Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

SAYIŞTAY ÜYELERİNE ve BAĞIMLILARINA DA SGK’da AYRICALIK…

SAYIŞTAY ÜYELERİNE ve BAĞIMLILARINA DA SGK’da AYRICALIK…

Tedavi giderlerrine ilişkin Sayıştay resmi internet sitesinde bugün konulan duyuru metni aşağıya çıkarılmıştır. (https://www.sayistay.gov.tr/tr/?p=2&ContentID=12198)

TEDAVİ GİDERLERİ

Sayıştay Başkanı, daire başkanları ve üyeleri ile bunların emeklileri ve bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerinin tedavi giderleri, Yargıtay Birinci Başkanı, daire başkanları ve üyeleri ile bunların emeklileri ve bakmakla yükümlü oldukları aile fertleri için Yargıtay Kanununun 64 üncü maddesi ile getirilen düzenlemelere Sayıştay Kanununun 63 üncü maddesi delaletiyle uyulmak suretiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin tabi oldukları hükümler ve esaslar çerçevesinde Sayıştay bütçesinden karşılanacaktır.

Tedavi giderinden faydalanması gereken mensuplarımız ile bunların emeklilerinden Tedavi Yardımı Bildirimi (EK 1) alınmak suretiyle tedavi giderleri kurumumuz bütçesinden karşılanacaktır.

Bu kapsamda; halen çalışmakta olan daire başkanı ve üyelerimiz, “ Saynet / Uygulamalar / Birim / Anket / Tedavi Yardım Bildirimi ” üzerinden ulaşacakları beyannameyi doldurmak suretiyle elektronik imzaları ile imzalayacaklar; emekli olanlar ile dul ve yetimleri ise “EK 1” de yer alan Tedavi Yardımı Bildirimini doldurmak suretiyle imzalayarak dilekçe ekinde Başkanlığa vereceklerdir.

Bilgilerine ve gereği ilgililere duyurulur.

Ek: TEDAVİ GİDERİ BEYANNAME.docx

==========================================
Dostlar,

İletiyi yollayan dostumuz E. Mülkiye Başmüfettişi Sayın Mahmut Esen‘e teşekkür ediyoruz..
AKP’nin Yüksek Yargı’ya ayrıcalık sağlayan politik rüşveti genişleyerek sürüyor..

Önce TBMM üyeleri, Bakanlar Kurulu..
Sonra AYM üyeleri..
Ardından Yargutay ve Danıştay üyeleri
Ve son olarak Sayıştay üyeleri…

Üstelik TBMM Başkanlık Divanı Yönetmeliği aracılığıyla..
Yüksek Yargının sınırsız sağlık güvencesi TBMM Başkanlık Divanının “cemilesi” ne (jestine) pamuk ipliği ile bağlı…

GÜÇLER AYRILIĞI mı dediniz??? (Anayasa; Başlangıç, paragraf 4)
Anayasa’nın 10. maddesinde yasalar önünde eşitlik mi dediniz?? (1. fıkra)
Hiç kimseye ayrıcalık tanınamaz mı dediniz?? (Anayasa md. 10/4)

Bir de itiraf yok mu ortada?? SGK’nın sağık güvencesi sayılan bu ayrıcalıklı eliti kesmiyor anlaşılan ki; sınırlamalar kaldırılıyor… Ama iktidar ile iyi geçinme koşulu ile. TBMM Başkanlık Divanını kızdırmadan..

Yaşasın HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ ve adının ilk sözcüğü “ADALET” olan iktidar partisi..
AKP’ye oy veren / verecek… neciiiiiiiiiiiiiip milletimize duyurulur..

AKP’nin kökü dışarıda SGK – GSS rejimi bir kez daha çökmüştür..
Lütfen tıklayınız :

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROGRAMI ÇÖKTÜ.. 
TTB : GSS için ne dediler – ne oldu?

Sevgi ve saygı ile. 11 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

AŞI YALANI

AŞI YALANI

Soner YALÇIN
SÖZCÜ
,  09.03.2018

(AS : Bizim kapsamlı bilimsel katkımız yazının altındadır..
S. Yalçın’ın bu yazısında ciddi yanlışlar vardır ve düzeltilmektedir..)

Yazı yazıyorsan… Kitap yazıyorsan… Eleştirilmeyi kabul edecek­sin! “Saklı Seçilmişler” kita­bıma kimi eleştiriler geliyor. Ne güzel. Tartışalım. Farkın­dalık yaratalım. Ancak… Türkiye’de okumadan “eleştiri yapma” hastalı­ğı virüs gibi yayılıyor! “Saklı Seçilmişler” kita­bının tanıtımı için sosyal medyada yapılan üç-dört cümle üzerinden “tenkitler” yapılıyor! 500 sayfalık araştır­mayı sadece sosyal med­yada okudukları üzerinden “eleştiriyorlar!” Konuyu getirip aşıya-bebek sağlığına dayıyor; beni “aşı düşmanı” gösteriyorlar! Ayıp. Lütfen önce şu kitabı okuyun… Temelsiz eleştiri sadece bu kitapla başıma gelmedi. “Be­yaz Türklerin Büyük Sırrı, EFENDİ” kitabımı yazdım. Kimileri başladı:
– “Sabetayist düşmanlı­ğı yapıyor!”
– “Anti-semitik!”
Peki, okudunuz mu kitabı? Hayır! Adı lazım değil; birinin şiirini kitaba koydum. Kitapla ilgili söylemediğini bırakma­dı! Yazdıklarımdan kuşkuya düştüm; açtım telefonu sordum; “arkadaş sahiden sen bu kitabı okudun mu?” Okumamıştı! Bir güvendiği arkadaşı anlatmıştı! Bu kişi Türkiye’de “eleştirmen” diye tanınıyor! Bir gün yemekteyiz… Spi­ker arkadaş “Efendi” kita­bıyla ilgili bilindik “tenkitleri” tekrarlamaya başladı. Kitabı okuyan arkadaş dayanama­yıp sordu, “kitabı okudun mu?” Okumamıştı! Bugün… Benzerleri sosyal medyada…

“SOL” PORTAL

Adını yazmıyor… Hangi ilaç şirketinin elemanı olduğu ortaya çıkmasın istiyor her­halde! Arkasını dayamış bir “sol” portala demediğini bırakmıyor. Konu, aşılar! Peki… “Saklı Seçilmiş­ler” kitabımda ne yazdım: Aşı, küresel ilaç şirketle­rinin üzerinde çok durduğu konu! Aşı konusunda sürek­li telkinlerde bulunmaları, hükümetleri nezdinde lobi faaliyetleri yürütmele­ri ve özellikle Afrika ülkeleri ile İslam coğrafyasında faaliyet göstermelerinin sebebi ne? İnsan severlik mi? Para mı? Ya da… Bütün dünyada aşılar konu­su dokunulmaz. Ne tartıştırı­yorlar, ne konuşturuyorlar! Aşı konusu tabu! Aşıların güvenirliğini, etkinliğini gündeme getirmek iste­yenler aforoz ediliyor. Kuşkusuz bütünüyle ‘aşılar­dan uzak durun’ diyemem. Ama aşı konusunda ‘çok dikkatli olun’ demek zorunda­yım! Bakınız… ABD’de bir bebek 6 yaşına kadar toplam 49 doz ve 14 çeşit aşı oluyor. Türkiye’de farklı değil; 17 çeşit aşı yapılıyor bebeklere! Hepsini yaptırmak şart mı? Örneğin… MMR (kıza­mık, kabakulak, kızamıkçık) karma aşısı ilk defa 1975’te ABD’de uygulandı ve (Türkiye dahil) dünyaya yayıldı. Ama… Japonya gibi ülkeler son­ra bundan vazgeçti! Ço­cuklarda erken yaşta diyabet/ şeker hastalığını tetiklediği ortaya çıktı. Verem aşısı BCG de aynı etkiye neden oluyor­du! Ya diğerleri? Yararlı mı zararlı mı? Türkiye’de bir yaşına gelmeden ölen/bebek ölüm hızı (istatistik rakamları ne kadar düşük gösterse de) 2013’te binde 10.8’den 2014’te binde 11.1’e yük­seldi…”

Yani… “Saklı Seçilmişler” kita­bı, ‘aşı’ya değil, ilaç şirket­lerinin dayattığı aşı tabusu­na karşı.
Yoksa, mutlaka tartışalım; hakikati hep birlikte bulalım, mutlu olurum…

KİMİ SAVUNUYORSUNUZ?

Okumadan “çamur atıyor­lar” demeliyim ya, neyse. Kitaptan devam edeyim: “Ülkemizdeki bütün ölümle­rin yaklaşık % 30’unu bebek ölümleri oluşturuyor. Dünyada bebek ölüm hı­zında Müslüman ülkeler başı çekiyor. Tesadüf mü? Cahillik mi? Türkiye’de Anayasa Mahkemesi-nin ‘rıza olmaksızın aşı yapılamayacağına’ iliş­kin gerekçeli kararı var… Aşıların iyi araştırma yapılmadan, yeterli testler­den geçirilmeden piyasaya verildiği hep tartışılan önemli bir konu. Çünkü… Dünyada aşılar üzerine karar veren hiçbir kuruluş, ‘aşıların iki yıl içindeki yan etkileri üzerinde çalışma yapılmadığı’ iddiasına doyu­rucu yanıt veremedi hala! Bu nedenle belli yıl-larda kullanı­lan (rota virüs veya thime­rosal gibi) aşılar hakkında şikayetler çok artınca piyasa­dan çekildi…”

ABD’li ünlü aktör Robert De Niro‘nun, çocuk aşıları konusunda haber yapacak gazetecilere 100 bin do­lar ödül vermeyi teklif ettiğini yazdım. “Vay efendim” öyle dememişmiş! Komik. Dr. Andrew Wakefield‘ın yönetmenliğini üstlendiği 2016 yılı yapımı aşı yalanlarını gösteren “Va-xxed” adlı belgesele destek vermedi mi? Mesele sadece Robert De Niro’nun oğlu mu? Aşılar yüzünden çocuk­ları zarar gören aileler ABD’de “Nesilleri Kur­tarma Grubu” oluşturdu. Arala-rında 200 bin dolar toplayarak aşı ile otizm bağlantısını araştıran in­celeme yaptırdılar. Kor-kunç sonuçları kitapta yazıyor, aç, oku! Hâlâ sosyal medya üzerinden “laf sokma” oyunu oynu-yorsun! Açıp okuyunuz… ABD eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld‘in başkanlığı­nı yaptı-ğı ilaç devi Gilead Sciences “kuş gribi” abartı­sıyla dünyaya neler yaptı? Sa­dece bu grip için Türkiye, 350 milyon dolarlık aşı ithal etti!

Demem o ki: Kimileri ise “sol” mas­ke altında küresel aşı oyunları­nın üzerini örtmeye çabalıyor!
Eko-emperyalizm umurların­da değil. Gıdanın siyasi-politiği umu­runda değil. Gevezelik yapıyor-lar… Bilmiyorlar ki: Haksız eleştiri gizli bir övgü­dür aslında!
========================================
Dostlar,

Sayın Soner Yalçın çok değer verdiğimiz, saygı duyduğumuz, gazete yazılarını ve kitaplarını edinip, zamanımız elverdikçe okuduğumuz bir yazardır. Araştırmacı – gazeteci – yazarlık geleneğinden gelmektedir ve Uğur Mumcu ekolündendir.

Ancak “Aşılar” konusu kolay bir konu değildir. Nitekim Yalçın’ın yazısında önemli maddi hatalar var :

  • Türkiye’de halen geçerli Sağlık Bakanlığı Aşı Takviminde 13 farklı türde aşı var.
  • Lise öncesi 8. yıl sonuna dek toplam 21 doz aşı yapılmaktadır.
  • Yapılacak tüm aşılar ve aşı takvimi Sağlık Bakanlığı Aşı Danışma Kurulunca oluşturulmakta ve sürekli olarak güncellenmektedir.
  • “.. (rota virüs veya thime­rosal gibi) aşılar” ifadesi hatalıdır. Rotavirüs bir ishalli hastalık etmenidir ve bu etmene karşı aşı geliştirilmiştir. Thimerosal (ya da thiomersol) bir aşı adı değil, kimi aşılarda geçmişte kullanılan bir civa bileşiğidir ve son yıllarda kullanılMAmaktadır.
  • Bebek ölüm hızı, Sağlık Bakanlığı’nın Ekim 2017’de yayınladığı 2016 sonu verilerine göre
    %o (binde) 7,3’tür ve uzman çevrelerce çok iyimser olarak görülmektedir.
  • “Ülkemizdeki bütün ölümle­rin yaklaşık % 30’unu bebek ölümleri oluşturuyor.” tümcesi de bütünüyle yanlıştır. TÜİK, bebek ölümü sayısını 2016 sonunda 13 036 olarak vermektedir. Toplam ölümler ise 422 135 olup, oranlandığında % 3.09 çıkmaktadır. On kat fazlasıyla verilmektedir yazıda!
  • Sayın Soner Yalçın, aşılarda alüminyum olduğu savlarına değinmemiş.. Bu miktar, günlük içtiğimiz sudaki alüminyumdan fazla değil..
  • Anayasa Mahkemesinin kararı, aşıyı zorunlu kılan yasal düzenleme olmayışına –yasal norm eksikliğine– dayalıdır. (Salt Çiçek aşısı için yasal düzenleme vardır ancak Çiçek hastalığının 1978’den bu yana kökü kazındığından, aşısı da yapılmamaktadır..) Oysa Anayasa md. 90 uyarınca iç hukuka katılan çok sayıda uluslararası andlaşma – sözleşmelerden kaynaklanan doğrudan – dolaylı çıkarımla aşı yapılmasını yasal zorunlu kılan düzenlemeler de vardır ve bunlar Anayasa Mahkemesince dikkate alınmayarak anılan Anayasa hükmü çiğnenmiştir. Sağlık Bakanlığı bu gerekçe yönünde tek maddelik bir yasal düzenleme teklifi hazırlamıştır ancak, duyumlarımıza göre yüksek tepelerden engellenmektedir.. Niye acaba?? AYM’nin bu kararı çok tartışmalıdır..
  • Son çözümlemede; aşı üretim teknolojisi giderek riskleri azaltırken güvenilirliği artırmaktadır. Rekombinant DNA tekniği ile üretim ve çok titiz soğuk zincir başlıca güvencelerdendir.  Yaşamda “sıfır” riskli hiçbir şey yoktur. Yaklaşım, akılcı ve serinkanlı biçimde risk – yarar dengesine dayandırılmak zorundadır. Aşılar yüz milyonlarca çocuğun yaşamını kurtarmış, engelli kalmalarını (örn. çocuk felci) önlemiştir. Ucuz ve çok güvenilirdirler. En etkili korunma yöntemlerinin başında gelirler.
  • Kuş gribi konusunda yersiz aşı uygulaması ve dışalımı (ithali) yapıldığı savı doğrudur.
  • AŞILAR stratejik ürünlerdir ve ne yazık ki ülkemizde hiç yerli aşı üretilmemektedir. Oysa Cumhuriyet’in ilk yıllarında bile İstanbul ve Sivas’ta yerli aşı yapıldığı, milyonlarca insanın aşılandığı ve hatta yurt dışına satıldığını Yüce Atatürk’ün 1930’da TBMM açılış konuşmasından öğreniyoruz.
  • İtalya’da geçtiğimiz yıl Parlamento, 0-16 yaş aşıları zorunlu kılan yasa çıkarmıştır.
  • Türkiye’de 3,5 – 4 milyon göçmenin 1 milyonu aşan çocukları vardır ve aşıları eksik, yaşam koşulları uygun değildir; bu salgın riski demektir! 2013’te Türkiye’de binlerce kızamık olgusu saptanmıştır. Geçen yıl Stockholm’de de..
  • Türkiye’de aşı reddi olayları on bini aşmıştır. Tehlikeli biçimde tırmanmaktadır!
    Birey özerkliği ve kişi hak ve özgürlükleri toplum sağlığı karşısında üstün tutulabilir mi?
  • Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF, 2 yetkili uzman uluslararası kurum olarak aşıların tam ve net olarak arkasındadır.
  • web sitemizde konuya ilişkin epey yazımız vardır, okunması pek çok çekince ve yanlış bilgilenmeyi giderebilecektir:
    – http://ahmetsaltik.net/arsiv/2017/03/Anayasa_Mahkemesi_ASI_karari_irdelemesi_AHMET_SALTIK.pdf
    – http://ahmetsaltik.net/2017/05/02/42368/ 
    – http://ahmetsaltik.net/2017/03/27/dr-nevzat-eren-16-ulusal-halk-sagligi-sempozyumu-gerceklesti-sistem-sorunu-olarak-asi/
    – http://ahmetsaltik.net/2016/10/30/ttb-zorunlu-asi-sorunu-yeniden/
    – http://ahmetsaltik.net/2018/01/05/asi-yasamdir-toplum-sagligi-riske-atilamaz/

    – http://ahmetsaltik.net/2015/11/23/hasuderden-anayasa-mahkemesinin-asilama-karari-hakkinda-basin-aciklamasi/Bu durumda, Sn. Yalçın’ın aşılara dönük haksız eleştirisi gizli bir övgü ­mü aslında?

Sevgi ve saygı ile. 09 Mart 2018, Ankara 

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Şeker olayının perde arkası… Cargill rezaleti

Şeker olayının perde arkası…
Cargill rezaleti

Emin ÇÖLAŞAN
SÖZCÜ, 09 Mart 2018

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Sevgili okurlarım, hükümet 14 şeker fabrikasını daha “Özelleştirme” bahanesinin ardına sığınarak satmaya, başka bir deyişle yandaş kişi ve kuruluşlara ölmüş eşek fiyatına devretmeye karar verdi. Bu kararla on binlerce şeker pancarı üreticisini ve binlerce fabrika çalışanını aç bırakacaklar ve piyasayı sağlığa zararlı nişasta bazlı şeker üreten bir ABD firmasına terk edecekler. Bu olayın perde arkası çok önemlidir. Şeker sektöründeki bu rezaleti, kovulmadan önce Hürriyet Gazetesi’ndeki çeşitli yazılarımda dile getirmiş ve üstelik tümünü belgelemiştim. Şimdi 16 Haziran 2006 tarihli yazıma dönüyorum. Başlığı “Cargill Olayını Deştikçe!” İşte o yazıdan alıntılar:
* * *
“Cargill Türkiye’de üretim yapıyor. Bursa’nın Orhangazi İlçesi’nde yüzlerce dönüm tarım arazisinde kurulan, halen çalışan ve raporlara göre çevreye büyük zarar veren tesisleri var. Bu dünya çapında firma gücünü ABD yönetiminden alıyor ve ABD siyasetinde etkili. Gelmiş Türkiye’ye yatırım yapmış. Türk çiftçisini, özellikle pancar ekicilerini mahvediyor ve çevre kirliliği yaratıyor.”
* * *
Şimdi rezaletin asıl önemli olan boyutunu görelim: “Cargill,  sivil toplum örgütleri ve meslek kuruluşları tarafından kezlerce mahkemeye verildi. Mahkemeler tesisin kapatılması doğrultusunda kararlar verdi. Fakat gelin görün ki, iktidar bunu yapamıyor… Çünkü Cargill’in arkasında ABD var. Cargill’in korunması, Recep Tayyip Bey‘in ABD gezilerinde de o ülkenin en üst düzey yetkilileri tarafından kendisine söylendi. ABD bir şey isteyecek ve Türk hükümeti tersini yapacak! Elbette olacak şey değil!”
* * *
12 yıl önceki yazım şöyle devam ediyor: “Çarşamba günkü yazımda bir Başbakanlık belgesi açıklamıştım. Başbakan adına imzalanan 20 Nisan 2006  tarih ve 3020 sayılı yazıda Cargill’le ilgili yargı kararlarının hükümsüz kılınması ve tesisin işletmeyi sürdürebilmesi için ‘Yeni bir kanun çıkarılması’ Tarım Bakanlığından istenmişti. Başbakanlık bir yabancı firmanın avukatlığına soyunmuş, onu kurtarmak için çaba harcıyordu. Kanun teklifi  bir AKP – milletvekiline- imzalatıldı ve TBMM’de Tarım Komisyonunda görüşüldü. Alt komisyona havale edildi. İşi o yolla kotarmaya karar verdiler!” (Sonra kanun kabul edildi.)
* * *
Şimdi işin öteki boyutlarına kısaca göz atalım. “Dün elime bir yazı daha geçti. Başbakanlık tarafından Çevre ve Orman Bakanlığı’na yazılan 6 Haziran 2003 tarih ve 2504 sayılı yazı. Son iki cümlesini aynen yazıyorum:
‘…Cargill’e ait fabrikanın işletilmesine devam edilmesi kararlaştırılmıştır. Söz konusu Bakanlar Kurulu Prensip Kararı halen yürürlükte olduğundan, uygulamanın prensip kararına göre yapılması hususunda gereğini rica ederim.’ Peki bu yazının altında kimin imzası var? Recep Tayyip Erdoğan. Başbakan!” (Cargill’e ilgili mahkeme kararlarını uygulamayın diyor!)
* * *
İşin nerelere gittiğini görüyorsunuz. “Türkiye Cumhuriyeti” hükümeti bir yabancı firmayı korumak için yargı kararlarını yok sayıyor, o kararları geçersiz kılıp Ülker  firmasının ortağı olan Cargill’i kurtarmak amacıyla kanun teklifi verdiriyor. Hem de resmi yazılarla!.. Çünkü  ABD yönetimi, bizim hükümete baskı yapıyor. İznik Gölü çevresine verdiği zarar, 195 bin metrekarelik birinci sınıf tarım arazisi üzerine kurulu tesis, zeytinlikler üzerindeki olumsuz etkileri yanında Türk pancar çiftçisine vurduğu darbeler… Şirketin piyasaya sürdüğü fruktoz şurubunun sahte bal üretiminde kullanılması. Ve Cargill’i kurtarmak için, uygulanmayan yargı kararları… Başbakanlık’ta yapılan toplantılar, yazışmalar, işi kılıfına uydurma çabaları… Cargill Türkiye’yi uzaktan kumandayla -ama tam içimizden- yönetiyor. İnanılır gibi değil.
* * *
Ülkemin böyle -bir sömürge gibi- yönetilmesini içime sindiremiyorum. Pek çok sahipsiz-torpilsiz-hükümette arkası ve adamı olmayan firmanın batmasına göz yumulurken, gücünü yabancılardan, Arap şeyhlerinden, AB ve ABD’den alan böylelerinin hukuku bile çiğneyerek korunup kollanmasına isyan ediyorum. (Taa 2006 yılında bunları yazmışım. Aradan 12 yıl geçmiş, yargı tarafından verilen iptal kararları çöpe atılmış, 14 şeker fabrikası olayında Cargill ve nişasta bazlı şeker dümeni yeniden karşımızda!)
* * *
Soner Yalçın bu rezaleti Sözcü’deki 21 Mart 2017 tarihli yazısında bir kez daha irdeledi. Benim yukarıdaki yazımdan alıntı yaptıktan sonra özetle şöyle diyordu:

Cargill dünyanın en büyük 12. şirketi. Yıllık geliri 136 milyar dolar. Nişasta bazlı şeker üretiyor… Bursa İdare Mahkemesi açılan davalarda yürütmenin durdurulması kararı verdi, Danıştay 6. Dairesi bu kararı onadı. Hukuk böyle diyordu ama Cargill’in arkasında ABD vardı. 2004 yılında Erdoğan ile Bush ABD’de görüştü. Bush, Cargill sorununun çözülmesini rica etti. Yeni toprak ve arazi kullanımı yasası değişikliği Meclis’te (AKP çoğunluğu tarafından) kabul edildi. Yine ABD ve Cargill’in isteği ile bu arazi ‘Özel endüstri bölgesi’ kabul edildi. Sonuçta, anayasaya aykırı olmasına rağmen Meclis’te Cargill’e ayrıcalık sağlayan yasal düzenlemeler yapıldı… Ve Cargill, hakkında yedi adet olumsuz mahkeme kararına rağmen işlerine devam etmeyi sürdürdü. Şeker Kanunu değiştirildi, Türk firmalara kota varken Cargill’in kotası kaldırıldı… Cargill ABD’de ürettiği GDO’lu mısırları Türkiye’ye getirerek, elde ettiği zararlı tatlandırıcıları herkese yedirmeye devam ediyor.”
* * *
İşte sevgili okurlarım, şimdi elden çıkarmak üzere olduğumuz yerli ve milli 14 şeker fabrikası olayının perde arkasında bunlar var. Türkiye kaybedecek, Cargill kazanacak. Dönemin başbakanı Recep Tayyip boşuna talimat vermiyordu “Bu davada verilen mahkeme kararları uygulanmayacaktır.” diye!
===========================================
Dostlar,

Can-ı gönülden dileriz ki neciiiiiiiiiip mi necip milletimiz bu acı gerçekleri görsün; din sömürüsünün ve laf cambazlığının, rant paylaştırılmasının… duygu sömürüsünün, türlü yollarla sürdürülen vahşi algı yönetiminin… ardına saklanan yabancıya peşkeşin, yoksullaştırılmasının, acımasızca sömürülmesinin … ayırdına varsın ve artık haklarını savunsun, “oy” unu doğru kullansın. İvedi olarak da ŞEKER FABRİKALARININ SATILARAK KAPATILMASINA dirensin, engel olsun..

8 Mart 2018 gecesi Halk TV’de bu yakıcı sorunu Sn. Rahmi Aygün’ün Kritik programında işledik. Sn. Prof. Erol Manisalı, Doç. Dr. Gökhan Günaydın ve biz değişik boyutlarını sergiledik acı sorunun.. Program kayıtları youtube’a 2 bölüm olarak 45 + 45 = 90 dakika kondu. Biz de erişkelerini (linklerini) sitemizin manşetinde verdik.. İzlenmesini, paylaşılmasını dileriz ki gerçekler yaygın olarak öğrenilsin..

Somut bir öneri ile bağlayalım :

Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığının başında bir tıp doktoru var: Dr. A. E. Fakıbaba. Sağlık Bakanlığı ile işbirliği yapsınlar,

  • Tüm gıda maddelerinin ambalajları üzerine yalnızca “şeker” değil “nişasta bazlı şeker vardır” diye miktarıyla birlikte yazsınlar.

Halkı eğitsinler.. Halkın “bilme” hakkına saygılı olsunlar.. Piyasayı etkin ve saydam denetlesinler, yargı kararlarına uysunlar..

  • Halkın sağlığını yabancı sermayeye kurban ve feda etmesinler!

Anayasa’nın 56. maddesinin açık gereklerini yerine getirsinler :

  • Her-ke-sin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı vardır! (Anayasa md. 56)

Sevgi ve saygı ile. 09 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Sputnik Haber Ajansına Verdiğim Mülakat

Sputnik Haber Ajansına Verdiğim Mülakat

Onur Öymen

Sputnik Haber Ajansının Türkiye Rusya ilişkilerinin NATO’ya etkisine ilişkin sorularına verdiğim cevaplar aşağıdadır:

TÜRKİYE BAZI NATO ÜLKELERİNDEN BEKLEDİĞİ DESTEĞİ GÖREMEDİ’

Türkiye’nin eski NATO Daimi Temsilcilerinden emekli büyükelçi Onur Öymen Sputnik’e yaptığı açıklamada NATO’da görev yaptığı dönemde NATO-Rusya ilişkilerinde yakınlaşma olduğunu, ilişkilerin son dönemde gerildiğini ifade ederek “NATO-Rusya ilişkileri son dönemdeki konjonktürde zayıfladı ama Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra ilişkilerde büyük bir yakınlaşma vardı, NATO-Rusya ortaklık konseyi kurulmuştu. Benim NATO büyükelçiliğim sırasında hatırlıyorum, Rusya üst düzeyde ziyaretler yaptı NATO’ya, Ortaklık Konseyinde beraber çalıştık. O bakımdan Rusya ve NATO Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana ilişkileri eskisi gibi sürdürdü diyemeyiz, NATO’nun kendisi bir yakınlaşma politikası güttü, Rusya da aynı politikayı güttü. Bu ilişkiler niye bozuldu; Ukrayna’daki gelişmeler, Kırım, daha sonra Suriye, bunları biliyoruz. Ama özü itibariyle NATO ile Rusya bir yakınlaşma sürecine girmişti” dedi.

‘TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİNİN SÜRDÜRÜLMESİ NATO’YU OLUMSUZ ETKİLEMEZ’

Türkiye’nin Rusya ile yakın ilişkilerinin, NATO’yu olumsuz yönde etkileme amacının olmadığını ifade eden Öymen, “Türkiye-Rusya ilişkilerinin en azından Türkiye açısından NATO’yu olumsuz yönde etkileme gibi bir amacı olamaz çünkü Türkiye NATO üyesi olarak, NATO’nun ortak menfaatlerini, çıkarlarını koruma bilinci içinde hareket etmiştir ancak NATO ülkeleri aynı şekilde hareket etmedi. Açık söylemek gerekirse maalesef bazı NATO ülkelerinden beklediğimiz desteği göremedik. Özellikle terörle mücadelede NATO ülkeleri, Türkiye’ye beklediğimiz desteği göstermedi. Tam tersine PYD gibi bazı terör örgütleriyle işbirliği yaparak Türkiye’nin güvenlik çıkarlarına zarar verdiler. O bakımdan kimsenin Türkiye’yi suçlayacak hali yok, biraz özeleştiri yapmalarında fayda var.” diye konuştu.

Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinin NATO üyeliğine karşı bir durum olmadığını da ifade eden Öymen, “Türkiye-Rusya ilişkilerinin sürdürülmesi NATO’yu olumsuz yönde etkilemez. ‘Türkiye NATO üyesi olduğu için başka hiçbir ülkeyle ilişki kuramaz’ anlayışı da olamaz. Tabii ki NATO üyeliğimizin gereğini her zaman yaptık, yapacağız. Ama aynı zamanda başka ülkelerle de kendi güvenlik, siyasi ve ekonomik çıkarlarımızın gerektirdiği ilişkileri kurmamız NATO üyeliğimize karşı bir durum değildir.” ifadelerini kullandı.

Saygılar, Sevgiler, 08.03.2018
====================================================
Dostlar,

Sayın Öymen, görüldüğü üzere Türkiye’nin NATO üyeliği, Türkiye – NATO 0ilişkilerinin “üstüne titremekte.” !..

Sevgi ve saygı ile. 09 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ANKARA TABİP ODASI 14 MART 2018 HAFTASI ETKİNLİKLERİ PROGRAMI

ANKARA TABİP ODASI 14 MART 2018 HAFTASI ETKİNLİKLERİ PROGRAMI

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz TTB Ankara Tabip Odası, bu yıl da oldukça kapsamlı bir etkinlik – sorumluluk programı hazırlamış. Ayrıntılar yukarıdaki duyuru posterinde..

Emek verenleri – verecekleri saygı ve şükran ile selamlarken katılım ve destek sağlanması dileğimizdir..

Sevgi ve saygı ile. 09 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Tabip Odası Üyesi
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GSS KAPSAMINDA TEDAVİ YARDIMINA YÖNELİK UYGULAMALARI, MİLLETVEKİLLERİNE ve YÜKSEK YARGI MENSUPLARINA GETİRİLMİŞ İSTİSNALAR

GSS KAPSAMINDA TEDAVİ YARDIMINA YÖNELİK UYGULAMALARI, MİLLETVEKİLLERİNE ve YÜKSEK YARGI MENSUPLARINA GETİRİLMİŞ İSTİSNALAR (Özet) 

Mahmut ESEN
E. Mülkiye Başmüfettişi

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

I-GENEL SAĞLIK SİGORTASI

1-Kişilerin sağlıklarının korunması, sağlık riskleri ile karşılaşmaları halinde de oluşan harcamaların finansmanı için genel sağlık sigortası (GSS) ihdas edilmiştir. Sigortalılara sağlık yardımlarının SGK aracılığıyla tek elden yapılması, toplumun tüm bireylerinin GSS olması kabul edilmiştir. Bu bağlamda SSK, Bağ-Kur ve T.C. Emekli Sandığı kuruluş kanunları yürürlükten kaldırılmış, bunlar tarafından verilmekte olan hizmetler yeni kurulmuş olan SGK Başkanlığı bünyesinde birleştirilmiştir. 2012 yılından başlayarak GSS olmak zorunlu hale gelmiştir.

Yeterli gelire sahip olmayan vatandaşlarımızın primleri Devlet tarafından karşılanmaktadır. 2016 yılı sonunda 78 milyon vatandaşımız (%97,7) GSS olmuştur.

2017 yılında askerlik görevini yapmakta olan 350 bin er/erbaş ile yedek subay öğrencileri de GSS kapsamına alınmıştır. Halen kapsam dışında kalmış olanların da (banka yardımlaşma sandıkları personeli, cezaevlerindeki hükümlü/tutuklular vb.) sisteme dahil edilmelerine yönelik çalışmalar devam etmektedir.

2016 yılında Devlet tarafından yapılmış tedavi giderleri toplamı 74 milyar TL’dir.

GSS Sigortalılarına Sağlanan Sağlık Yardımları

2-Ülke nüfusunun tamamına yakını kapsayan GSS kapsamındaki sigortalılara sağlık yardımları SGK tarafından sağlık kurum/kuruluşlarından hizmet alımı yapılması suretiyle karşılanmaktadır. Yapılacak sağlık yardımlarının usul ve esasları, sigortalılardan alınacak katılım payları, özel sağlık kuruluşlarına ödenecek ek ücretler, sağlık hizmetlerinin bedellerinin tespit edilmesi vb. konular; 5510 sayılı Kanun, konuya ilişkin yönetmelik ile SGK tarafından çıkarılmış Sağlık Uygulama Talimatında (SUT) ayrıntılı olarak belirtilmiştir.

 3-SUT ile belirlenmiş olan sağlık hizmeti bedellerinin büyük bölümü 2013 yılından beri güncellenmemiştir

  • Bu yüzden, kamu hastanelerinde verilmekte olan sağlık hizmetleri aksamakta, hizmetler güçlükle yerine getirilebilmektedir.

Özel hastanelere giden vatandaşlarımız da -güncelenmeyen hizmet bedelleri nedeniyle- her geçen gün daha fazla ek ücret ödemek zorunda kalmaktadır. Zira özel hastaneler 5510 sayılı yasa; imzaladıkları sözleşme hükümlerine karşın SUT tarifesinin % 200’ünün üzerinde de ücret almakta, bu suretle hizmet bedellerini piyasa koşullarına uyarlamaktadır. Muayene katkı payını artıran ve özel hastanelere ödediği muayene ücretinin önemli bölümünü de vatandaştan geri alan SGK’nın; bu uygulamadan fazla rahatsız olmadığı, bu yüzden vatandaşların özel hastanelere ilişkin şikayetlerinin sürüncemede bırakıldığı görülmektedir.

(Örneğin, SUT tarifesine göre KBB muayene bedeli olarak özel hastanelere (KDV dahil) 25,92 TL ödeyen SGK, ödediği bu rakamın 20 TL’sını, muayene katkı payı ve reçete bedeli adı altında vatandaştan tahsil etmektedir.) 

II-GSS DIŞINA ÇIKARILMIŞ MİLLETVEKİLLERİ/YÜKSEK YARGI ORGANLARI  BAŞKAN VE ÜYELERİNİN DURUMU

4-Mevzuatta yer alan GSS’na aykırılık oluşturan tüm hükümler yürürlükten kaldırıldığı halde, milletvekilleri ile bakmakla yükümlü oldukları kişilerin tedavi giderlerinin TBMM bütçesinden yapılacağına ilişkin yasa kuralı (3671 s.k./4. md.) günümüze kadar özenle korunmuştur. Özel yasada sağlık hizmetlerinden yararlanma usul ve esaslarına ilişkin hüküm bulunmamaktadır. Bu yüzden belirtilen hususlar, herhangi bir sınırlama olmaksızın, TBMM Başkanlık Divanınca çıkarılan yönetmelikle düzenlenmiştir.

 Yönetmelik ile hak sahibi (2018 yılı başı itibarıyla 11.045 kişi) olanlara, SGK aracılığıyla genel sağlık sigortalılarına verilenlerle kıyaslanamayacak oranda (onların hayal bile edemeyeceği), özel sağlık sigortası poliçelerinde dahi öngörülmeyen hükümler içeren tedavi yardımlarının sağlanmış olduğu anlaşılmaktadır.

5-Milletvekillerine tanınmış bu tür  ayrıcalıklarından bazıları aşağıya çıkarılmıştır.

  • Özel muayenehanede/evde yapılan muayene ve tedavi ücretleri de TBMM tarafından karşılanabilmektedir.
  • GSS sigortalılardan farklı olarak; hak sahibince muayene katkı payı, ilaç reçeteleri için reçete bedeli, eşdeğer ilaç farkı vb. için ödeme yapılmamaktadır.
  • Resmi sağlık kurum ve kuruluşlarından sağlanmış tedavi giderleri, kurum tarafından  düzenlenmiş (Öğretim üyesi muayene ücret farkı dahil) fatura esas alınarak ödenmektedir.
  • Özel sağlık kurumlarındaki tedavi giderlerinde hak sahipleri tarafından ek ücret ödenmemektedir.
  • Özel sağlık kurumlarına ödenecek sağlık hizmeti giderlerinde Türk Tabipler Birliği vb. kurum/kuruluşların yıllık tarifeleri baz alınarak Başkanlık Divanınca belirlenen tutarlar üzerinden ödenmektedir.
  • Haksahiplerine yurtdışında tedavi edilmeleri konusunda ( GSS’lılarına göre) geniş olanaklar sağlanmıştır.

6- GSS mevzuatına aykırı olan bu özel düzenlemenin Anayasa’nın 12. maddesinde yer alan “ Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.” kuralına da aykırı olacağı hususunun göz ardı edilmemesi gerekmektedir.

Zira milletvekillerine görevlerini daha iyi yapabilmeleri, halkı temsilde zorluk çekmemeleri bağlamında bazı ayrıcalıklar /kolaylıklar sağlanması olağan karşılanabilir. Ancak söz konusu bu düzenlemelerin, üstlenilen görevin süresi ile sınırlı kalmadığı, tanınan olanaklardan ömür boyu yararlanacakları şeklinde kurallar içerdiği görülmektedir. Oysa AYM’nin bazı iptal kararlarında Parlamento üyeliği ve sıfatı son bulmuş kişilerin artık yurttaşlardan farklı bir statü içinde bulunmaları için sebep kalmadığı hususu açık/seçik belirtilmiştir.

 7- Buna karşın anılan özel yasanın uygulama alanı genişletilmiş; önce AYM, daha sonra da 696 sayılı KHK ile Danıştay ve Yargıtay başkan ve üyeleri ile bakmakla yükümlü oldukları kimselerin sağlık giderlerinin de, TBMM üyelerinin tabi oldukları esaslar çerçevesinde, mahkemelerin bütçelerinden ödenmesine ilişkin düzenlemeler getirilmiştir. Bu suretle Cumhurbaşkanı T. Erdoğan’ın (17.01.2017 tarihli konuşmasında) “Dünyada belki de tek örnek olduğunu, ABD’nin bu modelin dar bir örneğini uygulamaya kalktığı halde başaramadığını, beş yıldır tıkır/tıkır işlediğini, incelemek için dünyanın her yerinden heyetler geldiğini” övgüyle bahsettiği ve 350 bin er/erbaşın sisteme dahil edildiği bir dönemde, yüksek yargı mensupları GSS kapsamı dışına çıkarılmıştır.

Bu itibarla yüksek yargı organı mensupları, sağlık giderlerinin ödenmesi gibi yaşamsal önem taşıyan bir konuda TBMM Başkanlık Divanına bağlanmıştır. Zira  bilindiği üzere yönetmelik çıkarmak veya Başkanlık divanının TBMM yönetimine ait karar alma faaliyetleri, TBMM’nin yasal (AS: Yasama olmayan) olmayan idari nitelikli kararlarındandır. Dolaysıyla yüksek yargı organlarına sağlanacak sağlık yardımları, yasama organının (Başkanlık Divanının) idari kararlarına göre yapılacaktır. ( Örneğin yüksek yargı organı mensubunun kullanacağı gözlük bedeline dahi TBMM Başkanlık Divanı karar verecektir.)

Bu yüzden konu salt sağlık giderlerinin ödenmesi sorunu olmaktan çıkmakta, yargı organlarının bağımsızlığı ve tarafsızlığını da doğrudan ilgilendirmektedir.

Diğer yandan yüksek yargı mensuplarının, GSS kapsamı dışına çıkarılmış olmaları nedeniyle, hayatın olağan akışı içinde, GSS sigortalılarının sorunlarından uzaklaşacakları; bu suretle SGK’nın hatalı eylem ve işlemlerinin yargı yoluyla düzeltilmesi, içtihat oluşturulmasına yönelik  yargısal faaliyetlerin daha uzun bir zaman alacağı açıktır.
==============================================
Dostlar,

Seçkin Mülkiye Başmüfettişi (E) dostumuz Sn. Mahmut Esen’in oldukça önemli yazısı yukarıda.. Kendisine teşekkür ederiz.. AKP iktidarının hukuk devleti ilkelerinden ne denli saptığına çok tipik bir örnek daha.. Anayasanın, yasalar önünde herkesin eşitliğine ilişkin 10. maddesi de ayak altında! Bu kişilere 12 diş implantı hakkı (8 idi!) verildiğini de paylaşalım. Bir profesör dişhekimi düşünelim. yasa ile ayrıcalıklı sayılan yukarıdaki kişilerden birine diş hekimliği koltuğunda implant uygulayan Profesör dişhekiminin tek 1 implant bedelini SGK ödememektedir!

  • Bu utanılası hazin tablo olsa olsa post-modern politik elitler ve profesörden serfleri olmalı!

30 yıldır çığlık atıyoruz:

  • GSS halkın sağlığının değil, sermayenin kârının sigortasıdır; gerçek bu denli çıplaktır!

Sevgi ve saygı ile. 07 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

TTB : GSS için ne dediler, ne oldu?

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROGRAMI ÇÖKTÜ.. 
TTB : GSS için ne dediler – ne oldu?

TTB (Türk Tabipleri Birliği) yukarıdaki başlıkla çok değerli bir bilimsel irdeleme raporu daha yayınladı. 27.02.2018’de web sitemizde TTB’nin bir başka önemli raporunu yayınlamıştık (lütfen tıklayın) :

Şimdi ise, bizim de üyesi olduğumuz (Ankara Tabip Odası) TTB’nin GSS – Genel Sağlık Sigortası hakkında yayınladığı önemli raporu paylaşmak istiyoruz. Aynı biçimde Kamu Hastaneleri Kurumu için de bir rapor var, onu da paylaşacağız. Böylelikle AKP iktidarının eline tutuşturulan IMF – DB dayatması Sağlıkta Dönüşüm Programı‘nın 3 önemli ayağının çöktüğü anlaşılıyor. Gerçekte ise bir proje partisi olarak AKP’nin sepetine (programına!) bunlar en başında konmuştu. Heybe çok ağır ve doluydu ve dış güdümlü bu projeleri AKP yerine getirmeye çabaladı 15+ yıldır..Sanırız artık çekseniz de gitmiyor, itseniz de.. Örn. 2018 mali yılı merkezi yönetim bütçe rakamları boğucu ve mali sürdürülebilirlik umudu kalmamış gibi :

  • 2018 bütçe gideri 763 (599’u – %88’i vergi!), gelir 697, Açık 66, Faiz 71,6 (%26↑);
    yatırım 68,8; Sağlık Bak. 37,6; DİB (Diyanet İşler, Bşk.) 7,8 (151 bin personel); SGK 133,5 (2016’da 108); Emn. + Jand. 40,1; Mrk. Yön. borcu 2017 sonu 871,6 milyar (%15↑) TL

697 milyar TL gelir beklenen 2018 bütçesinin 133,5 milyar TL’si SGK’ya aktarılacak (transfer edilecek). Bütçe’nin 1/5’i SGK’ya! SGK’nın 2018 mali portresi ise genel bütçenin 2/3’ü büyüklüğüne erişiyor! SGK tam anlamıyla “mali yoğun bakım“da. Çok ciddi genel bütçe aktarımları yapılmazsa aktüaryal dengesini sürdüremeyecek ve büyük bir sosyal güvenlik bunalımı ülkemizi vurabilecek! Öyle ki, SGK’ya bu muazzam aktarım (133,5 milyar TL) yapılmat-yacak olsa, 2018 bütçesi 71,6 milyar TL açık vermek yerine 61,9 milyar TL fazlalık bile verebilecek! Böylelikle yatırımlar 2’ye katlanabilecek…. TTB raporu şöyle başlıyor :
*****

  • Dünyada neoliberal rüzgârların sağlık ve eğitim gibi kamusal hizmet alanlarına el atmaya başladığı 1980’lerin başından itibaren sağlık politikalarının ana gündemi olan sağlık reformu ülkemizde de eş zamanlı olarak Dünya Bankası girişimleriyle başlamış ve 2002 yılında AKP Hükümeti’nin iktidara gelmesiyle birlikte Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) adıyla
    yürürlüğe konulan bir programla sürdürülmüştür. Sağlık Bakanlığı 2003 yılında yayımladığı SDP dokümanında sekiz bileşeni olduğunu belirtmektedir. Bu bileşenler:1) Planlayıcı ve Denetleyici Bir Sağlık Bakanlığı
    2) Herkesi Tek Çatı Altında Toplayan Genel Sağlık Sigortası
    3) Yaygın, Erişimi Kolay ve Güler Yüzlü Sağlık Hizmet Sistemi
    – Güçlendirilmiş Temel Sağlık Hizmetleri ve Aile Hekimliği
    – Etkili, Kademeli Sevk Zinciri
    – İdari ve Mali Özerkliğe Sahip Sağlık İşletmeleri
    4) Bilgi ve Beceri ile Donanmış, Yüksek Motivasyonla Çalışan Sağlık İnsan Gücü
    5) Sistemi Destekleyecek Eğitim ve Bilim Kurumları
    6) Nitelikli ve Etkili Sağlık Hizmetleri İçin Kalite ve Akreditasyon
    7) Akılcı İlaç ve Malzeme Yönetiminde Kurumsal Yapılanma
    – Ulusal İlaç Kurumu
    – Tıbbi Cihaz Kurumu
    8) Karar Sürecinde Etkili Bilgiye Erişim: Sağlık Bilgi Sistemi SDP’nin üzerinden geçen 15 yılda Türkiye’de sağlık ortamı ve sağlık sistemi birçok açıdan etkilenmiş ve sorun çözme iddiasındaki SDP’nin yol açtığı yeni sorunlar ortaya çıkmıştır. 2018 yılı 14 Mart sürecinde Türk Tabipleri Birliği SDP’nin yarattığı tahribata ve piyasacı anlayışla düzenlenen sağlık ortamının sorunlarına SDP’nin iddialarını irdeleyerek bir kez daha dikkati çekmek istemiştir. Bu süreçte hazırlanan bu dokümanlarla AKP Hükümetlerinin ve SDP’nin ne dediklerini hatırlatıyor ve neler olduğunu gözler önüne sermek istiyoruz.
    ******
    TTB raporu devamla;
  • 1. Sağlık harcamaları maliyetini düşürecek, koruyucu hekimlik uygulamalarının da teşvikçisi ve zorlayıcısı olacak sigorta sistemi “Böyle bir sigortacılık sistemi, sağlık harcamaları maliyetini
    düşürme gayreti içinde, koruyucu hekimlik uygulamalarının da teşvikçisi ve zorlayıcısı olacaktır. Genel Sağlık Sigortası Kurumunun denetim ve yaptırımları, sağlık giderlerinde gittikçe artan oranlarda yer işgal eden ilaç ve tıbbi malzeme israfını azaltacaktır.”
  • GSS’nin sağlık hizmetlerinin maliyetini düşüreceği iddiası tam bir fiyaskoyla sonuçlandı. Sağlık hizmetlerinin maliyeti arttı. SGK’nın hastanelere ödediği fatura tutarları 2010-2016 yılları
    arasında bazı hastaneler için 3 katına kadar çıktı (Tablo 1). GSS Yasası’nın bütünüyle uygulamaya girdiği 2012 yılından 2016 yılına kadar hastanelere ödenen fatura tutarları
    incelendiğinde;
    – Devlet Hastanelerine ödenen SGK fatura tutarının %39,
    – SB Eğitim ve Araştırma Hastaneleri gibi 3. Basamak devlet hastanelerine ödenen SGK fatura tutarının %61,
    – Özel hastanelere ödenen SGK fatura tutarının %25,
    – Üniversite hastanelerine ödenen SGK fatura tutarının %49,
    – Toplam ödenen fatura tutarının da %41 oranında arttığı görülüyor.
    *****
    TTB’nin GSS raporu şöyle bağlanıyor                  : 
  • Ne olmalı?
    Türkiye için sağlık hizmetlerinin finansmanında en uygun model Genel Bütçe’den finansmandır. Kişilerin prim ödeme gücüne bakılmaksızın, adil ve doğrudan vergilere yaslanan bir vergi politikasıyla oluşturulan Bütçe’den sağlığa yeterli kaynak ayrılmalı ve bu kaynağın uygun bir şekilde kullanılacağı entegre, basamaklı, kamusal anlayışla ücretsiz hizmet sunan bir sağlık sistemi yapısı oluşturulmalıdır.

“Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastanelerinde performans sisteminin ve döner sermaye bütçesi uygulamasının kaldırılarak merkezi yönetim bütçesinin esas alınması; çalışmadığı görülmüş olan GSS sisteminin terk edilerek ülkedeki tüm bireyleri kapsamı içine alan ve kimsenin cebinden ek para ödemek zorunda kalmadığı, finansmanı prim ödenerek değil, genel bütçeden karşılanan bir sosyal güvenlik sisteminin oluşturulması tek çözüm olarak görünüyor.“
*****
Meslek örgütümüz TTB’ye ve bu rapora emek veren meslektaşlarımıza, öbür emekçilere şükranlarımızı sunuyoruz. AKP iktidarının da artık onun – bunun kandırmasından / güdümünden kendini sakınması görev olarak düşüyor. Öyle ya, tek başına iktidar 15 yılı geçti.

Türkiye hızla bu dış dayatma sağlık politikalarını bırakmalıdır. Her geçen gün faturayı ödenemez kılmakta!

Raporun tümünü okumak için lütfen tıklayınız (15 sayfa, 2,4 MB) :
Genel_Saglik_Sigortasi_Ne_Dediler_Ne_oldu_2018

Sevgi ve saygı ile. 07 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

TTB : “Meslek Örgütümüzü İşlevsiz Kılmaya Yönelik Girişimlere Son Verilmelidir!”

“Meslek Örgütümüzü İşlevsiz Kılmaya Yönelik Girişimlere Son Verilmelidir!”

  • 06/03/2018 14:50
    http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=40517e38-2139-11e8-82e9-5e6c03ccf873 

Aralarında Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) de bulunduğu, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına yönelik müdahale ve biçimlendirme yönündeki açıklama ve girişimlere karşı TTB Merkez Konseyi’nce bir basın toplantısı düzenlendi. 06 Mart 2018, Salı günü 12.30’da İstanbul Tabip Odası Cağaloğlu binasında gerçekleştirilen basın toplantısına TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, TTB Genel Sekreteri Dr. Sezai Berber, Merkez Konsey Üyeleri Prof. Dr. Taner Gören ve Dr. Bülent Nazım Yılmaz katıldılar. Basın açıklamasını Prof. Dr. Raşit Tükel kamuoyuyla paylaştı. Açıklamanın tam metni aşağıdadır:

Meslek Örgütümüzü İşlevsiz Kılmaya Yönelik Girişimlere Son Verilmelidir!

Bir süredir, medyada yer bulan haberlerden, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarına yönelik “müdahale ve biçimlendirme” çalışmalarının yürütüldüğü anlaşılmaktadır.  Açıklamalarda isim değişikliği, birden fazla meslek kuruluşu kurulması, serbest meslek icrasında üyelik koşulunun kaldırılması, seçim sistemlerinin değiştirilmesi öne çıkmıştır. Bu tür müdahaleler, mesleğin insan ve toplum yararı gözetilerek uygulanmasına değil; mesleğin nasıl icra edileceğine bir yetkenin karar vermesine yönelik sonuçlar doğuracaktır.

Meslek Örgütleri Toplumdan Doğmuş, Demokrasi İle Büyümüştür…

Hekimlik, avukatlık, mimar ve mühendislik gibi kökleri insanlık tarihi kadar eski mesleklerin örgütlerinin bugünkü anlamda özerk ve mesleğe ilişkin yetkilere sahip olmalarının tarihi yaklaşık dört yüzyıl geriye gitmektedir. Tarihsel süreçte toplumsal bir olgu olarak var olmuş olan meslek örgütlerinin zaman içinde temel işlevleri; meslek etiğini belirleme, mesleki denetim ve yaptırım uygulama, mesleğin toplum yararı ile birlikte uygulanıp sürdürülmesini sağlama şeklinde belirginleşmiştir.

Ülkemizde ise, hekimler yönünden merkezi düzeyde 1857’de Türk Tıp Cemiyeti olarak kurulan meslek örgütü, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra 1929’da Etibba Odaları, 1953 yılında Türk Tabipleri Birliği adını almıştır.

Kaynağını Anayasa’dan alan kamu kurumu niteliğine sahip, bütün organları seçimle işbaşına gelen, özerk, demokratik bir meslek kuruluşu konumundaki Türk Tabipleri Birliği, sağlık alanına ilişkin kamusal görev ve yetkilerle donatılmıştır. Anayasa’nın 135. maddesi uyarınca hekimlik mesleğini toplum yararına geliştiren, hekimlik uygulamaları ve denetlenmesine dair görevleri olan meslek birliğimiz, hekimlerin davranış kurallarını belirlemiş; hekimlerin kendi aralarında ya da toplumla ilişkilerinde bu kuralların geçerli olması için çalışmalar yürütmüş; hekimler kadar kamunun çıkarını sağlamayı amaç edinmiştir. Yasayla tanımlanan meslek birliğimizin kamusallığı, hekimlerin haklarını korumakla sınırlı olmayıp tüm toplumun sağlık hakkının sağlanmasına yöneliktir. Türk Tabipleri Birliği, meslektaşlarımız kadar toplum açısından da önemli olan, bilimsel çalışmalar ve eğitim ile edinilen bilgiye ve tarihsel süreç içinde geliştirilen meslek ahlâkına dayanan bir hekimlik uygulaması için çaba göstermektedir.

Meslek Örgütlerinin Özellikleri

Anayasanın 135. maddesinde, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları devlet hiyerarşisi altında bulunmayan özerk kuruluşlar olarak düzenlenmiştir. Bu özerklik hizmetin kendisine ait bir özelliktir. Anayasa Mahkemesi’nin vurguladığı gibi, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının işlevi sadece meslektaşlar arasındaki ilişkileri düzenlemekle sınırlı değildir; bu kuruluşlara çoğulcu demokratik ortamın gelişimine ilişkin rollerinin önemi nedeniyle kamusal nitelik kazandırılmıştır.

Meslek kuruluşlarında Deontoloji başta olmak üzere meslek uygulamalarının düzenlenmesinde ve benzeri kamusal görevlerin yürütülmesinde, kapsayıcılığın ve bağlayıcılığın korunması ve geliştirilmesi amacıyla zorunlu üyelik sisteminin sürdürülmesi gerekir. Kişilerin mesleklerini icra edebilmeleri için o meslekle ilgili kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşuna üye olmaları sağlanmalıdır. Zorunlu üyelik olmadığında ya da aynı meslek alanında birden çok meslek kuruluşunun kurulmasına olanak verildiğinde, meslek disiplininin kim tarafından sağlanacağı belirsizleşecek, her kuruluş kendi başına davranacaktır. Bunun sonucunda da meslek kuruluşlarının kendi mesleklerine ilişkin ihtiyaçlar, meslek etiği vb. konularında karar alabilmeleri mümkün olamayacak, kararların merkezi düzeyde alınması meslek kuruluşları üzerinde ciddi bir tahribata neden olacaktır.

Meslek Kuruluşlarına Neden Müdahale Edilir?

Meslek kuruluşlarına müdahale, Türk Tabipleri Birliği’nin insan yaşamının korunmasına yönelik hekimlik bilgilerini ve tutumunu anımsattığı açıklamasından sonra gündeme getirilmiştir. Bununla birlikte bu müdahale girişimi ne yenidir ne de Türk Tabipleri Birliği ile sınırlıdır. Yakın tarihimiz meslek örgütlerinin etkisizleştirilmesine yönelik birçok müdahaleye sahne olmuştur. Devletlerin mesleklere ve meslek kuruluşlarına müdahalesinin tarihi eskiye gider. Demokrasinin sorunlu olduğu dönemlerde devletler, meslek kuruluşlarının kendi politikalarını eleştirmemesini, desteklemesini hatta bir devlet organı gibi hareket etmesini istemekte; bunu sağlamak için de müdahalelerde bulunabilmektedir. Bu müdahaleleri engellemek için, Dünya Tabipler Birliği, ulusal hekim birliklerinin üye olarak kabul edilebilmesi için herhangi bir devlet kurumu veya kuruluşuna tabi olmaması veya bir devlet kurumu veya kuruluşu tarafından kontrol edilmemesi koşulunu getirmiştir. Türk Tabipleri Birliği, DTB’nin kurucu üyesidir.

Meslek örgütlerinin faaliyetlerinin devlet/hükümet politikaları ile çatıştığı hallerde kullanılan bir diğer müdahale türü ise, meslek kuruluşlarının güçsüzleştirilmesi ve etkisizleştirilmesidir.  Meslek örgütlerinin öteden beri temel işlevi, mesleğin insancıl bir biçimde insan ve toplum yararına uygulanmasını sağlamaktır. Hekimliğin iyi icrası için hastanın hekime güven duyması çok önemlidir. Toplum nezdinde mesleğe güven duygusu, mesleğin etik kurallarının belirlenmesi ve mesleki denetimle mesleğin biçimlendirilmesi yolu ile olur. Bu nedenle devletin, meslek kuruluşlarının bu işlevlerini yapmasını zorlaştıracak, etkisizleştirecek müdahalelerden kaçınması, toplumsal ve demokratik bir zorunluluktur.

Türk Tabipleri Birliği’ne Müdahalenin Nedenleri

Kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşu olması nedeniyle, Türk Tabipleri Birliği, hekimlik mesleğinin geliştirilmesi, hekimlerin haklarının korunması ve ortak ihtiyaçlarının karşılanması, meslek disiplininin sağlanması, hekimlerin birbirleriyle ve halkla ilişkilerinde dürüstlüğün ve güvenin hakim kılınması, kamu hizmetinin düzeyinin korunması gibi işlevler üstlenmiştir.

Türk Tabipleri Birliği, bu işlevlere bağlı olarak, hekimlik uygulamalarının ve sağlık hizmetinin insan haklarına, etik değerlere uygun, bilimsel bilgiye dayanarak yerine getirilmesini sağlamak üzere talep ve öneriler geliştirmektedir. Türk Tabipleri Birliği, Anayasa ile tanımlanmış işlevlerini yerine getirmesi ve geliştirmesinin demokratik bir ülkede mümkün olduğunu göz önünde bulundurmaktadır.

Türk Tabipleri Birliği, sağlık hizmetinin gereklerine, hekimlik etik ilkelerine, hekimlerin hukuken sahip oldukları haklara aykırı düzenlemelere karşı yargı yoluna gitmektedir. Bu başvurular sonucu Anayasa Mahkemesi, Danıştay, İdare Mahkemeleri kararları ile hukuka aykırılığı saptanmış sayısız düzenleme, işlem bulunmaktadır. Bunlardan biri de, Türk Tabipleri Birliği’ne “tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlama” görevini veren Kanun maddesini 2 Kasım 2011 tarihinde değiştiren 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin ilgili hükmünün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olmasıdır.

Türk Tabipleri Birliği sağlığın, fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak tam bir iyilik hali olduğunu hep akılda tutarak;

  • Herkese ihtiyacı olan sağlık hizmetlerine parasız ulaşma hakkını,
  • Herkese sosyal güvenlik hakkını,
  • Yeterli bilgi ve deneyim ve becerinin kazandırıldığı çağdaş tıp ve tıpta uzmanlık eğitimini,
  • Hekimlere, şiddetten uzak, insancıl, güvenli, sağlıklı çalışma ortamını,
  • Madenlerde, işyerlerinde kâr hırsı, denetimsizlik ve gerekli önlemlerin alınmayışı nedeniyle ortaya çıkan iş cinayetleri ve meslek hastalıklarının önlenmesini,
  • Sağlıklı, yaşanabilir bir çevrenin hak olarak hayata geçirilmesini,
  • Çocuk istismarının, kadın cinayetlerinin önlenmesini,
  • İnsan eli ile yaratılan her türlü şiddetin nedenlerinin ortadan kaldırılmasını, barış içinde yaşama hakkının ve sosyal iyilik halinin sağlanmasını talep etmekte ve bu taleplerin karşılanması için mücadele etmektedir.

Türk Tabipleri Birliği, bir bütün olarak sağlık çalışanlarının işlerini severek, iyi bir eğitim alarak, barışçıl çalışma ortamında, işbirliğini özendiren bir çalışma ve ücretlendirme modeli içinde, her türlü sosyal hakka sahip olarak çalışmalarını istemektedir.

Meslek Örgütümüzün Uluslararası Temsiliyeti

Türk Tabipleri Birliği’nin ülkemizi temsil ettiği Dünya Tabipler Birliği, Avrupa Hekimler Daimi Komitesi gibi uluslararası hekim örgütleri, evrensel hekimlik ilkelerine sahip çıkmanın toplumlar açısından öneminin ve değerinin farkındadır. Güçsüzleştirilmiş, hükümetin kontrolü ya da etkisi altındaki meslek kuruluşlarının dünya halkları nezdinde itibarının olamayacağı açıktır.

Meslek Örgütümüzü İşlevsiz Kılmaya Yönelik Girişimlere Son Verilmelidir!

Meslek örgütlerimizin isimlerinde yer alan Türk” ve “Türkiye ibareleri, Anayasa gereğince, bu mesleklerin hizmet verdikleri alanda, tüm toplumu kapsayan, kamusal yarar taşıyan hizmetleri nedeniyle verilmiştir. Meslek kuruluşlarının isimlerinden Türk ve Türkiye ibarelerinin kaldırılması yönündeki girişimler; bu kuruluşların toplumsal kapsayıcılığını ortadan kaldırmaya, meslek uygulama alanlarında toplum adına bilgi üretme, mesleği geliştirme ve toplumsal denetim işlevlerini yok etmeye yöneliktir. Meslek birliğimiz üzerinde bu yönde yapılacak müdahaleler halkın sağlık hakkına yönelik faaliyetler üzerinde ciddi bir tehdit durumundadır.

Varlık koşullarımızı ortadan kaldırarak mesleğimiz, meslektaşlarımız, toplum ve ülkemiz için geri dönülemez zararlara yol açacak bu girişimlerin geri çekilmesini istiyor; yetkilileri ve tüm kamuoyunu bu gelişmeler konusunda duyarlı davranmaya davet ediyoruz. Yine bu çerçevede siyasal iktidarı, Türk Tabipleri Birliği’ne karşı kullandığı dili ve kabul edilemez uygulamalarını gözden geçirmeye çağırıyoruz. Türk Tabipleri Birliği, hekimlerin mesleklerini demokratik değerler, etik ilkeler ışığında sürdürmekte ısrar ettikleri bir kurum olarak, Odaları ve üyeleri ile birlikte gerekli demokratik mücadeleyi sürdürecektir.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
========================================
Dostlar,

Biz de meslek örgütümüz TTB’nin bu son derece dengeli, ağırbaşlı, sorumlu ve kararlı basın açıklamasını bütünüyle paylaşıyoruz.

AKP iktidarı ve Erdoğan’ı da serinkanlılığa, sağduyuya, demokratik çoğulcu düzene tahammül etmeye ve karşıt kurum ve görüşlere de saygılı olarak onlardan öğrenmeye, yararlanmaya; sonuç olarak çoğunlukçu (majorite) değil çoğulcu (pluralist) davranmaya bir kez daha çağırıyoruz.

İdare Hukuku uzmanı Prof. Dr. Metin Günday ve ark. ca hazırlanan (2013) “Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları Raporu” başlıklı bilimsel raporu (32 sayfa) paylaşmak istiyoruz. Bu bilimsel raporun özenle okunması, söz konusu Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşlarının nitelik ve işlevlerinin daha iyi kavranmasını sağlayacaktır. AKP’lilerin ve Saray danışmanlarının… buna çok gereksinimleri olduğu kanısındayız. Lütfen tıklayınız :

KAMU_KURUMU_Niteliginde_Meslek_Kuruluşu_RAPORU_Prof._Gunday

Sevgi ve saygı ile. 06 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
TTB Ankara Tabip Odası Üyesi
TTB Yüksek Onur Kurulu Üyesi (199296)

Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

YALANCIYLA KÖPEĞİ

YALANCIYLA KÖPEĞİ

 Prof. Dr. Selçuk EREZ
Cumhuriyet, 01.032018

1981’de ABD’de, Florida’da, Dillon adlı 22 yaşında bir genç, adam öldürme suçundan ömür boyu hapse mahkûm edilmişti. Sanık, duruşmalar boyunca suçsuz olduğunu ısrarla ileri sürmüş, ancak John Preston adlı bir eksper, yetiştirdiği köpeğin cinayetin işlendiği yerde bulunan eşyada Dillon’un kokusunu algıladığını söylediği için hüküm giymişti.

O günlerde, Preston ve köpeğinin yanılmaz olduklarına inanılmakta ve birçok cinayette bu ikiliye danışılmaktaydı. Preston, köpeğinin, su basan, fırtınayla altüst olan cinayet mahallerinde bile katillerin kokusunu algılayabileceğini söylüyor, çok kimse de bu adama inanıyordu. 
Preston, 1984’te şarlatanlığı anlaşıldığında, köpeğinin katillerin kokularını algılamak şöyle dursun, cinayet yerinde bulunan birçok nesnenin üzerine işediği fark edildiği zaman bile köpeğinin asla yanılmadığını ileri sürmüştü. 
Preston’un kurbanı olan Dillon, aslında işlememiş olduğu bu cinayetle suçlanıp 26 yıl hapis yattıktan sonra yapılan DNA testleriyle aklandı. Bugün Preston ve benzerlerinin yalanları ve onlara çıkarları ya da budalalıkları nedeniyle inanmışların ya da inanmış görünmüşlerin tutumları yüzünden çok sayıda insanın haksız yere yıllarca hapislerde kalmış oldukları biliniyor. 
Preston’a bunca zaman neden inanılmıştı? 
Yalancının âlâsıydı. Bunu arkadaşları da, yakınları da biliyordu ama bu gerçeği kimse yüksek sesle söylemiyordu. Neden? Belki de güzel yalan söylediğinden, “Helal olsun! Yalan dediğin işte böyle söylenir!” diye düşündüklerinden… Bazılarının işin Preston’un ve köpeğinin uygun gördükleri şekilde çözülmesinde çıkarları olduğu zamanla anlaşıldı. 
Preston, köpeğini, yalanı bir süre tek başına sürdürdükten sonra daha büyük işler çevirebilmek için edinmişti: Kocaman bir kurt köpeğini kaybolanları bulan, katilleri yakalayan, şaşmaz bir it olarak pazarladığında gelirinin artacağını düşünmüştü: Köpek, önüne iki kemik, bir bayat ekmek atılınca yaltaklanıyor, sahibinin haksızlıklara, hukuksuzluklara yol açacak yalanlarına destek olmakta sakınca görmüyordu. O kadar ki izleyenler bazen kimin yalancı, kimin köpek olduğunu ayırt etmekte zorlanıyorlardı. 
Yıllar sonra boyaları kabarıp foyası döküldükten sonra hilelerine, yalanlarına kurban gidenlere ne denebildi? “Yazık oldu!” denildi ama “yazık” kelimesi bu yalanlara kurban edilenlerin çektiklerini yansıtmaz, cılız kalır. Birçok dilde bu insanların çektiklerini eksiksiz yansıtacak kelime henüz icat edilmemiştir. 
Biz bu acıklı öyküyü bugün neden anlattık? Belki bunu okuyup başkalarına aktaracaklar, yalancılara artık öyle kolay kolay kapılmazlar, belki de böyle yalanlarla haksızlıklara uğramışlara, ezilmişlere karşı duyarlı olanların sayısı çoğalır diye yapmış olabiliriz.
===============================================

Teşekkürler Sayın Prof. Dr. Selçuk Erez hocam…
Dileyip umalım ki ülkemizde, çok gereksinimli kimileri bu yazınızı okur ve bir vicdan muhasebesi yaparlar…

Bu “Fetret devrinin – lanetli yılların” bir an önce sonlandırılması gerekiyor..

Sevgi ve saygı ile. 06 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Açtırma bayramlık ağzımı

Açtırma bayramlık ağzımı

Soner YALÇIN
SÖZCÜ, 01 Eylül 2017 

(AS: Bizim kapsamlı bilimsel katkımız yazının altındadır..
Konunun – sorunun güncelleşmesi nedeniyle arşivimizden yeniden yayınlıyoruz.)

Artık yordunuz… Yalancılığınız yordu. Sahteciliğiniz yordu.
Yiğit Bulut, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomi danışmanı.
“Defalarca yazdım, üstüme geliyorlar, yazmaya devam edeceğim…” diyor.
Konu ne? 
“NBŞ… Şeker değil şekerimsi! Şekerimsi değil, bilim insanlarına göre ‘zehir’!”
den bahsediyor.
Peki… Kimmiş üstüne gelenler? Nişasta bazlı şeker lobisi imiş!
Diyor ki: “Bu zehrin Türkiye’de kullanımını yaymaya çalışan bir yapılanma var. Hepsini açık edeceğim, bana yardım edin! Yaşasın sağlıklı nesiller yetiştiren, tam bağımsız, güçlü, büyük Türkiye…” Bırak slogan atmayı! Koca ekonomi danışmanısın ne korkuyorsun?
Hepsini açık edecekmiş, hadi et! Ne yardımı yapsın halk sana? Liderinin iki dudağı arasında değil mi, bu zehir sektörüne son vermek… Bu zehri ülkeye sokan kim? Koruyucusu kim? Bilmiyor muyuz biz?
Büyük sırrı açıklayacakmış gibi “hava atmayı” kime yutturuyorsun?
Nişasta bazlı şeker üretiminde dünya devi olan Cargill‘e kol-kanat geren senin liderin değil mi? ABD’nin en zengin dördüncü ailesinin taleplerine karşı çıkabildiniz mi?
Diyor ki, 
“bana yardım edin.” Al edelim: Nişasta bazlı şeker üreten beş şirket var:
Cargill (ABD), Amylum (İngiliz Tate & Lyle PLC ve ABD’li ADM), PNS Pendik Nişasta (Cargill – Ülker ortaklığı), Tat Nişasta ve Sunar Mısır Entegre. İşte açıkladım… Hadi… 
Liderin ile birlikte yapın gerekeni…. Üstelik birinin sahibi FETÖ’den tutuklandı. Elinizde fırsat var. Hadi son verin zehir tacirliğine…Ne gezer!

ÇITINIZ ÇIKMIYOR

Dilinizde kutsal sözler kandırın samimi Müslümanları kandırabildiğiniz kadar!
Sanki çocukları/halkı zehirleyen sizin gıda politikanız değil.
Yapsanıza kimi ülkelerin yaptığını…
Kronik hastalıkları salgına dönüştüren nişasta bazlı şeker/mısır şurubu Fransa, Hollanda, Avusturya, İrlanda, İsveç, Yunanistan, Portekiz, Slovenya, Danimarka ve İngiltere’de
 yasak.
ABD Gıda ve İlaç İdaresi (AS : FDA), 2008’de obeziteyi (itibarıyla kanseri) tetiklediğini belirterek 
% 10’luk kotayı %8’e düşürdü. Siz ne yaptınız?
Türkiye’de 
%10 olan kotayı % 15’e çıkardınız! Aslında… Hiçbir denetim yapmadığınız için kotanın ne kadar aşıldığı konusunda bilgi yok.
Resmi rakamlara göre, Türkiye’de 
265 bin ton mısır şurubu üretimi yapılıyordu.
AKP hükümeti geçen yıl nişasta bazlı şeker kotasını 
312 bin 500 tona çıkardı.
Oysa. 
Bu rakam… Almanya’da 56 bin ton… İspanya’da 53 bin ton… İtalya’da 32 bin ton…
Avrupa’da kişi başına nişasta bazlı şeker tüketimi
 1-1.5 kilo…
Türkiye’de ise
 6 kilo dolayında! Ne acı ki sürekli artıyor… Bunu nereden biliyoruz:
2006 yılında 
30 bin 506 kilo olan mısır ithali, 2015 yılında 1.7 milyon tona yükseldi.
İthal eden şirketler kim? Başta Cargill olmak üzere nişasta bazlı şeker üretenler!
Nişasta bazlı şeker üreten şirketler arasında A kotası üretim kapasitelerine göre,
 başı tabii ki Cargill çekiyor. İkinci sırada Amylum var. Üçüncü sırada yine Cargill ortaklığı olan PNS bulunuyor. Diğerleriyle aralarında “üretim uçurumu” var.
Çıtınız çıkmıyor! Neymiş, “bana yardım edin!” Hadi canım sen de…

AKP’Lİ BAKAN

Sadece nişasta bazlı şeker mi? Ya yüksek yoğunluklu tatlandırıcılar?
2001 yılında 23 bin 647 ton olan (büyük çoğunluğu aspartam) yüksek yoğunluklu tatlandırıcı ithalatı… 2015 yılında 350 bin tona ulaştı!
Bunun % 70’ini Çin’den alıyoruz! (Ne kadar sağlıklı tahmin edin artık!)
Meselenin özü şu: ABD, nişasta bazlı şekere pazar açmak için dedi ki…
“Sizin şeker pancarının maliyeti pahalı. Biz nişasta bazlı şekere kol-kanat gereceğiz!”
Bu sebeple…
1998 yılında 
500 bin 951 hektar olan şeker pancarı dikim alanı,
2015 yılında
 272 bin 990 hektara düştü.
1998 yılında
 22 milyon ton olan şeker pancarı üretimi,
2015 yılında 
15.8 milyon tona geriledi.
Çiftçi sayısı, 450 binden, 120 bine düştü. Nasıl düşmesin?
Türkiye 2015 yılında yaklaşık 170 bin ton şeker ithal etti. Yetmedi… 2016 yılında da
gene şeker ithal ettik. Ayrıca… AKP, 8 Nisan 2016 tarihinde 
sıfır gümrük tarifesi kararı aldı! Bunun anlamı açıktı: Pancar üreticilerini zarar ettirerek üretimi bırakmalarını zorlamaya devam etmek!
Aslında…
İthalin başladığı yıl, kamu şeker fabrikaları, kooperatif fabrikaları, özel sektör fabrikaları ile pazarlama şirketleri stoklarında tüketime hazır 
498 bin 858 ton şeker vardı. Yani…
Türkiye’nin şeker ithalatını gerektirecek bir durum yoktu. İthalat için ısrar etmesinin sebebi neydi? 
Önce siz bunun hesabını verin?
Danışman! Gücün yetiyorsa, nişasta bazlı şeker şirketlerinin arkasında 
hangi AKP’li bakanlar var bunu açıkla? Kendine esrarengiz ilişkileri açıklayacakmış gibi rol biçme, yemezler!
Açtırma benim bayramlık ağzımı! Mazinin hatırı var…
===============================================
Dostlar;

NİŞASTA BAZLI ŞEKER ve HALK SAĞLIĞI

Biz bir Halk Sağlığı Uzmanı olarak, halkın sağlığını koruma yükümlü bir tıp uzmanlık alanı hekimi olarak konunun bilimsel yönünü özetliyoruz aşağıda :

Şeker pancarı yerine mısır dayatılıyor.  Sorun bir şeker türü olan fruktozdan (meyve şekeri), “yüksek fruktozlu mısır şurubu” (High-Fructose Corn Syrup – HFCS) sayesinde “eklenmiş şeker” içeren besinlerin ve içeceklerin daha ucuza mal edilerek şeker, dolayısıyla fruktoz tüketiminin artması. İnsan beslenmesinde şekerden alınan günlük enerjinin % 10’dan az olması ve bunun için “eklenmiş şeker” içeren besin tüketiminin azaltılması gerekiyor. Sorun, özelikle doğal besinlerle alınan şekerler ve fruktozdan değil bu “eklenmiş şeker” kaynaklı.

Fruktoz doğada başta meyveler olmak üzere birçok besinde var. Bal neredeyse tümüyle fruktozdan oluşuyor ama bu besinlerin tüketimi sınırlı. Fruktozun en önemli özelliği, karaciğer hücreleri içine girmesi için insüline gerek olmayışı. Bu durumda kişi ne denli fruktoz alırsa karaciğerdeki fruktoz düzeyi o denli artıyor. Plazma insülini kullanıl(a)mıyor ve kanda yüksek düzeyde kalarak insülin direnci gelişiyor. Glukoz içeren şekerlerin alınmasında da glukozu hücre içine taşımak için plazma insülini kullanılamaz oluyor ve insandan Diyabet gelişiyor.  Bilimsel araştırmalar fruktozun alkol benzeri etkilerine dikkat çekiyor, alkol gibi karaciğerde yağ sentezini uyardığını, fruktozla tepkime veren proteinlerin karaciğerde iltihaba yol açtığını; fruktozun beyindeki besinlerle ilişkili haz-zek nöronlarını güçlü bir biçimde uyararak bağımlılık oluşturduğunu ve bunun daha çok şeker yeme isteği ile süren bir “kısır döngü” yarattığına dikkat çekiyorlar.

Ülkemizdeki tartışmanın gerisinde besin endüstrisinin şeker kaynağı olarak şeker pancarından
üretilen sakkaroz (sukroz) yerine daha ucuz olduğu ve kristalleşmediği için mısır şurubunu (buna nişasta bazlı şeker – NBŞ denmektedir) tercih etmesi bulunmaktadır. Hükümet de mısır şurubu kotasını % 15’e çıkartarak nişasta bazlı şeker üretiminin önünü açıyor. Bu durumda bir yandan şeker pancarı üretimine bir darbe vurulurken, öte yandan eklenmiş şeker içeren besinler ve içecekler ucuza mal edilerek şeker ve dolayısıyla fruktoz tüketimi özendirilmiş oluyor.

Bütün bu süreçler uluslararası şirketlerce yönlendiriliyor. Başta şekerli içecekler olmak üzere eklenmiş şeker içeren içeceklerin insan sağlığına hiçbir yararı yok. Bu tür besinlerin daha ucuza satılması,  daha çok yoksulları bu ürünlere bağımlı kılmaktadır.

Sonuçta sorun; tümüyle “en ucuza üret, en çok tükettir, en çok sat, en çok kâr elde et, gerisini boşver” olarak vurgulanabilecek küresel besin endüstrisi politikalarıdır. AKP iktidarı çokuluslu şirketlerin isteklerine uyarak başta çocuklar, ülkemizde şeker ve fruktoz tüketiminin artmasına neden olmaktadır. Bu durumda AKP iktidarının mısır şurubuyla ilgili kollayıcı politikalarının, Sağlık Bakanlığınca önceki yıl başlatılan “Obezite önleme programı” ile çelişkisi çok nettir. Hatta içtenliksizliği!
****
Dolayısıyla danışman Yiğit Bulut balon üflüyor.. Suret-i Hak’tan görünüyor. Soner Yalçın da gerçeği yazmış zaten.. Bu tablodan AKP iktidarı sorumludur ve düzeltmek de boyunlarına borçtur. Ama yapmazlar, yapamazlar, yaptırmazlar.. halkın sağlığına öncelik veremezler..
Öyle acı ki.. Hem bu olgu hem de halkta tam tersi izlenim uyandıran algı yönetimine dönük iğrenç politikalar..

  • AKP sağlığa zararlıdır, emperyalizm dünya halklarının düşmanıdır
    ve bu 2 öznenin eylem ve sorumlulukları birbirinden bağımsız değildir!

Sevgi ve saygı ile. 02 Eylül 2017, Datça
(Güncelleme : 06 Mart 2018, Ankara)

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com