Etiket arşivi: yüksek enflasyon

EKONOMİ ve TÜRKİYE

Kemalist Devrim'in sosyalizme açılan ufuğunda kocaman bir ışık: Alpaslan  Işıklı Hoca'nın anısına... - Dr.Noyan Umruk

Dr. Noyan UMRUK 

Haftaya encamımızı görerek başlayalım dedik…
Seçim yılı 2023’te yüksek enflasyon, faiz politikası, değer yitiren TL ve büyüyen cari açık, ekonomideki belirsizlikleri artırıyor. Yoksulluk hızla artmaya devam ediyor..

Geride bıraktığımız 2022 yılı, sene başındaki umutların aksine küresel ve bölgesel çapta siyasal ve ekonomik krizlerin yaşandığı bir yıl oldu. Dünya genelinde 2020-2021’e damga vuran pandemi sürecinden çıkış büyük oranda gerçekleşse de henüz yılın başında, 24 Şubat’ta (2022) patlak veren Rusya-Ukrayna savaşı yalnızca bölgesel değil; küresel etkiler yarattı. Rusya ve Ukrayna’nın dünyanın en büyük buğday ve mısır üreticilerinden olmaları, ayrıca Rusya’nın Türkiye de dahil olmak üzere Avrupa ülkelerinin bir numaralı doğal gaz tedarikçisi olması, enerji ve gıdada krize yol açtı. Pandemi sonrası baş gösteren yüksek enflasyon süreci böylelikle tetiklenirken ABD ve Avrupa Birliği (AB) ekonomilerinde yeni bir durgunluk sürecinin de işaret fişeği atılmış oldu.

Türkiye’nin en çok ihracat (dışsatım) gerçekleştirdiği pazarlarda yaşanacak daralma veya zayıf büyüme performansı, Türkiye ekonomisine de doğrudan yansımakta.. 2022’de yüksek enflasyon sorunu ile sert bir yüzleşme yaşayan Türkiye’de enflasyon, 2023’te bir miktar geri çekilse de dünya ortalamalarına göre yüksek seyrini koruyacak. Seçim yılı olan 2023, siyasal belirsizliklere ve Dolar kurunda yeni ataklara da gebe olacak. Seçim sonrasında yeni bir faiz artışı dalgası beklenirken, KKM (Kur Korumalı Mevduat) ve EYT (Emeklilikte Yaşa Takılanlar) düzenlemesi gibi uygulamaların bütçe üzerine bindirdiği yük giderek artacak.

  • 2023 yılı, Türkiye ekonomisi açısından belirsizliğin ve dar gelirliler için yoksulluğun artacağı bir yıl olacak

Cumhuriyet’in 100. yılına da enflasyonu konuşarak gireceğiz. Seçim nedeniyle yapılan asgari ücret artışlarının etkisi Mart ayından sonra azalmaya başlayacak. Vatandaşın satın alma gücü açısından 2023 parlak bir yıl olmayacak…

Büyüme oranları 

Türkiye ekonomisi pandemiden çıkış yolu olarak nitelenebilecek 2021 yılında başarılı bir performans sergileyerek % 11 büyümüştü. Türkiye geçmiş yıllardaki yüksek büyüme oranları ile G20 ülkeleri içinde ilk 20’lerde yer alırken, 22. sıraya gerileyecek.

Son çeyrekte büyüme performansındaki yavaşlamanın sürmesi ve 2022’nin tümünde GSYH’nin %5 dolayında… 2023 yılında ise küresel beklentiler ile paralel (koşut) olarak Türkiye’nin büyüme performansında da düşüşün sürmesi yüksek olasılık olarak öne çıkıyor. Bu noktada OECD, IMF ve Avrupa Komisyonu gibi kurumların Türkiye için 2023 büyüme beklentisi % 3-4 arasında gerçekleşiyor. Ancak sayıları bir türlü kesinleştirilemeyen “Geçici sığınmacılarla” birlikte nüfus artış hızı hesaba katıldığında “Net büyüme hızı” daha da düşmekte doğal olarak…

İngiltere merkezli danışmanlık şirketi Centre for Economics and Business Research (CEBR) tarafından hazırlanan rapora göre de 2023’te bir dizi ekonominin daralması ve yüksek borçlanma sonucu Türkiye’nin GSYH büyüklüğü bakımından 2022’de ilk 20’de yer alan ekonominin 2023’te 22. sıraya gerilemesi, öngörülüyor.

“Enflasyon sorunu sürecek”

Türkiye ekonomisindeki yavaşlamanın temel nedeni ihracat (dışsatım) siparişlerindeki gerileme. Küresel ekonomide de resesyon (AS: durgunluk) ihtimalinin (olasılığının) artması, seçime doğru  asgari ücret artışı ve kredi destekleri gibi Türkiye’de büyümeyi, iç talebi (istemi) destekleyecek adımlarla sağlamayı amaçlayan politikalarla, İlk 5-6 ayda büyüme % 4’ün üzerine çıkarılabilir ama bu istemi canlandırma adımları enflasyon için olumsuz bir tabloya neden olacak…

Seçim sonrasında yoksulluk artacak… 

Baz etkisinin devreye girmesi ile birlikte 2022 sonunda TÜFE’nin %60-70’e çekilebileceği öngörülüyor. TCMB’nin 2023 projeksiyonuna (beklentisine) göre ise yeni yılda enflasyondaki kademeli (aşamalı) düşüş sürecek ve 2023 sonunda %20 düzeyleri görülecek. Ancak uluslararası kurumlar enflasyon konusunda TCMB ölçüsünde iyimser değil. IMF ve OECD‘nin Türkiye’nin 2023 enflasyonuna ilişkin beklentileri %35-50 aralığında gidiyor.

Enflasyondaki artış eğiliminin Türkiye’de yoksulluğu kalıcı duruma getirmesi ile 2023 kritik bir yıl olarak yoksulluğun artarak süreceği bir dönem olacak…. Özellikle dar gelirliler aleyhine işleyen seçim ekonomisi, 2023 seçimlerinden sonra gerçek sonuçlarını gösterecek ve ne yazık ki vatandaşların daha da yoksullaşması gündeme gelecek…

İhracattaki (dışsatımdaki) yavaşlama 2023’te de sürecek

2022’nin Ocak-Ekim döneminde genel ticaret sistemine göre ihracat (dışsatım) bir önceki yılın aynı dönemine göre %15,4 artarak 209,394 milyar Dolar oldu. Özellikle son aylarda ana ihracat pazarlarındaki talep (istem) daralması ve artan enerji-hammadde maliyetleri ihracat performansını olumsuz etkilemeye başladı.

Yılın tümü için 250 milyar Dolarlık ihracat hedefine ulaşılması muhtemel (olası) olsa da 2023’te küresel gelişmelerin etkisi ile ihracatta ciddi bir sıçrama yaşanması beklenmiyor. Yeni yılda içeride yüksek enflasyon ve siyasal belirsizlikler, dışarıda ise bölgesel çatışmalar, artan enerji fiyatları ve hammadde tedariğindeki (sağlanmasındaki) sorunlar ihracat artışı önündeki başlıca engeller olarak öne çıkıyor.

Mevcut (varolan) küresel şartlar (koşullar) düşünüldüğünde Türkiye’nin 2022’deki ihracat performansını 2023’te göstermesinin olanaklı olmayacak… Hem dış talebin (istemin) yavaşlaması hem de hükümetin döviz kurunu seçim öncesinde düşük tutmaya çalışması ile düşen rekabet gücü, ihracatı frenleyecek.

Cari açık önemli bir risk unsuru (ögesi) … 

2023 yılında Türkiye ekonomisindeki en kritik başlıklardan biri de cari açık olacak. Son açıklanan TCMB verilerine göre cari denge son olarak Ekimde 359 milyon Dolar açık verdi.

Cari dengede aylık olarak yılın en düşük düzeyi görülürken Ekim açığıyla birlikte cari denge 12 ay üst üste aylık açık vermiş oldu. Yıllık cari açık ise 43,5 milyar dolarla 2018’den bu yana en yüksek düzeyine çıktı. Ocak-Ekim döneminde ise cari açık 38,2 milyar Dolar oldu.

Seçim sonrası politikalar belirleyici olacak

2022 sonu için cari işlemler açığının yaklaşık 50 milyar Dolar olması bekleniyor. Cari İşlemler Hesabı’nın (açığının) GSYH’ye oranına bakıldığında ise 2021’deki %1,9’luk gerçekleşmenin 2022 sonu itibariyle (sonunda) %4,8’e çıkması öngörülüyor. OVP’deki 2023 hedefi %2,5 olarak kayıtlara geçerken IMF’nin öngörüsü ise 2023 için %3,9 olarak açıklandı.

2023’te neler olacak?

Her şey piyasa ekonomisine taban tabana zıt tercihlere içinden çıkılmaz duruma getirilen ekonomik yapıyı, seçimler sonrası bir konsept (kavram) ve ekip değişikliği ile uygulamaya konulabilecek “Krizden Çıkış Politikalarına bağlı”…

Piyasa Ekonomileri genel kabulü vazgeçilmez olduğuna göre, siyasetin kararlılığı ve yeniden özerkliklerini sağlaması ile kendi alanlarında TCMB başta olmak üzere bağımsız kurumların faiz, kredi, kur, kura bağlı mevduat, dış ve iç borçlanma, teşvik politikalarında çok daha tutarlı tercih ve kararlarla mal, emek, borçlanma piyasalarının daha rasyonel (ussal), biraz sıkıntılı olsa da dengeli duruma getirilmesi…

Beklenti bu… Başkaca da bir çare yok…

Aralık 2020 – Mart 2022 Türkiye Neredeeeeeeeeeeeen Nereye Bay Erdoğan!?

ARŞİVİMİZDEN….

Aralık 2020 – Mart 2022
Türkiye Neredeeeeeeeeeeeen Nereye Bay Erdoğan!?

Türkiye dış borçta dünya altıncısı!

03 Aralık 2020, Cumhuriyet
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylarin-ardindaki-gercek/turkiye-dis-borcta-dunya-altincisi-1795709

(AS: Bizim “çatal sorumuz” yazının altındadır..)

Geçen hafta açıklanan Dünya Bankası raporuna göre Türkiye, 440.9 milyar dolarlık toplam borcu ile dünyada dış borcu en yüksek olan 6. ülke oldu.

Borcun milli gelire oranı hesaplarına göre ise Türkiye, dünyada borcu en üst düzeyde bulunan ülkeler arasında ikinci ülke oldu.

Rapora göre dünyadaki 120 ülkenin merkez bankası rezervlerinin dış borca oranı % 72 düzeyinde görülüyor. Ancak Türkiye’de bu oran %18 olarak gerçekleşiyor. Bu durum genel ortalamanın çok altında bir düzeyi gösteriyor.

Dünyada en çok dış borcu olan 10 ülke içinde Türkiye, dış borcun milli gelire oranında ise % 59’luk bir oranla 2. sırada yer alıyor. Bu alanda % 65 oranla Arjantin 1. durumda.

Bir başka nokta, dış borcun toplam borç içindeki durumudur. Dış borcun toplam borç içindeki payı geçen yıl % 24 düzeyine ulaşmıştı. Bu yıl bu oranın aşılacağı belirtiliyor.

Hazine ve Maliye Bakanlığı, yeni bütçeye göre iç ve dış borçlanmaya gidecek. Aralık 2020’de 97.6 milyar liralık iç borç ve 17.6 milyar liralık dış borçlanma yapacak.

Türkiye, Merkez Bankası Başkanı’nı değiştirerek, gereksiz yere politika faizi ile oynayarak kendi kendine zarar verdi.

“Faiz sebep, enflasyon netice” teorilerini öne sürerek
Merkez Bankası’ndaki 130 milyar dolarlık rezervi eritti.
Bile bile duvara tosladı.

  • Sonuç şudur                                 :

Yüksek dış borç, yüksek enflasyon, yüksek döviz kurları…

Türkiye, açıkça ekonomik olarak çok zor ve riskli bir döneme girmiş bulunuyor.

Bilinen bir kuralı tekrarlayalım: Geniş halk kitleleri, önce ekonomik duruma ve cebine bakar.

  • Bu derece yüksek borç, yüksek enflasyon ve yüksek işsizlik, siyasette yeni arayışlara neden olur.

Bütün dünyada genel kabul gören kural şudur: Ekonomik dengeler bozulunca ilk olumsuz not siyasal iktidara verilir. Bu olumsuz notun göstergesi seçimlerde belli olur. Kuşkusuz, halkın vereceği nottan hiçbir iktidar kaçamaz…
==========================================
Dostlar,

Çatal soru da bizden :

  • AKP iktidarı, izlediği dinci – ekonomik politikaların nereye varacağını öngörmekten gerçekten aciz mi;
  • yoksa heeerrrrrrrrrrrrrrr birşey 2023 hedeflerine kurgulu araç mı??

İVEDİLİKLE yanıtı verilmesi gereken soru / sorunsal budur eyyyyyyyyyyyyyy Türkiye!!

Tweet iletimiz :

https://twitter.com/profsaltik/status/1508819203050065929?s=20&t=JPxOltIkSVmxUtuvyowPFg

Derin kaygı, endişe ile. 29 Mart 2022

Dr. Ahmet Saltık
Siyaset Bilimci (Mülkiye)

Dolarizasyon Yeniden Zirveye Giderken

KENDİME YAZILAR

Dolarizasyon Yeniden Zirveye Giderken

Dr. Mahfi EĞİLMEZ
26 Eylül 2020

Dolarizasyon (teknik ifadesiyle para ikamesi); bir ekonomideki kişi ve kurumların yerel parayla birlikte döviz kullanmaları ve tasarruflarının bir kısmını döviz hesaplarında tutmaları olgusuna verilen isimdir. Bu olgunun tersine dönmesine yani döviz kullanan veya döviz mevduatında paralarını tutanların dövizlerini bozdurup yerel parayı tercih etmeye başlamalarına da ters dolarizasyon (teknik ifadesiyle ters para ikamesi) adı veriliyor.

Adı dolarizasyon olmakla birlikte bu olgu yerel para yerine ikame edilen diğer bütün yabancı para birimleri için geçerlidir. Bu olgunun en üst derecesi yerel para yerine tümüyle bir yabancı paranın kullanılmasıdır. Buna tam dolarizasyon deniyor. Mesela Ekvator ve Panama’da ABD Doları, KKTC’de de TL, Lihtenştayn’da İsviçre Frangı yerel para olarak kullanıldığı için bu ülkelerde tam dolarizasyon geçerlidir. Bunun yanı sıra konvertibiliteye geçmiş yani sermaye hareketlerini serbest bırakmış yüksek enflasyon yaşayan ekonomilerde yerel paranın yanında yabancı paralar kullanılmaya başlandığında bu duruma yarı dolarizasyon ya da yalnızca dolarizasyon deniyor. Birçok gelişme yolunda ülke ve Türkiye bu durumdadır.

Bir ülkede dolarizasyon oranını ölçmenin en kestirme yolu bankalardaki yabancı para mevduatının toplam mevduat içindeki payını hesaplamaktır (Dolarizasyon Oranı = Yabancı Para Mevduatı / Toplam Mevduat.) Aşağıdaki tablo 2002’den bu yana dolarizasyondaki gelişmeyi gösteriyor (tablo; BDDK, TCMB ve TÜİK verileri kullanılarak tarafımdan hazırlanmıştır.)

2002 2005 2007 2010 2013 2017 2018 2019 22 Eylül 2020
Milyar TL
Mevduat Toplamı 138,0 236,2 338,5 584,1 903,8 1.668,9 2.036,1 2.334,2 3.432,7
TL Mevduat 58,9 150,9 220,7 413,5 566,5 897,8 1.041,9 1.106,9 1.590,4
YP Mevduat 79,1 85,3 117,8 170,6 337,3 771,1 994,2 1.227,3 1.842,3
Yüzde
Mevduat Toplamı 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0
TL Mevduat/Toplam Mevduat 42,7 63,9 65,2 70,8 62,7 53,8 51,2 47,4 46,3
YP Mevduat/Toplam Mevduat 57,3 36,1 34,8 29,2 37,3 46,2 48,8 52,6 53,7
YP Mevduat (USD Cinsinden) 48,8 63,5 100,6 110,9 156,1 196,1 189,0 196,0 242,0
Enflasyon 29,8 7,7 8,4 6,4 7,4 11,9 20,3 11,8 11,8
USD/ TL Kuru 1,50 1,34 1,30 1,50 1,90 3,65 4,81 5,85 7,66

Türkiye, 1990 yılında konvertibiliteye geçtikten sonra yüksek enflasyonla birlikte dolarizasyon olgusunu birlikte yaşadı. İnsanlar ellerine geçen paralardan harcamalarına yetecek kadar olanını TL cinsinden alıkoyup geri kalanını döviz cinsinden tutmaya yöneldiler. Mevduat olarak bankalarda tutulan paralarda da yabancı para mevduatın ağırlığı artış gösterdi ve para ikamesi ortaya çıktı. 2001 krizine gidilirken dolarizasyon zirvedeydi. Tablo bize 2001 krizinin de etkisiyle 2002 yılında dolarizasyon oranının (YP Mevduat / Toplam Mevduat) %57,3 düzeyine yükseldiğini gösteriyor. Sonraki yıllarda ekonomide yaşanan düzelmenin, enflasyon ve faiz oranının düşmesinin, AB ile tam üyelik müzakerelerinin ve komşularla yaşanan yumuşamanın sonucu olarak TL’ye dönüş ve dolayısıyla ters dolarizasyon yaşandı. Ters dolarizasyon eğilimi 2010 yılı sonuna kadar sürdü. Dikkat edilecek olursa 2002 – 2010 arasında USD/TL kuru da pek değişmeden kalmış görünüyor. Dolar kurundaki bu durağanlık büyük ölçüde ters dolarizasyon ve güven artışı sonucu ülkeye döviz girişinin karşılıklı etkileşimi sonucunda ortaya çıktı. Sonrasında ekonomiye güven kaybıyla birlikte yeniden dolarizasyona dönüş başladı. Bu eğilim 2017’den başlayarak TL’nin iç ve dış değerindeki hızlanan değer kaybıyla birlikte artış sergilendi. Bugün geldiğimiz %53,7 oranı 2002’deki % 57,3 oranına çok yaklaşmış görünüyor. 2010 sonrasında TL’nin iç değer kaybını (enflasyon) tablonun sondan ikinci satırından ve dış değer kaybını tablonun son satırından izlemek mümkün.

Bu anlattıklarımızı daha açık gösterebilmek için tablodaki dolarizasyon oranlarını (YP Mevduat/Toplam Mevduat) ve USD/TL kurlarını bir grafikte gösterelim:

Dolarizasyon olgusunun altında birçok neden yatıyor. Bunlar arasında yüksek enflasyon, negatif reel faiz, paranın dış değerinin hızla düşmesi en önemlileri. Bu saydıklarımızı besleyen neden de risk artışıyla ortaya çıkan ekonomiye ve yerel paraya karşı güven kaybı. Eğer 2002 – 2010 arasında başardığımız ters dolarizasyonu yeniden gerçekleştirmek istiyorsak riskleri düşürüp ekonomi ve TL için güven artırıcı önlemlerle işe başlamamız gerecek.

Zor zamanlar Olağandışı kararlar!

Zor zamanlar
Olağandışı kararlar!

H. Ufuk Söylemez
AYDINLIK, 26.03.2020

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Zor zamanlar, olağandışı kararlar almayı, dirayetli-basiretli toplumsal liderlik yapmayı gerektirir.
Bu virus salgınının sağı-solu, kadını-erkeği, milliyeti-sınırı-pasaportu yok.
Her ülke ulusal sınırları içinde sağlık tedbirleri almaya çalışırken, dünya çapında yayılan bu salgının, uluslararası dayanışma-paylaşım ve insani yardım da gerektirdiği açık bir gerçek.
İşte Çin’den Türkiye’ye hızlı tanı kiti getirilmesi, Küba’lı doktorların İtalya’ya yardım için gitmesi gibi.
*
Konunun ekonomik boyutu ve alınması gereken öncelikli tedbirler ve verilmesi gereken destekler konusunda çeşitli sorular alıyorum.
Ekonomik olarak dünya çapında büyük bir resesyona girileceği öngörülüyor. Bunun kaçınılmaz sonuçları olarak da iflaslar, işsizlik ve finansal borç krizinin ekonomileri sarsması kaçınılmaz.
Eğer yakın dönemde etkili bir ilaç bulunamazsa ve salgına karşı alınan önlemler yetersiz kalırsa, bugüne kadar yaşanmamış türden tahmin edilmesi kolay olmayan bambaşka bir dünya ekonomik düzeni ve/veya düzensizliği görünüyor ufukta.
*
Hem arz hem talep yönlü bir ani duruş (sudden stop) yaşanan ekonomilerde, parasal genişleme ve tedbirlerin yanı sıra, maliye politikası araçlarının (vergi, prim, af gibi) devreye eş zamanlı alınması bir zorunluluk.
Piyasalara sadece para pompalamanın, üretim-yatırım ve ticareti kısa vadede canlandırmayacağı, insanların endişe ve ihtiyaç saiki (AS: dürtüsü) ile nakde dönerek, beklemeye girecekleri de ayrı bir gerçek.
Ekonomiyi %5 büyütmek gibi bu koşullarda gerçekçi görülmeyen, aşırı iyimser ve iddialı hedefler açıklamakta ısrar etmemek gerekiyor.
Karamsar olmadan ama gerçekçi tespit-önlem ve desteklere yoğunlaşmakta yarar var bence.
*
Bugün insanlar, ulaşımda KDV’nin %1’e düşürülmesinin ya da konut alımlarında kredi miktarının artırılmasının Covid-19 salgınının sebebiyet verdiği (AS: neden olduğu) ekonomik sıkıntılarına çare olacağını düşünmüyorlardır elbette ki.
İnsanlar aybaşında, doğalgaz-elektrik faturalarını nasıl ödeyeceklerini düşünüyorlar. İşyeri kapanan esnaf, üretim için sipariş alamayan-ithalat yapamayan iş insanları ve en önemlisi kriz nedeniyle işini yitiren ve/veya ücretsiz izine çıkarılan insanlar acil destek ve önlem bekliyorlar.
Yapılan açıklamalar, ilan edilen tedbirler ve verilecek desteklerin bölük-pörçük, dağınık bir şekilde yapılması tedirginliği artırabilir.
Bütün bunların çok daha derli-toplu, enine-boyuna düşünülerek, dünyadaki örnekler de değerlendirmek suretiyle, ayrıntılı bir kurtarma-koruma ve destek paketi halinde açıklanması çok daha iyi olurdu esasında.
*
Destek, yardım, öteleme, indirim ve mali af istemleri giderek daha da artabilecektir.
Ancak sorun, kuşkusuz ki finansal kaynak sorunudur. Ortada 2 anayol görünüyor kısa vadeli olarak. Ya parasal genişleme yani para basma ya da borçlanma yoluna başvurma.
Ekonomimiz yüksek enflasyon, çifthaneli işsizlik ve ağır borç yükü altında ve zaten kırılgan bir dönemde yakalandı bu salgın koşullarına.
Türkiye’nin risk primi yani CDS’leri (Credit Default Swap) rekor düzeye yükselerek, riskli sayılan 500 puanı aşmış ilk 5 ülke arasında maalesef. O yüzden,

  • yüksek faiz vermek göze alınsa dahi, yeterli dış finansman sağlanması kısa vadede oldukça zor görünüyor.

Dünyada negatif faizli tahvillerde yatan 16 trilyon $ dolayında bir para var. Yine negatif faizle bankalarda mevduat olarak yatan yaklaşık 100 trilyon $ var.
Bazı ülkeler örneğin, Almanya, Avusturya gibi.. 10-20 yıllık tahvil ihraçlarına eksi (negatif) faiz veriyorlar.
Ama bizim devlet tahvillerimize ikinci piyasada %7-8 faizle bile yeterli talep olmuyor. Sorun bir yandan da kredibilite sorunu ne yazık ki.
*
O halde kısa vadede yapılabilecek en etkili şey, Hazine Özel Tertip tahvillerinin, bankacılık sektörüne verilerek, bunların karşılığında T.C. Merkez Bankası vasıtasıyla piyasaya, firmalara, hane halkına fon ve likidite sağlanmasıdır.
Bunun orta vadede, ekonominin makro-ekonomik dengelerine (enflasyon-işsizlik vb.) olumsuz etkileri kuşkusuz ki kaçınılmaz olacaktır.
Ama yaşanan ve giderek ağırlaşabileceği görülen “akut” haldeki krizi, en azından “kronik” hale getirebilmek yani ilk adımda kanamayı durdurabilmek adına, kısa vadede başkaca etkili bir ekonomik çare orta yerde görünmüyor ne yazık ki.

Esasında, sağlıkta yapıldığı gibi, Bilim Kurulu benzeri bir Ekonomik Danışma Kurulu oluşturulmasında da yarar var.

Ekonomik ve Sosyal Konseyin (AS: Anayasa md. 166) devreye sokulması da sağlanmalıdır. Ama çıkar ve baskı gruplarının çekişeceği bir kurulun, dostlar alış-verişte görsün örneği, yapacağı işlerden pek de bir hayır çıkmaz.
O nedenle, bilgiye-deneyime-niteliğe yani ehliyete ve liyakata kulak ve öncelik verilmelidir.

Geciktikçe önlemlerin etkisi azalır, maliyeti ise artar.

Yıkıcı eleştiri yerine, yapıcı önerileri gündeme getirmenin, kibirli-ideolojik ve partizan davranmamanın zamanıdır bu zor günler.
==========================================

Dostlar,

KORONA VİRÜS SALGINININ EKONOMİ-POLİTİĞİ

Sn. Söylemez (eski Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı), 23 Mart 2020 gecesi bizi HALK TV‘deki programına davet etti. Korona salgını Bilim Kurulu Üyesi ve Ankara Üniv. Tıp Fakültesinden çalışma arkadaşımız Sn. Prof. Dr. Alpay AZAP ile birlikte güncel salgını 3 saate yakın süre kapsamlı irdeledik. Yukarıya aktardığımız makalesinde olduğu gibi, ekonominin son derece zor – ağır – kırılgan koşullarda olduğunu zaman zaman dile getirdi ise de, özveri göstererek sözü daha çok biz 2 hekime bıraktı. Biz de bu konuyu yazmasını rica ettik.

Makale zarif eleştiriler içeriyor, yol da gösteriyor. Emisyon = Para basma öneriyor Sn. Söylemez.. Çünkü devlet tahvillerimize uluslararası pazardan %7-8 dolayında Dolar olarak faiz ödemeyi üstlenmemize (taahhüt etmemize) karşın istem yok, borç veren yok ülkemize.. Oysa karşılıksız para basmanın faturasını biliyoruz, enflasyon.. Bunun bedelini de gene yoksullar – orta sınıf ödüyor..

Yukarıda değindiğimiz HALK TV programında (23 Mart 2020, saat 21:00 – 24:00, 1. bölüm : https://youtu.be/NeX0QtFuib4 veya https://youtu.be/NeX0QtFuib4?t=34  2. Bölüm : https://youtu.be/4lV1oYGtWS0   3. bölüm : erişemedik.. site okurlarımız erişir ve bize bildirirse seviniriz..) biz ise, Mülkiyeli şapkamızla, üst gelir dilimlerinden ek vergi alınmasını önerdik. Örnek olarak 2010 Nisan’ında ABD Başkanı Obama’nın OBAMACARE olarak adlandırılan sağlık reformu programını verdik.

Hemen hemen hiçbir sağlık güvencesi olmayan 50 milyon (6 kişiden 1’i o dönemde) hiç olmazsa çok altta kalan 30 milyonu için, sınırlı da olsa sağlık güvencesi sağlanması düşünülmüştü. Kişi başına 3 bin $ /yıl kaynak gerekiyordu oldukça sınırlı bir sağlık güvencesi için. O sıralar ABD’de kişi başına ortalama yıllık sağlık gideri 10 bin $ p.c./p.a. (kişi başına / yıllık; per capita / per annum) idi. 10 yıl boyunca gereksinim duyulan kaynak 3 bin $ x 30 m nüfus x 10 yıl süre.. 900 milyar $ ya da 0,9 trilyon $ idi. Üst gelir dilimlerine %1-2 ek vergi kondu. Para babaları, Kongre’de Başkan Obama hükümetinin yıllı bütçesini engelleyerek devleti felç ettiler..
****
Biz, benzer bir öneri ile, bu olağanüstü dönemde Türkiye’nin zenginlerinden bir tür servet vergisi / varlık vergisi alınmasını önerdik bağış kampanyası önerisine karşılık Sn. Söylemez’in. Halkın çok yoksullaştırıldığını, işsizliğin aşırı yüksek ve gelir dağılımının olağanüstü adaletsiz olduğunu ekledik. Ek olarak, Türkiye’nin Dolar milyarderlerinin bu servetlerini Türkiye’de kazandıklarını, içinde bulunduğumuz çok zor dönemde kendilerinin de ellerini taşın altına sokmalarının gerekli olduğunu belirttik.

Ayrıca, 1942’de İsmet İnönü Cumhurbaşkanı iken 2. Dünya Paylaşım Savaşı’nın bunaltıcı koşullarında da Türkiye’nin bekası için Varlık Vergisi Yasası’nın çıkarıldığını, uygulamada kimi yanlışlar yapılmış olsa da ilke olarak o politikanın tek seçenek ve doğru olduğunu ekledik.

  • AKP iktidarında son 20 yılda ülkemizden 3 Tr $ kaynak çıktığını ancak 1 Tr $ girdi olduğunu ve 2 Tr $ gibi muazzam bir ulusal servetimizin yurt dışına bu iktidar tarafından rant olarak aktarıldığını (Prof. Dr. Bilsay Kuruç, 19 Mart 2020, Cumhuriyet, M. Balbay ile söyleşi),

bu yaşamsal sorunun mutlaka çözülmesi gerektiğin vurguladık. Sağlık sektörüdeki rant aktarımı da dahil.. her yıl birkaç on milyar $. Tasarruf, SOSYAL DEVLET, kamucu sağlık hizmeti ve KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNE MUTLAK BİR ÖNCELİK gerekliliğinin altını çizdik..

25 Mart 2020 akşamı KRT‘deki programda da Türkiye’nin Dolar milyarderi sayısı bakımınan dünyada çok önlerde geldiğini, son 20 yılda özellikle bu sayının çok büyüdüğünü anımstarak, 45 dolayında Dolar milyarderinin 100’er milyon $ gönüllü bağış yapmasını önerdik. Yaklaşık 4,5 milyar $ kaynak, günümüz kuru ile 1 $ = 6,4 TL’den hesaplanırsa yaklaşık 29 milyar TL yapar ki, devasa kaynak gereksinimine bir merhem olur..

Benzer finansal önerileri dün (26 Mart 2020) sabahı VERYANSIN TV‘de de seslendirdik.
(KORONAVİRÜS YANGINI İÇİN İÇİN SÜRÜYOR | ÇÖZÜM NE? | AHMET SALTIK |
https://youtu.be/x0HcoRv2KvY)

Ne hazindir ki, dün, 26 Mart 2020 günü, Türkiye ve Dünya küresel salgın ile (Pandemi) boğulurken / boğuşurken, AKP = Erdoğan / TEK ADAM rejimi, “huylu huyundan vazgeçer mi?” dedirtircesine, toplumun sinir uçlarıyla oynayarak, İstanbul Kanalı kapsamında 2 köprünün taşınması ihalesini yaptı..

Gerçekten ibretliktir, AKP kendi ayağına neden bu denli sıkar, anlaşılmaz..
***
Bağlarsak; bu sitede hep yaptığımız gibi, test sayısını artırarak taşıyıcı – hasta bulmayı hızlandırmayı ve gerekli tıbbi hizmeti de vererek salgını çok uzatmadan sonlandırmayı hedeflemeyi öneriyoruz. Uzayan salgın, zaten olağanüstü hasta / kırılgan ekonomiyi, ayağa kaldırılamayacak derecede çökertebilir!

Ne var ki, ilk olgunun Çin’den bildirildği 31 Aralık 2019’dan günümüze 3 aya yakın bir zaman geçmesine karşın hala şu testi uygulayalım / bu testi uygulayalım aşaması geride bırakılabilmiş değildir.. Birkaç sahra hastanesi de yapılmadı.. Ya da boş tatil köyleri, dev otellerin hastane – karantina yerleri olarak kiralanması, satılamayıp boş bekleyen yüzbinlerce konut fazlası ve TOKİ evleri de.. Hala temel tıbbi lojistik sıkıntısı yaşanıyor daha başında salgının.. Caaaaaanım Türkiye’miz etil alkolü bile dışarıdan satın alıyor!

Korona salgınını AKP = Erdoğan iktidarı iyi yönetemiyor.. başından beri, 18 yıldır Türkiye’yi çoooooooooooooooooooooooook köyü yönettiği gibi.. Sözde toplantı yapıp görüş alıyor toplumdan ama yasal kurum Türk Tabipleri Birliğini akıl almaz biçimde dışlıyor!?

Ekonomi yangın yeri, ama Anayasal bir Kurum olan Ekonomik ve Sosyal Konsey‘i (AY md. 166) bir türlü toplantıya çağırmıyor!? Damat Hazine Bakanı Albayrak, 2019 için 2,5 milyon istihdam yaratılacağını buyurmuştu ama, TÜİK geçen yıl 932 bin yeni işsiz oluştuğunu açıkladı! AKP = Erdoğan rejimi, anamuhalefetin 13 maddelik ciddi ve akılcı önerilerine kör ve sağır!

Bu hazin ve ağır tablo da AKP iktidarını BİLİMSEL AKILCILIK zemini ve eksenine çek(e)meyecekse ne çekebilir? Geriye ağır yaralı ve mutlaka iyileşecek bir Türkiye ve seçim sandığına gömülerek tarihin çöp sepetine atılan bir yığın siyasal parti gibi, AKP mevta kalır..

Sevgi ve saygı ile. 27 Mart 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

KRİZE SÜRÜKLENİŞ

KRİZE SÜRÜKLENİŞ

Prof. Dr. Öztin Akgüç
Cumhuriyet, 26.12.8

Doğru politikalar öngörmek, izleyebilmek için, soruna, nedenlerine doğru tanı koymak gerekir. Yüksek enflasyonla durgunluğu birlikte yaşadığımız ekonomik durum kriz olarak tanımlanmaktadır. Ekonomik kriz teriminin, fiyatların düştüğü, iflasların arttığı, deflasyon sürecinin başladığı dönemi daha iyi ifade edeceğini; durgunluk içinde enflasyon (stagflation) teriminin içinde bulunulan durumu daha iyi açıklayacağını düşünmekle birlikte; genel eğilimi dikkate alarak kriz sözcüğü kullanılmıştır. Fiyat yükselişi ile birlikte ekonomik daralma ivme kazanır, iflaslar artarsa, enflasyonla çöküş (slumpflation) teriminin kullanılması daha uygun olabilir. 

Ekonomide görülmemiş başarı, dünyanın en büyük on ekonomisi kümesine giriş övünmeleri yapılır, övgüler düzülürken, ekonominin çöküş eşiğine girdiği savının açıklanması gerekir. 
AKP’nin iktidara geldiği 2000’li yılların başlarında (AS: 3 Kasım 2002 seçimiyle) iç ve dış koşullar elverişliydi. Türkiye 2001 krizinden çıkmış, büyüme sürecine girmiş, 2002’de yıl bazında cari işlemler fazlası vermişti. Dünya ekonomisi büyümekte, dış ticaret hacmi genişlemekte, düşük faiz, likidite bolluğu yaşanmaktaydı. Bu koşullarda ithalatı hızla artırmak, cari işlemler açığı vermek, açığı sermaye hareketleri, dış borçlanma ile fonlamak kolaydı. 
Cari işlemler açığı, ekonomik büyümeye, fiyat istikrarına olumlu katkı yapmakta, ülkenin kullanılabilir kaynağını (GSMH + dış açık), tüketim ve yatırım harcamalarını artırmakta, iç tasarruf açığını kapatarak, tasarruf düzeyi üstünde yatırım yapılmasını sağlamakta; yaratılan gelirden daha çok harcama yapılmasına olanak vermektedir. Ülkeye sermaye girişi de döviz kurunun düşük düzeyde oluşmasına, ulusal paranın değerlenmesine, ithalat artışıyla piyasalara iç üretimin üstünde mal sunumu fiyat artış hızının yavaşlamasına yol açmaktadır. Cari işlemler açığının olumlu katkısıyla düşük enflasyonla hızlı büyüme, harcamaların artması, başarı olarak görülmüştür. 

Para birimi tam konvertibl, rezerv para niteliğinde olmayan bir ekonominin sürekli büyüyen cari işlemler açığı vermesine olanak olmadığından, bir süre sonra bu yapay başarı görüntüsü kaybolmaya, ekonomide başarı görüntüsü altında makroekonomik riskler oluşmaya başlamış, gelecekteki olası bir krizin tohumları da atılmıştır. Dış yükümlülüklerin sürekli artması, cari işlemler açığı / GSMH oranının yükselmesi, mal ve hizmet üreten firmalarda (reel sektörde) döviz pozisyon açığının büyümesi, döviz yükümlülüklerini karşılama oranının düşmesi, finansal yapının (borç / öz sermaye oranının) bozulması, banka kredilerinde hızlı genişlemenin dış sendikasyon kredileriyle fonlanması, tüketici kredilerinin reel sektör kredilerinden daha hızlı artması, hanehalkının “yükümlülük / gelir oranının” yükselmesi, gayrimenkul piyasasında stok birikimi (AS: 3 milyon konut fazlalığı var!), tüm bu gelişmeler makroekonomik riskler oluşturarak, ekonominin krize sürüklenmesine yol açmıştır. 

  • Bir alanda başarısızlık varsa ana nedeni yönetim hataları, kozmetik yönetim anlayışı, sağgörü, öngörü yetersizliğidir. 

Döviz kuru, faiz düzeyi dengesi sağlanamaması, faiz arbitrajına, ara kazanç ticaretine (carry trade) yol açmış, faizi daha düşük para birimlerinden borçlanılarak, faizi daha yüksek piyasalara yatırılması, kısa süreli spekülatif sıcak para hareketine yol açmıştır. Merkez Bankası tarafından, faiz farkını giderecek, faiz arbitrajına son verecek kur politikası izlenmemiş, aksine ROM (Rezerv Ospiyon Mekanizması) ile bankalar kısa vadeli YP borçlanmaya özendirilmiştir. Bankalar faizi düşük YP borçlanarak, TL zorunlu karşılıkların bir bölümünü USD ve / veya Avro olarak TCMB’ye yatırmışlardır. Kısa dönemde TCMB’nin döviz rezervi artmış, bankaların da kârlı gözükmeleri yanıltıcı izlenim yaratmıştır. 

Reel sektör bile faiz arbitrajı yapılmış, düşük faizle dış piyasalardan alınan borçlar TL’ye çevrilerek yüksek faizli mevduat olarak bankalara yatırılmış, faaliyet kârı değil, finansal net gelir elde edilerek kârlı görüntü verilmiştir. 

Banka yöneticileri, artan kredi, kur, faiz risklerini; işletmeler de kredi, kur, likidite risklerini, bozulan mali yapılarını, kârlarının reel olmadığını ya görmemiş ya da görmezden gelerek önlem almamışlardır. 

Ekonominin krize sürüklenişinde, kamu ve özel kesimde yönetim hataları, öngörü eksiklikleri, açıklanan verilerin süslü, gerçekçi olmaması büyük rol oynamıştır.

Türkiye 1980’lerin Latin Amerika ülkelerine benziyor

Eski Dünya Bankası Baş Ekonomisti Prof. van Winjbergen: Türkiye 1980’lerin Latin Amerika ülkelerine benziyor

Dünya Bankası Eski Baş Ekonomisti ve Amsterdam Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Sweder van Wijnbergen, Latin Amerika’nın 1980’lerdeki popülist yönetimlere benzettiği Türkiye’nin, son çare olarak IMF’ye başvurmak zorunda kalacağını söyledi. Uluslararası ekonomi profesörü Steven Brakman ise
“Damadın işine derhal son verilmeli ama bunun gerçekleşme ihtimali düşük” diyor.

Dünya Bankası Eski Baş Ekonomisti ve Amsterdam Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Sweder van Wijnbergen, Latin Amerika’nın 1980’lerdeki popülist yönetimlere benzettiği Türkiye‘nin, son çare olarak IMF‘ye başvurmak zorunda kalacağını söyledi.

Türk lirasındaki değer yitiğiyle birlikte sıkıntılı bir süreç yaşayan Türkiye ekonomisi, iPhone boykotu, Amerikan ürünlerine yönelik ithalat vergisi artırımı ve Katar’dan sağlanan finansal destekle, darboğazdan çıkmaya çalışıyor.

Peki bu önlemler, Türkiye’yi sıkıntılı süreçten kurtarabilir mi? Hollanda’nın en çok izlenen haber portalı nu.nl, bu soruya yanıt aradı. Ekonomi uzmanlarına göre yanıt “hayır”.

Prof. Sweder van Wijnbergen, boykot kararının Türk ekonomisine katkı sağlayacağını düşünmüyor.

“Sorun Erdoğan’ın politikaları”

ABD Başkanı Donald Trump ile yaşanan kavganın ekonomik kriz açısından önemli olmadığına işaret eden Hollandalı profesöre göre,

  • asıl sorun Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetimi

” Türkiye, Erdoğan’ın politikalarından dolayı zaten çok zayıf durumda.
En ufak bir dokunuş, büyük düşüşlere neden olabilir. Alınan önlemler tavandaki yangını söndürebilir ama liradaki düşüşü tersine çeviremez.”

Van Wijnberger, Erdoğan’ın 2000’lerin başında yaşanan ekonomik durgunluk sonrası iyi işler yaptığını anımsatıyor. Ancak, iktidarı tam olarak ele geçirdikten sonra Cumhurbaşkanı’nın “raydan çıktığını ve herkesi düşman görmeye başladığını” söylüyor.

Van Wijnbergen’e göre, bu yabancı yatırımcıya uygun bir iklim değil. Türkiye‘nin bugünkü durumunu 1980’lerde Latin Amerika’daki popülist yönetimlere benzeten Hollandalı uzman, “Dünya Bankasındaki deneyimlerimden biliyorum; tüm otokratik rejimler bir süreliğine çok iyi görünüyor” diyor.

Latin Amerika ülkelerinin de, ekonomiyi dış borçla finanse ettiklerini ve sonunda sermaye kaçışına neden olduklarını söyleyen eski Dünya Bankası yetkilisi, bu nedenle “suyun üzerinde kalabilmek için garip kararlar aldıklarını” söyledi.

Arjantin’in, emeklilik fonlarına el koymasını buna örnek gösteren van Wijnbergen, “Erdoğan’ın yapacağı da buna benzer şeyler” dedi.

Latin Amerika ülkelerinin son çare olarak Uluslararası Para Fonu’na ( IMF ) başvurmak zorunda kaldıklarını anımsatan Sweder van Wijnbergen, Türkiye‘nin de bu yolu izleyeceği görüşünde.

Ankara’nın ” IMF seçeneğinin gündemde olmadığı” yönündeki açıklamalarını anımsatan Hollandalı profesör, “Latin Amerikalılar da bunu söyler, bayrak sallayıp ‘teslim olmayacağız’ derdi. Ama zamanı geldiğinde bunu yapmaları gerekecek” görüşünü dile getirdi.

Groningen Üniversitesi’nden uluslararası ekonomi profesörü Steven Brakman da, ABD mallarına yönelik boykot ve alınan öbür önlemlerin Türkiye’nin sorunlarını çözeceğine inanmıyor.

Brakman’a göre Erdoğan, ABD Başkanı Trump ile yaşanan çekişmeden memnun bile olabilir. Çünkü bu kavga, dikkatleri ekonomideki birçok temel sorundan uzaklaştırıyor.

“Damadın işine derhal son verilmeli”

Prof. Brakman, bu çalkantılı süreçte Türkiye‘nin Asya krizinden ders çıkartarak, oldukça sert önlemler alması gerektiğine inanıyor. Steven Brakman, Türk ekonomisindeki sorunları aşmak için yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:

” Türkiye, yatırımcının güvenini yeniden kazanmak zorunda. Merkez Bankasının onurunu geri vererek, bağımsızlığını yeniden tesis etmeli. Damadın işine son vererek, onun yerine bağımsız bir ekonomi uzmanı getirmeli. Ancak bunların gerçekleşme şansı çok düşük.”

Hollanda medyasına göre, dış borçla elde edilen sermaye inşaat projelerinde eridi ve bir “emlak balonu” yaratıldı. Liradaki büyük düşüş, üretim artışının azalmasına ve enflasyonun büyümesine yol açtı.

  • Yüksek enflasyon nedeniyle yatırımcılar paralarını çekerken,
  • ithal ürünler daha pahalı hale geldi ve
  • yalnızca sert önlemlerle desteklenebilecek bir ekonomik kısır döngü ortaya çıktı.(Cumhuriyet internet, 20.08.2018)

‘Sol’un değerlerine sahip çıkmak

‘Sol’un değerlerine sahip çıkmak

Prof. Dr. Erinç Yeldan
Cumhuriyet
, 07.02.2018


Uzun” yirminci yüzyıl boyunca iki büyük savaş ile sayısız bölgesel ve iç savaşlara tanık oldu. Hemen bütün bu savaş konjonktürünün önkoşulları arasında kapitalist birikim rejiminin tıkandığı ve iktisadi krizlerin yoğunlaştığı dönemler yoğunluktaydı. İktisadi krizlerin yarattığı sosyal ve siyasi gerginliklerin, ırk, mezhep, etnik ve cinsiyete dayalı ayrımcılık ile doğrudan toplumsal şiddete dönüşmesi kaçınılmaz oldu. 

  • Günümüzde de kapitalizm, dünyamızın ekonomi / politik sistemini savaş konjonktürü olmadan sürdüremez konumdadır. 

Bu arada bir toplumsal algı yönlendirmesi olarak uygulanan medya terörüyle birlikte birçok toplumbilimi kavramının içeriği boşaltılmış; emeği ile çalışan yığınların sahip çıkması gereken değerler sistemi itibarsızlığa itilmiştir. Emperyalizm” sözcüğünü yerine “küreselleşme; “faşizm” yerine “popülizm”; “parasal genişleme” yerine “miktar kolaylaştırması”; ya da “sınıflar” yerine “aktörler” ve benzeri kavramlar 21. yüzyılın neoliberal çaresizliğinin ürettiği kavram karmaşasına birer örnektir. 
Bu şiddet ve karmaşa ortamında sol düşün günün sahip çıkması değerler neler olmalıdır? CHP’nin geçen hafta sonu toplanan 36. kurultayının getirdiği heyecansızlık ve atalet duyguları beni bu yazıyı siz okurlarımla paylaşmaya yöneltti. 
Her şeyden önce sol, emeğe ve emeğin değerlerine sahip çıkmalı, saygı duymalıdır. Bir “sınıf” olarak emeğin taleplerini kucaklamak, siyaset gündemine taşıyabilmek, sistem-içi ve sistem-dışı önerilerle birlikte toplumsal muhalefete katmak sol bir örgütün temel görevi olmalıdır. Kurultaydan bir hafta kadar önce Selin Sayek Böke ve İlhan Cihaner ekibinin kamuoyuna sundukları “manifestodan” alıntılar ile: 
Zamanın ruhu dünyayı ve Türkiye’yi sağ siyasetin değerleriyle okuyan değil, sınıf temelli, emekten yana, kendi ideolojik çizgisi ve toplum talebi konusunda net bir sol siyaseti çağırıyor. (…) Bir kitle partisinin kapsayıcılığı da, ‘ideolojik belirsizlik’ tuzağına düşmeden, temel ilkelerini net olarak tarif etmekten ve bu ilkelere dayalı bir gelecek hayalinde toplumu ortaklaştırmaktan (geçiyor).

  • ‘Sol siyaset’ … kendi kimliğine yabancılaşan değil; kendisi olarak, mevcut düzeni değiştirmek iddiasında olmalı(dır).”
    ***
    Sözlerimizi Türkiye ekonomisine getirir isek;
  • ulusal ekonominin bugün acil çözüm bekleyen en önemli sorunu işsizlik, özellikle genç işsizlik ile mücadele sorunudur. 

    Buradan hareketle daha tartışmalı bir konunun altını çizelim: Yüksek enflasyon elbette önemli sorunlarımızdan birisidir. Ancak enflasyonla mücadeletalep daraltıcı, “kemer sıkma = austerity)” politikaları aracılığıyla değil, istihdam artışlarını odak noktasına koyan arz yönlü – genişleyici makro ekonomik politikaları ve bunun için gerekli hukuk – eğitim – teknoloji ve kurumsal reformların uygulanması aracılığıyla sürdürülmelidir.

Unutmayalım ki enflasyon öncelikle finans burjuvazisinin baş düşmanıdır. Zira finansal varlıkların fiyatları enflasyon nedeniyle anında düşmekte ve finansal sistemin kazançları gerilemektedir. Bu bakımdan enflasyonun toplumun biricik ve en önemli düşmanıymış gibi gösterilmesi aslında finans sermayesinin öncelikli gündemidir. Bu doğrultuda, “her ne pahasına olursa olsun enflasyonu % 5’in altına düşürelim” saplantısı bir toplumsal fobi haline dönüştürülmüş ve merkez bankalarının makro istikrarı savunma görevi ve elindeki para politikası araçları gereksiz yere daraltılmıştır. Merkez bankaları, istihdam artışları da dahil olmak üzere, kapsayıcı bir makroekonomik genişleme programının izleyicisi olmalıdır. 

  • Bugün Türkiye ekonomisinin önündeki en önemli yapısal sorun, ulusal ekonomiyi yurtdışı sermaye girişlerine ve dış borçlanmaya bağımlı hale getiren mevcut makro ekonomi programıdır.

Kökenleri 1980’lere değin uzanan bu “neoliberal – küreselleşme” reçetesi, Türkiye ekonomisini yurtdışından sermaye girişleri olduğu sürece büyüyen, sermaye girişleri yavaşladığında da küçülen, bağımlı bir yapıya büründürmüştür. Bu yapının kırılması için, merkez bankaları da dahil olmak üzere, tüm ekonomi birimleri yurtiçi tasarrufların üretken sermaye yatırımlarına dönüştürülmesi amacını güden kredi tahsisi, istihdam, teknolojik ilerleme ve kamu sektörü önceliğinde bir inovasyon ve sanayileşme atılımının öncü örgütleri olarak görevlendirilmelidir.
***
Son söz   : Sermaye yanlısı neoliberal politikalara karşı, emeğin çıkarlarını gözeten radikal bir anlayışla neoliberalizme teslim olmayı reddetmeliyiz; aykırı düşünmekten korkmamalıyız; neoliberalizmin yıkıcı sonuçlarına karşı gelişen toplumsal muhalefeti şoven-milliyetçi duyguların hamaseti üzerinden değil, emeğin geleneksel değerlerine sahip çıkarak gerçekleştirmeliyiz.
==================================
Dostlar,

Sn. Prof. Yeldan’dan nefis bir makale… Neredeyse her sözcüğün altını çizeceğiz..

  • ..neoliberalizme teslim olmayı reddetmeliyiz..
  • .. aykırı düşünmekten korkmamalıyız..
  • ..emeğin geleneksel değerlerine sahip çıkarak.. 

Bu içeriklerin CHP’nin 36. Kurultayı sonuç bildirgesinde de netlikle vurgulanması gerek(irdi). Gene de geç değil.. Parti Meclisinde görüşülür.. ve gerisi gelir..

Bu arada iktidar, internet sansüründen sonra meslek kuruluşlarını da tasfiye ederek dikensiz gül bahçesini edinmek üzere kendince bir altın fırsat yakalamıştır. Arınç politi sahnede olsaydı gene “.. Allahım verdikçe veriyor..” derdi.

Az eğitimli yurttaştan oy aldıkların, eğitim düzeyi yükselen halkım AKP’den koptuğunu AKP yetkilileri kabul ve itiraf etmektedir. O yüzden Milli Eğitim sistemi hem “milli” hem de “Eğitim” olmaktan kurgulu olarak ve siyasal hırsla  hınçla çıkarılmıştır. Erdoğan açık oynamaktadır..
“sıra müfredatta” diyeli 2 yılı geçiyor.. TTB, TDHB, TEB, TMMOB, TBB .. gibi  kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarında  16 yıldır iktidar olamamıştır ve bundan müthiş rahatsızdır. Her biri ayrı ayrı yasa ile kurulan ve Anayasanın 135. maddesinin korumasında olan bu meslek örgütlenmelerinin,ele geçirilemediğine göre  içinin boşaltılması ve muhalefet etmelerinin olanaksız kılınmasının zamanıdır. Üstelik elde bir de OHAL KILICI vardır!

Hemen anımsatalım ve salt Hekim örgütlerinden söz edelim. Hemen hemen her uygar ülkede o ülke ya da ülke halkının adının ilk sözcük olarak kullanıldığını belirtelim.. Örneğin

American Medical Association
British Medical Association..
Canadian Medical Association
Australian Medical Association
Italian Medical Association
Indian Medical Association…

İkinci olarak bu meslek kuruluşları dernek – vakıf ya da şirket değillerdir ve yukarıda da yazdığımız üzere her birinin ayrı ayrı kuruluş yasası vardır. Dolayısıyla Bakanlar Kurulunca yapılabilecek bir şey yoktur. Ancak TBMM’de Yasa değişikliği ile AKP yöntemiyle bir torba yasa ile, AKP + MHP’li yapışıkların oylarıyla yasama işlemiyle yol alınabilir. Bakalım ardından AYM bu işe ne der??

AKP iktidarı, Sn. Yeldan’ın büyük ustalıkla özetlediği yukarıdaki yazıdaki yaşamsal ekonomik sorunlara odaklanmak yerine, son derece yanlış biçimde demokrasiyi vahşice budamayı sürdürmektedir. Gündemi de çok asap bozan ve hiç de mert olmayan biçimde değiştirerek.

İktidarı, bu son derece sakıncalı – yersiz ve kendisine gerçekte hiçbir yarar sağlamayacak girişimler ve baskılardan sakınmaya ve yakıcı iç dış sorunlarımıza yoğunlaşmaya çağırıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 07 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara TTB Ankara Tabip Odası Üyesi. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

2008’den 2015’e Türkiye ekonomisi

2008’den 2015’e Türkiye ekonomisi

Prof. Dr. Erinç Yeldan
Cumhuriyet, 07.10.2015
Küresel krizin 7. yılı geride kaldı. Türkiye bu ay sonunda son derece önemli bir seçim yaşayacak. Bu döneme ilişkin Türkiye ekonomisinde yaşanan gelişmeleri başlıca büyüklükler açısından hatırlamakta yarar görüyorum. Karşılaştırmaları daha anlamlı kılmak için tarihsel perspektifimizi 2003’e kadar uzattım. Aşağıdaki tablo söz konusu dönem boyunca ekonominin seyrini kuşbakışı özetliyor.

 

Gözlemlerimiz    :

• Enflasyon 2001 krizi sonrasında tek haneli rakamlarda. Ancak % 8 alt sınırı kırılamadan 2015’e ulaşılmış; Türkiye küresel ekonominin görece hâlâ yüksek enflasyon yaşayan ekonomilerinden birisi.
• 2003’e görece döviz kurundaki değişim enflasyon oranının altında. 2015 itibarıyla Amerikan Doları’nın enflasyondan arındırılmış reel fiyatı, 2003 düzeyinin hâlâ %13 altında.
• Dövizde yaşanan ucuzlama bir yandan ithalat talebini kamçılamış, diğer yandan da ithalat maliyetlerindeki ucuzlama sayesinde enflasyonun %8-10 bandında korunabilmiş olmasına olanak sağlamış gözüküyor.
• Ancak ithalat talebindeki artış, cari işlemler dengesinin milli gelirin % 5’ini aştığını;
kriz öncesi % 8’e, kriz sonrası “toparlanma” diye adlandırılan 2010-2012 arasında da % 10’una kadar yükselmiş olduğunu gözlüyoruz. Ancak sorun cari işlemler açığının rakamsal büyümesiyle sınırlı değil. Dış açığın finansman biçimi borçlanmayı arttırıcı sermaye girişleri ile sürdürülmekte. Bu da Türkiye ekonomisinin dış kırılganlığını arttırıcı önemli bir gelişme olarak değerlendiriliyor.
• Bu gelişme sonucunda dış borç stoku 144 milyar dolardan 402 milyar dolara, dolar bazında yaklaşık 3 kat artmış. Ancak dövizin reel olarak ucuzlaması sayesinde TL bazında hesaplandığında dış borcun milli gelire oranı % 50-60 olarak gözlenmekte ve borç yükü sanki makul düzeyde seyrediyor algısı yaratmakta. Nitekim kısa vadeli dış borçların, uluslararası rezervlerimize görece yüksekliği dış kırılganlığın en önemli göstergesi olarak yorumlanıyor.
• Ancak söz konusu dış kırılganlık sadece finansal bir mesele değil. İthalatın giderek ara malı
ve yatırım mallarında yoğunlaşması ile birlikte ulusal sanayinin yatay ve dikey girdi-çıktı bağlantılarının tahrip olmasına ve istihdam kazanımlarının da sınırlı kalmasına neden olmakta. Bunun sonucunda sanayinin milli gelir içindeki payı %15’e gerilemiş; işsizlik oranında ise kalıcı bir kazanım elde edilememiş durumda. 2003 sonrası Türkiye’sinde ekonomideki gelişmelerin ana belirleyicisinin dövizin ucuzluğuna bağlı olduğu gözleniyor.
Her ne pahasına ucuz döviz! Bu ise, kuşkusuz, salt teknik bir iktisadi mesele değil.

=========================================

Dostlar,

Prof. Yeldan’ın yetkin bir iktisat uzmanı olduğunu bu site okurları bilirler.
Bu yazısı bir bakıma AKP’nin tek başına iktidar olduğu 13 yılın özet muhasebesi..

Ayrıca 2008’den bu yana süregelen küresel ekonomik bunalımın Türkiye ekonomisi üzerinde yoğunlaşan olumsuz etkilerine dikkat çekilmekte, öneriler sunulmakta..

– Cari işlemler dengesinin ulusal gelirin % 5’ini aşması
– Dış açığın finansmanının dış borçlanmayı ve kırılganlığı büyütüyor olması
– Dış borç stokunun 144 milyar dolardan 402 milyar dolara, 3 kat büyümesi..
Ulusal gelirin % 50-60’ına ulaşması
– Kısa vadeli dış borçların dövz rezervimize oranının yükselmesi
– Türkiye’nin küresel ekonominin görece hâlâ yüksek enflasyon yaşayan ekonomilerinden birisi oluşu
– Sanayinin ulusal gelir içindeki payının %15’e gerilemiş olması
– İsitihdam da kalıcı – gerçek bir artış sağlanamayışı..

Başlıca ve ağır sorunlar olarak yaşanıyor..

Dövizin 2003’ten bu yana görece ucuzluğu, Ekonomide elde edilenleri açıklayan en belirgin ölçüt (parametre)..

Ancak bu dönemin de sonuna gelindi.. 2015 başında 2,23 TL dolayında olan Dolar,
günümüzde 3 TL sınırında,, TL karşısında % 70 dolayında değerlenmiş görünüyor.

Büyüme hedefleri gözden geçirilerek (revize edilerek) %3’ün altına çekildi.  2015 sonunda % 1,4 dolayında nüfus artış hızı (NAH) bekliyoruz (geçen yıl % 1,33 idi; RTE çok çocuk dayatıyor ve NAH büyüyor ne yazık ki!)..  Dolayısıyla, büyüme % 2,8’de kalırsa, bunun yarısı Nüfus artışı ile silineceğinden, gerçek (net, reel) büyüme % 1’5’lerde kalabilir. Bu hızla, gelişmekte olan bir ekonomi, başta hızla ve akıl dışı biçimde artan nüfusun işsizlik sorununu çözemez, gelir düzeyinde anlamlı artış sağlayamaz, gönenç devleti olamaz, sosyal devlet giderleri kısılır… GERİ KALMIŞLIK ÇEMBERİ KIRILAMAZ..

Türkiye ÜRETMEK ve tasarruflu yaşayarak ulusal ekonomisini güçlendirmek zorunda.
Gümrük duvarları ile ulusal sanayisini kollamak zorunda.
Bunun için ise ilk iş olarak AB Gümrük Birliği’nden (GB) çıkmak zorunda..
O GB ki; şimdiye dek AB’ye üye olan 28 devletten hiçbiri tam üye olmadan kabul etmedi.. Türkiye ise “herkesten birkaç adım ötede”!? 1.1.1996’dan bu yana 20 yıldır GB üyesi ve gümrük tarifelerinin belirlenmesinde söz sahibi değil.. AB’nin, Türkiye’ye danışmadan 3. ülkelerle yaptığı ikili ticaret anlaşmalarından kaynaklanan gümrük vergisi yitikleri ve dış ticaret yükleri ülkemizin sırtında.. Yitikler birkaç yüz milyar Doların altında olmayan muazzam büyüklükler.

Demek ki ULUSAL – MİLLİ BİR EKONOMİ izlemek gerekiyor, dış güdümlü değil..

Çare, çook gecikmiş olmakla birlikte hala var.. 1 Kasım’da MİLLİ HÜKÜMET!
Kimi stratejik özelleştirmelerin iptali ve ÜRETİM SEFERBERLİĞİNE GİRİŞEN TÜRKİYE!

Sahi, 2023’te Dünyada ilk 10 ekonomi içine girecektik, bu masal ne oldu??
2008’den bu yana kişi başına ulusal gelir rakamsal (nominal) olarak artmıyot!?
Glir dağılımı giderek bozuluyor.. AKP 2002 sonuda iktidar olduğunda, en varsıl % 10 (zengin) ulusal geliriden % 67 pay alırken bu rakam son olarak % 77 oldu!

Bu tablo sürüdürülebilir değildir ve önüne iktidarları katar da süpürür, kimse engel olamaz!

Sevgi ve saygı ile.
07 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com