Aylık arşivler: Eylül 2014

LIFE.. Sesli görseli izlemelisiniz..

LIFE.. Sesli görseli izlemelisiniz..

Dostlar,

LIFE (Yaşam) adlı bir pps dosyasını bir sevgili site okurumuz ve dostumuz paylaşıyor..

Sesli olarak kendi akışında izleyelim..

Türkiye gündemi hepimizi çok geriyor…

Ancak her şeye karşın sakin olmak zorundayız akılcı çözümler üretebilmek için..

İzlemek için lütfen tıklar mısınız??

Life

Sevgi ve saygı ile.
28.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

Melih Aşık’ın yazısı : “O Gün İskenderun”


Melih Aşık’ın yazısı : “O Gün İskenderun”

Melih Aşık’ın bugünkü Milliyet’te yayınlanan “O gün İskenderun” başlıklı yazısını aşağıda sunuyorum.

Saygılar, sevgiler.

Onur Öymen

**************

O Gün İskenderun

portresi

Melih AŞIK
Milliyet,
28.9.14


Yıl 1962… Radyo öğle bülteninde İskenderun’da bir Atatürk heykelinin parçalandığı haberini veriliyor… Yurtta büyük bir tepki var. Gerisini CHP’li Onur Öymen anlatıyor:

  • “Biz Siyasal Bilgiler Fakültesi Talebe Cemiyeti olarak haberi duyar duymaz harekete geçtik. Cemiyet yönetim kurulu üyeleri olarak para toplayıp taksi tuttuk. Akşam vakti yola çıktık. Sabah İskenderun’a vardık… Askeri garnizonda bir Atatürk büstü bulduk. İstanbul’dan da Tarık Zafer Tunaya öncülüğünde bir grup uçakla İskenderun’a gelmişti. Onlar da bize katıldı. O gün orada büstü yıkılan heykelin yerine koyduk ve büyük bir miting yaptık. Bütün yurtta sesimiz duyuldu…”

Bir de bugüne bakınız… Cizre’de Atatürk heykeli yakılıyor, Atatürk’ün koltuğunda oturan CHP Genel Başkanı ağzını açıp tek kelime edemiyor… Her biri koltuk sevdasına yakalanmış CHP kadroları ne Atatürk, ne Laik Cumhuriyet için ağızlarını açıp tek kelime konuşamıyor.

===========================================

Dostlar,

CHP’yi Cizre’de yakılan heykelin yerine bir an önce yenisini dikmeye çağırıyoruz..

İvedilikle..

Sevgi ve saygı ile.
28.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

ATATÜRK AYDINLANMASI ÖRTÜ İLE KARARTILAMAZ!


ATATÜRK AYDINLANMASI
ÖRTÜ İLE KARARTILAMAZ!


Dostlar,

ADD web sitesinde yer verilen yazıyı paylaşalım…
AKP, Türbanı siyasete mide bulandırıcı biçimde alet etmeye doymadı.
Türkiye uzun on yıllar bu sşyaset manevralarına direndi.
Son olarak 28 Şubat 1997 bildirisiyle Erbakan hükümeti istifa etti ve ülke rotasına
sokuldu. 8 yıllık zorunlu kesintisiz eitimle İmama Hatip Ortaokulları kapatıldı, İmam Hatip Liseleri ve öğrencileri gerekli sayıya indirildi, üniversiteye geçişte katsayı uygulandı
22. Genelkurmay Başkanı Hikmet Karadayı (1994-98) ve arkadaşlarına şükran borçluyuz. Ardından gelen Hüseyin Kıvrıkoğlu paşa da kararlılıkla sürdürdü bu uygulamaları (1998-2002). (Kıvrıkoğlu paşa bir tatbikatta az kalsın vuruluyordu!)

Ancak AKP’nin 3 Kasım 2002 seçimlerinde %34 oyla iktidar olmasından bu yana Türkiye’de apaçık, katı – keskin – kararlı bir karşıdevrim süreci yaşanmakta..

Bu süreç Cumhuriyetimizin Anaysa md. 2’de tanımlı temel niteliklerine açıka savaş açmış durumda.. Çoook da yol alındığı ortada. “HEDEF 2023” ile de “Yeni Türkiye” nin inşası tamamlanmış olacak sözde ve Türkiye “Anadolu Federe İslam Devleti” adıyla 100 yıl sonra Sevr’e boyun eğdirilecek..

Makro hedef budur, atılan ve giderek büyüyen, hız kazanan adımlar söz konusu hedefe dönüktür.

Cumhuriyetçi – Ulusal güçlerin bu gidişi durdurması gerekmektedir..
Hem de bir an önce!

Sevgi ve saygı ile.
28.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Bu iktidar işbaşına geldiği günden beri en çok eğitim sistemi, seçim sistemi ve
ihale yasalarını değiştirmiştir. Seçim sistemiyle kara cehaleti egemen kılmakta,
ihale yasasıyla kara para iktidarını oluşturmakta, eğitim sistemiyle düzenini sürdürecek “dinci” ve “kinci” nesillerle kara cehaleti ve kara para iktidarını
ilelebet (AS: kalıcı) kılmaya çalışmaktadır.

Türk eğitim sistemi, Atatürk döneminden sonra bakanlığın başındaki “milli”lik kavramından uzaklaşmakta ve hızla ümmetleşmeye ve medreseleşmeye doğru gitmektedir. Yeni eğitim yılında, henüz öğretmen açıkları giderilmemişken, hemen hemen tüm okullar imam hatip okullarına dönüştürülmüş, öğrenciler iradelerinin dışında bu okullara gönderilmeye çalışılmıştır. Ayrıca, ülkenin bir bölümünde bir yandan okullar yakılırken, bir yandan da Kürtçe eğitimle ilgili fiili durum yaratma girişimleri devam ederken bu sorunlar çözülemeden iktidar yine türbana sarılmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, okullardaki din eğitiminin zorunlu olmaktan çıkarılmasına ilişkin kararı 16 Eylül 2014 günü vermiş, hükümet de 22 Eylül 2014 tarihinde bu karara karşılık olarak ortaöğretime türban serbestliği getirmiştir.

Böylece hükümet bir yandan Anayasa’yı ve ulusal yasaları, öbür yandan da uluslararası hukuku hiçe saymakta olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır.
Muhalefet ise, 4+4+4 eğitim sistemine geçişi engelleyemediği gibi türbanın üniversiteye ve kamuya girmesi konusunda ciddi tavır sergilemek yerine, biraz oy kaygısıyla biraz da yandaş basının baskıyla adeta olanlara seyirci kalmıştır.
Emperyalist ülkelerin de yönlendirmesi ile 1946 yılından başlayarak eğitimin bilimsel yanını ve niteliğini oy kaygısıyla dinsel bir yönelmeye çeviren siyasiler,
dinci çevrelerin dinsel ödünlerden hep daha fazlasını istediklerini ve isteyeceklerini anlamamış görünmektedirler.

Dini siyasetin bir simgesi haline getirilen türban, geçmişte üniversite kapılarındaki kızların başında laik Cumhuriyet’e ve kurumlarına meydan okuma aracı idi. Günümüzde ise, 13 yıllık siyasi ve ekonomik başarısızlıkları kapatmak için
sübyan (AS: çocuk) yaşındaki kızlara giydirilmeye çalışılan bir örtü haline gelmiştir.

  • yaşındaki kızlara türban giydirilmesi “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirilmesinin de sonu demektir.

Türbana dur denilemediği için artık çarşaf ve burka giyme özgürlüğü gündeme gelecektir. Yönetmelik değişikliği bu şekilde uygulanırsa yasal olarak anaokulu çocuklarının başına türban takılmasının önünde de hiçbir hukuki engel kalmayacaktır. Ayrıca Kuran kurslarından başlayarak, 9 yaş sonrası ortaokul öğrencilerinin başını kapatmasıyla mahalle baskısı daha da artacak, topluma giyim kuşamla daha ortaöğretimden başlayarak yeni bir ayrılık tohumu ekilmiş olacaktır.

Unutulmamalıdır ki, 03 Mart 1924 günü kabul edilen Tevhid-i Tedrisat (Öğretimi Birleştirme) Yasası’nı 30 Mart 2012 günü kabul edilen 4+4+4 yasasıyla fiilen yürürlükten kaldıran bir zihniyetle karşı karşıyayız. Cumhuriyet’in ilanından yaklaşık
beş ay sonra öğretimin birleştirilmesine gidildi; çünkü farklı kanallardan yetişen kuşakların süreç içinde birbirleriyle çelişkiler yaşadıkları, hatta ülkenin işgali sırasında bile birlik oluşturup düşmana karşı savaşmak yerine birbirlerini boğazladıkları yaşanılarak öğrenilmişti. Kısaca, farklı eğitim kanallarından yetiştirilmeye çalışan kuşaklar yine birbirleriyle çatışacaktır. Bu çatışma, aynı zamanda bir dünya imparatorluğunun sonunu getirmişti. Hatırlatmak isteriz ki, Anayasamızda Devrim Yasalarının içinde Tevhid-i Tedrisat Yasası da yer almaktadır ve eğitim alanında yapılan bu düzenlemeler Anayasa’ya aykırıdır.

Eğitimin imam ve hatip müfredatına zorlanmasıyla bizi bekleyen tehlike konusunda Emile Zola, daha 19. yüzyılda “okullarda beyinleri yıkanan genç kuşaklar yönetimde görev aldıkları zaman, ülke çıkarlarının değil, kendilerini eğitenlerin sözcüleri olacaktır.” demektedir. Eğitim sisteminin gericileştirilmesiyle, Türkiye Cumhuriyeti, kurucusunun ön gördüğü çağdaş uygarlık düzeyini yakalama ve aşma hedefinden hızla Ortadoğu kaosuna doğru yön değiştirmektedir. Ortadoğu ülkeleri ise birbirini boğazlamaktadır. Atatürk’ün dediği gibi, “Bir ülkenin geleceği o ülkenin göreceği eğitime bağlıdır.” Cumhuriyetimizin geleceğinin karartılmasına biz Atatürkçüler var olduğumuz sürece izin vermeyeceğiz. 26 Eylül 2014.

ADD EĞİTİM KURULU

İlkokula Türban Yönetmeliği Yürürlüğe girdi : Bravo AKP!


İlkokula Türban Yönetmeliği  Yürürlüğe girdi : Bravo AKP!


Dostlar
,

Bu konuyu geçtiğimiz günlerde sitemizde işledik :

Türban İlkokul 5. Sınıfta Başlayabilecek; YAŞASIN AKP!
(http://ahmetsaltik.net/2014/09/24/27491/)

Turban_bebeklere_de


AKP iktidarı
söz konusu Yönetmelik değişikliğini de yaptı ve dün, 27.9.14 günü RG’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe girdi. Üstelik Bakanlar Kurulu kararı ile, Bakanlar Kurulu Yönetmeliği ile.. Yalnızca Milli Eğitim Bakanlığı’nın düzenlemesi ile olanaklı iken, (Anayasa md.124) tüm Hükümet bu kritik manevranın arkasına tam kadro yığınak yaptı..

*****

MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞINA BAĞLI OKUL ÖĞRENCİLERİNİN KILIK VE KIYAFETLERİNE DAİR YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA YÖNETMELİK (RG 29132, 27.9.14)

MADDE 1 – 26/11/2012 tarihli ve 2012/3959 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmeliğin 3 üncü maddesinin altıncı fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (d) ve (e) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“d) Okullarda yüzü açık bulunur; siyasî sembol içeren simge, şekil ve yazıların yer aldığı fular, bere, şapka, çanta ve benzeri materyalleri kullanamaz; saç boyama, vücuda dövme ve makyaj yapamaz, pirsing takamaz, bıyık ve sakal bırakamaz,

e) Okul öncesi eğitim kurumlarında ve ilkokullarda okul içinde baş açık bulunur.”

************

Eski biçimi (RG 28480, 26.11.2012)

d) Siyasî sembol içeren simge, şekil ve yazıların yer aldığı fular, bere, şapka,
çanta ve benzeri materyalleri kullanamaz ve giysileri giyemez,

e) Okul içinde baş açık, saçlar temiz ve boyasız olarak bulunur, makyaj yapamaz,
bıyık ve sakal bırakamaz. 3 üncü maddenin altıncı fıkrası hükümleri saklıdır.

*****************

Bir yandan AİHM’nin zorunlu din derslerini artık kaldırması gerektiğine ilişkin yorumlu kararı geçtiğimiz hafta verilmiş iken ve kararın nasıl uygulanması gerektiğinin de kararda yer almasına karşın (yukarıda erişkesini – linkini verdiğimiz yazımıza bakılması lütfen..), AKP hükümeti adeta meydan okurcasına bir salvo ile
Türbanı ilkokul 5. sınıfa dek indirmiş bulunuyor..

Bir yandan gündem değiştirme.. IŞİD fiyaskosu, BM’de yaşanan sıkıntı, RTE’ye
180 derece çark ettirilmesi, ekonomide bunalım ve dövizin alıp başını gitmesi… AÇILIM krizi, HSYK seçimlerine abanma vd.

Bir yandan iyice sıkıştıran AİHM’nin bağlayıcı kararı..

Ve meydan okuyan bir AKP..

Apaçık ülkeye İSLAMİ FAŞİZMİ DAYATAN ve giderek
YEŞİL KUŞATMAYI DARALTAN bir AKP baskısı…

Bunlar, AKP hükümetini bilmem kaçıncı kez meşruluk sınırları dışına savurur..

Bu durum son derece sakıncalı, tehlikelidir. Bir iktidar meşruluk (meşruiyet) sınırı dışına çıkarsa, tarihten örnekleri bilindiğine göre (bkz. 1961 Anayasası’nın gerekçesi!)
halkın da meşru direnme hakkı doğacaktır. Hiçbir hukuk dinlemeden insanlara – çocuklara zorla bir dinin bir mezhebinin kuramı – pratiği – Arapça sureleri..
ezberletilebilir mi??

Başbakan Davutoğlu gözdağı vererek bu derslerin bir de camide uygulamasından
söz edebilir mi? Ortadoğu’da İslami terörü reddedip insan haklarına aykırı,
çocuklara Sünni öğreti – şeriatı eğitimini bu lanet olası kanlı teröre reçete olarak gösterebilir mi??

Hangi çağda yaşıyoruz?

AKP siyasal intiharını sürdürüyor..

İktidarda 12. yılın sonuna doğru yanlışlar iyice artmış ve ağırlaşmıştır.
Parti kadroları çok yorulmuştur ve agressiftir, iç çelişkiler derinleşmiştir.

AKP kadrolarını bir “mola” almaya ve sonu yıkım olacak bu siyasal kumarı
durdurmaya çağırıyoruz..

Bu dayatmalar apaçık iç hukuka (Anayasaya, Anayasa Mahkemesi ve yüksek yargının kesinleşmiş kararlarına) – uluslararası hukuka (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, AİHS ve BM Çocuk Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere…) kesin olarak aykırıdır.

İktidar bilerek ve isteyerek hukuku ayaklar altına almakta ve
ağır anayasal suç işlemektedir.

Bu tehlikeli durum sürdürülemez – sürdürülMEmelidir.

“HEDEF 2023” ün kodları çözülmüştür..

Türkiye buna izin veremez!
Türkiye bir din – şeriat devleti yapılamaz!
Laik – seküler yapısını sürdürmek zorundadır!

Bu tehlikeli serüvenden AKP iktidarı derhal vazgeçmeli, rejimle kavgalarını bitirmelidir.

En büyük sorumluluk AKP’ye iyi niyetle oy veren yurttaşlarındır.
2. olarak da her düzeyden AKP yöneticileri, özellikle milletvekilleridir.

Köşk’te yalıtılan ve politik sönümlenmeye terkedilen RTE’nin
agresyonuna ve ölçüsüz ihtiraslarına koskoca bir ülke feda edilemez.

Ey AKP’liler duyuyor musunuz?

Duymalı ve artık gereğini yapmalısınız… Bu vatan hepimizin..

***********

Dileriz Danıştay, bu açıkça hukuka ve insan haklarına kökten aykırı Yönetmeliğin yürütülmesini kendisine yapılacak başvuru üzerine durdurur ve sonra da iptal eder ve ülkemiz çok ciddi bir karmaşadan (kaostan) kurtulur..

Türban’ın Kuran’da yeri yoktur !
https://www.facebook.com/video/video.php?v=124977754198460

Acımasız bir dinci sömürü siyaseti ülkemizin geleceğini karartmasın!

Bu konuda sayısız kanıt var..
Ayrıca da AİHM, AYM, Danıştay ve Yargıtay kararları..
AKP, ülke gündemini bir kez daha Türbana çekerek utanmazca bir dinci istismar ile 2015 seçimlerine yatırım yapmaya epey erken başladı..

Türkiye bu lanetli kuşatmayı da yaracak..
Büyük ATATÜRK‘ün aydınlık yoluna devam edecek;
yarasalar bir kez daha karanlık inlerine çekilecekler..

Başka yolu yok!

Sevgi ve saygı ile.
28.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Not : Metni pdf olarak indirmek için lütfen tıklayınız..

Ilkokulda_Turban_Yonetmeliği_Yururluge_girdi

PREVEZE DENİZ ZAFERİ..

PREVEZE DENİZ ZAFERİ..

Preveze

Unutmayarak unutturmayan, tarihimizi anan ve ondan sonuçlar çıkartan

Sn. Türker Ertürk‘e teşekkürlerimizle..

Barbaros Hayrettin Paşa ve Anadolu yiğitlerine selam olsun!


Sevgi ve saygı ile.
27.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

 

Rıfat Serdaroğlu: GÜLTAN KIŞANAK DENEN KADIN

(fotoğrafı biz ekledik – AS)

GÜLTAN KIŞANAK DENEN KADIN

portresi3

 

 

Rıfat Serdaroğlu

 

 

İçinin karası yüzüne vurmuş, PKK sözcüsü, örgütün Belediye Başkanı yaptığı
zavallı kadın!

Kendisini doğuran anasının rahmine bıçak sokan hayırsız evlat gibi,
kendisini var eden vatanını bölmeye çalışan Kürtçü-Bölücü kart bir militan.

Hayatını hep yıkmaya-bölmeye-yakmaya adamış, ömründe bu cennet vatan için
tek çivi çakmamış, hayırlı bir iş yapmamış, sürekli olarak Türk Milletinin sırtından geçinen asalaklar gibi yaşayan biri.

İşi gücü tahrik etmek, olay çıkarmak, Türkiye Cumhuriyeti’ni aşağılamak için çalışan zararlı yaratık.

Görüntülerini iğrenerek seyrediyorum.
Genç, pırıl-pırıl bir Türk Subayına ağzından tükürükler saçarak bağırıyor;

  • “Senin devletin bana söz verdi, çekil önümden!”

Görevli Subay, gayet vakur bir şekilde aynen şunu diyor :

  • “Burası benim devletimin toprağıysa, lütfen terk edin burasını.
    Ben emir aldım ve aldığım emri uygularım.
    Derhal terk edin burasını…”

Türkiye’de Milli hassasiyetleri olan bir hükümet olsa, oturduğu koltuğun hakkını veren bir Genelkurmay Başkanı olsa, bu kamu zararlısı, bir Türk Subayına böyle edepsizce bağırabilir miydi?

Soruyu başka türlü soralım;

Gültan Kışanak denen zararlı, acaba diktatör Barzani’nin peşmergelerinden
rütbesiz birine böyle bağırabilir miydi?

Bağırmaya kalksa, ömrünün sonuna kadar rahat-rahat oturabilir miydi?
İnanın o Peşmerge O’nu kazığa oturturdu!

Birkaç soru da “Açılım Sürecinin” mimarı ve baş savunucusu
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a soralım;

Türkiye Cumhuriyeti Devletine “Benim Devletim” diyemeyen bu soysuzlarla mı
açılım yapacaksın?

Türk Vatanında, Türk Ordusunu “İşgalci” olarak gören,
bu vatanın evlatlarına nefretle bakanlarla mı açılım yapacaksın?

Türk Askerinin-Türk Polisinin-bebe-dede-kadın-erkek demeden Türk insanını kahpece öldüren ve bugüne kadar asla “pişman olduk” demeyen bu hainlerle mi açılacaksın?

Görev yapan Türk Askerine taşla saldıran bu sapıklarla mı açılım yapacaksın?
Türk Bayrağını PKK marşı eşliğinde yakanlarla mı çözüm üreteceksin?
T.C. Anayasa’sını paspas yapanlarla mı açılım sürecini sürdüreceksin?
Ülkenin okullarını acımadan yakan itlerle mi açılım yapacaksın?

Eyy Cumhurbaşkanı;

Tüm bunların sorumlusu sensin.
Sen ve senin saçma-sapan politikaların!
Artık şunu anlamak zorundasın :
Kürtçü-Bölücülerin yaptıkları Türk Milletini çok yordu.
Sabır taşı çatlamak üzere.
Çağlayan olup, sel gibi taşmak üzereyiz.
İyi bilesiniz ki, Türk Milleti çağlarsa, önündeki tüm kütükleri süpürecektir.
Yetti artık, yetti!

Eyy Kürt Kökenli İşadamları!

Türkiye’nin en zengin kişilerisiniz.
Kiminiz ülkemizin güzide spor kulüplerinin başkanısınız, kiminiz gazete-televizyon sahibi, kiminizin onlarca fabrikası var.
Türk Devletinin ve Türk Milletinin imkânlarıyla bu servetleri kazandınız.
Sizler de bölünmeden yana mısınız?
Öyleyse söyleyin!
Bölünmeden yana değilseniz, reklam verdiğiniz televizyon-gazetelere çıkın,
PKK Narko-Terör Örgütüne iki laf söyleyin.
Susmaya devam ederseniz, önümüzdeki günlerde çıkacak kargaşa ortamının sorumluları arasında sayılacaksınız.
Konuşun efendiler, içinizde ne varsa konuşun.
Susarak PKK’ya destek veriyorsunuz.

Eyy Sİ EN EN Televizyonu Yetkilileri;

Sizin kadar sinsi bir şekilde Bölücü-Kürtçü propagandası yapan yok.
Bu konuda elinize kimse su dökemez.
Süsleyip-püsleyip televizyona çıkardığınız, kız kuruları ile Kürtçü-Bölücü propagandaya ne denli hizmet ettiğinizin farkında mısınız?
İnanın her konuşmanız, her programınız vatanseverler tarafından kayıt edilmektedir.
Eğer bir gün iş başa düşerse, Türk Milleti sizden tüm bunların hesabını
tek-tek soracaktır…

Aziz Türk Milleti;

Bugün başımıza bela olan içteki ve dıştaki bölücülerin ağa babalarını, dünyanın en büyük emperyalistlerini sen yokluk içinde iken, kurtuluş savaşında perişan etmedin mi?
Bu sapısilikler mi seni bölecek?
Sadece silkinmen ve ayağa kalkman yeter.
Başını dik tut ve kendi evlâtlarına sahip çık…

=============================================

Dostlar,

Ne denebilir ki bu tabloya..
Bu acı olaya (23.9.14) biz de sitemizde bir yazımızda değinmiştik :

Halkımızı – Ulusumuzu etnik kökenine – inançlarına göre ayrıştırarak

birbirine düşmanlaştırmak ve iç  çatışmaya sürüklemek apaçık VATAN HAİNLİĞİDİR!

Halkımız bu sinsi amacı güden kişi – kurum ve devletleri bilmektedir.
Bu oyunları boşa çıkaracaktır..

AKP iktidarı Ülke ve Ulus’tan yana ise gerçekten,
Diyarbakır Belediye Başkanı Gültan Kışanak hakkında yasal işlem başlatmalıdır..

Gültan hanıma bir kez daha en derin teessüflerimizi bildiriyoruz..
Kamuoyu önünde özür dilemeli ve bu tür kışkrtıcılıklara son vererek
bütünleştirici davranmalıdır.

Sevgi ve saygı ile.
27.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

DİL DERNEĞİ’nin 14. OLAĞAN SEÇİMLİ GENEL KURULU YAPILDI

 

DİL DERNEĞİ’nin 14. OLAĞAN SEÇİMLİ GENEL KURULU YAPILDI

 

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Dil Derneği’nin 14. olağan genel kuruu seçimli olarak yapıldı.
Organ seçimleri yenilendi.

Sonuçlar aşağıda..

Yeni görev alan seçilmiş kurullardaki değerli akadaşlarımıza başarılar diliyoruz.

Geçmiş dönemde hizmet verenlere de şükranlarımızı belirtiyoruz.

Onlara elden gelen tüm desteği vermek boynumuzun borcudur.

Hepimize kolay gelsin..

Sn. Başkan Sevgi Özel kardeşimiz.. yanınızdayız..

Sevgi ve saygı ile.
27.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

14. OLAĞAN GENEL KURULUMUZ YAPILDI
      Dil Derneği’nin 14. Olağan Genel Kurulu, 27 Eylül 2014’te Türk Hukuk Kurumunda yapıldı. Atila Sav (Başkan), Ayfer Yüksel (Astbaşkan), yazmanlar Güneş Çakmakoğlu ile Y. Bekir Yurdakul‘dan oluşan Başkanlık Kurulunun yönetimindeki genel kurul, Dernek Başkanı Sevgi Özel‘in konuşmasıyla başladı.
Yönetim kurulu ve denetleme kurulunun yazanaklarının okunması, dernek üyelerinin görüşlerini dile getirmesinin ardından yönetim ve denetleme kurulları oybirliğiyle aklandı.
14. Olağan Genel Kurul, derneğimizin yönetim kurulu, denetleme kurulu ve onur kurulu üyelerinin belirlendiği seçimlerle sona erdi. Kurullara seçilen, aşağıda adları sıralanan üyelerimizi başarı dileklerimizle kutluyoruz.
YÖNETİM KURULU
Asıl Üyeler
Sevgi Özel
Günay Güner
Figen Çakmakoğlu
Kâmil Özdemir
Nermin Küçükceylan
Salih Taştan
İskdender Osman
İlker Gülüm
Ertuğrul Özüaydın
Hülya Küçükaras
Ali Can
Yedek Üyeler
Nejdet Özer
Güneş Çakmakoğlu
Leyla Afşar
Özlem İbiş Yılmaz
Kezban Gökçeoğlu
ONUR KURULU
Prof. Dr. Şerafettin Turan
Prof. Dr. Cevat Geray
Refet Erim
Emin Özdemir
Yekta G. Özden
Ali Dündar
Prof. Dr. AHmet Kocaman
Çetin ÖrgenDENETLEME KURULU
Asıl Üyeler

Selahattin Balta
Erkan Yücel
Ahmet Remzi Günaysu
Yedek Üyeler
Mehmet Şevket İspir
Onur Bektaş
Toygun Atasoy

DİL DERNEĞİ 14. OLAĞAN GENEL KURULU

DİL DERNEĞİ 14. OLAĞAN GENEL KURULU
22 Nisan 1987’de kurulan derneğimiz, bu yıl 27. yaşını kutladı. Bu 27 yıl pek de kolay geçmedi. Çünkü gönüllü birliktelikle yaşamak ve yaşatmak kolay değil. Buna karşın ne amacımızdan ne direnişten ödün verdik. Derneği kurarken Onursal Başkanımız Şerafettin Turan “Tek başıma bile kalsam Atatürk’ün kurumunun amacını sürdürmek için savaşım içinde olacağım” demişti. Aziz Nesin’in “Aydınlar olarak bu derneği kurmak ve yaşatmak, namus borcumuzdur” sözleri de hâlâ kulaklarımızdadır. Kurucu üyelerimizin çoğunu yitirdik. Atatürk’ten ve onun gibi yürekli devrimcilerden aldığımız bayrağı eğip bükmeden taşıyoruz. Dik duruşumuzu sürdürerek 14. Genel Kurula eriştik.Derneğimizin 14. Olağan Genel Kurulunun ilk toplantısını, 12 Eylül 2014 Cuma günü saat 11.00’de Dil Derneği’nde yapacağız. Bu toplantıda çoğunluk sağlanamazsa 2. toplanmamız, 27 Eylül 2014 Cumartesi günü olacaktır. 27 Eylül 2014’te,
Türk Hukuk Kurumu
(Adakale Sok. No. 28. Yenişehir) salonundaki genel kurulumuz, saat 10.30’da başlayacaktır. Kurultaya bütün üyelerimizin, özellikle Ankara ve Ankara’ya yakın yaşayan üyelerin katılımını bekliyoruz.Değerli üyelerimiz, içinde bulunduğumuz bu dönemde bu kurultayda kimi yaşamsal sorunlarımıza ortak akılla çözüm üretmek zorundayız. Bu nedenle 27 Eylül 2014 Cumartesi günü, belirtilen saat ve adreste birlikte olmamız da yaşamsal önem taşımaktadır.=========================

Dostlar,
Dilseverler…

Duyurur ve çağırırız…

Sevgi ve saygı ile.
27 Eylül 2014, Yozgat

Dr. Ahmet SALTIK
Dil Derneği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

BOZ BULANIK BİR ORTAMDA 82. DİL BAYRAMINI KUTLUYORUZ!

BOZ BULANIK BİR ORTAMDA 82. DİL BAYRAMINI KUTLUYORUZ!
Sevgi Özel 
Dil Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
http://www.dildernegi.org.tr/TR,281/82-dil-bayramini-kutluyoruz.html, 26.9.14
(Ve Cumhuriyet, 26.9.14, sayfa 2)
26 Eylül 1983’te, Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu’nda 51. Dil Bayramını kutlamıştık. Atatürk kurumunun çatısı altında “son” bayramdı bu. Kurum yöneticileriyle üyeleri gibi törene katılan herkes kırgındı, üzüntülüydü. Işıklar içinde uyusun, sevgili Jülide Gülizar ertesi gün Cumhuriyet’teki yazısına “Buruk Bir Dil Bayramı” başlığı atmıştı. 31 yıldır buruk bir coşkuyla Dil Bayramını kutluyoruz.
Atatürk’ün ölümünden sonra yıllar yılı perde arkasında, 1950’deki Demokrat Parti iktidarıyla da açıkça, devlet desteğiyle örgütlenen karşıdevrim, sürekli Türk Dil Kurumu’na saldırdı. Üniversitede, basında ve politikada köşeleri tutan birileri kurumu uydurukçulukla, dili bozmakla, geçmişle bağı koparmakla suçluyor; komünistlerin kalesi olarak gösteriyordu. “Gök konuksal avrat, dumansal tütüngeç…” gibi gülünç sözler üreterek yeni sözcüklerle alay ettiler. Bu saçmalıklar yıllar yılı yinelendiği için çokları inandı; 2000’lerin akademik sanlı bakanları, kimi aydınlar da akılları sıra eleştiri yapıyormuş gibi Atatürk kurumu üstünden Atatürk’ü karalamak için kullandılar.
12 Eylülü izleyen günlerde gerici bir gazete her gün tam sayfa ayırarak Türk Dil Kurumu’na saldırıları yoğunlaştırdı. Yazılan hiçbir şey yeni değildi; yazanlar da… Suçlamaların ne ussal ne bilimsel dayanağı vardı; tümü siyasaldı.
Dil de din gibi siyasanın aracı yapılıyordu. Harf ve Dil Devrimleri üstünden asıl hedef hep Atatürk’tü. Yüzyıllarca Arap abecesi kullanılmış; yobazlar, halkın kullanamadığı bu abeceye dinsel anlam yükleyerek yoksul ve bilgisiz halkı sömürmüştü. Halk, yüzyıllarca ne mektubunu yazabilmiş; ne de devletle ilişkisinde Arap abecesini ve Osmanlıcayı kullanabilmişti.
Hak aramak için dilekçe yazamamış; gördüğü eski yazılı her kâğıdı dinsel bir şey sanmış, sürekli kandırılmıştı. Açlıktan, yoksulluktan, aldatılmaktan, hastalıklardan kurtulmanın umarı olarak yobazların “muska”sına bel bağlamıştı. Bilgisizliğin yol açtığı acıları ilk görendi Mustafa Kemal Atatürk! Harf ve Dil Devrimleriyle din ile dil bağını koparmıştı.
1983’teki son Dil Bayramında üzüntümüz yeni değildi; çok öfkeliydik. Çünkü Atatürk’ün 12 Temmuz 1932’de dernek olarak kurduğu Türk Dil Kurumu (TDK) gibi, TDK’den bir yıl önce kurulan Türk Tarih Kurumu da hukuk dışı bir yolla kapatılmıştı. Hukuk tanımaz beş generalin oluşturduğu Danışma Meclisinden çıkarılan yasa 17 Ağustos 1983’te Resmi Gazetede yayımlandığında iki Kurum, Başbakanlığa bağlı birer devlet dairesine dönüştürülmüş; adlarıyla birlikte tüm varlıklarına el konmuştu. Asıl ahlak ve hukuk dışılık, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün eliyle yazdığı “vasiyetname”nin çiğnenmesiydi. Atatürk iki derneğe gelir bırakmış, böylece onları “vasiyetname”siyle güvence altına almıştı. Ne ki silah zoruyla başa geçen uydum akıllı generaller, karşıdevrimcilerle işbirliği yaparak ne “vasiyetname” tanıdılar ne hukuk…
Mustafa Kemal’in cumhuriyeti niçin gençlere emanet ettiğini, “vasiyetnamesi”yle
Türk Tarih ve Dil Kurumlarına niçin gelir bıraktığını bugün daha iyi anlıyoruz.
“Gençliğe Seslenişi”ni yeniden okuduğumuzda, onun 1920’lerden geleceği okuyup kaygılarını görebiliyoruz. Söylev’ini bitirirken şöyle diyor:
  • “Baylar, bu Söylevimle ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan
    ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.
    Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.
Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum.”
Özeleştiri yapmamız gerekirse, bu emaneti gerektiği gibi koruyamadık!
Bu ulus yalnız yayılmacıyla değil, içerdeki işbirlikçisiyle, yobazlarla da savaştı.
Benim kuşağım, yayılmacının maşası olan hainlerle ve “Kuvayımilliyeciye bir tas su veren kâfirdir” diyen yobazlarla da savaşan dedeleri, nineleri tanıdı. Yunan ordusu Ankara’nın 80 km yakınına geldiğinde, Duatepe’nin az ötesindeki köyümüzden top sesleri duyuluyormuş; ama kadınlar çeyiz sandıklarını açmış, perdeleri indirmiş, askere her kumaştan çamaşır dikmiş. Bir yandan bazlama, yufka yapmış; yumurta, süt, peynir; bakla, nohut; nesi varsa cepheye taşımış. Hiç görmedikleri Mustafa Kemal’e öyle inanmış ki ürettiğini gece karanlığında askere ulaştırırken ne uyku ne korku düşmüş yüreklerine…
Mustafa Kemal de ulusa çok inanmış; kırık kaburgasıyla at üstünde çıktığı Duatepe’den dürbünüyle aslında geleceğe bakıyormuş. Samsun’a çıkışından sonraki günlerde savaşın utkuyla biteceğine, yeni bir devlet kurulacağına, zulmün biteceğine halkı da inandırmış.
Kurtuluş Savaşını doğru yorumlayabilmek için dönemin ulaşım-iletişim güçlüğünü; ulusun yoksulluğunu düşünelim. Kara trenden, lastiği olmayan beş on otomobilden; kağnıdan, attan eşekten başka ulaşım olanağı yok! Radyo televizyon yok; gazete yok! Olsa da okuyacak olan yok!
Yüzyıllar boyu padişahlar rahat yaşasın, çevresi har vurup harman savursun diye ezilen, bitip tükenmez savaşlarda ölen ulusu düşünelim. Yılda birkaç kez silahlı külahlı kapıya dayanarak halkın emeğini, askerlik çağındaki oğullarını toplayıp giden;
dini kullanarak kadını erkeği ağızsız dilsiz koyan; çağın yeniliklerini, uygulayımını izleyemediği için “hasta adam” diye anılan bir imparatorluğu düşünelim. Yüzlerce yayılmacı okuluna göz yumup eğitim sistemini, çocuklarının geleceğini satan;
kendi açtığı okullarda hangi dille eğitim vereceğini bilemeyen; “vatan, özgürlük” diyeni sürgüne, ölüme gönderen bir imparatorluğu düşünelim. “Kapitülasyon” belasıyla
on yıllar sonra doğacak bebeleri bile borçlandıran halife padişahları düşünelim.
Yakın tarihin ana kaynağı olan Söylev’i yeniden okuyarak Mondros’la, Sevr’le
tarihten silinmek üzere olan bir ülkeyi, ayağa kaldırıp utkuya yürüten Mustafa Kemal’i
ve silah arkadaşlarını düşünelim. Bugün yaşadıklarımızı da…
Kurtuluş Savaşı bugün başlayıp yarın bitmedi. Halk, imparatorluğun son on yılını, bunun da yarısını savaşlarda, işgal altında zulüm görerek yaşadı. Mustafa Kemal, daha öğrenciyken halkı ve yurdu düşünmeye başlamıştı. Kurtuluş için halka güvendi ve yanılmadı; kararlarını en yakınındakiler kuşkuyla karşılarken yılmadı. Söylev, onun direnme gücünü belgeler. Söylev’ini Osmanlıca yazmıştı. Mustafa Kemal’le ve cumhuriyetin değerleriyle hesaplaşanlar, Söylev’in günümüz Türkçesiyle çocuk ve gençlere okutulmasını istemez; çünkü Atatürk, ölümünden sonra karanlık yuvasından başını çıkaran gericilerin öncüllerini anlatmış; gelecek kuşakları uyarmıştır.
Uyarısına şöyle başlar:
  • “Ey Türk gençliği! Birinci görevin, Türk bağımsızlığını, Türk cumhuriyetini, sonsuzluğa dek korumak ve savunmaktır.”
2014 Türkiyesinin gençlerine, Mustafa Kemallerin ardıllarına, “Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli hazinendir” demekte çok haklıdır.
Bugün bu “hazine” darmadağın olmak üzeredir. Mustafa Kemal, tıpkı Duatepe’den olduğu gibi, 1927’de kürsüden de geleceğe bakmıştır. Cumhuriyet kurulmuş, onca devrim yapılmışken niçin, “Gelecekte de seni bu hazineden yoksun etmek isteyecek yurtiçi ve yurtdışı düşmanların olacaktır” deme gereksinimi duymuştur?
Niçin, “Bir gün, bağımsızlığını ve cumhuriyeti savunmak zorunda kalırsan, göreve atılmak için içinde bulunacağın durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmeyeceksin” demiştir?
Mustafa Kemal, yaşamının hiçbir döneminde fildişi kulelere sığınmamış; “içinde bulunduğu durumun olanak ve koşullarını” doğru görmüş; en önemlisi aydınları,
yönetim kadrolarını, gücü eline geçirecek olanların ileride neler yapabileceğini doğru değerlendirmiştir. Örneğin Dil Devrimini “Türk rönesansı” diye alkışlayan, sonra
yok edilmesi için çabalayan Fuat Köprülüler; 18 yıl Türkçe okunan ezanın, yeniden Arapçaya dönmesine onay veren Hamdullah Suphiler, devrimleri eğitimle geliştirmek yerine Anayasayla korumaya kalkan Celal Bayarlar… Öğretmen kurultayında Atatürk’e saygı duruşu yaptırmayan Adnan Adıvarlar ve tarihin tozlu yapraklarına gömülen pek çokları Atatürk’ün çok yakınında bulunmuş kişilerdir. Devrimlerin nasıl yapıldığına tanık olanların gelecekte nasıl dönekleşeceğini ilk gören Atatürk’tür; bu nedenle gençleri uyarmıştır.
Bugün tarih, O’nu bir kez daha doğrulamıştır. İçine saplandığımız bu karanlık dönemde Gençliğe Seslenişteki her tümce, Atatürk’ün ne denli uzak görüşlü bir devrimci olduğunu kanıtlıyor. İşte Ata’nın, 1927’den çektiği 2014 Türkiyesinin fotoğrafı:
“Bu olanaklar ve koşullar çok elverişsiz bir durumda belirebilir. Bağımsızlığına ve cumhuriyetine göz koyacak düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir zaferin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile kutsal yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesi açıkça işgal edilmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acıklı ve korkunç olmak üzere, yurt içinde iktidara sahip olanlar, aymazlık ve sapkınlık ve hatta hainlik içinde bulunabilirler. Dahası
bu iktidar sahipleri, kişisel çıkarlarını istilacıların siyasal emelleriyle birleştirebilirler.
Ulus yoksulluk ve sıkıntı içinde harap ve bitkin düşmüş olabilir.”
Cumhuriyet kurumları gibi değerleri, hatta dereler tepeler satılık… Ulus yoksul!
Türk Devrimi Atatürk’ün belirlediği yolda, onun manevi kalıtı olan “akıl ve bilim”le beslenerek gelişseydi bu sesleniş, tarihsel bir metin olarak kalabilirdi. Seslenişi, doğru okumayı sürdürerek yürürdük. Cumhuriyetin değerlerinden koparılarak karanlık bir geleceğe yürütülüyoruz.
Atatürk’ün “vasiyetnamesi” rastlantıyla çiğnenmedi; uydum akıllı generaller kurumları bilinçsizce kapatmadı. Atatürk’le toplum bağının koparılması, Atatürkçü olma kimliğinin zedelenmesi, Atatürkçü düşüncenin engellenmesi gerekiyordu. Karşıdevrimin maşaları, eliyle yazdığı “vasiyetname”yi çiğneyerek Atatürk’e ve Atatürkçülere meydan okudular. Bunda büyük ölçüde başarı da sağladılar. Dil Devrimiyle kazanılan sözcükler yasaklandı; bir bütün olan Türk Devriminin her aşaması bilimdışı tartışmalarda masaya yatırıldı. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının ortak iletişim aracı olan Türkçe, niçin ortak (resmi) dil; niçin çok dilli eğitim yapılmıyor gibi sorularla eğitim ve gelir düzeyi inişte olan toplumun kafası karıştırılıyor.
Atatürkçü düşüncenin özü laik eğitimdir; ancak laik eğitim 1950’den bu yana, özellikle 80 sonrası karşıdevrime verilen ödünlerle yara aldı; bugün tümden yok edilmiş durumda. Toplumun gözü önünde olan politikacılar, sözde aydınlar Osmanlılık düşü kuruyor; dinsel eğitimi öne geçirenler eski dil ve yazıya dönüş için işbirliği içinde çabalıyor. Osmanlılık düşü kuranlar, nedense Osmanlının 16. yüzyıldan sonraki dönemini, çöküşe neden olan gerçekleri yok sayarak “Fatih projeleri”yle çocuk ve gençleri avutuyor.
Ne yazık ki görüntü Osmanlının son dönemindeki gibi… Herkes Türkçe konuşuyor; ama kimse kimseyi doğru anlayamıyor. Üniversite, yargı kurumları, sözde toplum öncüleri laik cumhuriyetin üstüne çöreklenen karanlığı görmezden geliyor.
İşte böyle bir ortamda 82. Dil Bayramını kutluyoruz. Öfkeliyiz; ama yılgın değiliz. Laik cumhuriyetimizin Atatürkçü düşünceyle yeniden ayağa kalkması için ne kavgadan kaçarız ne tartışmadan! Kavgadan amaç, Atatürk gibi davranabilmek, onun gibi ödünsüz, kararlı olabilmektir! Tartışmadan amaç, doğru bildiklerimizi, ussal ve bilimsel olanı halka anlatabilmektir! Yolumuz ve yönümüz aydınlanmadan yanadır!
Atatürk’ün Gençliğe Seslenişini hep birlikte yüksek sesle haykırmanın günü gelmiştir! Birinci görevimiz, Türk bağımsızlığını, Türk cumhuriyetini, sonsuzluğa dek korumak ve savunmaktır! Bugün, bağımsızlığımızı ve cumhuriyeti savunmak zorundayız, bu görevi üstlenmek için içinde bulunduğumuz durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmeyeceğiz!
82. Dil Bayramını bu duygularla kutluyoruz!
Dil Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
Sevgi Özel
** Başkanın, 26 Eylül 2014’te kutladığımız 82. Dil Bayramı için ÇTD
Eylül 2014 sayısında yayımlanan yazısı.

=====================================

Dostlar,

Biraz uzun ama önemli bir yazı..

Dil Derneği Başkanımız Sn. Sevgi Özel‘e teşekkür ediyoruz..

Sevgi ve saygıyla.
27.9.2014, Yozgat

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Ataol BEHRAMOĞLU : EĞİTİME OKUL YAKARAK BAŞLAMAK

 

EĞİTİME OKUL YAKARAK BAŞLAMAK

Ataol BEHRAMOĞLU
Cumhuriyet
, 26.9.14

Türk sinema tarihi, söz konusu film her ne kadar bulunabilmiş değilse de,
biliyorsunuz, bir anıtın yıkılışının filme alınışıyla başlatılır.

Anımsadığımca Rusların zafer anıtı gibi bir şeydir bu.
Sanatsal değer taşımıyorsa, kötü şeyler anımsatan bir anıt yıkılabilir belki.
Fakat bir ülkede bir sanat dalının, bu demektir ki bir kuruluşun,
bir yıkılışla başlatılması bana her zaman kötü, ondan da öte utanç verici gelmiştir.

Anadilde eğitim isteyenlerin işe eğitim kurumu yakarak başlamaları,
bana aynı kötü duyguyu yaşatıyor.

Bunu yapanlar, yaptıranlar, yaptıkları şeyden günün birinde utanırlar mı dersiniz?

***

Bunları yazarken, sömürge ülkelerde bile böyle şeyler yapılmış mıdır diye
düşünmekten kendimi alamadım.

Örneğin Cezayir ulusalcıları Fransızca eğitim yapan okul yakıp yıkmış olabilirler mi?
Hindistan’da İngilizce eğitim yapan okul yakılmış mıdır?
Bizim kurtuluş savaşımız süreçlerinde, işgalci ulusların dilinde eğitim yapan okullar
bu anlamda zarar görmüş olabilir mi?

Aklıma bir çırpıda gelen örnekler bunlar.
Yanılma hakkımı saklı tutarak, böyle şeylerin olmadığını düşünüyorum.
En azından duymuşluğum, bilmişliğim yok.

***

Okul yakmak ilkelliktir.
Amaç ne olursa olsun ayıptır.
Bir eğitim kurumuna zarar vermek, içinde eğitim düşmanlığının bilinçli ya da bilinçsiz tohumlarını taşır. Bu türden fanatizmler, bugün Ortadoğu’da kafa kesen cellatların, Afganistan’da anıt yıkan Talibanların yaptıklarıyla aynı şeydir.
Bir eğitim kurumunu yakarak bir başka dilde eğitim yapılacağını düşünmek,
tasarlanan eğitimin niteliği konusunda da akla olumlu düşünceler getiremez.

***

Anadilde eğitim konusuna gelince, sayısız kez yazıldı, bir kez daha yazılmış olsun.
Anadillerin öğrenilmesi, geliştirilmesi, yalnızca Kürtçe için değil bütün diller için haktır.
Kısa süre önce gittiğim Çin Halk Cumhuriyeti’nde sayısız anadil var.
Fakat ülkenin ulusal dili Çincedir.
Çünkü başka türlü ulus olunamaz.
Anadillerin öğretilip geliştirilmesi başka, anadilde eğitim başka şeydir.
Kürtçe eğitim isteyen Kürt kökenli yurttaşlarımız ve bu isteği destekleyenler,
amacın Türkiye coğrafyasında özerk ya da bağımsız bir Kürdistan olduğunu,
daha da öte bütün Kürtleri bir ulusal bütünlük içinde toplamak amacındaki bir
Pankürdist hareket olduğunu açık seçik dile getirirlerse daha dürüst davranmış olurlar.

O zaman tartışmalar da kaygan zeminlerde yapılmaktan kurtulur.
Sorun duygusallıktan kurtularak, bilimsel temelde tartışılır.
Fakat eğitime, eğitim kurumu yakarak başlamayı amaçlayanlardan böyle bir sağduyu beklemek ne yazık ki boşunadır.  

===============================

Dostlar,

Ataol Behramoğlu klasiği bir yazı değil mi??

Sevgi ve saygıyla.
26.9.2014, Yozgat

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net