Etiket arşivi: Dr. Ahmet SALTIK – Mülkiyeliler Birliği Üyesi

1 Mayıs’ı hapiste kutlamak

1 Mayıs’ı hapiste kutlamak

Emre Kongar
Cumhuriyet, 1 Mayıs 2017

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır.)

2. Silivri Trajedisi’ni yaşadığımız şu günlerde kutlayacağımız
1 Mayıs sırasında, pek çok yazar, çizer, gazeteci, medya yöneticisi hapiste.

Bunların bir bölümü, 1. Silivri Trajedisi’ni yaratmakta büyük sorumluluk taşıyanlar.
Bir bölümü ise bu trajediye ya açıktan ya da suskun kalarak destek verenler. Elbette o trajediye karşı çıkan ve “Adalet” diye, “Demokrasi” diye, “Hukuk” diye direnenler de var aralarında.
***
Ben 1. Silivri Trajedisi zamanında yapılan haksızlıklar, hukuksuzluklar, adaletsizlikler karşısında, “Yapmayın etmeyin, Hukuk ve Adalet bir gün size de gerekir.” diye çok söyledim ama kimseye dinletemedim.
Ne zaman ki iktidar ortakları, Gülen Cemaati ile AKP, birbirlerine düştüler ve kavgaya giriştiler, işte o zaman 1. Silivri Trajedisi’nin hesabı da sorulmaya başlandı:
Ama bu hesaplaşma da Hukuk Devleti ve Adalet ilkeleri çerçevesinde olmayınca
“2. Silivri Trajedisi”
ortaya çıktı.
***
Ben, iktidar mücadelesi yapan gruplardan bağımsız olarak, Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti’nden yanayım:
Onun için de sürekli bir biçimde, her zaman, HERKES İÇİN Demokrasi’yi, İnsan Hakları’nı, Hukuk Devleti’ni ve Adalet’i savunuyorum.
Halkın, milletin, seçmenin, adına ne derseniz deyin, iktidarı belirleyen ve farklı parçalardan oluşan büyük kitlenin, Adalet’i ve Barış’ı, ancak İnsan Hakları’na dayalı bir Hukuk Devleti içinde bulabileceğine inandığımdan,
HERKESE “Demokrasi için Dİ – REN” diyorum.
Bu nedenle de DİSK, KESK, TTB ve TMMOB ortak eylemi olan bu yılki 1 Mayıs kutlamaları için yayımlanan bildiriyi destekliyorum.
Bu bildiride yer alan ilkelerin demokrasiyi güçlendireceğine ve böylece, hapisteki yazar, çizer, gazeteci, medya yöneticisi olan bütün insanların uğradıkları haksızlık ve hukuksuzlukların önlenmesine de yardımcı olacağına inanıyorum…
Ve diliyorum ki onlar da, ister içeride isterse dışarıda olsunlar, her zaman, HERKES İÇİN bu ilkeleri desteklesinler.
***
“Devletin tüm olanaklarının kullanılmasına, teksesli medyaya, hayır diyenlerin engellenmesine rağmen yurttaşların en az yarısı (Halkoylamasında) Hayır dedi.” Böyle bir anayasa değişikliği ile ülke huzur, barış ve istikrar bulamayacaktır.”
“Türkiye’nin acil ve yaşamsal ihtiyacı eşitlikçi, özgürlükçü, laik ve sosyal bir Anayasadır.”

  • “Halkın en az yarısının Hayır dediği bir rejim değişikliğini, cebren ve hile ile
    meşrulaştırma girişimlerine karşı 2017 1 Mayıs’ı çok daha anlamlı ve önemli hale gelmiştir.”
    “2017 1 Mayıs’ı, milyonların ‘hayır’lı buluşmaları olarak örgütlenecektir.”
    “Yüz binin üzerinde kamu emekçisini ve işçiyi, haklarında hiçbir yargı kararı
    bulunmadan işinden eden Kanun Hükmünde Kararnamelere, OHAL fermanlarına ‘Hayır’ demek için 1 Mayıs’ta alanlarda olacağız.”
    “Halkın seçtiği vekillerinin yaptığı Seçim Yasası’nı yok saymayı marifet bilen YSK örneğinde olduğu gibi, adaletin çivisinin çıktığı, Meclis’in tamamen yok sayıldığı
    tek adam rejimine
    1 Mayıs meydanlarında tüm gücümüzle ‘Hayır’ diyeceğiz.”
    ***
    1 Mayıs 2017’de, başta Cumhuriyet gazetesi mensupları olmak üzere, hapistekileri asla unutmuyorum… Haksızlığa ve hukuksuzluğa uğrayan herkesin sorununun ancak Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti ilkelerinin ödünsüz uygulanmasıyla çözülebileceğine inanıyorum…
    Bu duygularla, içerideki ve dışarıdaki herkesin 1 Mayıs Bayramı’nı
    “Demokrasi için DİREN” diyerek kutluyorum.
    =======================================
    Dostlar,

Sn. Kongar’ın bu yazısı da öbürleri gibi çok değerli. Öncelikle “1 ve 2. Silivri Trajedisi”
biçiminde kavramsallaştırması kayda değer ve tutabilir.
DİSK, KESK, TMMOB, TTB’nin 1 Mayıs basın açıklamasını temel almakta ve desteklemekte. Bu açıklamaya biz de web sitemizde yer verdik Sn. Kongar’ın makalesinden önce. 2 noktada çekincelerimiz oldu, onları açıkladık ilgili yazımızda.. (HAYIR’ını al da gel: Emek, barış, demokrasi için yaşasın 1 Mayıs!)

Biz de,  içerideki ve dışarıdaki herkesin 1 Mayıs Bayramı’nı kutluyor ve
“Demokrasi için DİRENİN” çağrısı yapıyoruz.

Anayasanın 2. maddesini tam olarak, kendi bütünlüğü içinde sistematik olarak anımsamanın
çok gerekli olduğunu düşünüyoruz :

  1. Cumhuriyetin nitelikleri
    Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti,
    – toplumun huzuru,
    – milli dayanışma ve
    – adalet anlayışı içinde,

    1. insan haklarına saygılı,
    2. Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
    3. Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
    4. demokratik,
    5. laik ve
    6. sosyal bir
    7. hukuk Devletidir.
    ****
    Görüldüğü gibi, 2. maddede sayılan Cumhuriyetimizin nitelikleri 3 gerekçeye dayalı :
    – toplumun huzuru,
    – milli dayanışma ve
    – adalet anlayışı..
    Ardından Cumhuriyetimizin değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek 7 özelliği sıralanıyor. İlk özellik “insan haklarına saygılı” olmadır ve övünç kaynağıdır. Bu Anayasa (1982 Anayasası) “Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan” betimlemesi ile Anayasanın metnine dahil olan “Başlangıç” bölümüne gönderme yapmakta ve bu bölümü pekiştirmekte
    hem de 2. madde içeriğini gerekçelendirmektedir. Türkiye Cumhuriyeti anayasasının değiştirilemez ve değiştirilmesi önerilemez temel nitelikleri sayılırken genellikle bir klişe olarak 4 temel (Demokratik, Laik, Sosyal, Hukuk devleti) özellik sayılmaktadır. Oysa Türkiye Cumhuriyeti’nin değiştirilemez ve değiştirilmesi önerilemez, birbirini tamamlayan 7 temel özelliği 2. maddede sıralanmaktadır.AKP – MHP kutsal (!) ittifakı, 16 Nisan 2017 deli saçması halkoylaması ile bu maddenin arkasından dolanarak Cumhuriyetimizin temel niteliklerini yozlaştırarak değiştirmişlerdir.

    Güçler ayrılığının olmadığı bir anayasa metni demokratik olamaz hatta ANAYASA sayılamaz!
    (Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi md. 16)

    Gerçekte Anayasa Mahkemesi de devre dışı bırakılarak göstermelik kılınmıştır.
    18 maddelik değişiklik ne yazık ki hile ile, cebren “evet” olarak onanmış sayılmıştır.
    Gerçekte, YSK ne derse desin, kazanan “HAYIR” olmuştur.
    Diliyor ve umuyoruz ki AİHM, insanlığı utandıran bu hile ve sahteciliği
    devasa bir insanlık hakkı ihlali sayarak gayrımeşruluğu belgelesin..

    Bu nedenlerle bu gün, 1 Mayıs 2017 günü işçinin – emekçinin bayramını kutlamak ve DEMOKRASİ İÇİN DİRENMEK, TEK ADAM DAYATMASINA “HAYIR” demek için alanlarda olmalıyız.. AKP iktidarının güvenlik önlemleri abartılı ve bir korkuyu – kaygıyı
    (Gezi benzeri bir kıvılcım!) dışavuruyor. Ne yazık ki Taksim gene emekçilere kapalı.. Yazık..

Sevgi ve saygı ile. 30 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Kılıçdaroğlu’ndan 1 Mayıs iletisi : “16 Nisan’daki gibi dayanışma içinde olmalıyız”

Kılıçdaroğlu’ndan 1 Mayıs iletisi :
“16 Nisan’daki gibi dayanışma içinde olmalıyız”

Kılıçdaroğlu’ndan 1 Mayıs mesajı: 16 Nisan’daki gibi dayanışma içerisinde olmalıyız

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “1 Mayıs, haksızlığa, eşitsizliğe, adaletsizliğe ve baskılara karşı 16 Nisan’da gösterdiğimiz dayanışmayla bütünleşmelidir” dedi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü nedeniyle bir ileti yayınladı. Kemal Kılıçdaroğlu iletisinde,

  • Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararı ne olursa olsun herkes biliyor ki ‘Hayır’ kazandı.
    Bu nedenle 1 Mayıs, haksızlığa, eşitsizliğe, adaletsizliğe ve baskılara karşı 16 Nisan’da gösterdiğimiz dayanışmayla bütünleşmelidir” vurgusu yaptı.

Kılıçdaroğlu’nun iletisi şöyle                    :

  • “Emeğin üzerindeki baskı her geçen gün artıyor. Temel haklar ve özgürlükler iktidarın OHAL sopasıyla yok ediliyor. Kamu emekçileri iş güvencesi tehdidiyle, işçiler kıdem tazminatlarının yok edilmesi riskiyle karşı karşıya. Çalışma yaşamı ve örgütlenme hürriyeti daha fazla kıskaca alınmak isteniyor. Kiralık işçilik, taşeronlaşma ve güvencesiz çalışma iş yaşamanın tüm alanlarında yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. İşsizlik ve iş kazaları artıyor, yoksulluk kökleşiyor; gelir adaletsizliği ve eşitsizlik ülkemizin kaderi haline getirilmek isteniyor. Bu olumsuz tabloya karşın 16 Nisan 2017 Pazar günü yapılan halkoylamasında ortaya çıkan tablo, demokrasiden ve özgürlükten yana tüm kesimlerin birlikteliğinin ve dayanışmasının, haksızlığa ve tiranlığa karşı ortak mücadelesinin engellemelere rağmen başarıya ulaşacağını gösterdi.
  • Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararı ne olursa olsun herkes biliyor ki ‘Hayır’ kazandı.
    Bu nedenle 1 Mayıs, haksızlığa, eşitsizliğe, adaletsizliğe ve baskılara karşı 16 Nisan’da gösterdiğimiz dayanışmayla bütünleşmelidir. CHP olarak bizler 1 Mayıs Mücadele, Birlik ve Dayanışma Günü’nü emeğin, demokrasinin ve özgürlüğün bayramı olarak, emekçi halkımızla birlikte meydanlarda kutlayacağız. Emeğin, dayanışmanın, özgürlüğün, demokrasinin ve barışın bayrağını hep birlikte dalgalandıracağız. İşçilerimizin ve emekçilerimizin 1 Mayıs’ını kutluyor, yurttaşlarımıza huzur ve barış içerisinde kutlayacakları bir gün diliyorum.
    Yaşasın 1 Mayıs!
    ==================================
    Dostlar,Sn. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun iletisi son derece yerinde bir içerik taşıyor. Özellikle
  • Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararı ne olursa olsun herkes biliyor ki ‘Hayır’ kazandı.”Türkiye’ni tiranlığa sürüklenmemesi için;
    Anayasa’nın 2. maddesinde sayılan
    – insan haklarına saygılı,
    – demokratik, laik sosyal – hukuk devletinin
    mutlaka savunulması gerek.
    Bu amaçla ülkenizin tüm güçlerinin ortak davranması gerekiyor..

    Bunun yol ve yöntemi hızla örülmeli.. CHP olgunluk ve sorumlulukla öncülük etmeli..

    Yaşasın 1 Mayıs işçinin ve emekçinin bayramı!

    Sevgi ve saygı ile. 30 Nisan 2017, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

HAYIR’ını al da gel: Emek, barış, demokrasi için yaşasın 1 Mayıs!

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır…)
DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, DİSK Genel Merkezi’nde gerçekleştirdikleri basın toplantısıyla 1 Mayıs gündemlerini ve programlarını açıkladılar.

Basın toplantısına DİSK Genel Başkanı Kani Beko, KESK Eş Genel Başkanı Lami Özgen, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, DİSK Genel Sekreteri Dr. Arzu Çerkezoğlu, DİSK Yönetim Kurulu üyesi Kanber Saygılı, DİSK üyesi sendikaların merkez ve şube yöneticileri ve işçiler katıldı.

DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun okuduğu ortak açıklamada, 2017 1 Mayıs’ının,
hile-hurda ile dayatılan tek adam rejimine karşı demokrasi için, giderek derinleştirilen ve ülkeyi Ortadoğu’daki çatışmaların ateşine sürükleyen savaş politikalarına karşı barış için, giderek pervasızlaşan emek düşmanlığına karşı emeğin hakları için, MİLYONLARIN ‘HAYIR’LI BULUŞMALARI olarak örgütleneceği duyuruldu.

Kani Beko dört emek ve meslek örgütü başta olmak üzere, dost kurumlarla beraber, İstanbul’da Bakırköy Halk Pazarı başta olmak üzere, Türkiye’nin her yerinde olabildiğince yaygın, kitlesel, coşkulu ve ‘HAYIR’LI 1 Mayıs buluşmalarını birlik içinde örgütlemeye karar verildiklerini söyledi. Açıklamanın tam metni şöyle:

‘HAYIR’INI AL DA GEL! EMEK BARIŞ DEMOKRASİ İÇİN YAŞASIN 1 MAYIS!

Dünyanın dört bir yanındaki milyarlarca işçi için, emekçi için, tüm ezilenler ve yok sayılanlar için her 1 Mayıs, birliğin-mücadelenin ve dayanışmanın gücüyle umudun büyütüldüğü gündür.

Yok sayılan emeğin, dünyanın dört bir yanında görkemli bir biçimde varlığını gösterdiği gündür 1 Mayıs. Dünyanın her yerinde en merkezi ve en büyük meydanlar, emeğin bu görkemli buluşmasına tanıklık eder. İşçiler özlemlerini, umutlarını, taleplerini istedikleri meydanlarda özgürce ifade eder.

Türkiye’de ise maalesef 1 Mayıs’lar iktidarların getirdiği yasaklar ve devlet şiddetinin gölgesi altında kutlanmaktadır. 365 gün bu ülkenin tüm değerlerini ve güzelliklerini üretenlere bir gün dahi saygı gösterilmemektedir. Siyasi iktidar bir gün için dahi işçilerin taleplerine kulak vermemekte, yıllardır 1 Mayıs mitinginin kendi istediği yerde yapılmasını dayatmaktadır. “Ayaklar baş olursa kıyamet kopar” diye açıklanan bu tutum, 2017 yılında da devam etmektedir.

  • 1 Mayıs 1977’deki kontrgerilla katliamının 40’ıncı yılında da bu dayatmanın sürdürülmüş olması ölenlere ve işçi sınıfına saygısızlık olarak tarihe geçecektir.
  • 15 Temmuz darbe girişimine karşı, bizler de dahil olmak üzere, yurttaşların buluştuğu
    Taksim alanı ne yazık ki yeniden yasaklı meydan haline getirilmiştir.

Bizler 4 emek ve meslek örgütü olarak, ulusal ve uluslararası mahkemelerin verdiği yargı kararlarını tanımayarak hukuksuz bir yasakta ısrar edenlerin er ya da geç bu tutumlarının hesabını vereceklerinin altını bir kez daha çizmek istiyoruz.

Hukuku, demokrasiyi, evrensel temel hak ve özgürlükleri yok saymayı bir rejim biçimi olarak benimsemiş anlayışa karşı, bu yıl her zamankinden çok daha yaygın, kitlesel ve coşkulu bir biçimde buluşmayı görev biliyoruz.

Bilindiği gibi, emekçilerin haklarını geliştirmeyen, aksine zarar veren ve tek adam rejimini dayatan bir anayasa için referanduma gidildi. Devletin tüm olanaklarının kullanılmasına, tek sesli medyaya, “hayır” diyenlerin engellenmesine karşın yurttaşların en az yarısı HAYIR dedi. Böyle bir anayasa değişikliği ile ülke huzur, barış ve istikrar bulamayacaktır.

  • Türkiye’nin acil ve yaşamsal ihtiyacı eşitlikçi, özgürlükçü, laik ve sosyal bir Anayasadır.

Ancak ülkeyi yönetenler bu gerçeklere gözünü kapatmakta, Türkiye’ye tek adam rejimi dayatmaktadır. Halkın en az yarısının HAYIR dediği bir rejim değişikliğini, cebren ve hile ile meşrulaştırma girişimlerine karşı 2017 1 MAYIS’ı çok daha anlamlı ve önemli hale gelmiştir.

2017 1 Mayıs’ı, hile-hurda ile dayatılan tek adam rejimine karşı demokrasi için, giderek derinleştirilen ve bizi Ortadoğu’daki çatışmaların ateşine sürükleyen savaş politikalarına karşı barış için, giderek pervasızlaşan emek düşmanlığına karşı emeğin hakları için, MİLYONLARIN HAYIR’LI BULUŞMALARI olarak örgütlenecektir!

Bizler 4 emek ve meslek örgütü başta olmak üzere, dost kurumlarla beraber, İstanbul’da Bakırköy Halk Pazarı başta olmak üzere, Türkiye’nin her yerinde olabildiğince yaygın, kitlesel, coşkulu ve HAYIR’LI 1 Mayıs buluşmalarını birlik içerisinde örgütleyeceğimizi ilan etmek istiyoruz.

  • Olağanüstü Hal’e, Kanun Hükmünde Kararnamelere ve tek adam rejimine HAYIR demek için 1 MAYIS’TA ALANLARA!

Darbe girişimine karşı ilan edildiği iddia edilen Olağanüstü Hal ile hukukun ayaklar altına alındığı, yurttaşların temel hak ve özgürlüklerinin keyfi biçimde gasp edildiği bir rejim kalıcı hale getirilmek istenmektedir.

  • Yüz binin üzerinde kamu emekçisini ve işçiyi, haklarında hiçbir yargı kararı bulunmadan işinden eden Kanun Hükmünde Kararnamelere, OHAL fermanlarına HAYIR demek için
    1 MAYIS’ta alanlarda olacağız.Sendikal örgütlenme hakkını KHK ile ortadan kaldıran, kamu emekçilerinin toplu iş sözleşmesi hakkını ve kazanımlarını yok sayan antidemokratik uygulamalara teslim olmayacağız.
    Halkın seçtiği vekillerinin yaptığı Seçim Yasası’nı yok saymayı marifet bilen YSK örneğinde olduğu gibi, adaletin çivisinin çıktığı, Meclisin tamamen yok sayıldığı tek adam rejimine
    1 MAYIS meydanlarında tüm gücümüzle HAYIR diyeceğiz!

Kıdem tazminatının gaspına HAYIR demek için 1 MAYIS’TA ALANLARA!

Referandum öncesinde kezlerce dile getirdiğimiz gibi, 16 Nisan’ın ardından ilk işleri kıdem tazminatına göz dikmek oldu. Patronlar “yük” olarak görüyor diye işçi sınıfının ve bütün çalışanların 80 yıllık kazanımına göz dikenlere “HAYIR” demek için 1 MAYIS ALANLARINDA OLACAĞIZ. Emekçilerin iş güvencesi, işsiz kaldığında kara gün dostu olan kıdem tazminatından nemalanmak isteyenleri, İşsizlik Sigortası Fonu’nu yağmalamalarından tanıyoruz. Tüm emekçileri yağmaya ve talana HAYIR demeye, 1 MAYIS ALANLARINA çağırıyoruz.

Taşeron köleliğine ve kamu emekçilerinin iş güvencesinin kaldırılmasına HAYIR demek için 1 MAYIS’TA ALANLARA!  

Milyonlarca taşeron işçisinin umutlarını yıllardır aldatmacalarla sömürenlere, 1 Kasım 2015 seçimlerinden önce “taşerona kadro” vaat edip sözünde durmayanlara HAYIR demek için
1 MAYIS ALANLARINDA olacağız. Taşeron işçilerin mücadele ederek ve mahkemelerde kazandıkları kadro hakkını tanımadığı gibi taşeron düzenini bile aratacak “kiralık işçilik” uygulamasını, işçi simsarlığını yasal hale getirmek isteyenlere 1 MAYIS ALANLARINDAN HAYIR diyeceğiz! Taşeron işçilerine kadro vaadini tutmadığı gibi kamu emekçilerinin 657 sayılı yasadan kaynaklanan iş güvencelerini ortadan kaldıracaklarını açıklayanlara, milyonlarca kamu emekçisine güvencesiz çalışmayı dayatanlara omuz omuza HAYIR diyeceğiz!

‘HAYIR’INI AL DA GEL!

Bu topraklarda emeğiyle, onuruyla yaşayan hemen herkesin HAYIR dediği o kadar çok şey var ki! 1 MAYIS ALANLARI herkesin ‘HAYIR’ını alıp geldiği rengarenk ve apaydınlık meydanlar olacak.

  • İşsizliğe HAYIR,
  • kiralık işçiliğe HAYIR,
  • iş cinayetlerine HAYIR,
  • krize HAYIR,
  • yoksulluğa HAYIR,
  • zamlara HAYIR,
  • içeride ve dışarıda savaşa HAYIR, (AS: çekincemiz aşağıda)
  • kentlerin ve doğanın yağmasına HAYIR,
  • kutuplaşmaya HAYIR,
  • kadın cinayetlerine HAYIR,
  • çocuk istismarına HAYIR,
  • cinsiyetçiliğe HAYIR,
  • kamu hizmetlerinin ticarileşmesine HAYIR,
  • gazetecilerin, siyasetçilerin, gençlerin hapishanelere doldurulmasına HAYIR,
  • akademinin ve bilimin bitirilmesine HAYIR,
  • sömürüye HAYIR,
  • diktaya HAYIR… gibi milyonlarca HAYIR’lı çığlık 1 MAYIS ALANLARINDA buluşacak!

Haydi, hep beraber, birlik olarak, dayanışmamızı güçlendirerek, mücadelemizi büyütmek için
1 MAYIS ALANLARINA!

Yaşasın İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği (AS: çekincemiz aşağıda)
Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik ve Dayanışması!

YAŞASIN 1 MAYIS!


====================================
Dostlar,

TTB ve birlikte davranan DİSK, KESK ve TMMOB’nin 1 Mayıs kutlaması yarın,
1 Mayıs 2017 günü saat 13:00’te Ankara Kolej meydanında başlayacak..
Basın açıklamasında 2 yerde çekincemiz var :

1. Türkiye’de “halklar” değil tek bir halk vardır ve adı Türk halkıdır.
Büyük ATATÜRK‘ün tanımlamasında olduğu gibi,

  • “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye ahalisine/halkına Türk Milleti denir.” 

    Ülkemizde farklı etnik kümelerden yurttaşlarımız olduğu bir gerçektir ancak
    hep birlikte Türk Milleti / Türk halkıyız.

İkincisi “içeride ve dışarıda savaşa hayır.”.. Türkiye, “içeride” emperyalizmin bölücü ve ağır silahlı taşeron örgütüne karşı bir meşru savunma içindedir. Bu bir “savaş” ise, başlatan ve yönlendiren) 1984’ten bu yana) ne yazık ki Batı emperyalizmidir. Burada “savaş” terimini kullanmak, bölücü, silahlı emperyalizmin maşası PKK‘yı uluslararası hukuk katında “savaşan taraf” statüsüne yükseltmektir ki, asla doğru değildir ve kabul edilemez. PKK açıkça bir taşeron terör örgütüdür! Dileriz, basın açıklamasındaki bu anlatım, uyardığımız anlamda değildir..

“Dışarıda” savaşa gelince; BM Sözleşmesi gereğince (md. 51) ve BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 111. maddesi uyarınca sınır ötesinde ülkemizin güvenliğini tehdit eden oluşumlara karşı sıcak takip, uluslararası hukuktan kaynaklanan egemen devlet hakkımızdır.

Bunun dışında, başka ülkelerin içişlerine karışmak, oralarda isyan vb. çatışmaları kışkırtmak, darbe girişimi… hele hele emperyalizmin maşalığına soyunmak.. asla onaylamadığımız hukuk dışı ve Türkiye’ye yakışmayan, “haydut devlet” davranışlardır ve uluslararası hukukta suçtur.

1 Mayıs işçinin ve emekçinin bayramını, biz de bir emekçi olarak gönülden kutluyoruz.

Küreselleşen emperyalizmi, yüzyılların utanç veren

  • “maksimum kâr” ilkelliğini – vahşetini terk etmeye ve 21. yy’ın şafağında artık “ehlileşerek” ‘makul kâr’ anlayışına çekilmesini diliyoruz. Zamanın ruhu artık bu ilkelliğe geçit vermiyor..

Sevgi ve saygı ile. 30 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Yılmaz Özdil : AHİM

AİHM

Yılmaz ÖZDİL

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Asrın liderimiz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu mu hiç? Başvurdu. Hapis cezasına çarptırılmıştı,
adil yargılama yapılmadı dedi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu.
*
Hiç kimse çıkıp “eyy asrın liderimiz, hem Avrupa’ya haçlı ittifakı diyorsun, hem de memleketi haçlılara şikayet ediyorsun” dedi mi? Demedi. Anayasal hakkıydı, hakkını kullandı.
Asrın liderimiz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bir defa daha başvurdu mu?
Bir defa daha başvurdu. Mahkumiyetine ilişkin sicil kaydı silinmişti ama, Yargıtay bu kararı yok sayıyordu, hukukum çiğnendi dedi, yürütmeyi durdurma kararı için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu.
*
Hiç kimse çıkıp “eyy asrın liderimiz, hem Avrupa’ya gavur toprakları diyorsun, hem de memleketi gavur topraklarına şikayet ediyorsun” dedi mi? Demedi. Anayasal hakkıydı, hakkını kullandı.
*
Asrın liderimiz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne üçüncü defa başvurdu mu?
Üçüncü defa da başvurdu. Hem de YSK’ya karşı başvurdu.
Siyasi yasak getirilmişti, seçme seçilme hakkı elinden alınmıştı, Yüksek Seçim Kurulu kararının haksız, yanlış ve hukuksuz olduğunu belirterek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu.
*
Hiç kimse çıkıp “eyy asrın liderimiz, hem Avrupa’ya nazi diyorsun, hem de memleketi nazilere şikayet ediyorsun” dedi mi? Demedi. Anayasal hakkıydı, hakkını kullandı.
*
Dindar cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu mu?
O da başvurdu. Eşi Hayrünnisanım, först leydi olmadan önce türban taktığı için üniversiteye kayıt yaptıramamıştı, haklarım engellendi dedi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu.
*
Hiç kimse çıkıp “eyy dindar cumhurbaşkanı, kendin muhalefetteyken, Avrupa’ya hıristiyanlar birliği diyordun, Türkiye’yi zenginler köşkünün bahçesindeki köpek kulübesine koyacaklar diyordun, şimdi bizim memleketi o köpek kulübeli hıristiyanlar birliğine mi şikayet ediyorsun” dedi mi? Demedi. Anayasal hakkıydı, hakkını kullandı.
*
Atatürk Cumhuriyeti‘ne her türlü küfürü eden ticani akit gazetesinin, yobaz yazarları Abdurrahman Dilipakla Hasan Karakaya, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu mu?
Onlar da başvurdu. Vefat eden Deniz Kuvvetleri Komutanı hakkında hakaret içerikli yazılar yazmış, tazminata mahkum edilmiş, tazminatı ödeyemedikleri için Abdurrahman Dilipak‘ın evine haciz gelmişti, ifade özgürlüğümüz ihlal edildi dediler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdular.
*
Hiç kimse çıkıp “ulan din bezirganları, üç kuruş para için Vatikancı mı oldunuz” dedi mi? Demedi. Anayasal haklarıydı, haklarını kullandılar.
*
AKP hükümeti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyor mu? Başvuruyor.
Hollanda devleti, vatandaşlarımızı köpeklere ısırtıp, aile bakanımızı kovalayarak kapının önüne koyduğunda, bizzat asrın liderimiz açıkladı, “bunların yaptığı hukuksuzluktur, göreceksiniz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gideceğiz, bütün bakan arkadaşlarımız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne müracaat yapacaklar” dedi.
*
Hiç kimse çıkıp “eyy asrın liderimiz, bunlar haçlı-hilal savaşı başlattı diyorsun, bunlar Müslüman kardeşlerimizi şehit ettiler, yaktılar diyorsun, sonra da bizim memleketi Müslüman yakanlara şikayet ediyorsun” dedi mi? Demedi.
*
Egemenlik gaspedildi. 
Oylarımız çalındı. 
Resmen suç işlendi.
Hukukun gırtlağı sıkılıyor.
CHP, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmaya hazırlanıyor.
*
Daha şimdiden ne deniyor? “Milletin iradesine saygı duymayan ikiyüzlü Cehape zihniyeti,
kendi milletini yabancılara şikayet ediyor!” (SÖZCÜ, 26 Nisan 2017)
==================================
Dostlar,

Ne diyelim?
Değerli yazar Yılmaz Özdil‘e nitelikli emeği için teşekkür ederiz önce.
Bu çelişkili, tutarsız…. hepimizi üzen davranışların sahipleri tarihte hak ettikleri yeri alacak. Dileriz halkımız da bu gerçekleri görür, siyasal tercihlerini gerçeklere göre  düzenler..
Tabii bir de AİHM’nden beklentimiz var…
Uygar Avrupa – Avrupa Konseyi’nn temel organlarından olan AİHM’nin adil, hakkaniyetli, hukuka uygun bir karar vermesini beklemek, demokratik iradesi ters yönde çarpıtılan milyonlarca yurttaşımızın en doğal hakkıdır.
AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) yaptırım organıdır. Bu Sözleşme’nin hükümlerinin çiğnenmesi durumunda, Avrupa Konseyi üyesi uluslararası hukuka göre
AİHS’ne taraf olup AİHM’nin yargı yetkisini kabul etmiştir.

AİHS, 10.3.1954’te 6366 sayılı yasa ile TBMM’ce onaylanmıştır ve Anayasa md. 90 /son fıkra kapsamındadır. 148. madde uyarınca da, AİHS ile korunan haklardan herhangi birinin çiğnemi (ihlali) karşısında ulusal hukuk yollarını tüketen ama adalete erişemeyenlerin bu mahkemeye (AİHM) başvurusu düzenlenmiştir.

İHAM-AİHM, Sözleşmede (AİHS) tanınan hakların içeriğini kendisi özerk olarak tanımlar… “Esasa ilişkin içeriği ve etkilerine göre“…
Dolayısıyla Uluslararası Mahkemenin yetki alanını dışarıdan karışma (müdahale) ya da yönlendirme ile belirlemek olanaklı değildir. Ne yazık ki ülkemizde başta Erdoğan olmak üzere kimi çevreler, mezarlıkta korkudan ıslık çalarcasına AİHM’nin Türkiye’den CHP ya da başkaca gerçek – tüzel kişilerin açacağı davayı -sözde- etkilemek için halkoylaması sonuçlarını incelemenin AİHM’in görev alanı dışında olduğu propagandası yapıyor. Oysa hukuka (=haklara) saygısı olanlar öncelikle oylamaya hile karıştırmazlar herhalde! Ardından da, böyle bir sav varsa gerçeği ortaya koymak üzere elinden geleni yaparlar…
Sonra da, ulusal – uluslararası yargı kuruluşlarına başvuru varsa, görülmekte olan bir dava hakkında yönlendirici görüş belirtmek yerine (ki bu suçtur!);

  • “… konu yargıya yansıtılmıştır, bağımsız – tarafsız yargı organlarının kararlarını bekliyoruz ve elbette saygılı olacağız.. “ denmesi gerekir.

Anayasa md. 138 çok açıktır :
“Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. 
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. 
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”

Dileyelim AİHM’nden halkoylamasında milyonlarca insanın özgür demokratik istencine (iradesine) dönük hak çiğnemi (ihlali) kararı çıksın ve halkoylaması yenilensin.. Çünkü açık bir meşruluk sorunu belgeleriyle ortadadır ve bu tablo pek çok potansiyel ciddi soruna gebedir. AKP-RTE’nin boynunda onca yanlış ve sorumluluğa karşın bir de bu kritik halka var artık. Türkiye’nin olabildiğine ağır sorunlarına ek olarak..
Kimse unutmasın; Ülkenin temeli ADALETTİR!

Sevgi ve saygı ile. 29 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

16 Nisan halk oylaması kirli bir referandumdur

16 Nisan halk oylaması kirli bir referandumdur

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın referandumdan politik açıdan zayıflayarak çıktığını öne süren Ümit Özdağ,
“Meşruluğu tartışılan referandum sonucu,
Erdoğan’ı dünya karşısında baskıya açık hale getirdi.” dedi

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
SÖZCÜ, 29 Nisan 2017, RÖPORTAJ: Nil SOYSAL
16 Nisan halk oylaması kirli bir referandumdur

– 16 Nisan’da yapılan anayasa referandumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?   
16 Nisan referandumu kirli referandumdur çünkü sandığa giren ile çıkan oyların ne olduğu aslında bilinmiyor. YSK’nın sandıklar açıldıktan sonra yapmış olduğu müdahale, Türkiye’de artık seçim güvenliğinin de kalmadığını gösterdi. Acaba gerçekleştirdiğimiz son demokratik ve adil olmasa dahi “dürüst” seçimler 1 Kasım 2015 seçimleri miydi? Türk siyasetinin önümüzdeki en temel sorunlarından birisi bu olacaktır. Kendi halkının %50’sini düşman olarak gören ve onun tarafından gayrimeşru bir referandum sonucunda iktidarı gasp etmiş olarak algılanan bir Erdoğan güçlü değil, zayıf bir Erdoğan’dır.

– Ama anayasal olarak artık gücünün zirvesinde görünüyor…
Anayasal olarak öyle ancak politik ve toplumsal gerçeklik açısından öyle değil. Erdoğan, referandum sürecinde demokratik parlamenter düzeni savunan siyasi ve toplumsal muhalefetin meşruluğunu dahi kabul etmeyen bir dil ile başkanlık sistemine karşı çıkan halka saldırmıştır. Halkın bir bölümünü düşman olarak tanımlamıştır. 17 Nisan sabahı artık karşısında referandumun dürüst olmadığını ve Erdoğan’ın kendilerini düşman olarak gördüğünü düşünen en az % 50’lik bir vatandaş kitlesi vardır.

AKPM KARARI DAHA BAŞLANGIÇ…

– Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) kararından yola çıkarak bakarsak, bu iç politik durumun uluslararası sonuçları olacak mı?
Erdoğan’ın kirli bir referandum ile sonuca ulaşmış olması, onu Batı, ABD ve AB karşısında daha da baskıya açık hale getiriyor. Batı’nın bir süreden bu yana Erdoğan ile ilgili şantaj dosyaları hazırladığı çok açık. Erdoğan’ın elinde halkın %50’sine baskı yapmak için ne kadar araç olursa olsun aslında çok zayıf bir liderdir. Batı da bu zayıflığı değerlendirmek, kirli referandumun gayrimeşruluğunu bir baskı aracı olarak dosyalar ile birlikte kullanmak için ilk adımları atmaya başladı. AKPM’nin aldığı izleme kararı ilk adım.

– Erdoğan’ın yapacağı bir şey var mı?
Erdoğan da zaafının farkında. Mayıs 2017’de çıkacağı yurt dışı gezisinin amacı verilecek tavizler ile ABD ve AB’nin başkanlığını onaylaması ile meşruluk kazanma çabası olacak. Tabii Erdoğan kendisinden her isteneni yapmak istemeyecek. ABD-AB sistemi ile Rusya-İran-Çin sistemlerini birbirlerine karşı kullanarak dengeleme mücadelesi verecek. Ancak öyle sıkışmış ve yalnızlaşmış, öylesine güven kaybına uğramış durumda ki, aslında çok zayıf.

HER AN PATLAYABİLİR!

– Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı zayıflaştıran sadece referandum mu?
Erdoğan’ı zayıflatan;
– kirli referandumun yanında
– ağır ekonomik kriz. Türk ekonomisinin geleceğine inançsızlık hızla yayılıyor.
Son 1 yıl içinde serveti 1 milyon doların üzerinde olan 6 bin kişi Türkiye’den ayrıldı.
– 
Yine son 1 yıl içinde İstanbul’da yıllık geliri 30 milyon doların üzerinde olanların %22’si Türkiye’yi terk etti.
– Türkiye’de doğrudan yatırım yapan yabancı şirketler fabrikalarını Türkiye dışına taşıma planları yapıyorlar.
– Yalnızca son 1 yılda 283 bin esnaf dükkan kapattı.
– Türk turizmi çöktü.
– İnşaat sektörü bıçak sırtında yürüyor. İstanbul’da1 milyon m2 bitmiş ofis alanı
boş bekliyor. Satılık daire sayısı, kiralık daire sayısının 10 katı.
Şişmiş bir balon her an patlamaya hazır bekliyor.
Kısa vadeli ödememiz gereken borç, 161 milyar dolar. Ortalama aylık, 14 milyar dolar borç ödememiz var.
– Cari açık, 35 milyar dolar.
– Özetle195 milyar dolara ihtiyacımız var. Sürekli borç artıyor.

Krizin aşılması için Merkez Bankası Başkanı “Yapısal Reform” diyor. Yapısal reform artık mümkün değil, çünkü yapısal reformun ön şartı bağımsız yargı. Bağımsız yargının olmadığı yerde yapısal reform olmaz.

SARAY HDP’Lİ VEKİLE NE GÖREV VERDİ?

Ümit Özdağ, “Cumhurbaşkanı hangi konularda baskı ile karşı karşıya kalabilir?” sorusuna şu çarpıcı yanıt ile karşılık verdi:

  • ABD ve AB’nin Erdoğan’ın önüne koyacağı taviz taleplerini ben şu şekilde görüyorum… 1. Kıbrıs’ta Yunan-Rum kesimi lehine çözüm istenecek.
    2. “Önce Kerkük’ün Barzani tarafından ilhakını kabul et ve Kuzey Irak’ın bağımsız Kürdistan’a dönüşmesini destekle” denilecek.
    3. PKK ile müzakerelerin başlaması teşvik edilecek. Şimdi siz bakmayın Sincar’ın ve Karaçok’un vurulmasına. Sormamız gereken soru;
    K.Y. Londra’da ne yapıyor? Ve Saray bir HDP İstanbul milletvekiline ne görev verdi?

ÜMİT ÖZDAĞ’A GÖRE BASKILAR BAŞLADI BİLE

Erdoğan’ın önüne sürülen ilk dosya Zarrab dosyası oldu 

– “Reza Zarrab’ı al, Rakka Operasyonunu ver” diye attığınız tweete de değinelim…
ABD’nin Erdoğan’ın önüne koyduğu ilk dosya Reza Zarrab dosyası oldu. Washington Erdoğan’a; “Zarrab dosyasını düşürürüm ancak senden de önce PKK ile Rakka’ya yapacağım operasyona kabul ve örtülü destek beklerim. Sonra da Rakka dahil, bütün batı Suriye’nin bir PKK/PYD bölgesi olduğunu kabul edeceksin” diyor. New York Times’ta şöyle deniliyor:
“Şubat 2017 sonunda Erdoğan eski New York Belediye Başkanı Rudolph W. Giuliani ve avukat Michael B. Mukasey ile Ankara’da görüşüyor.”

56f11cb1a781b650603fbe4e

ANLAŞMA İÇİN ÇALIŞIYORLAR

Her ikisi de Reza Zarrab’ın avukatları. Görüşmenin amacı; Suriye’de Amerikan menfaatlerine uygun bir çözüme Türkiye’nin katkı sağlaması. Aslında görüşme tam bir pazarlık. Eğer Erdoğan, Suriye’de Amerikan menfaatlerine uygun bir çözüme yardımcı olur ise ABD, Reza Zarrab’ı serbest bırakacak. Mukasey yaptığı açıklamada; Erdoğan ile görüşmelerinden sonra
iki ülkenin diplomatlarının bir anlaşma üzerinde çalıştıklarını açıkladı.

– Reza Zarrab davası konusunda ne bekliyorsunuz?

ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey de CNN’e yaptığı açıklamada “IŞİD karşıtı koalisyonun Rakka’yı işgale hazırlandığını, bu işgalde PKK/PYD’nin büyük bir rol oynayacağını söylüyor. Jeffrey, Erdoğan’ın referandum öncesinde ABD’nin PKK/PYD ile birlikte Rakka’yı işgalini kabul etmesinin kendisi için bir politik intihar anlamına gelirken, referandum sonrasında bunun mümkün hale geldiğini ifade ediyor. Jeffrey, Trump yönetiminin referandum sonucunu beklemesinin akıllıca olduğunu söylüyor.

BİR YANDAN MEŞRULUK SORUNU DİĞER YANDAN EKONOMİK KISKAÇ

– Yani yeni başkanlık anayasası eşittir ekonomik kriz mi?
Başkanlık beraberinde hukuksuz sistemi getireceği için Türkiye çok daha yüksek maliyetle borç bulacak. Türkiye’ye yatırım yapacak, borç verecek fonların hukuki onay (Legal Opinion) almaları zorlaşacak.

  • Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2016’da en çok tazminat cezası verdiği ülke Türkiye oldu.
  • YSK’nın referandum üzerine düşürdüğü gölgenin AGİT ön raporu ile teyit edilmesi, bağımsız yargı ve hukuk devleti ile ilgili son beklentileri de ortadan kaldırdı.
  • Türkiye artık kumarbaz sermaye veya tefeci sermayenin eline düşecek.
  • Üstelik artık ekonominin geleceğine güven duyulmadığı için, borç verenler Türkiye’nin borca karşılık, Varlık Fonu’nda bulunan varlıklarını rehin göstermesini istiyorlar. Nitekim Varlık Fonu’na devredilen Çaykur Katar’a rehin gösterildi.
  • Yani bir yandan kirli referandumun ortaya çıkardığı meşruluk sorunu ve halkının yarısını düşman gören uygulamaları, diğer yandan ekonomik kıskaç Erdoğan’ı baskılara açık hale getiriyor.
    ========================================
    Dostlar,14,5 yılda tek başına AKP iktidarı ile geldiğimiz, sürüklendiğimiz yer işte budur.
    16 Nisan 2017 anayasa değişikliği dayatması sonucu “TEK ADAM” rejiminde Cumhurbaşkanına TBMM’de herhangi bir biçimde soru bile sorulamayacağından; sözde güçlendirilen gerçekte yalnızlaştırılan bu kişi, her tür baskı – telkin – yönlendirme – şantaj ve tehdide açıktır. Üstelik Sn. Prof. Özdağ’ın incelik göstererek belirtmediği önemli bir husus daha var :
  • Pek çok yabancı kaynaktan öğreniyoruz ki, Erdoğan (ve ailesi) kriminalize edilmiştir (suça bulaşmış/bulaştırılmıştır) ve belgeleri büyük devletlerin elindedir. Bunların açıklanması Erdoğan’ın sonunu getirebilir. Dolayısıyla Erdoğan adeta tutsak alınmıştır. Ya Türkiye’nin yaşamsal çıkarlarından ödün verecek ya da iç + dış konjonktürün boynuna yüklediği çok ağır sorunların altında kalacaktır.
    En son halka, halkoylamasında meşruluk krizidir.Kulaklarımıza “kendim ettim kendim buldum…” sözlerinin ezgisi takılıyor.
    Erdoğan gidicidir ancak kendisine de ülkemize de faturası son derece ağır..
    Bari ülkeye ağır bedeller ödetmeden halka dönüp af dilese ve görevi bıraksa…
    Yazık bu halka..
    Mustafa Kemal Paşa bu nedenlerle gırtlağını yırtarcasına “İSTİKLAL-İ TAMME!” (tam bağımszlık!) diye haykırıyordu..

Sevgi ve saygı ile. 29 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Özgür Mumcu : Ne yapmalı

Ne yapmalı?

Özgür Mumcu
Cumhuriyet, 26 Nisan 2017

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Memleketimiz referandumdan “evet” cephesinin iddialarının tam aksine, güçlenerek değil zayıflayarak çıkmıştır. Seneler boyunca Gülen cemaatiyle ortak düşmana karşı mücadele amacıyla kurulan koalisyon, devlet kurumlarının çürümesiyle sonuçlandı. Bu çürüme 15 Temmuz’a giden yolu açtı. Darbe girişimi sonrası kurulan OHAL düzeni ise darbecilerle mücadeleyle sınırlı kalmadı. Denetimsiz bir “tek adam” rejiminin fiilen kurulmasına araç oldu.
Referandum eşitsiz şartlarda gerçekleşti demek bir iyimserlik. Referandum yakın siyasi tarihte görülmemiş bir baskının ve tek taraflı propagandanın etkisinde yapıldı. Kanunun açık hükmüne rağmen “mühürsüz oyların geçerli” sayılmasıyla birlikte kurumların çöküşüne hukuk devletinin sonunun gelmesi de eklendi.
Cemaatin devlete sızmasında başrol oynayan siyasetçiler hesap vermedi. Devlet kurumlarının ve hukuk devletinin çöküşünden sorumlu olan siyasi kadrolar bırakalım hesap vermeyi yarattıkları anayasa dışı fiili durumu, mühürsüz seçim eliyle bir anayasasızlığa dönüştürdü.
Hukuk devletinin değil kanun devletinin dahi olmadığı, hukuki ve siyasi denetimin sıfırlandığı, zayıflatılmış bir devletin keyfi bir şekilde tek şahıs tarafından yönetilmesiyle karşı karşıyayız.
Türkiye, popülizm dalgasıyla dövülen demokrasiler için artık önemli bir vaka incelemesidir. Daha ötesi değil.
Memleketimizin muhalif siyasetçilerinin çıkaracağı da çok ders var. Bu anayasasızlık döneminde alışılageldik siyaset yapma biçimleriyle erişilecek yer anlamlı değil. Henüz belki anlaşılamadı, ancak başkanlık seçimiyle genel seçimin beraber yapılacağı gün anlaşılacaktır.
Otoriter rejimlere karşı duranların asgari müştereklerde dağılmadan durması önemlidir.
Hele çok farklı kesimler bir aradaysa. Ayrıca iktidar cephesindeki kırılmalardan faydalanılmalıdır. Gelgelelim memleketimizin şartlarında bu çok zor. Mücadele sosyal olarak da örgütlenmeli. Özellikle boş bırakılan eğitim alanı başta olmak üzere hayatın her alanında örgütlenerek uzun soluklu bir mücadeleye hazır olmalı.

Yani mesela devlet destekli ve denetimsiz her tarikat yurdunun karşısına yurt binası dikip işletebilecek bir sosyal mücadele. Muhalefetin güçlü olduğu yerlerdeki yerel yönetimlere bütün baskılara rağmen önemli roller düşüyor.
Devasa bir baskı aracının karşısında bu sosyal örgütlenmeyi gerçekleştirmek imkânsız hatta böyle bir teklif saflık diye değerlendirilebilir. Ancak unutulmasın ki AKP-cemaat koalisyonunun hedeflerinden biri ÇYDD idi. AKP-cemaat ikilisi sosyal örgütlenme meselesini çok ciddiye almaktadır. Bir hayli uzun bir süredir siyasetin merkezde değil çevrede olduğunun artık farkına varacak olan toplumsal kesimlerin bu baskı ortamında hayatı yeniden örgütlemek dışında fazla bir seçeneği yoktur.
Bu örgütlenmenin AKP’nin güçlü olduğu, solun eski seçmenlerini temsil eden sosyo-ekonomik kesimlere ulaşma ihtimali de yabana atılmamalı.
Bütün bunlar yapılırken siyasilerin de “aman bana terörist derler”, “el âlem neder” gibi özgüvensiz kaygılardan arınması şart. Zaten ne yaparsanız yapın terörist ve vatan haini ilan edileceksiniz.
Vaziyet zordur ancak hepten umutsuz değildir. Mühürsüz seçim”in getireceği meşruiyet sorunu iktidar çevrelerini zorlayacak. Genç seçmen AKP’den uzaklaşmakta, AKP büyük şehirlerde tutunmakta güçlük çekmekte ve şehirli üretici kesimlerle arasındaki mesafe açılmaktadır. Bu potansiyel derhal kısır siyasi tartışmalarla bezdirilmeden, sosyal örgütlenmelere odaklanmak gerek.
Kim bilir, ilerde, belki bu sayede, demokrasi konusunda Türkiye örneği olumsuz bir vaka incelemesi değil olumlu bir vaka incelemesi olarak anlatılır.
===============================
Dostlar, 
Genç Mumcu’nun, babası merhum Uğur Mumcu‘nun bizlere emaneti olan yetenekli yazar Özgür’ün bu makalesini önemsedik. Özellikle aşağıdaki belirlemesi dikkate değer.
* Vaziyet zordur ancak hepten umutsuz değildir.
Mühürsüz seçim”in getireceği meşruiyet sorunu iktidar çevrelerini zorlayacak

Biz de yazdık benzer önerilerimizi                 :

Çözüm; yaratılan bunalımı – tıkanmayı aşmak gene siyaset kurumuna düşüyor. TBMM hemen toplanarak Anayasa md. 79/2/son tümceyi kaldırır ya da değiştirerek YSK kararlarını da yargısal denetime açar.. Böylelikle YSK’nın 16 Nisan 2017 halkoylaması açık hukuksuzluğu yüksek yargıda temyizden / itirazdan geçer.. Hukukun – adaletin gereği yapılır. Bu arada geçici bir anayasa maddesi ile 16 Nisan halkoylamasının sonucu kesinleşene dek yürürlüğünün ertelendiği düzenlenir.
AKP – MHP – RTE bu formülü gecikmeksizin, ciddi ciddi düşünmelidir.
Ya da “YSK’ya iktidarca mesaj verilerek” (üzgünüm ama!?) üzerindeki siyasal baskı kaldırılmalı ve 2. kez itiraz yapılarak halkoylaması sonucu iptal edilip yenilenmelidir. Çok büyük olasılıkla “HAYIR” çıkacaktır bu kez ve bu sonuç, şimdikinden çoook daha fazla AKP – MHP – RTE ve Türkiye için hayırlı olacaktır. Zararın neresinden dönülürse “kârdır” atasözüne benziyor tablo.
Ülkeyi tehlikeli serüvenlere, girdaplara, bunalımlara sürüklemeye kimsenin hakkı olamaz.
Hele bunca ağır – dolambaçlı iç ve dış sorunlarla ülkemiz kuşatılmış iken.
CHP, yaratıcı – ustalıklı yöntem ve araçlarla toplumsal muhalefeti örmeli, canlı tutmalı ve büyütmelidir. Bu hatta “hayır” oyu veren siyasal partileri, sivil toplum örgütlerini..
bir çatı altında toplamayı becermelidir; bu kritik bir görevdir.
AKP – RTE, halkoylaması öncesine göre gerçekte çok daha zor durumdadırlar ve
ülkemize bu deli gömleğini giydiremeyeceklerdir..
AKPM raporunu görmezden gelmek ya da önemsemiyor gözükmek yüzeysel ve popülisit
bir tutumdur ve çoook yan-lış-tır. AKP – RTE karanlıkta ıslık çalmaktadır adeta..Ulusumuzun Demokratik direnişi başarıya ulaşacak ve dünyaya örnek olacaktır…
Sevgi ve saygı ile. 27 Nisan 2017, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK

Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ’NDEN DUYURU

MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ’NDEN DUYURU

KAMUOYUNA DUYURU

Aylardır süren tartışmaların ardından birkaç gün sonra (AS: 16 Nisan 2017 günü!) Türkiye, Anayasa’nın değişip değişmeyeceğine karar verecek ve bu karar, ülkede yaşayan herkesin geleceği üzerinde etkili olacaktır. Yüz yılı aşan Anayasa geleneğine sahip olan bu topraklarda bir süredir tartışmalara neden olan fiili sürecin nasıl bir yöne evrileceğini de göreceğiz.

Rejim değişikliği eleştirileri eşliğinde “Cumhurbaşkanlığı sistemi” denilen,
– Bakanlar Kurulunu ortadan kaldıran,
– cumhurbaşkanının yasama, yürütme ve yargı erkleri üzerindeki yetkilerini artıran,
– tek bir kişiye kanun gücünde kararnameler çıkarma yetkisi veren,
– çoğulculuk yerine tekçiliğin tercih edildiği….
bir Anayasa değişikliği ve referandumu tartışıyoruz.

Anayasa değişikliği önerisinin Türkiye’nin yıllardır çözülemeyen ve artık kronik hale gelen sorunlarını çözmek üzere gündeme getirildiğine ilişkin bir işaret yok.

Türkiye’nin bir darbe girişimiyle karşılaşmasının ardından alınan önlemler, çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin (AS: OHAL KHK’leri!) sorunların çözümünden çok derinleşmesine ve çözümün giderek güçleşmesine neden olduğu ortadadır.

  • Türkiye’nin birikimi, karşı karşıya bulunduğumuz bütün sorunları çözecek niteliktedir. 

Referandumdan hangi sonucun çıkacağından daha önemli bir konu, referandum sonuçları üzerinden oluşabilecek bir ayrıştırma, ötekileştirme, dışlamanın yol açacağı tahribattır.
Böyle bir olasılığın gerçekleşmesi durumunda, toplumun bütün bireylerinin
olumsuz etkileneceği bir ortamla  karşı karşıya kalabileceğimiz unutulmamalıdır.

Türkiye, referandum sonucu ne olursa olsun temel sorunlarını çözmek ve Parlamenter sistemin demokratikleşmesi ihtiyacıyla karşı karşıyadır. Ülkemiz, bu gereksinimi karşılayacak
birikime de sahiptir.

  • Ne mevcut Anayasa ne de Pazar günü oylanacak olan Anayasa değişiklikleri
    sorunlarımızı çözebilir. 

Çalışma yaşamı ve kamu personel sistemine ilişkin politikaları, eğitim sistemi, ekonomi politikaları, demokrasinin ayrılmaz parçaları olan ifade özgürlüğü, akademik özgürlük,
etnik ve dinsel ayrımcılık yerine diyalog ve eşitlik, milli gelirin paylaşımındaki adaletsizliğin giderilmesi, üretenlerin üretimden aldığı payın artırılması, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, çevre politikalarının doğayı merkeze alarak oluşturulması, güçler ayrılığı ve özellikle yargı bağımsızlığı gibi alanlarda, toplumun ihtiyacı olan bir hukuk düzeni ve bu sorunların çözümünü önceleyen düzenlemeler içeren yeni bir anayasa hazırlıklarına, referandum sonucundan bağımsız olarak hemen başlanması gerekmektedir.

  • Yeni anayasa, siyasal partiler, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, meslek odaları, üniversiteler gibi tüm toplumsal kesimlerin katılımıyla hazırlanmalıdır.

Referandumdan hangi sonuç çıkarsa çıksın, kaçınılmaz olarak gündeme gelecek bu sorunların çözümü yönünde atılacak adımlar, toplumsal gerilimi azaltarak Türkiye’yi rahatlatacaktır.

Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu

(AS : Bizim katkımız aşağıdadır..)
=========================================
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Mülkiyeliler Birliği, 16 Nisan Halkoylaması çılgınlığından önce yukarıdaki açıklamasını kamuoyuna sunmuştu..
Kimi kez günümüzden geriye “ne demiştik, ne denmişti??” diye bakmakta yarar var.

“16 Nisan Halkoylaması çılgınlığı” dedik, çünkü halka sorulan;
– demokratik hukuk devletinden vazgeçiyor musun?
Bağsız – koşulsuz Egemenliğini kayıtsız – şartsız” tek kişiye devrediyor musun?

sorularıydı gerçekte! Diktatörlükler böyle kuruluyor genellikle.. Az eğitimli kitleler yoğun medya yönlendirmesi, politik – ekonomik baskılar, dinsel baskılar, devlet korkusu, çıkar vaadi, tehditler, tek yanlı çok yoğun propaganda, psikolojik istismar.. üzerinden ağır bir algı yönetimiyle kendi idamlarına evet dedirtiliyor adeta.. Yetmedi, her tür hile yapılıyor!
Sonra da hukuka aykırı katı anayasa normları ile apaçık yasa dışı uygulamalar Yargı organı tarafından denetlen(e)miyor.. Apaçık hukuksuzluk, sivil darbe ile halka hiçbir çıkar yol bırakmadan dayatılıyor..

Bu tablo yürütülebilir değildir. Toplumsal gerilimi azaltarak Türkiye’yi rahatlatmak herkesin kaçınılmaz sorumluluğu ve ödevidir.

  • AKP – RTE gerçekte %60’a yakın “HAYIR” oyu olduğunu çok iyi bilmektedirler.

Karnından konuşmaya gerek yoktur ve kimse de bu afra – tafrayı artık yutmuyor.

Oyların sayım – dökümünde çok açık ve kanıtlı – brlgeli hukuksuzluklar yapılmıştır.
YSK’nın yasa tanımaz yandaş tavrı tartışma dışıdır.

  • Herkes bir güzel anlamalıdır ki; YSK’nın bu kararı Danıştay, Anayasa Mahkemesi,
    AİHM.. tarafından herhangi biçimde yargısal olarak denetlenemezse, bu söz konusu kararın hukuka uygun ve hele meşru olduğunu asla göstermez.. Tersine, hukuka aykırı anayasa – yasa maddelerine özde değil görünürde – sözde uygun ve fakat meşru değil gayrı-meşru olur
    bu oylama sonuçları ve YSK’nın inadım inat kararı.

Tarih ve Toplumların vicdanı kendisine – adalet duygusuna dönük böylesine ağır örselenmeleri (travmaları) çok uzun yüzyıllar boyunca bağışlamamakta, bağışlayamamaktadır. Tipik örneklerinden bir Kerbela katliamıdır.. Neredeyse 1400 yıldır yası tutulmakta, lanetlenmektedir.

Anayasa’nın 79/2 maddesinde (son tümce) yer alan “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.” düzenlemesi isabetsiz bir Anayasa kuralıdır (normu, hükmüdür). Bir hukuk devletinde kural olan, İdarenin hiçbir eylem ve işleminin yargı denetimi dışında bırakılmaması, bırakılAmamasıdır. Eğer YSK kararı “idari” olarak değerlendirilecekse Danıştay, yargısal nitelikli sayılacaksa örn. Anayasal yargı denetimine açık bırakılmalıydı.

Çözüm                 : Yaratılan bunalımı – tıkanmayı aşmak gene siyaset kurumuna düşüyor. TBMM hemen toplanarak Anayasa md. 79/2/son tümceyi kaldırır ya da değiştirerek
YSK kararlarını da yargısal denetime açar.. Böylelikle YSK’nın son halkoylaması açık hukuksuzluğu yüksek yargıda temyizden / itirazdan geçer.. Hukukun – adaletin gereği yapılır.
Bu arada geçici bir anayasa maddesi ile 16 Nisan halkoylamasının sonucu kesinleşene dek yürürlüğünün ertelendiği düzenlenir.

AKP – MHP – RTE bu formülü gecikmeksizin, ciddi ciddi düşünmelidir.
Ya da “YSK’ya mesaj verilerek” (üzgünüm ama!?) üzerindeki siyasal baskı kaldırılmalı ve 2. kez itiraz yapılarak halkoylaması sonucu iptal edilip yenilenmelidir. Çok büyük olasılıkla “HAYIR” çıkacaktır ve bu sonuç, şimdikinden çoook daha fazla AKP – MHP – RTE ve Türkiye için hayırlı olacaktır. Zararın neresinden dönülürse “kârdır” atasözüne benziyor tablo.

Ülkeyi tehlikeli serüvenlere, girdaplara, bunalımlara sürüklemeye kimsenin hakkı olamaz.
Hele bunca ağır – dolambaçlı iç ve dış sorunlarla ülkemiz kuşatılmış iken..

Sevgi ve saygı ile. 25 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

EĞİTİM-İŞ : YSK’NIN HUKUKSUZ KARARINI ANAYASA MAHKEMESİ’NE TAŞIDIK

YSK’NIN HUKUKSUZ KARARINI ANAYASA MAHKEMESİ’NE TAŞIDIK

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

YSK’nın, referandum sırasında mühürsüz zarf ve pusulaların geçerli sayılmasına ilişkin hukuksuz kararına karşı Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk ve YSK üyeleri hakkında
suç duyurusu
nda bulunduk.

Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılan başvuru sırasında
Genel Başkanımız Mehmet Balık ve Merkez Yönetim Kurulu Üyelerimiz, Konfederasyonumuz Birleşik Kamu-İş Genel Başkanı Hasan Kütük ve MYK Üyeleri ile Konfederasyonumuza bağlı sendikaların MYK üyeleri hazır bulundu. Birleşik Kamu-İş Genel Başkanı Hasan Kütük, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılan başvuru öncesinde basın açıklaması yaptı.

Basın Açıklaması şöyle    :

Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığı, 16 Nisan 2017 günü halkoylaması sürerken gerçekleştirdiği duyurusu ile “SEÇİM KURULU VE SANDIK KURULU MÜHRÜ BULUNMAYAN, MÜHÜRSÜZ ZARF VE OY PUSULALARININ GEÇERLİ SAYILMASI” kararı vermiştir.
Bu karar, 298 sayılı SEÇİMLERİN TEMEL HÜKÜMLERİ VE SEÇMEN KÜTÜKLERİ HAKKINDA KANUN’un 98/4 fıkrası ile 101/3 fıkrası EMREDİCİ hükümlerine AÇIKÇA ve TÜMÜYLE AYKIRIDIR.

YSK’nın bu kararı, kendi 15.02.2017 tarih ve 103 karar no. ile yayımladığı genelgesinin 44/d ve 45/A-c bendindeki düzenleyici işlemine karşı AKP’nin YSK’daki temsilcisinin itirazı üzerine verdiği bilinmektedir.

Referandum sürecinde “Hayır” tercihini kullanan ve bunun çalışmasını yapan demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler ve meslek örgütleri üzerindeki baskılara ve eşit olmayan koşullara rağmen yurttaşlarımızın tüm yetkilerin bir kişide toplanmasına neden olan Anayasa referandumuna karşı demokratik parlamenter sistemden yana oy verdiklerini ve demokrasiye sahip çıktıklarını gördük.

YSK 2,5 milyon geçersiz oyu “geçerli” sayarak bu demokratik iradeyi sakatlayarak toplum vicdanında tarafsızlığını ve saygınlığını yitirmiştir. Bundan sonra yapılacak seçimlerde yurttaşlarımızın iradesinin sonuca yansıyacağı konusunda ciddi bir kaygının ve kuşkunun oluşmasına da neden olmuştur.

16 Nisan 2017 Pazar akşamı YSK Başkanı televizyon ekranlarından kamuoyuna “bu hükümlerin sahte oyu engellemek için düzenlendiğini” açıklayarak, emredici yasal hükümleri yok sayan bir karar vermiştir. Bu durumda YSK’ya sormak lazımdır:

  • “Sahte oyu engellemek için getirildiğini söylediğiniz yasal hükümlerin tersine karar vermeniz, sahte oyun önünü açmaz mı?”

Tüm bu nedenlerle,

1- Tedbir talebimizin kabulüyle YSK’nın 16.04.2017 tarihli “seçim kurulu ve sandık kurulu mührü bulunmayan, mühürsüz zarf ve oy pusulalarının geçerli sayılması” kararının
TAM KANUNSUZLUK sebebiyle tedbiren durdurulması;

2- “Hukuk Devleti” ilkesi ve “Hukuk Güvenliği” Hakkı’nı, “Kanunilik” ilkesi ve hakkını, “Hukuki Belirginlik” (Legal Certainity) ilkesi ve hakkının, AİHS EK-1 no’lu Protokolün 3. maddesi ile ve Anayasanın 67. maddesinde düzenlenen “Serbest Seçim Hakkı”nın, AİHS 13. md.si ve Anayasanın 36. maddesi ile düzenlenen “Etkili Başvuru Hakkı”nın ve “Hak Arama Hürriyeti”nin ihlal edildiğinin tespiti;

3- İhlallerin giderilmesi için, Anayasa Mahkemesince YSK’dan HALKOYLAMASININ YENİLENMESİNİ istemesini Anayasa mahkemesinden talep ediyoruz.

Ve Tam kanunsuzluk haline imza atan YSK başkan ve üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunuyoruz! (http://www.egitimis.org.tr/guncel/sendika-haberleri/ysk-nin-hukuksuz-kararini-anayasa-mahkemesi-ne-tasidik-2351/#.WP0dYlV95ag, 21.4.17)
========================================
Evet dostlar….

Toplum diken üstünde.. Halkoylamasında yapılan fütursuz ve yer yer aptalca hileler belgelenerek yandaş olmayan sınırlı basında yer alıyor.. Sosyal medya bu iletilerle kaynıyor.

Bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ‘in Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru dilekçesini yukarıda aktardık. Dilekçede, “Anayasa Mahkemesince YSK’dan HALKOYLAMASININ YENİLENMESİNİ istemesini..” içerikli bir tümce var. Hukuksal olarak böylesi bir istemde bulunmak olanaklı olmadığı gibi, Anayasa’nın bireysel başvuruyu düzenleyen 148. maddesi ve 6216 sayılı ANAYASA MAHKEMESİNİN KURULUŞU VE YARGILAMA USULLERİ HAKKINDA KANUN da böylesi bir isteme yanıt verilmesine elverişli değil.

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM), değindiğimiz mevzuat kapsamında yapabileceği, “hak ihlali olup olmadığına karar vermek” ile sınırlıdır. Dolayısıyla AYM’nin YSK’dan veya başkaca bir mahkemeden bir istemde bulunması olanağı yoktur. AYM hak ihlali saptarsa bunu gerekçeli kararında belirtir ve ilgili mahkemeye / kuruma / başvurucu kişiye bildirir. Karar hak ihlali yapıldığı yönünde ise, ilgili mahkeme / kurum o ihlali giderecek yeni bir karar vermekle yükümlüdür. Ancak AYM, ilgili mahkemenin / kurumun yerine geçerek kendisi bir karar veremez ve belli edimlerde bulunmasını o mahkeme / kurumdan isteyemez. Bu sınırlama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) için de geçerlidir. AİHM bir hak ihlali saptarsa,
bu kararın gereği olarak hak ihlalini giderecek yeni bir karar almak ilgili mahkemenin görev ve yetkisi içindedir.
Konusu bakımından yerine getirilemeyecek, eski duruma döndürülemeyecek… anlaşmazlıklarda ise Türk Hükümeti, zarar görenlere belli bir giderim (tazminat) ödemeye mahkum edilir.

Bir kısıt da, “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla..”
içeriğiyle Anayasa md. 148/3’te düzenlenmiştir ki, “bütün temel hak ve özgürlükler değil“; “.. Anayasa’da yer alan ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi biri..” koruma altındadır. Prof. Kaboğu’na göre Halkoylamasında yapılan muazzam hileye karşı itiraz ve YSK’nın TAM KANUNSUZLUĞU bu kapsamdadır.

Anayasa hukukçusu Prof. İ. Kaboğlu “AYM’ye YSK kararını götürmenin önünde bir engel yok…” görüşündedir (http://ahmetsaltik.net/2017/04/20/prof-kaboglu-ysk-karari-icin-aymye-de-aihme-de-gidilebilir/)

Anayasa hukukçusu Prof. K. Gözler ise tersi kanıdadır (21.4.2017) :
YSK kararlarına karşı Danıştay da dahil olmak üzere hiçbir mercie başvurulamaz)

Tüm hukuksal, yönetsel ve politik yollar kapanırsa ne olacaktır?
Hukuk bir çaresizlik kurumu mudur, tersi midir?
Apaçık hileli ve sonucu ters yüz edecek düzeyde hileli (fasık!) bir halkoylaması sonucu ortada iken; işlevi hak – adalet olan Hukuk kurumu çözüm üretecek iken, biçimsel hukuk kurallarının ürettiği adaletsizliğe mahkum mu olunacaktır? Ne denli açık ve hatta buyurucu olsa / gözükse de söz konusu pozitif hukuk normlarının (mevzuatın) bu yönde anlamlı ve işlevli olduğunun kabulü ve yorumu olanaklı mıdır??

  • Hukukun evrensel kabul gören üstün ilke ve kuralları (jus cogens, grund norm) nerededir?Yanlış hesap mahkemeden dönmeyecekse nereden dönecektir?

Adalet duygusu- beklentisi – hakkı giderek hukuksal öngörülebilirlik kapsamından çıkarsa,
halkın meşru direnme hakkının içeriği nasıl doldurulacaktır?
“İhkak-ı hak” a mı zorlanmaktadır halk?

Prof. Kaboğlu pozitivist değil, hukuk normlarına araçsal bakan ekolden.
Prof. Gözler is sıkı bir pozitivist. Normların bağlayıcılığını, sözel anlamlarını öne çıkarmakta.

Kala kala geriye Mustafa Kemal Paşa’nn 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi kalıyor :

1. Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı tehlikededir……
2. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır..

Bekleyip göreceğiz.. Türk halkı, post-modern bir AKP darbesine teslim olmayacaktır!

Not : Prof. Kemal Gözler : “YSK kararlarına karşı Danıştay da dahil olmak üzere hiçbir mercie başvurulamaz” başlıklı makaleye de bakılmasını öneririz (26.4.17).

Sevgi ve saygı ile. 24 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Sinan Meydan : Sarayın Değil Meclisin Eseri

Sarayın Değil Meclisin Eseri

 

Sinan MEYDAN
10 Nisan 2017, SÖZCÜ

“Milletin saltanat ve hakimiyet makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir”
(Atatürk, 1922)

Hangi akıl ve vicdan sahibi gerçek yurtsever, Kurtuluş Savaşı’nı kazanan Gazi Meclis’in etkisizleştirilmesine “Evet” diyebilir? Hangi yurtsever, Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderini Meclis’in; ortak aklın elinden alıp bir adamın aklına, insafına vicdanına teslim edebilir?

  1. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’yi işgal eden emperyalist evletler, öncelikle Meclis’i etkisizleştirip bir adamı; padişahı / halifeyi kontrol etmek istediler. Çünkü Meclis’in, ne o kanlı işgalleri ne de o idam fermanı Sevr Antlaşması’nı kabul etmeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Planları şuydu: Önce Meclis’ten, milli iradeden, ortak akıldan
    kurtulacaklar, sonra da kontrol ettikleri bir adamı; padişahı / halifeyi kullanıp bir milleti esir etmeye çalışacaklardı. Nitekim padişaha baskı yaptılar, Meclis’i kapattırdılar. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Emperyalizmin bu tek adam planını Atatürk yine Meclis’le bozdu.

MİLLETİN MECLİSİ VE HALKIN DEVLETİ

23 Nisan, güneşli bir cuma günüydü. Ankara’da mahşeri bir kalabalık vardı.
Hacı Bayram Camii’nde kılınan cuma namazından sonra dışarıda bir alay düzenlendi.
Ulema, şeyhler, sarıklı, kalpaklı, fesli milletvekilleri, ileri gelen yöneticilerle yüksek rütbeli askerler, büyük bir kalabalık eşliğinde Hacı Bayram Camisinden Millet Meclisi’nin açılacağı binaya doğru yürüyordu. Meclis’in önünde dualar okunup tekbirler getirilip kurbanlar
kesildikten sonra Atatürk, Meclis binasının iki üç basamaklı merdivenlerine çıktı. Kırmızı-beyaz kurdeleler bağlanmış olan kapıya yaklaştı. Bir makasla kurdeleleri kesti. Dualarla Meclis’e girildi. İşte o an Ankara’da yeni bir devlet kuruldu. Bu yeni Türk devleti, sarayın değil halkın devletiydi. Şevket Süreyya Aydemir’in ifadesiyle “Halk hareketi bir halk devleti şeklini aldı.” Meclis salonunda tahta okul sıraları vardı. Karşıda bir kürsü ve konuşma yeri yapılmıştı. Bir kahveden getirilen iki asma lamba tavandan sarkıtılmıştı. Hacı Bayram Camisinden getirilen sancak kürsünün arkasına; Kuran’ı Kerim’le Sakalı Şerif de kürsünün üstüne konulmuştu.

ÇEŞİTLİLİK VE KUTSAL BİRLEŞME

Meclis’te toplam 414 milletvekili olacaktı, ancak birçok ilin milletvekilleri henüz Ankara’ya gelememişti. Bu nedenle Meclis 115 milletvekilinin katılımıyla açıldı. Daha sonra gelebilenlerle bu sayı 380’e kadar çıkacaktı. (Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C 2, 26. Bas., İstanbul, 2009, s. 321)
115 memur-emekli
61 sarıklı hoca
51 kumandan-subay
46 çiftçi
37 tüccar
29 avukat
15 doktor
10 aşiret reisi, ağa
8 tarikat şeyhi
6 gazeteci
2 mühendis
İlk Meclis’teki bu yoğun çeşitlilik şaşırtıcı biçimde kutsal bir amaçta birleşecekti.
İlk Meclis’teki bu çeşitliliği ve birleşmeyi o Meclis’te genç bir memur olarak çalışan
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu
 şöyle gözlemlemişti:

“1920’de Meclis’e memur olarak girdiğimde hemen dikkatimi çeken durum milletvekillerinin kılık, kıyafet, yaş, kafa yapısı ve görgülerinin başka başka ve çok değişik oluşuydu. (…) Bilgileri ve yetişme ortamları çok değişik olan bu insanlar bir tek amaç doğrultusunda birleşmişlerdi: Vatanı kurtarmak. Bu birleşmeyi sağlayan kişi de Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşa idi.”(Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, İlk Meclis,
Nisan 1999, s. 80-81)

İlk Meclis, o günlerde Türkiye’de yaşayan halkın tamamını en iyi şekilde temsil ediyordu.
Samet Ağaoğlu’nun ifadesiyle, “Birinci Büyük Millet Meclisi Türk Milleti’nin ta kendisiydi.” (Samet Ağaoğlu, Kuvayı Milliye Ruhu, 4. Bas., İstanbul, 1973 s. 57) İlk Meclis’in zenginliği ve gücü aslında bu çeşitliliğinden geliyordu. Farklı etnik kökenden, mezhepten, siyasi görüşten, meslekten gelen milletvekilleri arasında doğal olarak birçok konuda fikir ayrılığı vardı. Bu fikir ayrılıkları çok sert tartışmalara neden oluyordu.
Hükümet Meclis’e karşı sorumluydu. Meclis, hükümeti çok sıkı kontrol ediyordu. Örneğin birçok konuda gensoru verilmişti. Bütçe görüşmelerinde birkaç kuruşun bile hesabı sorulmuştu. Her konu en ince ayrıntısına kadar tartışılıyordu. Meclis’in bilgisi dışında bir karar alıp uygulamanın imkânı yoktu. Kurtuluş Savaşı boyunca tüm kararlar, tartışma ve görüşmeyle, oy birliğiyle Meclis’te alındı.

Türk tarihinde ilk kez millet kendi kaderini kayıtsız koşulsuz bizzat kendi eline aldı. Artık egemenlik kayıtsız şartsız milletindi. Millet artık tek adamların; sultanların/ padişahların ağzına bakmayacak, kendi kararını kendisi verecek, kendi geleceğini kendisi yazacaktı.

TÜRKİYE’NİN KALBİ

Türkiye’nin kalbi artık Anadolu’nun orta yerinde, Ankara’daki küçük bir binada atıyordu.
İlk Meclis binası, İttihat ve Terakki Kulübü olarak yapılmış, ancak bazı bölümleri henüz tamamlanmamıştı. I. Dünya Savaşı sonrası Ankara’ya gelen Fransız subay ve erler tarafından kullanılmıştı. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun deyişiyle:“Bugün müze olan ilk Meclis binası Milli Mücadele’nin sanki soluk alıp verdiği ‘göğüs kafesi’ idi. Bu mücadelenin yüreği onun içinde çarpıyor, cepheye ve yurdun her yanına her gün inanç, yüreklilik ve savaş azmi, umut ışığı oradan dağılıyordu. Duraksamaları, inançsızlıkları, ihanet ve başkaldırmaları yok eden bütün atılımlar Mustafa Kemal’in başkanlığındaki TBMM‘nin çalıştığı bu binadan yapılıyordu. Milli Mücadele ve Kuvayı Milliye ruhu Türkiye’nin her yanına oradan yayılıyordu…” (Velidedeoğlu, age, s. 66.)

YOKSUL AMA ONURLU MİLLETVEKİLLERİ

Milletvekilleri genelde çok yoksuldu. Giyim kuşamları çok kötüydü. Ceplerinde paraları yoktu. Pek çok milletvekili Ankara’da başını sokacak bir ev bile bulamamıştı. Çoğu milletvekili öğretmen okulunda yatıyordu. Karyolalar yetmeyince yer yatakları serilmişti.
Orada yer bulamayanlar ise istasyon yolundaki çayırlıkta, açıkta yatmış ve çoğu  sıtmaya
yakalanmıştı.

Yemek bulmak da sorundu. Bazı milletvekilleri bir süre yanlarında getirdikleri bulgur, fasulye, pirinç ve kutular içindeki yağla karınlarını doyurmuştu. Yunus Nadi Bey anılarında, 48 ile 55 kuruş toplayıp tabldot sistemi kurarak yemek sorununu çözdüklerini anlatır. Mehmetçiğin
cephede toprak siperlerde uyuduğunu bilen milletvekilleri, tahta sıralarda uyumayı bile lüks bulmuştu. Dahası Mehmetçik cephede tütünü daha iyi kâğıtlara sararak içsin diye Meclis tutanakları dilekçe kâğıtlarına, mektup kâğıtlarına, hatta kese kâğıtlarına basılmıştı. Yokluk ve yoksulluk içinde azı çok edip vatan kurtarmanın hesaplarını yapan fedakâr milletvekilleri önce maaşlarının %20 kadarını, sonra da yol paralarının bir miktarını Hazine’ye bağışlamışlardı.

Çok sayıda milletvekili cepheye koşmuştu. Düşmanla savaşıyordu. Şehit ve gazi olan vekiller vardı. Atatürk, 1 Mart 1922’deki Meclis açış konuşmasında şu bilgiyi vermişti:

  • “Sayın arkadaşlarımızdan bir kısmı halen orduların ve birliklerin başında ve düşman karşısında savaşma görevini yürütmektedirler. Bugün Meclis’te bulunan bazı arkadaşlar bile bu yıl içinde yapılan savaşlara fiilen katılmışlardır.”

SARAYIN DEĞİL MECLİS’İN ESERİ

Atatürk, sarayların / sultanların, tek adamların batırdığı ülkeyi, işte bu Millet Meclisi’yle kurtardı. Ankara’da TBMM’nin açıldığı 1920 yılı itibariyle Osmanlı Devleti, tüm fetih topraklarını kaybetmişti: Avrupa, Balkanlar, Trakya, Afrika, Ortadoğu, Ege Adaları ve
Anadolu’nun büyük bir bölümü işgal edilmişti. Osmanlı Devleti’nin üç başkenti; Bursa, Edirne ve İstanbul bile kaybedilmişti. Osmanlı, 600 yıl önceye, kuruluş devrine, o küçük beylik dönemine geri dönmüş gibiydi. Osmanlı’nın 5.5 milyon kilometrekare toprağından geriye, 1920 itibariyle, 500 bin kilometrekare toprak bile kalmamıştı. 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması’yla bize kalan toprak miktarı 480 bin km2 idi. Kurtuluş Savaşı sayesinde Lozan’da buna 256 bin kilometrekare toprak eklenerek 736 bin km2’ye ulaştırıldı. 1939’da Hatay’ın anavatana katılmasıyla 47 bin kilometrekare daha toprak kazanıldı. Böylece Türkiye’nin yüzölçümü 783 bin km2 oldu. Bugün üzerinde yaşadığımız bu topraklar
saraydan/sultandan miras kalmadı, bu toprakları Meclis, millet kanıyla, canıyla yeniden
vatan yaptı. Zafer, sarayın / sultanın değil, tümden milletin eseriydi. Millet artık tek adamlara; sultanlara / padişahlara güvenemezdi. Atatürk açıkça uyarıyordu:

  • “Millet yalnız kendi kolları ve kendi kanı ile kazandığı egemenliğini ve bağımsızlığını son felakete kadar büyük bir saflık ve tedbirsizlikle kendisine önder tanıdığı ve derin bir bağlılıkla hayatının koruyucusu saydığı kişilere ve yönetimlerine artık güvenemez. Millet bundan sonra hayatına, bağımsızlığına ve bütün varlığına bizzat kendisi koruyucu olacak ve bütün vatanda yine yalnız kendisi ve kendi yönetimi hüküm sürecektir.” Atatürk, tek adamlara değil,
    kendimize güvenmeyi öğretti.

ZAFERİN SIRRI: ORTAK AKIL

Zaferin sırrı en ufak bir karar alırken bile danışmaktı. Zaferin sırrı tartışmaktı, sormaktı, sorgulamaktı, denetlemekti; gerektiğinde yetkilendirmek gerektiğinde frenlemekti,
gerektiğinde hesap sormaktı… Zaferin sırrı ortak akıldı. Zaferin sırrı milli egemenlikti.
Zaferin sırrı bir ölüm kalım savaşında tüm yetkiyi ve sorumluluğu BİR ADAMA değil BİR MECLİS’e vermekti. Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkının”, yani
Türk Milleti’nin, tüm farklılıklarıyla Meclis çatısı altında bir araya gelerek, omuz omuza vererek bir ölüm kalım savaşını kazanabileceğini kanıtladı.

Durum bu kadar açıkken, hangi akıl ve vicdan sahibi gerçek yurtsever, Meclis’le, ortak akılla, milli iradenin gücüyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderini BİR ADAMIN aklına, insafına, vicdanına teslim edebilir? Milletin canı pahasına kurduğu bu ülkeye ve bu ülkenin Gazi Meclisi’ne bundan büyük saygısızlık olur mu?

ÖZGÜRLÜĞÜNDEN VAZGEÇME!

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletin değil mi? Ben istersem egemenliğimi BİR ADAMA devrederim, istersem ÖZGÜRLÜĞÜMDEN de vazgeçerim!” diye düşünenler olabilir. Ancak bu düşüncenin sonu gönüllü köleliktir. İlginçtir! Bu düşünceye sahip olanları Atatürk, 1 Mart 1923 tarihli Meclis açış konuşmasında şöyle uyarmış:

  • “Bir insan belki kendi isteği ile kişisel özgürlüğünü bir yana bırakabilir. Fakat bu girişim koca bir ulusun hayatına ve özgürlüğüne zarar verecekse, büyük ve onurlu bir milli yaşam bu yüzden sönecekse, o milletin evlatları ve torunları bu yüzden yok olacaklarsa bu girişim hiçbir zaman meşru ve kabul edilebilir bir konu olamaz. Ve hele böyle bir girişim hiçbir zaman özgürlük adına hoşgörü ile düşünülemez.” 

    Kendini değil, çocuklarını düşün.
    Egemenliğini asla bir adama devretme ve hiçbir zaman özgürlüğünden vazgeçme…
    ====================================
    Dostlar, 

    Değerli Tarihçi Sn. Sinan Meydan, SÖZCÜ‘de birbirinden önemli – belgesel yazılar yazmakta. Bu günkü (23.4.17) yazısı da öyle.. İlk Meclis’in ürpertici – kıvanç verici öyküsünü ve başarısını aktarmakta. Bu yazısına ilk Meclis’in vekillerinden bir bölümünün fotoğraflarını da eklemiş. Bunların içinde o zamanki adıyla Dersim’den 6 milletvekili var..

  • Binbaşı Mustafa Zeki bey (Saltuk) bizim aile büyüğümüz.. Ayrıca 15 de hekim milletvekili var ilk Meclis‘te.. Bunların 2’si – 3’ü daha Bandırma vapurunda Mustafa Kemal Paşa ile birlikte idiler. Dr. Refik Saydam uzun yıllar Sağlık Bakanlığı,
    1939-42 arasında Başbakanlık yaptı. Dr. Tevfik Rüştü Aras ise 1925-39 arasında
    Mustafa Kemal Paşa döneminin Dışişleri Bakanı idi.

    YAŞASIN ULUSAL EGEMENLİK!

Sevgi ve saygı ile. 23 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Nilgün Cerrahoğlu : Bu iş bitti…

Nilgün Cerrahoğlu

Cumhuriyet, 22.4.17

Bu iş bitti…

Durumu en net “Times” da çıkan bir karikatür özetliyor: RTE başında kavuk, padişah kılığında tahta çıkmış; bir elinde idam ipi ve bir elinde kılıç; “Bugün demokrasi için büyük gün!” fetvası vererek ekliyor: “Aksini söylemeyi yasadışı ilan ediyorum!
Fransa da yarın, “Le Pen” tehdidi nedeniyle tüm Eski Kıta’yı korkutan ve ilgilendiren stratejik önemde bir cumhurbaşkanlığı seçimi var. Ama Avrupa Fransa’yı konuşmak yerine hâlâ üzerinden neredeyse hafta geçmesine rağmen Türkiye referandumunun artçı şoklarıyla meşgul oluyor. Türkiye’deki hiçbir oylama Avrupa’da bu denli merak uyandırmadı. Bunun çeşitli nedenleri var.

Ortadoğu’ya geçiş
Bunlardan ilki, Türkiye de radikal bir rejim değişikliğinin gündem olması. “Times” karikatürüyle de özetlendiği gibi ülkemizdeki kör topal demokrasinin böylelikle sonuna gelindi ve fiili durumu resmileştiren, ucu görünmeyen bir istibdat dönemine girildi.
Bu değişiklikle Türkiye yarı Avrupa veya Avrupa’nın periferindeki bir ülke konumundan, klasik Ortadoğu ülkesi konumuna geçiş yaptı. Türkiye’nin siyasi coğrafyasının belirgin değişimiyle, Avrupa, kendisini doğrudan bir Ortadoğu ülkesine komşu buldu. Bundan böyle Ortadoğu’daki bir ülkeyle yan yana yaşamanın maliyetlerini keşfedecek.

RTE’nin yeni ‘zindan modeli’
İslam dünyasına bir zamanlar parmakla gösterilen Erdoğan modeli, bu radikal metamorfozun sonucunda şimdiden Avrupa için kâbusa dönüştü.
İtalya’da “Manifesto” gazetesi bu kâbusu, Erdoğan modeli: Dünyadaki hapisteki gazetecilerin yarısına sahip ülke sözleriyle tarif ediyor. Bu yepyeni “Erdoğan modeli”nin yanında Çin ve Mısır’ın armut topladığını ekliyor.
Zindan modeli” şeklinde tanımlanan Erdoğan’ın yeni modelinin, içeride (Kürtler), dışarıda Türkiye’nin Ortadoğu’daki liderliğini engelleyen yabancı güçlerce kuşatılmışlığı üzerine inşa edildiğini belirten gazete,

  • Tehdit altındaki devlet retoriği, tek adama bütün zafiyetleri ezmenin kılıfını veriyor.
    Aylar, bazıları
    yıllardır hapiste bulunan 153 gazeteciye karşı kullanılan bir kılıf bu. Kılıfın altındaki gerçek hedef ise ülkede kalan az sayıdaki eleştirel sesleri de susturmak. Bu amaçla kullanılan baş araç zindan. Çok ama çok zindan

    Yazının altında ve hemen üstünde de “yeni model”in kurbanları arasına katılan İtalyan gazeteci Gabriele Del Grande ile Silivri’de baş göz olan Türk-Alman gazeteci Deniz Yücel’in resimleri dikkat çekiyor.

‘Öngörülemez ve güvenilmez’
AB’den tek bir liderin Erdoğan’ı tebrik etmemesinin nedeni bunlar. Üstelik sonuçlar şaibeli çıkmış. İçte muhalefetin, dışarıdan AGİT gözlemcilerinin meşru bulmadığı sonuçlara ilişkin itirazları Atı alan Üsküdar’ı geçti”, “Sür eşeği Niğde’ye diyerek geri çeviren Erdoğan,
oldu bitti”yle üste çıkmaya çalışırken bir yandan da Avrupa’ya verip veriştirmeyi sürdürüyor.

Öyle ki 23 Nisan için Türkiye’ye gelen yabancı çocuklara bile Avrupa’yı şikâyet etmekten
geri kalmıyor. Al Jazeera’ya verdiği söyleşide “Merkel suçluluk psikolojisiyle beni aramadı” diyerek Alman Şansölye’yi çekiştiriyor.

Kampanyada Avrupalı muhataplarına “Haçlı”sından, “Nazi”sine dek her hakareti boca ettiği halde, Sultan pozisyonunda şimdi AB liderlerinden tebrik bekliyor.
16 Nisan’a ilişkin AB’de dumur yaratan diğer etken de, işte bu “öngörülemezlik”.
Öngörülemez Erdoğan’la geleceğimizi nasıl şekillendireceğiz? sorusu ile birlikte “Geri kalan %49’u görmezden mi geleceğiz? Onları Erdoğan’ın insafına mı terk edeceğiz” soruları, diplomatik çevrelerde irdelenen baş konular arasında geliyor.
Avrupa için geleneksel bağlamda bir istikrar alanı olarak görülen Türkiye artık başlı başına
bir büyük “istikrarsızlık bölgesi”ne dönüşmüş durumda.

Economist”, meşruiyet sorunsalı” ile beraber bu tabloyu

  • Erdoğan uzun süredir göz koyduğu güçlere ulaştı ama bunun maliyeti ağır olacak” diye özetliyor. Sözü edilen maliyeti, “şimdiye dek olmadığı dek bölünmüş bir ülke” ve
    iç gerilim ile dışarıda “yalnızlaşma ile özdeşleştiriyor.
    ======================================
    Dostlar,

    Sayın Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet‘in seçkin yazarlarındandır.O’nun yazdıklarından çok şey öğreniyoruz.  Aşağıdaki karikatürü biz ekliyoruz…

    the times erdogan ile ilgili görsel sonucu

    Erdoğan ne yaparsa yapsın, 16 Nisan 2017 Halkoylaması ile elini – ayağını ciddi bir meşruluk (legitimacy) bunalımı ile bağlamıştır. En azından görevde kaldığı sürece bu ağır yükten yakasını kurtaramayacaktır. Vebalini yüklendiği ağır hile, uygulamada 18 maddelik anayasa değişikliğini muradettiği ölçüde yaşama geçirebilmesinin de olasılıkla en büyük engellerinden biri olacaktır.

Tükiye’ye AKP – RTE aracılığıyla biçilen bu yoz alafranga elbise dar gelecektir.
Türkiye’nin demokratik birikimi, bu organ – doku aktarımını reddetmektedir..
Bir bedel daha ödenir, ödetilir ama bu elbise, bu deli gömleği bu halka uymaz!

Bu yazının, Sn. Cerrahoğlu’nun “Erdoğan’ın Meşruiye Sorunu” (20.4.17) başlıklı makalesi ile birlikte okunmasını öneririz.. (Erdogan’in_halkoylamasi_mesruiyet_sorunu)

Sevgi ve saygı ile. 23 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com