Etiket arşivi: Emre Kongar

Rona Aybay ne diyor…

Rona Aybay ne diyor…

Emre Kongar

– Rona Aybay, uluslararası yargıçlık görevi yapmış, övündüğümüz bir akademisyendir. 
Avrupa Konseyi Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Savaşım Komisyonu ile Bosna Hersek’teki insan hakları ihlallerini incelemekle görevli AGİT komisyonu üyeliklerinde bulunmuştur. 
Ayrıca, Bosna Hersek İnsan Hakları Mahkemesi’nin kurulduğu 1996’dan, kapandığı 2003’e dek Avrupa Konseyi tarafından seçilmiş uluslararası yargıçlık görevi yapmıştır. 
Çalışmaları arasında “İnsan Hakları Hukuku” en önemli kitaplarından biridir. 
Anlı şanlı hukuk profesörlerinin dillerini yuttuğu haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik dönemlerinde, temel hak ve özgürlüklerin yılmaz savunucusu olarak sürekli sesini yükseltmiş olan bu değerli hukukçu, AİHM’nin son Demirtaş kararı konusunda bir mektup yolladı:

1) Bu kararın bizi “bağlamadığı” kesinlikle söylenemez
a) Uluslararası Hukuk açısından AİH Sözleşmesi’nin 46. maddesi, taraf devletlerin, taraf oldukları davalarda, Mahkeme’nin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı yükümlenmiş olduklarını, en açık bir dille belirtmiştir. 
b) İçhukuk açısından 
Anayasanın 90. maddesine göre AİHS, “kanun” hükmündedir (son fıkra). 
Türk kanunuyla, uluslararası antlaşma hükmünün çatışması halinde, antlaşma hükmü “esas alınır” (aynı fıkra). 
2) Türkiye’nin yapacağı “hamleler” ne olabilir: 
Türkiye, AİHS madde 43’te düzenlenen koşullarla ‘Büyük Daire’ye başvuru (temyiz) yoluna gidebilir (3 aylık süre içinde). 
O yolla da, lehte bir sonuç alınamazsa, karar kesinleşmiş olur. 
3) Karar kesinleştikten sonra ne olur ? 
Bu aşamadan sonra, kararın infazı Bakanlar Komitesinin yetkisine girer. Bakanlar Komitesi, fiilen Avrupa Konseyi üyesi devletlerin Strazburg’daki B. Elçilerinden oluşan bir siyasal kuruldur. Bu kurul, kararın içeriğiyle ilgili hiçbir yetki kullanamaz; görevi, kararın ilgili devletçe uygulanmasını sağlamaktır. 
Burada, teknik birtakım ayrıntılar devreye girer; diplomatik pazarlıklar, oylamalar yapılır, konu tekrar Mahkeme’nin incelemesine sunulabilir ama sonuç değişmez. Er-geç Mahkeme’nin vereceği kararın uygulanması zorunludur
4) Bütün bunlara karşın, Türkiye, kararı uygulamazsa ne olur? 
Diplomasi devreye girer, diplomatik yoldan bir çözüm de bulunamazsa, sonuç Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğinden “ihracı” ya da kendi kararıyla çekilmesidir. 
Avrupa Konseyi diplomatları arasında, şaka yollu, bir devlet için “ihraç” kararı alınması “nükleer silah kullanımına” benzetilir; yani, diplomatik süreç olabildiğince uzatılır. 
Şu anda Avrupa kıtasında Avrupa Konseyi üyesi olmayan tek devlet Belarus’tur. Yunanistan, “Albaylar Cuntası” döneminde “ihraç” tehdidi ile karşılaşmış, kendisi üyelikten çekilmiştir ki, bu tek örnektir.
***
Ciddi bir hukukçu olduğu için, elbette Aybay’ın dile getirmediği bir çözüm daha vardır ki, o da Demirtaş’ın “tutukluluk” halinin sona erdirilmesi için, “yıldırım hızıyla” yargılanıp “mahkûm” edilmesidir… 
Dilerim adalet mekanizması, bir de, tüm hukuk sistemini altüst edecek olan böyle bir “yıldırım hızıyla yargılama” ayıbının altına imza atmaz. 

Bu iktidar doktorları neden sevmiyor?

Bu iktidar doktorları neden sevmiyor?

Emre Kongar

06.11.18, Cumhuriyet

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Bu iktidar, kendisinden ve kendisine kayıtsız koşulsuz boyun eğenlerden başka kimseyi sevmiyor. 

Profesyonel meslek ahlaklarına sahip çıkan, bu yüzden de iktidarın dayattığı yalan – yanlış kurallara boyun eğmeyen meslek mensuplarından, özellikle hoşlanmıyor: 
Çünkü doktorlar, avukatlar, mühendisler hem kendi meslek ahlâkları olduğu için iktidarın yanlış uygulama ve baskılarına karşı direniyorlar, hem de iktidara dalkavukluk yapmadan uyguladıkları mesleklerindeki başarılarıyla, yaşamlarını siyasete bağımlı olmadan sürdürebiliyorlar.
***
Bu iktidar, profesyonel meslek mensuplarının meslekî ahlâk ve uygulamalarını geliştirmek için onlara eğitim veren ve onları denetleyen Sivil Tolum Kuruluşlarını da bırakın sevmeyi, adeta kendisine düşmanmış gibi görüyor. 
Toplumun refah ve uygarlık düzeyinin yükselmesinde çok önemli işlevler yüklenen Türkiye Barolar Birliği, Türk Tabipleri Birliği, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği gibi Sivil Toplum Kuruluşları, bu iktidar tarafından sürekli suçlanıyor, engelleniyor, baskı altına alınmaya ve yetkileri daraltılmaya çalışılıyor.
***
İktidarın yeterince güdümleyemediği Sivil Toplum Kuruluşlarının, STK’ların başında gelen Türk Tabipleri Birliği’ne ve doktorlara karşı olan düşmanca tutumu, “Sağlık çalışanlarına şiddetin önlenmesine yönelik” diye pazarlanmaya çalışılan 44 maddelik son “Torba Yasa” ile iyice belirginleşti. 
Torba yasa teklifi ile olağanüstü hal döneminde “kamudan ihraç” edilmiş olan hekimler ile diş hekimlerinin özel sektörde çalışmaları da sınırlandırılıyor ve neredeyse olanaksızlaştırılıyor. 
Güvenlik soruşturmalarının olumsuz gelmesi nedeniyle zorunlu hizmet yapamayan doktorların, zorunlu hizmet süreleri boyunca herhangi bir yerde çalışmaları yasaklanıyor.
***
Teklif ile Türk Tabipleri Birliği, TTB, Diş Hekimleri Birliği, DHB ve Türk Eczacılar Birliği, TEB’in kimi yetkileri de bu kuruluşlardan alınıyor. 
Buna göre 1’den çok kurumda çalışmak için TTB’den ve DHB’den izin almak zorunluluğu kaldırılıyor. 
Aynı şekilde piyasada bulunmayan ilaçların ithalinde, TEB’in yanı sıra Sağlık Bakanlığı’nın izin vereceği kurum ve kuruluşlar ile SGK’ya da yetki veriliyor.
***
Hekimlere ve sağlık çalışanlarına saldırı bu kez ‘Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’ ile Hükümet’ten geldi” diyen Türk Tabipleri Birliği, bu yasa tasarısına karşı direniş kararı aldığını bir bildiri ile açıkladı ve buna karşı doktorların nöbet eylemlerini başlattı.
***
12 Eylül 2010 ve 16 Nisan 2017 halkoylamalarıyla delik deşik edilmiş olan bugünkü “Ucube Anayasa” bile, meslek örgütlerini temsil eden Sivil Toplum Kuruluşlarının haklarını ve görevlerini 135’inci madde ile koruyor. 

  • TBB BAŞTA OLMAK KAYDI İLE BÜTÜN MESLEK ÖRGÜTLERİNİ DESTEKLEMEK, VATANDAŞLARIN KENDİLERİNE YAPILAN HİZMETLERE SAHİP ÇIKTIKLARI ANLAMINI TAŞIR.
    =======================================
    Dostlar,

    AKP, TTB’den ve Türkiye’den Ne İstiyor??

    Bir iktidar, güdümüne alamadığı kendi kurumlarına saldırarak onları felç etmeye, işlevsiz bırakmaya girişirse meşruluğu sorgulanır olmaz mı??

    12 Eylülcülerin ürünü 1982 Anayasasında bile 135. madde ile toplum yaşamında ve demokratik düzen açısından vazgeçilmez yeri – önemi olan profesyonel mesleklerin örgütlenmesi istenmiş ve daha da ileri gidilerek bu yapılanmalara “Kamu Kurumu niteliğinde meslek kuruluşu” nitemi / ayrıcalığı öngörülmüştür.

    Türk Tabipleri Birliği (TTB)
    Türk Dişhekimleri Birliği (TDB)
    Türk Eczacıları Birliği (TEB)
    Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB)
    Türkiye Barolar Birliği (TBB)

    ayrı ayrı yasalarla kurulmuşlardır. Yasal Organlarını yargı gözetiminde üyeleri seçer ve gelir kaynaklarını da kendileri üretirler. Bir yandan o meslek üyelerinin hakları korunur, disiplin ve meslek etiği ilkeleri konur ve korunur, bir yandan da bu meslekler üzerinden kamu yararı gözetilir.

Örn. 6023 sayılı TTB yasasının 1. maddesinde bu 2 temel amaç ve işlev tanımlanır.
Ne var ki AKP bu bağlamda sabıkalıdır ve sicili temiz değildir. 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile (SAĞLIK BAKANLIĞI VE BAĞLI KURULUŞLARININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME; 02.11.2011, RG 28103 Mükerrer) Bakanlar Kurulu eliyle yasal düzenleme yaparken, bu KHK içine gizlenen bir madde ile TTB yasasının 1. maddesinde son derece anti – demokratik bir değişikliğe gitmişti.

Erdoğan başkanlığındaki Bakanlar Kurulu, 1 gecede 35 KHK çıkararak ülkemiz kamu yönetimini neredeyse DNA’sına dek değiştirmişti. Cumhurbaşkanı Sezer’in veto ettiği, emperyalist Batı dayatması ve güdümlüsü sözde Kamu Yönetimi Reformu bu yolla fiilen yaşama geçirilmişti.

6023 sayılı TTB yasasının 1. maddesinden adeta cımbızlanarak çıkarılan içerik şöyle idi :

  •  “tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak”

Dönemin Sağlık Bakanı Dr. Recep Akdağ, kendisinin de muayenehanesi nedeniyle üye olmak zorunda kaldığı hekim meslek örgütünden neden rahatsızdı(r)??

TBMM tarafından 1953’te yüklenen tırnak içindeki yasal işlev – yüküm neden AKP iktidarına batmaktadır? O ibare çıkarıldığında TTB’den geriye ne kalacaktır? TTB, Anayasanın muradı olan görevleri yerine getiremez kılınırsa, bu, Anayasaya aykırı olmaz mı??

Yasaklara – Yolsuzluklara – Yoksulluğa (3 Y) savaş açarak (!!??) 3 Kasım 2002 seçiminde %34 oyla TBMM’nin %65’ini ele geçiren ve 16 yıldır tek başına Türkiye’yi yöneten (!) AKP iktidarı, kendisini ve ülkemizi nereye savurmaktadır??

  • Örtük amacı nedir AKP’nin??Beraber yürünen yollar” ülkemizi nereye taşıyacaktır??
    ****

    TTB Yasasının 1. maddesinde, hiç ilgisi olmayan bir KHK içinde, açıkça halka ve hekimlere tuzak kurularak yapılan yıkıcı ve etik dışı değişiklik, TTB’nin girişimleri ve anamuhalefet CHP eliyle Anayasa Mahkemesine iptal için taşınmıştır.

Altını bir kez daha çizelim :

  • Neden “6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu’nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” başlığı altında “mertçe” yap(a)madınız bu değişikliği? Neden sakladınız, gizlediniz??

Farkına varılmasa ve 60 günlük iptal davası açma süresi geçirilse idi (hak düşürücü süre)
Anayasa Mahkemesine de gidilemeyecek ve değişiklik kesinleşecekti değil mi??

Zaten 12 Eylül faşist rejimi tüm meslek odaları, sendikalar, siyasal partileri iğdiş etmişti. Birkaç yıl kapalı kaldıktan, malvarlıklarına, kayıtlarına…  el konduktan sonra yavaş yavaş açılmaya başlandı bu örgütlenmeler.. Tüm hekimlerin TTB’ye üye olmaları yasal zorunluk iken, asker hekimlerin üye olması yasaklandı, sivil hekimlerden de tam gün kamuda çalışanlara üye olup – olmama seçeneği getirildi. Amaç zayıflatmak, işlevsiz kılmaktı.. Ne var ki günümüzde 150 bini aşkın hekimden 100 binden çoğu TTB’ye üyedir. Sayıları 100 bini aşan tüm avukatlar TBB’ye üyedir… Örgütlenme bilincinin ve örgütlü savaşım (mücadele) bilincinin yansımasıdır bu tablo ve güçlenerek sürdürülecektir. AKP dahil, her şeye karşın!
****

663 s. KHK’nın 58. maddesinin 14. fıkrası ğ bendi aşağıdaki gibiydi :

ğ) 23/1/1953 tarihli ve 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunun 1 inci maddesinde geçen “tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak”
ibaresi,
yürürlükten kaldırılmıştır.

Bereket, 663 sayılı KHK ile bu maddede yapılan değişiklik, Anayasa Mahkemesi’nin 25.6.2013 tarih ve 28688 sayılı R.G.’de yayımlanan, 14.2.2013 T., 2011/150 E. ve 2013/30 K. sayılı Kararı ile iptal edilmiştir!

Ne var ki; mevzuat.gov.tr resmi kurumsal web sitesinden çağrılan 6023 s. TTB yasasının 1. maddesine bu değişiklik, aradan 5+ yıl geçmesine karşın nedense hala yerine işlenmemiştir!?

Bu madde metni mevzuat.gov.tr den çağrıldığında / indirildiğinde aynen şöyle gelmektedir :

Madde 1 : “Türkiye sınırları içerisinde meslek ve sanatlarını icraya yetkili olup da sanatını serbest olarak yapan veya meslek diplomasından istifade etmek suretiyle resmi veya özel görev yapan tabiplerin katıldığı Türk Tabipleri Birliği; tabipler arasında mesleki deontolojiyi ve dayanışmayı korumak, (…)(1) “

Bitmedi! Dipnot olarak (1) no ile ise şu içerik var sayfanın altında :

(1) 11/10/2011 tarihli ve 663 sayılı KHK’nın 58 inci maddesiyle, bu maddede geçen “tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak
ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır.

****
Peki, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı neden işlenmedi madde metnine??
Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğü’nün görevi bu değil mi?
Üstelik aradan 5 yıldan uzun zaman geçmesine karşın?!

Bu davranış AKP’nin “hukuk devleti“ne karşı olağanüstü hazımsızlığını sergileme ötesinde
açık “suç” değil midir??

Halk, yasalarla ve iktidar eliyle kandırılabilir mi?!

Buradan Cumhuriyetin savcılarına suç duyurusu yapıyoruz!

Yetkili – sorumluları ise bir kez daha, derhal bu zorunlu görevlerini yapmaya çağırıyoruz.
*****
Bu sitede sayısız kez yazdık…
Gidiş gidiş değildir!
AKP ülkemizi hemen her bakımdan derin bir karmaşaya (kaosa) sürüklemiştir.
10 Ağustos’tan bu yana 3 aydır yaşanan yakıcı – yıkıcı ekonomik bunalımın ülkemize yükü algılanabildiğinden – saklandığından kezlerce daha ağırdır ve önümüzdeki yıllara yayılacaktır.

  • Sorumlusu apaçık AKP yönetiminin yağma – talan – dinci yandaş kayırma – soygun düzenidir!

AKP artık Cumhuriyetin – hukuk devletinin – demokratik değerlerin – laikliğin –
Ulus birliğinin… üstüne üstüne gitmeye son vermek zorundadır.

  • Bu gerilim ve boğucu dayatmalar sürdürülürse ülkede iç çatışmalar çıkabilir.

AKP’nin bu ağır riski gör(e)mediği söylenebilir mi? O halde murat nedir?
Artık bıçak, kemiği de kesip bitirmek üzeredir.

AKP Türkiye’den ve Türk halkından ne istiyor?

  • 2023’e “beraber yürünen kutlu yürüyüş” (!?) ün son durağı neresidir?
    HİLAFET VE DİN DEVLETİ MİDİR??
  • Dinci hanedan saltanatı mıdır??

İşin giderek yeşillenen rengi artık iyice anlaşılır olmuştur.

AKP, ateşle oynamaya der-hal ama der-hal son vermeli, önce kendisi normalleşmeli; sonra da

Türkiye bir bütün olarak Anayasal hukuk devleti kodlarına hızla geri döndürülmelidir.

  • Güdülen – gidilen – dayatılan yol çıkmaz sokaktır ve 21. yüzyılda hiçbir şansı YOK-TUR!


Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 06 Kasım 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı (41 yıllık hekim)
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Günümüzün 1402’likleri: KHK’lılar

Günümüzün 1402’likleri: KHK’lılar

Bir toplumdaki haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlikler sadece “içeride” olanların değil, hatta onlardan da fazla, “dışarıda” olanların sorunudur: 
Çünkü adaletin olmadığı ülkelerde, herkes her an, her yerde, “içeri girme” tehdidi ile karşı karşıyadır!
***
Her otoriter yönetim, başta üniversiteler olmak üzere, sivil ve askeri bürokraside tasfiyeye gider… 
Kendince sakıncalı olan siyasal/ideolojik tutum ve davranışlara sahip olduğunu düşündüğü akademisyenleri, subayları ve memurları “temizler!” 
1980 Askeri darbesi, bu “temizliği”, 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası’na yaptığı bir ekleme ile, Sıkıyönetim Komutanlarına, tasfiye yapma yetkisi vererek gerçekleştirmişti! 
İçlerinde, emekliliğine 6 ay kalmış ve Anayasa Profesörü olarak yıllarca meşruiyeti savunmuş olan Bahri Savcı gibi “karıncaezmez” bir hoca da dahil olmak üzere 200’e yakın akademisyen işten atılmış, ben de bu tasfiyeyi, YÖK’ün müdahalelerini ve sakalımı kesmem için yapılan baskıyı protesto için istifa etmiştim! 
Otoriter yönetimler özellikle eğitime el koymak istediklerinden, çoğunluğunu öğretmenlerin oluşturduğu beş bine yakın devlet memuru da 1402’lik olmuştu. 
1402’likler, ömür boyu devlet memuru olamıyor, pasaport da alamıyorlardı.
***

  • Ne yazık ki, bugünkü “Tek Adam Yönetimi”, 1980 dönemini bile aratıyor: 

12 Eylül 1980 faşizmini yaşamış olanlar ve o dönemde yargılanıp hapis yapmış olanlar bile, bugünkü haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizliklerin, o günlerdeki askeri yönetimin baskılarını kat be kat aştığını belirtiyorlar. 
Sanıyorum, aynı kanı, 15 Temmuz 2016 Kalkışma Girişimine “Allah’ın Lütfu”denilip ilan edilen 20 Temmuz Olağanüstü Hal, OHAL kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler, KHK’lar ile görevden alınanlar için de geçerlidir: 

Günümüzün 1402’likleri olan KHK’lılar, yani Kanun Hükmünde Kararnameler ile işten atılanlar, haklarında hiçbir hukuksal suçlama olmasa da ve hatta mahkemelerde yargılanıp aklanmış da olsalar, “Yokluğa” mahkûm edilmiş durumdalar. 

1980 Darbesindeki 1402’liklerin sayısının 5000 dolayında olduğu düşünülürse, KHK ile görevden atılanların 100.000’i, (yazı ile yüz bini) aşmış olması, bugünkü durumun 12 Eylül 1980 dönemini fersah fersah geride bıraktığını göstermektedir. 

Askeri dönem sona erdikten sonra, 1402’liklerin yeniden memur olabilmelerine ilişkin mücadeleler başlamış, benim gibiler de, özellikle Prof. Rona Aybay’ın Danıştay’daki hukuk mücadelesi ve ondan sonra yapılan yasal düzenlemeler ile üniversitedeki görevlerine dönebilmişlerdi. 

Bugünkü KHK’lıların durumu ise, haksızlık iddialarını incelemek için kurulan komisyonun yavaşlığından dolayı, hâlâ belirsizliğini korumaktadır.

DİREN HUKUK… 
DİREN ADALET… 
DİREN İNSAN HAKLARI… 
DİREN DEMOKRASİ!

ŞARBONLU ADALET

ŞARBONLU ADALET

 Emre KONGAR

Cumhuriyet, 04.09.2018

Yeni Adalet Yılının, Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesi’nde
açılışıyla, ithal hayvanlardan bulaşan şarbon olaylarının yayılması aynı zamana rastladı. 
Aslında her iki olay arasında yakın bir ilişki var: 
Adaletin bağımsızlığını yitirerek siyasal iktidarın emrine girmesi, Demokratik ve Laik Sosyal Hukuk Devleti’nin bütün kurumlarını savunmasız bıraktı ve tahrip etti. 
Medya özgürlüğü yok edildi. 
Sivil Toplum Kuruluşlarının güçleri tırpanlandı. 
Bağımsız medyanın, meslek kuruluşlarının ve bütün STK’lerin, kamuoyunu bilgilendirerek ve bilinçlendirerek, özellikle de bağımsız yargı aracılığıyla, kamu yararı adına kullandıkları denetim fonksiyonları ortadan kalktı… 
İktidarın yandaşlara peş keş çektiği ekonomik yağma, bir yandan arsa talanı yoluyla kentleri yaşanamaz hale getirirken öte yandan ithalat, ihracat ve çeşitli hizmetlerde yapılan yandaş kayırmaları sonunda, bütün denetimler ortadan kaldırıldığı için, halkın yaşamı ve sağlığı tehlikeye girdi
Bütün bu denetimlerin son mercii olan Yüksek Yargı da siyasal iktidarın etkisine girince, ülke artık, insan yaşamını ve sağlığını bile tehdit eden yolsuzluklara teslim oldu.
***
Şarbon olayları üzerine bir meslek kuruluşunun yaptığı açıklama bu konudaki en güzel örnektir: 
Türk Veteriner Hekimleri Birliği (TVHB), ithal hayvan seçimlerinde 6 aydır Tarım ve Orman Bakanlığı’nın veteriner hekim görevlendirmediğini belirtti. 
“Hayvan seçimlerinde veteriner hekim görevlendirilmemesi ithalat lobisinin talebiydi. Hayvan seçimleri ithalatçı firma tarafından yapılmaktadır” dedi.
***
Adli Yıl açılışı dolayısıyla din ağırlıklı mesajlar dikkati çekerken, iktidardan övgüler de yapıldı. Bu övgülere karşılık uzmanlardan eleştiriler de geldi. 

Eski AİHM yargıcı Rıza Türmen:
 

“Örneğin Cumartesi Anneleri yıllardır barışçı bir eylem yapıyor ve geçtiğimiz günlerde büyük bir saldırıya maruz kaldılar. Hangi AİHM kararında var bu? Zorla kaybedilenlerle ilgili Türkiye’nin mahkûm olduğu bir dolu AİHM kararı var. Bu dosyalarla ilgili en ufak bir soruşturma yapılmamış, cezasızlık egemen oldu.
Bu yalnızca bir örnek. 
Türkiye, tutuklamalarla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki kişi güvenliğini ihlal ettiği gerekçesiyle de birçok başvuruda mahkûm oldu. İktidar ancak halka başka bir hikâye anlatarak iktidarda kalabilir. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum parlak bir durum değildir. ‘OHAL sona erdi’ diyorlar. OHAL fiilen devam ediyor, OHAL’in bütün keyfiliği devam ediyor. OHAL sürekli bir hal almıştır. Türkiye şu an Cumhurbaşkanı kararnameleri ile yönetiliyor. Hesap verebilirlik yok çünkü bir hükümet yok ortada. Hesap sorulmasını engelleyen bir sistem var.” 

Eski İstanbul Barosu Başkanı
 Turgut Kazan: 
“Şu andaki yargı Fethullahçı yargıdan
 daha kötü. Bunu onları aklamak için söylemiyorum. Fethullahçı yargı sahte de olsa delil uyduruyordu. Şimdi delil de yok. Örneğin Osman Kavala’nın avukatı olsam ne yapacağım? Buna cevap yoksa Avrupa Birliği konusunda konuşmaya da hakları yok. 
‘Yargı vardır’ diyenlere söylüyorum bunu: Üç tane Man Adası davası açıldı. Bir gecede 3’ünün de yargıcını değiştirdiler. Bunu kime anlatacaksın? Yargının FETÖ’den kurtulduğunu, bağımsız olduğunu söylüyor Volkan Bozkır. 10 aydır Kavala hakkında iddianame hazırlanmadığını görmüyor mu?”
***
Sonuç olarak bağımsızlığını yitirerek hastalanan yargı, insanların da hasta olmasını engelleyemiyor: 
DİREN BAĞIMSIZ YARGI… 
DİREN DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI!

Brunson bahane devalüasyon şahane!

Brunson bahane devalüasyon şahane!

Emre Kongar
Cumhuriyet, 21.08.2018

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Erdoğan/AKP iktidarı sadece Cumhuriyetin devlet kurumlarını ve adalet mekanizmasını yok etmekle kalmadı, ülkenin ekonomisini, yani üretim gücünü de sakatladı: 
Türk Lirası’nın devalüe edilmesi yani yabancı paralar karşısında değerinin düşürülmesi, kaçınılmaz bir sonuçtu! 
Bunu gören iktidar, önce seçimleri öne aldı… 
Sonra, bir Evangelist (Evanjelik) misyoner olan Pastör (rahip/papaz) Brunson üzerinden, Halkbank bağlantılı bir krizi, Trump’a İsrail’de tutuklu olan kadını serbest bıraktırarak ama karşılığında bu Pastör’ü bırakmayarak, ön plana çıkardı. 
Krizin sonucunda, Trump ve şürekâsı, Türkiye’ye karşı bazı ekonomik ve siyasal önlemler aldı. 
İktidar bunu bahane ederek, güya “boykot etmek için”, zaten artık kaynak sıkıntısı çekmeye başladığından, bazı ABD ürünlerinin ithal vergilerini artırdı ve halkın üzerine yeni bir yük daha bindirdi. 
Bu ekonomik ve siyasal kriz sırasında Türk Lirası yaklaşık % 50 oranında devalüe edildi. 
Devalüasyon, iktidarın mali ve ekonomik politikaları sonunda zaten zorunlu hale gelmişti ve bekleniyordu.
İktidar bu devalüasyonu, “Onların doları varsa, bizim de Allahımız var” ve“Ekonomimize yönelik saldırının, doğrudan ezanımıza ve bayrağımıza yönelik saldırılardan hiçbir farkı yoktur” diyerek Türkiye’ye karşı bir dinsel ve milli saldırı sonucu olarak kamuoyuna yansıttı. 
Bütün medya ellerinde olduğu, bütün gazete ve televizyonlar “Milli ve Dini” seferberlik mesajları ile beyin yıkadığı için, ekonomik ve mali yapının tahribinden kaynaklanan bu zorunlu devalüasyon örtbas edilmiş görünüyor. 
Ama sadece “görünüyor”, çünkü bu devalüasyonun sonuçları sabit ve dargelirli halkımıza çok acı zamlar biçiminde geri dönmekte ve günlük yaşamı gerçekten çok zorlaştırmakta olduğu için, bir süre sonra, dini ve milli seferberlik nutuklarının karın doyurmadığı anlaşılacak. 
Bu durum iktidara olan desteği azaltacak; desteğinin azaldığını gören iktidar daha da sertleşecek; temel hak ve özgürlükleri iyice sınırlayacak ve kısıtlayacak; böylece Demokrasi talepleri bilinç ve anlam kazanacak; ama bu süreçte toplumun ödeyeceği bedeller çok çok artacak! 
Yine de moraliniz bozulmasın, 

  • Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni Demokratik hedefinden saptırmak kolay olmayacak! 

DİREN HUKUK VE ADALET…  DİREN DEMOKRATİK CUMHURİYET! 

Not: 
Bayramınız kutlu olsun. 

Ben geçen cuma, Hatay Arsuz’da Füsun Sayek’i anma etkinliklerinde “Çok Kültürlülük ve Toplum” adlı bir konferans verdim ve orada, barış içinde birlikte, mutlu bir biçimde yaşayan farklı kimliklerin güzelliğini gördüm. Arsuzlulara gösterdikleri konukseverlik için teşekkür ediyorum. Öyküsü www.kongar.org adresli internet sitemde.
===========================================
Dostlar,

Biz de başından beri soygun – talan ekonomisinin kaçınılmaz kıldığı zorunlu devalüasyonu nasıl halktan gizlemeye, maskelemeye çabaladığını yazdık.. Sitemizin manşetinde güncel makalelerimizde sorunu sürekli ve kapsamlı, erişebildiğimiz açık kaynak verilerle işledik :

Manşette şu dizelere de yer verdik :

ATATÜRK, 1 $ = 1,26 TL olarak bıraktı 1938’de. Erdoğan 2002 sonunda 1 $ = 1,61 TL’den aldı, 1 $ 6 TL’yi buldu. Gerekçe hep aynı ve hazır : “Dış güçler!” Reçete de şablon : “Bizim Allahımız var” İslam inancına göre Allah tüm insanları yaratmadı mı? Erdoğanizm, Allah’a da el koyacak! Bayram iletisinde ABD’nin yaptığı ‘bayrağa ve ezana saldırı’ dır dedi.. Mide bulandıran, sınır tanımaz, damardan hamaset ve aldatma nereye dek? Halk elbet uyanacak, yoksullaştırma diz çökertiyor! Siyaset etiği en başta halka doğru söylemeyi, dürüstlüğü gerektirmiyor mu? Dindar – dinci AKP bu kuraldan bağışık mı (muaf mı)??

Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi.. 7 TL’nin altına “inen” Dolar sevindiriyor mu!!?? 5 TL felaket olur derken 6 TL’ye bayram mı edeceğiz? Ne var ki, Standard and Poors dün (18.8.18) Türkiye raporunda hem kredi (borç alabilme yeterliği!) notunu düşürdü hem de 2018 sonu $ kurunu  6.90 TL olarak kestirdi! AKP = Erdoğan her şeyin yolunda olduğunu, hiiiiiç endişe etmememiz gerektiğini söyleyip duruyor madem;

  • Emekçilerin ücretlerinde, yıl sonu beklenmeden enflasyonun altında kalmamak üzere hemen iyileştirme (zam!) yapılmalıdır. 
  • On milyonlarca masum insanı göz göre göre yoksullaştıramazsınız. Bedeli rantiye sınıfı ödemeli. Çünkü bu çöküşten masum Halk değil, iktidar ve onlar sorumlu.

Bu arada AKP müritlerinin ”epey” yastık altı döviz – altın stoku olduğunu izliyoruz.. TL’ye geçiyorlar biraz.. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenir mi? 

MB rezervleri 96-98 milyar dolar eriyerek kritik 30 milyar doların altına indi – indirildi!Kısa vadeli borçlar bile MB döviz rezervlerini çok aşıyor! Dalgalı kura karşın epeydir ertelenen DEVALÜASYON FİİLEN ve HIZLICA ya-pıl-dı, yapılmakta.. Tam bir yangın! Ülke alev alev.. Tek sorumlusu kesin olarak AKP = RTE! Ekonomik savaş halka masal..

  • Bayram sonrası TBMM mutlaka toplanmalı. AKP sorunların tartışılmasını ve halkın gerçekleri öğrenmesini istemiyor. TBMM’ye saygısı olsa böyle yapar mı? Göstermelik Meclis, baskı altında yargı ile medya ve tam bir Erdoğan mutlakiyeti! Demokratik Cumhuriyet sizlere ömür; ”seçilmiş” (!) hükümdar Erdoğan! Üst-orta gelir düzeyinden alt-orta sınıfa ülkesini yoksullaştıran AKP! Demokratik Cumhuriyetten otokrasiye, geriye savrulan ülkemiz..
  • Brunson krizi çıkarılmasa idi, birkaç ay sonra ekonomi gene dibe vuracaktı..

  • AKP = RTE öylesine çaresiz ki; varlık barışı = kirli para aklamada tüm sınırlar kaldırıldı..
  • ABD, AKP kendisiyle kirli pazarlık yapıyorsa, bunu dünya kamuoyuna açıklamalıdır.
    Açıkladı nitekim.. Bir de çengel sorumuz vardı. O da yanıt buldu ABD açıklamasıyla :
    Lütfen tıklayınız :Beyaz Saray, Wall Street Journal’a sızdırdı: Türkiye, Brunson karşılığında Halkbank cezasının kaldırılmasını istedi!

  • Çengel soru           : Türkiye’ye %40 yakıcı devalüasyon, bu -ortak- senaryo ile mi dayatılıyor yoksa?? Ya da AKP, zorunlu kaldığı vahşi devalüasyonu bu yapay krizle mi maskeliyor?!

  • Çare                           Muhalefet partileri her şeyi ertelemeli ve ortak, yapıcı muhalefet yürütmeli. Halka her şeyi açıklamalı ve çözüm önerileri üretmeli. Seçim öncesi Demokrasi İttifakı sürmeli. CHP adına İnce değil, Parti yetkilileri konuşmalı. Hazine, şirketlerin – bankaların borcunu asla üstlenmemeli! Ama pek çok yandaş şirketin dış borçlarına kur farkı dahil Hazine garantisi verdiniz!?! Örn. Şehir hastaneleri talanı! İyi yönetim bu mu?

Manşeti her gün değişen oranlarda güncellediğimizden, içerik yitiği oluşmaması için zaman zaman yazılarımızın içine aktararak arşivlemiş oluyoruz.. Şimdi de yaptığımız gibi..

Sevgi ve saygı ile. 23 Ağustos 2018, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Neoemperyalizm ve İslam

Neoemperyalizm ve İslam

Emre Kongar
Cumhuriyet, 17.8.18

Erdoğan/AKP yönetimi, Amerika Birleşik Devletleri’nin doğrudan, Avrupa Birliği’nin de dolaylı desteğiyle iktidara getirildi. 

11 Eylül 2001’deki İkiz Kuleler saldırısından sonra, “AntiAmerikancı” görünen, ama aslında, Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliği’ne karşı, ABD tarafından desteklenen, güçlendirilen ve kullanılan Radikal İslama karşı, “Ilımlı İslam” adı verilen “Neoemperyalizmle barışık İslam”ın, “Demokratik Rejimle” uzlaşabileceği ve ABD kontrolündeki Neoemperyalist dünya düzenine destek vereceği düşünüldü. 
Çünkü özellikle Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da, laik nitelikli otoriter rejimler, ABD’den bağımsız ve ona karşı tarafsız hatta düşmanca bir politika sergiliyor, ülkelerindeki, ABD’ce desteklenen, Siyasal İslamcı muhalefeti de bastırıyorlardı. 
Aslında Siyasal İslama ve Turancılık başta olmak üzere Irkçı Milliyetçiliğe ABD tarafından verilen büyük destek, Soğuk Savaş zamanında, Sovyetler Birliği’ni çökertmek için başlatılmıştı. Siyasal, ideolojik ve kültürel plandaki bu destek, Sovyetler’in Afganistan’ı işgaline karşı El Kaide’nin silahlı direnişine dönüştürülüp zafere ulaşınca, çok daha kurumsal bir nitelik kazandı. 
Sovyetler çökünce ABD’nin İslama ve Irkçı Milliyetçiliğe yaptığı kültürel ve siyasal yatırımlar elbette yok olmadı; çeşitli örgütlenmeler, ilişkiler ve politikalar çerçevesinde devam etti: 
Balkanlar ve Kafkaslar kana boyandı, yeni savaşlar çıktı AS: çıkarıldı!), yeni devletler kuruldu ve bu arada El Kaide, Ortadoğu’daki Filistin-İsrail savaşı dolayısıyla ABD’ye saldırdı. 
ABD buna karşılık, “Arap Baharı” adı altında, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki laik ama otoriter rejimleri, “Ilımlı İslam” adına çökertmeye başladı.
Fakat kısa zamanda, zaten temelde yanlış olan ABD’nin bu “Ilımlı İslam” projesinin iflas ettiği görüldü
“Ilımlı ya da Amerikancı İslam”ın Demokrasi ile bağdaşmadığı, sadece “Radikal Siyasal İslam”a yataklık ettiği anlaşıldı. 
ABD’nin “Ilımlı, Amerikancı İslam Projesini”, örneğin Suudi Arabistan gibi “Totaliter bir İslami Rejimde” değil de, zaten “Demokratik ve Laik Sosyal bir Hukuk Devleti” olan Türkiye’de uygulamaya koyması ve rejimi Demokrasiye doğru ileriye değil, Demokrasiden geriye doğru yönlendirmesi de projenin yanlışlığının ve ABD’nin öngörüsüzlüğünün bir kanıtıydı.
***
Uzun lafın kısası, Erdoğan/AKP iktidarı Antiemperyalist bir politika filan izleyemez
Çünkü zaten onların desteğiyle iktidara gelmiştir ve onlarla uzlaşarak iktidarını sürdürmektedir. 
ABD üsleri tıkır tıkır çalışırken, milyarlarca dolarlık uçak ve silah alımları devam ederken, birkaç milyon dolarlık iPhone, elektronik eşya ve öteberi ithalatının vergisini artırarak faturayı tüketiciye kesip kendisine kaynak yaratan önlemlerle Antiemperyalizm olmaz. 

  • NEOEMPERYALİZME VE YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİNE “HAYIR”… 

    YAŞASIN DEMOKRATİK CUMHURİYET!

Umuda Yolculuk 5: 1961 Anayasası

Umuda Yolculuk 5: 1961 Anayasası

Emre Kongar

İsmet İnönü’nün Demokrasiye sahip çıkacak çağdaş toplumsal sınıflar ve demokrasi kültürü yeterince gelişmeden, Çok Partili Düzen’e erken geçiş kararının bedeli ağır ödendi: Bugün bile, yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılması, Meclis’in denetim etkinliğinin sona erdirilmesi, hukuk mezunu olmayanların idari yargıç  atanabilmeleri, rektör olmak için profesörlük koşulunun kaldırılması, sivil ve asker bürokrasideki hiyerarşinin bütünüyle yerle bir edilmesi gibi kararlarla görülen “hazımsızlık sorunlarına” yol açtı! 

1) Birinci hazımsızlık sorunu, Demokrat Parti’nin, başta ifade ve muhalefet hakkı ve özgürlüğü olmak üzere, Demokrasinin bütün ilkelerini, “Milli İrade” adı altında pazarladığı “Çoğunluk Diktatörlüğü” anlayışı ile yerle bir etmesiyle yaşandı.

2) Sonunda, yarattığı fiili durumu yasal alana da taşımak için Meclis’te, “Muhalefetin ve Basının Rejim Aleyhtarı Faaliyetlerini Soruşturmak” üzere, Anayasa’ya aykırı yetkilerle donatılmış bir Tahkikat Encümeni kurarak bir sivil darbe yaptı. Böylece Çok Partili Rejim’in ilk darbesi gerçekleştirildi..

3) Hazımsızlıktan kaynaklanan bu Sivil Darbe, bir grup askerin 27 Mayıs 1960’ta “İhlâl edilen anayasayı korumak için” yeni bir darbe yapmasına yol açtı.

4) Demokrasiye erken geçişin yarattığı hazımsızlığın en büyük bedeli  ise MenderesPolatkan ve Zorlu’nun idam edilmesiyle ödendi.

5) Bu arada, Demokrat Parti’nin Sivil Darbesinden önce, İsmet İnönü liderliğindeki CHP, Demokrasiyi evrensel standartlarda yeniden kurmak için bir “İlk Hedefler Beyannamesi” hazırlamıştı.

6) Askeri darbeden sonra, bir Kurucu Meclis, bu beyanname paralelinde gerçekten çağdaş ve Demokratik 1961 Anayasası’nı halkoylamasına sunarak Atatürk/İnönü Cumhuriyeti’ni, Çağdaş Bir Sosyal Devlet aşamasına kavuşturdu; ama ne yazık ki bu Anayasa da bütün mükemmelliğine rağmen askeri darbe ve asılan üç politikacının kanı ile lekelenmişti.

7) 1961 Anayasası, 2.Dünya Savaşı’ndan ve DP yönetiminden alınan derslerle, iktidarın eylemlerini Anayasa Mahkemesi’nin denetimine bağlıyor, Meclis’in yanında bir Senato kuruyor, yargıyı bütünüyle bağımsızlaştırıyor, TRT ve basın ile üniversitelere, özerklik ve özgürlük getiriyor, Devlet Planlama Teşkilatı’nı (DPT) kuruyor ve en önemlisi, emekçilere sendikal örgütlenme, ve grev hakkı veriyordu. Özetle, bireyi, devlet ve iktidar karşısında özgürleştiriyordu.

Ama hazımsızlık bu Anayasayı da yok etti: 

Demirel
“Bu Anayasa lüktstür” sloganıyla yeniden Toprak Ağaları/Din adamları ittifakının temsilcisi olarak Başbakan oldu ve ülkeyi 12 Mart 1971 faşizmine ve bugünlere getiren “hazımsızlığı”, yeniden iktidara taşıdı.
***
Sonuç olarak, İstiklal Savaşı’yla kurulan Türkiye Cumhuriyeti, İsmet İnönü’nün iyi niyetle ama erken davranmasıyla iktidarı teslim ettiği Toprak Ağaları/Din Adamları ittifakına karşı, yeniden, yine İnönü’nün önderliğinde bu kez “Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti” çizgisinde bir Anayasa yapmış ama askeri darbe ve üç idamla lekeli olan bu Anayasa da, Demirel’in, altını oymasıyla ve ABD’nin desteğiyle yapılan 12 Mart 1971 Askeri darbesi sonunda hacamat edilmişti!. 
DİREN DEMOKRASİ: 
BU TOPLUM SENİN İÇİN ÇOK BEDEL ÖDEDİ!

====================================
Dostlar,

Geldiğimiz / sürüklendiğimiz yer Dünyanın sonu değil.

Umutsuzluk ve karamsarlığa yer yok – tur!.

Türkiye’de güçlü bir demokratik, ilerici muhalefet dinamiği görülmüştür ve bu kesim gerçekte %50’nin üstündedir.

Erdoğan ve AKP iktidarı görüldüğü düzeyde güçlü ve ezici değil. 

Bu toprakların 200 yıllık geçmişi olan bir Çağdaşlaşma ve Aydınlanma geleneği ve deneyimi var. Bu birikim, öyle kolay kolay yok sayılamayacağını kanıtlayarak geliyor.

Vurgulayalım; o tarihsel kalıtın “şövalyeleri” asla teslim olmayacak.

  • Tarih, ütülü ipek kumaş değil; sarp – engebeli ve yaşamın en uzun koşusudur.

Sevgi ve saygı ile. 13 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Demokrasi yutturmacasında kör öfke ve gerçek kazanan

Demokrasi yutturmacasında kör öfke ve gerçek kazanan

Emre Kongar
Cumhuriyet internet, 26.6.18
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altıdadır..)

Bir koşuya hazırlanıyorsunuz: 
Çok başarılı bir antrenörünüz var… 
Ayrıca genel kondisyon için, ünlü bir spor hocası da tutuyorsunuz…
Yemenizi içmenizi bu yarışmaya göre planlıyorsunuz; bir beslenme uzmanı, tanınmış bir sporcu diyetisyeni size yardımcı oluyor… 
Ruhsal hazırlığınız için, özel uzmanlık alanı spor ve sporcular olan, deneyimli bir psikiyatri profesöründen muntazam danışmanlık hizmeti alıyorsunuz. 
Sonunda ulaşabileceğiniz en yüksek performans noktasına erişiyorsunuz…
Büyük bir umutla yarışa katılıyorsunuz… 
Ve yarışı kazananın gerisinde kalıyorsunuz. 
Çünkü siz koşarken o motosikletle katılıyor yarışa! 
(Koşuya motosikletle katılan yarışçı benzetmesini, Erdoğan’ın Başbakanlık’tan istifa etmeden girdiği 2014 Cumhurbaşkanı seçiminde yapmıştım.) 
Üstelik birinci olan motosikletli, bununla da yetinmemiş, hakemleri bile önceden ayarlamış… 
Koşu pistini de kendine göre düzenlemiş, rakiplerini engelli şeritlerde koşmaya mecbur etmiş… 
Hatta bitiş ipini de, kendi kazanmasını garantileyecek biçimde hareketli yapmış. 
Siz canınızı dişinize takarak hazırlandığınız ve gerçekten de son nefesinizi verir gibi koştuğunuz bu yarışı kaybedince, öfkeden yanlış hedefe yöneliyor, motosikletliye değil, sizi bu maratona hazırlayanlara saldırıyorsunuz!
***
Bundan sonraki yazımda, Erdoğan/ AKP iktidarının seçimleri kazanmış görünse de Türkiye’yi niçin yönetemeyeceğini anlatacağım. 
Şimdilik, Muharrem İnce’nin son derece başarılı bir kampanya yürüttüğünü, seçmene güven veren kararlı ve şeffaf bir lider olarak ortaya çıktığını belirtmekle yetiniyorum.
***
Bence 2018 seçiminin asıl kazananı ise, ipi birincilikle göğüsleyemesebile, sandıklara canla başla sahip çıkmış olan ve müthiş bir siyasal bilinç sergileyen, demokrat seçmendir. 

DİREN DEMOKRAT SEÇMEN:
 

ZAFER BİR GÜN MUTLAKA SENİN OLACAKTIR…
ÇÜNKÜ HAKLISIN!
===================================
Dostlar,

KURTULUŞ KATIKSIZ “6 OK” !

Şiddetli politik geçimsizlik (!) nedeniyle Ulusumuzun AKP ile boşanma davası ne yazık ki sürüyor. 24 Haziran 2018 duruşmasında da sonlandırılamadı..

Ama bitecek yakında.. Hiç başka yolu yok..

CHP‘li seçmenler stratejik oy kullanarak hem İYİ Parti’yi hem de HDP’yi deyim yerinde ise ”emzirdi” ler. Bu da oy oranının %25’in altına düşmesinin temel nedeni oldu. Ne ağır yük
CHP‘ye..! İYİ Parti için 15 ödünç vekil çok ustaca bir girişimdi. Fakat mutlaka açıklanması gereken kritik – karanlık – stratejik manevralar oldu!?

Sözde seçim kazandı görünüyorlarsa da gerçeğin öyle olmadığını ve bunu nasıl kotardıklarını, dolayısıyla gerçekte altlarının boş olduğunu en iyi kendileri biliyor..

Dış alem de! Ve bu olgu ülkemizin yaşamsal çıkarları açısından başlıbaşına ciddi risk kaynağı!

Bu kez gerçekten ateşten gömlek sırtlarında..

İktidar asla sürdürülebilir değil; hele demokratik hukuk devletinden iyice kopmaksızın..

Erdoğan ülkemizi bir anonim şirket gibi yönetmek istediğini bir kez daha açıkladı. Türkiye kimsenin babasının malı olmadığı gibi, Erdoğan da CEO değil! Türkiye’de egemenlik bağsız koşulsuz halkındır, TEK ADAMIN asla değil ve olmayacaktır!

Seçim matematiği sağlıklı değil! YSK sandık verileriyle CHP – İYİ Parti ve HDP’nin elindeki verilerin örtüşüp örtüşmediğini bilmeliyiz. İYİ Parti kıl payı %10.. HDP %1 fazla.. Baraj altında kaldılar da bu “bonus” lara fit mi oldular? Bu 3 parti sorumuzu yanıtlasın; yurttaşlara, STK’lara bu açıklamalarını doğrulama olanağı versin.. YSK’daki ıslak imzalı tutanaklar korunsun. Gerekirse uluslararası hakemler, Noter çağrılsın. AKP’den bir SEÇİM DARBESİ daha yemeyelim! Bu şaibe toplumda huzur, BARIŞ.. bırakmaz! Er ya da geç gerçekler öğrenilir; keser döner, sap döner, hesap da döner; TAMAM mı!?

Ne yazık ve ne acı ki “seçtirilmiş sultan”, korkarız ki giderek daha despotik – otokratik bir düzene sürükleyecek ülkemizi. Politik desteği yetersiz olduğundan, tek yolu şiddet – baskı.

Ama tarih bize bu tür rejimlerin halkın direnci ve sabrı ile + ÖRGÜTLÜ SAVAŞIMI ile mutlaka ama mutlaka, önünde – sonunda yerle bir edildiğini ve hesabının yargıda sorulduğunu kanıtlıyor. Demokrat – yurtsever seçmenimiz vargücüyle olağanüstü çalışmıştır; gönülden kutluyoruz ülkemizin bu güzel insanlarını..

Direnmeye devam.. çünkü bu kez iç – dış kuşatma gerçekten kavi..

  • Müstevlilerin siyasal emelleriyle çıkarlarını tevhid edenler..

Gazi’nin NUTUK’u bitirirken saptadığı, altını çizdiği ve ulusunu uyardığı bildik “olgu”..

Zafer, yorulmadan direnenlerin olacaktır.. Bu, şaşmaz bir yaşam yasasıdır..

“Seçilmiş” (!?) Sultan “topal ördek” sayılabilir.. Partisi TBMM’de salt çoğunluğa sahip olmadığı gibi, %8 dolayında (yaklaşık 4 milyon!) oy yitirmiş durumda. Bir yanda MHP bir yanda HDP sıkıştıracak. Kendi tabanı da elbette; %52 oyu ise asla tartışılmaz değil. Ekonomi uçurum eşiğinde, OHAL kaldırılınca mağdurları hak arayacak, tazminatlar, işe iadeler.. Aldatılan – kandırılan muhalefet ise asla boyu eğmeyecek; tersine daha da bilenmiş direnecek..
Türkiye, yönetimi son derece zor bir sürece sürüklendi AKP=RTE‘nin ölçüsüz ihtirası ile. Ama biz Ulusumuza ve onun köklü birikimine – sağduyusuna – savaşımcılığına inanıyoruz.

Türkiye bu “lanetli parantezi” de açacak, aşacak, kıracak. Tarihin tekerleği asla geri döndürülemeyecek!

CHP bu süreçte öncü – motor olmak zorunda..

Hızla toparlanmalı ve silkinmeli, bırakın iç çekişmeleri..

“Beni vurmak kurtuluş mu, beni vurma kurtuluş mu!?” İlahlar gazapta ve kurban mı istiyor?
(beni : Kemal Kılıçdaroğlu‘nu!)

İçerdeki Truva atlarını tasfiye ederek
“6 Ok” un büyülü rotasına girin,

orada toplanalım yeniden!

Kurtuluşun özlü reçetesi bu-dur :

  • Katıksız “6 Ok”

Anlaşıldı mı, TAMAM mı!?

Sevgi ve saygı ile. 26 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Bilişsel tutarsızlık: Önlenemez çöküş!

Bilişsel tutarsızlık: Önlenemez çöküş!
Emre Kongar
, 14.6.18, Cumhuriyet

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

“Bilişsel Tutarsızlık”, inançlar ile tutum ve davranışlar arasındaki çelişkiyi vurgulayan bir terimdir. İngilizcesi “Cognitive Dissonance” tır.

Erdoğan/AKP iktidarının önlenemez çöküşünün altında yatan temel mekanizmayı belirler!
***
“Bilişsel Tutarsızlık” iki yönlü çalışır:
1) İnançlarımız bağlamında, bunlarla çelişkili olan ufak tefek tutum ve davranışları görmeyiz.
2) İnançlarımıza aykırı tutum ve davranışlar, kritik bir birikime erişince, inançlarımızı etkiler!
İnançlarla, tutum ve davranışlar arasındaki tutarsızlığın bu iki yönlü etkisi, hem kendimiz hem de başkaları için geçerlidir.
1) İnançlarımıza aykırı küçük tutum ve davranışlarımıza izin veririz; mesela çok dürüst olduğumuza inanır ama ara sıra beyaz yalanlar söyleriz…
Başkaları hakkındaki duygularımız onların, bu duygularımıza ters düşen tutum ve davranışlarını kabul etmemize sebep olur; mesela sevdiğimiz insanların ufak tefek hatalarını görmezden gelir veya rasyonalize ederiz.
2) Ama gerek kendi tutum ve davranışlarımız, gerekse başkalarında gözlemlediğimiz tutum ve davranışlar, inançlarımıza çok aykırı olmaya başlar ve zaman içindeki birikimleri kritik bir noktaya erişirse, o zaman hem kendimiz hem de başkaları hakkındaki inançlarımızda değişiklik olur.
Dini inançlar böyle zayıflar, dostluklar böyle bozulur, parti tercihleri böyle değişir.;
***
Erdoğan/ AKP iktidarı, bugün, bugün olmazsa yarın, mutlaka gidecektir…
Gidiş süreci ne kadar uzun sürerse, toplum için maliyeti o kadar yüksek olacaktır:
Çünkü bireysel olarak da toplumsal olarak da seçmenlerde yarattığı “BilişselTutarsızlık”, başlangıçta olduğu gibi lehine değil, kritik birikim noktasını aştığı için, artık aleyhine işlemeye başlamıştır:
Yani seçmenin, başlangıçta, demokrasi adına ona duyduğu güven ile görmezden geldiği antidemokratik tutum ve davranışları o denli birikmiştir ki, artık onun “Demokrat olduğuna ilişkin inanç” yitirilmiştir.;
***
Muharrem İnce’nin başarısı da tam bu noktada ortaya çıkıyor:
İktidarın, Demokrasi inancına aykırı olan, bölme, düşmanlaştırma vekutuplaştırmaya dayalı olan baskıcı ve adaletsiz tutum ve davranışlarınınyarattığı “bilişsel tutarsızlığı”…
Bütün toplumu sevgi ile birleştirme, bütünleştirme ve herkesi adalet ve özgürlük içinde kucaklama stratejisi ile açığa çıkarmış…
Ve böylece, seçmende, Erdoğan/AKP yönetiminin antidemokratik tutum ve davranışlarından kaynaklanan “Bilişsel Tutarsızlığın” iktidara olan inancı sarstığı noktayı yakalamış, ayrıca bu sarsılmanın oy verme tutum ve davranışını etkileme potansiyelini harekete geçirmiştir.
***
HİÇ KİMSE, DEMAGOJİK BİR İKTİDARA, KENDİSİ KADAR ZARAR VEREMEZ:
DİREN DEMOKRASİ… SENİ GERİ GETİRİYORUZ!
=============================================

Dostlar,

ERDOĞAN’ın BİLİŞSEL DURUMU

“Bilişsel Tutarsızlık” (“Cognitive Dissonance”) durumunun 1 adım ötesi tıbbi terminolojide
“Bilişsel Bozukluk” (“Cognitive Disorder”) olarak bilinir.

ICD 10 olarak kısaca bilinen Uluslararası Hastalık Sınıflandırması‘nda özel bir kodu olan nöro-psikiyatrik sorundur. “Bozukluk” sözcüğü günlük dildeki anlamından farklı olarak bilimsel bir terimdir ve İngilizce “Disorder” sözcüğü karşılığı olarak üretilmiştir, yaygın kullanımdadır. Meslektaşımız Uzman Dr. Mustafa Altıoklar‘a, Erdoğan için “Narsisistik kişilik bozukluğu” nitelemesi nedeniyle hakaretten hapis cezası verilirken bu hataya (?!) düşülmüş ve salt  “bozukluk” dediği için ceza istenmiş, savcılık katılmış, mahkeme de ceza vermiştir. Oysa “Narsisistik kişilik bozukluğu” o psikiyatrik durumun tam tanımıdır ve ICD 10’da özgün kodu vardır. Konuyu o sıralar web sitemizde kapsamlı işlemiştik (http://ahmetsaltik.net/2015/03/19/narsistik-kisilik-bozuklugu-ve-erdogan/ ve http://ahmetsaltik.net/2015/03/19/erdoganin-akil-sagligi/).

Erdoğan‘ın son zamanlarda zaman – mekan – kişi – olay bağlamında ciddi ve yinelenen gafları oluyor.. Bunlar nasıl açıklanabilir?

Eğer halk yutarsa diye bilerek çarpıtma değil ise -ki bu da başlı başına ağır bir siyaset etiği / ahlakı sorunudur ve kabul edilemez!- aşırı yorgunluk, bir adım sonrası sürmenaj, onun da ötesi “tükenme sendromu” mudur? Ya da “bilişsel bozukluk” durumu mudur? Bilmiyoruz.. “Bilişsel bozukluk” da her hastalık gibi herkesin başına gelebilir. Hekim muayenesi ve “Kognitif bozukluk testi” denenen bir test ile tanı konabilir. Tabii derecesine göre de kişinin hukuksal hak ve fiil ehliyeti sınırlandırılabilir, vasi atanabilir, çalışma yaşamından / kamu görevinden çekilerek ya durumuna uygun iş verilir ya da engellilik (maluliyet) gerekçeli olarak emekli edilir.

Adli olaylarda sanıklar hakkında hüküm kurmadan, gerektiğinde bu teste dayalı adli tıp / hekim raporu istenir ve cezada indirim gerekçesi olarak kullanılabilir.

Ülkeyi yönetecek olanların yetki ve sorumlulukları çok geniş ve ağırdır. Bütün bir ülke ve milyonlarca insanın yaşamını yakından ve doğrudan ilgilendiren kararlar alabilecek yöneticilerin bedensel / bilişsel / ruhsal yönden tam sağlıklı olmaları gerekir.

Uygar ülkelerde bu tür tıbbi kurul raporları göreve gelmeden kamuoyuna sunulur, gerektiğinde uygun aralıklarla yinelenir. Böylesi bir  geleneğin hatta hukuk normunun ülkemizde de yerleşmesinde büyük yarar vardır.

Hiç kimse tek başına bir ülkeden / halktan daha önemli – öncelikli ve değerli değildir.

Sevgi ve saygı ile. 14 Haziran 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com

Parti Devleti’nde seçmen sorumluluğu

Parti Devleti’nde seçmen sorumluluğu

Cumhuriyet, 07 Haziran 2018

Parti Devleti’nde seçim, yalnızca ortada bir sandık durduğu için normal seçime benzer… Onun dışında, pek çok bakımdan farklıdır: 
1) Adayların bazıları, (hem de “Parti Devleti Hukukuna” göre bile yargılanıp mahkûm edilmeden) hapiste olabilir. 
2) İktidardaki parti ve aday, hiçbir seçim yasağına uymaz. 
3) Parti Başkanı, devletin bütün olanaklarını, uçaklarını, otomobillerini, otobüslerini, radyolarını, televizyonunu, hiçbir sınırlama ve kısıtlama olmadan kullanabilir. 
4) Parti Başkanı, kendisinin ve partisinin propagandasını, Devlet Başkanı sıfatıyla katılması gereken bütün etkinliklerde fütursuzca yapar. 
5) Başkanın “Benim bakanım, benim valim” dediği bakanlar, müsteşarlar, valiler ve elbette kaymakamlar, emniyet müdürleri, jandarma komutanları, seçmene, parti adına hizmet ve baskı yaparlar. 
6) Sivil ve asker bürokratlar, iktidardaki partinin propagandasını yapar, örneğin, generaller, üniformalarıyla Parti Devleti Başkanı’nın kampanyasına açık destek verirler; muhalefete yaklaşanlar ise derhal cezalandırılır. 
7) Seçmen listeleri Parti Devleti’nin memurları tarafından hazırlanır, sandıklar Parti Devleti tarafından istenilen yerlere taşınır ve kontrol edilir. 
8) Seçimleri denetleyen Yüksek Yargı Organları, oy verme sırasında işlerin kötüye gittiği anlaşılırsa, Parti’nin kazanması için, yasaların açık hükümlerine aykırı kararlar alır. 
9) Başta yüksek yargı organları olmak üzere, tüm yargı mekanizması, Parti’nin emrinde, seçimlerin parti ve partinin adayı tarafından kazanılması için yapılan her baskıyı onaylar. 
10) Sözde “Devlet”, yasama, yürütme ve yargı olarak bütün aygıtlarıyla, muhalefet partilerinin ve Cumhurbaşkanı adaylarının önüne her türlü baskıyı, tehdidi, engeli koymak için harekete geçer. 
11) Parti Devleti’nde yapılan seçimlerde, elbette, medya özgürlüğü, eşit ve adli propaganda koşulları gibi ilkeler de hayaldir.
***
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, İstiklâl Savaşı’nı kazanıp
“millet egemenliğine” 
dayalı olarak “Demokratik Cumhuriyet” modeline göre kurduğu “Devlet”, Erdoğan/AKP tarafından, bu hedefinden saptırılarak, “milletin”elinden alınıp bir “Parti Devleti”ne dönüştürülüyor. 
“Millet İttifakı” bu gidişe “Dur” demek, “Devleti” tekrar “millete” geri vermek için kurulmuştur. 
24 Haziran/8 Temmuz seçimleri “Demokratik Cumhuriyet”in önündeki son fırsattır! 
Ama, “Parti Devleti”nde seçim kazanmak için: Önce sandıklara sahip çıkmak gerekir. 
Sandıklara sahip çıkmak için de salt  adayların, liderlerin değil, asıl, seçmenlerin:

  • Demokrasi aşkının ateşiyle çifte su verilmiş çelik gibi esnek bir sağlamlığa… 
  • Ve Aydınlanma coşkusunun getirdiği bereket ve feyzden kaynaklanan
  • İNCE bir çevikliğe sahip olmaları gerekir!

PARTİ DEVLETİNE HAYIR: 
YAŞASIN DEMOKRASİ!