Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

Erdoğan Herkesle savaşıyor!

Erdoğan'ın görüştüğü yatırımcılar 'şoke olup kulaklarına inanamamış': Herkesle savaşıyor

Erdoğan’ın görüştüğü yatırımcılar ‘şoke olup kulaklarına inanamamış’:

Herkesle savaşıyor!

16.05.2018 BİR GÜN
https://www.birgun.net/haber-detay/erdogan-in-gorustugu-yatirimcilar-soke-olup-kulaklarina-inanamamis-herkesle-savasiyor-216172.html

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Erdoğan’la İngiltere ziyaretinde sırasında görüşen uluslararası yatırımcılar, Reuters‘e konuştu. Duydukları karşısında ‘şoke olduklarını, kulaklarına inanamadıklarını‘ söyleyen yatırımcılar, ”Piyasalar dahil herkesle savaşıyor, ama bu kazanılabilir bir savaş değil’‘ değerlendirmesini yaptı.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 3 günlük İngiltere ziyaretinde biraraya geldiği uluslararası yatırımcılarla küresel fon yöneticileri, Reuters haber ajansına şaşkınlıklarını ifade etti. Erdoğan’ın söyledikleri karşısında ‘şoke olduklarını, kulaklarına inanamadıklarını’ dile getiren yatırımcılar, Cumhurbaşkanı’nın bir yandan artan enflasyonu
aşağı çekmeyi, TL’deki değer yitirmenin önüne geçmeyi, öbür yandan faizleri düşürmeyi
nasıl başarmayı planladığı konusunda şaşkınlık içinde kaldıklarını belirtti.

Erdoğan, gelecek ay yapılacak cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin ardından ekonomi yönetiminde ağırlığını artırmayı planlandığını açıklamıştı. Bazı yatırımcılar, Erdoğan’ın yurtiçindeki hasımlarını etkisizleştirmiş olmasına karşın, uluslararası finans piyasalarına ekonomide alışılagelmiş kurallara ters düşen politikalarla meydan okumada çok zorlanacağını savundu.

Görüşmelerin siyasal duyarlılığı nedeniyle adlarının açıklanmasını istemeyen yatırımcılar, Erdoğan’ın yaklaşımından ve böylesine kırılgan bir dönemde piyasalarla savaşa girmeye
hazır olması karşısında afalladıklarını dile getirdi.

‘DÜŞMAN LİSTESİ ÇOK UZUN’

Büyük ölçekli bir varlık yönetim şirketinde çalışan bir fon yöneticisi,
Erdoğan’ın düşmanlardan oluşan uzun bir liste tuttuğuna dikkat çekerek şöyle konuştu:

  • Herkesle savaşıyor
  • Muhalefetle savaşıyor,
  • (Fethullah) Gülen’le savaşıyor,
  • radikallerle, başarısız darbe girişimiyle savaşıyor;
  • şimdi de piyasalarla savaşıyor ve bu da tehlikeli.”

‘FİNANS PİYASALARIYLA SAVAŞI KAZANAMAZSINIZ’

Erdoğan’ın beraberindeki kurulda bulunan Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek‘le
basına kapalı toplantıya katılan bir yönetici de “Yurtiçinden istediğiniz kadar düşman bulun.
Ancak finans piyasalarına çatarsanız bu savaşı kazanamazsınız.” dedi.

‘ERDOĞAN ÇOK NET KONUŞTU, AMA KENDİSİNE KATILMIYORUM’

Erdoğan’la toplantıya katılan bir portföy yöneticisi, Cumhurbaşkanı’nın ‘son derece dürüst’ olduğunu, 24 Haziran seçimlerini kazanması durumunda faizlerin izleyeceği gidiş hakkında
çok net konuştuğunu aktararak şöyle devam etti:

”Erdoğan tekrar cumhurbaşkanı seçilmesi halinde faizlerin yüksek değil düşük olmasını sağlayacağını söyledi… Yüksek faizlerin yüksek enflasyona yol açtığı görüşünde;
ben bu görüşe katılmıyorum.”

‘MADEM ÖYLE, LONDRA’YA GELİP BU MESAJLARI NEDEN VERİYOR?’

Erdoğan’la yapılan görüşmeye katılan üçüncü bir fon yöneticisi şu değerlendirmeyi yaptı:

“Piyasanın bir avuç spekülatörden oluştuğunu düşünüyor ve hedef kitlesi de onlar değil.
Hedef kitlesi, Türkiye’deki sıradan insanlar ve onların da düşük faizlere gereksinimi var.”

Aynı fon yöneticisi, “Peki, o zaman neden Londra’ya gelip de kurumsal yatırımcılara
tam da duymak istemedikleri bu mesajı veriyor?” sorusunu yöneltti.
===========================================
Dostlar,

Bu yazıda saptanan Erdoğan’ın kişiliği, tutum ve davranışlarına ilişkin gerçekler son derece önemlidir.

Temelde, Türkiye’nin içine sürüklendiği çıkmazın da tanısı ve açıklamasıdır.

Bu kişilik – tutum – davranış – inat ve kadronun Türkiye’yi bataktan çıkarması olanaksızdır.

En hayırlısı AKP = Erdoğan’ın en azında  bir dönem muhalefete düşmesidir. Bu arada çok yönlü bunalımın yaraları biraz sarılabilir ve AKP = Erdoğan da muhalefeti tadarak demokratik terbiye – sabır vb. bakımlardan biraz daha olgunlaşabilirler. Hatalarını görme, ders çıkarma olanakları olabilir. Sonrasında belki gene iktidara gelirler. Demokrasi böyle bir şeydir, iktidar da muhalefet de olağandır. Bu olgunun herkesin içine sinmesi gerekir.

  • Türkiye’de herkesin, Erdoğan’ın ileri derecede narsisitik kişilik yapısının
    bu sorunların başlıca kaynağı olduğunu artık görmesi gerekiyor.

Bu sitede belki yüz kez yazdık; en büyük görev de 1. derece akrabalara – AKP kurmaylarına düşüyor.. Ne yapıp edip bir yolunu bularak Erdoğan’ı frenlemek ve en azından bir dönem muhalefette kalarak sağlıklı gözlemle toparlanmasını sağlamak.

Türkiye için yaşamsal bir kavşaktayız..

Seçmen kitlelerinin, AKP’ye OY veren – vereceklerin bu yakıcı gerçeği görmesi gerek..

Kısa erimli hesaplarda boğulmadan..

Biz 24 Haziran ve 8 Temmuz 2018 için umutluyuz..
Seçimlere HİLE katılmaması ve
OLAĞANDIŞI BİR SENARYO yazılıp oynanmaması koşullarıyla..

Sevgi ve saygı ile. 17 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

RESMİLEŞTİRİLEN YALAN: “PARLAMENTER HÜKÜMET SİSTEMİ YERİNE CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ”

RESMİLEŞTİRİLEN YALAN: “PARLAMENTER HÜKÜMET SİSTEMİ YERİNE CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ”

Prof. Dr. İbrahim KABOĞLU
http://ibrahimkaboglu.org/resmilestirilen-yalan-parlamenter-hukumet-sistemi-yerine-cumhurbaskanligi-hukumet-sistemi.html/

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Başbakan tarafından TBMM’ye 8.5.18’de sunulan “6771 sayılı Kanunla Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Çeşitli Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Konusunda Yetki Kanun Tasarısı” (30.04.18) ne anlama geliyor?

Kanun yerine KHK  düzenlemeleri ile uyum sağlama yolu;
Önce, Anayasa’nın emredici hükmünün ihlali anlamına geliyor.
Sonra, “tasfiye”nin de Anayasa’ya aykırı yol ve yöntemle kotarılacağı için “yeni dönem”in mevzuata ilişkin temeli konusunda fikir veriyor.
Nihayet, “yeni dönem”in resmi yalanlara dayandırılacağını gösteriyor.

ANAYASA’NIN AÇIKÇA İHLALİ

6771 sayılı Anayasa değişikliğine ilişkin Kanun Geçici md. 21/A’ya göre,

  1. Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren en geç altı ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi bu değişikliklerin gerektirdiği Meclis İçtüzüğünü ve kanuni düzenlemeleri yapar”.
  2. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 27 nci yasama dönemi milletvekili genel seçimi ve Cumhurbaşkanlığı seçimi 3/11/2019 tarihinde yapılır.”
  3. Meclisin seçim kararı alması halinde 27 nci yasama Dönemi milletvekili genel seçimi ve Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır”.

TBMM’de 24/4/18 tarihli seçim kararı, bu anayasal düzenlemeye açıkça aykırı. Altı aylık sürede düzenleme yükümlülüğünü 12 ayda bile yerine getirmeyen Meclis, seçimleri 16 ay öne çekmekte sakınca görmedi. Anayasal yükümlülüğü yerine getirmemesi, ihmal yoluyla anayasaya aykırılık oluşturmakta; bu ihmali gecikmeli de olsa telafi etme yerine seçimleri yenileme kararı alması, “eylemli” anayasaya aykırılık durumu oluşturmakta.

ANAYASA’YA AYKIRI TASFİYE KARARNAMESİ

Yasa tasarısı ile, “yasama yetkisi”nin, yani  “Meclis İçtüzüğünü ve kanuni düzenlemeleri yapma” yetkisinin,   Anayasa md. 7’ye aykırı bir biçimde Hükümete devri istenmekte .

Kanun-i Esasi’den bu yana oluşan anayasal kurum ve kurallar ile denge-denetim düzeneğini tasfiye için, “ilkeler ve yetki süresi” başlıklı md. 2; “Bakanlar Kurulu bu Kanuna göre verilen yetkiyi kullanırken; yürürlükteki kanun ve kanun hükmündeki kararnamelerin 6771 sayılı Kanuna uyumlu hale getirilmesini, kamu hizmetlerinin verimli, süratli ve etkin bir şekilde yürütülmesi ile hizmetin özelliği ve gereklerine uygun düzenlemeler yapılmasını,…” öngörüyor. Burada, başlıca üç temel sorun öne çıkıyor:

-TBMM, 12 aydır ihmal ettiği ve kullanmadığı yetkisini, Bakanlar Kurulu’na bir ay gibi sıkıştırılmış bir zaman diliminde kullanması için devrediyor. (Haliyle bu yetkiyi, tıpkı OHAL KHK’lerde olduğu gibi fiilen bürokratlar kullanacak).
-TBMM, yetki kanununa dayanılarak çıkarılacak kararnameleri denetleyemeyecek ve yasalaştıramayacak.
-Anayasa Mahkemesi, yetki kanunu ve bu çerçevede çıkarılacak kararnameler üzerinde -iş işten geçmeden- anayasallık denetimi yapamayacak.

CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ: TAM BİR YANILSAMA

Kanun Tasarısı genel gerekçesine göre; “21/1/2017 tarih ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 18/10/1982 tarih ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında değişiklik yapılmış ve yapılan değişiklikle, parlamenter hükümet sistemi yerine cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi getirilmiştir”.

Seçimler için en güçlü slogan olarak kullanılan ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ kavramının resmileştirilmesi, gerçek durumu değiştirmez.  Çünkü;

– Bir kez, anayasa hukukunda böyle bir kavram yok. Ama olsa da fark etmez; çünkü Hükümeti ortadan kaldırmak, 6771 sy. lı Kanun’un öncelikli amacı.
Cumhurbaşkanlığı ise, örtülü bir biçimde kaldırıldı. “Cumhur” başkanlığı, “parti” (halkın bir kısmı) başkanlığına indirgendi. Uygulama ise, bunun teyidi.
-Ya sistem? “Eşgüdüm içinde bulunan kurumlar bütünü” şeklinde tanımlanan sistem ile 6771 sayılı Kanun düzenlemesi arasında bir ilişki yok. Zira bu metnin özü, kurumlar eşgüdümünü değil, bütün kurumları bir kişinin güdümüne koyma hedefini yansıtıyor. Anayasal düzlemde hukuki öngörülebilirlik ve  hukuki güvenlik ilkelerinin ikinci plana atılması da, güdümlü yapıyı pekiştiriyor.

Özetle; hükümetin, cumhurbaşkanlığının ve sistemin olmadığı bir düzenlemeyi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak adlandırmak, bir yanılsama, hatta yalanın resmileştirilmesi ötesinde bir anlam taşımaz.

MONOKRASİNİN TEMEL TAŞLARI

Yaşadığımız süreç ve değinilen sorunlar, 24 Haziran seçimlerinde “cumhur ittifakı”nın çoğunluğu alması durumunda ülkemizi nelerin beklediğini göstermesi bakımından işlenmeye değer.

Anayasa değişikliği: TBMM’deki oylama şeklinden 16 Nisan halkoylamasına kadar “meşru olmayan” bir süreç.
-Uyum yasaları: Uyum yasalarının çıkarılmaması ve bu görevin Anayasa dışı yol ve yöntemle, yetkili olmayan organlara  bırakılması, “meşru olmayan” bir geçiş tarzı.
Tek kişi yönetimi: OHAL ortam ve koşullarında dayatma yöntemiyle değiştirdiği Anayasa’ya kendilerinin koyduğu bir kurala bile uymayan bir yönetim, meşru olabilir mi? Hele bu, “gerçek iktidarın Devlet başkanının iradesine dayandığı yönetim” (monokrasi) ise!
================================================
Dostlar,

Sayın Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu saygın bir Anayasa Hukuku uzmanıdır.
CHP’den milletvekili adayı olması yakışır, dileriz vekilliği de gerçekleşir.
Kaboğlu hoca, 67 yaş emekliliğine çok kısa süre kala, bir OHAL KHK’sı kamu görevinden (Marmara Üniv. Hukuk Fak.) uzaklaştırılmış, emekli olma hakkı da gasp edilmiş ve pasaportuna el konmuştur. Prof. Kaboğlu, geçimini sağlamak için yurt dışı üniversitelerinde de ders verememektedir. Ayrıca terör örgütü ile ilişkilendirilerek ağır cezada yargılanmaktadır….

Bu kuşatmaya ne demeli?
SİVİL ÖLÜM?
SOSYAL ÖLÜM?
YAVAŞ YAVAŞ CİNAYET??
….

Hukuka ve evrensel insan haklarına uyar zerre yanı var mıdır??

– Hayır, yoktur!

Kaboğlu hocamızın yukarıdaki yazısı çok önemlidir. AKP = RTE gider ayak bir kez daha Anayasayı çiğnemekte ve buna TBMM’ni de alet ve suç ortağı kılmaktadır. Bu kısa sürede, gerçekte doğrudan  TBMM yerine, Bakanlar Kurulu KHK’leri ile yapılacak düzenlemeler korkunç bir silah durumuna ge(tiri)lebilir. Hem içeriği bakımından hem de AYM denetimi fiilen ol(a)mayacağı için! (zaman darlığı!)

  • Demokrasiye – hukuka zerre kadar saygısı – bağlılığı olmayan bir siyasal kadro gözünü karartmıştır.
  • Ne yazık ki, iktidarı asla ve kat’a vermemek üzere koşullanmış bu kadrolar, her yaptıklarını sınırsız biçimde rasyonalleştirme psikolojk savunma düzeneklerini de sonuna dek ve sınırsız biçimde kullanagelmektedirler.
  • Akılcı biçimde ikna edilmeleri ve sağduyulu davranmalarını beklemek anlamsızlaşmıştır ve olanağı da gözükmemektedir.
  • Bu durum başlı başına bir politik tıkanma ve hukuksal kördüğümdür..

Ancak tarihte, Gordion’un kördüğümünü kılıcıyla parçalayan Büyük İskender örnekleri de vardır!

Sevgi ve saygı ile. 16 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

ALİ ERCAN : HATA

HATA !

Değerli arkadaşlar,

CHP Demokrasi adına örnek bir çıkışla İYİP’yi 15 MV ile desteklediğinde sevinmiş, alkışlamıştık. Ancak CHP’nin bütün çabalarını bir anda sıfırlayabilecek bir hareketini, HDP’ni dışlayan acemice hareketini (en azından ben) şaşkınlıkla ve kaygı ile izliyorum.

Satrançta da öyledir, yapacağınız bir kötü hamle, önceki bütün iyi hamlelerinizi bir anda sıfırlar ve yenilirsiniz.

RTE’nin kurnazca taktiği tuttu; 5 milyon (AS: 6,5 milyon!) oy alan HDP’ni, emrindeki “Algı operatörü” Basın ve Medya aracılığı ile “Terörün temsilcisi Parti” olarak lanse etti ve bu HDP=PKK zokasını CHP de yuttu. (AS: HDP’nin net ve içtenlikli olarak terör bağını koparması gerek!)

Bir taraftan “Kürt kardeşlerimizin büyük çoğunluğu Terörle ilişkili değildir, Dağa çıkanlar emperyalizmin yanılttığı bir avuç sapkındır…” falan ” diyoruz, bir yandan da Kürtlerin Oy verdiği Partiyi, yani HDP seçmenlerini toptan “Terörist” kefesine koyuyoruz…. Bu ne denli yanlış ve bir o ölçüde de tehlikeli bir yaklaşımdır; anlamak olanaklı değil.

Bu kompleksle CHP de, yarısı AKP öbür yarısı MHP seçmeni olan İYİP’ye gösterdiği sempatinin onda birini bile HDP’ne gösteremeyerek tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir yanlış yaptı..

Burada yakın tarihimize bakalım: Mustafa Kemal Bağımsızlık Savaşının başarıyla yürütülmesi için dişlerini sıktı, kendisiyle %100 karşıt görüşte olanlarla, hatta canına kast edenlerle, Osmanlıcı, gerici, Laiklik ve Cumhuriyet Düşmanlarıyla bile “Söz konusu Vatansa, gerisi (ayrıntıdır) teferruattır” diyerek Savaşın bitimine dek ittifak (AS: dayanışma) yapmıştı… Anlaşılan o ki, CHP Atatürk‘ten zerre kadar ders almamış. (AS: Bunca katı olamayız tek bir ölçütle!)

Şimdi bütün İttifak Partileri Baraj sorunu olmaksızın seçime girerken salt HDP (ve VP) %10 Barajı ile karşı karşıya…  İki olasılık var:

1-HDP Baraj altında kalır; HDP’nin alabileceği 80 dolayında Milletvekili AKP hesabına yazılır ve AKP muhtemelen 360 MV ile Mecliste %60 çoğunluğa erişir.
2-HDP Barajı geçer; ancak HDP seçmenleri dışlanmışlık duygusuyla tepkilerini gösterir, “ne haliniz varsa görün” diyerek 2. turda sandığa gitmeyebilirler.

Hem dışlıyorsun, hem de sıkıştığında “elini ver kardeş” diyorsun… Bu bir kez olur, 2. kez olmaz. (örn. Referandumda %49 Hayır oyları HDP’siz %39’da kalırdı..)

15 gün aradan sonra, 3., 4. ve 5. sıradaki Partilerin seçmenlerinin 1/3 kadarının “yarıştan kopmuş” olmanın psikolojik etkisiyle sandığa gitmeme riskini de eklersek (ki bütün iki Turlu seçimlerde bu etki gözlenir) üzülerek söyleyeyim, Demokrasi ittifakı Adayının HDP katkısı olmadan en çok %41’de kalacağını söyleyebiliriz.

Sonuçta, en çok %46 dolayında Oyu olan Cumhur İttifakı, yani RTE, 2. turda oylarını artırmasa bile, seçimi 46 / (46+41) = %53 ile kazanmış olur…

Umarım, bütün söylediklerim yanlış çıkar değerli Dostlar ve ben yanılmış olurum….
Ve sizlerden 25 Haziranda (memnuniyetle) özür dilerim. (æ 02.05.2018)
________
not. Beğenen dostlarımın paylaşmalarını da bekliyorum. æ
======================================
Dostlar,

HDP hemen, sürekli, kararlı biçimde, zikzak yapmadan, PM (parti meclisi) eliyle karar almalı ve terörle, başta PKK terör örgütleriyle olmak üzere her türlü bağını kestiğini kamuoyuna açıklamalıdır. İspanya’daki 60 yıllık ETA gibi örneğin. Etnik temelli olmayan uygar siyaset yapmak üzere politik yelpazede yer almalıdır. Bu kararını ilk Kongrede tüm delegelerine onaylatmalıdır. Her şey çok hızla ve çok etkili olarak değişir, ülke normalleşir ve ceberrut iktidardan kurtulur.. Bunu yapmak için vakit hala geç değil. Öbür türlü, PKK ile bağını net olarak koparmayan bir siyasal parti, günümüz koşullarında Türkiye’de baraj altında kalır. Hem HDP parlamentoda temsil edilemez, hem de AKP iyi ama haksız bir çoğunlukla yeniden iktidar olur. AKP bir daha “açılım – saçılım” yapabilir mi; baraj altında kalan HDP ile değil herhalde! Bu bakımdan 2. turda HDP  o denli mutlak – özerk falan da değil.

Anahtar, uygun olmayan kilitte kırılarak tasfiye olmasın..

Sevgi ve saygı ile. 14 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

24 HAZİRAN’A DOĞRU

24 HAZİRAN’A DOĞRU 

Suay Karaman

24 Haziran seçimlerine doğru önce seçim birliktelikleri, sonra cumhurbaşkanı adayları belli olmaya başladı. Yeni seçim yasasına göre AKP, MHP, BBP ‘Cumhur İttifakı’ kurarken; CHP, İyi Parti, Saadet Partisi ise ‘Millet İttifakı’ kurdu. Öncelikle cumhurbaşkanlığını almak isteyen ve bu yüzden Cumhur İttifakı yapan AKP, Millet İttifakından korkmuş şekilde, hırçınca yoluna devam edecektir.

Yeni sistemde her şeyin başı olan cumhurbaşkanı için, Meral Akşener, Tayyip Erdoğan ve Muharrem İnce partileri tarafından aday gösterilmişlerdir. Erdoğan’ın ülkeye ne getirip, neler götürdüğü ortadadır. Bu bağlamda Akşener ile İnce’nin  söylemleri, eylemleri ve kuracakları ekipler çok önem taşımaktadır. Özellikle parlamenter demokrasiye döneceklerinin güvencesini vermeleri, toplumu büyük ölçüde rahatlatacaktır ve böylelikle 16 Nisan 2017’de yapılan halk oylamasının üzerindeki şaibe de ortadan kaldırılacaktır.

Ülkenin cumhurbaşkanı olacak kişinin bilgisi, birikimi, kültürü ve düzeyi yüksek olmalıdır. Bunun yanında geçmişi temiz olmalı, karanlık ilişkileri bulunmamalıdır. Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı, yurtsever, ülkesinin ve halkının çıkarlarını koruyan, bulunduğu makamı dolduracak olgunlukta olması gerekir. Eğer seçmenler bunları göz önüne alırsa, toplumun baskı ve sıkıntıdan kurtulabilmesi sağlanmış olacaktır.

Meral Akşener, uzun bir süreden beri çalışmalarını yürütmektedir ve siyasi iktidar karşısında yeni kurulan partisiyle ivme kazanmış, umut olmuştur. Seçime 42 gün kalmışken CHP, cumhurbaşkanı adayını açıklamıştır. Öncelikle partinin içinden biri olması, partilileri sevindirmiş ve büyük bir coşku yaratmıştır.

Muharrem İnce’nin iyi bir hatip olduğu bilinmektedir ancak önemli olan çok konuşmak değil, etkili konuşmaktır. İdeolojik temele dayanan, sağlam konuşmalar yapmaktır. Adaylık açıklaması sonrasında, Hacı Bayram Veli türbesini ziyaret edip, ardından cuma namazı kılması, basit politik manevradır. Aslı varken, kimse suretine bakmaz. Özellikle CHP’li bir adayın asıl gitmesi gereken yer Anıtkabir olmalıydı. (AS: Oraya da gitti!)

Büyük şairlerimizden Orhan Veli Kanık, çıkardığı Yaprak dergisinde 15 Mayıs 1950’de şöyle yazmıştır: “Seçimler bitti. Demokrat Parti, Halk Partisi’ni korkunç bir bozguna uğrattı. Oysaki Halk Partisi, halkı kazanacağını umarak fikirleriyle ilkelerinden son zamanlarda ne fedakarlıklar etmişti. Bütün yayınlarına göz yumulan din dergileri, okullara konan din dersleri, yeniden açılan ilahiyat fakülteleri, imam hatip kursları, türbeler, sermayeye sağlanan imtiyazlar, her türlü irticaya tanınan haklar; hiçbiri kar etmedi.” Tarihten ders alınmaz ve aynı hatalara tekrar düşülürse, değil iktidar olmak, ana muhalefet bile olunamaz.

Üstelik İnce’nin adaylık açıklamasından dokuz gün önce söylediği sözler, toplumun bölünmesine hizmet eder niteliktedir: “Cumhurbaşkanı yardımcılarını baştan ilan edeceğim: Bir yanıma muhafazakar bir ismi, bir yanıma milliyetçi bir ismi, bir yanıma bir Kürt’ü, bir yanıma bir Alevi’yi alacağım Cumhurbaşkanlığı yardımcısı olarak.” CHP’nin cumhurbaşkanı adayı, yardımcılarını bu şekilde istediğine göre Lübnan gibi, Irak gibi bir modelde federatif devlet ihalesine uygun görünüm sergilemektedir. (AS: buna katılamıyoruz..)

Eğer ortak düşünce AKP’yi iktidardan indirmek ve yeni bir cumhurbaşkanı seçmek ise, o halde yapılan seçim birlikteliğinin gereği olarak, cumhurbaşkanlığı için de ortak hareket etmek gerekir. İnce’nin aday yapılmasıyla, Akşener’e gidecek CHP oylarının gidişi durdurulmuştur. Dış güçlerin yaptığı yeni proje çerçevesinde İnce’nin aday gösterilmesi sonucunda, Akşener’e gidecek oylar engellenerek, ilk turda Erdoğan’ın seçtirilmesi sağlanmak istenmiş olabilir. (AS: CHP vargücüyle adayı İnce için çalışıyor!?)  Bunun benzeri Ekmeleddin olayında yaşanmıştı. Dış güçlerin desteğiyle dayatılan yanlış aday sonucunda, ilk turda Tayyip Erdoğan’ın seçtirilmesi sağlanmıştı.

Burada önemli olan, seçimi muhalefetin doğru adayıyla, 2. tura taşımaktır. Seçimin 2. turuna Erdoğan ve İnce kalırsa, büyük olasılıkla Erdoğan seçimi kazanır. İnce’nin seçimi kazanacağını düşünmek ya çok iyi niyetten, ya da saflıktan kaynaklanabilir. (AS: bize çok gerçekçi geliyor..) Ancak 2. tura Erdoğan ve Akşener kalırsa, büyük olasılıkla Akşener seçimi kazanır. Çünkü Akşener, hem soldan, hem de sağdan oy alabilecek güce sahiptir. İşte bu durumda seçmenlere büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. Her türlü hukuksuzluğu yapan AKP iktidarı sona erdirilerek, yeni bir yönetim oluşturulması için bilinçli seçim yapılmalıdır. Fakat şunu da aklımızdan çıkartmamalıyız ki, sonuçları ne olursa olsun bu seçim son seçim değildir ve olamaz da. Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkesinde, her zaman aydınlığa doğru giden bir yol bulunur, bulunacaktır da…
===================================

Değerli dostumuz Suay Karaman‘a yazısı için teşekkür ederiz..
Yazı içinde 3 yerde çekincelerimizi belirttik (altı çizili)…
Cumhurbaşkanlığı için en güçlü aday Muharrem İnce görünüyor..
Önümüzdeki günlerde umar ve dileriz ki “belden aşağı” vurma olmaz; komplolar kurulmaz ve adaylara haksız çamur  – istifa atılmaz..

  • Uyarmak isteriz ki; iktidar,
    kamuoyunu yanıltıcı gri – kara propaganda yöntemlerine başvurmasın!
    Sevgi ve saygı ile. 14 Mayıs 2018, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

MÜLKİYE İNSAN HAKLARI MERKEZİ AÇILIŞ TÖRENİ

MÜLKİYE İNSAN HAKLARI MERKEZİ AÇILIŞ TÖRENİ

Törene katıldık.. notlarımız yazının sonunda..

Mülkiye’de insan hakları alanında lisans ve yüksek lisans derslerinin işlenmesinin 60 yıla yakın bir geçmişi var. Bu gelenek, 1978 yılında, Soğuk Savaş yıllarında ve henüz “insan hakları” kavramı popüler olmadan önce Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İnsan Hakları Merkezi’nin kurulmasıyla daha kurumsal bir niteliğe kavuştu. Anılan dönemde bir yandan enstitülere dayanan Mülkiye geleneği bir yandan da Fakültelerin özerkliğinin tanındığı hukuksal alt yapı yeni Merkez’in hızla tanınmasını ve gelişmesini sağlamıştı.

Ne var ki Merkez ilk büyük darbeyi kuruluşundan çok kısa bir süre sonra 12 Eylül 1980 darbesinde aldı. İHM’nin kuruluşunda yer alan çok sayıda akademisyen 1402 Sayılı Yasa uyarınca üniversiteden uzaklaştırıldığı için İHM uzunca bir süre sessizliğe gömüldü.

1990’lı yıllarda tekrar akademik çalışmalara başlayan İHM, 2000’li yıllarda diğer akademik insan hakları merkezlerinden farklı olarak ulusal ve uluslararası alanda insan hakları örgütleriyle yürüttüğü faaliyetlerle insan hakları alanında çalışan çok farklı kesimlerin önemli bir bilgi odağına dönüştü. Bu dönemde gerçekleştirilen çok sayıda panel ve konferans yanında insan hakları savunucularına yönelik yaz okulları, Türkiye’nin her yerinden insan hakları savunucularına ulaşmayı mümkün kılmıştı. İHM’de faaliyet gösteren öğretim elemanları 2011 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü çatısı altında disiplinler arası bir anabilim dalını kurmuş, akademiyle sivil toplum arasındaki ilişkiyi daha kurumsal bir yapıya kavuşturmuştur.

1970’lerde İnsan Hakları Merkezi’nin kuruluşunda olduğu gibi 2000’lerde alternatif bir insan hakları yaklaşımını, araştırma ve eğitimini mümkün kılan da Mülkiye’nin özgürlükçü ve çok disiplinli akademik ortamı olmuştu. İHM, 2. büyük darbeyi yine bir olağanüstü hal döneminde yaşadı. İnsan Hakları Anabilim Dalı’nın iki araştırma görevlisi yanında, İHM Yönetim Kurulu’nun 3 üyesi ve İnsan Hakları Yüksek Lisans Programının 9 hocası OHAL KHK’leriyle ihraç edildi. İHM’nin kalan haliyle bile rahatsızlık vereceği düşünülmüş olacak ki, 40 yıllık Fakülte Merkezi, 2017 yılında YÖK’ün talebine uygun olduğu gerekçesiyle kapatılmış ve Rektörlük nezdinde yeni bir İnsan Hakları Merkezi teşkil edilmiştir. Yeni Merkez için hazırlanan Yönetmelikte, birçoğu insan hakları alanında çalışan 36 Siyasal Bilgiler Fakültesi üyesinin ihracı için isimlerini Başbakanlığa gönderen Ankara Üniversitesi Rektörü yeni merkezin Müdürü, Yönetim ve Danışma Kurulu’nu seçmekle yetkilendirilmiştir. Prof. Dr. Erkan İbiş, beklendiği gibi bu Merkeze İHM ile ilgisi olmayan Fakülte dışında bir Müdür atamış, Mülkiye’nin on yıllardır devam eden insan hakları geleneğini sonlandırmayı planlamıştır. Anabilim dalı başkanlığı da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden alınarak Merkez’le ilgisi olmayan aynı öğretim üyesine devredilmiştir.

Oysa yukarıda anlatıldığı gibi Mülkiye’nin insan hakları geleneği; YÖK’ün, OHAL’in veya Üniversite yöneticilerinin keyfi tercih ve kararlarıyla sınırlandırılacak veya sonlandırılacak bir gelenek değildir. Nasıl akademi, OHAL’in ağır koşullarında bile üniversitenin dört duvarı arasına sıkıştırılamazsa, İHM’nin zengin geçmişi de bu keyfiliğe mahkûm olmamalıdır.

Bu keyfiyete karşı koymak için izlenebilecek farklı yollar vardır. Gerçekten de İHM’nin ihraç edilen üyeleri, ihraç edildiklerinden beri akademik çalışmalar yapmaya devam etmektedirler. Bununla birlikte, İHM’nin kurumsal geleneğini yürütecek sürekliliği olan bir çatının varlığının önemi de yadsınamaz. Bu çatı için en doğru adresin, özgürlük ve demokrasi mücadelesine her zaman ev sahipliği yapan Mülkiyeliler Birliği olduğu da açıktır.

Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin eski, Mülkiyeliler Birliği’nin ise yeni İnsan Hakları Merkezi’nin hem akademiye hem de sivil topluma yeni bir açılım getireceği umuduyla;

12 Mayıs 2018 günü saat 15:00’te

açılışımızı gerçekleştireceğiz. Sizleri de aramızda görmekten onur duyacağız.

Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu

15:00 – I. Oturum: İnsan Hakları Merkezi’nin Kuruluşu ve İlk Yılları
Cem Eroğul – Fazıl Sağlam
16:30 – II. Oturum: İnsan Hakları Merkezi’nin Üçüncü Dönemi ve Kapanışı
Kerem Altıparmak – Feray Salman
18:00 – SBF İnsan Hakları Merkezi Tabelasının Mülkiyeliler Birliği’ne Asılması
18:30 – Kokteyl
===============================================

Dostlar,

İçimiz acıyarak bu duyuru ve çağrıyı, –gerçekte çığlığı!– paylaşmak istiyoruz.
Girişimi son derece yerinde, haklı, gururlu, onurlu, bir duruş – aydın direnişi olarak görüyoruz.
Elimizden gelen dayanışmayı göstereceğiz.
Zaman tanığımız olacak ve tarih tüm özneleri hak ettikleri yere yerleştirecektir.
Mülkiye İnsan Hakları Merkezi‘ne ve çalışmalarına dayanamayan, ona zarar veren ve engellemeye çalışan kişi ve kurumları esefle anıyoruz..
Tersine; direnenleri, saygı ve şükran ile selamlıyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 28 Nisan 2018, Ankara
==========================================

Bu törene bu gün (12 Mayıs 2018 ) katıldık.

Devletin engellediği SBF İnsan Hakları Merkezi, çalışmalarını Mülkiye’lilerin kadim örgütü Mülkiyeliler Birliği bünyesinde sürdürecek.
Simgesel tabela, Mülkiyeliler Birliği girişinde duvara çakıldı.
Dr. Öğr. Üyesi Kerem Altıparmak ve Mülkiyeliler Birliği Başkanı Dr. Dinçer Demirkent tarafından.. Oradaydık, ana tanık olduk.
Emeği geçen ve geçecek herkese şükranlarımızı sunuyoruz.
MB-İHM‘nin (Mülkiyeliler Birliği İnsan Hakları Merkezi) başarılı çalışmalar üreteceğine inanıyoruz. Sanal ortamda insan hakları eğitimini sürdürmek, yaz okulları düzenlemek..
Mağdurlara danışmanlık hizmeti vermek.. Bilimsel yayın yapmak..
Şimdiye dek olduğu gibi AİHM içthatlarının oluşmasına katkı koymak gibi..

Bu zor günler de geçecek elbet..
Ülkemizin ve dünyanın seçkin bilim kurumlarından Mülkiye – SBF, kendisine yakışır ağırbaşlılık ve sorumlulukla bilimsel üretimini gerçekleştirmeye, eğitim – araştırmaya devam edecek.

Dr. Ahmet SAL,TIK
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

İYİ Parti’li Koray Aydın: Adil Öksüz’ü bulup iftira attıracaklar

İYİ Parti’li Koray Aydın:
Adil Öksüz’ü bulup iftira attıracaklar

(AA: Bizim katkımız yazının altındadır..)
İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Koray Aydın’dan çok çarpıcı bir Adil Öksüz iddiası geldi.
cumhuriyet.com.tr11 Mayıs 2018

[Haber görseli]Aydın, “Adil Öksüz’ün seçime 15 gün kala güya iktidar tarafından yeni yakalanıp getiriliyormuş gibi seçim malzemesi olarak kullanılacağı iddia ediliyor. Bu kişinin, itirafçı olarak hem İYİ Parti’yi hem CHP içindeki bazı isimleri FETÖ’cü olarak suçlayıp bunu bir seçim kozu olarak kullanabilecekleri her yerde konuşuluyor.” dedi.

Sözcü gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk’e konuşan İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Koray Aydın, “AKP, 16 yıllık iktidarı boyunca ilk defa üç golü üst üste yiyerek seçim dönemini başlatmış oldu. İlk golü İYİ Parti’yi seçimlere sokmama stratejisi üzerine dayadı. Seçim kampanyasının başlangıcında ilk golü yedi” açıklamasında bulundu.

“AKP, ikinci golü, ‘Millet İttifakı‘nın kurulmasıyla yedi” diyen İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Koray Aydın, “Tek kale maç yapmaya alışık olanlar önceden kurdukları ‘Cumhur İttifakı‘yla her şeylerini hazırladılar. Muhalefetin bir araya gelemeyeceği düşüncesiyle bu adımı attılar. Millet ittifakıyla partilerin kendi menfaatlerini değil, ülke menfaatini düşünerek birliktelik sağlaması, büyük bir feraset ve fedakarlık örneği oldu. Kurulan ‘Millet İttifakı‘yla, AKP, TBMM’de çoğunluk olma şansını kaybetti. Bu hamle zaten kroke durumda olan AKP iktidarına, indirilen bu darbe adeta nakavt etti.” ifadelerini kullandı.

Koray Aydın, “üçüncü golü” ise “Bu haldeki iktidara, 3. golü de ‘Milletim isterse, tamam derim‘ diyen cumhurbaşkanına ‘tamam’ diyerek sosyal medya organizasyonuyla 2 milyonu aşkın insan, paylaşımlarıyla hem dünya hem Türkiye rekorunu kırdı” diyerek açıkladı.

“ADİL ÖKSÜZ’Ü SEÇİME 15 GÜN KALA YAKALANMIŞ GİBİ GETİRİP…”

İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Koray Aydın ayrıca çok çarpıcı bir 15 Temmuz darbe girişiminin kritik isimlerinden Adil Öksüz iddiasını gündeme taşıdı.

Koray Aydın, şunları anlattı:

“Son zamanların modası Olağanüstü Hal (OHAL) şartlarında seçime giden adeta bir üçüncü dünya ülkesiyiz. Vay halimize vay. Şimdi iktidar sahipleri zavallı gençleri içeriye alıp güya FETÖ’cülükten soruşturma yapıyor süsü vererek, yandaş medyalarında propaganda yapıyorlar. Delil yok. Hiçbir şey yok. Yazık oluyor o masum gençlere. Şimdi de yazılıp, çizilip konuşuluyor: FETÖ imamlarından Adil Öksüz, biliyorsunuz.

  • Devlet tarafından yakalandı. Sonra meçhul bir şekilde serbest bırakıldı.
  • Şimdi bunun ‘Devletin adamı’ olduğu söyleniyor ve seçime 15 gün kala güya iktidar tarafından yeni yakalanıp getiriliyormuş gibi seçim malzemesi olarak kullanılacağı iddia ediliyor.
  • Bu kişinin, itirafçı olarak hem İYİ Parti’yi hem CHP içindeki bazı isimleri FETÖ’cü olarak suçlayıp bunu bir seçim kozu olarak kullanabilecekleri her yerde konuşuluyor.

    ‘Abidik gubidik’ işlerde bu iktidar çok uzman. Bunları okudukça, ne kadar aciz duruma düştüklerini görüyoruz.

  • FETÖ’cü aramak için çok zahmete katlanmamalarını kendilerine öneriyorum.
  • Bunun bir kolayı var. Genel Başkanımız söyledi: Bir ayna alacaklar, aynaya bakacaklar. Sağında, solunda, damatlarını, gelinlerini, eniştelerini görecekler. O yüzden de hiçbir şey yapamayacaklar.
  • Çünkü AKP, parti olarak FETÖ’nün kalkıştığı 15 Temmuz darbe girişiminin işbirlikçisi ve suç ortağıdır.
  • Seçimden sonra esas hesabı verecek onlardır.
  • 15 Temmuz’da kaybettiğimiz 250 şehidimizin vebali onların omuzundadır.”

===============================================
Dostlar,

İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Koray Aydın’a teşekkür borçluyuz bu önemli uyarısı için..
AKP = RTE “iktidara mahkum” durumdalar 15,5 yılda yaptıklarıyla. İktidardan düştüklerinde yargı önünde hesap vermek zorunda kalacaklarını çooook iyi biliyorlar.. Ürkü (pank) bundan temelde.
Öte yandan yandaş akıl hocaları, “ilahiyatçı”  ve “Prof.” unvanlarını takınarak “suç işleme özgürlüğü” nden (!) söz eder oldular fetvalarıyla..
Daha da ileri giderek “suç işlemeye teşvik” anlamında “zaruretler kuralları çiğnemeyi haklı kılar” buyurmaktalar.
Ne yazık ve ne acı ki ülkemizi,  caaaaaanım Türkiye’mizi açıkça bir “dar-ül harp” alanı olarak görmekte ve mutlak iktidarları ile bir dinci – irticacı faşizm düzeni kurana dek her şeyi ama her şeyi “mübah” gören bir sapık – patolojik bir saplantı içindeler… Ya da daha berbatı, yapıp edecekleri için böylesi bir dinci maske – kılıf uydurmaktalar..
Durum bu bağlamda da ürkünç hata ürkünç (vahim) ötesidir.

  • AKP’nin her türlü seçim oyunlarına hazırlıklı olmak gerekir..

    Ulusumuzun din sömürgeni Türkiye düşmanlarına artık ayırd etmesi ve kritik bir eşiğe sürüklenen ülkemizi uçurumun kenarından çekip alması gerekiyor..
    Artık kandırılma zamanı değil.. Son 12 seçimde böyle oldu ne yazık ki..
    24 Haziran seçimleri ulusal bir dava durumuna gelmiştir..
    Cumhuriyet, kutsal emanettir Atatürk ve şehitlerimiz – gazilerimizden bize.
    Uyanmak ve gereğini yapmak zamanıdır Türk Ulusu!

Sevgi ve saygı ile. 12 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ILO’da KİMİN BORUSU ÖTÜYOR?

ILO’da KİMİN BORUSU ÖTÜYOR?

Yıldırım Koç

Yıldırım KOÇ
AYDINLIK, 08.05.2018

(AS: ILO hk. Sn. Koç’un sitemizde yer verdiğimiz öbür 2 makalesinin erişkeleri aşağıdadır..)

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün Uluslararası Çalışma Konferansı’nın 107. toplantısı bugün sona erdi. Uluslararası Çalışma Konferansı’na ILO’ya üye 187 devletin delegeleri, danışmanları ve gözlemcileri katılır. Her devlet, 4 delege ile temsil edilir. Bu 4 delegenin 2’si hükümet temsilcisidir. Delegelerden 1’i, en fazla temsil niteliğine sahip işçi örgütü ve 1’i de en fazla temsil niteliğine sahip işveren örgütü ile görüşülerek belirlenir. Bu delegelerin yanında danışmanlar vardır. Danışmanların sayısı, o yıl Uluslararası Çalışma Konferansı gündemindeki madde sayısının iki katıdır. Bunların yanı sıra da istenilen sayıda danışman gider.

ILO SEFERİNE KATILAN SENDİKACI TURİSTLER

Özellikle geçmişte, Türkiye’den, yabancı dil bilmeden Uluslararası Çalışma Konferansı’na giden çok sayıda turist sendikacı olurdu. Türk-İş bu konuda son yıllarda daha dikkatli davranıyor. Ancak diğer sendikalar bu fırsattan olabildiğine yararlanıyor. Örneğin geçen yıl, Uluslararası Çalışma Konferansı’nın 106. Toplantısına Türkiye işçi delegasyonu olarak 49 kişi katıldı. Uluslararası Çalışma Konferansı son derece teknik tartışmaların geçtiği toplantılardan oluşur. Bu toplantıları izleyebilecek ve konuşabilecek düzeyde yabancı dil bilmeyenler, Cenevre’de gezerler, Leman Gölü kıyısındaki kafelerde dedikodu yaparlar ve Çalışma Bakanı ile işçi ve işveren delegelerinin genel kuruldaki 5’er dakikalık konuşmalarını dinlemek üzere lacivertlerini çekip toplantı salonuna gelirler. Türkiye’den giden işçi delegasyonu 49 kişiyken, çeşitli ülkelerden giden işçi delegasyonlarının sayısı şöyleydi:

Çin Halk Cumhuriyeti: 10 kişi.
Hindistan: 11 kişi.
ABD: 12 kişi.
Almanya: 9 kişi.

ILO’DA DA PARAYI VEREN DÜDÜĞÜ ÇALIYOR

Uluslararası Çalışma Örgütü ilk bakışta çok demokratik ve hatta gerektiğinden fazla demokratik bir örgüt gibi gözükür. 1,4 milyar nüfuslu Çin de, küçücük Malta da 4 delegeyle temsil edilir. Ancak gerçek uygulama, görünenden farklıdır. Ben 1993-2003 döneminde 11 yıl süreyle Türkiye işçi delegasyonunda danışman olarak Uluslararası Çalışma Konferansı’nın Standartların Uygulanması Komitesi’nde görev yaptım. İşlerin nasıl yürüdüğünü ancak bu süreçte öğrenebildim. ILO’da da parayı veren düdüğü çalar;

  • ILO’da emperyalist ülkelerin borusu öter.

ILO’nun finansmanı ülkelerin ödedikleri aidatlarla karşılanır. ILO Yönetim Kurulu raporlarına göre, 2016 yılında çeşitli ülkelerin ödemesi gereken aidat miktarı, İsviçre Frankı olarak şöyleydi:

ABD 83.327.255
Japonya 41.053.823
Almanya 27.062.420
Fransa 21.195.424
İngiltere 19.627.356
Çin 19.509.940
İtalya 16.854.831
İspanya 11.268.117
Brezilya 11.120.401
Rusya 9.237.962
Hollanda 6.268.482
Türkiye 5.033.724

Bazı ülkeler borçluydu. Örneğin, Brezilya’nın ödemesi gereken miktar 11,1 milyon İsviçre Frankı iken, 31.12.2016 itibariyle 29,5 milyon İsviçre Frankı borcu vardı. Diğer bir deyişle, ABD, Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve Hollanda’nın toplam 215,5 milyon İsviçre Franklık aidatı, ILO’nun aidat gelirinin %57’sini oluşturuyordu.

Ülkeler, ILO’nun idari yapılanması olan Uluslararası Çalışma Bürosu’nda ödedikleri aidatla orantılı uzman görevlendirmektedirler. Ayrıca ILO’daki tüm çalışmalar, bu ülkelerin dillerinde yürütülmektedir. Bu nedenlerle, ILO’daki o çok demokratik görünümün arkasında, bugün parayı verenin düdüğünün çalındığı bir yapı vardır. Dünyadaki dengelerin değişmesiyle bu yapı değişebilir.

  • Ancak bugün ILO’da emperyalist güçlerin borusu ötmektedir.

======================================
Değerli dostumuz Sn. Yıldırım Koç‘a ILO hakkında yazdığı 3 ardışık makale için teşekkür ederiz. Önceki 2 yazının erişkeleri aşağıda. (Bu yazıların altında bizim de katkılarımız var) :

http://ahmetsaltik.net/2018/05/10/iloyu-nicin-kurdular/ 

ILO niçin önemli neden önemsiz?

Sevgi ve saygı ile. 11 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ILO’yu niçin kurdular?

ILO’yu niçin kurdular?

Yıldırım Koç

Yıldırım Koç
Aydınlık Gazetesi, 07.05.2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

1919 yılında kurulan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sendikal hak ve özgürlükler ve temel işçi hakları konusunda çok önemli düzenlemeler getiriyor. Devletlerin üye olduğu, işverenlerin de önemli ölçüde etkileyebildiği bu örgüt, nasıl oldu da, yaptırım gücünün olmamasına karşın, böylesine hak ve özgürlükleri tanıdı?

Bu soruya yanıt verebilmek için önce 1919 yılına, ardından da soğuk savaşın en sert biçimde yaşandığı 1948-1953 dönemine gideceğiz.

1919’DA NELER OLDU?

Bolşevikler 1917 yılı Kasım ayında Rusya’da iktidara geldi. Beklentileri ve umutları, Rus Devrimi’nin Avrupa devrimlerinin öncüsü ve tetikleyicisi olmasıydı. Özellikle Almanya’da bir devrimin gerçekleşmesini dört gözle bekliyorlardı. Gerçekten de Almanya’da ve Macaristan’da işçi ayaklanmaları oldu, sovyetler kuruldu. Başka ülkelerde de yaygın işçi eylemleri ortaya çıktı. Ancak Avrupa’nın sosyalistleri Bolşevikler’den farklıydı. Bolşevikler Çarlığın baskısına karşı onyıllardır zor koşullarda mücadele ediyorlardı. Avrupa’nın emperyalist ülkelerinin sosyalistleri ise emperyalist sömürünün sağladığı demokratik ortamda legal mücadele içindeydiler. Avrupa’daki girişimler başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun üzerine Bolşevikler, 1919 yılı Mart ayı başlarında Komünist Enternasyonal’i (Üçüncü Enternasyonal veya Komintern) kurdular. Bir dünya komünist partisi niteliğindeki Komintern, Avrupa’da devrim örgütleme çabasına girdi.

Komünistlerin amacı, Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı çok büyük tahribatla kapitalizme tepki duyma eğilimi güçlenmiş olan işçi sınıflarını örgütlemek, kapitalizmi yıkmaktı.

Emperyalist ülkelerin devletlerinin, sermayedar sınıflarının ve kapitalizmi destekleyen sendikalarının buna tepkisi ise ILO’yu kurmak oldu. Kapitalizmi yıkmaya çalışan Komintern’e karşı, kapitalizmde reformlar yaparak kapitalizmi işçiler açısından daha yaşanılır bir hale getirmeye çalışan Uluslararası Çalışma Örgütü’nü (ILO) kurdular.

Bu nedenle, Komintern’in denetimindeki Sendikalar Kızıl Enternasyonali’nin (Profintern veya RILU) 1921 yılındaki tüzüğünün II/4. maddesi, örgütün hedefleri ve amaçları arasında “programı ve taktikleriyle dünya burjuvazisinin savunma aracı olan (Milletler Cemiyeti’ne bağlı) Uluslararası Çalışma Bürosu’na karşı kararlı bir savaş sürdürmek” de yer alıyordu.

Sovyetler Birliği ILO’ya ancak Nazi tehlikesinin 1933 yılında tırmanması üzerine 1934 yılında üye oldu.

ILO Anayasası, Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletleriyle Almanya arasında 1919 yılında imzalanan Versay Antlaşması’nın bir bölümü olarak kabul edildi. Ayrıca, Osmanlı ile galip devletler arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr Antlaşması’nın bir bölümü de ILO Anayasasıdır.

1948-1951’DE NELER OLDU?

İkinci Dünya Savaşı’nın kazanılmasında belirleyici güç, Sovyetler Birliği idi. Sovyetler Birliği faşizme karşı savaşta 20 milyondan çok insanını yitirdi. Kızıl Ordu’nun 1942/43 kışında kazandığı Stalingrad direnişinde ve 1943 yazında kazandığı büyük Kursk Savaşı’nda Alman ordularının belkemiği kırıldı. Avrupa’yı ve insanlığı faşizmden kurtaran, Kızıl Ordu oldu. Müttefiklerin Normandiya Çıkartması ancak bu zaferlerden sonradır.

Emperyalizm ise 1946 yılı sonlarında soğuk savaşı başlattı. Emperyalist güçler, Sovyetler Birliği’nde “özgür sendikacılık, toplu pazarlık ve grev hakları” bulunmadığı gerekçesiyle, ILO’yu Sovyetler Birliği’ne karşı kullanmaya çalıştılar. Sovyetler Birliği’nin 1940-1954 döneminde ILO üyesi olmaması, bu çabaları kolaylaştırdı. Bu dönemde kabul edilen 87 ve 98 sayılı ILO sözleşmeleri, daha sonraki yıllarda içtihatlarla geliştirildi ve bugünkü sendikal hak ve özgürlüklerin temelini oluşturdu.
=====================================
Dostlar,

Değerli dostumuz Sn. Yıldırım Koç‘un sendikalar – emek mücadelesi – işçi hakları – iş hukuku konularında uzmanlığı tartışma dışıdır. Yıllar önce bir toplantıda Mülkiye’den merhum dostumuz Prof. Alpaslan Işıklı hocamız bile, bir soru üzerinde Yıldırım Koç’u işaret ederek kendisi yanıtlamayıp topu değerli Koç’a atmıştı. Biz de zaman zaman kendisine telefonla bu konularda danışıyor ve her kezinde sorun çözen doyurucu yanıtlarını alıyoruz.

Sayın Koç’un ILO hakkında geçen hafta AYDINLIK’ta 3 makalesi yayınlandı. Bu 2. si.. Öbürünü de sitemizde paylaşacağız kendisine teşekkür ederek.

Türkiye Büyük ATATÜRK dönemimde 1932’de, ILO’nun 13. yılında bu örgüte üye oldu ve 1921’de çıkarılan 151 sayılı Amele Birliği yasasından sonra ilk İş Yasasına 1936’da kavuştu ILO’nun da desteği ile (3008 s. yasa, RG 15.06.1936). Kabul etmek gerekir ki ve çok açıktır ki, 1921’de çıkarılan 151 sayılı Amele Birliği yasası olağanüstü bir dönemin ürünüdür ve çok sınırlı bir kapsamdadır. 9 yıl sonra 1930’da kabul edilen 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Yasası‘nda “İşçiler Hıfzıssıhhası” bölümü konmuştur; 7, bap, md. 173-180. 6 yıl sonra da yukarıda değinilen 3008 s. İş Kanunu TBMM’de benimsenmiştir. Ardından 1971’de kabul edilen 1475 s. İş Kanunu ve 2003’te benimsenen 4857 s. İş Kanunu.. Son olarak da 30.06.2012 tarihli 6331 s. İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu (kimi hükümleri 1.7.2020’de yürürlük alacak)..

Gen de ülkemiz işçi sağlığı – iş güvenliği ölçütleri (başlıca İş Kazaları – Meslek Hastalıkları) bakımından dünyada oldukça geri düzeydedir. Yasa yapmakla sorunlar tümden çözülemiyor. Kaldı ki, Türkiye kadim bir üyesi olmakla birlikte ILO’nun işçi sağlığı – iş güvenliğini iyileştirme amaçlı Sözleşmelerinin (Convention) yaklaşık 1/4’ünü içi hukukuna aktarmıştır, onların da uygulanmasında ciddi sorunlar vardır.

  • Türkiye’de emekçiler, küreselleşen sermayeye post-modern KAN VE CAN VERGİSİ (!) ödemeyi sürdürüyorlar!

    ILO’nun fikir babası Robert Owen‘in kulakları çınlasın…
    1944 Filadelfiya Kongresi katılımcılarının da..

    Oysa Lenin çareyi göstermişti :

  • Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!

Emperyaliştleşen günümüz kapitalizmi ise ILO’yu da araçsallaştırarak
Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!
hedefine engel olma çabasında..

Nereye dek heyy Lordum, nereye ve kaç vakte dek??

Sevgi ve saygı ile. 10 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Atom Enerjisi Ajansı, Trump’ı yalanladı

Atom Enerjisi Ajansı, Trump’ı yalanladı

Atom Enerjisi Ajansı, Trump'ı yalanladı

09.05.2018, AYDINLIK

(AS. Bizim katkımız yazının altındadır.)

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Yukiya Amano, ‘Ajans nükleer kaynaklı taahhütlerin İran tarafından uygulandığını teyit eder’ ifadesini kullandı.

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı Yukiya Amano, İran’ın, dünyanın en kapsamlı nükleer doğrulama programına tabi olduğunu vurgulayarak “Bugün itibarıyla UAEA, nükleer kaynaklı taahhütlerin İran tarafından uygulandığını teyit eder” ifadesini kullandı.

UAEA tarafından yapılan yazılı açıklamada, Amano’nun İran’ın nükleer programına ilişkin değerlendirmelerine yer verildi.

Amano, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) talebi ve 2015 yılında UAEA Yönetim Kurulunun kararı üzerine, ajansın, İran’ın Ortak Kapsamlı Eylem Planı (JCPOA) çerçevesinde nükleer ile ilgili taahhütlerini yerine getirdiğini doğrulamaya ve denetlemeye devam ettiği bilgisini paylaştı.

JCPOA doğrultusunda İran’ın nükleerle ilgi taahhütlerini yerine getirdiğine dikkati çeken Amano, “İran JCPOA kapsamında dünyanın en güçlü doğrulama programına tabidir. Bugün itibarıyla UAEA, nükleer kaynaklı taahhütlerin İran tarafından uygulandığını teyit eder.” ifadesini kullandı.

ABD Başkanı Donald Trump, dün 2015 yılında yapılan İran nükleer anlaşmasından çekilme kararı alındığını açıklamış ve bu ülkeye yönelik askıya alınan yaptırımların tekrar uygulanacağını duyurmuştu.
=======================================
Dostlar,

Ne demeli??
Emperyalizm artık yüzsüzce, apaçık yalan söyleyerek dünya kamuoyunu yönlendirmeye çabalıyor. Bunca sefillik yeter mi acaba emperyalizmin ağababası ülke ABD’ye ve Trump’ı destekleyen çevrelere?

Türkiye, bölgesinde akıllı politikalar izlemeli, aktif yansızlığını sürdürmeli; hele hele emperyalizmin taşeronluğuna – maşalığına soyunmaktan kesinkes uzak durmalıdır. Bölgede BOP hala yürürlüktedir ve son hamle (saldırı!) şimdilerde koçbaşı olarak kullanılan Türkiye‘ye yapılacaktır. Bunu akıldan çıkarmadan, bölgesel dayanışmayı sürdürmeli, emperyalist ittifakların (NATO!) oyuncağı olmamalıdır!

Sevgi ve saygı ile. 09 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ANKETLER ve PSİKOLOJİK ETKİLERİ

ANKETLER ve PSİKOLOJİK ETKİLERİ

Konuk yazar : Prof. Dr. D. Ali Ercan
(AS: Bizim kapsamlı bilimsel katkımız yazının altındadır..)
Değerli arkadaşlar,
Bildiğiniz gibi her seçim öncesi Anket şirketleri % 1-2 hata payı ile Seçim sonucunu kestirdiklerini iddia ederler ama bu kestirimleri istenen güvenlik aralığında çıkmaz genelde. Bunun 2 nedeni vardır:

1. neden; Anket şirketleri ana kümeyi birebir yansıtacak bir alt küme (Örneklem) seçmekte çok zorlanırlar. Denek sayısını artırmakla, biraz olsun bu sorunun üstesinden gelmeye çalışsalar da yanılgı kaçınılmazdır (AS: örneklem yanılgısı – sampling error). Elbette bir Küme ne denli büyükse Ana Küme gerçeğine, Doğruya erişim şansı da “matematik olarak” o denli büyüktür. Normal dağılımda, %5 hata ile sonucu kestirmek için bile yaklaşık 10 bin denekli bir alt küme gereklidir, ama uygulamada Anket Şirketleri %10’dan küçük hata verecek Denek Kümeleriyle yetinir. Ancak, Ülke genelindeki seçmenlerin siyasal eğiliminin normal dağılım göstermeye-ceğini de biliyoruz.

Belki Anketçiler için en pratik olanı “Bir önceki genel seçim sonucuna en yakın sonucu almış olan 4-5 küçük (Niş) alana odaklanmaları” daha mantıklı olurdu; ama nedense bunu pek uygula-mıyor ve eski usul “Raslantısal Telefon bağlantıları”nı veya “birebir sokak karşılaşmaları”nı te-mel aldıkları 2-3 bin kişilik Denek Kümelerine güveniyorlar.

2. neden, yayınlanan anket sonuçlarının seçmenler üzerindeki psikolojik etkisidir. Seçmenler yandaşı oldukları partinin umdukları oranda desteklenmediğini görünce seçime katılmamak veya siyasal tercihine en yakın bir başka partiye oy verme eğilimine girerler. Bu etki daha çok küçük Parti yandaşlarında görülür. Sosyal canlılar içgüdüsel “çoğunluk grup” üyesi olmayı güvence olarak görür. Sonuçta anketler toplum davranışını, bilerek-bilmeyerek ileri sürdükleri yanılgı payı oranından daha çok etkilemiş olurlar. Bu nedenle de Anket Firmalarının yansızlığı çok önemlidir ve haklı olarak bu sorgulanır.

2015 seçiminde 11 Anket Şirketinin ortalama hata payı %16 oldu; en isabetli diyebileceğimiz A&G’nin bile kestirimlerinde ortalama %10 hata payı vardı (AS: standard error) … HDP’yi %20, MHP’yi %19, CHP’yi %7 ve AKP’yi %14 yanılgı ile kestirdikleri ortaya çıktı.

Özetle şunu belirtmek istiyorum; bu seçimde de benzer tablolar olabilir. Anket sonuçlarına özen ve serinkanlılıkla yanaşın ve “en azından +/- %10 yanılgı payı” ile okuyun verdikleri rakamları. Örneğin anketin verdiği 18 rakamını “19,8 – 16,2 arasında bir rakam” olarak okuyun.

Sevgilerimle. æ
===========================================
Dostlar,

YUNUS’un MİSTİK MATEMATİĞİ…

Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan Nükleer Fizik uzmanıdır ve kaçınılmaz biçimde ileri düzey mate-matik bilgisi sahibidir. Kamuoyu yoklamaları güncel ve belki de büyük ölçüde gereklidir. Siya-sal parti programlarının kamuoyunda onaylanma düzeyini sürekli izlemek yerindedir. Örnekleme dayalı anketlerde kullanılan olasılık hesapları, temel matematik bilgisi kapsamındadır (yukarı-daki metinde yer yer ayraç içinde katkı verdik.. Biz Hacettepe Tıp 1. sınıfta 2 yarıyıl Yüksek Matematik okuduk; tıpta uzmanlık eğitimimizde yoğun Biyoistatistik eğitimi aldık ve ayrıca Biyoistatistik yüksek lisans derslerini tamamladık.. Ankara Üniv. SBF’de de lisans eğitimimizde Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi diploması sahibiyiz..).

Kural şudur :

  • Örneklem çekilen her kestirimde kaçınılmaz olarak -matematiksel- hata payı vardır,
    bu hatanın adı “örneklem hatasıdır” ve büyüklüğünün hesaplanması olanaklıdır.

Yapılacak kestirimin %90, 95, 99 ve 99.9.. güven düzeyi önceden öngörülmektedir. Bir de, +/- sapma büyüklüğü önceden öngörülmelidir. Evrenin –konumuzda seçmenlerin- herhangi bir olayda gerçek eğilimleri (örn. bir siyasal partinin alabileceği oy oranı) noktasal olarak kesti-rilemez; ancak bir aralık (interval) verilebilir. Doğallıkla; anketi yaptıranlar da, yapanlar da, bilinmeyen ve merak edilen evren (seçmen) parametresini (oy oranını) olanaklı en yüksek güven düzeyi ve en dar aralıkta kestirmek ister (confidence interval). Dolayısıyla, bu tür kestirim raporlarının yöntemlerini – varsayımlarını özenle okumak gerekir. Tartışılmaz biçimde “bilim namusu” (araştırma etiği!) en başta geliyor.. Ne var ki; tam da tersine, kamuoyunu yönlen-dirmek için bu veriler Makyavelistçe, en ahlak dışı biçimde algı yönetiminde kullanılabiliyor..

Seçim sonuçları belirlendiğinde artık “örneklem” değil “sensus” (tam sayım) söz konusudur. Ancak hala seçime katılmayan kitle dikkate alınmalıdır. Evrenin bilinmeyen parametresi ne ise (konumuzda partilerin oy oranları!) artık kestirilme aşaması geride kalmış, takke düşerek kel görünmüştür. Şirketler, hata hesaplarını yaparak yanılgı kaynaklarını bulmaya çabalamalıdır.

Son olarak; örneklem büyüklüğünü artırarak sonsuza dek artan bir kestirim güvenliği sağlamak olanaklı değildir; çünkü bu 2 değişken arasındaki bağ doğrusal (lineer) değildir. Örn. bir bardak çayın şekerinin tadına bakmak için (şekersiz içilmesi daha iyi!) bir çay kaşığı (küçük örneklem) ya da bir çorba kaşığı kadar örnek (büyük örneklem) almak arasında hemen hemen hiçbir fark yoktur; şekeri iyi karıştırmak ve türdeş (homojen) bir dağılım sağlamak koşuluyla.. Bir tencere çorba için de yemek kaşığının ucu ya da koca bir kepçe dolusu çorba alarak tadına bakma örneği de verilebilir. Dolayısıyla örneklemin büyüklüğü ve bileşimi (kompozisyonu), maliyet-zaman-insangücü vb. giderler de dikkate alınarak birlikte ve optimal düzeyde sağlanmalıdır. Bileşimi uygun “küçük” bir örneklem, uygun bileşimde olmayan daha “büyük” bir örneklemden daha çok temsil edici olabilir, daha güvenilir kestirim sağlayabilir. Örnekleme dayalı kestirimlerde hem örneklem kuramı – matematiği hem de incelenen konuya ilişkin yetkin alan bilgisi gerekir; dolayısıyla takım (ekip) çalışması zorunludur.
***
Ancak Derviş Yunus‘un ormandan kestiği odunlar hep çok düzgün ve eşit uzunluktadır! Bu “örneklem“de standart sapma “sıfır” idi. Öğretmeni Taptuk Emre işin hikmetini sordukta;

Bre Yunus, ormanda hiç eğri odun yok mudur, hepsi bir uzunlukta mıdır??

sorusunun yanıtı, Yunus’un mistik Matematiği ile

Şeyhimin dergâhının kapısından odunun bile eğrisi giremez.. olur.
***
Siyasal partilerin kapılarından giren “odunlarzamanede ne ölçüde doğru acaba?

Sevgi ve saygı ile. 08 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com