Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

“GENÇLİĞE EMANET EDİLEN İLELEBET PAYİDAR TÜRKİYE CUMHURİYETİ”

ANKARA BAROSU’NDAN Söyleşi :

“GENÇLİĞE EMANET EDİLEN İLELEBET PAYİDAR TÜRKİYE CUMHURİYETİ”

Sitemiz okurlarının ilgi ve bilgisine sunuyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
31 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

Prof. Dr. Gürhan Fişek Anma Etkinliği

Sayın Prof. Dr. Ahmet Saltık,

Geçen yıl yitirdiğimiz Prof. Dr. Gürhan Fişek hocamız için doğum günü olan 30 Mart’ta bir anma etkinliği düzenleyeceğiz.
Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde saat 18:00’de başlayacak etkinliğe ilişkin Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Başkanı Oya Fişek‘in çağrısını ve etkinlik programını ekte sunuyorum. Anma etkinliğinde sizleri de aramızda görmekten onur duyarız. Saygılarımızla. 28.03.2018
Dr. Nail Dertli
Etkinlik programı için tıklayın.
Değerli Toplum Dostları
====================================
Dostlar,

Kadim dostumuz, Türkiye’deki 2 Tıbbiyeli + Mülkiyeli olarak çok özel bir ortak yanımızın da olduğu sevgili Gürhan’ı anma toplantısına elbette biz de katılacağız.

O’nu ve ülkemize kattıklarını engin bir saygı ve şükranla anıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 29 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

 

 

 

Doğan: Bize her türlü kötülüğü yapabilirler

Doğan: Bize her türlü kötülüğü yapabilirler

 
Cumhuriyet, 27 Mart 2018
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Evet “Deniz Feneri” yolsuzluğunun iktidarın eteklerine adamakıllı bulaşması ve davanın Hürriyet’te de iyi takibi bardağı taşıran damla oldu. Havuzlama 2007’de başlamıştı Sabah-ATV’nin TMSF’den iktidar tarafına satılmasıyla. Ethem Sancak medyaya girmiş, Başbakan’a ilanı aşklar ediyordu.
Zaten FETÖ’nün güçlü bir medya ayağı vardı iktidarın yanında. Başbakan, “Bu gazeteleri evlerinize sokmayın” diyerek bir kampanya başlatacaktı. Aynı gün Aydın Doğan iktidarla gerginliğin ne kadar süreceğini hükümetin demokrasiye bağlılığının belirleyeceğini söyledi. 
Bakın neler söylüyordu 7 Eylül 2008’de: 

  • Alman mahkemesinde görülen davada sanıklardan biri toplanan paraların Başbakan’a verilmek üzere biri tarafından alındığını söylüyor, Deniz Baykal bunu açıklıyor, gazetem de Baykal’ı kaynak göstererek bunu haber yapıyor… Başbakan ise beni hedefe alıyor… Bize her türlü kötülüğü yapabilirler.. Devlet bütün kurumlarıyla ellerinde.. Ama hür basını susturmaya kalkışan başbakanı tarih demokrasi defterine değil, diktatörler sayfasına yazar.. Dünkü konuşması, Türk basın tarihinde çok tehlikeli bir dönemin başladığının işaretidir.. 
     
    ‘Sessiz Türkiye istiyorlar’ 
    Çok geçmeyecek, üç ay sonra tehlikeli dönemin anlamı 2009’un başında 6.8 milyar dolarlık inanılmaz bir vergi cezasıyla içerik kazanacaktı. İktidarın lideri, hemen arkasından ülke çapında mitinglerde muhalif medyaya karşı “yalan haber yazıyorlar” kampanyası yürütecekti. 
    Doğan susmadı: Erdoğan sessiz bir Türkiye istiyor. Doğan Holding yöneticisi Nebil İlsevenÖzgür gazeteciliği susturmaya çalışıyorlar, ilkelerimiz doğrultusunda yayın yapacağız.. 
    Yabancı basın, WSJErdoğan medyayı susturan Putin’e benzetiliyorDie WeltTürkiye’de hükümeti eleştiren medya kalmayacak.. 
    Basına yönelen baskı ve sansürü protesto için Cumhuriyet beyaz sayfa çıkacaktı. 
     
    Habercilikten arındırma 
    Burada medyayı baskılama ve yandaşlama politikasının sadece bir kısmını yazdım. Unutmayın, o tarihte Ergenekon kumpas davası başlamıştı, FETÖ’nün Taraf adlı çamur operasyon gazetesi yayımlanıyordu. Daha gazetecilere kumpas davaları gelecekti ve Ergenekon ve Balyoz alçaklığı ile tam bir terör estirilmeye başlanacaktı. 
    Doğan Medya’nın bugün Milliyet patronuna satılmasına varan zincirleme tepkimenin başlangıç tarihini özetledim. 
    Milliyet de 2013’te epey arındırılacak, hükümet icraatlarını eleştiren bazı yazarlar ve haberler, iktidarın baskısıyla artık iyice tırpan yiyecekti… Şüphesiz ki NTV dahil… 
    Doğan Medya, durmadan kurban verecekti.. İstenmeyen yazarların işine bir bir son verilecek, bunların bir kısmı yerini yandaş yazarlara bırakacaktı. Bir kısmı da yandaşlaşacak, bazıları da kendini ağırlıklı olarak magazin haberlere vuracaktı. 
     
    Baskı hiç eksik değil 
    Ama iktidar, sopasını bugüne kadar hiçbir zaman Doğan Medya’nın sırtından eksik etmedi
    Hep bir kurban verildi, en son Mehmet Yakup Yılmaz.. İktidar bırakın eleştiren yazarlara, tarafsız ve dengeli haberciliğe bile tahammül edemiyor:

  • Hep beni yaz, hep beni öv, hep beni sev, hep beni manşetlere çıkar; eleştiriyorsan iktidarı, hain olabilirsin, insan hak ve özgürlüklerinden bahsedersen Batı ajanı olabilirsin (ekran yandaşlarının bu konuda geldikleri felaketi sonra yazacağım..)

    Ergenekon zamanında medya, gazeteci hapishanesine dönüştürüldü. O zamanlar FETÖ’nün alçaklıkları gündemdeydi, ama ortağı iktidar da “Aaa onlar gazetecilikten değil ki, adi suçlardan içerideler” diyecekti. Sonra FETÖ yıkıldı, medya yine gazeteci hapishanesi, Cumhuriyet’e hukuksuz tutuklamalar, Berberoğlu içeride, yargı siyasetin nalıncı keseri olarak çalışıyor ve iktidardan aynı nakarat: Aaaa onlar gazetecilikten içeride değiller, hepsi kriminal suçlu, terörist! 
     
    İktidar hep haklı 
    Evet, iktidarı hep haklı bulan gazetecilik yapacaksınız. Yolsuzluk haberlerine rastlayan var mı? 100 milyara yakın büyük ihalelerin millete küfür eden şirket ve ortaklarına verildiğini yazan çizen “büyük medya”? Bizim Çiğdem’den başka ihaleleri takip edip yazan kimse?

  • Şöyle işliyor ihaleler: Çağır, istediğine ver, payını al. 

    İhale yasaları onlarca kez iktidarın keyfiyetine uygun değiştirildi, mevcut yasalar da göstermelik. 
    Medyayı susturma faaliyetleriyle ihale faaliyetleri eşgüdüm içinde. 
    17- 25 Aralık 2013 büyük yolsuzluklarından bahsetmek bile bugün FETÖ terör örgütü üyeliğiyle suçlanmanıza neden olabilir. 
    Aydın Doğan’ı medyasını satmak zorunda bırakan durum budur. 
    Büyük seçim sürecine girilirken, zamanlama tam.
    ===========================================
    Dostlar,

    Sayın Bursalı’nın bu yazısı tarihe not düşer nitelikte bir metin..
    Halk dilinde zalimler için bir söylem var :

  • Zulmün artsın da seni de boğsun…

    CHP Gn. Bşk. Kılıçdaroğlu bu gün Grup konuşmasında TBMM’de çok net olarak açıkladı :

  • FETÖ’nün siyasi ayağı, Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden zatttır.. Mahkemeye versin, kanıtlayayım..

Bu açıklama son derece ciddi ve ağırdır. AKP’den yanıt ise komiktir : Mitomani vakası..

Öte yandan yine bu gün açıklanan rakamlara göre 4 kişilik ailenin açlık sınırı 1663 TL!
Asgari ücret 1604 TL, 1 Dolar 4 TL, 1 € 5 TL, 1 Pound yaklaşık 6 TL, AB açıkça dışlayarak oyalamakta, ABD iktidarın açıklamasını yalanlamakta, Moody’s Türkiye’de kurumların çöktüğü gerekçesiyle kredi notunu düşürmekte, nüfus her yıl 1 milyon artmakta, yobazlar din adına her türlü ahlaksızlığı yapmakta, Erdoğan her konuşmasında kin ve nefret söylemiyle toplumu kutuplaştırmaktan hala medet umabilmekte, İstiklal marşımıza dek gündem oyunlarına malzeme yapılmakta, işsizlik ve enflasyon 2 basamaklı, Ekonomiden sorumlu Bakan “aman – sakın borçlanmayın..” buyurmakta, meteliğe takla atan Hazine Şeker Fabrikalarını da satışa çıkarmakta, cari açık ve dış ticaret açığı büyümekte, bu yıl 230 milyar $ sıcak paraya mahkum ülke, Zarrab ABD’nin elinde, Afrin operasyonu olabildiğince iç siyasete malzeme yapılmakta, Marmaris’te yüzlerce odalı yazlık saray yavrusu yapımı sürmekte, yargı iktidarın kıkıcını sallamakta, AYM kararları hiçe sayılmakta, aynı AYM kendisini yadsıyarak OHAL KHK’larının yargısal denetimini yapmamakta, yine AYM Cumhuriyet gazetesi yönetmeni Akın Atalay’ın bieysel başvurusunu 15 aydır bekletmekte, 14 Mart’ta Ankara Tabip Odası’nın basın açıklaması OHAL gerekçesiyle engellenebilmekte, sınır ötesi operasyonlara süreklilik kazandırılarak ulusal dayanışma duygularının sömürüsü tasarlanmakta…..

Biz yazmaktan yorulduk..
Siyasal tarihte bir ülkenin bunca kötü yönetildiği, bunca “kötülük toplumu” örneği olduğu durum sanırız yok gibidir.. Hiçbir uyarı işe yaramıyor.. Gözler kör, kulaklar sağır ve gönüller taşlaşmış. Ağızlar ise volkan gibi.. 15 yılda kendilerini de Türkiye’yi de tükettiler.

Kötülüklerinde boğulacaklar… Tarihsel diyalektiğin değirmenleri bağışlamaz!

Sevgi ve saygı ile. 27 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

2019 seçimi başlangıç mı son mu?

2019 seçimi başlangıç mı son mu?

Kemal Can
Cumhuriyet
, 26.03.2018
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

– 2019’da veya ne zaman olacaksa, yapılacak seçimle ne değişecek?

Bir yıl önce anayasa referandumu sırasında çok tartışıldı. Tam olarak başkanlık sistemi bile denemeyecek tuhaf bir tek adam iktidarı yürürlüğe girecek. Zaten bir süredir kimsenin fark etmediği başbakan artık olmayacak. Noter ofisinden fazla bir işlevi kalmayan Meclis iyice unutulacak. Kuvvetler birliğini temsil eden Cumhurbaşkanı söyleyecek, sadece “memurları” değil herkes buna harfiyen uyacak. Seçim de, bu durumun “genel tescili”, imza altına alınması olacak.

Fiili olarak uygulananlara, bir süredir içinde yaşadığımız koşullara bakıldığında pek büyük bir değişiklik olmayacak aslında. Hem de sadece 16 Nisan sonrasında değil, daha öncesinden başlayan yönetme biçimi ve bunun kabul edilme düzeyi hemen hemen aynı kalacak. Bu nedenle, seçimlerle geçilecek olan kapı, yeni bir yere açılmayacak, arkada bırakılanın üzerine kapanacak. “Arkada kalan çok matah mı” sorusuna da, olanı değil olasılığı düşünerek cevap vermek gerekir.

– Erdoğan seçimle gelecekleri değil, elvada denilecekleri mi anlatıyor?

Cumhurbaşkanı Erdoğan,

  • “Beyoğlu sokaklarında da zaman zaman arzı endam eden marjinaller edepleriyle durdukları sürece bu ülkenin renklerinden biri olabilirler. Ama işi şiddete, baskıya vardırırlarsa kulaklarından tutar ait oldukları yere fırlatırız.” dedi.

Bunun anlamı, bu ülkede yaşamaya devam etmenin koşulu “edepli durmak”; edebin sınırlarına karar verecek olanın kim olacağının da tartışılmaması. “Kulağından tutularak atılacakların ait oldukları yer” neresi acaba?

8 Mart’ta Beyoğlu sokaklarındaki binlerce “edepsiz” kadın, gelecek tehlikeden çok, yaşadıklarına itirazı dile getiriyorlardı. Yüksel Caddesi’nde neredeyse bir buçuk yıldır süren “işimi istiyorum” eyleminde olduğu gibi; hapishaneden çıktığı gün, “Sevinçli değilim, öfkeliyim” diyen Ahmet Şık gibi. Erdoğan için adalet istemek, işini talep etmek, özgürlüğünü savunmak, ‘baskı’ demek, edepsizlik demek. Geçilecek kapı kapandığında “edepsizliğe” veda edilmesi, baskıdan da sadece iktidarın azade olması isteniyor.

– Özgürlükler, haklarını kaybedenler yanında başka kayıp yok mu?

Erdoğan,

  • Komünist, vatan haini, terörist gençlere üniversitelerde okuma hakkı vermeyeceğiz dedi.

Cumhurbaşkanı, sıraladığı sıfatları gönlünce belirleme ve dağıtma hakkı yanında, bunlara ilişkin hukuki sonuçlara, hatta yaşamsal kararlara da yetkili olduğuna, “hakları” alıp verecek bir merci olduğuna inanıyor. Daha başka konularda da örneklerini gördüğümüz üzere, böyle karar ve talimatları 2019 seçim sonuçlarını hiç beklemeden veriyor, geciktirilmeden de uygulanıyor.

İnsanların işlerini, paralarını, iradelerini, özgürlüklerini ellerinden alırken hukuki gerekçe arama gereği duymayan uygulamalar yeni değil. Üstelik sadece OHAL bahaneli KHK’lerle sınırlı da değil. Ama bu uygulamaların mağdurlarının kaybettikleri kadar, bu haksızlığın ortaklarının ve ülkenin insani sermayesinin yitirdikleri de az sayılmaz. Mesela, bu dönemin yargı mensuplarının, bürokratlarının ve gazetecilerinin çocukları ilerde babalarının, analarının mesleklerini saklama gereği duyacaklar.

– Tek ses için mi seçim zaferi, yoksa zafer için mi tek ses gerekli?

Doğan Medya Grubu’nun satışı epey tartışıldı. Çok genel olarak iki kanat var. Birinci grup, “zaten ana akım medya kalmamıştı, dolayısıyla bu satış bizi ilgilendirmez.” diyor. İkinci grup ise, “işini yapmadığı için eleştiriyor olsak bile, tümüyle ele geçirilmesi önemli bir sonuçtur ve bizi de etkiler.” diyor. Soruna, bu işi yapan ve yaptıranlar tarafından bakınca resim daha net: “Nereden girdim bu işe?” diye telefonda Erdoğan’a ağlayan birini medya devi yapmak, “zaten olanın” gerekli ve yeterli olmadığını gösterir.

Eğer, göstermelik de olsa bağımsız taklidi yapan, işini yapmasa bile bu konudaki eleştirilere duyarlıymış gibi yapan “ana akım medya” artık iktidar için gerekli değilse, meşruiyet ihtiyacı (derdi) kalmamış demektir. Eğer “ana akım” üzerindeki kontrol ve “Alo Fatih” pratiği yetersiz bulunuyorsa, bu daha sert baskı dalgasının geldiğinin habercisidir. Yani ikisi de birbirinden beter. Ve galiba 2019 beklenmeden yürürlüğe giren bu medya düzeni için ikisi birden geçerli.

– Seçim neyin başlangıcı ve neyin sonu olacak?

2019’un olası sonuçları üzerine kafa yorarken; yaşananların, hayat tasavvurunun o seçimin sonuçları beklenmeden nasıl yürürlüğe girdiğini, uluorta söylendiğini görmek gerekiyor. Bu fiili uygulamaların sanki seçim büyük bir zaferle sonuçlanmışçasına fütursuzlaştığını izliyoruz. Bir kez daha atı almış da Üsküdar’ı geçmiş gibi davrananların elinde tuttuğu yüzde elli ile nasıl yüzde doksan gibi davranabildiğini seyrediyoruz. Yaşadıklarımız, daha seçim yapılmadan galibin ilanı ve kabul ettirilmesi. İş “imzaya” kalsın isteniyor.

Yüzde elli ile bütün ülkenin sahibi, milletin efendisi gibi davranabilmek,
diğer yüzde ellinin kendisini çaresiz küçük bir azınlık gibi hissetmesini sağlamakla mümkün. Geri kalanları “kulağından tutup atabileceğini”, “okullarda okutmayabileceğini” düşünebilmek, buna muktedir olmaktan çok kabul ettirmekle oluyor. Bu yüzden, açılacak bir kapıyı engellemeye değil kapıyı açık tutacak umuda ve özgüvene ihtiyaç var.
=======================================
Dostlar,

ERDOĞAN 2019 SONRASINI DAVUL ÇALARAK İLAN EDİYOR!

Erdoğan’ın “Boğaziçi Üniversitesi’nde fetih lokumu dağıtma”  girişimi üzerinden başlattığı sınır tanımayan salvo ile ilgili olarak, Cumhuriyet‘ten Sn. Engin AYDIN’IN “Ya bir de diktatör olsaydı…” başlıklı yazısını dün (26.3.18) sitemizde paylaşmış ve altında kapsamlı bir yorum yazmıştık (http://ahmetsaltik.net/2018/03/26/ya-bir-de-diktator-olsaydi/). Bir sorumuz vardı :

  • BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ ÜZERİNDEN
    NE YAPILMAK İSTENİYOR??

    Görüldüğü gibi “vukuat” bitmiyor.. İnsanların yaşam biçimleri – tercihlerinin bedeli, kendi ülkelerinde yaşama haklarından olmak derecesinde ağır, orantısız, ölçüsüz, kabul edilemez, hukuk – akıl – vicdan – insanlık dışı…
  • “…kulaklarından tutar ait oldukları yere fırlatırız.” 

– Bu T.C. yurtaşlarının ait oldukları yer neresidir?
– “Kulaklarından tutarak fırlatmak” Türk Ceza Yasası’nın hangi maddesinde yaptırım – ceza olarak öngörülmüştür?
– Böylesine “insanlık onuru ile bağdaşmayan bir ceza” yasalarımızda varsa bile (ki yok; anayasal engel var) “de facto” infaza kim yetkilidir?
– Bu olağandışı ceza “sürgün” anlamına gelmekte ise -ki geliyor!- Anayasa’da yasaklanmış değil midir?
*****
Anayasa md. 17/2 : Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

Anayasa md. 66/4 : Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz.

…………………
Uzatmayalım… Erdoğan bunları bilmez mi?? Konuşmalarının tümüyle metinden bağımsız olmadığını biliyoruz. Bu metinleri gözden geçiren uzman danışmanlar hiç uyarmaz mı?

AKP genel başkanı Erdoğan, 2019 seçimleri sonrası eğer seçilirse, “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” denen ucube sistemde daha neleer neler olabileceğini haber veriyor aslında.. Davul çalarak duyuruyor adeta.. Bilmem, duyuluyor mu?

Erdoğan bir şey daha yapıyor : Açıkça ve çok ağır suç işliyor… Türk Ceza Yasası’nın peeeeek çok maddesini –korkarız bilmediğinden de değil, bilerek ve tasarlayarak– fütursuzca çiğniyor. Öte yandan TCY md. 4, yasayı bilmemenin özür sayılamayacağını, ceza – yaptırım bağışıklığı sağlamayacağını da belirtiyor.

Erdoğan, gerek milletvekili gerek Cumhurbaşkanı olduğunda ettiği yemini de bütünüyle ayaklarının altına almış durumda.. Bu hem anayasayı ihlal suçu hem de ahde vefasızlık.

Bu gidiş gidiş değildir. Bu sitede belki yüzlerce kez yazarak sağduyuya, insafa, vicdana çağırdık. Anayasaya, hukuka uyun, adil olun, Cumhuriyet’in temel değerleri ile oynamayın…. içerikli uyarılar yaptık, rica ettik, minnet ettik, ülkemizin esenliği adına “yalvardık”!

Ne yazık ve ne acı ki; hemen hemen hiç – bir işe yaramadı yaramıyor!!??

Ülkemize dönük AKP = Erdoğan kuşatması giderek yoğunlaşıyor, koyulaşıyor, ağırlaşıyor ve kararıyor. Gerçekte kendini de yok olmaya sürüklüyor; ipek böceği gibi!

Seçimi yitirme telaşı korkusu – paniği ve bunun doğal sonuçları Erdoğan’ı tutsak almış durumda. Bu yoğun ve yaman korku nedendir? Neden ölüm  – kalım sorunu edilmektedir seçimler?
Olağan demokratik rejimlerde siyasal kadrolar seçimle gelir ve son derece olağan koşullarda seçimle de giderler.

Acaba, seçim yitirilirse işlenen suçların hesabının sorulması kaygısı mıdır bacayı saran ateş?? Pekiii, bari şu aşamada suç işlemeyi kesmek daha akıllıca değil mi?
Yeni yeni ve daha ağı suçlar işleyerek seçim kazanma şansı artırılabilir mi?
Üstelik; her yeni açık hatalı adım kendini daha çok ele verirken; 15+ yıldır tek başına iktidarın tüm yorgunluğu, olumsuzluğu tükenmişliği, bıkkınlığı, moda terimle ağıııır mı ağır metal yorgunluğu başta Erdoğan olmak üzere AKP kadrolarını bir kanser gibi sarmış ve yayılmışken!?
*****

– Efendim, yapmayınız – etmeyiniz.. güzelim ülkemize kıymayınız..
– Her şeyden vaz geçtik; biraz ADİL ve VİCDANLI olunuz.. İnsaf ediniz artık..
– Bu acımasız ve bunaltan baskıyı kaldırınız; mutlaka geri tepecektir, asla unutmayınız!
– Bu halkı aptal yerine koymayınız; siz gidersiniz Türkiye gene baki kalır ama çok ağır hasar veriyorsunuz..

İçinizdeki kavgayı-öfkeyi bastırınız; SEVGİYİ yeşertiniz; İNSANLIĞI anımsayınız. 

Sevgi ve saygı ile. 27 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Ya bir de diktatör olsaydı…

Ya bir de diktatör olsaydı…

Aydın Engin 

Cumhuriyet, 26 Mart 2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazını altındadır..)

AKP Reisi’nin kendini yasa tanımazlıkla ve diktatörce davranmakla eleştirenlere bir cevabı var. Güçlü olduğunu sandığı bir cevap: 
– Diktatör olsam böyle konuşabilir miydin? 
Benim de her duyduğumda içimden “Yav acaba diktatör olsaydın daha farklı ne yapardın Reis?” diye sormak gelir. Bir yerlerde, mesela uçağında filan karşılaşsam sorarım da. Ne çare ki uçağı her zaman, benden kat kat daha önemli ve değerli gazetecilerle dolu. Bana yer kalmıyor anlaşılan… Bari buradan, Tırmık üstünden sorayım…
***
Müslüman mahallesinde salyangoz satmak misali Boğaziçi Üniversitesi’nde fetih lokumu dağıtmaya kalkanlarla salyangoz yiyebilen ama fetih lokumu ikramını savaş karşıtı ideolojik tercihleri yüzünden geri çevirenler arasında yaşanan gerginliği biliyorsunuz.  Reis’in buna çok içerlediğini, taaa Karadeniz kıyılarından kükrediğini de biliyorsunuz. Hem de ne kükreme…
Lokum dağıtanları “imanlı, yerli ve milli gençlik” diye övüp, itiraz edenleri de “komünist vatan haini, terörist” ilan ettikten sonra narasının desibelini daha da yükseltti: 

  • …Eşkâllerini belirlemek suretiyle bu gençlere üniversitelerde okuma hakkı vermeyeceğiz…

***
Bu satırlar yazılırken Reis’in polisleri, çoktan savaş ve fetih lokması karşıtı öğrencilerin “eşkâllerini belirlemiş”, Boğaziçi Üniversitesi’nin yurtlarını, kütüphanesini, kantinini basmış, öğrenci evlerine dalmış, çok sayıda öğrenciyi gözaltına almıştı bile. 
Anlaşılan şimdi sıra “Bu gençlere üniversitede okuma hakkı vermeme”de… 

  • Şimdi söyleyin lütfen, bazı gençlerin, mesela fetih lokumundan hoşlanmayan, savaşa itiraz eden gençlerin elinden üniversitelerde okuma hakkını kim alabilir? 

Bildiğim kadarıyla okuma (eğitim) hakkı, anayasal güvence altında bir hak. Anayasal güvenceye alınmış bir hakkı geri almak kimsenin (Reis dahil kimsenin) haddi değil. 
Belki, yargı kararıyla bu hak geri alınabilir ama onun bile hukuksal bir kılıfı bulunmalı. Bu da pek kolay olmasa gerek. Yani Reis’in sözlerini buyruk kabul eden bir yargıç “Mahkememiz şu, şu ve şu kişilerin üniversitelerde okuma hakkını iptal etmiştir” gibi bir karar vermeye kalkarsa hem komik hem rezil olur.
***
Peki, ortada yargı kararı bile yokken, taa Samsun dolaylarından naralanıp “Bu gençlere üniversitelerde okuma hakkı vermeyeceğiz” diye hüküm kesip kendi kafasınca karar veren bir siyasetçiye siyasal literatürde ne denir? 
Soruyu uluslararası ilişkiler, devletler hukuku, siyaset sosyolojisi gibi akademik alanlarda eğitim veren hocalar cevaplasın. 
Ben, sadece Yav Reis bir de diktatör olaydın ne yapardın acep? diye sormakla yetinip bu riskli yazıyı noktalayayım…
=============================================
Dostlar,

BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ ÜZERİNDEN
NE YAPILMAK İSTENİYOR??

Türkiye siyaset iklimi giderek daha da geriliyor.
Bunun bilerek – istenerek – kurgulanarak yapıldığını artık herkes biliyor çünkü iktidarın başı bunu itiraf etmiş, “Öfke de bir hitabet sanatıdır..” buyurmuştu yakın geçmişte. Tırmandırıyor.

AKP Gn. Bşk. Erdoğan Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri için hedef gösteren sözlerini söylerken TV’de yüz hatlarına, mimiklerine ve beden diline dikkat ettik. Belki de en gergin konuşmalarından biriydi. Öfke saçıyordu ve Psikiyatride – Psikolojide “dürtü denetimi” diye bilinen kavramın zerresi yoktu.. Ya böyleydi ya da öyle görünerek sözlerinin zaten çok ağır içeriğine ek bir ileti daha verilmek isteniyordu.

Bu davranışın Demokrasi ve insan hakları ile zerrece ilgisinin olmadığı son derece açıktır.

Erdoğan, Boğaziçi Üniversitesini kafasına takmış görünüyor. Zaten rektör olarak eğilim yoklamasında % 80’in üstünde oy alan kadın adayı rektör atamamış, birkaç ay oyalandıktan sonra bir OHAL KHK’sı ile rektör atamalarını tek başına üstüne almış ve aday bile olmayan bir bıyıklı erkeği rektör atamıştı! Uluslararası ölçekte yüz akımız olan Boğaziçi Üniversitesi’nin 400’ü aşan hocaları ne bilirlerdi kendilerine rektör seçmeyi?

Bir de millet edebiyatımız var.. Posterlerde boy boy “Milletin gücünden daha üstün bir güç tanımadığını…” belirten en az 10 yıl gençleştirilmiş fotolarıyla gene Erdoğan..

Yerseniz!?

Bu seçkin – evrensel değerleri olan üniversitede “savaş ve fetih lokması dağıtmak” tahrik değil de nedir? Arkasından gelenler tahrikin kanıtı değil midir?

Haydi “savaş ve fetih lokması dağıttınız“.. Sormazlar mı size;

– Siz Afrin’i fetih mi ettiniz? İlhak mı edeceksiniz? Hedef terör tehdidini yok etmek değil miydi?
– Siz Afrin’de terör örgütleriyle savaş mı yaptınız? Uluslararası hukukta savaş devletler arasında olur. Karşınızdaki Suriye miydi, kimi terör örgütleri miydi?
– Siz savaş yaptı ve 3747 insanı etkisizleştirdi iseniz, yarın Uluslararası Ceza Mahkemesinde, La Haig Adalet Divanı’nda, BM/GK’de… nasıl savunacaksınız kendinizi – ülkemizi??
– Sizin “savaş ve fetih lokması dağıttırdığınız” gençlerin buna hakkı varsa; bunu reddetme hakkı – özgürlüğü de başkalarının yok mudur? Bu nasıl bir demokrasi ve hukuk anlayışıdır?

Olay derhal Erdoğan’a aktarılmış (!?) ve Samsun konuşmasında “gereği yapılmıştır“.. Olay buram buram provokasyon kokmaktadır.. Yazıklar olsun..

Efendiler; yapmayın, etmeyin, kıymayın bu ülkeye. Karşıt görüşlere de saygılı olun hoşgörülü olamıyorsanız bile.. Demokrasinin vazgeçilmezi budur.

Umarız – dileriz; Erdoğan’ın “Demokrasi bir tramvaydır, bineriz, istediğimiz durağa gelince ineriz..” aşamasına sürüklenmemişizdir hala. Ancak görünen köy de kılavuz istemiyor!

Biz Afrin operasyonu için çok farklı düşünüyoruz. Buna hakkımız var. Bunu açıklamaya da, yaymaya da..

  • Bu operasyon, AKP iktidarının hatalı politikaları yüzünden yapılmak zorunda kalınmıştır.
  • İktidar bu nedenle şişinme ve hele hele bundan politik rant sağlama hesabı yerine halkımızdan, özellikle şehit  – gazi yakınlarından açık özür dilemek zorundadır.
  • Bunca şehidin – gazinin – ağır maddi bedelin – enflasyonun – işsizliğin – turizmin olumsuz etkilenmesinin – benzinin 6 TL’ye çıkmasının…. sorumlusu bu son derece yanlış ve dış güdümlü politikalardır.
  • Nerededir fetih, neyin başarısı kutlanıyor? Ne için lokum dağıtılıyor ? Hem de işin iç yüzünü en iyi bilen yerlerden birinde, Boğaziçi Üniversitesinde.. Bu kışkırtma değil de nedir?

****
Eğitim” sözcüğü Anayasa’da 21 kez geçiyor. Doğrudan ilgili olan 42. madde :

Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi
Madde 42 – Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz
.
Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.
****
Daha fazlasını yazmaya gerek yok. Bu madde bütünüyle ve dikkatle okunmalıdır.
****
AKP iktidarı olağanüstü bunalmıştır.
“Moody’s” Türkiye’nin kredisini düşürürken gerekçe olarak “Türkiye’de kurumların çöktüğünü” gerekçe göstermişti. İktidar şavulladı, “Bizim için yok hükmündedir..” Sen öylesine kendini kandıra dur, halkı da şişir ama sana bu yıl en az 230 milyar dolar sıcak parayı borç verecek olanlar bu raporlara bakıyor. Ya yeter sıcak para bulamayacak ve borçları çeviremeyeceksin, ülkeyi moratoryuma (iflasa) sürükleyeceksin ya da ha bire “indirin şu faizi!” diye anlamsız – şov kokan biçimde gürlerken, daha yüksek faizlerle borçlanmak zorunda kalacaksın..
*****
Sular bitti.. Gemi karaya oturmak durumunda ve böyle giderse zorunda.
AKP = Erdoğan bu hatalı rotayı bırakmak zorunda. 
Ülkesiyle, halkıyla barışarak, ulusal birliğe sarılarak bu yangını söndürebiliriz.
Diyelim 2019 seçimlerini de şöyle – böyle aldınız..
Ülkeyi enkaza çevirdiniz, yönetemezsiniz efendiler yö-ne-te-mez-si-niz!

  • Hukuka – adalete – demokrasiye dönünüz; Anayasal düzene dönünüz; hemen!

 Sevgi ve saygı ile. 26 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

BU YALANCILARIN YÖNETTİĞİ ÜLKEDE YAŞAMAKTAN UTANÇ DUYUYORUM 

BİZE ULAŞAN 2 E-İLETİ…
BU YALANCILARIN YÖNETTİĞİ ÜLKEDE YAŞAMAKTAN UTANÇ DUYUYORUM 

Sevgili okurlarım,
Ülkemden değil ama bu toplumun bir ferdi olmaktan, böyle bir toplumun içinde
yaşamaktan utanç duyuyorum. Bu toplum nasıl bu hale getirildi? Hırsızlar, soyguncular, yalancılar, hainler bu ülkede itibar görüyorsa, seçimlerde halktan oy alıyorsa, toplum bunlarla gurur duyduğunu haykırıyorsa utanmaktan başka bir şey gelmiyor elimden. Gerçekten utanç içindeyim. Türkiye Cumhuriyeti’nin dışişleri bakanlığı koltuğunda oturan AKP’li Mevlüt Çavuşoğlu, Afrin harekatı sona yaklaşırken ABD dışişleri bakanı Tillerson ile yaptığı görüşmeden sonra, 17 Mart 2018 günü “ABD ile Münbiç konusunda anlaşmaya vardık” demiş ama nasıl bir anlaşmaya vardıklarını açıklamamıştı. Bir haftadır gazeteler, TV’ler
Türkiye’nin Münbiç konusunda ABD ile anlaşmaya vardığını yazmış, çizmiş, söylemişti. TV ekranlarının alt yazılarında hep Türkiye’nin Münbiç konusunda ABD ile anlaşmaya vardığını okuyor, görüyor, duyuyorduk. Ancak Amerika, bu yalan haberin yaygınlaşması üzerine 21 Mart günü Türkiye ile Münbiç konusunda bir anlaşmaya varmadıklarını, Mevlüt Çavuşoğlu’nun halka yalan söylediğini resmen açıkladı. ABD’den bu açıklama gelince bu kez Mevlüt Çavuşoğlu, “Ben ABD ile anlaşmaya vardık demedim, Münbiç konusunda bir anlayışa vardık dedim.” dedi.
Eğer ABD ile bir anlaşmaya varmamışsanız, bir haftadır gazeteler ABD ile anlaşmaya
varıldığını yazıyordu, TV ekranlarından bu söyleniyor ve ekranların alt yazılarında ABD ile anlaşmaya varıldığı yazıyordu. Niçin kamuoyuna “ABD ile bir anlaşmaya varmadık, sadece bir anlayışa vardık” demedin ve bir düzeltmede bulunmadın? Söylediğin sözün bir yalan olduğu, halka yalan söylediğin ABD tarafından suratına çarpılınca “Anlaşmaya vardık demedim, anlayışa vardık dedim” demek zorunda kaldın?
Hiç utanmadın mı?
– Şimdi yüzün kızarmıyor mu?
– Bu halktan özür dilemeyecek misin?
Eyy Çavuşoğlu, seni gördüğüm yerde yüzüne tükürmezsem insanlığımdan utanırım.
Sefer Çetinkaya
Eğitimci, gazeteci, yazar
———–
Irak başbakanı İbadi’yi
“Sen benim muhatabım değilsin, seviyemde değilsin, karatımda değilsin, kalitemde değilsin, haddini bil” diyerek yuhalatan kimdi “değerli dostum, kardeşim İbadi’yi külliyemizde ağırlamaktan duyduğum memnuniyeti ifade etmek isterim” diyerek alkışlatan kimdi?.


E-Turkiyeyiz Biz dagitim listesi Turkish Forum – Dunya Turkleri Birliginin yayin organidir ve web sitesi http//www.turkishnews.com ile birlikde calisir.. facebook siteleri ise https://www.facebook.com/TurkishForumPage ve https://www.facebook.com/turkishnewspage
olarak seçilmiştir.
===================================
Yanıt…

Sayın Sefer Çetinkaya,

Lütfen utanç duymayınız, çünkü ülkemiz İÇTEN İŞGAL ALTINDA dır. Bu işgal 11 Kasım 1938’de başlamış (AS: Bize göre 1938-1950 İsmet İNÖNÜ’nün cumhurbaşkanlığı döneminden sonra!) göre, 12 Eylül 1980 ile hızlanmış ve 2007’den bu yana şaha kalkmıştır.

Bizlerin utanç duymak yerine, her ortamda  işgalcilere KANLA ve İRFANLA kurulan CUMHURİYETİMİZİN yıkılma koşullarının da belli olduğunu, bedelini ödemeyi kabullenmeleri koşulu ile istediklerini yapabileceklerini, ancak kendileri için bu durumun hiçbir yararı olmayacağını hatırlatmamız gerekir. Yani YERSENİZ demek, tam yüzyıl önce olduğu gibi.

Saygılarımla. 23.03.2018

Erol Güçlü
ADD Viyana Şubesi Kurucu Başkanı
==============================

Erol bey dostumuzun hoşgörüsü ile yukarıdaki iletisine ayraç içinde 1 tümce ekledik.. Yineleyelim :

  • Ülkemizin örtük işgali bize göre 1938-1950 İsmet İNÖNÜ’nün cumhurbaşkanlığı döneminden sonra başlamıştır.

ATATÜRK‘ün en yakın dava ve silah arkadaşını haksız suçlamak, Mustafa Kemal Paşa’yı de çok üzerdi eminiz..  

Bir de Sn. Sefer Çetinkaya‘ya AKP iktidarına ilişkin

  • Ne bekliyordunuz ki??

diye sorma geliyor içimizden..

Sevgi ve saygı ile. 23 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Fosil yakıt teşviklerine hayır!

Erinç Yeldan
Cumhuriyet, 21.03.2018

Fosil yakıt teşviklerine hayır!

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

İklim değişikliği mücadelesi her zamankinden daha acil. Dünya üzerindeki sağlıklı yaşamı korumak için küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi döneme göre 2 C derece altında tutmamız gerekiyor. 2015 Paris Anlaşması’nın bu temel hedefine ulaşmamız ancak küresel emisyonlardaki artışı 2020 yılından önce durdurmamızla mümkün.” 
“Fosil yakıtlara verilen kamu teşviklerinin sonlandırılması, Paris Anlaşması’nın hedeflerine ulaşmanın en etkin yollarından biridir. Teşviklerin kaldırılması aynı zamanda G20 ülkeleri tarafından 2009 yılında verilen ama halen tutulmamış bir sözdür.” 
Yukarıdaki satırlar Sağlık ve Çevre Birliği (Health and Environmental Alliance – HEAL) örgütünün 2017 Ekimi’nde yayımlamış olduğu “Gizli Maliyet: Fosil Yakıt Teşviklerini Sonlandırmanın Sağlık Faydaları” başlıklı raporundan alındı. HEAL, çevre kirliliğinin ve özellikle karbondioksit ve öbür sera gazlarının insan sağlığı üzerine etkileri konusunda çalışmalar yürüten, Avrupa’nın önde gelen sivil toplum kuruluşlarından biri. Yetmişi aşkın üye kuruluşuyla birlikte Avrupa’nın sağlık çalışanlarını, yurttaşlarını ve çevre uzmanlarını temsil ederek, sağlık ve çevre kirliliği üzerine sürdürmekte olduğu bağımsız çalışmalarla tanınıyor. 
HEAL’in 2017 raporu, G20 üyesi ülkelerin 2014 yılında fosil yakıtlara tanımış olduğu teşviklerin kamu maliyetinin 444 milyar doları bulduğunu, ancak fosil yakıt kullanımının yarattığı hava kirliliği nedeniyle yaratılan sağlık maliyetlerinin 2.76 trilyon dolara (teşviklerin altı katı!) ulaştığını vurguluyor.

Türkiye’de fosil yakıt teşviklerinin yarattığı yıllık sağlık maliyetleri 19.4 milyar dolar, iklim değişikliği maliyetleri ise 13.2 milyar dolar olarak hesaplanmış. Bu rakam ölçülebilen teşvik miktarının on katına ulaşmakta olup Türkiye’nin 2014 itibarıyla genel devlet bütçesinden yaptığı 22 milyar dolarlık sağlık harcamasını aşıyor. Fosil yakıt teşviklerinin sonlandırılmasının gerekçeleri raporda net olarak açıklanmış. Rapordan okumaya devam edelim:

“… fosil yakıtların kullanılması havayı solunamaz hale getirirken hava kirliliği birçok yeni hastalığa ya da var olan hastalıkların kötüleşmesine, erken ölümlere neden oluyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre her yıl 6.5 milyon insan hava kirliliği nedeniyle yaşamını yitiriyor. Fosil yakıtların neden olduğu hava kirliliği ayrıca kayıp işgünlerine, çalışma veriminde düşüşe ve hastalıkların tedavisi için harcanan yeni sağlık maliyetlerine neden oluyor. Bu olumsuz sonuçlardan en çok çocuklar, gebe kadınlar, yaşlılar ve yoksullar etkileniyor.”
***
Dünya Enerji Ajansı verilerine göre gezegenimizin atmosferine bir yılda salınan CO2 emisyonu yaklaşık 30 giga ton (bin milyar ton). Bu sonucu ülkeler düzeyinde değil de, küresel üretim zincirinin baş aktörleri olan ulus-ötesi şirketler açısından değerlendirdiğimizde, aslında yalnızca yirmi enerji üreticisi ve dağıtıcı tekelin bu rakamın % 30’undan sorumlu olduğunu görüyoruz. Aşağıdaki tablo ilk dört şirket bakımından bu durumu bir çırpıda özetliyor.

[Haber görseli]

Kapitalizmin merkezindeki ulus-ötesi tekeller, fosil yakıt teşviklerinin sürüp gitmesinden en fazla kazançlı çıkan ana aktörler. “Her ne pahasına olursa olsun daha fazla kâr” dürtüsüne dayalı kapitalist birikim sistemi, yaklaşmakta olan çevre felaketinin suçlusu olduğu gibi, bedelini de tüm insanlığa ödetmekte…
==================================================
Dostlar,

Dün (21.3.18) Ankara Üniv. Tıp Fak. Dönem 3 öğrencilerine “Hava Kirliliği ve Sağlık”  konusunu 2 saat süreli ders olarak sunduk. ayın Yeldan’ın çok değerli yazısında yer verdiği kimi bilgileri biz de öğrencilerimizle paylaştık.. Hep yapageldiğimiz gibi, bu ders yansılarımızı da pdf olarak web sitemizde yayınlayacağız; salt öğrencilerimiz değil, geniş kitleler yararlansın diye..

Çok sayıda görseli derste değerlendirdik. Yandaki posterde çok çarpıcı sonuçlar var:

  • Akciğer kanseri ölümlerinin %36’sı, inme ölümlerinin %34’ü ve kalp hastalıklarından ölümlerin %27’si hava kirliliği ile ilişkili.

Sayın Prof. Yeldan’ın bu sitede, konuya ilişkin çok önemli bir yazısına daha yer vermiştik :

Nüfus artışının hızla ve mutlaka yavaşlatılması, giderek durdurulması kaçınılmazdır!
Yaşamın her alanında, en üst düzeyde tasarruflu yaşayarak dünyaya yükümüzü azaltmak zorundayız..

Sevgi ve saygı ile. 22 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

İsraf ekonomisiyle batmayalım

İsraf ekonomisiyle batmayalım

(AS : Bizim çok kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Forbes Dergisinin Türkiye’nin en zenginlerini açıkladığı gün, Adana’da 81 yaşındaki bir kadın ödeyemediği su borcu yüzünden kapatılan sayaçtaki mührü kırdığı için gözaltına alındı. İşte Türkiye’nin yürek yaralayan görünüşü.

Bütün Türkiye’nin “Hayır!” dediği Şeker Fabrikalarının satışı kararında iktidar inat ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şeker Fabrikaları zarar ettiği için satılacak sözlerine CHP’nin Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı A. Erdoğdu şöyle karşılık verdi: “Saray, harcamalarında 30’da bir oranında tasarruf etse şeker sanayimiz ve bu fabrikalardan geçinen 2,5 milyon insanımızın geleceği kurtulacak. Şeker fabrikalarının 2016 yılı zararı 76 milyon, aynı yıl sarayın harcaması 650 milyon TL ve örtülü ödenekten yapılan ilave 1 milyar 650 milyon TL’dir. Saray günde 1 milyon 600 bin TL harcamıştır.”

Moody’s kredi değerlendirme kuruluşunun Türkiye’nin notunu düşürmesi ve Türkiye’yi yatırım konusunda riskli ülke ilan etmesi iktidar tarafından tepkiyle karşılandı. Hamaset edebiyatı ile ekonomi kurtulamaz. Moody’s’in raporunu idrak edecek objektif düşünceye sahip olmalıyız. Uluslararası kuruluşların hepsi “Türkiye yatırım yapılamaz hale geldi” diyor. Moddy’s’in raporunda; “Küresel faiz oranları yükseliyor, Türkiye bu şartlarda ne yapabilir?” denilmektedir. Raporda siyasi ve sosyal değerlendirmeler de yapılmış. Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararı alt mahkemelerin tanımaması ciddi bir durum olarak ele alınarak  muhtemel sonuçları ifade edilmiş, OHAL uygulamalarına da endişeli bir üslupla yer verilmiştir.

Raporda yer aldığı gibi;

– temel yapı ile ilgili reformlardaki gecikme,
– yüksek cari açık,
– yüksek dış borç

önemli ikaz sebepleridir. Hükümetin, ciddi ve köklü reformları ele alması raporun çok haklı olarak önümüze getirdiği gerçeklerdir.

  • Dış borç stokumuz 438 milyar dolar.
  • Bunun 308 milyar doları özel sektörün döviz borçlarıdır.
  • Kamu dış borcu ise 129,5 milyar dolardır.

Öncelikle Türkiye israf ekonomisini bir tarafa bırakıp verim ekonomisine,
üretim ekonomisine geçmelidir.

Alışveriş merkezlerine dökülen milyarlar ekonomiye hiçbir fayda sağlamamaktadır. Markayla itibar sahibi olmak modası yaygınlaştırılmış ve ne yazık ki halkımız temel değerlerinde büyük bir yıpranma yaşanmaya başlamıştır. İnşaat sektörünün durmadan pompalanması şehirlerimizin tarihi kimliğini bozmuştur. İstanbul’umuz artık yedi tepe üstüne kurulmuş bir güzellik beldesi değil, gökdelenlerin mezar taşı olduğu bir çirkinlik meşheri (AS: teşhir yeri) olmuştur. Her şehrimiz, sağlayacağı rant ölçüsünde bu çirkinlikten nasip almaktadır. Ekonomiyi yönetenler bununla da yetinmemiş ülkenin kaynaklarını israf eden projelere ağırlık vermiştir. Gazetelerdeki haberlere göre İstanbul III. Havalimanı yıl sonundan önce işletmeye alınacakmış. Atatürk Havalimanı’nın yıkımına da o günlerde başlanacaktır. Üçüncü havalimanı olarak kullanıldığını bildiğimiz Tekirdağ Çorlu Havalimanı tevsi edilebilirdi. Sabiha Gökçen Havalimanı’nın ikinci pisti süratle bitirilip terminal kapasitesi önce yıllık 50 sonra 100 milyon yolcuya ulaşabilirdi. Şu anda bitmiş olan altyapı yatırımları Sabiha Gökçen ve Atatürk havalimanlarının geniş bir kapasiteyle çalışmasını sağlayabilirdi. Bütün bunlar bir kenara itilmiş, İstanbul Havalimanı bir israf abidesi olarak gündeme oturmuştur. Aynı israfı daha ağır, daha vahim bir biçimde Kanal İstanbul projesinde görüyoruz. Tabiatın vücut verdiği Karadeniz ve Marmara su akımları bu proje ile dinamitleniyor. Şu anda 65 milyar dolar olarak planlanan proje ile ülke, biraz önce ifade ettiğim dış borçlarının tamamen altından kalkılmaz hale getiriyor. Avrupa yakasını bu Kanalla bölmek coğrafya, askeri şartlar ve uluslararası hukuk açısından bizi altından kalkamayacağımız yanlışlıkların içine sokuyor.

65 milyar dolar ile ekonomide 15 yıldır AKP’nin yaptığı  yanlışlar düzeltilebilirdi. Kendi kendine yeten bir ülke şimdi bütün tarım ürünlerini ve samanı dışarıdan alıyor. İşsizliğin %15’lere vardığı, yurttaşlarımızın  çatılarda, meydanlarda, Meclisin önünde “açız!” diye bağırarak kendilerini yaktığı her 4 saatte 1 işçinin çalışırken kazada öldüğü bir ülkede sırf reklam olsun diye çılgınca projeler yapmak ülke ekonomisinin kaynaklarını yok etmektir.
======================================
Dostlar,

MOODY’S in SON TÜRKİYE RAPORU; SÜREGELEN KURUMSAL EROZYON ve 
ERDOĞAN’ın “BİZİM NOTUMUZU MİLLETİMİZ VERİR” HİKMETLİ GÜRLEMESİ

Sayın Güner’e ağırbaşlı ve önemli rakamlara dayalı yazısı için teşekkür ederiz. Kısa bir ekleme ile, Moody’s kredi derecelendirme kuruluşunun Türkiye’nin kredi notunu düşüren son raporunda temel gerekçelerden biri,

  • Türkiye’de kurumların süren erozyonu.. idi.

Bu durum, benzetmede sakınca görülmezse, kanserin bedene yayılması, üstüne üstlük yayılmanın sürüyor olmasıdır. Durumun ciddiyeti – ağırlığı – kritikliği – ürkünçlüğü (vahimliği) çıplak olarak ortadadır. Ne var ki AKP iktidarının bu tabloyu gereğince anladığına ilişkin hiç – bir veri ortada yoktur! Tam tersine, Erdoğan, toplumun sinir uçlarıyla oynamayı sürdürerek, “Bizim notumuzu milletimiz verir..” yönünde akıl dışı (irrasyonel) bir popülizme hala sarılmaktadır.

Moody’s raporundan bu yana son 1-2 haftada Döviz, başta Dolar olmak üzere yaklaşık %5 değer kazanmıştır.Yaklaşık 10 gün içinde % 5 dolayında YOKSULLAŞMAK demektir bu! Görüldüğü gibi, Erdoğan’ın halkı yanıltma sözlerinin tersine notumuzu halkımız değil yabancılar vermektedir; necipler necibi / AKP’ye 20 milyondan çok oy akıtan ahalimiz ise bedelini daha da yoksullaşarak ödemektedir.. Bu kitleler öte dünyada “abad” olacaklardır!?

AKP rejimi Dolar milyarderi üretmeye devam etmektedir. Sözü geçen The FORBES raporunda Türkiye’de dolar milyarderi sayısının 40’ı aştığı, pek çok gelişmiş- zengin ülkeyi geride bıraktığı aktarılmaktadır. Bu durum pratik olarak, 40 milyon yoksul yaratmak demektir!

2017 sonunda ulaşıldığı söylenen 860 milyar dolar ulusal gelir 2018’de % 5 büyüyecek idi ise, son 1 haftada yaklaşık 40 milyar dolar, paramızın değer yitirmesiyle uç(urul)muştur. 2018 büyüme hızına bu erime önemli ölçüde olumsuz yük getirecektir. İthal girdiler, başta akaryakıt olmak üzere birkaç gün içinde zamlanacaktır.. Gecikilmiştir bile! Halka ise zorunlu fiyat güncellemesi / ayarlaması masalı şırınga edilecektir bir kez daha.

  • Bu arada, “iyi koku alan” iktidara yakın”, “insider trading” ustaları birkaç milyar doları götürmüşlerdir ve kayıt dışı birkaç dolar milyarderi daha kazanmış olmamız kuvvetle olasıdır! Bu şehzadelerin dönüp kirli siyaseti finanse etmeleri, kendilerine sunulan muazzam rantın diyetini iktidar sahiplerine ödemeleri, kalleş tezgahın şanından sayılmalıdır!

Nereye dek, nereye dek; qou vadis, qou vadis AKP =RTE?

Tümceyi doğru kuralım; ateşi yükselen ya da değer kazanan Dolar değil; hastalıklı ekonomimiz yüzünden ateşlenip hastalanan bizim paramız TL’dir..

  • TL değer yitirmektedir israfçı – borçlu – yolsuzluklara batırılmış sömürülen ülkemizde!
    AKP iktidar olduğunda 1 Dolar = 1,6 TL idi.. Şimdi 4 TL’ye koşuyor.. %250 ya da 2,5 kat değerlenmiş Dolar.. ya da ulusal paramız, %100 yerli ve de milli politikalar güden (!?) AKP iktidarında pula dönmüştür.

Meteliğe kurşun atan iktidar, Şeker Fabrikalarını dasatışa çıkarmıştır.
Batan geminin son mallarıdır –şimdilik– 14 şeker fabrikası.
Müflis tüccarın iflas masasına atılan haraç – mezat son varlıklardır..

Bu hovarda, sorumsuz politikaların sürdürülebilirliği hiçbir bakımdan kal-ma-mış-tır!
Türkiye’nin HIZLA normalleştirilmesi, ivedilikle (acilen) ölümcül narkozdan çıkarılması zorunludur.
Ne var ki AKP = RTE, bildiğini okumayı inatla sürdürmektedir. Bu gözü kara inatta ısrar edilirse ülkemizin karaya vurmasına ramak kalmıştır. (Elde, perişan ekonomiye ilişkin çok miktarda sayısal veri var..) Karaya oturtulan bu gemi bir biçimde kendini kurtarıp tarihteki yolculuğunu sürdürmeyi bilecektir; ancak kaptan ve tayfalar doğallıkla tasfiye edilecektir.

Erdoğan‘ın “Bu yolda kefenimizi giydik…” sözleri bir bakıma engellenemez sonu umarsızlıkla algıladığı yönünde yorumlanabilir mi?? Erdoğan’giller kaçınılmaz bir fatura ödeyecektir ancak ya ülke ve masum insanlar?? Sorumlulukları olmadığı bir enkazın altında kalacaklardır akılarını hızla başlarına devşirmezler ise!

Saray’da yeni seçilen (atanan??) çoğu AKP’li yargıç – savcıların majestelerini ayakta ve her tümcesinin ardından koro halinde düzenli alkışları; ölümcül yaralı Titanik’in güvertesinde artistik tango ve valslerin büyüleyen ritminde, zifiri karanlıklara gömülen devasa geminin bir türlü duyulmayan hazin çığlıklarını bastıran uğursuz uğultuları çağrıştırıyor / çağrıştırmıyor mu?

Sevgi ve saygı ile. 21 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Cargill Nedir? NBŞ Nedir? Yalanlar ve Gerçekler…

Cargill Nedir? NBŞ Nedir?
Yalanlar ve Gerçekler…

Lütfü Kırayoğlu
Elektrik Müh.
ADD Bursa Şubesi Önceki Başkanlarından
ADD Genel Sekreter Yardımcısı

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..
13.07.2018 güncelleme notu, lütfen bu yazıy da okyunuz..  http://ahmetsaltik.net/2018/07/13/aihm-cargill-davasinda-hak-ihlali-karari-verdi/)

AKP iktidarının 14 şeker fabrikasını özelleştirmek üzere ihale ilanına karşı yurt çapında büyük bir tepki oluştu. Bu tepki sırasında yıllardır kamuoyundan gizlenen ve ülkemizde şeker konusunun ardında yatan gerçekler tartışılmaya başlandı. Gazete sayfalarında ve TV kanallarında yeterince yer almasa bile, elektronik iletişim kanallarında hep ABD merkezli bir gıda tekelinin adı gündeme geldi.

Cargill…

Yıllardır amaçlarını gizleyerek ve kendisine siper olan siyasiler üzerinden iş çeviren Cargill, doğrudan olmasa bile, NÜD (Nişasta ve Glikoz Üreticileri Derneği) imzası ile büyük paralar harcayarak tüm gazetelere tam sayfa ilan vermek zorunda kaldı. Yıllardır Türkiye’de tarımsal sanayi, şeker pancarı üretimi ve halk sağlığına karşı saldırıya geçen Cargill ilk kez savunma durumunda kalırken, gerçekleri ters yüz etme çabasına girse de suçüstü yakalandı.

Cargill ve beraberindekilerin yayınladıkları ilanda yer alan gerçek dışı iddialara geçmeden önce Cargill adlı dünya devinin ne olduğunu, Türkiye’de yaptığı işleri, kaçak fabrikasını, yönetmelikleri, yasaları nasıl değiştirebilme gücüne sahip olabildiğini, valileri görevden aldırabildiğini, tarım alanlarını nasıl katlettiğini, Türk çiftçisini nasıl çökerttiğini anlatmak gerekiyor.

Cargill nedir?

Soner Yalçın, Saklı Seçilmişler adıyla yayınlanan son kitabında Cargill’i şöyle anlatıyor:

“1865’de kurulan ABD merkezli şirket. 70 ülkede faaliyet gösteriyor. Fortune dergisine göre dünyanın en büyük 12’inci şirketi. Tahıl ticareti alanında dünyanın 2’nci büyük şirketiydi. Gübre ticareti konusunda dünyanın 2’nci büyük şirketiydi. Diğer küresel şirketler gibi uğraşı alanları sınırlı değil; enerji, sağlık, ilaç, finans, elektrik, gaz, ulaşım sektöründe de faaliyet yürütüyor. Yıllık cirosu yaklaşık 150 milyar dolar. ABD’de bugün gelir açısından en büyük özel sermeyeli şirket.”

1960 yılında geldiği Türkiye’de tanınmış bazı şirketlere ortak olduktan kısa süre sonra onlarcasını tümüyle ele geçirdi. Çok kârlı şirketleri tek başına kurdu. Şu anda ülkemizde sahip ya da ortak olduğu şirketlerin sayısı bilinmiyor. Türkiye’de iş yapanların dışında 1997 yılına dek çok az insan Cargill adını duydu. Ancak 1997’de Bursa’nın Orhangazi ilçesinde, İznik gölünün kenarı sayılabilecek bir yerde, 1. sınıf tarım arazisi üzerinde sulama projelerinin yapıldığı Gürle ve Gemiç köyleri arasında 213 dönüm bir araziyi NBŞ (Nişasta Bazlı Şeker) üretmek amacı ile satın aldı. Cargill sonuna dek bu amacını gizleyerek projeyi “mısır işleme tesisi- nişasta fabrikası” olarak tanıttı. Oysa söz konusu arazide böyle bir tesis kurmak mevcut yasa ve imar yönetmeliklerine göre olanaksızdı. Aynı bölgede onlarca yatırım istemi hem de gerçekten tarım tesisi için daha önce başvuruda bulunmuş, ancak bu başvurular geri çevrilmişti.

İznik gölü yakın gelecek için İstanbul başta olmak üzere bütün Marmara bölgesinin rezerv tatlı su kaynağı idi. Cargill’in gerçekte bir kimya tesisi olan kaçak fabrikası için bu nitelikte bir suya gereksinimi vardı. Cargill’in kullanacağı mısır bölgede yetişmediği gibi, o yıllarda ülkemizde mısır üretimi nişasta, gıda sanayi ve hayvancılık için yeterli değildi. Böyle bir tesis ancak ithal ve niteliği belli olmayan mısır kullanacaktı. Ve bu tesis o yıllarda artık dünyada zararları açığa çıkan ve GDO’lu (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) olduğu iddia edilen mısır kullanarak NBŞ üretecek, bu ürün ile şeker pancarı üreten köylümüzle, şeker fabrikalarımızla rekabet edecekti. Daha açık bir ifade ile Cumhuriyetin ilk ekonomik kaleleri ve en temel tesisleri olan şeker sanayimizi çökertecekti. Arkasında çok büyük güçlerin desteği olmadan böyle bir tesisin yasa dışı olduğu bilinmesine karşın kurulması olanaksızdı.

Bütün ABD Başkanları Devrede    

Tesis için ilk adımların atılması ile birlikte Clinton, Bush ve Obama dahil olmak üzere üç ABD başkanı Türkiye Cumhuriyeti Başbakanları ile bu konu gündemli toplantılar yaptılar. Bursa kenti yıllar önce Bursa’nın bütün demokratik kuruluşları ve resmi kurumlarının katılımı ve katılanların oybirliği ile bir strateji planı yapmış ve 1/100.000 ölçekli planlarını ilan etmiş, katılımcılar bu planı delmeyeceklerini taahhüt etmişler, buna uygun 1/25.000 ölçekli planlar da yapılmıştı. Ancak dönemin başbakanı Mesut Yılmaz’ın direktifi ile Cargill tarafından satın alınan arazi için YPK (Yüksek Planlama Kurulu) bütün kuralları alt üst ederek Ankara’dan bir emirle tesisin önündeki engelleri temizlemeye başlamıştı. Dönemin DSİ Genel Müdürü Prof. Dr. Doğan Altınbilek, dönemin başbakanına Cargill ile ilgili emirleri yerine getirdiğine ilişkin resmi yazı yazabilmiştir.

Tam da bu yıllarda büyük bir ekonomik kriz yaşayan Türkiye, dar boğazı aşmak için IMF (Uluslararası Para Fonu) adlı kuruluşun kapısını çalar. IMF kredi muslukların aşmak için koşullar öne sürer ve bu koşulların “Niyet Mektubu” adı altında taahhüt edilmesini ister. Cargill inşaatının başlayıp davaların açıldığı süreçte IMF’ye verilen ilk üç Niyet Mektubunda her nedense şeker pancarı ekim alanlarının sınırlandırıp kotaya bağlanması, şeker fabrikalarının da Özelleştirme İdaresi Başkanlığına devredilip özelleştirilmesi, bir kısmının kapatılması sözü verilmektedir.

YPK kararına karşı bütün Bursa, tarihinde ilk kez birleşti. Vali, Büyükşehir Belediye Başkanı, Ticaret ve Sanayi Odası, Borsa, Ziraat Odaları, Bursa Barosu başta olmak üzere tüm  meslek Odaları, sağ – sol demeden tüm siyasi partiler, sanayici ve işadamları dernekleri raporlar düzenleyerek, dilekçelerle Ankara’dan bu kararın değiştirilmesi için her yola başvurdular. Ancak kamu kurumlarına baskı yapılarak yapı ruhsatının önündeki engeller kaldırıldı. Bunun üzerine Bursa Barosu önderliğinde meslek odaları ve kimi yurttaşlarla birlikte YPK kararı ve ruhsat iptali için Bursa İdare Mahkemesinde ilk davayı açtılar. (Şu anda ADD Genel Sekreter Yardımcısı olan Lütfü Kırayoğlu ve GYK üyesi olan Gürhan Akdoğan o dönemde yönetimlerinde oldukları meslek odaları ile davacılar arasında yer alırken davanın sonraki aşamalarında meslek odalarının dava ehliyetlerinin tartışılması üzerine yurttaş kimliği ile davacılar arasında yerlerini almışlar, ADD Bursa Şubesi Başkanı Lütfü Kırayoğlu ve daha sonra CHP İl Başkanı olan Gürhan Akdoğan sonuna kadar davacı olarak kalmışlardır. (Davaya ADD olarak katılmak husumet noksanlığı gerekçesi ile mümkün olamamıştır.)

Bu dava Türk hukuk tarihine geçmiş ve yirmi yıl sürmüş, dava süreci Bursa Barosu tarafından kitap haline getirilmiş “Muktedirlerle Dans” adı altında geçen yıl basılmıştır. Binlerce sayfayı bulan ve birbirini izleyen davaların her birinde Cargill’in önünü açan idari işlemlerle ilgili önce yürütmeyi durdurma kararı alınmış, ardından işlem iptal edilmiş, Cargill’in kaçak olduğu tescil edilmiştir. Tesisi kaçak durumdan kurtarmak için “Bakanlar Kurulu Prensip Kararı “adı altında Anayasada yeri olmayan kararlar verilmiş, bu tesise bir zamanlar karşı olan AKP Bursa milletvekilinin hazırladığı ve özel af niteliğindeki yasa meclisten geçirilmiş, bu yasa  dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından veto edildikten sonra yeniden Meclisten geçerek yürürlüğe girmiş, ancak bu kez Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir.

Güçlü Valileri Görevden Aldırabildiler

Alınan yargı kararları siyasal iktidar tarafından uygulanmamış, bu kararları uygulamaya kalkan 2 vali görevden alınmıştır. İnşaatın durdurulması kararını uygulayan dönemin güçlü valisi Orhan Taşanlar ile fabrika çalışmaya başladıktan yıllar sonra kapatma kararını uygulayan Gazi vali Nihat Canpolat görevden alınmış, Canpolat’ın yerine atanan ve dönemin yasa dışı İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Şahabettin Harput göreve gelir gelmez tesisi yeniden işletmeye açmıştır. Bursa’da çok sayıda kanunsuz işlem yapan Şehabettin Harput FETÖ davasından elleri ters kelepçelenerek tutuklanmış, halen tutuklu olarak yargılanmaktadır.

Bu arada yargı kararlarını uygulamayan Başbakan RTE, Bayındırlık Bakanı Zeki Ergezen, Büyükşehir Belediye başkanı, Gemlik Belediye Başkanı ve dönemin valileri Oğuz Kağan Köksal hakkında açılan tazminat davaları da tam bir yargı karmaşasına döner, sonunda özel af niteliğinde çıkarılan ve kişisel sorumlulukları kaldıran yasa ile davalılar kurtulur.

Bu davalar sırasında iç hukuk yolları tüketildiğinden AİHM (Avrupa insan Hakları Mahkemesi) yolu açılmış ve başvuru yapılmış, ancak henüz davanın görülmesine başlanmamıştır.

Yayınlanmayan ve Yayınlanan Gazete İlanları 

Cargill ile ilgili idari işlemleri iptal eden yargı kararları bir bir gelirken, tesis hiçbir yargı kararına aldırmayarak tamamlanmış ve deneme üretimlerinden sonra sıra törenle açılışa gelmiştir. 13 Eylül 2001’de yapılacak törene, Cargill’in yasa dışı kuruluşunda büyük “emeği” geçen dönemin Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz katılacaktır. Davayı yürüten Bursa Barosu ve meslek odalarını bu davalar sırasında Bursa’nın egemenleri terk etse de, geri kalanlar kararlıdır. Açılış töreninden önce törene katılacaklar için uyarı mektupları gönderilir. Bunun yanında gazetelerde yayınlanmak üzere bir ilan metni hazırlanır. İlanın başlığı şöyledir:

11 Eylül 1922 Bursa düşman işgalinden kurtuldu… 79 yıl sonra 13 Eylül 2001 Orhangazi-İznik kuşatma altında! Ne değişti?” 11 Eylül Bursa’nın kurtuluş tarihi, 12 Eylül Orhangazi ve İznik’in kurtuluş tarihidir. 79 yıl sonra 13 Eylül tarihinde kurtuluşa ekonomik “yanıt” gelmektedir. Ne acıdır ki ülkemizdeki “özgür” basın bu ilanı basamaz.

İlanın çıkacağı günün gece yarısı ilgili reklam firması meslek odaları temsilcilerini telefonla arayarak böyle bir ilanı basamayacaklarını bildirirler. O sırada Türkiye büyük bir ekonomik krizdedir ve gazeteler ilan gelirine muhtaçtır. İlan bir tek Cumhuriyet gazetesinde yayınlanır. İlginçtir, ilanın gazetede çıkması gereken 11 Eylül günü ABD’de İkiz Kuleler provokasyonu gerçekleşir ve açılış töreni iptal edilir.

Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü, ders kitabında Cargill şirketinin basın üzerindeki lobi faaliyetini başarılı bir halkla ilişkiler çalışmasına örnek olarak gösterilmiştir. 17 yıl önce gazetelerde Cargill’in tüm yasaları hiçe sayan kuruluşunu dava edenlerin ilanı parası ile yayınlanamazken, günümüzde, arkasında Cargill olan NÜD ilanı tüm gazetelerde tam sayfa yayınlanabilmektedir. (AS: Milli Gazete basmadı!)

Cargill’in İlanı ve Gerçekler…

Cargill’in de içinde bulunduğu  NÜD gurubu, ilanı, bu kadar parayı gerçekleri anlatmak için mi çarpıtmak için mi ödedi?

İlanda büyük parantez içine alınarak vurgu yapılan ilk çarpıtma şöyle: “Mısırdan elde edilen şeker esas olarak glukoz ve fruktozdan oluşmaktadır. Pancardan elde edilen şeker olan sakkarozun yapı taşı da glukoz ve fruktozdur. Her iki şeker de yaklaşık olarak aynı oranda glukoz ve fruktoz ihtiva eder.” Bu söz on yıllardır bütün dünyadaki gerçek bilim adamlarının çalışmalarını bir cümle ile karalarken tabiplerin yıllardır şeker hastaları üzerinde yaptığı çalışmaları da yok saymaktadır. Kimyasal bir işlemle nişastadan elde edilen HFCS-42 ve HFCS-55 adlı ürünler vücudun insülin salgısı dengesini bozduğu için tokluk hissi yaratmadığı ve obezite yanında karaciğer yağlanmasına, şeker hastalığına da yol açtığı artık kesinleşmiştir.

İlanda NBŞ insanların keyif için kullandığı tütün ve tütün ürünleri ile karşılaştırılmakta şekerin temel bir gıda maddesi olduğu unutturulmaktadır. Öte yandan, sigara paketlerinin özerinde “sağlığa zararlı” hatta “öldürür” ibarelerinin yazılı olduğu, NBŞ kullanan ürünlerin üzerinde tehlikelerin yazılmadığı unutulmaktadır. Yine aynı ilanda GDO’lu ürünlerin yarattığı hastalıklardan söz etmeksizin Dünya Sağlık Örgütü, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi, Uluslar arası Kanser Araştırmaları Merkezi gibi kuruluşların adı anılmakta, bu kuruluşların yapısının nasıl oluşturulduğu gerçeği gizlendiği gibi araştırılan konularla ilgili ülkemizde ve öbür gelişmiş ülkelerde yapılan araştırmalardan hiç söz edilmemektedir.

İnsanın evrimi ile bitkisel ve öbür gıdaların evrimi yüz binlerce yıl koşut (paralel) olarak yürümekte, insanların sindirim, dolaşım ve bağışıklık sistemleri binlerce yıl içinde gıdalardaki gelişime koşut olarak gelişmektedir. Son 40 yıl içinde gelişen genetik bilimi daha çok kâr, daha çok ürün için bitki ve öteki canlıların yapılarını birkaç yılda değiştirerek bütün dünyaya dayatma yolu ile ve aldatıcı ambalajlarla pazarlamaktadır. İnsan vücudu bu türden yeni gıdalara uyum sağlayamadığı için kanser başta olmak üzere bilinmeyen hastalıklara yol açmaktadır. Gerçek bilim insanlarının on yıllardır insanlığı bekleyen bu yeni tehlike konusundaki uyarıları yok sayılmaktadır. Bu konuda geçtiğimiz günlerde bir ABD televizyon kanalı olan Bloomberg TV kanalında Tarım Editörü İrfan Donat imzası ile çıkan ve Sağlık Bakanlığının 12 Uzmanı tarafından hazırlandığı belirtilen rapor dikkat çekicidir.

Bu Kadar Çarpıtma Ancak Paralı İlan İle Olur…

İlanın devam eden bölümünde “Dünyanın hiçbir ülkesinde mısır şekeri üretimi veya satışı sınırlandırılmamış olup tamamen serbesttir.” dendikten sonra, “söz konusu ürüne kota uygulayan tek ülke Türkiye’dir” denmektedir. İlancılar Türkiye’de pancar üreticisi köylülerin kendi ülkelerinde pancar üretiminin kotaya bağlandığını görmezden gelip bir yabancı şirketin sağlığa zararlı ürününün bütün dünyada olduğu gibi kotaya bağlanmasından yakınmaktadır. Cargil’ giller Türkiye’de 20 yıl önce sayıları 500 bin olan şeker pancarı üretici ailelerinin sayısının 105 bine indirildiğini görmezden gelmektedir. Öte yandan bu ilana karşı, ertesi gün Anadolu Nişasta ve Glikoz Sanayicileri Derneğinin Cargill’i hedef alarak kendi aralarında yaptıkları adaletsiz kota dağıtımını eleştiren açıklaması da dikkat çekicidir.

Dünyada NBŞ için tek kota uygulayan ülke yalanına gelince; Ülkemizde NBŞ üretimi toplam şeker üretiminin %15’i olarak dünyada en üst sınırla belirlenmiştir. ABD’de bu kota yakın zamanda %10 oranından %2 oranına indirilmiştir. 23 Avrupa ülkesinin toplamında ortalama şeker üretimi, içinde NBŞ kotası ortalaması %5.3 olurken; Avusturya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İsveç, Litvanya, Portekiz, Romanya ve Yunanistan’da bu kota sıfırdır. Yani 23 ülkeden 11 tanesinde yasaktır. Almanya’da ise %0.5 olarak sınırlanmıştır.
(AS: % 1,7)

GDO’lu Mısır İthalatı Yasak mı?        

Söz konusu ilanda bilinen yazılışı ile GDO kullanılmazken “genetiği değiştirilmiş ürün” tanımı kullanılmakta ve bu ürünleri yetiştirmenin ve ithal etmenin yasak olduğu söylenmekte olup ülkemize GDO içeren ürünlerin girişinin yasak olduğu mevzuatta da yer almaktadır. Buna karşılık 2009 yılında çıkarılan bir yönetmelik Danıştay 10 ve 13. Dairelerinin ortak çalışması ile en önemli maddelerin yürürlüğü durdurulmuş ve iptal edilmiş (AS: Bu davayı TTB açmış, bilimsel gerekçeleri biz yazmış ve İstanbul Barosu Dergisinde yayınlamıştık..Ocak -Şubat 2010), bir anlamda kadük kalmış, buna karşın değişik adlar altında 32 çeşit GDO’lu ürün’ün ülkemize giriş yaptığı Greenpeace örgütü tarafından raporlanmıştır. Çok uluslu tarım şirketlerinin Güney Amerika ülkelerindeki devasa tarım plantasyonlarında en çok üretilen soya ve mısır ülkemize en çok ithal edilen tarım ürünlerinin başında gelmektedir. Halkımız yeterince aldatılmıştır.

Halkımız şeker fabrikalarının özelleştirmesi adı altındaki bu tuzağı görmüş ve pancar tarımının, şeker üretiminin, besiciliğin ve sektörde çalışan binlerce ailenin başına gelecekleri anlamış, bunun yanında pancar şekerinin yerini alacak olan NBŞ ürününden gelecek sağlık risklerini de öğrenmiştir. Bu nedenle ülkemizin ekonomik kaleleri olan şeker fabrikalarının özelleştirilerek büyük bir yıkıma izin vermeyecektir. Bu amaçla ADD imza kampanyasını sürdürecek, bu olayın peşini bırakmayarak gerçekleri paylaşacaktır. (13.03.2018)
==============================================
Dostlar,

Dostumuz, yurtsever aydın, savaşım insanı (mücadele adamı) Sayın Lütfü Kırayoğlu’nu bu çok değerli yazısı için gönülden kutluyoruz..

Yazı içinde bir – iki yerde ayraç içinde notlar düştük.. Burada yinelemeyelim.

Yeniçağ, Milli Gazete ve Cumhuriyet gazetesi halkı yanıltıcı bu ilana sayfalarında yer ayırmazken, NÜD’ün ilanını yandaş gazeteler başta olmak üzere hemen hemen tüm gazeteler yayınladı.. NBŞ lobisinden ‘Nişasta şekerini’ aklama girişimi bu.

Ulusumuz, kendini halkını feda ederek gözü kara biçimde emperyalist iktidarların çıkarlarına hizmet eden siyasal kadroları artık görmekte ve bilmektedir. Gereğini yapacaktır.

Sevgi ve saygı ile. 20 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Arabistan’da kadına çarşaf zorunluğu kaldırıldı!

Arabistan’da kadına çarşaf zorunluğu kaldırıldı!

Suudi prens devrim gibi kararını açıkladı

Suudi Arabistan’da veliaht prens Selman, ülkedeki kadınlar için aldığı devrim niteliğindeki kararını açıkladı. Buna göre, Suudi kadınlar artık “saygılı” giyindikleri sürece çarşaf giymek zorunda olmayacaklar.

Suudi Arabistan’da reformlar devam ediyor. Veliaht Prens Selman tarafından açıklanan son reform ise ülkedeki kadınları çok yakından ilgilendiriyor.

Selman, Suudi kadınların “uygun ve saygılı” bir şekilde giyindikleri takdirde, çarşaf gitmek zorunda olmadıklarını duyurdu.

Veliaht Prens, CBS kanalına verdiği röportajda,

  • “Şeriat kanunları gayet açık, kadınların, aynı erkekler gibi, “saygılı” bir şekilde giyinmeleri gerekiyor. Bunun siyah çarşaf şeklinde olması gerekmiyor” ifadelerini kullandı.

Selman, “1979 yılından önce Suudi Arabistan’da hayatı doğal bir biçimde yaşıyorduk. Din, siyah çarşafı şart koşmuyordu. Kadının örtünmek için siyahı kullanması kendi seçimidir.” dedi.

(
SÖZCÜ, https://www.sozcu.com.tr/2018/dunya/suudi-prens-devrim-gibi-kararini-acikladi-2297281/)
====================================
Dostlar,

Darısı Türkiye başta olmak üzere Arabistanlaşmak üzere yola koyulan ve bu uğurda birbiri ile yarış(tırıl)an ülkelerin başına!

Sevgi ve saygı ile. 20 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com