Etiket arşivi: Oslo görüşmeleri

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 09 Ocak 2019

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 09 Ocak 2019

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

İSTİFA
Muharrem İnce de Binali Yıldırım’a TBMM Başkanlığı’ndan istifa çağrısında bulundu.
Ama yazııııık, o zaman seçilme şansı çok düşer…

İHANET
RTE, CHP’nin seçim ittifakının “ihanet” olduğunu söyledi. Neyi anımsadı acaba;
a. Oslo görüşmeleri
b. Habur rezaleti
c. Kobani’ye geçiş şöleni,
d. Yunanistan’ın adalarımızı işgali…

KADIN
Geçtiğimiz yılda 440 kadın öldürülmüş (Bilinen).
Kadına bu kadar değer veren, hiçbir yere sığdıramayan AKP/RTE iktidardayken, hayret doğrusu!…

MOTORCU
Motosiklette ÖTV %8’den sıfıra çekildi. Saygın MV Sofuoğlu’nun Saygın Damat Albayrak’ı etkilediği değerlendiriliyor.
Artık Sofu’nun emir erleri de birer motor alabilir…

VERGİ
Vergiler çığ gibi geliyor. Memurların daha maaşları gelmeden gelir vergisi de %5 artırıldı.
Sağlık olsun. Cumhurbaşkanlığı çalışanları çift maaş hakkı aldı ya, içimiz rahat…

TUTTURMUŞ
Bakan Damat Berat, ”Yıl sonu hedefini (enflasyon) tutturduk”
Açılışı; yılbaşında %7 demiştik, vatandaşa yutturduk…

SEÇİM
Damat Bakan seçim ekonomisi uygulamadıklarını söylemişti ama Merkez Bankası kârı Hazine’ye devrediliyor. Düşük gelirlilerin kredi kartı borçları yapılandırılıyor, elektrik faturalarının 80 TL’si ödeniyor vb.
İçimiz rahat, damat paramızı korur, ne derse doğrudur…

GİZLİ
Öğretim üyesi Bülent Şık, Kocaeli-Ergene Çayı bölgesindeki sağlığa zararlı çevre kirliliği araştırmasını açıkladığı için “gizli belgeyi açıklamaktan” yargılanıyor.
Ayıp etmiş, halk biraz zehirlense ne olur yani …

FLAŞ
Haber programlarında tarafsız davranmaya çalışan FLAŞ TV bu programları kaldırdı.
Reis var, ne olur, ne olmaz!..

OKUL
Victor Hugo, ”Bir okul fazla yapın bir hapishane kapatırsınız” demiş.
Bizimkiler hapishane kapasitesini artırmakla övünüp dururlar…

VERGİ
Sigaranın %67’si, alkollü içkilerin %82’si vergi.
Sizi gidi haramzedeler sizi!..

ALÇAK
ABD Dışişleri Bakanı, Türkiye’nin Kürtleri katletmesini önlemeye çalışacaklarını açıkladı.
Dön bak Hiroşima’ya, Nagazaki’ye, Vietnam’a vd. sonra bi daa söyle bakiiim…

TCDD
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Turhan, soru önergesine verdiği yanıtta; 2018  yılındaki 8 tren kazası ile ilgili 4’nde incelemenin bitirildiğini ve TCDD’nin kusurunun olmadığının belirlendiğini söyledi.
Anlaşıldı, kabahat trene binende…

SANATÇI
Kültür Bakanı Ersoy, “Cumhurbaşkanımız sanat ve sanatçı konusunda çok hassas”
Biliyoruz; “ucube”, “sen sanatçı olsan ne yazar” vb. şeyler söylemez…

ZİRAAT
T.C.’yi silen Ziraat Bankası, futbol kulüplerinin borçlarını kapatmaya yardımcı oluyor.
Sahalar tarla, oyuncular bostan, kulüpler çiftçi kooperatifi…

TEMZİLİK
Bakan A. Gül, “Hiçbir kurum artık noktayı koyduk içimiz tamamen temizlendi“ (FETÖ’cüler için) diyemez.
AKP siyasi kurumu da “içimizde temizliğe başladık” diyemez…

PATRİOT
CHP Gen. Bşk. Yrd. E. Büyükelçi Ünal Çeviköz, Rusya’dan S-400 sistemi alınmaması, ABD’den PATRİOT alınması gerektiğini açıkladı.
“Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Atatürk’ün partisi CHP ve sayın büyükelçi adına üzüldüm.
”ABD’nin VATANSEVER’i” olmaya soyunmuşlar…

DEVLET
AKP Malatya Milletvekili, İşçi Bulma Kurumu görevlisini de yanına alarak AKP il başkanlığında vatandaşların iş taleplerini dinledi.
Parti devleti …

Suay Karaman : Ve Sonuç

VE SONUÇ

Suay Karaman

Konuk yazar : Suay Karaman

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

24 Haziran seçimlerinin sonucu meydanlarda farklı, sandıklarda farklı oldu. Özellikle CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin performansı sonucunda meydanlarda büyük kalabalıklar toplandı. 2007 yılında gerçekleştirilen Cumhuriyet Mitinglerinden sonra ilk kez meydanlar bu denli büyük kalabalıklar gördü; coşku ve umudun tavan yaptığına tanıklık ettik. Gerçi 2007 seçimlerinde de meydanlardaki kalabalıkların oyları sandıklara yansımamıştı.

Üzerine ölü toprağı serpilmiş, umutları solmuş insanlarımız Muharrem İnce’nin ve Meral Akşener’in getirdiği büyük coşku ile cesaretlerini yeniden kazanmış, özgüvenleri yerine gelmiş ve bu kez sorunların çözüleceğine olan inançları artmıştı. Bunun yanında meydanlardaki büyük kalabalıklara karşın, insanların içinde dışarı vurmak istemedikleri şöyle bir kuşku vardı :

  • Yine sandık sahtekarlıklarıyla oylarımız çalınır mı, sonuçlar değiştirilir mi?

İşte yalnızca bu bile, ülkemizin demokrasiden saptığının, faşizm ile baskı altına alındığının kanıtıdır. Çünkü AKP iktidarı 2007 yılından beri sürekli bu yola başvurmuştur.

Gün boyunca çok sayıda usulsüzlük, saldırı, yaralamalı ve ölümlü olayların yaşandığı 24 Haziran’daki seçimin galibi AKP, MHP ve yeni CHP’nin çabalarıyla HDP’dir  denilebilir. HDP’ye barajı geçirten yeni CHP’liler ne kadar sevinse azdır. (AS: buraya katılamıyoruz) 

Bu seçimin en önemli yanı, ülkemizde parlamenter sistemin değiştirilmesidir. Girdiği her seçimden başarısızlıkla çıkan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise, bu kez CHP oylarını %23 düzeyine indirmiştir. Oysa cumhurbaşkanlığı seçiminde Muharrem İnce, %31 oy almıştır. Aradaki % 8 olan fark, İYİ Parti ve özellikle HDP’ye giden oylardır. (AS: Bu matematik yanlış)

Seçim gecesi gizemli, kuşkulu ve tartışmalı bazı şeylerin yaşandığı bellidir. “50 bin avukatla YSK önüne çıkacağım” diyen Muharrem İnce ile “beni YSK’nin önünden kazıyamazlar” diyen Meral Akşener’in halkın karşısına çıkıp, açıklama yapmamaları ilginçtir. Sandıkların başından ayrılmıyoruz diyen milletvekilleri de ortadan yok olmuştur. Muharrem İnce’nin, incelik yaparak bir gazeteciye attığı mesaj şöyledir: “Adam kazandı, kabul ediyorum.”

16 yıllık AKP iktidarının ülkemizi getirdiği yer baskıdır, korkudur, zulümdür. AKP iktidarı, ülkemizi her konuda geriletmiş, ortaçağ karanlığına döndürmeye çalışmıştır. Yaptıkları her yasa kendi çıkarlarını koruyarak, ülkemize onulmaz zararlar vermiştir.

  • AKP iktidarı sivil darbe yapmıştır ve bunu “ileri demokrasi” olarak sunmaktadır.

Emperyalist güçlerin isteği ve desteğiyle, Ergenekon ve Balyoz kumpasları sonucunda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sanık, PKK terör örgütünün tanık yapılması ile başlayan süreç, kozmik odaya girilmesiyle devam etmiştir. Oslo görüşmeleri, 29 Ekim 2009’da PKK terör örgütü üyelerine Habur’da resmigeçit yaptırılması, çadır mahkemeleri kurulması, terör açılımları, Güneydoğu’da kentlerin PKK terör örgütüne teslim edilmesi, hendek kazılmasına göz yumulmasının her biri unutulmuştur.

Cumhuriyetimizi kuran eşsiz önderimiz Atatürk’e ve ulusal kahramanlarımıza dil uzatanların, sürekli demokratik ve laik cumhuriyetimizden intikam almak isteyenlerin de, bir gün sonları gelecektir.

Şimdi önümüzde çok çetin ve zor bir süreç bulunmaktadır. Özellikle büyük bir ekonomik ve siyasi kriz ile karşı karşıya olduğumuz düşünüldüğünde, umutlarımızı soldurmamalıyız. Seçimin sonucu ne olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti’ne olan sevdamız artarak devam edecektir. Atatürk’ün tam bağımsız ve aydınlık Türkiye’si için üzerimize düşen her şeyi yapmaya devam edeceğimiz bilinmelidir.

Yılgınlığa kapılmadan, ülkemizin yeniden aydınlık günlere dönmesi için birlik olmalı ve çalışmalıyız. Aynı zamanda ülkemizin geleceği için bilinçli ve dikkatli olarak, yeni emperyalist projelere de geçit vermemeliyiz..
===========================================

Dostlar,

Sevgili dostumuz Sn. Suay Karaman’ı bu site okurları yakından tanır
Çok sayıda yazısı yayınlanmıştır.
Bu yazısı da önemli ve değerlidir.
Ancak CHP’nin başta AKP, her-kes tarafından, şamar oğlanı ya da günah keçisi yapılmak istenmesini hem adil hem de doğru bulmuyoruz.

Oynanan oyun CHP’nin suçlanmasıyla açıklanamayacak, geçiştirilemeyecek ve aşılamayacak ölçüde dev boyutludur. Tanıyı doğru koymak zorunludur ki yığınakta hataya düşülmesin.

  • Şimdi, seçimlere hile karıştıran, oyları çalanların üstüne gidilmelidir.
    Acil ve vazgeçilmez olan budur. 

Sevgili Suay’ı tanımasak, “hedef saptırmaya” çalıştığı bile söylenebilir bu yazısında CHP’ye ölçüsüz ve haksız yüklenmesi nedeniyle.. Metinde 2 yere not düştük “katılmadığımıza” ilişkin.

Sitemiz manşetinde erişke (link) verilen not ve yazılar dikkatle okunmalı ve gereği yapılmalıdır. Öellikle Sn. Rifat Serdaroğlu‘nun ve Sn. Naci Beştepe‘nin çığlık çığlığa yazıları okunmalı ve paylaşılmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 27 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İktidarın bazı dış politika hatalarını kabul etmesinin düşündürdükleri

İktidarın bazı dış politika hatalarını kabul etmesinin düşündürdükleri

 Portresi_ATA_ile

 

Onur Öymen

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

   Son günlerde, Cumhurbaşkanının, Başbakanın ve Hükümet sözcüsünün bazı demeçleri evvelce yapılan hatalardan geri dönülebileceğinin işaretlerini veriyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, FETÖ‘nün gerçek yüzünü çok önceden ortaya dökememiş olmanın üzüntüsünü yaşadığını belirterek, Allah’tan ve milletten af diledi.
Erdoğan, Devlet Başkanı Putin’e bir mektup göndererek düşürülen Rus uçağı nedeniyle öldürülen pilotun ailesine üzüntüğlerini bildirdi ve “kusura bakmasınlar” dedi.
Başbakan yardımcısı Numan Kurtulmuş, Türkiye’nin bugün başına gelen ‘birçok şeyin’ ‘Suriye politikasının bir sonucu’ olduğunu belirterek “… biz de geçerli bir politika ortaya koyamadık..” diyerek özeleştiride bulundu.
Başbakan Binali Yıldırım ilk kez Suriye’de geçiş sürecinde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat’la görüşülebileceğini söyledi. Yıldırım, istesek de istemesek de şu anda aktörlerden biri Esed’dir” diye konuştu.
Bu ifadeler, iktidarın geçmiştge yapılan kimi hataları kabul etme ve bunları düzletme noktasına geldiğini göstreriyor. Bu olumlu bir işarettir. Ama yeterli değildir. AKP’nin işibaşına geldiği tarihten sonra izlenen dış politikada ne gibi hatalar yapıldığının ve bu hataların Türkiye’ye nelere mal olduğunun da açık yüreklilikle ve cesaretle irdelenmesi gerekiyor. Akla gelen bazı örnekler şunlar:
AB ile üyelik sürecinin başlangıç aşamasında Kıbrıs sorunu ile AB üyeliğimiz arasında bir bağ kurulmasını kabul etmek hataydı. Bu doğrultuda 2005 yılının Temmuz ayında gerekli rezervleri koymadan imzalanan anlaşmayla ciddi sıkıntıya yol açabilecek ve kabul edemeyeceğimiz taahhütler altına girdik. Böylece AB Konseyi’nin 8 müzakere başlığına ambargo konulmasının yolu açılmış oldu. Yapılan bu hata nedeniyle 11 yıldır o anlaşmayı Mecliste onaylayamıyoruz.
Kıbrıs’ta yıllardan beri izlediğimiz politikalardan uzaklaşarak Kofi Annan Planına destek vermemiz bence hata oldu. Rumların planı reddetmesiyle sağladığımız büyük avantajı da yeterince değerlendiremedik.
Kuzey Irak’ta askerlerimizin  başına çuval geçirilmesine tepkisiz kalmamız yanlıştı.
  Ermenistan’la, yabancıların telkiniyle imzalanan protokoller hataydı. O protokollerde esas olarak Ermenistan istemleri yer alıyor ama Türkiye’nin beklentilerine yer verilmiyordu. Türkiye’de muhalefetin ve kamuoyunun, Azerbaycan’da da bizzat Devlet Başkanı Aliyev’in haklı tepkileri nedeniyle bu protokoller yıllardan beri Meclis’te onaylanamıyor.
Oslo görüşmeleri, Habur açılımı, İmralı’yla görüşmeler yanlıştı. Bu politikalar terörü sonlandırıcı çözümler getirmedi, büsbütün azdırdı.
Bağdat Hükümetine ve Barzani’ye yönelik olarak PKK’nın Irak topraklarını terketmesini sağlayacak baskılı politikalar izleyemememiz yanlıştı. Kuzey Irak’a sonuç alıcı bir kara harekatı yapamamamız ve 1988 yılındaki harekatı kısa kesip geri dönmemiz bence hataydı.
Ege’de kıyılarımıza yakın bölgede, hiçbir antlaşmayla Yunanistan’a verilmemiş adacıklara Yunanistan’ın fiili durum yaratarak el koymasına seyirci kalmamız hataydı.
Müslüman Kardeşlere açıkça sahip çıkmamız yanlıştı. Mısır’daki yeni yönetime Türkiye kadar karşı çıkan başka ülke olmadı. İlişkilerimiz, onarımı zor olacak ölçüde bozuldu.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün…
 Şimdi Suriye ve Rusya örneklerinde gördüğümüz gibi bütün bu vb. konulardaki hataların gözden geçirip doğru politikalara dönülmesi Türkiye’ye çok şey kazandırabilir. Ancak bence yapılacak ilk iş, bizi yurt içinde ve yurt dışında  bu hatalara kimlerin hangi beklentilerle sürüklediklerini saptayıp bir daha benzeri durumlara düşmekten kaçınacak önlemler almak olmalıdır. Bence İktidar partisinin evvelce bütün bu konularda muhalefetin Mecliste yaptığı eleştiri ve uyarıları bir kere daha okuyup değerlendirmesi yararlı olur.
Aynı şekilde, bugünkü politikalarımızı oluştururken de ileride pişman olacağımız adımlar atmaktan sakınmalıyız. Eğer ders alınsaydı tarih hiç tekerrür eder miydi sözünü unutmamalıyız.

   Saygılar, sevgiler. 21.08.2016

=============================================

Dostlar,

Çok deneyimli ve yetkin diplomat Sayın Dr. Onur Öymen‘in dış politika tarihimize not düşercesine ve son derece zarif bir dille, iletişim becerilerini sergileyerek hiç “sen dili” kulanmaksızın, kaleme aldığı bu değerli makaleyi eminiz pek çok Dışişleri yetkilisi okuyacaklardır. Okumakla kalmayıp, siyasal iktidarı etkileyecek biçimde kullanmaları ve sonuç alınması sağlanmalıdır.

RT Erdoğan’ın, Başbakanlık yıllarında, Türk Dışişleri Bakanlığının çok değerli uzman diplomat insangcücü birikimini küçümseyerek “monşerler” diye aşağılaması ve dışlamasını unutamıyor ve bağışlayamıyoruz. Erdoğan’ın bu stratejik hatası ükemize çok pahalıya malolmuştur, geleceğe de yansıması kaçınılmazdır.  Görülen o ki; Erdoğan’ın Türkiye’yi yönetegeldiği 14 yıl ciddi ve ağır yanlışlarla dolu.. Bu ağır fatura ve sorumluluk salt Rabbinden ve Milletten af dileyerek asla geçiştirilemez.

  • AKP – RTE, bu çok ağır ve doğrudan hatalarının siyasal ve hukusal faturasını da mutlaka ödemelidir, Türkiye Cumhuriyeti hukuksal hesabını sormalı ve bedeli ödetilmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
21 Ağustos 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Açılım Sürecinin bedeli Cizre ve Silopi

Açılım Sürecinin bedeli Cizre ve Silopi

portresi

 

Bülent ESİNOĞLU
bulentesinoglu@gmail.com

 

Gerek Suriye’de, beş yıldır yaşanan iç savaş, gerekse ülkemizde PKK varlığı ile yaşanan terör, bize bir şeyler öğretmiş olması gerekir.

 Cizre ve Silopi’deki Suriye manzaralarına bakınca,
ülkemizin ne büyük bir tehdit altında olduğunu daha yakından anlıyoruz.

Biraz geri giderek, kimi anımsatmalar yaparsak, ilk akla gelen Oslo görüşmelerinde,
gaipten gelen bir sesin,

“Metropolleri bomba ile doldurduğunuzu biliyoruz”

deyişini anımsarız. Şimdi o bombaların patlatıldığı bir süreci yaşıyoruz.

AKP iktidarı, kentlerin bomlarla dolu olduğunu bile bile PKK ile 4 yıl masada kaldı!

Açılım Sürecinin, yalnızca ABD zorlaması ile olduğu biline biline, ısrar edildi.
Açılıma karşı olanlar hapsedildi. Silahlı Kuvvetlerin önemli komutanları Silivri’ye gönderildi.

Süreci birlikte yaşadık, birlikte gözlemledik.
Sürecin yanlış bir uygulama ve ülke aleyhine kötü sonuçlar üreteceğine ilişkin,
hiç yazmadımsa, 60-100 yazı yazdım. Yazılarımın çoğunda, Açılım Sürecinde,
PKK kent örgütlenmesi için çok önemli bir zamanı kazanıyor, eğitim yapıyor,
bir yandan da iç siyasetimizi etkileyerek, siyaseten yol alıyor diye…

Bizim gibi düşünen birçok vatansever de, aynı görüşleri dillendirdi. Bu insanlar,
bir yerlerini parçaladı ve ancak iktidar ABD’den aldığı talimatı uygulamakta ısrar etti.

Önceden ifade edilen en önemli hususun da, PKK’nın hiçbir koşulda silah bırakmayacağıydı. Öyle de oldu.

Bu karşı çıkışın, sanki AKP’ye bir karşı çıkış gibi kavrayan siyasal iktidar yanlıları,
şimdi bizim söylediklerimize benzer ifadelerle kendilerini savunuyorlar.

İş işten geçti. Atı alan Üsküdar’da…

Şimdi, kentlerin içinde, kent savaşı yapabilecek KCK, YPG gibi örgütler var.
Adlarının böyle olması; “kent savaşlarına göre örgütlenmiş bir PKK var
iletisini vermek içindir.

KCK ve YPG tam da, bir kent yapılanması ve bir devlet yapılanmasıdır.

“Desti kırılmadan önce ben dediydim..” demek istemiyorum.

Bundan sonra hangi doğruları yaparsak, bu felaketin içinde kurtuluruz?
Bence artık önemli soru, bu sorudur. Zaten yaşam da bunu dayatmaktadır.
Bu saatten sonra, biz dönüp evimizin içini düzeltmezsek, evimizi de yitireceğimizin
bilincinde olmalıyız.

Suriye’den Esad’ı göndereceğim., Suriye’den toprak kazanacağım,
Irak’tan petrol kazanacağım..

gibi, olmayacak hayallerin peşinde koşmak yerine; tüm gücümüzü PKK’nın yerleştiği kentlerden terörü söküp atmak, halkımızın huzurunu sağlamaktır.

Ülkemiz için artık tek sorun vardır, o da güvenlik sorunudur.
Güvenlik; var olan kaynakların, üretimin güvenliğidir.
Büyümek, refaha gitmek için de güvenlik gereklidir.

Gücümüzün tümünü kentlerde oluşan kurtarılmış bölgeleri bir bir geri almak için ayırmalıyız.

Yığınakta hata yapmamak, savaş stratejisinin anasıdır.
Yığınamızı, ülke iç savunması mevzilerine yerleştirmek zorundayız.

Bu savaşım salt güvenlik birimlerine bırakılmamalı, Ordu derhal savunma mevzilerindeki
yerini almalı, Suriye ve Irak gibi sorunları, ancak iç güvenliği yerli yerine koyduktan sonra düşünmelidir. Ordu’nun hareket yeteneğini artırmak, bürokratik engelleri ortadan kaldırmak bakımından, Valilerin görevleri Ordu Komutanlarına devredilmelidir.

Güvenliğin demokrasisi ve bürokrasisi olmaz.
Bunu yapmakta ne denli gecikirsek, o denli çok yerleşim yerini terörün eline bırakırız.

Açılım Sürecinin bedelinin, daha fazla halkımıza ödetmeyin!

===================================

Dostlar,

Ne demeli daha başkaca?
Sevgili dostumuz Sayın Bülent Esinoğlu tüm çıplaklığıyla yazmış..
Biz de bu sitede hemen her gün, bu yakıcı ana temayı işliyoruz.
Dileyelim AKP – RTE biraz da ulusalcı kamuoyuna kulak kabartsın;
antenleri salt ABD – AB – İsrail‘e dönük kalmasın.
Kendileri bu halkı – ülkeyi yönetiyorlar söz konusu 3 emperyalist odağı değil.
Ya da bu 3 emperyalist odak yönetmemeli artık AKP – RTE’yi..

Bıçak kemiği kesiyor..
Ya da Paris’te son tango bile bitti!

Duyduk duymadık denilmesin..

Sevgi ve saygı ile.
27 Aralık 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

ŞU 400 MİLLETVEKİLİ KONUSU…


ŞU 400 MİLLETVEKİLİ KONUSU…
 


Nusret KEBAPÇI
11–09–2015

Doğrusunu isterseniz durum vahim…
Neden mi?
Bakın söylelim…
Olayların başlamasından bu güne dek yani yaklaşık 53 gün içinde verdiğimiz şehitlerin sayısının 100 dolayında olduğu ve bunun neredeyse yarısına yakının PKK tarafından yollara döşenen mayınların patlatılması sonucunda…Yani mermi atmadan… Savaşılmadan gerçekleştiği
göz önünde bulundurulursa… Ve bu canlarımızın yalnızca mayına ve bombalı tuzaklara dayanıklı araç verilerek yaşamda kalabileceklerini de düşünülünce
Üzüntü duymamak elde olmuyor

Üstelik milyon dolarlık lüks arabalar ve Saray’a ayrılan korkunç bütçe bu kadar göz önündeyken… Aslına bakarsanız…Daha çözüm süreci başlar başlamaz…
Kimsenin silah bırakıp…Ülkenin dışına çıkmadığı… Çıkılmadığı gibi…

Tam tersine dışarıdan çok sayıda silahlı militanın gelip bomba ve mayın depoladığı
pek çok yerde yazıldı…Oslo görüşmelerinde bile gündeme getirildi ama her nedense hiç kimse oralı olmadı… Olunmadığı gibi, Hükümet üyelerinden bazılarınca “Tüm bu olup bitenlerin bilgileri dahilinde olduğu” şeklinde konuyu önemsizleştiren, kayıtsızlıkla geçiştiren açıklamalar bile yapıldı…

Aslında bunun anlamı şuydu :

  • “Biz; PKK güçlenip her yanı bombalarla, mayınlarla doldurup
    özerklik elde edecek konuma sahip oluncaya dek görmezlikten geldik. “

Hem zaten bunun başka bir anlamı olmayıp durum bile bile lades olma durumudur.

Gelelim şu 400 milletvekili konusuna…

Dağlıca’nın ardından Cumhurbaşkanı “400 milletvekili olsa ve gerekli anayasa değişikliği yapılmış olsaydı bu gün yaşanan süreç yaşanmazdı…”demedi mi?

Şimdi soralım…

  • Bu 400 milletvekili olsaydı polis daha mı güçlenmiş olacaktı? Elbette hayır!s

Ya asker çok mu büyük boyutlara ulaşacak sayı ve teçhizatla daha mı mücadeleci olacaktı…Onun da olabileceğini kimse söylemiyor.
Peki… Çok özel alınacak silahlarla…TSK’nin savaşma gücü olağanüstü bir konuma mı gelecekti…Böyle bir şeyin olduğu ufukta falan gözükmüyor…

O halde.. Sık sık gündeme getirilen bu 400 milletvekili konusu ne anlama geliyor?
Öncelikle belirtmeliyim ki, eğer mevcut iktidar partisi 400 milletvekili almış olsaydı
ilk yapılacak şey anayasada gereken değişikliklerin yapılıp…

  • Kürtlere özerklik tanınması olacaktı ki…

Böyle olunca da istediklerini gerçekleştirmiş olan PKK’nın terör yaratmak için
herhangi bir gerekçesi de olamayacaktı…
İşte 400 milletvekili olunca olayların sona ereceğinin esbab ı mücibesi
(AS: gerkçesi) budur… Ama bununla kalınmayacağı da açıktır…

İlk olarak yıllardır kaldırmak için uğraştıkları ortak kimliğimiz olan Türk milleti kavramı tümden ortadan kaldırılacak… Ardından da ortak dilimiz olan Türkçenin egemenliğine son verilecek, hem şimdiden Osmanlıcayı ön plana çıkaran, Türkçe kaldırılmasını isteyen kampanya bile başlatmadılar mı?

Böyle olunca insan devamında olacakları kestirebiliyor… Aralarında Türklerin de
özerk devletinin olduğu küçük devletçiklerden oluşan federal bir devlet

Yargıyı, yasamayı ve yürütmeyi elinde tutan…
İktidarda belirsiz bir süre kalınabilecek İslami kimlikli Osmanlı benzeri bir başkanlık…

Olay budur…

================================

Dostlarımız,

Sitemiz okurlarından Sayın Nusret Kebapçı‘nın okuması ile
AKP – RTE ikizlerinin yol haritası böyle…

Elbette Türk Ulusu, Cumhuriyet kazanımlarından asla vazgeçmeyecektir.
Ülkeye ihanet edenler mutlaka yargılanacaktır.

Sevgi ve saygı ile.
11.09.2015, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Çözüm süreci seçimle çöktü

Çözüm süreci seçimle çöktü

Orhan Bursalı

Gazetelerimiz, siyasilerimiz “çözüm süreci” ile ilgili yazıyorlar. Mesela Cumhuriyet, internet sayfasında Erdoğan’dan çözüm sürecine bir tekme daha başlığıyla sundu. RTE’nin son konuşmasını. PKK-HDP, KCK, yani çözüm sürecinin Kürt tarafı da sanki AKP iktidardaymış gibi, çözüm süreci deyip duruyor!

İşin gerçeği ise AKP iktidarının seçim öncesi sürdürdüğü ve hepimizin “çözüm süreci” adıyla bildiğimiz sürecin, AKP’nin iktidardan düşmesiyle zaten ortadan kalktığı veya çöktüğüdür. Sanki ortada “partiler ve iktidarlar üstü” bir “süreç” varmış gibi davranıyor herkes. İktidara gelecek partiler veya kurulacak hükümetler bu süreci kalınan yerden sürdürmek zorundaymış gibi… Kısa bir anımsatma:

Çözüm sürecini, AKP hükümeti, özetle o zamanlar Erdoğan, Kürt örgütleriyle ve liderleriyle gizli-kapaklı sürdürüyordu. Esası taa Oslo’da 2010 öncesi başlayan gizli görüşmelere dayanıyor. Daha sonra Oslo görüşmeleri “patlayınca”, 3 yıl kadar önce resmi olarak sürdürülmeye başlandı. RTE’nin kumandasında MİT ve yetkilileri (Öcalan’la İmralı’da) ve hükümet heyetiyle (en son lideri Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan) İmralı-HDP-Kandil üçgeninde devam eden süreç, en son Dolmabahçe Deklarasyonu diye bilinen 10 maddelik açıklamayla sona erdi. Bu, seçimlerden birkaç ay öncesiydi.

Seçim propagandaları başlayınca RTE bu açıklamayı reddetti ve Kürt meselesi artık yok, Kürt yurttaşların sorunları var, dedi…

7 Haziran 2015 seçimlerine kadar, AKP “çözüm süreci”nin meyvelerini yedi. Yani oya tahvil etti. Tam bitmese de “çatışmasızlık durumu” bir oy primi yapmıştı. RTE, akil insanlar grubuyla da bu primi istikrarlı hale getirdi.

Kapalı av alanı bitti

7 Haziran’da, AKP’nin iktidarı kaybetmesiyle bu süreç sona erdi. Kürt meselesini “kapalı av alanı”na dönüştüren AKP’nin bu politikasına, Kürtler ve destekçileri de kilitlenmişti, inanmıştı. Dahası Demirtaş ve HDP’liler, Gezi Direnişi’ne, “eyvah AKP iktidarı yıkılacak, çözüm süreci sona erecek” korkusuyla karşı bile çıkmışlardı!

Bu köşede gizli pazarlıklarla Kürt meselesinin çözülemeyeceği, bunun ulusal bir sorun ve boyut olduğu, tüm partilerin katılımı gerektiği, milletin çoğunluğunun kabul edebileceği bir çözümün tartışılmasının şart olduğu vurgulandı. TV programlarında da bu görüşü savundum.

Şimdi ortada “çözüm süreci”nin bir tarafı yok. Acaba Kürtler kime sesleniyor çözüm süreci diye?

Ya, kurulursa bir koalisyon hükümeti bu süreci yeni baştan alacak, tarafların yeni iradesiyle konu tartışılacak ve ortak bir hareket belirlenecek… Ya da hükümet kurulamazsa, gidilecek tekrar seçimin sonucuna göre davranılacak… Hikâye budur.

CHP Meclis’te ortak bir partiler arası platformda bu sürecin tartışılmasını savunmuştu hep… Sanırım, bu doğru çözüm politikasını sürdürecek.

Bu süreç salt partilerle ve iktidarlarla sürdürülemez. Ulusal bir uzlaşma sağlanmadan çözülmesi zordur, kim buna tek başına yeltenirse, kendisi çözülme tehlikesiyle karşı karşıya kalır… Çünkü Kürtlerin, “özerklik”, “federatif yapı” gibi hareket etme istekleri vb. tüm Türkiye’yi ilgilendiren ulusal bir sorundur.

Silahlı saldırılar başlarsa

KCK / PKK yapıları bu süreç üzerindeki “silahlı vesayetleri” ile sonuca ulaşma politikalarını sürdürürlerse, güçlü bir tepki ile karşı karşıya kalırlar. Silahla bir yere varmaya son vermeliler. KCK’nin ilk aşama olarak “barajlara ve inşaatlara silahlı saldırı” kararı, terörü, öldürmeyi, silahı bu konuda hâlâ ana araç olarak gördüklerini gösteriyor. Bunun arkasından da devamı gelebilir. Umarım bu kararları da salt sözde kalır.

Böyle bir kararın, terörün, etkileri ve boyutları da çok olur.
Hatta, Türkiye’nin elde ettiği ve ülkeye rahat bir nefes aldıran seçim sonuçlarını tersine çevirecek etkileri bile yaşarız…
Bu ciddi tehlikeyi yarınki yazımda anlatmaya çalışacağım…

======================================

Dostlar,

Son derece aklı başında, sorumlu bir irdeleme okuyoruz Sayın Orhan Bursalı‘nın kaleminden. Bir devlet, bir ulus (Türk Ulusu) silahla tehdit edilerek bir yere varılamaz. Şiddet çıkmaz sokaktır.

Bu konuyu biz de bir makale olarak ele alacağız…

Bayram sonrası yoğun bir gündem Türkiye’yi sarıp sarmalıyor..
Herkes en üst düzeyde sorumlu davranmak zorunda..

Kolay gele…

Sevgi ve saygı ile.
19 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

SON YAŞANAN UÇAK KAZALARI ÜZERİNE…


SON YAŞANAN
UÇAK KAZALARI ÜZERİNE…

Ucaklar_ve_bayragimiz

 

 

 

 

 

Osman Başıbüyük
E. Hv. Plt. Kur. Alb.

9 gün arayla 6 pilotumuzu ve 3 uçağımızı kaybettik.
Şehitlerimize Allah’tan rahmet, acılı ailelerine baş sağlığı diliyorum.
Son zamanlarda Hava Kuvvetleri’nde neden bu kadar çok kaza oluyor?
Gerçekleri öğrenmek ister misiniz?

Asimetrik psikolojik harekât

Hatırlayınız! Genelkurmay Başkanımız Org. İlker Başbuğ 2009’da
“TSK’ne asimetrik bir psikolojik harekât yapılıyor.” demişti.
Aslında bu operasyon AKP iktidarıyla birlikte başladı.
İktidar ortağı olan Cemaat, TSK’da kadrolaşmak için büyük bir fırsat yakalamıştı.

2000’li yılların başında “Paşa Keyfi”, “Bulut Altı”, “Kara Net”, “Kirli Oyunlar”, “Askerler Anlatıyor” gibi bir sürü internet sitesi kuruldu. Bu siteler üzerinden
generallik sırası gelen albaylar hakkında akıl almaz karalama kampanyaları yapıldı. Cemaat rakiplerini saf dışı etmek istiyordu.

Bu kampanyalar en çok Hava Kuvvetleri’ni vurdu. Lekelenmemeye çalışan kara ve denizci subaylar, sivilde iş bulmakta zorlandıkları için ayrılmıyorlardı, ama havacılar için durum farklıydı. Türkiye’nin artan sivil pilot ihtiyacı, sicilinin bozulduğunu düşünen kurmay pilotları istifa ve emekli olmaya teşvik etti. Böylece daha Balyoz operasyonu başlamadan 1984 – 89 arasında mezun olan general adayı 100’e yakın kurmay subay tasfiye edilmişti.

Asıl operasyon başlıyor!

2007-10 arasında itibarsızlaştırma operasyonları hız kazandı. Karargâha, bütün birliklere imzasız mektup ve e-postalar yağıyordu. Personelin bir kısmı çarpıtılmış bilgilerle,
çoğu zaman da iftiralarla karalanıyordu. Komuta kademesi işi gücü bırakmış,
üzerine çamur atılan personeli sorgulamakla uğraşıyordu.
Birileri, istemediği personeli sistemden kaçmaya zorluyordu.

2010’da Hava Kuvvetleri Komutanı ile birlikte uçma fırsatını buldum. Kendisine;

“Komutanım, Hava Kuvvetlerini bu imzasız mektuplarla mı idare edeceğiz?”

diye sordum. Bana; “Başıbüyük, sen biliyor musun biz o mektuplardan neler neler öğreniyoruz??” diye cevap verdi. Bu cevap üzerine sanki dünya başıma yıkılmıştı. Koskoca Orgeneral, komuta ettiği Kuvvetin başına ne çorap örüldüğünü anlayamayacak kadar saftı veya daha kötüsü tasfiyeyi yürüten ekiple paralel hareket ediyordu.
O dönemde bu imzasız mektuplara en ağır işlemler yapılarak operasyona alet olundu. Örneğin genç pilotlardan biri, bir yerlerde alçak uçmuş veya uygunsuz bir ilişkisi varmış. Evet, bu bir disiplinsizlik; bir ceza verilir. Onun cezasını, filo komutanı olarak
ben veririm, benim cezamı yeterli bulmuyorsanız harekât komutanı versin; o da olmadı
üs komutanı versin; siz niye gencecik delikanlıları en yüksek organ Hava Kuvvetleri
Uçuş Kuruluna çıkartıp uçuştan ayırıyor veya Ordudan atıyorsunuz? Bu muamele,
kırmızı ışıkta geçen birine idam cezası vermeye benziyordu. İşin ilginç yanı o cezaları veren komutanların istisnasız tamamı gençliklerinde benzer hataları yapmışlardı.

Asıl sorun bu da değildi; içerideki kimi kalleşler, arkadaşlarının VTR (uçuş görüntü) kayıtlarını, radar plot (uçuş rotası izi) kayıtlarını, ortam ve telefon dinlemesi kayıtlarını veya fotoğraflarını bir ekip çalışmasıyla topluyor, uygun bir senaryo haline getirerek komuta katına imzasız mektuplarla iletiyordu. Kurbanlara en ağır işlemler yapılırken
“bu kadar bilgi toplama yeteneğine sahip, bu kalleşler kim?” diye
hiç kimse araştırıp sormadı!

Türk subayına Harp Okulunda mert olmak öğretilir. Onun kitabında arkadaşını satmak yoktur. Çünkü o, gerektiğinde silah arkadaşıyla omuz omuza, aynı kolda ölüme gidecektir. Fakat bu operasyonlarla birlikte Silahlı Kuvvetlerde kalleşlik pirim yapmaya başlamıştı; kalleşlerin önü açılıyor, onlar yükseliyordu. Böylece gençlerin sistem ile gönül bağları kopmaya başladı.

Çok acı bir örnek

Bu noktada kanıma dokunan, aklıma her geldiğinde gözlerimin dolduğu çok acı başka bir örneği daha sizinle paylaşmak istiyorum. Ütğm. N.D. 29 yaşında, 1 çocuk sahibi,
dul bir bayan subaydı. Düşman silahlı kuvvetleri hakkında bilgi toplaması gereken
Hava Kuvvetleri İstihbaratı, kızcağızın 6 yıl geçmişe dönük telefon mesajlarını incelemiş ve kızın iffetsiz olduğuna karar vererek Ordudan atmıştı. Ütğm. N.D. çocuğuna, annesine, ne diyecekti? Annesine telefon etti,

  • “Beni Ordudan attılar.” dedi ve beylik tabancasıyla kafasına sıktı.

Sen kimsin ki, telefon mesajlarına bakarak bekâr bir kadına iffetsiz diyorsun?
Buradan suç duyurusunda bulunuyorum o hanım subayı Ordudan atmak kararının altında kimlerin imzası varsa hepsi suçludur.

Kalanları “Balyoz”la temizlediler!

Bütün bunların üzerine 2010’da Balyoz operasyonu başlayınca 15 yıl zorunlu hizmetini dolduran 1995 ve daha önceki yıllarda mezun olan pilotlar “Bizim de başımıza
bir iş gelmesin” diye hemen istifa ederek sistemden ayrıldılar.

2011’e gelindiğinde Hava Kuvvetleri, kuruluşunun 100’üncü yılını kutlamaya hazırlanıyordu. 4-5 Haziran günlerinde 2’nci Ana Jet Üs K.lığı Çiğli/İzmir’de büyük
hava gösterileri yapılacaktı. Nasıl tesadüfse, gösterilerden tam 5 gün önce Balyoz operasyonu kapsamında ilk havacı tutuklamaları gelmeye başladı. 3 ay sonra
Hava Kuvvetleri Komutanı olacak Org. Bilgin Balanlı ile birlikte 1 korgeneral,
4 tümgeneral, 2 tuğgeneral ve 4 albay tutuklandı. Komuta katının geri kalanı sanki
hiçbir şey olmamış gibi gösterileri izlemeye gitti ve uçaklara alkış tuttular.
Ama Hava Kuvvetleri mensuplarından bazıları kutlamaları bir başka alkışlıyordu.
Onlar, kuruluşunun 100’üncü yıldönümünde, Komutanlığı ele geçirmek için
çok önemli bir engeli aşmış olmalarını kutluyorlardı.

Bu olaya gençlerin tepkisi büyük oldu. 15 yıl zorunlu hizmetini dolduran 1996 mezunları da apar topar istifa ederek sistemden ayrıldı. Darbenin büyüğü daha gelmemişti.
Hükümet 1 yıl sonra 2012’de zorunlu hizmet süresini 10 yıla indirdi. Böylece geride kalan 1997-2002 mezunlarına da kapıyı gösterdiler. Pilotlar akın akın  istifa ediyordu.
2010-14 arasında 824 pilot istifa etti. Bu rakam Hava Kuvvetlerinin filolarda aktif görev yapan pilotların yarısına denk gelir. Savaşsaydık bu kadar adam kaybetmezdik.

Hava Kuvvetlerinin tecrübesi yok edildi

İşin daha kötüsü, gidenler deneyimli ustalardı. 14 yıl F-16 uçaklarında öğretmenlik yapmış biri olarak söylüyorum; savaş pilotları tümüyle usta-çırak ilişkisiyle yetişirler.
Bir ustanın yetişmesi en az 10 yıl alır. Ancak 10 yıl sonunda 4’lü kol lideri, paket lideri ve uçuş öğretmeni olmuş bir pilot, alttan gelen gençleri yetiştirecek ehliyet düzeyine ulaşır. Anlayacağınız geride kalan gençlerin ne liderleri, ne de öğretmenleri kalmıştı.

Şimdilerde deneme yanılma yoluyla tekerleği yeniden keşfetmeye çalışıyorlar;
Haliyle kazalar birbirini takip ediyor…

Balyoz davasında 16’sı general, toplam 41 havacı subay tasfiye edildi.

Hava Kuvvetlerinden 41 subay eksilse ne olur? Yetiştirdiğimiz gençler bizlerin yerini alır her şey normal devam ederdi. Ama asıl tasfiyeyi başka türlü yaptılar.
Komutanlığın imzasız ihbarlara yaptığı işlemler, istihbaratın özel hayatlara, etnik ve mezhep kökenlerine göre yaptığı fişlemeler, sorgulamalarla tasfiye gerçekleştirildi.

Savaş pilotluğu zor iştir, parayla pulla değil, vatan aşkıyla yapılır; bu aşkı söndürdüler.

Ben Balyoz davasında 16 yıl ceza aldım. Hava Kuvvetlerinden bir Allah’ın kulu açıp da “geçmiş olsun” bile demedi. Kimse “Bu adamın çoluğu çocuğu ne yapar?” diye
merak edip sormadı. Hani biz silah arkadaşıydık, hani ölüme beraber gidecektik?
Bunlar silah arkadaşlığını bitirdiler, şövalyelik olan savaş pilotluğunu para kazanılan sıradan bir meslek haline getirdiler. Kahramanları zorunlu hizmetin sonunu bekleyen memurlara dönüştürdüler.

Komutanlık F-16’ya binip akrobasi yapmakla, Ege denizi üzerinde alçak uçmakla olmuyor. Önce mertle, kalleşleri birbirinden ayıracaksın.
Yoksa bu baş aşağı gidişi durdurmak mümkün olmaz.

Asıl sorumlu AKP’dir!

Buradan hükümete de birkaç sözüm olacak :

Siz değil miydiniz 1990’lı yıllarda Güneydoğu’da operasyonlara katılan
TSK personelinin adlarını toplayan.

Oslo görüşmelerinde özel temsilciniz PKK’ya;

“O bölgede sizi rahatsız eden vali ve kaymakam varsa, söyleyin değiştirelim..”
demedi mi?

Açılımda sorun yaratır düşüncesiyle,
PKK ile mücadele etmiş askerlerden kurtulmak istemediniz mi?

  • Açtınız Cemaatin yolunu;
    onlar da her taşın altında silah, bomba buldular;
    çukurlardan çıkan hayvan kemiklerini PKK’lı kemiği yaptılar.

Ergenekon, Balyoz derken çatışma tecrübesi olan ne kadar TSK personeli varsa
tasfiye ettiniz.

MİT müsteşar yardımcınızın yine Oslo’da PKK’lilere “Devleti hazırlıyoruz..” demesi
bu yüzden miydi?

Alın size problemsiz (?) bir Ordu!!!

Bakın, geride bıraktığınız adamlar, 37 km ötedeki Süleyman Şah Türbesindeki emanetleri getirmek için 4 saatlik operasyon planladılar, 10 saatte geri dönemediler.
Tankları yollarda kaldı. Hayatında tank görmemiş fotoğrafçı bir astsubayı
tanka bindirip şehit ettiler.
Niye? Operasyon tecrübesi olan adam bırakmadınız da ondan!

Düşen uçakların, verdiğimiz şehitlerin asıl sorumlusu sizsiniz!
Bu arada Musul’a falan gideyim demeyin yarı yolda kalırsınız, benden söylemesi…

Asıl darbe Hava Kuvvetlerine yapıldı

Herkes operasyon ve davalardan en çok Deniz Kuvvetlerinin zarar gördüğünü zannediyor. Asıl Hava Kuvvetleri yok edildi haberiniz yok. Üstelik operasyonlar hala devam ediyor. Gidin bir bakın disiplinsizlik ayaklarına kimler Hava Kuvvetlerinden atılıyor,
sistemi terk etmeye zorlanıyor.

Tedbir almazsanız çok zaman geçmez, polis okullarını kapattığınız gibi
askeri okulları da kapatmak zorunda kalırsınız, haberiniz ola.

=====================================

Dostlar,

E. Hv. Plt. Kur. Alb. Osman Başıbüyük albayımızdan yukarıdaki mektup bize de ulaştı.

İbretlik derslerle dolu, tarihe geçecek bir mektup..
Biraz geç olmadı mı acaba?? Belki de bize geç ulaştı..
Zararın neresinden dönülürse yine de kazançtır..

AKP kadrolarından bu hesap mutlaka (yasal zeminde) sorulmalı ve
benzer yıkımların kesinlikle önüne geçilmelidir..

TSK vargücüyle onarım – giderim çabası içinde olmalıdır.

7 Haziran 2015 genel seçimlerinin ne denli YAŞAMSAL duruma geldiği
bu örnekle de apaçık görülüyor..

Haydi halkım; silkin ve AKP zulmü – yıkımından artık kurtulalım..

Sevgi ve saygı ile.
03 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Hanımefendi; Hangi Devletin Mandasını İsterdiniz?


Hanımefendi; Hangi Devletin Mandasını İsterdiniz?

portresi.milletvekilijpg

Prof. Dr. Birgül Ayman GÜLER
CHP İzmir Milletvekili

İlerici, özgürlükçü, eşitlikçi, barışçı ve demokrasici, vb. vb… BDP’nin Eşbaşkanı Gültan Kışanak önemli bilgiler veriyor ve davetiyeler çıkarıyor. Yer Almanya, Berlin. Zaman ise Tatlısesli Erdoğan – Şivanlı Barzani buluşması günü.
15 Kasım 2013, Diyarbakır

Bilgiler şunlar:

1. “Çözüm süreci”nin 1. aşamasında “izleme grubu” üzerinde uzlaşma sağlanmış;
“akil insanlar heyeti” bu anlayışla kurulmuş. Ne var ki Hükümet bu heyeti,
“uzlaşmaya aykırı olarak” kamuoyu çalışması gibi yansıtmış ve süreçte eksiklik yaratmış.

2. “Çözüm sürecinde bir yıldır gözlemci konusu” konuşuluyormuş.
İmralı görüşmelerinde bu konu gündeme getirilmiş. Son bir aydır süreç tıkanmış.

Davetiye ise mandacılığa:

Gültan Kışanak “Süreçte demek ki bir sorun var. Bir hakem gerek.
Buna bir 3. göz gerek. Bunun kaçınılmaz olduğu kanıtlanmıştır.” diyor.

Oslo görüşmelerinde, bir İngiliz’in masada hakem olduğunu duymuştuk.
15 Kasım 2013 günlü Tatlısesli Erdoğan – Şivanlı Barzani buluşmasının ardında da bir ‘üçüncü göz’ olduğu sırıtıp durdu. Gültan Kışanak bu gerçekleri açığa çıkaralım diyor.

Sözlerinin devamı, kendisini de hareketini de tarihe geçirecek cinsten:

  • “Bu aşamada doğrudan bir devlet adı söyleyemeyiz. Biz bunu istiyoruz.
    Bunu yapacak bir ülkenin çıkmasını bekliyoruz. Ayrıca bu tür mekanizmalar masanın her iki tarafının oluru ile devreye giriyor. Her iki tarafın kabul edeceği
    3. bir taraf gerek”… “Kışanak, batılı ülkelerden birinin sürece dahil edilerek sürecin sağlıklı işleyebilmesi için mekanizmaların eksiksiz kurulabileceğine inandığını kaydetti.” (http://www.radikal.com.tr/turkiye/kisanak_surec_tikandi_ucuncu_goz_lazim-1161151)

İlerici, özgürlükçü, barışçı….. BDP’nin kadın eşbaşkanı açıktan açığa, emperyalist Batı merkezlerinin kendilerini koruma, kollama, kullanma şiddetini artırmalarını istediğini
ilan ediyor. ‘Gizlice yapmayın, gizlenmenize gerek yok, bizim işbirlikçiliğimiz açık,
haydi gelin, mandacılığınızı açıktan kurun artık..’ diyor.

Kendi ülkesinde yabancı yönetimini istemekte, güttüğü amaçlar için emperyalizmin kollarına atılmakta, ‘manda istiyorum’ demekte hiç sorun görmeyen bu kadın eşbaşkan, emperyalizme açık davetiyle tarihte hangi başlığa ait olduğunu
kendisi belirlemiş durumda.

Manda davetiyesine CHP imzası eklemek?

Hadi diyelim ki, bu kişi bu sözlerle kendisinin ve siyasetinin değerini ortaya koydu, kendileri için ayıp! Ne var ki, konuşan barış ve demokrasi eşbaşkanı burada durmuyor. Bu emperyalizmin mandacılığına çağrı çıkaran kişi, bir de içinde yuvarlandığı onursuzluğa CHP’yi katmaya çaba gösteriyor.

“Özellikle CHP’nin Kürt sorunu konusunda daha evrensel siyaset izleyen bir parti durumuna gelmesi gerektiği”ni buyuruyor. Yani, Kürt sorunu konusunda evrensel siyaset dediği “emperyalist siyaset”e yolladığı çağrıya  CHP olarak bizim de
adımızı eklemeye çalışıyor.

Bu öyle hayret verici bir özgüven ki, böylesine ancak kendini bilmezlik denebilir!

Ama bir dakika!… Kışanak bu sözleri için belki CHP yönetiminde olup, kişisel işlere girişen kimi kişilerin çabalarından cesaret alıyor olabilir. Gerçekten de, örneğin CHP’yi bu işe ortak etmek isteyen bir Sezgin Tanrıkulu araştırma önergesi verilmiş ve AKP ile BDP buna sahip çıkmışlardır. Ancak herkes bilir ki, CHP bu önergeyi TBMM Genel Kurulu’nda tüm halkın gözleri önünde geri çekerek Tanrıkulu’nun ortaklık çabasını
boşa çıkarmıştır. Eğer Kışanak’ın cesareti bu tip çabalardan kaynaklanıyorsa,
aynı çabaların CHP bünyesi tarafından nasıl boşa çıkarıldığına da dikkat etmesi gerekir.

İki gözü de kapalı; üçüncü gözü ise hiç olmamış!

Kışanak, 3. göz olsun diye mandacılığı çağırıyor. Ama kendisinin iki gözü kapanmış. Besbelli ki “üçüncü gözü” de hiç olmamış.

Olsaydı, “Kadim efendilerimiz, biz Irak’taki kuzey yönetiminden hiç de aşağı kalmayız; siz daha istemeden biz her hizmete varız.” yalvarmalarının
‘mazlum milletler’ tarihindeki anlamını görebilirdi. Ve görebilse, işbirlikçiliğini
böyle bir arsızlıkla gözler önüne sermezdi.

  • Emperyalizmin hizmetinde olanlar, tarihte hep gericiliğin; teslimiyet ve esaretin; haksız savaş dalgalarının içinde boğuldular. Madem böyle bir çağrıya sahiptir,
    o halde barış ile demokrasi, BDP’nin yalnızca adındadır; yakışıksız bir yama gibi… [17 Kasım 2013]