Etiket arşivi: Prof. Dr. Halil Çivi

GÜÇ ZEHİRLENMESİ NEDİR?

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor:
” Hocam güç zehirlenmesi nedir?”
Çok kısa olarak açıklamaya calışayım :

İnsanların sahip oldukları, iktidar gücü, makam, para, servet ve şöhretleri arttıkça vicdanları katılaşır, ahlakları aşınır, adalet duyguları körelir, hükmetme ve buyurma tutkuları artar… İnsanî değerleri ve empati (AS: özdeşim, duygudaşlık) yetenekleri ise giderek erozyona (AS: aşınmaya) uğrar. Egoları (AS: benlikleri) tavan yapar ve fren tutmaz duruma gelir.

Hukuksal, toplumsal meşruluk ve adalet anlayışı artan oranda yerini güç kullanarak sınırsız ve koşulsuz yönetme, karar verme ve sahip olma iradesine (AS: istencine) bırakır.

Bu durum, “güç zehirlenmesi” olarak tanımlanır.

İktidarda kalınan süreler artıp yönetme yetkisi mekezileşerek tek elde toplandıkça güç zehirlenmesine uğrayanların duyguları giderek daha da katılaşır. Tarih bunun örnekleri ile doludur.

  • Mussolini ve Hitler güç zehirlenmesine kapılmış çok tipik iki örnektir.

Uzun süre merkezi iktidar gücünü kullandığı halda güç zehirlenmesine kapılmamış yöneticiler çok azdır. Yönetim ya da iktidar süreleri uzadıkça, verilen hizmet öncelikleri de giderek, toplumsal ihtiyaçlardan ayrılarak iktidar gücünü kullananların bireysel,keyfi kararlarına dönüşebilir. Topluma ve kamu oyuna hesap verme gündemden kalkar.

İktidarda olanların güç zehirlenmesine uğrayıp giderek otoriterleşme ve diktatörlüğe dönüşme olasılığını engelleyebilmek için gerçek, özgürlükçü, çoğulcu ve dürüst demokrasilerdeki iktidar yetkisi sürekli değil, geçici bir vade (AS: dönem) içindir. Ayrıca Yasama, Yönetme (AS: Yürütme) ve Yargı erki birbirinden ayrıdır (Güçler Ayrılığı Rejimi). Yönetenlerin her türlü kararları ve uygulamaları (AS: idari işlem ve eylemleri) mutlaka yargı denetimine bağlı olur.

Parlamenter sistemde İktidarda kalma süreleri çoğunlukla 2 – 5 yıl arasında yapılan seçimlerle belirlenir ve yönetme süresi iki dönemden çok olamaz.

Kıssadan hisse                                        :

Kimi kusur ve eksikliklerine karşın, Güçler  (Erkler) Ayrılığına, Meclisin (Ulusal İstencin),  hukukun üstünlüğü ve yargı denetimine tabi çoğulcu parlamenter sistem iktidar erkini kullananların güç zehirlenmesine karşı önemli demokratik sınırlar oluşturur. Darısı başımıza.

BU GÜN BABALAR GÜNÜ…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Çok değerli ve sevgili babalar, baba adayları ve gelecekte baba adayı olacak herkese diyorum ki:

  • SİZ SİZ OLUN SAKIN HA “ÜVEY BABA” OLMAYIN.

Evlatlarınızı öz ve üvey diye ayırmayın.

Bu gün evlatları arasında ayrımcılık yapmaya alışanlar yarın yetki, mevki, makam ve servet sahibi olduklarında, komşuları, arkadaşları, çalışanları, hatta yurttaşları arasında bile ayrımcılık yapmaya başlarlarsa devletin ve milletin halleri nic’olur.

Böyle bir durumda;

– halk egemenliğine,

– hukukun üstünlüğüne,
– anayasal eşit yurttaşlığa,
– adaletli ve ahlaklı bir topluma,
-çoğulcu, laik ve gerçek bir demokratik düzene

olan umudumuz suya düşebilir!

İyi ve adil bir baba olmadan                                   :

  • iyi bir yurttaş, iyi bir yurttaş olmadan iyi bir yönetici, iyi bir yönetici olmadan da adil, çağdaş ve demokrat bir devlet yöneticisi olunamaz.

Tanrım herkesi üvey babalardan ve halkımızı da üvey baba rolüne soyunmuş, yurttaşları arasında ayrımcılık yapan her tür siyasetçi ve yöneticilerden korusun.

Bu duygularla; BABALAR GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN!
======================================
Dostlar,

Biz de, Dünyanın aşırı kalabalık, Dünya olanaklarının karşılayamadığı anormal nüfus artışının sürdürülemezliği, sürdürülmemesi gerekliliği karşısında tüm erkeklere yaşamları boyunca tek çocuk babası olmalarını salık veriyoruz; kadınlara da..

  • HER AİLEYE 1 ÇOCUK, BAŞKA YOLU YOK; HEMEN VE OYALANMADAN!


Sevgi ve saygı ile.

Dr. Ahmet SALTIK
20.06.2021

ÜÇ İNSAN TÜRÜ ve İKTİDAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Toplumsal yaşam dinamiğinde, tarihsel süreç içinde, hep 3 tür insan olagelmiştir.

1- Fırsatçılar – Oportünistler

Bu tür insanların temel felsefesi sürekli bireysel çıkar, mal, servet ve makam peşinde koşmaktır.
Çıkar ve rant kollamaktır. Temel taktikleri de; ideolojilerden bağımsız olarak, kendi çıkarları için, kimler ve hangi ideoloji iktidar olursa olsun, iktidar olanlara yaranma yarışına girmektir. Sağcı, solcu, liberal, devletçi, faşist, komünist, dinci , ırkçı… her tür iktidara uyum yetenekleri son derece yüksektir.
Eğer bir iktidarın çevresindeki oportünistler varolan iktidarı terk etmeye başlarlarsa o iktidar kısa bir süre sonra değişecek demektir.
Çünkü oportünistler yalnızca kendi bireysel çıkarlarına programlanmış makineler gibidir.
Geleceği ve potansiyel iktidar adayını doğru kestirir, yön (rota) ve yan (taraf) değiştirme hazırlığı yaparlar.

2- İdealistler

İdealistler genelde kurulu düzenden hoşnut olmayan, varolan iktidarı değiştirmek isteyen, kimi kez de yeni bir siyasal rejim kurmak isteyen görece daha eğitimli ve idealist insan kümelerinden oluşur. Bu tür idealist, devrimci ve çoğu zaman mutsuz toplumsal kümeler sağcı, solcu, liberal, komünist, otoriter, demokrat, ırkçı, dinci, nasyonalist ve faşist ideolojik kimlikler taşıyabilirler. Temel özellikleri de sürekli kurulu düzen ve varolan siyasal iktidar karşıtı olmalarıdır.

Tarihsel önemli bir gerçek şudur : Dinci, ırkçı, milliyetçi, faşist, komünist, liberal, demokrat, devletçi… hangi ideoloji iktidar olursa olsun, fark etmez. Belli bir süre sonra varolan iktidarın çevresi mutlaka fırsatçılar  – oportünistlerce kuşatılır. Bu kuşatma, varolan iktidarın çürümesine ya da oportünistlerce çürütülmesine dek sürer. Her türlü iktidar değişiminden sonra, oportünistlere düşen görev, yeni iktidara uyum sağlamak ve iyice kuşatmaktır.
Gerçek yaşamda sürekli iktidar olanlar ise çoğunlukla hep oportünistler olurlar.

3- Sessiz Çoğunluk

Bir ülkede, sessiz çoğunluk konumundaki nüfusun toplam nüfus içindeki yeri % 70-80’leri bile bulabilir. Bu kesimde olanların genelde eğitim düzeyleri daha az, gelir düzeyleri daha düşük, oturdukları konutlar daha az donanımlı (konforlu) ve toplumsal konumları (statüleri) de daha gerilerdedir.

Demokrasi ile yönetilen ülkelerde siyasal partilerin programları ve propagandaları daha çok bu sessiz çoğunluk konumundaki kitleyi hedef alır. Ayrıca bu çoğunluk kitle dinin, inançların, gelenek ve göreneklerin daha belirgin ve yoğun olarak yaşandığı bir toplum kesimidir. Bu nedenle de siyasal iktidarın ve öbür siyasal partilerin yoğun duygusal ve popülist propagandaların hedefi konumundadır.

Bir tümce (cümle) ile söylemek gerekir ise; demokrasilerde iktidarın varlığı ve meşruluğunu bu halk çoğunluğu sağlar, ama iktidarın sefasını ise iktidar eliti ve oportünistler birlikte sürerler.

Sonuç şudur                              :

Siyasal iktidarlar, sürekli olarak popülizme ve din sömürüsüne (istismarına) sarılarak, sessiz çoğunluğun, yani halkın ekonomik, sosyal ve kültürel… sorunlarına yabancılaştıkça halkın iktidara olan desteğini de o oranda yitirmeye başlarlar. Türkiye’ de de durum onu gösteriyor. Varolan siyasal iktidar, koltuk rehaveti, fırsatçı, rantçı oportünizm sarmalından kurtulamıyor.
Toplum da bunu fark etmeye başlamış durumda.

ŞİİR KÖŞESİ : İBADET-AHLAK-ADALET

ŞİİR KÖŞESİ…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

İBADET-AHLAK-ADALET

Dört kitabın özü budur,
Nebilerin sözü budur,
Kutsal dinde yazı budur,
İbadet ahlak içindir,
Ahlak adalet demektir.
XXX
Güzel ahlaktır dinimiz,
Kimseye yoktur kinimiz,
Tertemizdir vicdanımız,
İbadet ahlak içindir,
Ahlak adalet demektir.
XXX
Doğru anla dindarlığı,
Ateşte yak kindarlığı,
Eğip bükme insanlığı,
İbadet ahlak içindir,
Ahlak adalet demektir
XXX
Irkçılık aklı kör eder,
Bağnazlık ömrü dar eder,
Empati yapan kâr eder,
İbadet ahlak içindir,
Ahlak adalet demektir.
XXX
Ebet-müddet devlet için,
Mutlu, özgür millet için ,
Helal sofra, servet için,
İbadet ahlak içindir,
Ahlak adalet demektir.
XXX
Üretmeye, tüketmeye,
Gönülleri bir etmeye,
Birlik yoluna gitmeye,
İbadet ahlak içindir,
Ahlak adalet demektir.
XXX
Haramlardan kaçınmaktır,
Helallarla geçinmektir,
Vicdanıyla seçilmektir,
İbadet ahlak içindir,
Ahlak adalet demektir.
XXX
Hukuk yolunda gitmeye,
Her yurttaşı bir tutmaya,
Halkını mutlu etmeye,
İbadet ahlak içindir,
Ahlak adalet demektir.
XXX
Adalet sağlam kazıktır,
Vicdanlar için azıktır,
Adaletsiz yol bozuktur,
İbadet ahlak içindir,
Ahlak adalet demektir.
XXX
Sevgi için, barış için,
Siyasette yarış için,
Son menzile varış için,
İbadet ahlak içindir,
Ahlak adalet demektir.
XXX
Yaradanın yolu budur,
Aşıkların dili budur,
İnsanlığın hâli budur,
İbadet ahlak içindir,
Ahlak adalet demektir.
XXX
İyi bir yurttaş olmaya,
Güven ve huzur bulmaya,
Sözüne sadık kalmaya,
İbadet ahlak içindir,
Ahlak adalet demektir.
XXX
Uyma yobazın sözüne,
Zehir akıtır özüne,
Uyanlar vurur dizine,
İbadet ahlak içindir,
Ahlak adalet demektir.
XXX
Zalimleri susturmaya,
Haksızlığı bastırmaya,
Huzur, barış estirmeye,
İbadet ahlak içindir,
Ahlak adalet demektir.
XXX
Böyledir Hakkın kanunu,
Aklından çıkarma bunu,
Gerisi sözcük oyunu,
İbadet ahlak içindir,
Ahlak adalet demektir.
XXX
Halil Çivi Haktan kaçma,
Ahlak çemberinden taşma,
Adaletten sakın şaşma,
İbadet ahlak içindir.
Ahlak adalet demektir.

ATATÜRK’e SALDIRILAR…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

(AS: Sayın Çivi’nin güncel bir şiiri yazının altındadır.)

Vatandaş soruyor; ” Hocam Atatürk’ e saldırılar konusunda ne düşünüyorsunuz; niye yazmadınız, kısaca yazabilir mısınız.”
Haklısınız, görevimi anımsattığınız için size çok teşekkür ederim. Yazmaya çalışayım:

Ulu önderimiz ve ebedi akıl, bilim ve rota rehberimiz M. K. Atatürk Çağdaş Türkiye’nin hem devamlı doğru gören GÖZÜ, hem akılcı ve bilimsel düşünen BEYNİ, hem her zaman ve her koşulda yurt ve yurttaş sevgisi ile çarpan KALBİ ve hem de bu göz, kalp ve beyin arasında kesintisiz olarak yaşamsal iletişim kuran ŞAH DAMARI’dır.

  • Atatürk’ e her türlü saldırı ve hakaret, laik, sosyal ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşamsal organları ve temel değerlerine saldırı ve hakarettir.

Kutsal dinimizin ve kutsal kitabımızın ayetlerini amaç ve gerçek dışı kötüye kullanarak bu kutsalları siyasete alet etmek ve bireysel özel çıkarlar için dinimizi dünyevileştirmeye yeltenmek asla hoşgörü ve düşünce özgürlüğü konusu olamaz.

O dönemde Ezan ve ibadet asla yasaklanmamıştır. Tıpkı bu gün olduğu gibi, Türkiye’nin her yerinde ve her mabedinde okunmaya ve ibadete devam edilmektedir. Yapılan şey, o dönemin dünya konjonktürü (AS: topludurumu), inançlara saygı ve küresel barış gereği olarak, yalnızca eski bir Hıristiyan Kilisesi olan Ayaofya’nın müzeye dönüştürülmesinden ibarettir.

Bu hakaretler mutlaka hukuksal karşılığını bulmalıdır.

Zaten toplumumuz da hem Atatürk‘ e saldıranları ve hem de bunun hukuksal gereklerini yerine getirmeyenleri asla bağışlamaz…

Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Yekta Güngör Özden’in özdeyişi ile,

  • ATATÜRK TÜRKİYE; TÜRKİYE DE ATATÜRK demektir.”

 

 

MİDESİYLE DÜŞÜNENLER
(Çıkar Maskaraları)

Gönüllerde yer bulamaz,
Midesiyle düşünenler.
İnsana yoldaş olamaz,
Midesiyle düşünenler.
XXX
Haktan hukuktan koparlar,
Mala, paraya taparlar,
Ahlaksız yola saparlar,
Midesiyle düşünenler.
XXX
Siyaseti yalan sanır,
Yönetmeyi talan sanır,
Ne arlanır, ne utanır,
Midesiyle düşünenler.
XXX
Kumpas çarkı döndürürler,
Yalana inandırırlar,
Cahilleri kandırırlar,
Midesiyle düşünenler.
XXX
Adaleti sele salar,
Merhameti yele salar,
Kandaşına kara çalar,
Midesiyle düşünenler.
XXX
Hukukun dulu olurlar,
Makamın kulu olurlar,
Zalimin kolu olurlar,
Midesiyle düşünenler.
XXX
Güçlüye karşı susarlar,
Mazluma zehir kusarlar,
Yoksula hava basarlar,
Midesiyle düşünenler.
XXX
Mala mülke saldırırlar,
Küplerini doldururlar,
Halka saç baş yoldururlar,
Midesiyle düşünenler.
XXX
Bolca kendini överler,
Hep sağa- sola söverler,
Her akşam kadın döverler,
Midesiyle düşünenler.
XXX
söz sırası,
Halil Çivi Bunlar çıkar maskarası,
İnsanlığın yüz karası,
Midesiyle düşünenler.
XXX
05 Haziran 2021
Prof. Dr. Halil Çivi
Doğanbey / Seferihisar / İZMİR

ZİHNİYET DEVRİMİ NEDİR?

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
31.05.2021

Vatandaş soruyor:

  • “Hocam zihniyet devrimi nedir; çok kısa olarak zihniyet devriminden ne anlamalıyız?”

    Ben de çok kısa olarak anlatmaya çalışayım.

Önce zihniyet nedir?

Zihniyet: evreni, dünyayı, doğayı, dini, ahlakı töreleri, insanı, aileyi, toplumu, devleti, ekonomiyi, çalışmayı, yönetimi, hukuku, siyaseti, kültürü, sanatı, eğitimi, doğruyu, yanlışı, iyiyi kötüyü… kısacası “a”dan ” z” ye, doğumdan ölüme yaşamın her alanını algılama ve uygulamaya (pratiğe) aktarmadaki tutum ve davranışlarımızdır.

Hemen belirtelim ki; toplumların zihniyetleri sabit değil, dinamik (AS: devingen) ve değişken bir süreçtir. Çoğu zaman, bu zihniyetler, kendi tarihsel akış süreci içinde yavaşça, yani “evrim” yoluyla; kimi kez de dışardan gelen müdahalelerle hızlandırılmış olarak, yani “devrim” yoluyla değişime uğrarlar. Bir cümle ile söylemek gerekirse zihniyet; en geniş anlamıyla, evreni, dünyayı, doğayı ve yaşamı algılama, değerlendirme ve uygulama biçimidir.

Peki zihniyet değişimi nedir?

Zihniyet değişimi; birey, toplum ve devletin paradigma değiştirmesi anlamına gelir. Eski klasik algılama, değerlendirme ve uygulamadaki tüm tutum ve davranışlarını geride bırakarak evreni dünyayı, doğayı, insanı, toplumu, devleti… her alanda ve her şeyi yeni bir bakış açısı ile yeniden algılama ve yeniden değerlendirme demektir.

Örneğin Batılılar, teokrasiye ve feodaliteye dayalı bir Tanrı, din, ahiret, töre, büyü ve dogmalardan oluşan bir evren, dünya, doğa, insan, toplum, devlet ve yaşam algısını terk edip onun yerine insan merkezli, akla, bilime, deneyler ve gözlemlere dayalı yeni bir paradigma seçmişlerdir.

Batı uygarlığı da bu yeni paradigma üzerinden gelişip serpilmiştir.

Geri kalmış toplumların yaptıkları ise, başta İslam ülkeleri olmak üzere, geleneksel, teokratik feodal paradigmalarını terk edip çağdaş bir paradigma benimsemeden, yani zihniyetlerini değiştirip akıl ve bilim rotasına girmeden değişme ve gelişmeye çalışmalarıdır. Doğal olarak bu olanaklı değildir.

Kıssadan hisse; Atatürk ve devrimlerine karşı çıkmak, akıl ve bilim merkezli çağdaş paradigmayı terk edip yeniden feodal teokratik paradigmaya geri dönmek demektir. Yani arabayı geri vitese takıp ileri gitmeyi ummak gibi bir saçma davranıştır.

GÖZLER, KULAKLAR VE AKIL…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

(İSTİSMAR adli şiir yazının sonundadır)

Ey insan soyu şunları hiç unutma !

Gözlerin doğrudan yalnızca sana, kulakların ise yalnızca duyduklarına, yani yalnıza başkalarına inanır. Akıl ise sana da, başkalarına da hemen inanmaz. Gördüklerini ve duyduklarını kuşku ile karşılar. Onları aklın terazisinden geçirir; araştırır, yeni kanıtlar bulmaya sonra da analiz ya da sentezler yaparak yeni bir sonuca ulaşmaya çalışır.

Sonuç : Yalnızca gözler ve kulaklarla, yani yalnızca görerek ve duyarak bilgi ya da inanç sahibi olmak CAHİLLERE ÖZGÜDÜR.
Hatta yalnızca akıl da yetmez akılcı ve bilimci eğitimle ve doğru kitaplar okuyarak aklın çapını da mümkün mertebe (AS: olanak ölçüsünde) büyütmek gereklidir.

Yalnızca gözle ve kulakla elde edilen bilgilerin yetersiz sayılarak aklın, bilimin, araştırmaların deneyler ve gözlemlerin yapılması, analiz ya da sentezlere (AS: çözümleme ya da bireşimlere) dayalı sonuç ya da sonuçlara ulaşılma yolunun seçilmesi ise gerçek BİLİM İNSANLARININ ve gerçek AYDINLARIN yolu ve yöntemidir.

KISSADAN HİSSE :

Genel olarak, dünyanın her yerinde, özellikle de eğitim ve kültür düzeyleri görece daha düşük olan inanç ve duygu yüklü azgelişmiş ülkelerde, istisnalar hariç (AS: ayrıklar dışında), oy ve destek için, siyasetçilerin hedef kitlesi sürekli salt gözleri ve kulakları ile düşünen, duygu ve inançları derin, ama akıllarını çok eskitmeyen geniş ve cahil kitleler olmaktadır. Popülist, yani halk avcısı siyasetçilerin yaptıkları da budur.

Siyaset, din, ekonomi, kültür … vb. alanlardaki göz boyacıların yaygın olduğu ülkelerde, her konuda av peşinde koşanların ana hedefleri salt gördükleri ve duydukları ile yetinen bu geniş kitleler olmaktadır.

Genel yalnızca teokratik ve dogmatik değerlerle eğitilen, kuşku, akıl, bilim, deney ve gözleme yer vermeyen toplumlarda öğrenciler okullarda, halk da ibadethanelerde salt görüp duydukları ile yetinmek zorunda kalır. Bu süreç kendini hiç yenileyemeden yinelenip durur. Zihniyet ise hiç aydınlanmadan hep aynı kalır.

Ey insan soyu!
Hangi mekânda,.ne zaman, hangi kanalda, hangi kişi hangi söyleşide, kim ya da kimler söylerse söylesin, salt  gözlerinle gördüklerinle ve kulaklarınla duyduklarınla yetinme. Onlara ek olarak  mutlaka aklını ve bilimsel bilgileri de doğru kullan. Kimselere yem olma…
=============================

ŞİİR KÖŞESİ

İSTİSMAR 

Birlik bağını çürütür,
Din ve duygu istismarı.
Dirlik bağını kurutur,
Din ve duygu istismarı.
XXX
Yoz siyasetin işidir,
Servet, makam telâşıdır,
Yalancının yoldaşıdır,
Din ve duygu istismarı.
XXX
Hiç bir pazarda satılmaz,
Zehirdir, bala katılmaz,
Bal ile bile yutulmaz,
Din ve duygu istismarı.
XXX
Halkı kamplara ayırır,
Yandaş olanı kayırır,
Haram aşlarla doyurur,
Din ve duygu istismarı.
XXX
Birliğini sulandırır,
İnancını bulandırır,
Cahil kitleyi kandırır,
Din ve duygu istismarı.
XXX
Millete tuzak kurmaktır,
Kuzuyu kurda vermektir,
Zalimleri kayırmaktır,
Din ve duygu istismarı.
XXX
Hamasi nutuk attırır,
Halka zokayı yutturur,
Çıkar için din sattırır,
Din ve duygu istismarı.
XXX
Hakkı, vicdanı satmaktır,
Haksızlığı büyütmektir,
Yurtseveri uyumaktır,
Din ve duygu istismarı.
XXX
Her devirde, her devlette,
Her inançta, her millette,
Yurttaşın gözüne perde,
Din ve duygu istismarı.
XXX
Ezan, bayrak; vatan, millet,
Adaletle yaşar devlet,
Halil Çivi, asıl zillet,
Din ve duygu istismarı.
XXX

 

 

Prof. Dr Halil Çivi
29 MAYIS 2021
Doğanbey / Seferihisar, İZMİR

 

ANAYASANIN VE ANAYASA MAHKEMESİNİN VAZGEÇİLEMEZ ÖNEMİ ÜZERİNE KISA NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Anayasalar, devlet ile millet arasında yapılan hukuksal bir toplum sözleşmesidir. Anayasaların bu temel hukuk sözleşmesi metni olma misyonları, yönetenlerle yönetilenler arasında, asla vazgeçilemez bir bağdır. Demokrasilerde toplum iradesinin yine toplum yaşamına tam olarak aktarılabilmesi ancak ve ancak siyasal iktidarların anayasal düzeni içtenlikle benimsemeleri, bu düzene içtenlikle inanmaları ve yürekten benimsemeleri ile olanaklıdır.

Tüm demokratik hukuk devletlerinde, anayasaların temel görevi, siyasal iktidarların anayasaya uygun olmayan istek ve güçlerini anayasa ile sınırlandırabilme amacına yöneliktir. Zaten siyasal iktidarların hukuksal ve siyasal meşrulukları yürürlükteki anayasal düzene sadık kaldıkları sürece vardır. Hukukun üstünlüğü ile yönetilen ülkelerde hiçbir kimse ya da kurum, kaynağını anayasadan almayan bir yetki ve gücü kullanamaz ve Anayasaya aykırı Yürütme (icraat) yapamaz. Anayasal hukuk sınırlarını aşmak, anayasal düzene meydan okumak, rejimi değiştirmek anlamına gelir ve anayasayı çiğnem (ihlal) suçu oluşturur. (A. Saltık, TCK m.309)

Aydınlanma felsefesi ve çağdaş demokrasilerin filizlenerek gelişip olgunlaşmaya, taa 1215 yılında, İngiltere’de yönetenlerin yetkilerinin sınırlanmaya başlandığı tarihten günümüze dek geçen süreçte, yönetenlerin, yani siyasal iktidarların güçleri giderek daraltılmış; buna karşın yönetilenlerin, yani yurttaşların özgürlük alanları ise genişletilmiştir. Toplum yaşamına her alanda hukukun üstünlüğü egemen olmaya başlamış, özgürlükler ve demokrasinin sınırları da giderek genişlemiş, toplumlar da bu süreç içinde sivilleşmiş ve laikleşmişlerdir.

Sivilleşmek, teokrasinin ve hanedanların vesayetinden ve yönetiminden kurtulmak, halk iradesi (milli irade) ile yönetilmek, laikleşmek de din ve vicdan özgürlüğüne kavuşmak, din ve devlet işlerini ayırmak, ruhban (din adamları, ulema) sınıfını devlet işlerinden uzak tutmak demektir.

Bu durumda klasik demokrasiyi kısaca şöyle formüle etmek olanaklıdır :

  • Sivilleşme (sekülarism)+  Laikleşme (Laicism) = Demokrasi 

Hukuk devleti ve demokrasinin tarihsel gelişim süreci içinde, siyasal iktidarların hukuk ve anayasa sınırlarını aşamalarını denetlemek için de, giderek anayasa mahkemeleri kurma gereği doğmuştur. Çünkü demokratik yollarla da olsa, siyasal iktidar gücünü eline geçirenlerin, kimi kez kendilerine uygun fırsatlar yaratarak bu gücü anayasal sınırların dışına taşırma eğiliminde oldukları gözlenmiştir.

Tarihsel olarak, anayasa mahkemelerinin kurulması siyasal iktidarları anayasal sınırlar içinde tutabilme amacına yöneliktir. Anayasa mahkemeleri demokratik hukuk devletinin hem güvenceleri ve hem de koruyucularıdır. Demokratik ülkelerdeki anayasa mahkemeleri anayasal düzeni koruma, kollama ve yaşatma işlevini yerine getirmede oldukça önemli ve başarılı bir görev üstlenmişlerdir.

Eğer ülkelerin anayasa mahkemeleri siyasal iktidarların güdümüne girerse, yurttaşlar açısından anayasal hukuk devletinin güvencesi ve koruyuculuğu önemini yitirir. Yönetim otoriterliğe, totaliterliğe ve hatta keyfiliğe evrilebilir. Hukuk devleti ve demokrasi güvencesi ortadan kalkabilir.

1876’dan günümüze dek tarihsel süreçte, Türkiye’deki demokratik gelişme eğilimlerine, geçmiş siyasal iktidarların bu konudaki tutumlarına ve güncel siyasal  iktidarın anayasa, adalet ve hukukun üstünlüğü ile ilgi uygulamalarına bu açıdan bakıldığında demokrasi, hukuk ve adalet karnemizin pek de yeterli ve tutarlı olmadığı söylenebilir. Hele de Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın, değiştirilemez ve değiştirilmesi bile önerilemez “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” ilkelerini hafife almak büyük bir yanlışlık ve aymazlık olur. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin kararlarına uymamak daha büyük ve telafisi güç bir sorumsuzluktur.

Anayasa Mahkemesi kararları da hukuksal ve bilimsel olarak eleştirilebilir. Ama bu kararlara uymazlık asla söz konusu olamaz. Çünkü Anayasa Mahkemesi, siyasal iktidarların yetkilerini aşıp anayasanın temel kurallarını devre dışı bırakma olasılığına karşı; nitelikleri Anayasa’da tanımlanan hukuk devletinin, demokrasinin, ulusal egemenliğin ve hukukun üstünlüğünün en önemli güvencesi ve koruyucusudur. Bu misyonu mutlaka güçlendirilerek sürdürülmelidir.

Son sözüm şudur :

  • Hukukun üstünlüğüne dayalı daha güçlü bir parlamenter demokrasi ve daha adil bir yönetim hepimizin özlemi ve umudu olmalıdır.

KORKU KÜLTÜRÜ İLE NEREYE DEK??

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Korku kültürünün temelinde, legal – resmi devlet gücünü elinde bulunduranların ya da illegal – çete, mafya ya da terörist güç odaklarının sahip oldukları propaganda, iletişim cebir ve şiddet araçlarını kötüye kullanarak, belli bir toplumsal kümeyi ya da toplumun bütününü sorgusuz ve koşulsuz söz konusu güç odaklarına boyun eğdirme, biat ya da itaat ettirmeye zorlama vardır.

Korku kültürü, cahil ve yoksul toplumlarda daha etkili olarak kullanılabilme özelliğine sahiptir.

Korku kültürünü yaymanın en kalıcı ve en etkili olanı, otoriter ve totaliter fiili iktidar olan siyasal güç odaklarının devlet eliyle oluşturdukları yaygın korku iklimidir. Çünkü çete – mafya – terörist örgütler vb. illegal örgütlerle mücadele devletin, resmî devlet güçlerinin görevidir. Çünkü onlar ancak devlet gücü ile yok edilebilirler.

  • Ancak, doğrudan siyasal iktidarların, anayasal sınırları aşarak ya da elindeki yasal yetkileri kötüye kullanarak toplumu baskıyla sindirmeye çalışmaları insanları çaresiz bırakır.

Korku kültürünün varlığı ve yaygınlığı insanların özgür istencini baskılar.

Herkes, özellikle de cahil ve yoksullar, kişiliksiz, kuşkucu, yalancı ve ikiyüzlü olmaya, hiç kimseye güvenmemeye başlar. Herkes attığı her adımda, yaptığı her işte, konuştuğu her sözde ve yazdığı her yazıda varolan siyasal iktidarların gazabına uğrayabilme kuşkusu oluşturur. Bu tür toplumlarda bireyler kendileri ve ailelerinin iş, gelir ve çalışma düzeni ve geleceği hakkında kötümserlik psikolojisine kapılabilirler.

Genelde siyasal iktidarların toplumları baskılayarak korku kültürü yaratma isteklerinin iki ana nedeni vardır :

1- Eğer siyasal iktidarların icraatları anayasal düzen; hukuk ve adalet sınırları dışına taşmaya başlar, yolsuzluk, rüşvet, haksızlık ve kayırmacılık yaygınlaşırsa bu icraatları gizlemek, konuşulup öğrenilmesini engellemek için korku kültürünü üretme ve yayma yolunu tercih edebilirler.

2- Eğer siyasal iktidarlar, kendi iktidarlarının geleceği konusunda kuşkuya düşer ve geleceklerini güvence içinde görmezlerse o zaman da muhalefeti, basını, iletişim araçlarını ve halkı baskılama ve korku kültürünü yayma yoluna gidebilirler.

Sonuç olarak; korku kültürü yaratma isteği siyasal iktidarların kendi iktidarlarını ne pahasına olursa olsun koruma, hukuksuzluk, adaletsizlik ve yolsuzluklarını gizleme; ayrıca geleceklerini güvencede görememe gibi nedenlerden doğar.

Ayrıca ırkçılık ve dincilik gibi klasik popülizm araçları da korku kültürüne eşlik eder. Bu yanlış siyasal adımlar adalete, hukuka, temel insan haklarına ve demokrasiye zarar verir. Başka bir deyimle, siyasal iktidarların iktidar ve istikbal endişeleri toplumların gereksinimlerini ikinci plana atar.

Kısacası korku kültürü siyasal iktidarların kendi geleceklerinden korkarak toplumu baskılama ve korkutma gereksinimlerinin bir türev ürünüdür.

  • Korku kültürü, toplumu, insanları iki yüzlülüğe ve kötümserliğe sürükler. Özgür düşünce ve özgür iradeyi baskılar.

Ulusal kimliğimizin temel simgesi olan İstiklal Marşımız “KORKMA!” diye kükrüyor.
Mustafa Kemal Atatürk, Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.” demiş ve ayrıca “Fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür nesiller” özgür bir toplum ve birey düşlemişti…
Şimdi ise “Eller gider Mersin’e, biz gideriz tersine” rotasına girer gibi olduk.

Ancak kötümser olmaya da gerek yok. Halk seçim sandıklarında gerekli rota düzeltmesini mutlaka yapacaktır. Yeter ki seçme, seçilme, seçim, sandık ve oy sayım güvenliğine yasa dışı müdahaleler olmasın. Halkın özgür ve demokratik tercihlerine, yani ulusal istence (iradeye) saygı gösterilsin. (04 Mayıs 2021)

1915 ERMENİ TEHCİRİ -ZORUNLU GÖÇÜ- ÜZERİNE KISA NOTLAR…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor. ” Hocam, Osmanlı Devleti Döneminde, 1915 yılında meydana gelen Ermenilerle ilgili bu Tehcir ya da zorunlu göç olayı nedir? Neden 24 Nisan tarihi kullanılıyor? Acaba bir soykırım söz konusu olabilir mi? Kısaca anlatabilir mısınız?”
Açıklamaya çalışayım :

1- 1915 Yılı, dört yıl süren l. Dünya Savaşının 2. yılıdır. Osmanlı Devleti Almanlarla işbirliği içindedir. Osmanlı ordusu Almanların yönetim ve denetimindedir. İngiltere, Fransa, İtalya. Çarlık Rusyası… karşı saftadır. Amerika Birleşik Devletleri savaşa dahil değildir. Osmanlı Devletinin, Batılı emperyalist devletler tarafından parçalanma planları yapılmıştır. Fakat bu parçalanmada alınacak paylar konusunda tam bir anlaşma yoktur.

2- 1789 Fransız İhtilali‘nden sonra dünyada koyu bir merkeziyetçilik, ulusçuluk ve ırkçılıkla bütünleşmiş milliyetçilik akımları doğmuş ve egemen olmuştur. Milliyetçilik dürtüsünü kullanan Yunanlar, Bulgarlar…bağımsızlık kazanarak ayrı devletler kurmuş ve Osmanlı devletinden ayrılmışlardır.

3- Ermeniler de aynı milliyetçilik duygularını kullanarak, Batılı Devletlerin desteği ile, bağımsız bir Ermeni devleti kurmak istemektedir. Fakat kimi koşullar Ermenilerin aleyhinedir. Şöyle ki:

A-Önce Ermeniler Devlet kurmak istedikleri altı Doğu vilayetinin (Vilayet-i Sitte) içinde nüfus çoğunluğuna sahip değillerdir. Anadolu’nun birçok yerinde dağınık olarak yaşamaktadırlar.

B- Ermeniler, genelde Hristiyan inancında olmakla birlikte, farklı mezheplere bölünmüşlerdir. Protestan Ermeniler İngilizlerin, Katolik Ermeniler Fransızların, Ortodoks Ermeniler de Rusların denetiminde gibidir. Bu durum Emperyalistleri, kendi aralarında anlaşarak bağımsız bir Ermeni Devleti kurulması konusunda anlaşmazlıklara sürüklemektedir. Özellikle de İngiltere ve Rusya bu konuda tam bir anlaşmazlık içindedir.

4- O devrin Ermeni aydınlarının merkez siyasal örgütlenme yeri İstanbul, özellikle de Robert Kolej’dir (şimdiki Boğaziçi Üniversitesi). Batılı emperyalist devletlerle olan ana bağlantısı İstanbul’daki Ermeni aydınları sağlamakta, Anadolu’daki ayrılıkçı Ermeni örgütlerine (Hınçak ve Taşnak) talimatlar yine İstanbul’daki bu merkezi Ermeni örgütünden gitmektedir.

Osmanlı Devletine karşı, özellikle Doğu Anadolu illerinde isyan başlatarak terör ve kıyım hareketlerini de bu örgütler yapmaktadır. Başka bir söyleyişle, Osmanlı Devleti bir yandan dış düşmanla savaşırken öbür yandan içerde Ermeni İsyanı ve Ermenilerin düşmanla işbirliği yapması ile karşı karşıyadır…

5- Osmanlı Devleti, 24 Nisan 1915’te, İstanbul’daki Ermeni liderleri ile Anadolu’daki Ermeni örgütleri arasındaki iletişimi koparmak için İstanbul’daki merkezi Ermeni örgütü üyelerini tutuklamıştır. Arkasından da savaş açısından stratejik önemde olan ve düşmanla işbirliği olanağı bulunan kimi Ermeni nüfusu, yine Osmanlı toprağı olan başka yerlere zorunlu göçe mecbur etmiştir.

Bu zorunlu göçe tâbi tutmada o dönemin Osmanlı Ordusunu yöneten üst rütbeli Alman subayların öneri ve telkinleri olduğu da bilinmektedir. Ermeni ayrılıkçı liderleri 24 Nisan 1915’te tutuklandığı için, Ermeniler bu günü sözde soykırım günü kabul etmişlerdir.

6- Hastalıklar, eşgüdüm eksik ve yanlışları, güvenlik güçlerinin göç ettirilen Ermenilere karşı kimi yerel aşırılıkları, yine kimi çete gruplarının göç kafilelerine baskınları, yerel halkla karşılıklı vuruşmalar, devrin ulaşım araçlarının kıtlığı ve yetersizliği… birçok ölüm ve yitiklerin ana nedenidir.

Günümüzden 18 yıl kadar önce tarafımdan yapılan bir araştırmaya göre de bu zorunlu göç (tehcir) olayında Ermenilerin insan yitiği kestirimle 650.000, Türk tarafının Ermeni terör örgütlerince yitiği ise yaklaşık 200.000 dolayındadır. Bu sayıları, yani Ermeni nüfus yitiklerini bir milyona, hatta bir buçuk milyona çıkartan abartılı araştırmalar da vardır.

7- Peki Osmanlı Devleti’nin Tehcir olayı bir soykırım sayılır mı?

Soykırım sözcüğü Birleşmiş Milletlerin 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde tanımlanmıştır. Bu Bildirge’ye göre:

A- Soykırım olayı niceliksel, sayısal değil, niteliksel bir tanımdır. Toptan (topyekun) yok etme kastı ve amacına yöneliktir. Herhangi bir ülkenin kendi yurt savunmasına yönelik bir savaşta milyonlarca insanın öldürülmesi soykırım değildir. Fakat dinini, inancını, fikirlerini, mezhebini, soyunu, derisinin rengini… beğenmediğiniz kişi, aile, kabile, topluluk ve toplumları burada sayılan nedenlerle yok etmek ya da yok etmeye çalışmak bir soykırımdır.

Örneğin Alman Yahudilerinin Alman devletine karşı hiçbir ayrılıkçı, siyasal bölücü, düşmanca etkinlikleri olmadığı halde; salt Yahudi soyu ve Musevi inancında oldukları, yapılan ve yapılacak evliliklerle, Alman soyunu kirletecekleri nedenleriyle öldürülmeleri ya da fırınlarda yakılmaları tam bir soykırım (genosit) olayıdır.

Ayrıca Birleşmiş Milletlerin soykırım suçları ile ilgili kararları hukuken geriye yürümez.

B- Soykırım eylemine resmî devlet eliyle karar verilmesi ve gerçekleştirilmesi siyasal bir karardır. Ancak soykırımın belge ve kanıtlara dayalı olarak mahkemelerce saptanması ve onaylanması hukuksaldır. Yargı kararları ile hukuksal olarak saptanmayan ya da saptanamayan olgular soykırım sayılmaz. Yani soykırım, yargı kararları ile onaylanmış olguları kapsar.

8- Peki Osmanlı Devletinin Ermenileri zorunlu göçe tâbi tutması ve bu olayla ilgili olarak yüzbinlerce Ermeni vatandaşının yaşamını yitirmesi soykırım mıdır?

A- Osmanlı Devleti, Kendi Ermeni yurttaşlarını, nedensiz yere, durup dururken, salt Ermeni kökenli oldukları için değil; Osmanlıya, kendi ülkesine isyan ettikleri ve düşmanla işbirliği yaparak devlete ihanet ettikleri için zorunlu göçe tâbi tutmuştur. Eğer bu hareket bir soykırım amacı taşısaydı tüm Ermeni halkını kapsar ve Ermeni nüfus Osmanlı yurttaşlığından çıkarılırdı. Halbuki Ermenilerin tümü değil, yalnızca isyan bölgesindeki Ermeniler göç ettirilmiştir.

B- Ermeni Tehcirinden sonra İngilizler İstanbul’u işgal etmiş, tehcir kararı veren İttihat Terakki Partisi yetkililerini ve tehcire neden olduğuna inandıkları 150 kişi dolayında Osmanlı yetkilisini Malta’ya sürmüş, yargılamış, tüm Osmanlı resmi belgeleri ellerinde olduğu halde soykırıma yönelik hiçbir belge ve kanıt bulamamışlardır.

Sonuç olarak, Osmanlıların Ermenilere soykırım yaptığına ilişkin, mahkemelerce karara bağlanmış hiçbir hukuksal kanıt yoktur.

C- Türkiye tarafı tüm Osmanlı resmi belge arşivlerini bağımsız uzman tarihçilerin incelemesine açmayı kabul ettiği halde, Ermenistan bu incelemeyi kabul etmemiştir. Böylece tarihsel ve bilimsel doğrulardan kaçınmıştır.

Genel sonuç şudur                            :

Osmanlı Devleti yöneticilerinin Ermeni nüfusunun bir kesimini kendi toprakları içindeki başka bölgelerde yurtlandırmak üzere zorunlu göçe tâbi tutması asla bir soykırım değildir. Kendi siyasal varlığını koruma ve vatanını savunma istencinin (iradesinin) doğal sonucudur. Her devletin kendi varlığını koruma hakkı vardır ve bu hak doğaldır.

Önce Avrupa’daki birçok devletin, ardında ABD’nin yetkili organlarının, daha sonra da ABD devlet başkanının Osmanlı Devleti’nin soykırım yaptığına ilişkin açıklama ve kararları bilimsel, tarihsel, hukuksal ve ahlâksal değil siyasaldır. Sevr Anlaşmasını yeniden diriltmeye ve gündeme taşımaya yöneliktir.

Aydınlarımızın büyük bir bölümü de içinde, birçok konuda olduğu gibi, Türkiye halkı bu konuda da yeterli ve doğru bilgiye sahip değildir. Günümüzün siyasal iktidarı da eskiden beri Türkiye’yi yöneten siyasal iktidarların Osmanlı dönemindeki Ermeni tehciri konusunda yeterli, tutarlı, hem iç ve hem de dış kamuoyunu bilgilendirecek bilimsel, belgeli, etkili, kalıcı , sistematik ve uzun erimli bir stratejisi ve politikası eksiktir ve yetersizdir.

Başta ABD olmak üzere, Batılı Emperyalist devletlerce, Ermenilere yapıldığı varsayılan sözde soykırım savının gelecekte nelere neden olabileceği ayrı bir yazı konusudur. Türkiye’nin mutlaka hemen, ivedi (acil) ve yeniden yeni bir yaklaşım ve stratejiye gereksinimi vardır.
Bu iş savsaklamaya ve aymazlığa gelmez.
=========================================

ANADOLU KARDEŞLİĞİ

Bilmek istiyorsan kimliğimizi,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Öğrenmek istersen kültürümüzü,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Tarihimiz, kültürümüz ortaktır,
Bilincimiz, kaderimiz ortaktır,
Sevincimiz, kederimiz ortaktır,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Anadolu güneşinde kavrulduk,
Ekin olduk, harman olduk, savrulduk;
Aynı kültür kodlarıyla evrildik,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Dört kutsal kitabın özetiyiz biz,
Adem peygamberin milletiyiz biz,
Ortak bir bilincin hikmetiyiz biz,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Türk’ü, Kürt’ü, Alevi’si, Sünni’si,
Ortak toprak, ortak tarih bilgisi,
Bizi birleştirir insan sevgisi,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Dirliği birlikte bulanlardanız,
Bayrağına sadık kalanlardanız,
Düşmanına korku salanlardanız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Çok dinli, çok dilli, tek yürekliyiz,
Göçebe değiliz, kadim köklüyüz,
Yunus Emre sentezinde saklıyız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Tek ağacın uzun, kısa dalıyız,
Tek bahçenin bin bir çeşit gülüyüz,
İnsan sıfatının birlik yoluyuz,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Birliğin sırrını bilenlerdeniz,
Birlik yemininde kalanlardanız,
Yurt için birlikte ölenlerdeniz,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Aklın ve bilimin rotasındayız,
Uygarlık, adalet potasındayız,
Kemal Atatürk’ün kotasındayız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Bu toprağın kadim bilgeleriyiz,
Hak, hukuk, adalet ilkeleriyiz,
Sağlam bir kültürün halkalarıyız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Halil Çivi der ki diktir başımız,
Laik Cumhuriyet temel taşımız,
Gerçek demokrasi ortak aşımız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx

 

 

Prof. Dr. Halil Çivi
24 Nisan 2021
Doğanbey, Seferihisar – İZMİR