürlüğü kötüye kullanılarak zedeleniyor. Bunda, mezhep ve tarikat temelinde hukuk dışı fiili örgütlenmeler olarak cemaatler başköşeyi tutmakta, resmi unvanlı kişiler de araç işlevi görmekte.

KPSS benzeri toplu sınavlar, md. 70’in amacını gerçekleştirme aracı. Bu ise, önceden belirlenmiş kurallar gereği ve saydam bir uygulama ile olur. Tersi durumda, liyakat ilkesi, bir söylemin ötesine geçemez.

Test sınavları nesnel bir biçimde gerçekleştirilse bile, ‘sözlü sınav’, yandaşları kayırma eşiği olarak kullanılıyor. Bu nedenle, mülakat yapılmamalı veya nesnel ve saydam olmalı.

GÜVENLİK ve ARŞİV

Ne var ki, AKP-MHP tarafından oylanan yasalar, yargıç ve savcılardan öğretmenlere, bekçilerden askerlere kadar, nesnellik ve saydamlıktan uzak, Anayasa’ya ve AYM kararına aykırı sözlü sınav düzenlemeleri ile bezeli.

Sınavda başarılı adaylar, kamu görevine giriş için, bu kez, Anayasa’ya aykırı bir biçimde öngörülen ve uygulanan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması (GS-AA) engelini de geçmek zorunda.

Bunda da belirleyici ölçüt, siyasal saik oldu ve kamu görevine girişin ayrıksız koşulu “liyakat ilkesi” hiçe sayılarak, Anayasa’ya aykırı olan GS-AA Yasası (7315 sy.), TBMM’ye karşı, AKP-MHP ‘darbesi’ yoluyla oylatıldı.

LİYAKAT DEĞİL, TARİKAT

AKP iktidarında FETÖ ortaklığı ile merkezi sınavlara ilişkin soru çalma, şifreleme gibi birçok iddia gündeme geldiği gibi ortaklık sona erdiğinde bu hususlar yargılama konusu oldu. Fakat bu yöntemle kamuda birçok alanda liyakatsiz atamalar yapıldı.
•Liyakat ve hukuk eksiği, 15 Temmuz darbe girişimine elverişli bir zemin hazırladığı halde AKP, yeni ortaklarıyla benzer zaafları sürdürmekte.
KPSS skandalı sonucu görevden alınan ÖSYM başkanı için, MHP’nin referansının; yeni atamada ise, liyakat ve bilim yerine, bir cemaatin etkili olduğu ileri sürülmekte.
Kamuda genel çürümüşlük, son yirmi yılın ürünü.

HUKUKA DÖNÜŞ İÇİN

Dini, sahtekarlık ve hırsızlıkları örtbas etme aracı olarak kullanmaktan çıkarmak,
Türkiye’yi cemaat ve tarikat pençelerinden kurtarmak,
•DİB gibi resmi kuruluşları, anayasal amaçlarına yönlendirmek,
•“Kişi+parti+devlet” birleşmesi yerine, yasama/yürütme/yargı ayrılığını sağlamak,
•Kamu yönetiminde liyakat ve hukuku egemen kılmak için,
•Yurttaşlar ve toplum, CHP öncülüğünde kurulan 6’lı masa bileşenlerinden dünyevi hukuk yolunda kararlı adımlarına ivme kazandırmasını bekliyor.

Anayasa Mahkemesi kararı ve basın özgürlüğü

OLAYLARIN ARDINDAKİ GERÇEK

12 Ağustos 2022 Cumhuriyet

Anayasa Mahkemesi, Basın İlan Kurumu’nun (BİK) gazetelere verdiği ilan kesme cezalarıyla ilgili çok önemli bir karar verdi.

Anayasa Mahkemesi’nin kararında BİK’in başta Cumhuriyet gazetesi olmak üzere, Sözcü, BirGün ve Evrensel gazetelerine verdiği ilan kesme cezalarının “hukuka aykırı olduğu” belirtiliyor, siyasal iktidarın “sansür” aracına dönüştürdüğü bu ilan kesme cezaları “basın özgürlüğünün ihlali” olarak değerlendiriliyor. 

Bu karar dün gazetemizde ayrıntılarıyla verilmiştir. 

Anayasa Mahkemesi kararında “BİK’in ilan kesme kararlarında takdir yetkisini aştığını, bu kararların ifade ve basın özgürlüklerine yönelik geniş ve keyfi bir müdahale olduğu da” belirtilmiştir. 

En fazla ceza Cumhuriyet gazetesine verilmişti. (13 haber ve yazı için) Cumhuriyet gazetesi bu hukukdışı cezalar için çok ciddi bir hukuk mücadelesi vermiştir. Bu karar “basın özgürlüğü” adına çok önemli bir gelişmedir. Anayasa Mahkemesi bu kararıyla AKP siyasal iktidarına tarihi bir uyarı yapmıştır.

BİK’İN GÖREVİ

Resmi ilanların adaletli dağıtımını sağlamak için kurulmuş olan BİK, ne yazık ki AKP siyasal iktidarının elinde, muhalefet yapan basın organlarına karşı bir baskı aracına dönüştürülmüştür.

Bu cezalarla hukuka aykırı olarak özellikle ve en başta gazetemiz Cumhuriyet hedef alınıyordu. Ekonomik açıdan bir baskı aracına dönüştürülen bu uygulamaya ve cezalara karşı Cumhuriyet okuyucusu isyan etmiş ve dünyada nadir görülür bir biçimde haftalarca süren bir dayanışma kampanyası yürütmüştür.

ŞAKŞAKÇILAR VE ‘KİFAYETSİZ MUHTERİSLER’

Tarih boyunca siyasi iktidarları en çok onun bilinçsiz şakşakçıları, onun “liyakatsiz” bürokratları zor duruma sokmuşlardır. 

Siyasal iktidarların etrafında toplanan “kifayetsiz muhterisler” (yetersiz hırs sahipleri) tarih boyunca siyasal iktidarlara zarar vermişlerdir.

Eleştirel basına, Cumhuriyet, Sözcü, BirGün ve Evrensel gazetelerine hukuka aykırı cezalar veren AKP zihniyetine bağlı BİK’teki bu bürokratlar işte bu “kifayetsiz muhterisler” tanımına giriyor.

Bir de BİK’i kendi kişisel hırsları için kullanan üst bürokratlar var. Bunlar da Anayasa Mahkemesi’nin kararından ders almalıdırlar. 

Kuşkusuz İletişim Başkanlığı ve onu yöneten üst düzey bürokratlar, en başta Başkan Sayın Fahrettin Altun, Anayasa Mahkemesi’nin bu kararını dikkatle okumalıdırlar, ibret almalı ve ders çıkarmalıdırlar.

Bu noktada şunu belirtmeliyiz: Bu tip “kifayetsiz muhterisler” yardım edeceğini sanarak aslında AKP iktidarına zarar veriyorlar.

Hukuk herkese lazımdır. Anayasa Mahkemesi “basın özgürlüğü”ne sahip çıkmıştır ve bu karar, siyasal tarihimizde önemli bir karar olarak onurlu yerini alacaktır.