Etiket arşivi: Dr. Ahmet SALTIK – Mülkiyeliler Birliği Üyesi

SEN ÇÜRÜMENİN RESMİNİ YAPABİLİR MİSİN ABİDİN ?

SEN ÇÜRÜMENİN RESMİNİ
YAPABİLİR MİSİN ABİDİN ?

Av. Hüseyin Özbek
İstanbul Barosu Önceki Gn. Sekr.

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır.)

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Mütareke İstanbul’undaki çürümeyi Sodom ve Gomore romanında işler. İstanbul sokaklarında İngiliz, Fransız askerleri devriye gezmekte, işgalci çizmeleri her gün Arnavut kaldırımlarıyla birlikte halkın onurunu da çiğnemektedir. Yenilginin utancı ve umutsuzluk bir karabasan gibi Dersaadet’e çökmüşken, vatansız elitler hiç vakit kaybetmeden işgali kazanca dönüştürecek işbirliğine başlamışlardır!

Mütareke İstanbul’unda Boğaz’ın iki yakasındaki yalıların, kasırların, köşklerin ayrıcalıklı sakinleri için uğruna ölünecek bir vatan yoktur. Sadece her dönem tabi olunacak velinimet,  kazanılacak servet, edinilecek makamlar vardır. İstanbul’un vatansız kreması, işgalci subayları yalılarında ağırlamak, onur konuğu olarak başköşeye oturtmak, bırakın selamlığı, haremlerini de açmak için birbirleriyle kıyasıya rekabet halindedirler. İşgalcilere sunulan hizmet, yapılan işbirliği, siyasi ve ahlaki düşkünlük karşılıksız kalmamakta, kendilerine servet olarak geri dönmektedir.

Ahlaksızlık, düşkünlük, geleceğe güvensizlik, toplumsal çöküşü, manevi yıkımı inanılmaz ölçüde artırmakta, ihanet, işbirliği, karaborsa, rüşvet, fuhuş, uyuşturucu, her türlü sefahat  İstanbul’u geçmişin Sodom ve Gomore’sine dönüştürmektedir. Bütün bu olumsuzluklar içinde vicdan sahibi, vatan duygusunu ve onurunu yitirmemiş, Esir Şehir’ de kurtuluşun kıvılcımını yakmaya çalışan bir avuç insan, zifiri karanlıkta boğulan toplumun umut ışıklarıdır.

Yazarlar, yaşadıkları dönemlerin sosyolojik, psiko-kültürel fotoğrafçıları gibidirler. Yaşanılan sürecin bireysel ve toplumsal tomografisini gelecek kuşaklara sanat prizmasından aktaran soylu insanlardır. Kalemini ve yeteneğini dönemin efendilerinin buyruğuna verenler elbette ki bu tanımın dışındadırlar. Onlar, sermayenin dolma kalemliğine soyunarak iktidar sahiplerinin mızrağı olmayı tercih etmişlerdir. Biz, mazlumların savunma kalkanı olan erdemli insanlardan bahsediyoruz.

Karl Marx, emeğin sömürüsüne işçinin ürettiği artık değere el koymaya dayalı kapitalist sistemde her şeyin meta olduğunu söylemişti. Ürettiğine yabancılaşan işçinin yarattığı artık değerin kapitalistin sermayesine dönüşmesi, üretim araçlarının mülkiyetinin üretenin değil sermayedarın elinde bulunması Marksist Kuramın temelini oluşturur. Kurama göre kar dürtüsü, her türlü insani ve ahlaki zenginliği yok etmekte,
kapitalist sistemin değerleri insanlığın evrensel değerlerini ortadan kaldırmaktadır.

Asr-ı Saadet, Hz.Muhammed döneminde yaşanan İslam anlamında kullanılır. Mutluluk Çağı olarak tanımlanan bu zaman kesitinde toplumsal düzenin iman, inanç, hak ve hakkaniyet üzerinde seyrettiği kabul edilir. İslam’ın tebliğ ve kurumsallaşma dönemi uygulaması her zaman ve dönem için değişmez model olarak düşünülür. Özlem duyulan ve değişmez yönetim sistemi olarak kabul gören Asr-ı Saadet günümüzde sıkça gündeme getirilmekte ve tüm sorunların bu modelin esas alınmasıyla çözümlenebileceği hararetle savunulmaktadır.

Sözün burasında işin esasına dönüp sormanın zamanıdır: İktidara ve güce ulaşmak için dinin metalaştırıldığı bir dönemi Asr-ı Saadet olarak kabul etmek doğru mudur? Günümüz Türkiye’si, bu sorunun 15 yıllık uygulamasının test edilmesi ve somut sonuçlarının ortaya çıkması  açısından çarpıcı verilere sahiptir. Türkiye, dinin siyasal ve ekonomik gücün kaldıracına, dönemsel çıkarların zırhına dönüştürülmesi halinde ortaya Asr-ı  Saadet yerine Asr-ı Rezaletten başka bir şeyin çıkmayacağını göstermesi açısından araştırmacılar için laboratuvar ülke özelliğini taşımaktadır.

Teolojik alandan, ideolojik alana geçişle birlikte metalaştırılan din, egemenlerin belirlediği yoz sistemin sorunsuz sürdürülebilmesinin dayanağına dönüşmektedir. Bir başka söylemle ezilenlerin ezenlere, yönetilenlerin yönetenlere itaat etmesinin teolojik dayanağına dönüştürülen bir din algısıyla sömürünün sonsuza kadar sorunsuz sürdürülebilmesi mümkün hale gelmektedir. Kısacası dinin bireylerin inanç ve iman dünyasının dışına çıkarılarak, siyasi iktidarın çıkarları doğrultusunda  ekonomik  ilişkilerin, toplumsal hayatın yeniden tanziminin payandası yapılması durumunda yozlaşma ve çürümenin kaçınılmaz hale geldiği görülmektedir.

Ekonomik ve toplumsal sistemin dümeninde bulunan iktidar sahiplerince yeniden kurgulanan biçimiyle dinselleşme, çürüme ve yozlaşmadan başka bir sonuç vermemektedir. Evlerde bulunan para sayma makinelerinin, ayakkabı kutularının, izah edilemeyen servet patlamalarının, kaynağı belirsiz Karunlaşmanın tetiklediği çürüme, ahlaki çöküşü baş döndürücü hale getirmektedir.

Bu durumda ortaya mutluluğun resmi yerine çürümenin altı dokuzluk fotoğrafı çıkmaktadır. Sokulduğumuz post-modern Sodom ve Gomore girdabından bir an önce kurtulamazsak, tarih her zaman olduğu gibi  yine tekerrür edecektir.
===============================
Dostlar,

Sn. Av. Hüseyin Özbek, İstanbul Barosu’nun önceki genel yazmanıdır (sekreter).
Başkan Sn. Ümit Kocasakal ile çalışmış ve son derece üretken, başarılı olmuştur.

Sn. Özbek çok nitelikli bir aydındır, yazardır. Makalelerinin tadına doyum olmaz. Sitemizde daha önce de pek çok yazısını yayımladık. Bu da öncekiler gibi öğretici:

  • … ezilenlerin ezenlere, yönetilenlerin yönetenlere itaat etmesinin teolojik dayanağına dönüştürülen bir din algısı..

AKP – RTE ile 15 yılda gelinen yer burası ve dur – durak da yoktur..
“Dininizi ve kininizi eksik etmeyin” talimatı bizzat Erdoğan’ındır..

Türkiye insanı, “tek adam” rejiminin dinci faşizme koşan rap raplarını duymaktadır.
16 Nisan 2017 halkoylaması bu bağlamda kritik bir kırılma noktasıdır. İktidarın cebir ve hilesi ile dayatılan, YSK verisiyle sözde resmileştirilen % 49 ama gerçekte dünya alemin çok iyi bildiği gibi en az %55 düzeyinde insanımız egemenliği tek adama devretmeye karşıdır. 25 milyonu aşkın “hayır” cı bu kitle, “evet” çi kitleden çok daha eğitimlidir, kentsel bölge insanlarıdır. AKP, az eğitimli ve yoksul bırakılmış, mütedeyyin insanlarımızı istismar ederek ayakta kalmaya çabalamaktadır. Görünen o ki, AKP – RTE’nin ayağının altından zemin artık kaymaktadır. Zaman aleyhe akmaktadır. Bir de %15 dolayında, 8 milyonu bulan kitle vardır ki halkoylamasında oy kullanmayan; bunların da büyük kesimi AKP – RTE yandaşı değildir.

Şimdi temel sorun, bu “HAYIR Bileşenlerini” canlı ve bir arada tutarak, hatta büyüterek seçime hazırlamaktır. Bu siyaset mühendisliğini Türkiye başaracak birikime sahiptir. CHP, eleştirileri dikkate alacak ve bu süreçte akıllıca “beyin – omurga” işlevi görecektir.

Sevgi ve saygı ile. 09 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

PAYDAŞLAR KOALİSYONU GERÇEKLEŞİR Mİ ?

PAYDAŞLAR KOALİSYONU GERÇEKLEŞİR Mİ ?
 
Prof. Dr. D. Ali ERCAN
Değerli arkadaşlar,
16 Nisan (2017) Halkoylamasında T.C. seçmenlerinin hemen her siyasal renkten %48,6 kadarı “Parlamenter Demokrasi”nin sürmesinden yana Oy kullanarak, RTE’nin Başkanlığına “Hayır” dedi… Ve Ülke adeta RTE yandaşlığı-karşıtlığı ekseninde ikiye bölündü. Bu durum 2,5 yıl sonra, 2019’da yapılacak genel seçimler için bir ip ucu veriyor. Eğer bu %49’luk statik “Siyasal Paket” toparlayıcı bir lider etrafında dinamik bir birliktelik haline evrilebilirse (yani salt RTE karşıtlığından RTE/AKP karşıtlığında birleşebilirse) o zaman Türkiye’de AKP dönemi kapanabilir; gelecek için umut veren yeni bir dönem başlayabilir…
Satır içi resim 1
 
Bu söylemesi kolay, gerçekleştirilmesi oldukça zor bir iş. Türkiye’nin bütün renklerini temsil edebilecek, en azından kimlik ve kişiliğine karşı çıkılmayacak “Partisiz, toparlayıcı bir Lider” adayı bulunabilecek mi? Toplumun siyasal anatomisine baktığımızda (Kadir Has Üniversitesi Araştırması) kabaca şu tabloyu görüyoruz: İnsanlar kendilerini; 
% 45 Muhafazakar/Müslüman/mütedeyyin
% 20 Atatürkçü/Laik/Cumhuriyetçi
% 15 Milliyetçi
% 12 Sosyal Demokrat
% 8 Diğer görüşlerde olarak tanımlıyorlar.
 
Bunun dışında, etnisite bağlamında %20 Kürt ve %10 kadar diğer etnisitelerin dışında T.C. Yurttaşlarının %70’lik büyük kesimi Türk kimliği ile özdeş görüyorlar kendilerini… Öte yandan halkımızın Kural tanımazlıkta oldukça ileri (!) olduğu, büyük çoğunluğunun “Amaç için her yol mübahtır” anlayışını benimsediği de bir gerçek…
 
Bu çok bilinmeyenli, çok parametreli “Anadolu Denklemi” nasıl çözülür? Çözümü mümkün mü? Partilerimizin bile kendi içinde sağlam bir bütünlük göstermediğini, muhteris (AS: hırslı) politikacılar arasında kliklere ayrıldığını da göz önüne alırsak, 2019’da başarılı yeni bir başlangıç şansının çok çok zayıf olduğunu söyleyebilirim.
 
“Hayır” cephesinin en büyük paydaşı CHP’nin durumuna gelince : Aslında söylenecek çok şey var. Ambleminde T.C. Devletinin kuruluş umdelerini (AS: ilke – hedeflerini) simgeleyen ve ‘Tek’ ve ‘Tekil’ Parti olarak 1923-1946 arasında iktidar olan CHP, 1950’den bu yana (kısa süreliğine istisnai bir durum dışında) (AS: B. Ecevit hükümetleri) iktidar olamadı… Deniz Baykal döneminde, 2002’de %19, 2007’de %21 oy alan CHP, Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlığı döneminde, 2011 ve 2015 seçimlerinde %25 düzeyine çıktı…
 
Sırası gelmişken, şunu belirtmekte yarar var… CHP’nin aldığı oy oranlarında Genel Başkan etkisi +/- %1 kadardır. Bir başka anlatım ile CHP’nin seçimde aldığı oylardaki temel etmen Parti Programı veya Genel Başkan değil, CHP dışındaki siyasal konjonktürdür… Bu açıdan genel gidişi değerlendirdiğimizde, 2019 seçiminde (Genel Başkan kim olursa olsun) CHP’nin %30 düzeyinde Oy alacağını şimdiden söyleyebiliriz. (Sosyo-ekonomik Konjonktür o yönde) Eğer bu “Hayır” halkoylamasının rüzgarı iyi kullanılırsa 1-2 puvan artışı da olabilir… Ve maalesef iktidar için CHP’nin bir koalisyon ortağına gereksinimim olacaktır yine de…
 
Sevgilerimle..æ 08.05.2017
==============================
Dostlar,
Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan’ın irdelemesi düşündürücü ve sorumluluk yükleyici boyutlar içeriyor. Biz o denli karamsar değiliz. Halkımızın acı gerçekleri gördüğünü ve %50+ (%49 değil!) çoğunluğun “bir biçimde”, kurumsal (organik) değilse de eylemli “hayır” ortaklığının yol ve yöntemlerini keşfedeceklerini hatta yaratacaklarını düşünüyoruz. Elbette önümüzdeki dönemde (baskın erken seçim olmazsa 2,5 yıl ??) AKP – RTE’nin izleyeceği iç ve dış politikalarla bunlara ve dış topluduruma (konjonktür) ikincil koşullara bağlı gelişmeler.. Öngörüleri verili durumu iyi irdeleyerek güncellemek gerekebilir.
Bu arada CHP’de her kafadan bir ses çıkmasını “hayra alamet” olarak görmenin olanaksızlığı ortada. Genel Başkan Sn. Kılıçdaroğlu’nun saptaması ve uyarısı son derece yerinde, hatta kritik :
CHP’deki gelişmeler için Saray düğmeye başladı…
Pekiiii, Saray düğmeye kendiliğinden mi bastı, onun da düğmesine basıldı mı?? Önümüzdeki dönemlerin siyasal çözümlemeleri (analizleri) çoook dikkat ve bilgi, emek, özen istiyor.. Aman dikkat..

Sevgi ve saygı ile. 08 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

1. GIDA VE TIP ÖĞRENCİ KONGRESİ

Dostlar,

AÜTF (Ankara Üniv. Tıp Fak.) Dönem 3 öğrencilerimizden sevgili İlker ve Durul, dün (4.5.17) odamıza ziyarete geldiler. HÜTF (Hacettepe Üniv. Tıp Fak.) öğrencileri ile bir ÖĞRENCİ BİLİMSEL TIP KONGRESİ düzenlemişler ve bana da çağrı yazısı ile programı sundular. Ne var ki 4/5 Mayıs 2017 gecesi Dalyan yolunda olacağız Tıbbiyeden mezun oluşumuzun 40. yıl buluşması için.. Kongrenin yapılacağı 7 Mayıs günü de dönüş yolundayız. Hoş görmelerini diledim, kongre kitapçığını / CD’sini edinme ricamı ilettim. Akşam kendilerinden bir e-ileti aldım ve yanıtladım :
* Ben de odama dek gelmenizden ve saygın – değerli çalılmanızı duyurup çağırmanızdan çok mutlu oldum. Birkaç saat sonra Dalyan’a yola çıkacağız ve 7 Mayıs Pazar gece yarısından sonra dönebileceğiz.. Kongre çalışmalarını CD ve/veya kitaptan mutlaka okumak isterim.. Programı web sitemden duyuracağım.. Oradan bakmanızı dilerim.. 
Başarılar dilerim.. Arkasının gelmesini dilerim..
Sevgi ve saygı ile. 04.05.2017
*****
Program için lütfen tıklayınız:1._GIDA_VE_TIP_OGRENCI_KONGRESI_PROGRAMI_7.5.17

Bu kongreye katılınması ve destek verilmesi dileğimizdir.
Tek bir kurtuluş yolumuz var, o da Büyük ATATÜRK‘ün yıllaaaaar öncesinden çook haklı olarak vurguladığı ve bizlere tinsel kalıtı (manevi mirası) olarak bıraktığı üzere;
* Yaşamda en gerçek yol gösterici bilim ve tekniktir.. Bunun dışında yol aramak aymazlıktır (gaflet), sapkınlıktır /(dalalet) ve bilisizliktir (cehalet).
Bu bilimsel etkinliğe emek veren ve vereceklere şükranlarımızı sunuyor, içten başarı diliyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 05 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Meme kanserinde farkındalık zinciri ve Tamoksifen

Dostlar,

Kırk yıllık genel cerrah, nitelikli ve dürüst hekim, Türkiye Tıp Kurumu başkanı meslektaşımız Dr. Mehmet Altınok, kısa bir ileti göndermiş.. Dr. Altınok kanser ve özellikle meme cerrahisinde yetkinleşmiş bir uzman olarak ciddi bir uyarıda bulunuyor.. Paylaşmak istiyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 04 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com
=======================
Meme kanserinde farkındalık zinciri,
Kurdelesi pembe değil,
Kırmızı, kırmızı alarm zira…
****

Tamoksifen, 40 yıldır meme kanserinde güvenle kullanılıyor, tedavide yararı açık biçimde kanıtlanmış durumda. Kemik erimesi yapmaması pahalı alternatiflerine göre büyük avantaj. Diğer yan etkileri ucuzluğu nedeniyle çok abartılıyor, oysaki dikkatli bir izlem yapılırsa sorun yok. Patent süresi uzun yıllar önce dolduğu ve bu nedenle birçok jeneriği piyasaya sürüldüğü için çok ucuz. Aylık tedavi maliyeti 13 TL, günlük tedavi maliyeti de 43 kuruş. İlaç firmalarının pazarlaması açısından kârlı değil, firmaların istedikleri zamların yapılmasının hiçbir önemi yok, ancak Bakanlık kabul etmiyor. Firmalar ilacı piyasa sürmekte ayak diretiyor, hastalar açısından ilacın temini kabusa dönüşüyor. Sıkıntı açıkça ortadayken Bakanlık ilacın temini için etkili bir müdahalede bulunmuyor. Bulunmayan pek çok ilaçta da aynı sorun yaşanıyor. Söz gelimi barsak tıkanmasına doğru giden şiddetli kabızlıkta su ve elektrolit çekmemesi nedeniyle alternatiflerine göre büyük avantajı olan Sokol Likid Vazelin 4 TL olduğu için piyasadan buharlaştırılmış durumda. Kıyıda köşede kalmış eczane raflarında tek tük bulabilirseniz ne ala, depolarda ve eczanelerde yok. Böyle onlarca hatta daha fazla örnek verebiliriz. Tamoksifen’den başlayalım dedik. (04.05.2017)

Dr. Mehmet Altınok
Tıp Kurumu Başkanı

Dinçer Demirkent : Mülkiye imamını rahat bırakın!

Dinçer Demirkent
Dinçer Demirkent
dincerdemirkent@gmail.com  4 Mayıs, 2017

Mülkiye imamını rahat bırakın!

Efendiler, Mülkiye imamını rahat bırakın. O sizin yerleştirdiğiniz imamlara benzemez. Badem bıyıkları yoktur. Sinsi sinsi iş çevirip kayırmacılık yapmaz, kimseyi fişlemez, arkasına aldığı cemaat ve devlet gücüyle insanların yıllarca çalışarak kazandıkları hakları hırsızlıkla gasp etmez.

İmamlarla uğraşmak bizim işimizdi halbuki. Sizin can yoldaşlarınızdı cemaatin imamları. Ama bizim bulunduğumuz yerde rahat edemezlerdi. Çünkü bulunduğumuz kurumda liyakati, çalışmayı, kamunun, halkın çıkarlarını esas aldık. Cemaat imamlarınız, yandaşlarının, ortaklarının çıkarı uğruna açık açık kontenjan belirlerlerdi. Hangi cemaatin, hangi kurumda kaç kontenjanı olduğunu herkes bilirdi. Bakanlıklar tarikat ve cemaatlerin devlet kurumlarına sokacağı personel için kontenjan belirleme borsası olmuştu. KPSS’de hırsızlık var dediğimizde yok dedi müstakbel başkan. Yargıyı Fethullah Gülen Cemaati’ne teslim ediyor dediğimizde demokratikleşiyoruz dedi. Mülakatlar kalksın, liyakat gelsin dediğimizde olur mu öyle şey dedi. Devletin bütün kurumlarına imamlar yerleştirmiştiniz kendi ellerinizle. Devletin temel organlarının; yargının, yasamanın, yürütmenin imamları vardı. Merkez teşkilatının, taşra teşkilatının, yerel yönetimlerin, ordunun, üniversitenin, her yerin imamları… Mülkiye’ye sokamadınız imamlarınızı. Onlar da Akit’ten Vahdet’e, bize saldırdı. Terörist diye tutukladığınız emniyet amirleriyle fakültemizi zapt etmeye çalıştınız. Olmadı. Çare yok diyeceğim, ama buldunuz. Allah’ın lütfunu fırsat bilip OHAL ilan ettiniz. İşleyen bir hukuk devletinde sadece bir kağıt parçası sayılabilecek KHK’larla Mülkiye’yi tasfiye etmeye kalktınız. Cemaatin imamlarının yapamadığını yaptınız. Bravo.

İKİ KÜLTÜR

Şimdi kendi ellerinizle devlet kurumlarının, mülakat komisyonlarının tepelerine yerleştirdiğiniz imamları görevden alıyor, tutukluyorsunuz. Televizyon programlarında üç yıl önce göklere sığdıramadığınız isimlerin yediği haltları sayıyorsunuz, o zaman bilmiyormuş gibi.

Efendiler, Mülkiye imamını rahat bırakın. O sizin yerleştirdiğiniz imamlara benzemez. Badem bıyıkları yoktur. Sinsi sinsi iş çevirip kayırmacılık yapmaz, kimseyi fişlemez, arkasına aldığı cemaat ve devlet gücüyle insanların yıllarca çalışarak kazandıkları hakları hırsızlıkla gasp etmez.

 

Günlerdir, bugün gerçekleşecek olan İnek Bayramı’nda din düşmanlığı yapılıyor diye kara propaganda yapıyorsunuz. Ensar’da tecavüze ses çıkarmayanlar, Kur’an kurslarındaki tacizleri görmezden gelenler, on iki yaşındaki çocukla ilişkisi olan büyüklerine arka çıkanlar, evet pusulasının fotoğrafını çekip müdürlerine gönderenler, geldikleri her yere başkalarının haklarını yiyerek gelenler. Evet, evet sizler. Hayatlarında, derinliğe, estetiğe, düşünceye, farklılığa karşı provokasyon çıkarma gayretinden başka ameli olmayan sizler.

Mülkiye imamı, sizin bildiğiniz imamlardan değildir. O kelimenin sahih anlamıyla önde durandır. İnek Bayramı’nın açılışını, ‘İnek Duası’nı okuyarak yapar. İki gün süren eleştiri ve mizah festivalinin, ayakların baş olduğu bir Dynosiosçu kurgunun açılışıdır bu. Sizin kurum kurum topladığınız cemaat imamlarının aklına bile gelmez amirlerinin, müdürlerinin yüzüne karşı eleştiride bulunmak. Ama bu festivalde hiç kimseye hakaret edilmezken herkes kıyasıya eleştirilir. Rektör, dekan, öğretim üyeleri, öğrenciler, siyasal iktidar. Fakat cinsiyetçilik yasaktır, nefret suçu işlenmez. Kimsenin dini ile mezhebi ile alay edilmez. Bir de iyi bileceksiniz, mezhebinden dolayı insan yakanların destekçisi olunmaz, olanlara mevki makam verilmez. İnek Bayramı, üniversiteyi gerçek anlamda üniversite yapan kurumsal geleneklerden biridir.

Efendiler, üniversite ilginç bir yerdir, ama pek beğendiğiniz mafya dizilerindeki, komplo programlarındaki gibi değil. Düşünce yoğundur, eleştiri yoğundur; şiddet değil. Bakın yaptıklarınız nelere mal olacak biliyor musunuz? Bir kısmınız biliyor, bilerek yapıyor. Ama bilmeyenler için iki fotoğrafla anlatayım.

İKİ FOTOĞRAF

mulkiye-silah

Bu fotoğraf, bir Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisinin açık twitter hesabında yer almaktadır ve sendika sorumlusu olarak yaptığım sürekli uyarıların ardından üniversite yönetimi soruşturma başlatıldığını söylemesine rağmen hâlâ durduğu yerde durmaktadır. Kendisine yöneltilen en zayıf eleştirileri bile mahkemeye veren Rektör İbiş, bu fotoğrafı her nasılsa kaldıramamıştır. Aylar önce çekilmiş bu fotoğraftaki namlu, Mülkiye’ye yöneltilmiştir. Tetikçi gazetelerde yazanlar, bu silahı hep birlikte tuttuklarının farkına varmalıdırlar.

inek-bayrami-ic

Bu fotoğraf, İnek Bayramı’nın açılışı olan ‘İnek Duası’nın ardından gerçekleştirilen yürüyüşe aittir. Bu yürüyüşte önceleri, geleneksel olarak Ziraat Fakültesi’nden gelen inek yürütülürdü. Fakat Mülkiye öğrencileri, ineğin kalabalıktan ürktüğünün farkına vardılar; kampüste yaşayan her canlıya duyulan saygıyı ona da göstererek fotoğrafta görülen maketi kullanmaya başladılar.

Hangi kültürün, üniversiteye ve ülkeye hakim olmasını istersiniz gerçekten?

ÇOK GÖRMEYİN

Siyasal İslamcı iktidar, her ormana termik santral, her boşluğa TOKİ yapmak; her farklılığa beton dökmek istiyor. Onun, kraldan çok kralcıları, kalemşörleri, sabah programcıları mizaha, eleştiriye, düşünceye tahammül edemiyor. Efendiler, Türkiye’de girdikleri sınavlarda en başarılı öğrenciler olan bu çocukları bırakın, şiddeti kışkırtmayın. Şiddetsiz, barışçıl, mizaha ve eğlenmeye dönük iki günü çok görmeyin. Hepiniz silinip gideceksiniz, Cemal Süreya’nın Mülkiye’de yayımladığı ilk şiiri kalacak…

Ayıcılar geçti, mağlup insanlar geçti
Rüyalar darmadağındı Şarkısı-beyaz
Sonra dalgalar geldi dile
Sonra bir mavilik aldı her yerimizi;
Nasıl hatırlıyorsan dünyayı
öyle…
(http://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/05/04/mulkiye-imamini-rahat-birakin/)
=======================================
Teşekkürler sevgili Dinçer Demirkent..

Bu da geçer, bu da biter..
Türkiye yoluna devam eder..

SBF – Mülkiye’nin 809 yıllık İNEK BAYRAMI’ndan korkanlara acıyoruz..
Engelleyenleri ise acıyarak kınıyoruz..
*****
Biz özgürlüğün
Güzel günlerin
Savaşçıları 
Aydınlığın
İyiliği
Bize eziyet
Ediyorlar bugün
Ama halkımız
Aynı acıların
Bin katını
Yaşamıyor mu sanki

Biz özgürlüğün
Güzel günlerin
Savaşçıları
Bize eziyet ediyorlar bugün
Ama bu
Şiirimize
Biraz daha çelik
Katılacak demektir
Biraz daha karar
Ve zafer umudu
Kardeşim
Aylardır hapiste
Ve yıllarca sürebilir bu
Çünkü O halkının omuz başına 
Koydu omuzunu

Ataol BEHRAMOĞLU
*******

Sevgi ve saygı ile. 04 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Rifat SERDAROĞLU : Bİ HUZUR VERİN

Bİ HUZUR VERİN, HUZUR!

Rifat Serdaroglu

AKP İktidar olduğu 2002 yılından bu yana huzur içinde yaşamaya hasret kaldık!
Şu fani dünyadan zevk alamaz, rahat nefes alamaz hale getirdiler ülkeyi!
Türk Milletini mezhep dediler, ayrıştırdılar!
Etnik köken dediler, insanları birbirinin yüzüne bakamaz hale getirdiler!
Hocaefendi-Tarikat-Cemaat dediler, insanların arasına fitne soktular!
Yolsuzluk ve Hırsızlıkları türban ile gizlemeye çalıştılar, midemiz bulandı!

FETÖ için “Saygıdeğer, Münevver İlim Adamı” dediler, adam hain çıktı!
Çözüm Süreci dediler, kilometrelerce tünel-barikat inşa edildi!
Binlerce vatan evladı şehit oldu!
IŞİD katillerine asabi çocuklar bunlar dediler, adamlar zavallı insanları kestiler!
Ülkeyi borç batağına soktular, bankaların tamamına yakınını yabancılara sattınız!
Sanayi çarkını durdurdular, işsizliği tavan yaptırdılar!
Milletin parasının-malının çalındığı yetmedi, oylarımız bile çalındı!
Çevremizde barış içinde olduğumuz bir tane komşu bırakmadılar!

Bugün için durumumuz ne?
-Amerika, PYD-YPG yani PKK ile beraber!
Sınırımıza tanklarını yığdılar açıkça kimlerle stratejik ortak olduklarını ilan etti.
-Rusya, PYD-YPG ile beraber olduğunu fotoğraflarıyla açıkladı!
-İsrail-İran-Suriye-Irak-Mısır, Ortadoğu konusunda bizimle beraberler mi? Hayır!
-Erdoğan’ın “Onur Konuğu” Barzani, Kerkük’teki resmi binalara Kürdistan Bayrağını astırdı!
Dünya Lideri ve İslam Halifesi olma hayalini kuran Erdoğan bu durumda ne yapıyor?
AKP’ye üye olup “Partili Cumhurbaşkanı” oluyor!
Buna “Her kuşu bitirdin, sıra hacı leyleğe mi geldi” demezler mi?
AKP’ye üye olunca, ne olacak? ABD ve Rusya titreyip korkacaklar mı?
Esat, “Aman abi, ben ettim sen etme” deyip Suriye’yi terk mi edecek?
İsrail, (İkinci İsrail) olarak görev yapacak Kürdistan’ı kurdurtmaktan vaz mı geçecek?
Barzani denen eşkıya, Irak Türkmenlerini öldürmekten vaz mı geçecek?
Ekonomik kriz, gelmekten vaz mı geçecek? İşsizliğin önü mü alınacak?

Tabii ki bunların hiçbiri olmayacak!
Ya ne olacak? Şu an kendisinin ve ailesinin geleceğini garantiye almaktan başka bir düşüncesi olmayan Erdoğan, kendi partisinin içinden gelebilecek bir karşı hareketi bir müddet daha geciktirmiş olacak! Tüm olay maalesef bu kadar basit ve iğrençtir

Tam bu olayı hazmetmeye çalışıp sinir sistemimizi yatıştırırken, Erdoğan’ı Milletvekili yapıp Türkiye’ye armağan eden, bu arada sekreterini de Milletvekili yapan, 80’e merdiven dayamış “hırs küpü” Deniz Baykal, Sayın Abdullah Gül, %49’un Cumhurbaşkanı adayı” olabilir, deyiverdi! Arkadaş, %49’un sahibi sen misin ki, başımıza şapka geçirmeye çalışıyorsun?
Türkiye’de başka adam mı kalmadı da Siyasi İslam’ın sinsi militanını Türk Milletine kabule çalışıyorsun? Biriniz hastasınız, diğeriniz 80’e gelmişsiniz, görmediğiniz mevki, yemediğiniz nane kalmamış! Doymadınız mı, nefsinizi mi frenleyemiyorsunuz?
Lütfen Türk Milletine bi huzur verin artık, bir parça huzur…

Değerli Okurlar,
Sultan 2. Mahmut’un vezirlerinden Halet Efendi, milleti canından bezdirmiş!
Öldüğünde arkasından şu söylenmiş;
Ne kendi etti rahat / Ne memlekete verdi huzur,
Yıkılıp gitti cihandan / Dayansın ehli kubur…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 03 Mayıs 2017
=================================================
Dostlar,

Sn. Serdaroğlu gene oldukça başarılı bir yazı yayımladı, sağolsun..
İçine sürüklendiğimiz olağanüstü koşullarda CHP, ülkenin “hayır” hattını örmekle, sürdürüp güçlendirmekle ödevlidir.
Şimdilik en temel görev budur.
Dolayısıyla, CHP’ye içeriden ya da dışarıdan hiçbir saldırının zamanı değildir.

  • Vargücümüzle CHP’yi, halkoylamasında “hayır” diyen ama iradeleri cebir ve hile ile çalınan 25 milyonu aşkın insanı bir arada tutmaya yönlendirmeliyiz.

Söz konsu olan gerçekten vatandır ve gerisi ayrıntıdır.
Turnusol kağıdı budur; Baykal da, F. Sağlar da, M. İnce de…. öbürleri de
bu stratejik önceliğin ayırdında olmak ve buna göre davranmak zorundadır.
Herkes söz ve davranışlarını bu bağlamda büyük bir özenle ayarlamalıdır.
Hedef, bir an önce AKP iktidarından kurtulmaktır, artık tahammül kalmadı..

Sevgi ve saygı ile. 03 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Sinan Meydan : Umudun fotoğrafı

Umudun fotoğrafı

Sinan MEYDAN
SÖZCÜ, 1 Mayıs 2017 

“Bu resme bugüne kadar gelen giden bakmaktadır. Ve nicesi, onun o mucizeli sözlerini –bir kutsal pınardan kendi ruhunun kabına abı hayat doldurur gibi- kâğıdına, defterine alıp gitmektedir.” (Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ü Özleyiş, I, s.35) 

24 Mart 1918, Pazar,
Beşiktaş Akaretler’deki 76 numaralı ev;
Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşanın evi…
Gazeteci Ruşen Eşref (Ünaydın) o evin kapısından girmek üzere…
Ruşen Eşref heyecanlı! İlk kez böyle bir röportaj yapacak.
Röportaj başlarken evde gördüğü manzara şu:
“Cumba tavanlarına ve pencere kenarlarına varıncaya kadar kanepeleri bile halılar, seccadeler ve kilimler altında koyulaşmış bu çok gölgeli geniş odada Mustafa Kemal Paşa’nın siması Rambrand vari bir tabloyu andırıyordu. Genç bir simada bu kadar engin bir mana gördüğümü hatırlamıyorum: Işıklarla gölgelerin dalgaları arasında kararlılık, tevekkül, tevazu, vakar, yumuşak huyluluk, sertlik, temizlik, zekâ… Bütün bu zıt şeylerin toplandığı sarışın ve gayet sevimli bir yüz…”
Ruşen Eşref Bey’in anlatımıyla Atatürk’ün üzerinde “sivil lacivert bir elbise”, elinde “doksandokuzlu bir Necef tespihi” vardır. (Bu arada, Atatürk‘ün lacivert elbise giymediği koca bir yalandır).
Atatürk, Ruşen Eşref Bey’e önce bir sigara ikram eder, sonra küçük masanın üstündeki çıngırağı iki kere çevirir, derhal kapının önünde mahmuzlarını birbirine vuran şık bir nefer belirir.
“Çocuğum bize iki kahve, sobanın da ateşine bakın” der.
Böylece 3 gün devam edecek röportaj başlar. (24-27 Mart)
Ruşen Eşref şöyle diyor:
“Ve kimi yerde, kimi yazıhanenin üzerinde, kimi köşede buzcamlı koyu renk dolapta, kimi İngilizlerden ele geçirilme koca bir makineli tüfek önündeki koyu renkli çini sobanın üzerinde bulunan defterlerden, yazılardan süzülen Çanakkale menkıbesinin özetini, bu sabırlı ve temkinli kumandandan 3 gün ve her mülâkat 12 saatten aşağı sürmemek şartıyla, 3 gün dinledim.”
Atatürk’ün Çanakkale Savaşları’nın önemli ayrıntılarını Ruşen Eşref Bey’e anlattığı bu röportaj aynı yıl “Yeni Mecmua”nın Çanakkale Özel Sayısı’nda “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal İle Mülakat” başlığıyla yayımlanır.
O röportajla başlayan Atatürk, Ruşen Eşref dostluğu devam edecektir.

UMUDUN FOTOĞRAFI

Ruşen Eşref’in, 24 Mart 1918 tarihli bu röportajından tam 2 ay sonra, 24 Mayıs 1918’de, Atatürk, Ruşen Eşref Bey’e bir imzalı fotoğrafını hediye edecektir.

a1

Ancak bu sıradan bir imzalı fotoğraf değildir; bu, üzerindeki kısa notta ülkenin aydınlık geleceğinden söz edilen şaşırtıcı ve özel bir fotoğraftır. Fotoğraf gerçekten de şaşırtıcı ve özeldir, çünkü o günler hiç de aydınlık bir geleceğe gebe görünmemektedir. Tam tersine her yer kap karanlıktır: 1911-1918 arasında tam 7 yıldır savaşan; Balkan bozgununu, Sarıkamış felaketini, Kanal hezimetini yaşamış, Yemen’den Galiçya’ya yüz binlerce kilometre kareyi çocuklarının kanlarıyla sulamış, varını yoğunu kaybetmiş; yoksul, hastalıklı, çaresiz bir millet, büyük bir endişeyle I. Dünya Savaşı’nın sonucunu beklemektedir. O günlerde I. Dünya Savaşı bitmek üzeredir. Osmanlı büyük bir bozgunun eşiğindedir. Nitekim Atatürk’ün Ruşen Eşref Bey’e o imzalı fotoğrafı vermesinden 5 ay sonra, 30 Ekim 1918’de imzalanacak Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla büyük bozgun gerçekleşecektir.
1918 yılı itibarıyla geriye Çanakkale Zaferi’nin onurundan, gururundan başka hiçbir şey kalmayacaktır. İşte o kara günlerde Atatürk, gazeteci Ruşen Eşref Bey’e imzalayıp hediye ettiği o güzel fotoğrafının bir kenarına aynen şu satırları yazmıştır:

  • “HER ŞEYE RAĞMEN MUHAKKAK BİR NURA (AYDINLIĞA) DOĞRU YÜRÜMEKTEYİZ. BENDE BU İMANI YAŞATAN KUVVET, YALNIZ AZİZ MEMLEKET VE MİLLETİM HAKKINDAKİ PAYANSIZ MUHABBETİM (SONSUZ SEVGİM) DEĞİL, BUGÜNÜN KARANLIKLARI, AHLAKSIZLIKLARI, ŞARLATANLIKLARI İÇİNDE SIRF VATAN VE HAKİKAT AŞKIYLA ZİYA (IŞIK) SERPMEYE VE ARAMAYA ÇALIŞAN BİR GENÇLİK GÖRMEMDİR.” (R. E. Ünaydın, Atatürk’ü Özleyiş, I, Kasım 1998, s. 5,6.)

    O sırada Atatürk’ün Samsun’a çıkmasına daha 1 yıl, TBMM’yi toplamasına 2 yıl, Büyük Taarruz’u kazanmasına 4 yıl vardır. Bu, tek kelimeyle “umudun fotoğrafı”dır.
    Ne diyor Atatürk? “Her şeye rağmen” kesinlikle “bir aydınlığa doğru yürümekten” söz ediyor. Bu düşüncesinin iki kaynağı olduğunu açıklıyor:

    1. Millete olan sonsuz sevgisi ve güveni,
    2. Vatan ve gerçek aşkıyla hareket eden bir gençlik görmesi.

    Yokluğun, yoksulluğun, geri kalmışlığın kol gezdiği, mağlubiyetlerin acısının olanca şiddetiyle hissedildiği, yeni felaketlere gebe o umutsuz günlerde Atatürk, bir fotoğrafını adeta “umudun fotoğrafı”na dönüştürmüştür.

UMUDUN KİTABI

Bakın Kurtuluş Savaşı mucizesine; bu topraklarda umudun fotoğrafının Atatürk olduğunu göreceksiniz. 1919’da Samsun’a çıkarken ona;
“Ordu yok!” dediler; “kurulur” dedi.
“Para yok!” dediler; “bulunur” dedi.
“Düşman çok” dediler; “yenilir” dedi.
Ve gün geldi, bütün bu dedikleri oldu. Nasıl mı oldu? Bakın Nutuk’a…
Atatürk’ün 1927’de kaleme aldığı ve aynı yıl okuduğu Nutuk da aslında “umudun kitabı”dır. Atatürk Nutuk’ta en umutsuz koşullarda nasıl yoktan bir ülke kurduğunu anlatmıştır. Nasıl her türlü zorluğa inançla, azimle, akılla karşı koyduğunu belgelemiştir. Nasıl umutsuzluğu umuda dönüştürdüğünü göstermiştir.

a2

İlginçtir! 1918’de Ruşen Eşref Bey’e verdiği imzalı fotoğrafında umudunun kaynağının özellikle gençlik olduğunu belirten Atatürk, 9 yıl sonra, 1927’de kaleme alıp okuduğu Nutuk’ta da Türkiye Cumhuriyeti’ni gençliğe emanet etmiştir. 

ATATÜRK UMUTTUR

Bu topraklarda herkesin umutsuz olmaya hakkı vardır. Ancak “Ben Atatürkçüyüm”, “Ben Kemalistim” “Ben Atatürk’ün izinden gidiyorum”, “Ben Atatürk’ü anlıyorum” diyenlerin umutsuz olmaya hakkı yoktur. Atatürk, bu millete en zor koşullarda bile umutsuz olmamayı öğretmiştir. Atatürk, bu millete en umutsuz zamanlarda kurtuluşu gösteren akıldır, iradedir. Bir gün çocuklarınız size Atatürk nedir? Atatürk kimdir? diye soracak olursa, ki mutlaka soracaktır; önce Atatürk’ün 24 Mayıs 1918’de Ruşen Eşref Bey’e imzalayıp verdiği bu fotoğrafı gösterin, sonra Atatürk’ün bu fotoğrafının kenarına yazdıklarını okuyun. Sonra da “Atatürk umuttur” deyin.
Üstelik yalnızca bizim, Türk Milleti’nin değil, emperyalizmin, bağnazlığın ve
geri kalmışlığın pençesine düş(ürül)müş tüm mazlum milletlerin umudu hâlâ Atatürk’tür. Umuda sarılmanın tam zamanıdır.
 

ATATÜRK’ÜN HİÇ BİTMEYEN UMUDU

Atatürk’ün hiç bitmeyin umudunun ardında hiç bitmeyen bir çaba, hiç bitmeyen bir azim, hiç bitmeyen bir irade vardır. Örneğin,
O “umut fotoğrafı”nı imzaladıktan bir gün sonra, 25 Mayıs’ta, böbrek rahatsızlığını tedavi ettirmek için Viyana Karlsbad’a gitti. 2 Ağustos’ta İstanbul’a döndü.
7 Ağustos’ta, 7. Ordu Komutanı olarak Suriye-Filistin’e ikinci kez atandı.
28 Ağustos’ta Nablus’a gidip komutayı aldı. 19 Eylül’de General Allenby komutasındaki İngiliz Ordusu, Filistin-Suriye cephesine saldırdı. 26 Ekim’de Atatürk, İngiliz-Arap kuvvetlerini Halep’in kuzeyinde durdurdu. Kendi ifadesiyle, orada“Türk süngüleriyle bir sınır” çizdi.
30 Ekim’de Osmanlı, Mondros’u imzalayıp savaştan çekildi.
31 Ekim’de Liman Von Sanders’in yerine Yıldırım Orduları Komutanlığı’na getirildi.
1 Kasım’da Adana’ya gelerek Yıldırım Orduları Komutanlığı’nı devraldı
1 Kasım-10 Kasım arasında Adana’da Kurtuluş Savaşı’nın ilk hazırlıklarını yaptı.
Osmanlı umudu tüketip teslim oldu, ama Atatürk asla teslim olmadı.
Şartlar ne kadar kötü olursa olsun Atatürk hiç vazgeçmedi, hep kazanacağına inanarak savaştı, asla umudunu yitirmedi.
Kurtuluş Savaşı, işte bu hiç bitmeyen umudun eseridir.

RUŞEN EŞREF BEY ANLATIYOR

Atatürk, Ruşen Eşref Bey’e imzalayıp verdiği fotoğrafını yıllar sonra gördüğünde çok duygulanmış, yazdıklarını bir kere daha okuyup beğenmiş ve o kenar yazısının Hâkimiyeti Milliye’de yayımlanmasını istemişti.

a3

Ayrıntıları Ruşen Eşref Bey’den dinleyelim:
“Bana imzalayıp verdikten yıllarca sonra kendisi bu resmi Çankaya’daki evimizde tekrar gördü, yazdığını okudu; duygulandı. Onu, birlikte misafir geldikleri ve bize şeref verdikleri İnönü’ye de okuttu. Ve bana dedi ki:
‘İyi yazmışım… Bunu yarın Hâkimiyet-i Milliye’de bastırt.’
Bütün Türklerin en bahtiyarlarından biriymişim ki ondan bana böyle bir lütuf nasip oldu… Resmin de yazıların da manasına çoktan hayrandım. Anlıyordum ki o yüksek sözler sade bana kalamaz… Anlıyordum ki bu resmin üstüne yazdığı yazının ilk parçası milletimizin ezberine geçecek değerdedir. İnancın ve güvenin nasıl ta eskiden beri şuurunda yer etmiş bulunduğunu bildiren bir ışıktır bu… Eserin (Türk Devrimi‘nin) arifesini aydınlatıyor, eser sahibinin eşsiz özünü belirtiyor. Fakat sonu, şahsıma iltifatıydı.”
“Bu resme bugüne kadar gelen, giden bakmaktadır. Ve nicesi, onun o mucizeli sözlerini –bir kutsal pınardan kendi ruhunun kabına abı hayat doldurur gibi- kâğıdına, defterine alıp gitmektedir. Resmi bundan iki yıl önce (1937) Türk Tarih Kurumu, Dolmabahçe Sarayı’ndaki sergisinde gösterilmek üzere benden istemişti. Bir müddet orada sergilediler.
Şimdi yabancı bir ilde (Atina) işte bu resimle karşı karşıyayım. Ve büyük adamın o akşam bana söylemiş olduklarını andıkça pişmanlığa, utanmaya varan bir kırıklık duyuyorum… O akşam genç ve dinç önderin hayat çağlar gönlünden gelen gelişigüzel bir arzu rüzgârı gibi esip geçivermiş o dilek, düşünebilir miydim ki, gün olup içime bir vasiyet gibi işleyecektir!” (Atatürk’ü Özleyiş, I, s. 34-36).
“Bu resim benim hayatımda bir tarihtir. O günden bu güne benliğimi, yaşayışımı kaplamış bir iradenin çağrısıdır.
Yalnız benim yaşayışımı mı? Milletiminkini de… Sadece onunkini de değil, Bu resim dünyanın Türkiye’ye görüşünü değiştirmiş kudretin tasviridir…” (Atatürk’ü Özleyiş, I, s.13,14)
Ruşen Eşref Bey, Atatürk’ün 1918’de imzalayıp kendisine hediye ettiği o fotoğraftaki “aydınlık gelecek” vurgusundan çok etkilenmişti. 1934’te Soyadı Kanunu çıktığında Atatürk ona “Ün-Aydın” soyadını verdi.
==========================================0

Teşekkürler değerli tarihçi – yazar Sinan Meydan‘a…
O’na yer veren SÖZCÜ Gazetesine de teşekkür ediyoruz…
ATATÜRK UMUTTUR ve umuda sarılmanın zamanıdır..
Türkiyemiz bu karanlık – lanetli yılları da mutlaka ama mutlaka aşacaktır..

Sevgi ve saygı ile. 03 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İnek Bayramı, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü tarafından yasaklandı

MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ’NDEN DUYURU

KAMUOYUNA DUYURU

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

Siyasal Bilgiler Fakültesi-Mülkiye’nin, İstanbul’dan Ankara’ya taşınmasının ardından kutlanmaya başlanan İnek Bayramı, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü tarafından yasaklandı. 4-5 Mayıs tarihlerinde yapılacak olan ve tüm hazırlıkları tamamlanmış etkinliklerin bir gün önce yasaklanması, Fakültemize, öğrencilerimize ve öğretim üyelerimize yönelik iki yıldır sürdürülen sistematik saldırının yeni bir aşamasıdır.

Bu yıl, İnek Bayramı’na önce mezunların alınmayacağının, ardından da bayram etkinliklerinin Rektörlük tarafından yasaklandığının ortaya çıkmasının ardından gün boyunca çeşitli girişimlerde bulunduk. Hem Festival Komitesi (FESKOM) temsilcileri hem Dekanlıkla görüşmeler yapıldı. Kamu yöneticileriyle doğrudan ya da dolaylı biçimde yapılan görüşmelerle yasağın kaldırılması sağlanmaya çalışıldı. Önce, mezunların etkinliklere katılımı konusundaki sorun çözüldü. Gerek öğrencilerin gerek Mülkiyeliler Birliği’nin girişimleri sonucunda İnek Bayramı’nın planlandığı gibi ve öğrencilerin kararı doğrultusunda yapılabileceği de ortaya çıktı. Daha sonra Dekanlık tarafından İnek Bayramı’nın yapılabileceği bilgisi Mülkiyeliler Birliği’ne iletildi. Ancak akşam saatlerinde Rektörlük, duyumlara dayanarak Mayıs ayı boyunca akademik faaliyetler haricindeki bütün etkinliklerin yasaklandığını SBF Dekan Vekiline bildirdi. Bu bildirim üzerine Dekanlık etkinliklerin yasaklandığını duyurdu.

80 yıldır yapılan geleneksel bir etkinliği, güvenliği sağlamakla yükümlü kişilerin, güvenlik bahanesine sarılarak yasaklamasını kınıyoruz. İnek Bayramının güvenliğini tehdit edenlerin kimler olduğu ortadadır. Ankara Üniversitesi Rektörlüğü’nün SBF öğrencilerini tehdit edenler hakkında gerekli yasal işlemleri yapmak yerine, İnek Bayramını yasaklaması, sosyal medya ve kimi gazetelerde fakültemizin geleneğini ve öğrencilerini hedef gösterenlerle aynı zeminde hareket ettiğini göstermektedir.

İnek Bayramı, en çok fakülte hocalarının ve yönetimlerinin mizahi bir üslupla eleştirildiği, sadece SBF için değil, bütün Ankara için önemli sosyal ve kültürel bir etkinliktir.

Gün boyunca öğrencilerin, Fakülte yönetiminin ve Mülkiyeliler Birliği’nin İnek Bayramı’nın sorunsuz bir şekilde gerçekleşmesi yönünde yaptığı girişimler Ankara Üniversitesi Rektörlüğü tarafından akşam saatlerinde reddedilmesi, Üniversitenin bugünkü yönetiminin üniversiteyi yönetme yeteneğinin kalmadığının kanıtıdır.

Bu süreçte öğrencilerimizin yanında ve dayanışma içinde olacağımızı beyan ediyoruz.

Başta öğrencilerimiz olmak üzere fakültemize karşı gelişebilecek herhangi bir saldırıdan, iki gündür bu provokasyonu planlı bir biçimde örgütleyenlerle, buna boyun eğen üniversite yönetimi sorumludur.

Gerçek dışı iddialarla yapılan yayınlar hakkında da gerekli hukuki girişimleri başlatacağımızın bilinmesini isteriz.

Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu
====================================
Dostlar,

Üzüntü ve şaşkınlık içindeyiz… Olur olur da bunca mı olur?!
Bizim de üyesi olduğumuz Mülkiyeliler Birliği‘nin üstteki açıklamasını paylaşıyoruz.
20 Temmuz 2016’da OHAL ilan edildiğinde Başbakan Yıldırım, bunun halk için değil kendileri için olduğunu, gündelik yaşamı pek etkilemeyeceğini düşündüren sözler etmişti. Tam da tersine oldu..

  • İktidar, OHAL olanaklarını tepe tepe kullanırken, AKP içindeki FETÖ siyasal ayağına (Bakanlara ve vekillere!) hala dokunul(a)madı ama yaşam ülkede cehenneme döndürüldü.. Erdoğan Anayasa gereği tarafsızlık yeminini çiğnedi, AKP üyesi oldu! 

Sıkıyönetimden de beter bir OHAL dayatılmakta. 12 Eylül sıkıyönetiminde 20 bine yaklaşan görevden uzaklaştırma olmuşken, bu kez bunun 6-7 katını aştık! OHAL’in 10. ayındayız, Anayasa ayaklar altında, hukuk devletinin nerdeyse zerresi bırakılmadı.. 16 Nisan’da halka deli saçması bir halkoylaması dayatıldı, demokrasiden – egemenliğinden  -hukuk devletinden vazgeçip geçmeyeceği sorulabildi! Yetmedi, YSK eliyle ve başkaca hilelerle halk iradesi tersine döndürüldü.. Artık pervasız, gerekçesiz, keyfi yasaklamalar başladı..
AKP’nin tüm etkinliklerinde hiiiiiç bir sorun yok, asayiş berkemâl ama başkaca etkinliklerde, hele karşıt (muhalif) görüşler açısından hemen hemen hiiiiç hoşgörü yok! Ankara Üniversitesi yönetiminin bu yasaklama için açık, nesnel, kamu yarar içeren, hizmet gereği olan ve makul güvenlik önlemleri ile engellenemeyeceği kesin olan güvenlik risklerinin neler olduğunu açıklıkla ortaya koyması gerekir. 1 Mayıs günü tüm Tütkiye’de yüzbinlerce insan aşanlarda kutlamalar yapmış ve ciddi sorun yaşanmamıştır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi – Mülkiye bahçesinde birkaç yüz insanın katılacağı, 80 yıldır yapılagelen (yalnızca 1 kez 12 Eylül döneminde yasaklanan) bir medeni etkinlik için güvenliğin sağlanamayacağını ileri sürmek kabul edilebilir, ortalama zekalı bir insanın aklının alacağı bir gerekçe değildir. Üniversite yönetimi böylesi bir zaafa düşmüş / düşürülmüş ise, gerçekleri kamuoyuna açıklayarak istifa etmelidir.

Hala geç kalınmış sayılmaz
İnek bayramının hazırlıkları yapılmıştır.
Üniversite yönetimi yasağı hemen kaldırmalı, kendisi de gelip etkinliklere katılmalı, mizah giydirilmiş zeka ürünü eleştirileri – esprileri izlemelidir.
Ülkemiz giderek bir OHAL karanlığına gömülmemeli,
tersine giderek ve hızla normalleştirilmelidir. Hepimize yakışan budur.

Sevgi ve saygı ile. 03 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Merdan Yanardağ’dan Deniz Baykal’a: Bu kepazeliğe boyun eğmektir!

Merdan Yanardağ’dan Deniz Baykal’a:
Bu kepazeliğe boyun eğmektir!

Merdan Yanardağ'dan Deniz Baykal'a: Bu kepazeliğe boyun eğmektir!Merdan YANARDAĞ
ABC Gazetesi, 02.05.2017

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Merdan Yanardağ’la Emre Kongar’ın bugünkü ’18 Dakika’ daki gündemi,
Deniz Baykal’ın hileli sonuçları meşrulaştıran çıkışıydı.
İşte sosyal medyada da gündem yaratan programın tamamı…

ABC Haber Merkezi

CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal “Yeni bir durum var. Duruma ayak uydurmamız lazım” şeklinde bir açıklama yaparak referandumun hileli sonuçlarını kabullendiği sinyalini vermişti. Baykal’ın bu tavrını Prof. Dr. Emre Kongar‘la birlikte yaptığı
’18 Dakika’da sert bir dille eleştiren Tele1 Televizyonu ve ABC Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ,

“Şimdiden %49’un duyarlılıklarını temsil edecek bir adayı belirlemek ve çalışmak gerekir demek 16 Nisan kepazeliğine evet demektir, buna boyun eğmektedir.” diye konuştu.  Programın bu bölümü ve Merdan Yanardağ’ın eleştirileri kısa sürede sosyal medyanın gündemine oturdu. Videoları sosyal medyada paylaşılan programın tam kaydını okurlarımıza sunuyoruz…

Prof. Dr. Emre Kongar ve gazeteci Merdan Yanardağ, bugünkü ’18 Dakika’da Erdoğan’ın AKP’ye üyeliğini, CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın 2019’la ilgili çıkışını, İngiliz The Times gazetesinin ‘NATO’nun Türkiye’deki sesini yükseltmesi gerektiğini” belirten yazısını değerlendirdiler.

Baykal’ın “Yeni bir durum var. Duruma ayak uydurmamız lazım” ifadeleriyle yaptığı imayı ‘vahim’ olarak değerlendiren Merdan Yanardağ, “Deniz Baykal’ın ‘2019’a hazırlanmalıyız’ şeklindeki yaklaşımını hem politik, hem de stratejik bakımdan hatalı buluyorum. Her şeyden önce bu, 16 Nisan sahtekarlığını, hilesini, hırsızlığını, ulusal egemenliğin ihlal edilmesi girişimini, milli iradenin gasp edilmesini onaylamak anlamına geliyor” dedi.

Daha CHP’nin hukuki girişimleri bile tamamlanmamışken böyle bir çıkış yapılmasının “AKP’ye boyun eğmek” olacağını belirten Yanardağ, “Ortada bir rezalet var. Şimdiden aday belirlemeye başlamak gerekir demek 16 Nisan kepazeliğine evet demektir” diye konuştu.

İşte o programın tamamı:
blob:http://www.dailymotion.com/f85084a2-2176-427f-a9f7-234906f8a27c
===================================
Dostlar,

ABC gazetesine, Tele1 yayınına Sayın Merdan Yanardağ ve çooook özverili, başarılı çalışma arkadaşlarına, “18 Dakika” programına varlık veren saygın bilim – siyaset insanı – yazar…. Mülkiye’li büyüğümüz Prof. Dr. Emre Kongar’a çoook teşekkür borçluyuz..
Bu bilge kişi, kendisine hala, “50 yıllık Sosyoloji öğrencisi..” demekte!

Bu gazeteyi (ABC Gazetesi), bu TV’yi (Tele1) ve saygın yazarlarını – programcılarını izlemek ve izletmek gerek.. Türkiye’nin sisli – puslu AKP karanlığında bir liman feneri gibi aydınlık saçmaktalar.. Tıpkı Melih Cevdet Anday’ın görkemli “Sis Çanı” şiirinde olduğu gibi..
*****
Uyuyamayacaksın 
Memleketin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın
Çünkü sen artık o sen değilsin
Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın
Düzelmeden memleketin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözüne uyku giremez ki…
Uyuyamayacaksın
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Vakur, metin, sade
Çalacaksın..
*****
Bu arada, Sn. Baykal’ın siyaseten prematüre (erken) çıkışını anlayamadığımızı belirtelim. Hemen üzerine atladı bildik kişi ve çevreler.. Ahmet Hakan; işleye işleye, tez elden konuk etti Baykal’ı programına.. Sordu da sordu, anlamadı (!) bir daha sordu, onaylattı, doğrulattı..
AKP’de, “tarafsız” kalacağına Anayasa gereği yemin eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, fiilen AKP’nin başı iken, âlâ ile vâlâ ile resmen de üye oluyor; kıyamet kopmuyor ama CHP karışıyor, karıştırılıyor! Oh ne âlâ memleket ve siyaset..
Erdoğan artık Cumhur’un tarafsız başkanı değil; AKP’nin/AKP’linin Cumhurbaşkanıdır. “Status quo” değişmiştir, Gerçekte AİHM kararlarıyla zımnen ilga (dolaylı iptal) TCK m. 299 de facto geçersiz kılınmalı, davalar düşürülmelidir..

  • Efendiler; ülkenin tek kurumsal umudu CHP kalmıştır!
  • Gözünüzün bebeği gibi koruyup kollamak boynunuzun borcudur.
    Kendinize gelin ve ihtiraslarınızla boğulmayın..

YSK’ya göre cebren ve hile ile %49, gerçekte %60’a yakın yurttaş “HAYIR” demiştir faşizme ve bu saygın kitle mutlaka korunup 3 Kasım 2019 çifte seçimine hazırlanmalıdır.. (Eğer erken seçim yapılmaz ise..) Hem olası erken seçimde hem 3 Kasım 2019’da Cumhurbaşkanı seçimlerine ince ince (Muharrem İnce anlamında değil!) hazırlanmak, siyasetbilimin tüm birikimine, ilke ve deneyimine tam hürmet ve özenle.. Böylesi bir iklimi örmek için ülkemizde demokrasi isteyen her-kes ve her kurum ağır ve kritik bir sorum altındadır! Tam bir seferberlikle; denk AKP “silahıyla”;
DURMAK YOK, MÜCADELEYE DEVAM! 

Sevgi ve saygı ile. 03 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

HAYIR’ın 1 Mayıs coşkusu

HAYIR’ın 1 Mayıs coşkusu

Atilla ÖzseverAtilla Özsever

İstanbul Bakırköy Halk Pazarı’ndaki 1 Mayıs mitingi oldukça coşkuluydu. Anayasa referandumundaki “Hayır” duruşu, miting alanına yansımıştı. Bir anlamda toplumun yarısının gösterdiği “Hayır” tavrı, 1 Mayıs’ta da devam etti ve katılanlara moral aşıladı. Mitingin başlama saati 13.00 olmasına rağmen sabahın erken saatlerinden itibaren (AS: başlayarak) meydan dolmaya başladı. Alana girişte polisin iki kez arama koridoru yapması, sıkışıklık yarattı. Grupların girişini geciktirdi. O nedenle alanın tümüyle dolması, biraz zaman aldı. Miting de bir saat gecikmeyle 14.00’te başladı.

Kürsünün hemen önünde DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun sendikası olan Genel-İş üyeleri çoğunluktaydı. Eğitim Sen başta olmak üzere KESK de önemli bir katılımla alandaydı. 1 Mayıs mitinginin bileşenlerinden TMMOB ve TTB üyeleri de yerlerini aldılar. Ses düzeninde zaman zaman aksamalar oldu. Aşırı yüksek ses, biraz rahatsızlık verdi.

Sezgin Tanrıkulu, Mahmut Tanal, Gamze İlgezdi gibi birçok CHP milletvekilinin yanı sıra Ertuğrul Kürkçü, Filiz Kerestecioğlu gibi HDP’li milletvekilleri de alandaydı. CHP’nin Şişli, Beşiktaş, Ataşehir gibi belediye başkanları da oradaydı. Milletvekilleri topluca kürsüden halkı selamladılar.

Uluslararası IndustriALL Sendikası’nın Genel Sekreter Yardımcısı Kemal Özkan da mitinde yer aldı. Birleşik Haziran Hareketi, Halkevleri, HDP de yoğun bir katılım gösterdi. Halkevci kadınlar alana koşarak girdiler.

CHP’nin yanı sıra TKP, ÖDP, EMEP, SYKP gibi sol partiler de alandaydı. DİSK Korosu’nun şarkılarıyla miting başladı. 1 Mayıs ve Enternasyonal marşları hep birlikte söylendi, büyük alkış aldı. İlk konuşmayı DİSK Genel Başkanı Kani Beko yaptı. Kani Beko, referandum öncesi kıdem tazminatının gaspına “Hayır” dediklerine vurgu yaparak “Kıdem tazminatımız bizim evimize götürdüğümüz ekmektir, iş güvencemizdir. Asla gaspına izin vermeyiz” dedi. Beko, tüm alandakilere kıdem tazminatının gaspına “hayır” diyeceklerini bir kez daha tekrarlattı.

Taşeron işçilerin kadro sorununa değinen DİSK Başkanı Beko, kamu emekçilerinin de iş güvencesinin tasfiyesine “Hayır” dediklerini ifade etti. Alandan “Şeriata, faşizme, karanlığa geçit yok” sloganları üzerine Beko da, “Sesimizi faşist diktatörler kısamaz” dedi. “Büyük bir kavganın arifesindeyiz” diye seslenen DİSK Başkanı, sözlerini şöyle tamamladı:

“Sandıklardan ‘Hayır’ çıktı ancak YSK bunu ‘Evet’e çevirdi.

Bu hırsızlığın hesabını sormak boynumuzun borcudur.

80 milyonun anayasasını yapmak için birlikte mücadele vermeliyiz. Bizim anayasamız eşitlikçi, özgürlükçü, laik ve sosyal bir hukuk devletini öngören bir anayasa olacaktır. Selam olsun Deniz Gezmiş’lere, Mahir’lere, Kaypakkaya’lara, Kemal Türkler’e, Abdullah Baştürk’e, Nebioğlu’na, selam olsun işçi sınıfına…”

KESK Eşbaşkanı Lami Özgen de, OHAL’e kesinlikle karşı olduklarını KHK’lerle işten atılan kamu emekçilerine sahip çıkacaklarını söyledi. Kamu çalışanlarının iş güvencesinin ortadan kaldırılmasına karşı mücadele edeceklerini belirten Lami Özgen, şaibeli referandum sonucunu kabul etmediklerini ifade etti. TMMOB Başkanı Emin Koramaz ile TTB Başkanı Raşit Tükel de birer konuşma yaptılar.

1 Mayıs mitingi politik içeriği açısından da iyiydi, katılanların “Hayır” tavrından vazgeçmeyecekleri bir kez daha yüzlerinden okunuyordu. Mitingin ana sloganı ile izlenimlerimizi noktalayalım: “Hayır bitmedi, mücadeleye devam…”
(http://www.birgun.net/haber-detay/hayir-in-1-mayis-coskusu-157728.html)

1 Mayıs DİSK Kani Beko CHP miting anayasa KESK HDP ifade TMMOB TTB
==============================================
Dostlar,Biz de dün, 1 Mayıs emek bayramına Ankara’da katıldık..
Önce Tandoğan’da TÜRK-İŞ öncülüğünde olana…
Öğleden sonra da Kolej meydanında DİSK, KESK, TMMOB, TTB’nin…. mitingine.
İkisi de çoook coşkulu ve başarılıydı…
Hepsi de “yurdum insanı” idi..
Hepsi de “HAYIR” demişti faşizme ve tek adam diktasına..
Umut vericiydi.. Ama kaygı veren ve düşündüren ise;

* Tandoğan ve Kolej meydanındaki kitleleri nasıl bir araya getireceğimiz..
Temel sorun bu BİRLEŞMEDE!
Her-kes buna kafa yormalı.. En başta da CHP!
Faşizme karşı birleşik cephe!
Sevgi ve saygı ile. 02 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com