Etiket arşivi: Prof. Dr. Halil Çivi

Halil Çivi şiiri : …DEDİ EĞİTİM

ŞİİR KÖŞESİ…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

 

…DEDİ EĞİTİM

Kul hakkı yiyerek servet yapanı,
Dedim ne yapmalı; dedi eğitim.
Sahte belgelerle makam kapanı,
Dedim ne yapmalı; dedi eğitim.
XXX
Anayı, babayı saymaz olanı,
Yoksulu, öksüzü duymaz olanı,
Millet malı çalıp doymaz olanı,
Dedim ne yapmalı; dedi eğitim.
XXX
Yüze dost görünüp kuyu kazanı,
Yurttaşların arasını bozanı,
Şöhret, servet gücü ile azanı,
Dedim ne yapmalı; dedi eğitim.
XXX
Zorbalaşıp kadınları döveni,
Tarihine, ecdadına söveni,
Halkını dışlayıp düşman seveni,
Dedim ne yapmalı; dedi eğitim.
XXX
Aklı ve bilimi rehber etmeye,
Cehalet urunu söküp atmaya,
Çağdaşlığın ışığıyla gitmeye,
Dedim ne yapmalı; dedi eğitim.
XXX
Adil bir devletten söz etmek için,
Vahşi duyguları toz etmek için,
Bütün engelleri düz etmek için,
Dedim ne yapmalı; dedi eğitim.
XXX
Düşmanlığı Kaf Dağı’na atmaya,
Kardeşliğin lezzetini tatmaya,
Kadını, erkeği eşit tutmaya,
Dedim ne yapmalı; dedi eğitim.
XXX
Irkları, dinleri eşit bilmeye,
Irkçılığı, yobazlığı silmeye,
Laik, demokratik devlet olmaya,
Dedim ne yapmalı; dedi eğitim.
XXX
Mutlu ve huzurlu yuva kurmaya,
Yaşam boyu hep el ele vermeye,
Her türlü zorluğa karşı durmaya,
Dedim ne yapmalı; dedi eğitim.
XXX
Adalete güvenerek yatmaya,
Ahlâkı, vicdanı diri tutmaya,
Halkın yaşamına huzur katmaya,
Dedim ne yapmalı; dedi eğitim.
XXX
Hak, hukuk ve adalete uymaya,
Her yerde, her işte huzur duymaya,
Her doğana “BARIŞ” adı koymaya ,
Dedim ne yapmalı; dedi eğitim.
XXX
Halil Çivi der ki özgür olmaya,
Her gönüle sevgi olup dolmaya,
Bütün insanları eşit bilmeye,
Dedim ne yapmalı; dedi eğitim.
XXX

26.7.2021, Doğanbey / Seferihisar / İZMİR

×××
Not: ” Dedim, dedi ” dili, Türk Halk Şiirinde özel ve çok sevilen bir tarzdır.

DEVLETLERİN KALICILIK (BEKA) SORUNU ÜZERİNE KISA NOTLAR…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

DEVLETLERİN KALICILIK (BEKA) SORUNU ÜZERİNE KISA NOTLAR…

1- Toplumsal (Sosyal) Organizmacı Görüş.

İbni Haldun (1332-1406) ve Auguste Comte (1798-1857) başta olmak üzere çoğu sosyal tarihçi ve sosyologlara göre devletler de birer toplumsal (sosyal ) organizma gibidir. Nasıl ki biyolojik canlılar doğar, büyür, yaşar, yaşlanır ve ölürlerse, devletler de öyledir. Doğarlar, büyürler, gelişirler, yaşlanırlar ve sonunda ölürler. Bir başka söylemle,  varlıkları son bulur. Bu sosyologlar devletlerin doğumla başlayıp, eninde (AS: önünde) sonunda ölümle – yok olmakla sonlanan bu yaşam döngüsünü “organizmacı görüş” olarak tanımlarlar.

2- Mekanik Görüş

Devletler için, biyolojik organizmaların yaşam döngüsünden esinlenen ve yukarıdaki yazgıcı / kaderci (fatalist) görüşün tersini savunan sosyologlar ise “mekanik görüş” olarak adlandırılan yeni bir bakış açısı ortaya koymuşlardır. Mekanik görüşü savunan sosyologlara göre; evet bireyler ve toplumlar canlı organizmalardır. Ancak devlet, toplumun belirli siyasal, hukuksal, yönetsel, toplumsal, geleneksel ve kültürel… kurallar ve bağlar içinde ortaya çıkan ve toplumdan ayrı ve farklı bir üst örgütlenmedir. Devlet bir canlı organizma değil, cansız bir tüzel kişiliktir. Devletlerin ömrü birer biyolojik varlık olan insan ömründen bağımsızdır. Yani mekaniktir. Devletin ömrü biyolojik insan ömrü gibi son bulmaz. Çok uzun olabilir.

3- Değişim ve Dönüşümcü Görüş

Bu görüşü savunanlara göre, evrenin ve zaman kavramının doğuşu ile birlikte; cansız ve canlı her şey sürekli bir değişim, dönüşüm ve yeniden yapılanma içindedir. Aynı ırmaktaki su ile iki kez yıkanılamaz. Bu bağlamda bireyler ve toplumlar da kendi iç dinamiklerindeki dönüştürücü etkenlere bağlı olarak değişir, dönüşür ve yeniden yapılanırlar. Bu değişim ve dönüşümlerdeki zorunluluklar devletleri de değiştirip yeniden yapılanmaya ve yeni õrgütlenmelere zorlar. Çağdan çağa geçiş ve çağlar arası farklılıkların ana nedeni toplumsal değişimdir.

Tarihten günümüze Toplumsal Yapılar:

A- Köleci Toplumlar.
B-Felsefe ve Bilgi Odaklı toplumlar,
C- Ahlak, Hukuk ve Adalet Odaklı Toplumlar.
D- Din ve Gelenek Odaklı Toplumlar.
E- Irka ve Kavimciliğe Odaklı Toplumlar.
F-Akıl, Bilim ve Teknoloji Odaklı Toplumlar,
G- Ekonomi Odaklı Toplumlar.
H- İnsan Hakları, Laiklik ve Demokrasi Odaklı Toplumlar…

olarak belirginleştirilebilir.

Tarihsel süreçlerdeki değişim ve dönüşümler içinde, her devirdeki toplumsal yapının kendine göre bir devlet yapılanması da kaçınılmaz olur.

PEKİ, ÇAĞIMIZDA DEVLETİN KALICILIĞI NASIL SAĞLANABİLİR?

Çağımızın uygar toplumları, evrensel insan haklarına, hukukun üstünlüğüne dayalı
– laik,
– çoğulcu ve
– gerçek demokrasi istemi olan toplumlarıdır.

Bu tür toplumları yönetecek devletlerin de varolan çağdaş toplum istemine göre yapılanan bir devlet olması gerekir. Durum böyle olunca devletimizin kalıcılık (beka) sorunu da;

  • Çağdaş, laik, demokratik, hukukun üstünlüğüne dayalı Türkiye Cumhuriyeti‘ni;
    – bütün kurumları ve kuralları ile
    – sosyal adalet, ekonomik refah (AS: gönenç), adil
    – bölüşüm, yurttaşların eşitliği,
    – sevgi, barış ve kardeşlik içinde yaşatmaya dönüşür.

Irkçı, siyasal İslamcı, teokratik (AS : din – dincilik temelli) ve tarihin geçmişinde kalmış, devrini doldurmuş çağdışı, ulus egemenliğine dayanmayan, aile (AS: hanedan) yönetimine dayalı siyasal rejimleri geri getirmeye çalışmak kalıcılık (beka) sorunu olamaz. Tam bir geri gidiş olur. Bu durumu, yani tersine gidişi benimsemek, tarihsel gelişmeleri tersine çevirmek ya da suyu yokuş yukarı akıtmaya çalışmak demektir.

Devletin kalıcılık sorununu ortadan kaldırmak, bölücü olmayı değil, birleştirici olmayı gerektirir. Her türlü etnik, dil, din ve mezhep ayrımcılığı ve yine her türlü ötekileştirici ve düşmanlaştırıcı söylem ve eylemler devletin varlığı, birliği ve sürekliliğine zarar verir. İnsanları, her türlü etnik, azınlık, din, mezhep… vb. farklılıklarını ötekileştirip düşmanlaştırmak ya da varlığını yok sayıp toplumsal doku içinde eritip sindirmeye (asimilasyona uğratmaya) çalışmak hem çok yanlıştır ve hem de çağ dışıdır. Çünkü, çağımızın hukuksal ve demokratik değerlerine uyarak, her türlü etnik azınlık ve dinsel farklılıklarla ayrışmaya değil, kültürel (AS: ekinsel) ve toplumsal bütünleşme ve kaynaşmaya (entegrasyona) gereksinim vardır.

Anadolu’nun geçmiş 1000 yıllık tarihsel, sosyolojik ve kültürel mirasına doğru ve yansız bakıldığında, ülkemizdeki tüm etnik, dinsel ve mezhepsel farklılıkların ortaklaşa bir imparatorluk kalıntısından gelen KAYNAŞIK (ENTEGRE) bir kültürel miras (AS: ekinsel kalıt) olduğu görülür.

SON SÖZ                               :

Dincilik, ırkçılık, mezhepçilik ve her türlū etnik ayrımcılık söylemlerinin siyasilerce dillendirilip kullanılması devletin kalıcılık gereklerinin panzehiri değil, tam tersine zehiridir. Bu tür ötekileştirici söylem ve eylemlerden uzak durmak gereklidir.

Şeyh Edebali diyor ki; “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.”
Hz. Ali diyor ki; “Devletin dini adalettir.

Toplumu ve insanı, ekonomik gönenç (refah), barış, çağdaş demokrasi, liyakat (AS: yaraşırlık) ve adalet içinde yaşatan devletlerin kalıcılık (beka) sorunu olmaz.

ÇOĞULCU DEMOKRASİLER ve KAYNAŞIK = ENTEGRE KÜLTÜRLER ÜZERİNE KISA NOTLAR… ASİMİLASYON MU ENTEGRASYON MU?

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
13 Temmuz 2021

Eskiler, bir toplumsal yapıdaki ırklara, dillere, inançlara, törelere, dinlere, mezheplere… dayalı farklı etnik (AS: etnisite) ve azınlıkları, baskıya, zora… cebir ve şiddete başvurmadan, sevgi, barış, kardeşlik ve hoşgörü içinde toplumun ana kitlesi ile uyumlu olarak bir arda tutmayı sağlayabilme politikasını farklılıklar içinde birlik (kesretten vahdet) olarak tanımlamışlardı. Bunun tersi olarak da, aynı devlet ve aynı toplumsal yapıda yaşayan ceşitli ırklar, diller, inançlar, töreler, dinler… ve mezheplerle ilgili farklılıkları da ülke ve toplumun bütünlüğünü bozmadan özgürce bir arada yaşatma, yani birlik içinde farklılıkları bir arada tutabilme (vahdetten kesret) politika anlayışı olarak benimsemişlerdi.

Hem birlik içinde çoğulculuğa zarar vermemek ve hem de çoğulculuğun birliği bozmaması aynı amacı içeriyordu.

Bu iki durumu tek bir tümce ile şöyle söylemek olasıdır : Doğru bir siyasetin temel yaklaşımı, her türlü etnik ve dinsel… farklılıkları birlik içinde bir arada tutabilme ya da toplumsal birliği bozmadan bu farklılıklarla bir arada yaşatabilme olmalıdır.

Büyük ve evrensel şairimiz Nâzım Hikmet bu iki konuyu özlü bir söyleyişle

  • ” Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşlerine yaşamak…” olarak tanımlamıştı.

Sözün özü şudur                                     :

– Hiç kimsenin yaşama hakkına, temel insan haklarına, din ve vicdan özgürlüğüne dokunmadan insanları sevgi, barış, kardeşlik, dostluk duyguları ve adil bir biçimde toplumun ortak iyilerinde bir arada yaşatmak gerekiyor.
– Çoğulcu, eşitlikçi adil, katılımcı, özgürlükçü ve hukukun üstünlüğüne dayalı… demokratik rejimler böyle tanımlanıyor.

Peki yukarıda tanımlanan Batı tipi gerçek ve özgürlükçü demokrasilerin önündeki temel engeller nelerdir? Bunları, aklın ve bilimin ışığında, iki ana grupta toplamak mümkündür.

1- İDEOLOJİK TEK TİPLEŞTİRME

Demokrasilerin farklı ideolojilere, çoğulculuğa, çok partiliğe, insan haklarına, azınlık haklarının korunmasına, dürüst siyasal rekabete, serbest, adil ve dürüst seçimlere …ve geçici bir süre için iktidar olma istemine dayalı bir sistem olduğunu unutmak. Özelikle de iktidar gücünü kullanan siyasilerin demokrasiyi iktidara giden bir araç, bir yol olarak görüp iktidar olduktan sonra demokrasinin kurallarına uymamaları. Bir Ülkedeki iktidar ve muhalefet odakları parlamenter demokrasiyi tüm kurum ve kuralları ile benimsemeden bu sorun tam olarak çözülemez…Ancak temel demokratik sorumluluk iktidarın boynundadır. Çünkü yasa yapma gücü dahil, güç onun elindedir.

2- IRKLAR VE İNANÇLAR AÇISİNDAN TEKTİPLEŞTİRME

Günümüzde tek ırk ve aynı ırkın tek dinsel inancına dayalı tek tip (homojen= türdeş) bir toplumsal yapı yok gibidir. Hatta Yahudiler de tek tip bir kültür üretememişlerdir. Tarihsel, göçler, savaşlar, işgaller, fetihler, ekonomik yer değişmeler, konar- göçerlikler, siyasal sığınmalar, çok ırklı, çok dinli, çok kültürlü devletler ve imparatorluklar… binlerce yıldan beri çoğulcu toplumsal yapıların oluşmasına neden olmuştur. Ayrıca tüm geçmişi ve birikimleri göz ardı ederek, çoğulcu tarihsel, dinsel ve kültürel oluşumları yok saymak, klan, kabile, kültür ve din türdeşliğine geri dönmek, ırkları ve inançları yeniden saflaştırmaya yeltenmek hem bilimsel değildir ve hem de böyle bir olasılık yoktur. Hitler ve Mussolini bunu denediler. Fakat hem kendi halklarına ve hem de insanlığa büyük acılar yaşattılar.

Peki çözüm nedir?

Her türlü etnik dinsel ve azınlıkların varlıklarını yok sayarak hızlı ya da ve yavaş, sert ya da yumuşak sinsi politikalara her türlü farklılıkları eritmeye çalışmak (asimilasyon) en çıkmaz yoldur. Böyle bir politikanın geleceği de yoktur.

Asimilasyon yerine entegrasyon, onların özlerindeki ana farklılıklara (ırk, dil, inanç, renk, cinsiyet..) dokumadan ana toplum kitlesi ile ortak ideallerde ana kitle ile kaynaştırmak çağımızın devlet politikası gereklerine daha uygundur. Başka bir söyleyişle de asimilasyon değil, entegre etmek (integrasyon) (AS: bütünleştirmek) gerekiyor. Ayrıştırma, ötekileştirme, düşmanlaştırma, yok sayma yerine, temel insan haklarına, din ve vicdan özgürlüğüne, farklı dil ve kültürlere saygı çerçevesinde, azınlık haklarına, yasalar önünde tüm yurttaşların eşitliğe… dayalı KAYNAŞIK =  ENTEGRE bir kültürel ve toplumsal yapı oluşturmak gereklidir. Bu konudaki tam ve doğru siyaset, akla ve bilime dayalı, ayrışmak yerine kaynaştıran ve bütünleştiren çağdaş bir eğitim anlayışı (zihniyeti) ve ona göre düzenlenmiş bir eğitim sistemi gerektirir.

Doğru tanı (teşhis) konulmadan doğru çözüm üretilemez. Tanı konulmuşsa çözüm yakın demektir. Gereğini yapmak koşulu ile kötümserliğe gerek yoktur.

YÖNETİM ve SİYASET AÇISINDAN SALDIRGAN ve YIKICI KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE KISA NOTLAR…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Tarihten günümüze dek, her devirde, her toplumda ve her kültürde; ırklar, inançlar, dinler, ahlak ve hukuk örüntülerinden bağımsız olarak görülen saldırgan, yıkıcı ve kıyıcı kişilik özelliklerinin yönetimleri üzerine yapılan otoriter ve totaliter nitelikli psiko-sosyo-kültürel ve siyasal davranışlar için yapılan başlıca saptamalar şöyle özetlenebili(×) :

1- İktidar Olmak İçin Her Şeyi Araçsallaştırma

Elde edilecek temel final iktidar amacı için, yalan, iftira, karalama, öldürme, asıl amacını gizleme (takiyye), kargaşa (kaos) çıkarma, kandırma, ikna, rüşvet, zina, korkutma… benzeri araçları kullanarak ve her türlü dinsel, ahlaksal, hukuksal, insancıl.. değerleri hiçe saymak ve çiğnemek. Bir tümce (cümle) ile söylemek gerekirse, son amaca ulaşmak için her türlü ahlaksal, hukuksal ve insansal değerleri yok saymak. Amacını kutsallaştırıp öbür tüm kötü ve ahlak dışı araçları aklamak (meşrulaştırmak). Bir çeşit Makyavelizm..

2- Baskı ve Üstünlük Kurma

Kimi insanlara ve liderlere göre İktidar olmak; güç devşirmek, güç kullanma tekeline sahip olmak demektir. Kişi ne denli etkin ve yaygın güç sahibi ise o ölçüde güçlü bir iktidar sahibi olduğuna inanır. Bu gücün kullanım alanı da genelde haksız, ahlaksız, adaletsiz ve hukuksuzlukla mücadele etmek değildir. Kendisinin şimdiki ve gelecekti rakiplerini basķı altında tutmak, korkutmak ve iktidarını bu yolla sürdürmek içindir.

3- Öç Alma (intikam) Duygusu İle Yaşama

Bir toplumdaki açık, gizli cinayetler, yapanı bilinmeyen bombalamalar, kıyımlar, kuşkulu intiharlar, işkenceler ve bu yolla toplumdaki korku iklimini yaygınlaştırmak ve özgürlükleri kısmak. Bir çeşit, geçmişten intikam alma, rövanşizm ya da kısasa kısas… korku kültürünü yayarak halkı sindirme.

4- Özseverlik – Sadistlik

Kendi bedensel varlığını, düşünsel ve kültürel kapasitesini, inancını, mesleksel, teknik ve kültürel birikimini herkesten üstün görmek. Kendisine hayran olmak. Başkaları ile eşitliğe karşı çıkmak. Ukala ve kibir yüklü olmak. Bu nedenle kendisini sürekli olarak her türlü iktidarın doğal sahibi olarak algılamak. (AS: Narsisizm – Özsevicilik!)

5- İdeolojik Takıntı Sahibi Olmak

Kendi ideolojisini her türlü eleştiriye kapatarak kutsal ve dokunulmaz yapmak. Öbür tüm ideolojileri aşağılamak, değersizleştirmek. Yok saymak. Başka ideoloji sahibi olanları düşman olarak görmek. Onlara yaşam hakkı tanımamak. Kendi gibi düşünmeyenlere “Ya sev ya terk et” demek.

6- Bireysellikten – Özgürlükten Uzaklaştırmak

İnsanların bireysel (AS: ama toplumcu!), akılcı ve özgürlükçü kimliklerini yok etmek. Halkı olabildiğince sürüleştirmek, robotlaştırmak, ağzı olup dili olmayan, aklını kullan(a)mayan otomatik itaat, sadakat ve itirazsız görev makinelerine dönüştürmek. Örneğin Hitler Nazileri ve Mussolini Faşistleri buna örnek olarak gösterilebilir.

7- Rakipleri ve Hedef Grupları İsanlıktan Çıkarma

Kültürel, etnik, dinsel, ideolojik…rakipleri ötekileştirip aşağılayarak insanlıktan çıkarma. Onları insan saymama ve yaşama hakkı tanımama. Örneğin Hitler tarafından Yahudilerin, Çingenelerin (Romanların), engelli ve genetik rahatsızlığı olanların gaz odalarında boğulup fırınlarda yakılmaları! 1965 yılları öncesi ABD’de zencilerin yaşadıkları ya da kölelik rejimlerindeki kölelerin insan değil, mal olarak kabul edilmesi. Sahiplerinin köleleri ve cariyeleri istedikleri gibi.kullanabilmeleri, tıpkı bir mal gibi alıp satabilmeleri…

8- İktidar Sahiplerine Kesin ve Sorgusuz İtaat İsteği

Tarihsel, kültürel alışkanlıklar, ayrıca çarpıtılmış hatalı ve yanlış dinsel öğretilerin etkisi ile de insanların, halkların ya da toplumların sınırsız, koşulsuz, sorgusuz ve itirazsız biata, sadakata, kanaata zorlanmalarıdır. Ortaçağ kral ve sultanlarının temel davranış kalıpları böyledir. Günümüzde, despotik Ortadoğu İslam ülkelerindeki iktidar sahipleri kendi halklarından sorgusuz ve sürekli olarak, “Ul’ul Emre İtaat” bekledikleri görülmektedir.

9- İktidar ya da Grup Kimliği ile Özdeşleştirme

İnsanları, halkı ya da toplumu iktidardakilerin etnik, dinsel, siyasal ve ideolojik iktidar kimlikleri ile özdeşleştirme (aynılaşmasını sağlama). Mevcut iktidarın temsil ettiği kimlik şablonu içinde olmayan dinsel, etnik ideolojik kümeler ya da bu şablona girmek istemeyenleri ötekileştirme, ayrıştırma, düşmanlaştırma ve yok sayma. Laik, sivil, çağdaş, çoğulcu ve demokratik yapıyı engelleme. Dikensiz tek renk ve tek tip bir gül bahçesi (!) oluşturma.

10- İktidara mutlak uyum sağlamaya zorlama

Dinsel, siyasal, kültürel, medyatik, ekonomik, sanatsal … seçkinler (AS: yandaş) yaratarak onları mülkiyet sahipliği ve finansal açıdan desteklemek, iktidarla uyum içinde çalışabilecek fırsat ve rant kollayanlara (oportünislere) bürokratik, akademik, siyasal unvanlar ve kadrolar dağıtmak. Devlet kapılarını ve olanaklarını onlara açmak. Çünkü mevcut (AS: varolan) siyasal iktidarların sürekliliği açısından iktidarlar bu tür “sadık köleler“e sürekli gereksinim duyarlar.

Son söz                                  :

Yukarıdaki 10 Kıssadan hisse kapabilmek herkesin kültürel ve entellektüel derinliği ve gereksinmesi kadardır.

Demokratik, laik, hukukun üstünlüğüne çağdaş, tüm insanların eşitliğine dayalı, ulusal istence ve temel insan haklarına bağlı yönetimler her zaman vazgeçilemez olmalıdır.

(×). Michael Shermer, AHLAKIN YAYI.
Çev. Erhan Güzel. Phoenix Yayınları, ss.47-48 ve 295-325

MADIMAK VAHŞETİ VE ÇIĞLIĞI ASLA UNUTULAMAZ…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

MADIMAK VAHŞETİ VE ÇIĞLIĞI ASLA UNUTULAMAZ…

Bu gün çok ama çok acı bir gün. 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas ‘ta Madımak Otelinde gerçekleştirilen ahlak, vicdan ve insanlık dışı katliamın 28. Yılı. Madımak’ta yalnızca 35 insan yakılmadı; o insanlarla birlikte akıl, bilim, felsefe, inanç, sanat, kültür, özgürlük, insanlık, çağdaş düşünce, sevgi, barış, kardeşlik ve halkların birlikte yaşama umutları da ateşe atıldı.

Bu katliam ve vahşetle, çağdaş ve bilimsel değerler üzerine bina edilen, “Demokratik, Laik ve Sosyal bir Hukuk Devleti” ve tüm yurttaşların eşitliği esasına göre yeniden yapılanan Türkiye Cumhuriyeti’nin, yani Atatürk Devrimlerinin temelleri dinamitlemek istendi. Ana hedef çağdaş Türkiye Cumhuriyeti ve bu Cumhuriyetin yurttaşlarını birbirine düşürmekti. Alevi – Sünni ekseninde, Cumhuriyetin kardeşlik ve barış içinde yaşayan yurttaşlarını feodal teokratik, Ortaçağın din ve mezhep savaşlarına geri döndürmekti. Bu konuda iç ve dış şer güçler hep işbirliği içinde olagelmişlerdir.

Peki neden Aleviler hedef seçildi. Durum çok açık ve net. Çünkü Aleviler Kurtuluş Savaşında Atatürk’ü içtenlikle desteklediler. Cumhuriyet kurulduktan sonra da, hem Cumhuriyet değerlerinin ve hem de Atatürk ilke ve devrimlerinin yanında yer aldılar. Durum günümüzde de büyük oranda böyledir.

İnsanlar kendi tarihlerini iyi bilmek ve tarihten doğru dersler çıkarmak zorundadır. Kerbela’dan Madımak vahşetine dek olan süreçte, küçük istisnalar (AS: ayrıklar) dışında, Aleviler yüzyıllar boyunca horlandılar, dışlandılar, ayrımcılığın, düşmanlaştırmanın, sürgünlerin, kıyımlar ve katliamların muhatabı oldular. Yürek paralayan bitmez acıların sürekli taşıyıcıları ve kiracıları olmak zorunda kaldılar…

Büyük Önder M.K. Atatürk, kurduğu demokratik ve laik cumhuriyet ve bu cumhuriyetin bedenlenmesine yarayan çağdaş hukuk, yurttaşların eşitliğini esas alan devrim ve ilkelerle Alevi- Sünni farklılığını kökten çözmek, feodal, teokratik, şeriat temeline dayalı devlet düzenini yok etmek istedi.

Bu anlamda, Türkiye’deki bağnaz ve din istismarcılığına dayalı tüm kalkışmaların ana ya da gizli hedefleri sürekli Laik ve Demokratik Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte Atatürk Devrimleri ve İlkeleridir. Yani çağdaşlaşmadır.

  • Aleviliğe saldırı, özünde cumhuriyet değerlerine saldırı demektir.

Madımak Vahşeti konusunda birçok şiir yazıldı, besteler yapıldı, onlarca kitap kaleme alındı, yüzlerce konferans ve panel düzenlendi. Tiyatro oyunları sergilendi… Tüm bu yapıtların (eserlerin) ana temalarına göre;

  • Madımak Vahşeti ile laik ve demokratik Cumhuriyetin hedef alındığı fikrinde birleşilmektedir.

Yabancı ve yerli işbirlikçi ve uzaktan kumandalı siyasal şer güçlerin maşa olarak kullandıkları din baronları ve dini özünden saptırarak para, makam ve siyasal güç aracı yapmak isteyen din tüccarları bugün bile devletimizin ve milletimizin yakasından düşmüş değillerdir…
***
Son söz                            :
Ancak akla, bilime, hukukun üstünlüğüne ve insanların eşitliğine dayalı Demokratik ve Laik Cumhuriyetimiz bizlerin yani tüm çağdaş insanların eğer olmazsa olmazı ve kırmızı çizgisidir. Hep öyle kalmalıdır.

  • Çözüm düşmanlaştırmada değil, dostluk ve se sevgidedir.
  • Çözüm ayrıştırmada değil bütünleştirmededir.
  • Çözüm  geriye dönük yaşama reçetelerinde değil halkın birliğini ve refahını (AS: gönencini) önceleyen sürekli ileriye ve çağdaşlaşmaya dönük plan ve projelerdedir (AS: tasarımlardır).

Madımak vb. kıyım ve vahşet olaylarında yaşamını yitiren inanç bilim ve kültür şehitlerine Tanrıdan rahmet, hepsinin ailelerine ve Ulusumuza başsağlığı dilerim.

SAĞCILIK – SOLCULUK – DİNDARLIK ve DİNCİLİK ÜZERİNE KISA NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş ” Hocam solculuk artık öldü diyorlar, siz ne diyorsunuz?” diye soruyor. Kısaca yanıtlamaya çalışayım:

1- Öncelikle sağ ve sol, tıpkı doğu-batı, kuzey-güney gibi yön belirlemeye yarar. Sağ ve sol sözcükleri de birer yön göstergesidir. İnsanlar sağını soluna göre, solunu da sağına göre tanımlar. Bu nedenle de, sol bilinmeden sağ, sağ bilinmeden de sol tanımlanamaz.

2- Sağ ve sol kavramları, tarihsel olarak; 1789 Fransız Devriminden sonra, ekonomik, sosyolojik, ideolojik ve siyasal içeriklerle yeniden örüntülenmiştir. Bu yeni içerik ve örüntülenmelerden de sağcılık ve solculuk terimleri doğmuştur.

a- Sağcılık, kurulu düzenden, sermaye sınıfından, serbest piyasa ekonomisinden, zenginlerden, geleneklerden, tutuculuktan (muhafazakârlıktan) yana bir davranış ve tutum içinde olmayı gerektirir. Durağanlığı, değişmezliği ve mevcut (AS: varolan) düzeni korumayı hedefler.

b- Solucukta ise emekten, beden ve fikir emekçilerinden, fakirden (AS: yoksuldan), mazlumdan, düşük gelirli emekliler ve yoksul köylülerden, yaşlı ve kimsesizlerden, alın teri ile para kazananlardan, işsizlerden, adil gelir ve refah (AS: gönenç) dağılımından… yana olmak demektir. Mazlumun, ezilenin ve güçsüzün yanında olmaktır.

Peki solculuk bitti mi? Hayır!

Sağcılık bitmeden, yani sermeye – emek eşitsizliği, zengin (AS: varsıl) – yoksul farkı, gelir ve servet dağılımı adaletsizliği, ezenin ve ezilenin olmadığı… gerçek ve sürdürülebilir bir siyasal rejim kurulmadan solculuk bitmez. Başka bir söyleyişle,

  • Sağcılık yok olmadan, dünya bir cennete dönüşmeden solculuk da varlığını sürdürecektir.

Dindarlık ve dinciliğe gelince               :

1- DİNDARLIK (gerçek, içtenlikli ve doğru inanç sahipliği) dini güzel ahlak, tapınmayı (ibadeti) da güzel ahlaka ve adalete götüren dosdoğru yol olarak anlamak, adaletten, liyakatten (AS: yaraşırlıktan), vicdandan, merhametten, ayrılmamak; zalimin, karşında olmak, zulme direnmek, her türlü kötülükten kaçınmak, iyilikte yarış dışında, hiçbir konuda ayrımcılık yapmamak, iyiliksever olmak, barıştan, sevgiden, dostluktan ve kardeşlikten yana tutum almaktır.

2- DİNCİLİK ise çıkar, servet, para, makam, şöhret… için dinin kötüye kullanılması, amacından saptırılması, inanç ve ibadetin (AS: tapıncın) özel çıkarlar için yozlaştırılması anlamına gelir.

Tarihsel olarak bakıldığında :

Halkın yöneticilere sorgusuz biat (AS: boyun eğme), koşulsuz itaat (AS: uyma), zulme ve haksızlıklara karşın sonsuz sadakat (AS. bağlılık), yoksulluğa ve açlığa karşın tükenmez kanaat, her türlü yanlış, haksız, adaletsiz ve kötü yönetimlere karşı ebedi (AS: sonsuz) sabır… içinde olmak, başka din ve inanç kümelerine, farklı soylara karşı sürekli ayrımcılık ve düşmanlık yapmak.

  • Böyle çarpık bir din anlayışı olsa olsa SALTANAT, KRALİYET ya da İKTİDAR DİNCİLİĞİ OLUR; İlahi (AS: Tanrısal) din olamaz.

Kıssadan hisse              :

Gerçek dindarlar; inançları, ahlakları ve vicdanları gereği soldan yanadır, solcu olurlar. Ahlakları ve adalet anlayışları soldan yana olmayı gerektirir. Dinciler ya da din bezirgânları ise oportünist (çıkarcı ve fırsatçı) karakterleri gereği sağcı olurlar. Kurulu düzenle ve sermaye sınıfıyla işbirliği yaparlar.

Dindarlar, güzel ahlak ve adil yaşamları gereği, dünyayı cennet yapmaya çalışırlar.

  • Halbuki (AS: oysa) dinciler dini afyon olarak kullanan, halk avcılığı ve inanç sömürüsü yapıp dünyayı hep cehenneme çevirirler.

Son söz         :

  • Dünyada hiçbir din çıkara alet edilsin diye gelmemiştir
  • Ve hiçbir peygamber de saltanat dinciliği önermemiştir.
  • Dindarlık saltanat ve hilafetin korunması görevine hapsedilemez.

DEVLET BABA VE DEMOKRASİ AÇMAZI ÜZERİNE KISA NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
26 Haziran 2021

Ataerkil (AS: Pederşahi) toplum genelde baba egemenliğine dayalı toplumdur. Ailenin her türlü taşınmazları babaya tapuludur. Hasat edilen ürünler, elde edilen gelirler babaya aittir. Aile mallarının alımı, satımı ve harcanmasına baba karar verir. Evdeki kadınların, anne ve çocukların yaşları ve konumları ne olursa olsun, babaya koşulsuz itaat etme zorunlulukları vardır.

Evliliklere, eş seçimine, kimin hatta ailede kimlerin okula gidebileceklerine baba karar verir. Ayrıca ataerkil (AS: Patriyarkal) düzendeki baba, yaptığı işler, harcamalar ve verdiği kararlarda kendini tamamen (AS: tümüyle) özgür sayar. Kişisel olarak hiçbir konuda hiç kimseye hesap verme gereksinimi duymaz. Hem ekonomik varlığını ve hem de yönetme erkini kimseyle paylaşmaz. Kendisinden hesap soranları asi kabul eder, hatta evden kovabilir. Aile bireylerini eğitmek, beğenmediği yaşam biçimlerine karışmak ve kendi istediği kıvama getirmek de babanın görevidir. Burada karışmadaki (müdahaledeki) kasıt, çocukların değil, yetişkinlerin yaşam biçimine karışmadır. Yetişkinlerin büyüdüklerini ve vesayet (AS: korumanlık) altında olmadıklarını kabul etmemektir.

Sözün özü;

  • Bir toplumda bireyler özgürleşmeden, ailenin ergin (reşit) bireyleri, özellikle de kadınlar, başta kendileri ile ilgili olanlar olmak üzere, ailede söz ve karar sahibi olmadan eşitlikçi ve demokratik aile kurulamaz.

Bireyleri ve aileleri vesayet (AS: korumanlık) altında olan; resmi ve resmi olmayan dogmatik geleneksel değerlerle eğitilen bir ülkede toplumsal ve kurumsal yapılar da demokratikleşemez. Çünkü ataerkil vesayet (AS: babacıl korumanlık) sistemi (dizgesi) demokrasinin, özgürlüklerin, hukukun ve adaletin gelişmesinin önünü tıkar.

Böyle ülkelerde, toplumsal sarsıntılar ve sorunlar çoğaldıkça halk, kendi zihniyetini (anlayışını) değiştirmek ve özgürleşip, iktidar gücünü ele alıp demokrasinin yolunu açmak yerine, kendince bir kurtarıcı aramaya koyulur. Yani kendi ideolojisine uygun, daha yetkin ve daha karizmatik bir baba (vasi) arayışına yönelir. Söz konusu kısır döngü hep böyle sürer.

Böyle durumlarda o ülkede, dinci, ırkçı, milliyetçi, liberal, kapitalist, sosyalist, komünist… bol sayıda partiler kurulur ve vatan kurtarıcı figürler ortaya çıkar. Çoğu zaman, adları ve programları ne olursa olsun, genelde hepsi de vesayetçi ve babayanî (babacıl) oldukları için bunların arasında da yoğun bir rekabet ve hatta şiddete dayalı suçlama ve düşmanlıklar oluşabilir. Genelde partiler arası rekabet, ekonomik projeler ve topluma refah (gönenç) sağlayacak programlar yerine, dinsel ve kültürel (ekinsel) kavramlar; vatan, millet bayrak…gibi hamasi değerler üzerinde yoğunlaşır.

Kesin çözüm şudur: Kendisini baba ya da vasi (koruman) halkı sürü, şahsını da bu sürünün çobanı görüp topluma velilik ya da vasilik yapmak isteyenleri iktidar yapma yerine; DOĞRUDAN HALKI İKTİDAR YAPMAK GEREKİR. Gerçek demokrasiler ancak böyle boy verebilir. Çünkü demokrasiler ve vesayet (korumanlık) rejimleri birbirine zıttır.

Halk egemenliği ya da MİLLİ İRADE (Ulusal İstenç) tepeden tabana doğru değil, tersine tabandan tepeye yön veren bir iradedir (istençtir). İktidar olanların yetki çemberini tabandaki halkın demokratik iradesinin (istencinin) sınırları belirler.

  • Demokrasilerde hiç kimse, halktan almadığı bir yetkiyi kullanamaz ve kendisin de bağlı olduğu anayasal düzeni bozamaz.
  • Siyasal yönetimin patronu iktidarda olanlar değil, Halktır.

Öyleyse ne yapmak gerekir?

Bireyler, aileler ve toplumların tam olarak, erginlik ve yetkinliğe ulaşabilmeleri, hukuku, demokrasiyi, özgürlüğü ve adaleti amacına ve içeriğine uygun olarak yaşayabilmeleri için de DEVLETIN BABALIK GÖREVİNE SON VERMELERİ GEREKİR.

  • Demokrasi ve vesayet bir arada yaşayamaz. Biri varsa öbürü yoktur.

Eğer bir ülkede devletin babalık rolü sona ermezse siyasal iktidarı elinde tutanlar, halkın doğrudan görev verdiği temsilci konumunda olmaz, tersine halka buyruk veren veli ya da vasi konumunda olurlar. Halkın yaşam biçimine karışmayı doğal hakları olarak görürler. Veli ya da vasiye gereksinimi olan toplumlar da halk, henüz yeterli erginliğe ulaşmamış yani rüştünü kanıtlayamamış anlamına gelir. Devlet yönetimine halkın iradesi (istenci) ve gereksinmeleri değil veli ya da vasilerin buyrukları egemen olur.

Ulusal egemenliğe dayalı devlet düzeni giderek yerini kişi ya da lider (önder) egemenliğine bırakır. Başka bir söyleyişle de, ailedeki ataerkil, baba egemenliğine dayalı aile yönetim biçimi devleti yönetenlerin vesayet rejimine taşınmış olur. Mikro ölçekteki baba vesayeti, yerini makro ölçekteki siyasal ve karizmatik önderlere bırakır. Çoğu Orta Doğu, Bazı Uzak Doğu, Afrika ve Güney Amerikan ülkelerindeki durum bu şablona (kalıba) yakındır

Kıssadan hisse                           :

Ya da konuyu bitirirken şunu da açıklıkla belirtmek gerekir :

Ülkemizdeki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin rotası demokrasiye değil; feodaliteye, otoritarizme, yani ataerkil,
feodal, aşırı MERKEZIYETÇİ bir baskıcı düzene yöneliktir.

Bu nedenle de, konuyu halka daha iyi anlatıp demokratik yollarla, yani serbest, özgür ve dürüst seçimlerle güçlendirilmiş ve güncellenmiş parlamenter sisteme geri dönülmelidir.

Özgürlük, bağımsızlık, ulusal egemenlik ve demokrasi kanalları güçlendirilerek;
– yurttaşların yasalar önündeki eşitliği zedelenmeden,
– özgür ve yansız bir basına,
– Güçler ayrılığına,
– Hukukun üstünlüğüne,
– yargı bağımsızlığına…

DEMOKRATİK LAİK VE SOSYAL BİR HUKUK DEVLETİ ilkelerine yeniden dönmek gerekir.

HALİL ÇİVİ ŞİİRİ : DEDİM – DEDİ

ŞİİR KÖŞESİ…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

 

DEDİM – DEDİ (x)

Dedim ahlak nedir, dedi hayadır.
Dedim barış nedir, dedi mayadır.
Dedim huzur nedir, dedi yuvadır.
Dedim bozar mısın, söyledi yok yok…
x x x
Dedim kadın-erkek, dedi ki birdir.
Dedim zenci-beyaz, dedi ki birdir,
Dedim inancın ne, dedi ki sırdır.
Dedim söyler misin, söyledi yok yok…
x x x
Dedim adalet ne, dedi ismimdir.
Dedim vicdan nedir, dedi resmimdir.
Dedim eşitlik ne, dedi cismimdir.
Dedim ya iltimas, söyledi yok yok…
x x x
Dedim özgürlük ne. dedi aşımdır.
Dedim eğilmez ne, dedi başımdır.
Dedim yurttaşlık ne, dedi işimdir.
Dedim bozgunculuk, söyledi yok yok…
X X X
Dedim kardeşin kim, dedi halkımdır.
Dedim demokrasi, dedi ülkümdür.
Dedim ya laiklik, dedi aklımdır.
Dedim cayar mısın, söyledi yok yok…
X X X
Dedim bayrak nedir, dedi canımdır.
Dedim vatan nedir, dedi tenimdir.
Dedim bedeli ne, dedi kanımdır.
Dedim ya ihanet, söyledi yok yok…
X X X
Dedim Atatürk kim, dedi bilimdir.
Dedim cehalet ne, dedi zulümdür.
Dedim cumhuriyet, dedi yolumdur.
Dedim sapar mısın, söyledi yok yok…
X X X
Dedim Halil Çivi, dedi bilirim,
Dedim tanır mısın, dedi bulurum.
Dedim fikirleri, dedi alırım,
Dedim sever misin, söyledi çok çok…
X X X

 

 

(x) Halk şairleri ya da ozanları arasında DEDİM – DEDİ şiirleri halk tarafından çok sevilen ve beğenilen bir farklı tarzdır. Çoğu halk ozanının bu tarzda şiirleri vardır. Ben de bir yeni örnek yazarak beğenilerinize sunmak istedim. Halil Çivi, 11 Ocak 2018, İZMİR / ÇİĞLİ

Halil Çivi şiiri : DEVLET BABA BEN İŞSİZİM ! (İŞSİZLİK DESTANI)

ŞİİR KÖŞESİ…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
23 Haziran 2021
Doğanbey / Seferihisar / İZMİR

DEVLET BABA BEN İŞSİZİM !
(İ Ş S İ Z L İ K  D E S T A N I)

Tahsilim çok, işim eksik,
Devlet baba ben işsizim!
Eşim, yavrum, aşım eksik,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Bunca emek boşa geldi,
Yaşım otuz beşe geldi,
Dirseklerim taşa geldi,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Param yok ki evleneyim,
Sokakta mı dileneyim,
Kadere mi ileneyim,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Ne evim var, ne ocağım,
Çocuk görmedi kucağım,
Ben bekâr mı öleceğim,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Derdimi bilmezden gelme,
Yaşamıma zehir salma,
Gençliğimi benden çalma,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Ne yolcu oldum, ne hancı,
Dostlarla oldum yabancı,
Parasızlık büyük sancı,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Yoksulluk büktü belimi,
Kime diyeyim halimi,
Çekemezsin vebalimi,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Açlık ahlakı yedirir,
Çaresiz kalan kudurur,
“Bak artık yetti” dedirir,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Umutlarım yele gitti,
Hayallerim sele gitti,
Gençliğimi sabır yuttu,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Babam yoksulluk kurbanı,
Annem olmuş dert harmanı,
Açlık bitirir insanı,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Sen babasın, halkı bölme,
Öz baba ol, üvey olma,
Gençleri yan yola salma,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Halil Çivi der yurttaşım,
Ne kazancım var ne işim,
Bak, çatlıyor sabır taşım,
Devlet baba ben işsizim!
Kimsesizim, torpilsizim!
XXX

İKİ SÜREKLİ ÖĞRETMENİMİZ : Acılarımız ve yanlışlarımız

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
23 Haziran 2021

İKİ SÜREKLİ ÖĞRETMENİMİZ :
Acılarımız ve yanlışlarımız

Ey insan soyu unutma!
Eğer duygudaşlık (empati) yeteneğini geliştirebilir ve ders çıkarmasını bilirsen, yaşam boyu iki öğretmenin sana hep yol gösterecektir :

1-Çektiğin acılar, sıkıntılar, haksızlıklar duygularını insanileştirecek, seni adil, ahlaklı, sevgi ve barış dolu çağdaş ve iyi bir insana dönüştürecektir.

2-Yanlışlarını fark edip onlardan ders çıkarmayı başarabilirsen, yaşam boyu yapmış olduğun yanlışlar, verdiğin yanlış ve eksik kararlar da giderek akıl çemberini genişletecek ve doğru karar verme yeteneğini artıracaktır.

Yani, eğer ders alabilirsen, acıların ve yanlışların seni yaşam boyu eğitmeye devam edeceklerdir.

Vardığın her yanlış son, senin için, yeni bir doğrunun. başlangıcı olabilir. İnsanın kendi yanlışlarından dönebilmesi büyük bir erdemliliktir. Eskilerin deyimi ile,

“Kişi noksanını bilmek gibi irfan olamaz”.

Kötümser olma.
Batan gūneş yine doğar.
Kış ne denli sert olursa olsun sonu mutlaka bahardır..
İyimser olmak yaşamda bir adım önde olmak demektir.
İyimserlik insanı çalışmaya, üretmeye ve yaşamın gerçeklerini yerine getirmeye yöneltir.

Öğrenmek ömür boyu sürer.
(AS: LLL – Life Long Learning)

Ancak tüm kararlarımız ve her türlü işlerimizde aklı, bilimi, ahlakı, adaleti, özdeş,mi (empatiyi) ve insaniyeti hiç unutmamak gerekir.
Çünkü başta ailemiz olmak üzere her yerde ve her zaman öbür insanlarla birlikte yaşamak zorundayız.
Tüm bu ilkeler, çağdaş bir İnsan olabilmek, sevgi, barış ve mutluluk içinde insanca yaşayabilmek için, herkes için kaçınılmazdır.