Etiket arşivi: Dr. Ahmet SALTIK – Mülkiyeliler Birliği Üyesi

Gıda israfı sandığımızdan büyük

Gıda israfı sandığımızdan büyük

YURT Gazetesi, 12.05.2017

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

İspanya’da insanlara gıda israf düzeyleri sorulmuş. Ortalama %4 olduğunu tahmin etmişler. Daha incelikli yöntemlerle aynı konu araştırılmış. Gerçek israf düzeyi bu kez %18 bulunmuş.

Birleşmiş Milletler FAO örgütü (Gıda ve Tarım Örgütü) bu konuda 2014 yılında birçok uzmanın katıldığı bir rapor hazırlamıştı. (Food Losses and Waste in the Context of Sustainable Food Systems) Bu FAO’nun web sayfasından bulunabiliyor. (http://www.fao.org/3/a-i3901e.pdf)

FAO’nun verilerine göre dünyada insan tüketimi için üretilen gıdanın miktar olarak üçte biri, kalori bazında ise dörtte biri kayıp ve israftır. Bu 1,3 milyar ton gıda israfı anlamına geliyor. Milyar tondan söz ediyoruz. Yaklaşık iki milyara yakın insanın tüketebileceği kadar gıdanın her yıl düzenli olarak yok olduğu görülmektedir. İspanya için verilen oran yalnızca tüketici düzeyindeki israfı ortaya koyuyor. Üretim aşamasından tüketiciye gelinceye dek gıdalar kayıp ve israf oluyor. Bu yazıda tüketim aşamasındaki israf üzerinde duralım.

Bu konudaki araştırmalar daha çok ABD ve Avrupa’da yapılmış. ABD’de gıda için harcanan değerin %9’unun, İngiltere’de ise %15’inin israf olduğu saptanmış. En çok israf meyve ve sebzelerde görülmektedir. FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) dünya düzeyinde hane halklarında sebze ve meyvelerde israfın % 39, tahıllarda ise %33 olduğunu saptamış.

Restoranlar ve benzeri yerlerde de israf çok yüksek. Finlandiya’da bu sektörde ortalama israf %24 olarak bulunmuş. Ülkemizde de çok yüksek olduğu izleniyor. Örneğin serpme kahvaltı denilen sistemde yüksek israf var. Yurt dışında da gözlediğim bir sistem var. İzmir’de Karşıyaka Belediyesine ait restoranlarda sabah kahvaltısında dikdörtgen geniş bir porselen tabağa istediklerinizden istediğiniz kadar koyuyorsunuz, kasada tartılıyor. Çaydan istediğiniz kadar alabiliyorsunuz. Sahanda yumurta gibi kimi yiyecekler ise ayrı olarak ısmarlanıyor. Buna göre bir ödeme yapıyorsunuz. Bu sistemde israfın çok aza indiği gözleniyor. Ödenen para da aşırı yiyecek almadığınız takdirde serpme kahvaltı gibi sistemleri kullananlara göre daha düşük oluyor. Herkes kazanmış oluyor. Bu gibi sistemler teşvik edilmeli.

Dünyada gıdanın yeterli olmadığı iddiası oldukça yanlış!

Bu sorunlar çözümlense aç insan kalmaz. Açların önemli bir kesiminin kırsal alanlarda yaşadığını da unutmayalım. Açlık daha çok gelir dağılımı ile ilgili. Kırsal kesimdeki açların çoğunun toprağı yok. Bugünlerde Afrika’da görülen açlık ise kuraklıkla ilgili…
Bu ise muhtemelen küresel iklim değişikliğine bağlı bir olay..
====================================
Dostlar,

Sayın Prof. Özkaya’yı sitemiz okurları tanıyorlar..
Sorumlu ve yurtsever bir Tarımbilmci. Bu alanda da özellikle Tarım Ekonomisinde uzman. O’nun YURT gazetesindeki yazıları, ülkemizde ve dünyada gıda politikaları ve sorunlarına ilişkin çok aydınlatıcı.

Biz de yıllardır Tıp Fakültesinde Gıda – Beslenme sorunlarının tıbbi ve sosyo-ekonomik,
sosyo-politik boyutlarını işlemekteyiz. Örn. şu dosyamız çok yararlı olabilir :

GIDA GÜVENLİĞİ ve SU HİJYENİ

Geçtiğimiz Cumartesi günü (14.5.17) Türkiye’mizin çiftçileri Ankara Tandoğan (Anadolu) meydanında bir açıkhava toplantısı (mitingi) düzenleyerek,

  • BIRAKIN ÜRETELİM.. diye haykırdılar..

Akaryakıt, gübre ve yem fiyatlarında destek istediler ve tarımsal gıda üretimi yetersiz olursa Türkiye’nin AÇ ve İŞSİZ kalacağını, dışalımın (ithalatın) çözüm olamayacağını vurguladılar. 2016’da gıda dışalımımız (ithalatımız) 14,3 milyar Dolar oldu.. Tüm dışalımın 1/10’u gıda!
Dış ticaret açığı 56 milyar dolar ve bu açığın 1/4’ü gıda dışalımı kökenli. Bir başka anlatımla, Türkiye gıda üretiminde kendine yeter olursa, Dış Ticaret açığı da 1/4 oranında azalacak!
(http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=21798, 16.5.17)

Bunlar yetmezmiş gibi bir de GIDA İSRAFI kabul edilebilecek bir olgu değildir.
Türkiye’de gerçek kişiler ve kurumlar ellerinden gelen her şeyi yapmalı ve neredeyse 1 gm gıda bile israf edilmemelidir.

FAO verileriyle 2014-16 döneminde Dünyada 795 milyon aç insan (7,3 milyar dünya nüfusu) söz konusudur (her 9 kişiden 1’i açtır!) ve bu rakamın 780 milyonu (%98’i!) gelişmekte olan ülkelerdedir. Müslüman ve hızlı nüfus artışı içindeki ülkelerdeki açlık dikkati çekicidir
(http://www.worldhunger.org/2015-world-hunger-and-poverty-facts-and-statistics/, 16.9.17).

Hz. Muhammet, aç kalacaklarını bile bile gene de insanlara “Çoğalın, sakın aile planlaması yapmayın..” der miydi acaba? AKP – RTE bunu yapıyor, dini çarpıtıyor ne yazık ki!?

Öte yandan tarladan sofraya gelene dek ürün fiyatları birkaç kez katlanıyor.. Tarlada 1 TL /kg fiyatla alınan domates, tüketiciye 10 TL’yi bulan bedellerle ulaşıyor nasıl oluyorsa!? 15 yıldır tek başına iktidar olan bir siyasal kadro ise bu sorunu çözemiyor öyle mi? Adama gülerler..
Hangi seçenek geçerli :

  • Bunca beceriksiz misiniz, sorunun ayırdında mı değilsiniz, ranta ortak mısınız?? Hangisi??

Unutulmasın, gıda enflasyonu, toplam enflasyon içinde hatırı sayılır pay alıyor.. Enflasyon da epeydir 2 rakamlı ülkemizde ne yazık ki,, İşsizlikte olduğu gibi.. Ve neciiiiip mi necip milletimiz gene de AKP oylarını tek basamaklı rakamlara indir(e)miyor?

Bu ne acayip politik bulmacadır? 

Sevgi ve saygı ile. 16 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İşsizlik rakamları açıklandı: Geçen yıla göre büyük artış

İşsizlik rakamları açıklandı:
Geçen yıla göre büyük artış

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Şubat dönemi işsizlik rakamlarını açıkladı.

Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2017 yılı Şubat döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 676 bin kişi artarak 3 milyon 900 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise 1,7 puanlık artış ile %12,6 düzeyinde gerçekleşti. Aynı dönemde; tarım dışı işsizlik oranı 2,1 puanlık artış ile %14,8 olarak tahmin edildi. Genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 4,7 puanlık artış ile %23,3 olurken,15-64 yaş diliminde bu oran 1,8 puanlık artış ile %12,9 olarak gerçekleşti.

İSTİHDAM ORANI %45,3 OLDU

İstihdam edilenlerin sayısı 2017 yılı Şubat döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine göre
500 bin kişi artarak 26 milyon 956 bin kişi, istihdam oranı ise değişim göstermeyerek
%45,3 oldu.

Bu dönemde, tarım sektöründe çalışan sayısı 160 bin kişi, tarım dışı sektörlerde çalışan sayısı 340 bin kişi arttı. İstihdam edilenlerin %18,7’si tarım, %19,5’i sanayi, %6,7’si inşaat, %55,2’si ise hizmetler sektöründe yer aldı. Önceki yılın aynı dönemi ile karşılaştırıldığında tarım sektörünün istihdam edilenler içindeki payı 0,3 puan, hizmet sektörünün payı 0,2 puan artarken, sanayi sektörünün payı 0,4 puan azaldı. İnşaat sektörünün payı ise değişim göstermedi.

İŞGÜCÜNE KATILMA ORANI %51,8 OLARAK GERÇEKLEŞTİ

İşgücü 2017 yılı Şubat döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre 1 milyon 175 bin kişi artarak 30 milyon 855 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise 1 puan artarak %51,8 olarak gerçekleşti. Aynı dönemler için yapılan kıyaslamalara göre; erkeklerde işgücüne katılma oranı 0,8 puanlık artışla %71,7, kadınlarda ise 1,2 puanlık artışla %32,3 olarak gerçekleşti.

KAYIT DIŞI ÇALIŞANLARIN ORANI %32,8 OLARAK GERÇEKLEŞTİ

Şubat 2017 döneminde herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olmadan çalışanların oranı, bir önceki yılın aynı dönemine göre 0,7 puan artarak %32,8 olarak gerçekleşti.

KAMU İSTİHDAMI %1,2 AZALDI

Maliye Bakanlığı tarafından derlenen verilere göre, 2017 yılı I. döneminde toplam kamu istihdamı 2016 yılının aynı dönemine göre %1,2 oranında azalarak 3 milyon 558 bin kişi olarak gerçekleşti. (Kaynak : TÜİK İşgücü İstatistikleri – Şubat 2017,  http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=24941)
======================================
Dostlar,

Rakamların dili ortada..
2016 boyunca, AKP iktidarının sorumsuzca, Anayasa’nın 41. maddesini, 2827 sayılı yasanın 5. ve 6. maddesini, uluslararası sözleşmelerle tanınan üreme haklarını çiğneyerek teşvik ettiği akıl dışı ve son derece yersiz – gereksiz nüfus artışını da dikkate almak gerek mutlaka.

2016 boyunca nüfus biyolojik olarak net 1 074 000 kişi arttı. Her 3 çocuktan 1’i istenmeden, etkin aile planlaması hizmetleri iktidar tarafından verilmeyip engellendiğinden edinildi. Bu insan haklarına aykırı engelleme yapılmasa idi, 2016 nüfusu yaklaşık 350 bin kişi daha az artacak, 700 bin dolayında kalacaktı. İşsiz sayısı 3.9 milyon yerine 3,55 milyon gibi olacaktı. Sorumsuz nüfus artışı teşviki ailelerin yoksul kalmasının, yoksullaştırılmasının başlıca nedenidir. Geçtiğimiz hafta açıklanan TÜİK Yoksuluk araştırmasında % 21,2’lere erişen yoksulluğun başlıca nedeni ailelerin bakamayacakları sayıda çocuk edinmeleridir.

  • Sağlık Bakanı Prof. Recep Akdağ :
    «Bakanlığımızın ‘doğum kontrolü’ şeklinde çağdışı kalmış bir uygulaması yoktur
    (http://bianet.org/bianet/toplum/182375-erdogan-in-ve-akp-nin-14-yillik-yasam-tarzina-mudahaleleri)
  • R.T. Erdoğan, Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı’nın (TÜRGEV) kuruluşunun
    20. yıldönümü için 30.5. 2016’da yaptığı konuşmada salondaki kadınlara ve kız çocuklarına “anne adayı” diye seslendi,
    Doğum kontrolüymüş, hiçbir Müslüman aile böyle bir anlayışın içerisinde olamaz.” dedi.

Bilinçli yaratılan işsizlik, çalışanların iş güvencesinin en temel nedenidir!

Bilinçli yaratılan işsizlik, yoksul – çaresiz bırakılan kitlelerin, Aile Sigortası da kasten ülkemize getirilmediğinden, gerici-dinci-yobaz siyasetin sömürüsü ile oy deposuna dönüştürülmektedir!

İşsizlik Sigortasında biriken 101 milyar TL’den işsizlere ödenen yalnızca 13 milyar TL!
(http://t24.com.tr/haber/issizlik-fonunda-biriken-101-milyar-liradan-sadece-13-milyariyla-iscilere-odeme-yapildi,372169)

Sonuç; kötü yönetime varıyor bir kez daha… Göz göre göre, meydan okurcasına, ulusal ve uluslararası hukuku çiğneyerek.. Anayasa md. 49’a göre “işsizlik anayasaya aykırı” olsa da!

Çalışma hakkı ve ödevi
ANAYASA madde 49 – Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir.
Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.

Bir de “Erdoğan’ın istihdam seferberliği sonuç verdi..”diye algı yönetimi yapan yayınlar..
Kardeşim, 4 milyon resmi işsizin var 4 milyon! Sen bu rakamın ne anlama geldiğini anlıyor musun? İş bulacaksın bu insanlara iş.. Aş vereceksin, gelecek sağlayacaksın..
Yükseköğrenim gören her 4 kişiden 1’inin neden işsiz olduğunu açıklayacaksın..
2017 bütçesinin 4 ayda neden 18 milyar TL açık verdiğini açıklayacaksın.

Bu halk da bunları sorgulayacak..
Sorgulayacak bilinci, birikimi, örgütü, medyası, aydını, sendikası.. yoksa at oynatırsın tabii.
Konuşanı – yazanı, eleştirip – sorgulayanı bir kulp takıp hapse tıkarsan, dış politikada gerginliklerle halkı ulusal sorunlara odaklayıp içerdeki dertlerini örtmeye çalışırsan da..
eh biraz daha idare edersin.. Sonra??

Nereye dek?
Heeeeyyy Lordum, nereye dek?
Qou vadis AKP – RTE ve qou vadis Türkiye??

Sevgi ve saygı ile.
15 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

SERMAYE BİRİKİM REJİMİNİN YALIN HALİ: SOMA KATLİAMI…

SERMAYE BİRİKİM REJİMİNİN YALIN HALİ: SOMA KATLİAMI…

DİSK Yönetim Kurulu adına Genel Başkan Kani Beko, Soma Katliamının 3. yılı nedeniyle bir açıklama yaptı.

Açıklamanın tam metni şöyle:

SERMAYE BİRİKİM REJİMİNİN YALIN HALİ: SOMA KATLİAMI…

13 Mayıs 2014 tarihinde Manisa’nın Soma ilçesinde ülkemizin gördüğü en büyük maden katliamı yaşandı. Sermaye birikim rejiminin en acımasız, en katliamcı hali kendini Soma Holding’in işlettiği kömür madeninde gösterdi. Güvencesiz ve taşeron ilişkilerinin hakim olduğu madende, kuralsız çalışma ve üretim zorlaması sebebiyle yaşanan faciada toplam 301 işçi katliama kurban verildi.

Madenlerde 13 yılda ortaya çıkan tablo korkunçtur. Maden facialarında en az 565 madenci iş cinayetlerine kurban gitti. Bu faciaların yaşandığı madenlerde rödovans, taşeronlaştırma ve kuralsız çalışmanın temel üretim biçimi olması asla tesadüf değildir. Sonuçların en trajik örnekleri toplumda ağır travmalar yaratırken siyasal iktidarın vurdumduymazlığı ve madenlerdeki ölümleri fıtrata, kadere, işçinin yetersizliğine bağlama yaklaşımı, bütün bu kanlı süreçleri örtmeye dönük politikalardır.

Bu yaklaşımlardan cesaret alan şirketler için, mesleki eğitim ve birikim önem olmadığı gibi, iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarını da tamamen bir maliyet kalemi olarak görülmektedir. Maksimum karı elde etmek için en hızlı ve en acımasız üretim süreçlerini yaşama geçirme konusunda hiç tereddüt etmemektedirler.

Bu birikim rejimi ve bunun yarattığı politik zihniyet, Soma’dan Zonguldak’a ,Torunlar’dan Ermenek’e, Şirvan’dan Yalvaç’a yaşanan katliamlar karşısında açık bir utanmazlık sergilemektedir.

Özelleştirme, taşeronlaşma, rodövans vb bilinçli ama çalışanlar için ölüm anlamına gelen uygulamalar; kamu madenciliğini küçültmüş, kamu kurum ve kuruluşlarında uzun yıllar sonucu elde edilmiş olan madencilik bilgi ve deneyim birikimini dağıtmıştır. Yoğun birikim ve deneyime sahip olan kurum ve kuruluşlar yerine, teknik ve alt yapı olarak yetersiz, deneyim ve uzmanlaşmanın olmadığı kişi ve şirketlere üretimin bırakılması, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin hızla terkedilmesine neden olmuştur. Buna kamusal denetimin ve yaptırımın yetersizliği de eklenince facialar ardı ardına gelmeye başlamıştır.

Ülkemizde çok tehlikeli sektörlerde, ölümcül riskler taşıyan, hiçbir kuralı ve denetimi tanımayan, bilimsel gelişmelerden ve teknolojik yeniliklerden uzak, ya teknik elemanın gözetim ve denetimini göstermelik olarak istihdam eden ya da tamamen gözardı eden, büyük ölçüde emek yoğun koşullarda üretim yapan pek çok maden firması ya taşeron ya da rodövans ilişkileri içinde çalışmaktadır. Bu tür işletmeler açısından işçi sağlığı ve iş güvenliği uygulamaları tamamen maliyet kalemi olarak görülmekte ve maksimum karı elde etmek için en hızlı ve en acımasız üretim süreçlerini yaşama geçirme konusunda hiç tereddüt etmemektedirler.

Bu ekonomik faaliyet biçimi, siyasal iktidarın sermaye birikimi yaratmasının temel karakteri olmuş durumdadır.

Kamusal üretimin yaratmış olduğu bütünsel üretim süreci ve koordinasyonu bu parçalanmayla birlikte ortadan kalkmış, bütünsel üretimin olmazsa olmaz koşulları parça parça taşeronlaştırılmış, bütünlük ve koordinasyon kopmuş ve dolayısıyla işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin sistemli ve koordineli uygulaması da ortadan kaldırılmıştır.

Taşeronlaştırma ve güvencesiz çalıştırma ile birlikte, sendikal örgütlenmenin kapsamı daraltılmış, sendikal denetimlerin alanı da böylece sınırlandırılmıştır.

Bu alana ilişkin yapılmış resmi araştırmalar ve raporlar madenciliğin olumsuz koşullardan kurtarılması için hiçbir şekilde değerlendirilmemiş ve tamamen göz ardı edilmiştir.

İşçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatının piyasa gerekleri çerçevesinde düzenlenmesi devam etmektedir. Madencilik uygulamalarına dönük mevzuatta yapılan değişiklikler toplumsal yarar gözeten “insan onuruna yakışır iş” anlayışı temelinde ve işçi sağlığı ve iş güvenliği alanına dönük olarak ele alınmamaktadır.

Soma katliamı bu denetimsizliğin ve aldırmazlığın geldiği son nokta olmuştur.

Yıllardır bu konularda çalışma yapan, sorunlara dikkat çeken sendikalar, meslek odaları ve birliklerinin uyarılarını dikkate almayan anlayışların, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında ciddi adımlar atabilmesi mümkün görünmemektedir.

Soruyoruz: İşçi sağlığı ve iş güvenliği uygulamalarını uluslararası normlar düzeyine çıkararak kalkınmayı ve gelişmeyi temel politika haline getirmek gerekmiyor mu? Kanla, ölümle, hastalıklarla, sakat kalmalarla kalkınan bir toplumun geleceği nasıl sağlıklı olabilir? Böyle bir toplumun üretken özelliği kalabilir mi?

Ve sonuç olarak;

1-Taşeronluk kesinlikle yasaklanmalıdır. Taşeron maden işçileri kamu işçisi yapılmalıdır. Madenleri kamu işletmelidir.
2-Rödovans Anayasaya aykırıdır. Hukuksuz olarak yapılan bu sözleşmeler fesih edilmeli ve tekrarı olmamalıdır.
3-Sendikalaşmanın önündeki engeller kaldırılmalıdır. Maden işçilerinin sendikalı olmasının, sendikalarını özgürce seçmelerinin önü açılmalıdır.
4-Madenlerin denetim mekanizması bağımsız olmalıdır ve harcamaları kurulacak bir fondan karşılanmalıdır. Ayrıca devletin denetimi güçlü bir hale getirilmelidir.
5-ILO’nun madencilikle ve diğer çalışma alanlarıyla ilgili sözleşmeleri ve diğer uluslararası mevzuat en uygun bir şekilde düzenlenmelidir. Özellikle metalik madenlerde yaşam odalarının kurulması hızla yaşama geçirilmelidir.
6-Madencilikte havza üretimine geçilmeli ve havza bazlı üretim haritası çıkarılarak bütünlüklü bir madencilik üretimi kamu eliyle sürdürülmelidir.
7- Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Maden İşleri Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatları oluşturulmalı ve merkezden yönetilmesi anlayışından vazgeçilmelidir.
8-Yapılan denetimlerin raporlarının birer örneği sendikalara gönderilmesi önemlidir ve bu konuda düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.
9-Eğitim ve uygulama ile ilgili maden ocağı sistemi geliştirilmeli ve bu ocaklarda eğitim ve uygulamayı tamamladıktan sonra madenci sıfatı kazanılmalı ve üretimde çalıştırılmasının düzenlemesi yapılmalıdır.
10-İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi etkin hale getirilmeli; temsiliyetinde eşitlik ilkesi gözetilmelidir. Bu Konseyin çatısı altında, sendikaların, meslek oda ve birliklerinin ve üniversitelerin yer aldığı mali yapısı bağımsız, özerk-demokratik bir İSG kurumu oluşturulmalıdır.

Bu yaklaşım içinde;

Bu katliamın peşini bırakmayan, yargılama süreçlerinde yer alan, şehit madencilerin aileleriyle her an bağlantı halinde olan; sosyal, kültürel, psikolojik rehabilitasyon çalışmalarını özveriyle sürdüren bütün faaliyetler çok değerlidir. Gücümüz birlikteliğe, birliktelik gücümüze güç güç katacaktır.

Soma’da şehit olan 301 madenci anısına her yıl 13 Mayıs’ta yapılan anmaları ortak ve güçlü bir şekilde gerçekleştirmek, çalışanların iş cinayetlerinde yaşamlarını yitirmesinin önlenmesi açısından yaşamsal önemde olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Bunun bilinciyle bu yılki anmaları birlikte ve güçlü bir şekilde ülkenin her yerinde haykırmak, bizlerin, iş cinayetlerinde ölen bütün işçiler karşısındaki sorumluluğumuzdur.
==================================
Dostlar,

Yüreğimizdeki yangın hala sürüyor..
Apaçık ihmal, kâr hırsı, denetimsizlik ve Siyasetin – İdare’nin yandaş patronlara güz yumması ile hazin tabloyu yaşadık ve sorumluları cezalandırmak da olanaklı olmuyor! Bu durum vicdanları iyice kanatıyor..
AKP politikaları yaşamın hemen her alanını teslim ve tutsak aldı..
Ama dünya Sultan Süleyman’a da kalmadı..
Lanetli yılların bitmedi diyalektik olarak yakındır..
Dayanıp  direnmek ve yaşananların içyüzünü yurttaşlara içtenlikle anlatmak gerek.

Cebren ve hile oyları % 49’a indirilen AYDINLIK kitleyi canlı tutup büyütmek gerek.. Gün doğmadan neler doğar neler.. Yeter ki bilinçli umudu koruyalım ve örgütlü direnişi sürdürelim..

Savaşta son sözü daima direnenler söylemiştir..

Sevgi ve saygı ile. 14 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Kadın ve yargıç bir Danıştay Başkanı!

Kadın ve yargıç bir Danıştay Başkanı!

Emre Kongar
Cumhuriyet, 12.5.17

***
Bütün akademik yaşamımı ve yazarlık kariyerimi “Demokratik, Laik ve Sosyal, Hukuk Devleti”nin gelişmesine adadım.
Bu açıdan, ailemden aldığım terbiyeyle de tam bir uyuşma halinde, hukukçulara, özellikle de yargıçlara büyük bir saygı besledim. Onların daima benim gibi ortalama vatandaşlardan daha yüksek bir meslek ahlakına, dolayısıyla daha üstün bir hak, hukuk ve adalet duygusuna sahip olduklarına inandım ve bunu savundum.
Zerrin Güngör, bir hukukçu ve bir yargıçtır.
Sadece bu niteliği bile kendisine büyük bir saygı ve güven beslenmesinin nedenidir.
***
Danıştay, ülkeyi yönetenlerin bütün yaptıklarının hukuka uygunluğunu denetleyen, insanları iktidarlara karşı koruyan, ayrıca Anayasa’nın “Demokratik, Laik ve Sosyal bir Hukuk Devleti” ilkesini kollayan en üst idare mahkemesidir.
Öğretim üyesi olarak, Danıştay’daki kültür ve sanatla ilgili davalarda defalarca “Bilirkişi” görevi yaptım. Ne denli titiz ve hukuka uygun çalıştıklarına bizzat tanık oldum. Müsteşarlık yaptığım dönemde, Bakanlıkta alınan bütün kararların hukuka uygun olmasına özen gösterdim; “Danıştay ne der?” sorusunu hep aklımda tuttum.
Zerrin Güngör Danıştay Başkanı’dır.
Bu niteliği ile de benim toplumsal hiyerarşik değerler sistemimin en üst sıralarında yer almaktadır.
***
Cumhuriyet gazetesinin haberine göre Danıştay Başkanı Zerrin Güngör,
Danıştay’ın 149. Kuruluş Yıl Dönümünde, (bence tarihe geçecek) bir konuşma yapmış:

Tüm yetkileri tek elde toplayan, Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinden 12’sini, Hâkimler Savcılar Kurulu’nun 13 üyesinden 6’sını atama hakkına sahip kılınan Cumhurbaşkanı’na, tüm adalet mekanizmasını belirleme, ülkeyi KHK’lerle ve seçilmemiş yöneticilerle idare etme olanağı veren…
Böylece kuvvetler ayrımını ortadan kaldıran Halkoylamasını hatırlatıp:
“16 Nisan 2017 tarihinde halkoylamasına sunulan ve kabul edilen değişiklikle Anayasamızda var olan kuvvetler ayrılığı ilkesi daha da belirgin hale getirilmiştir” diyebilmiş.
Yüz bini aşkın kişinin işten atıldığı, binlerce yargı mensubunun, sivil ve asker bürokratın, medya mensubunun hapsedildiği, şirketlere, yayın organlarına el konduğu, Halkoylaması koşullarının baskı altında zehirlendiği
OHAL dönemi ve OHAL’de çıkarılan KHK’ler konusunda da:
“Olağanüstü halin ilanı ve bu süreçte kabul edilen KHK’lerin amacı, devletin kurumlarını terör örgütü mensuplarından arındırmak ve demokrasiyi korumak olup kişilerin hak ve özgürlüklerine, amaç dışında herhangi bir sınırlama getirilmemiştir biçiminde konuşabilmiş.
***
Danıştay Başkanı Sayın Zerrin Güngör bu konuşmasıyla, Anayasasında “Demokratik, Laik ve Sosyal, Hukuk Devleti” yazan Türkiye Cumhuriyeti’nde artık hiç kimsenin idare (iktidar) karşısında güvencesi kalmadığını ilan etmiş…
Ayrıca benim yaşamım boyunca inandığım ve savunduğum bütün toplumsal, siyasal ve akademik değerleri de sıfırlamış bulunmaktadır!
BEN BU DEĞERLERİM İÇİN DİRENMEYİ SÜRDÜRECEĞİM!
====================================
Dostlar,

Sayın Kongar’ın bir başka makalesini irdelerken önceki gün (11.5.17) sitemizde biz de konuya değindik (http://ahmetsaltik.net/2017/05/11/emre-j-kongar-16-4-17-buda-ve-gbu-43-moab/) :
*****
… “Danıştay başkanı dün, akıl almaz biçimde 15 Temmuz sonrası görevden atılmaların – tutuklamaların hukuk dışı olmadığın söyleyebildi! Aynı başkan, 16 Nisan halkoylaması sonucuna katılan hile sonrasında Türkiye’de güçler ayrılığının iyice yerine oturduğunu da buyurdu!
Tam iktidar ağzı.. Hızını almayıp, apaçık TAM KANUNSUZLUK yapan YSK yargıçlarını haklı olarak sert eleştiren CHP Genel Başkanı Sn. Kılıçdaroğlu‘na laf yetiştirdi!

Ne yapsak, ne etsek de bu kadıncağıza iktidar olarak teşekkür etsek? Ne görev ve paye versek Danıştay başkanlığından daha yüksek? Gerçekten hukuk eğitimi almış, hukuk etiği okumuş, hukukun üstünlüğünü içselleştirmiş hangi hukukçu bu sözleri söyler ya da onaylar??
Zerrin hanım, Türk – Dünya hukuk ve uygarlık tarihinde hak ettiği mümtaz yeri bulacaktır. Çoook yazık Türkiye’ye çooook yazık.. Danıştay Başkanı açıkça “ihsas-ı rey” yaptı!
*****
“Evet, tek adam rejimi getiriyoruz” 
sözleri bizzat, artık yeniden AKP’li Erdoğan ve Başbakan’ın ağzından dökülür ve saklanamayan gerçek itiraf edilirken; Danıştay başkanı yüksek yargıç Zerrin Göngör’ün tam da tersine güçler ayrılığının pekiştirildiğini söyleyebilmesi gerçekten akıllara seza bir durumdur. Bir bölümü AKP’li sokaktaki milyonlarca yurttaş bile bunca yetki bir adama verilmez.. gerekçesiyle halkoylamasında “hayır” oyu kullanırken, en yüksek idari yargı organı 149 yıllık Danıştay’ın başkanının bu yalın gerçeği görmemesi, görememesi anlaşılır şey değildir, kabul edilmesi olanaksızdır. Hukuk Fakültesi 1. sınıfında Anayasa Hukuku dersi alan öğrenciler bile, Türkiye’ye dayatılan “Cumhurbaşkanlığı” sisteminin siyasetbilimi yazınında (literatüründe) yer olmadığını, dünyada benzerinin bulunmadığını (neverland!), ucube bir despotik rejim olduğunu anlayabilir.. Taa 1789’da Fransız Yurttaş Hakları Bildirisinde “güçler ayrılığı olmayan ülkede anayasa yoktur!” yazılmış iken (md. 16), Yüce Atatürk’ün devrimleri sayesinde o yüce makama gelen kadın Danıştay başkanı Zerrin hanım bilim dışı söylemi nasıl dillendirebilmiştir?

Danıştay Başkanı yüksek yargıç Zerrin hanım da korkmakta mıdır AKP – RTE’den?
Niçin korkmaktadır? Ya da bir beklentisi mi vardır?

Belki de her şeyden önemlisi / ürkünç olanı, yargıç tarafsızlığını yitirmiştir. Üstelik adli değil idari yargıçtır ve Anayasa’nın 125. maddesi gereği İdarenin her türlü işlem ve eyleminin, önlerine getirildiğinde hukuka uygun olup – olmadığının kararını vermek için yargı denetimi yapacaktır.

  • Zerrin hanım görevinden istifa etmek zorundadır..

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 14 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Dünya lideriyiz müsterih olun!

Dünya lideriyiz müsterih olun!

Yılmaz ÖZDİL
SÖZCÜ, 11 Mayıs 2017

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Beyaz Saray onayladı. Pentagon, Suriye Kürdistanı’na ağır silahlar veriyor. E merak ediliyor… Neler oluyor?
*
30 sene önceydi… İran-Irak savaşıyordu.
Humeyni’nin ordusu, Kuzey Kore ve Çin füzeleri kullanıyordu.
Saddam’ın ordusu, Rusya, Fransa ve Çin füzeleri kullanıyordu.
Birbirlerine fırlatıyorlardı.  İki tarafta da su gibi petrol vardı.
Musluklar şakır şakır akıyordu… ABD kovayı dolduramıyordu.
E, böyle olmuyordu tabii.
*
ABD başkanı, artist Reagan’dı. Reagan’ın başkan yardımcısı ise, bir zamanlar CIA başkanı olan baba Bush’tu. Saddam’a elçi gönderdiler. “Biz seni çok seviyoruz, acayip takdir ediyoruz, İran’a gıcığız, sana yardım edelim” dediler. Rahmetli Saddam pek salaktı. Kabul etti.
*
İtalyan bankası Banca Nazionale del Lavoro üzerinden kredi verdiler. Öylesine paraya boğdular ki… Irak devleti, Amerikan yardımı alan ülkeler sıralamasında zart diye üçüncülüğe yükseldi. Saddam’ın kulaklarından bile dolar fışkırıyordu. Elbette hepsi borçtu, geri ödenecekti. “Arkadaşlar arasında paranın lafı bile olmaz, yeni kuyular açarsın, ödersin” dediler.
*
Silah satmaya başladılar… Verdikleri parayı katbekat geri alıyor, aldıkları parayı borç olarak geri veriyor, borç olarak verdikleri parayı silah satarak geri topluyorlardı. Kendisini çok zeki zanneden Saddam, halk arasındaki tabirle kulampara sarması’na girmişti.
*
Bu böyle tankla topla filan olmayacak dediler, sana çok daha büyük para verelim, teknoloji öğretelim, kimyasal ve biyolojik silahlar geliştir, İran’ın kafasına at, işi komple bitir dediler. Şahane fikirdi… Kendisini çok akıllı zanneden Saddam’ın aklına yattı. Ufak ufak üretip, İran’a fırlatmaya başladı.
*
(Kaşla göz arasında, Kürtlerin kafasına da attı… Çünkü, Barzani-Talabani, İran’ı destekliyordu, Saddam fırsat bu fırsat dedi, onların kafasına da kimyasal attı. Çoluk çocuk beş bin insan hayatını kaybetti. (AS: Halepçe katliamı! 16 Mart 1988) Yani… Şu anda “biji Obama, biji Trump” diye tezahürat yapan, Amerikan bayraklı tişörtler giyen peşmergeler, bizzat Amerikan füzeleriyle can vermişti. Hatta… Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Saddam’ın kimyasal silah kullanmasını eleştiren bir karar alınacaktı, ABD ve İngiltere karşı çıktı, ret oyu kullandılar, “kimyasal silah filan yok, olsa bizim haberimiz olurdu” dediler. O zamanlar Saddam önemliydi, beş bin Kürt ölmüş, elli bin Kürt ölmüş, Washington’ın umurunda bile değildi.)
*
Aynı günlerde… Yarbay Oliver North diye bi arkadaş icat ettiler, İran’a gönderdiler, güya İran’a ambargo uyguluyorlardı, kendi ambargolarını kendileri deldiler, mollalarla gizli gizli görüştürdüler, “biz aslında sizi çok seviyoruz, Saddam’a fena halde gıcığız, size gizli gizli yardım edelim” dediler. Tahran yönetimi, düşündü taşındı, tarihlerine yakışmayacak derecede öküzce davranarak, peki dedi, kabul etti.
*
Şah döneminde İran’a satılan Amerikan malı uçakların yedek parçalarını ve Amerikan malı gıcır gıcır füzeleri, İsrail şirketi üzerinden İran’a sattılar iyi mi… İran yönetimi, Amerikan malı füzeleri Amerikan malı uçaklarla Saddam’ın kafasına attı, bunların karşılığında, hem fahiş fiyatlar ödedi, hem de Lübnan’da Hizbullahçı arkadaşlar tarafından kaçırılan Batılı rehineleri serbest bıraktı.
*
Bir taşla iki kuş vuran Beyaz Saray, neden üç kuş vurmayalım şekerim dedi… İran’dan aldığı paraları, İsviçre ve Panama üzerinden, tee Nikaragua’ya götürdü, demokratik seçimle işbaşına gelmiş hükümeti devirmeye çalışan kontrgerillalara gizli gizli verdi. Neden gizli gizli verdi? Çünkü aslında, Amerikan Kongresi, insanlık suçu işleyen kontrgerillalara yardım yapılmasını yasaklamıştı, CIA kendi devletinin yasağını deliyordu.
*
(Bu müthiş operasyonun beyni, bir zamanlar CIA’in İstanbul ve Ankara’da istasyon şefi olan, istihbarat efsanesi Duane Clarridge’tı. Şu kadarını söyleyeyim, James Bond onun yanında anca karikatür olabilirdi, Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya her taşın altında o vardı. Yarbay Oliver North, emrindeki icra subaylarından biriydi. Türkiye’yi ikmal durağı olarak kullandı… İsrail ve Kıbrıs Rum Kesimi’nden havalanan St. Lucia Havayolları’na ait nakliye uçakları, Ankara Esenboğa’ya iniyor, oradan Tahran’a gidiyordu. Resmi evraklarda petrol kuyusu malzemesi olarak görülenler, bildiğin füzeydi. Aslına bakarsanız, Portekiz üzerinden Nijerya uçaklarıyla taşınacaktı ama, Portekiz “beni karıştırmayın abi” deyince, Duane Clarredge’ın istediği gibi at koşturduğu Türkiye üzerinden taşındı.)
*
Neyse… İran-Nikaragua meselesi duyulunca, rezalet ortaya çıkınca, artist Reagan şahane rol yaptı, benim bu casus filminden hiç haberim yok, her şeyi bu şerefsiz Oliver North yapmış dedi, Amerikan basını da vay şerefsiz Oliver manşetleri attı, sorumluları yargılıyormuş gibi yaptılar, herkes serbest bırakıldı, hadisenin üstü örtüldü.
*
Neticede… Bir milyon İranlı öldü. Yarım milyon Iraklı öldü.
150 milyar dolarlık yıkım oldu. Belki de en hazin tarafı…
Birbirlerine sekiz sene füze attılar ama, İran-Irak sınırı santim değişmedi. Tüm bunlar olup biterken, bizimkiler nerdeydi? İETT’deydi. Ümraniye-Sultanbeyli hattına kafa yoruyorlardı!
*
Dolayısıyla, Pentagon Kürtlere silah veriyormuş, Kremlin Esad’a uçak veriyormuş, İsrail Barzani’yi kucağına oturtmuş filan, endişe etmeyin, müsterih olun…
Asrın lideriyiz, emin ellerdeyiz!
==================================
Dostlar, 

Bu ciddi hengamede Türkiye kritik risklerle karşı karşıyadır.
Türk – ABD ilişkileri, Türkiye’nin 1974 Kıbrıs çıkarmasının ardından başlayan ABD ambargosu yıllarında bile bu denli gerilmemiş, kırılganlaşmamıştı..

Gerçekte bu tırmanışta ABD – AB’nin Erdoğan’ın defterini dürme planlarının hatta artık kararlılıklarının belirleyici rolü vardır. ABD, Erdoğan için “şah mat” hamlesi yapmayı planlamaktaydı epeydir ve bu hamle YPG silahlandırılarak, Suriye’de namlular ülkemize çevrilerek yapılmıştır.

Erdoğan ve AKP’sinin iç kamuoyuna dönük olarak mazlum ve mağduru oynamayı asla ve asla denememelerini anımsatmak isteriz.. Tam tersine, AKP – RTE yüzünden, komşu ve çoğu Müslüman kadim komşu Suriye’nin içişlerine karışmasaydık başımıza bu yıkım gelmeyecekti! Suriye’de Müslüman Kardeşler – İhvan modeli İslamcı rejim kurma hayali, darbe yapıp seçilmiş Esad’ı devirme serüveni, Şam’da Emevi camisinde namaz kılma ham mı ham hayalleri.. ABD – AB güdümünde uydu – maşa – yaranmacı sorumsuz dış politika Türkiye’yi uçurumun eşiğine sürükledi..

  • Türkiye, uluslararası hukuk katında suça itildi, “haydut devlet” ilan edilme riski var!

Çare, halka gerçekleri anlatarak ülkemizin kurumlarına ve birliğine sarılmaktır. TBMM’yi hemen toplantıya çağırarak genel görüşme (gerekliyse gizli) yapmak ve tümüyle kurumsal devlet mekanizmalarına dayalı, devlet aklı ve deneyimini rehber edinen çözümler üretilmelidir. Muhalefeti asla dışlamadan, tüm ulusal güç ögeleri devreye sokulmalıdır ivedilikle.

Erdoğan Anayasal sınırına çekilmeli ve seçimle gelen AKP hükümeti siyasal sorumluluğu üstlenerek öne çıkmalıdır.

Erdoğan’ın birikimi, yönlendirilerek yarattığı karmaşık – ağır sorunları çözmeye ne yazık ki yetmemektedir. Aynı yetersizlik yüzünden doğdu aslında bu çok ağır güncel son sorunlar da.

  • Artık herkes ama her- kes, başta Erdoğan ve AKP’si, haddini bilmeli ve 80 milyonluk bir ülkenin geleceğini asla tehlikeye atmamalıdır.

    Tarihin çoook ciddi bir sınaması ile yüz yüzeyiz. Durumun ciddiyetten öte ürkünçlüğünü (vahimliğini) mutlaka gereğince kavramak ve tüm gereklerini devlet aklıyla, hızla ve serinkanlılıkla, demokratik hukuk devleti saydamlığı içinde yapmak dışında seçenek
    kal-ma-mış-tır…

Sevgi ve saygı ile. 11 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Emre J-Kongar : ‘16-4-17’ ‘BÜDA’ ve ‘GBU-43’ ‘MOAB’

‘16-4-17’ ‘BÜDA’ ve ‘GBU-43’ ‘MOAB’

Emre Kongar

Korkut Boratav’dan CHP’ye : Sosyal demokrasi değil Cumhuriyet değerleri

Korkut Boratav’dan CHP’ye tavsiye:
Sosyal demokrasi değil Cumhuriyet değerleri!

Prof. Dr. Korkut Boratav, CHP’ye çağrı yaparak,
“Sosyal demokrasiyi değil, açıkça Cumhuriyet değerlerini sahiplenin.” dedi.

Referandum sonrası başlayan yüzümüzü nereye döneceğiz tartışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Korkut Boratav, CHP’ye çağrı yaparak,

  • “Sosyal demokrasiyi değil, açıkça Cumhuriyet değerlerini sahiplenin.
    ‘Hayır’ bloğunun pekişmesine, genişlemesine ancak bu doğrultuda katkı yapabilir.”
    dedi.

BirGün’den Can Uğur’un haberine göre, 16 Nisan Referandumu’nu şaibeli biçimde Evet’çilerin kazanmasının ardından başlayan tartışmalar devam ediyor. Birçok hile ve usülsüzlüğe rağmen referandumdaki oy oranlarının birbirine oldukça yakın çıkması ‘Hayır’ cephesinin bundan sonra ne yapması gerektiği sorusunu beraberinde getirdi. Eşitlik, özgürlük ve adalet söylemleriyle yapılan çalışmalarda toplumun tüm kesimlerinden oy alındığı görülürken referandum sonrası ‘Merkez sağa yakınlaşmalıyız, yüzümüzü sağa dönmeliyiz’ türünden tespitler yapılmaya başlandı. Bu tezlere yönelik tepkiler de eksik olmadı. Ortaya çıkan tablonun nasıl yorumlanması gerektiği ve bunda izlenecek hattın dinamikleri meselesini Prof. Dr. Korkut Boratav yanıtladı.

İslamcı faşizme gidiş konusunda uzunca bir süredir uyarılarını eksik etmeyen Boratav, bundan sonra atılması gereken adımları da bu perspektiften yorumlanması gerektiğinin altını çizdi. Korkut Boratav, 2019’da yapılacak seçimlerin tartışılmasının da anlamsız olduğunu dile getirirken bu tarz bir tartışmanın şaibeli referanduma ve AKP iktidarına meşruluk sağlayacağına işaret etti.

ORTAYA ÇIKAN TABLONUN ANLAMI

Boratav, ‘Hayır’ oylarının ve referandum sonrası ortaya çıkan tablonun anlamını şu ifadelerle açıkladı:

“Referandumda seçmenlere aslında iki soru sorulmuştu:
(1) İslamcı rejime geçişi kabul ediyor musunuz?
(2) Cumhurbaşkanına fiilen sınırsız dokunulmazlık sağlanmasını
kabul ediyor musunuz?

Bu sorular, örtülü idi; yani gizlenmişti. Örneğin, CHP yetkilileri “rejim değişikliği” teşhisi yaptıklarında Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın sert, inkârcı tepkileri, gerçek niyetin de örtülü itirafı anlamındadır. %49’luk “Hayır” oyu, büyük ölçüde bu örtülü soruları kendiliğinden deşifre eden çok büyük bir kalabalığın var olduğunu; bu ortak teşhisi temsil etmektedir.”

Boratav’a “2019 seçimlerine ilişkin aday olarak Abdullah Gül vb. isimler konuşuluyor. Sizce Hayır’cı kesimin ihtiyacı bu isimler mi?” sorusunu yönelttiğimizde ise yanıtı şöyle oldu:

  • 2019 seçimlerini tartışmak anlamsızdır; AKP/MHP ittifakının rejim değişikliği programına peşinen katkı yapmayı kabullenmek; şaibeli referandum sonuçlarına meşruiyet sağlamak anlamına gelir.

Bundan sonra nasıl bir sürecin bizi beklediği merak edilirken hangi adımların atılacağı da yine en sık tartıştığımız konuların başında geliyor. Prof. Dr. Boratav
bu konuyla ilgili şunları söyledi
:

  • CHP referandum kampanyasında yukarıda değindiğim iki soruyu deşifre etmekten ısrarla kaçındı. Zira, referandumdan çok önce, AKP’nin Cumhuriyet değerlerine saldırısını, öncelikle laikliğe karşı uygulamalarını açıkça, adını koyarak eleştirme seçeneğini terk etmişti. “Dinsizlik, İslam’a karşı olma” suçlamalarına karşı paranoyak bir eziklik, “savunmacı” refleksler CHP yönetimine damgasını vurmuştu. Aralık 2013’te açığa çıkan yolsuzluk dosyalarını ise, “darbeci” suçlamalarına muhatap olma korkusu nedeniyle gündeme getirememekteydi.

İTTİFAKLAR MESELESİ

Sosyalistlerin ve cumhuriyetçilerin, tam aksine, yukarıdaki iki soruyu açıkça gündeme getirerek karşı hegemonya kurmaları gerekir. %49’luk “Hayır” blokunu ayakta tutacak, genişletecek ana muhalefet gündemi şudur:

  • “Cumhuriyet rejimini İslamcı rejime dönüştürmek ve yolsuzluklara karşı sınırsız dokunulmazlık istiyorsunuz. Neden?”CHP de bu platforma katılmaya zorlanmalıdır. Bu partinin acil sorunu, sosyal demokrasiyi değil, açıkça cumhuriyet değerlerini sahiplenmektir. “Hayır” blokunun pekişmesine, genişlemesine ancak bu doğrultuda katkı yapabilir.
    (http://odatv.com/hocalarin-hocasindan-chpye-tavsiye-sosyal-demokrasi-degil-cumhuriyet-degerleri-1005171200.html, 10.5.17)
    ==============================
    Teşekkürler değerli Korkut Boratav hocamıza..

    Sevgi ve saygı ile. 10 Mayıs 2017, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

45 Yıl Sonra 3 Fidan’a özlem…

45 Yıl Sonra 3 Fidan’a özlem…

Dostlar,

Bu yıl 3 Fidan‘la ilgili dosya koyamadık web sitemize..
İstanbul Tıp Fakültesinden mezun oluşumuzun 40. yılı nedeniyle sınıf arkadaşlarımızla Dalyan’da idik 5-7 Mayıs 2017 günleri.. Hiç içimize sinmedi..

Değerli dostumuz Sn. Dr. Serdar Şahinkaya‘nın başarılı iletisini paylaşmak istedik…

Sevgi ve saygı ile. 10 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ANKARA TABİP ODASI : TÜRKİYE’DE BİLİM VE TEKNOLOJİ POLİTİKALARI..

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası’ndan bilimsel toplantı çağrısı ve duyurusu :

  • TÜRKİYE’DE BİLİM VE TEKNOLOJİ POLİTİKALARI..

    İlgi ve bilginize sunarız..

Sevgi ve saygı ile. 10 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Hayasız – soysuz ve alçak!..

Hayasız – soysuz ve alçak!..

Ümit ZİLELİ
KORKUSUZ, 9 Mayıs 2017

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Büyük Devrimciye olan kin ve nefret dedelerinden yadigardır!..
O dedeleri ki, vicdanları en ufak şekilde sızlamadan, dinlerini, namuslarını, şereflerini satıp, İngiliz’in, Yunan’ın safında yer almış vatansız yobazlardı… İslam-Teali Cemiyeti‘ni kuran, Yunan ordusunu padişahın ordusu, İslam’ı kurtaracak ordu olarak selamlayan bu herif-i naşerifler hiç utanıp sıkılmadan Yunan Başbakan’ı Dimitrios Gunaris’e kendilerine yardım edilmesi yani altın verilmesi durumunda Bursa’da Yunan desteğinde bir devlet kurup, Kuvayı Millicilere karşı savaşma teklifinde dahi bulunmuşlardı…
-Tarihin görüp görebileceği en soysuz yobazlardı!..
İslam Teali Cemiyeti’nin kurucusu, Atatürk ve arkadaşları hakkında idam fermanında şeyhülislam olarak imzası bulunan, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra önce Yunanistan’a kaçıp çıkardığı gazetede Türklere kin kusan, “Türk olmaktan tiksinirim” diyen, sonra Mısır’da ölen hain Mustafa Sabri‘ydi… Yardımcısı ise kıyafet devrimi sırasında milleti Cumhuriyet’e karşı kışkırtmaya çalıştığı için idam edilen İskilipli Atıf isimli gerici yobazdı…
Yurtseverlerin kaybetmesi, Yunan ordusunun kazanması için ellerinden gelen her şeyi eksiksiz yaptılar; “Din elden gidiyor”, “Kuvayı Milliciler hayduttur, Bolşeviktir” yalanlarıyla Kurtuluş Savaşı’nı baltalamak için türlü hainlik ürettiler…
-Ancak başaramadılar!..
Aydın din adamları dahil, milletin her kesimiyle kucaklaşan Mustafa Kemal ve arkadaşları, bu soysuz ve hain güruhu tıpkı düşman ordusu gibi ezdi geçti!.. Kimi kaçtı, kimi aman diledi, kimi ise yeni hayınlıklar tasarlamak için yeraltına sığındı…
-Gerici hainlerin defteri uzunca bir süre için dürülmüştü!..
 

GÜNÜMÜZÜN MUSTAFA SABRİLERİ!..

Atatürk’ün ölümüyle yer altından çıkmaya başladılar…
Çok partili sisteme geçişle birlikte özellikle Aydınlanma Devrimi‘nin yeterince ulaşamadığı yerlerde örgütlendiler. Özellikle 1950’den itibaren (AS: başlayarak) güçlenmeye başladılar. Yaklaşık 20 yıl sağ partilerin kucağında palazlandıktan sonra bir bölümü kendi partisini kurdu.
30 yıllık bir süreç, biri post-modern diğer ikisi klasik darbe, istikrarsız bir süreç sonunda kendisine “Muhafazakar Demokrat” sıfatını yakıştıran ancak “İslamcı” çizgiye olan muhabbetini her fırsatta ortaya koyan bir parti iktidara geldi. Son 15 yıldır işte bu düşüncenin yönetiminde yaşıyor Türkiye…
Yıllar içinde “Yeni Türkiye” “Yeni Osmanlı” masallarından cesaret alan Mustafa Sabri ardılları tarihi ters yüz etmek, Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyeti karalamak için en soysuz, en alçak yalanlarla sahne aldılar… Bunlardan birini tanıyorsunuz; kerameti kendinden menkul bir
“derin tarihçi!” Adı Mustafa Armağan… Geçmişine baktığınızda gerçekten derin bir Fetullah hayranlığı, çöp kadar değeri olmayan bir yığın dedikodu, iflah olmaz bir Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı görürsünüz…
Ahmet Hakan dün köşesinde bu herife “Yavşak” diyerek bence paye vermiş; benim tercihim “Çukur” sözcüğüdür… İşte bu çukur zat önce “Derin Tarih” isimli dergi formundaki paçavrasında “tarihe düşen bomba” üst başlığı ile şu kapağa imza attı:

  • Latife Hanım’ın 91 yıldır gizlenen mektubu: “Kemal Paşa çakma Napolyon’dur.” 

HAYASIZ RUHLAR!..

Şimdii, Atatürk ile kısa bir süre evli kalan, ayrıldıktan sonra 1975’te vefat ettiği ana kadar ilişkisi ile ilgili tek kötü söz etmeyen Latife Hanım’ın böyle bir mektubu var mıdır, dilimize girişi epey yeni olan “Çakma” gibi bir argo sözcüğü kullanır mı gibi soruları bir yana bırakarak şöyle bir bakalım:
-Büyük devrimcinin yaşamını didik didik ettiler, olmadık iftiralara yeltendiler olmadı…
-Paşa’yı Vahdettin Anadolu’ya memleketi kurtarsın diye gönderdi. Bin altın da yanına verdi dediler, Kurtuluş Savaşı’nın hangi koşullarda yapıldığını bilen millet kahkahayla güldü…

-Mustafa Kemal’in yaptığı emperyalizme karşı savaş değil, yalnızca bir Türk-Yunan savaşıdır iddiasını öne sürdüler, Yurdun dört yanının işgal altında olduğunu, İngilizlerin yediği haltları bilen millet suratlarına tükürdü, sadece rezil olmakla kaldılar…
Öne sürdükleri hiçbir iddia doğru çıkmadı, yalnızca küçüldüler, soysuzlaştılar… Öyle ki, akılları fikirleri ancak apış arasına çalışan bu alçaklar sonunda Atatürk‘ün manevi kızı Afet İnan‘a çamur atacak denli zıvanadan çıktılar; Afet Hanım’ın Gazi’nin manevi kızı değil, sevgilisi olduğunu öne sürdüler!..
TVNet ekranında geçen şu zavallı konuşmaya bakın; program sunucularından, Akit yazarı Yavuz Bahadıroğlu Afet Hanım ile ilgili soruyor: “Güzel miydi?” Diğer sunucu Mustafa Armağan yanıtlıyor: “Gençliğinde güzeldi ancak sonradan şişmanlıyor!” Şu pespayeliğe, şu şeref yoksunluğuna bakar mısınız?
Ellerinde belge var mı? Yok! Yalnızca tahminler, rivayetler üzerinden bu ülkenin kurucusuna olabilecek en haysiyetsiz en alçakça şekilde iftira furyası var!.. Bırakın dini, imanı…
-İnsan olan böylesine hayasız, böylesine soysuz olabilir mi?..
Yanıt tabii ki sorunun içinde!.
===================================
Dostlar,

KORKUSUZ Gazetesi yazarı Sn. Ümit Zileli‘ye bu yazısı için teşekkür borçluyuz.
Müslüman, Hıristiyan, Musevi….. her kim olursa olsun, İNSAN OLMA’nın belki de ilk koşulu DÜRÜST olmak değil midir? Bu takıntılı zavallı ATATÜRK düşmanları attıkları iğrenç iftiralar için hangi geçerli kanıtı ileri sürebilirler?? Kaynak Yayınlarınca çıkarılan değer biçilmez ATATÜRK’ün BÜTÜN ESERLERİ adlı 30 ciltlik muazzam belgesel ansiklopediye biraz göz atsalar, belki de vicdanları uyanacak, bakıp görmeyen gözleri açılacak.. Belki VEFA‘yı anımsayacaklar.. Zavallılar..
Ancak sorun MİLLİ EĞİTİM’de değil mi?
Ülkemizin yakın tarihini nesnel olarak öğretmiyor, öğretemiyoruz.
AKP de son 15 yıldır bu yaşamsal işlevi engelleyip tersini yapıyor.
Türkiye ektiğini biçiyor ve hızla yozlaşarak köklerine yabancılaşıyor.
Bu akıl dışı gidişe son verme zamanı geldi, geçiyor..
“HAYIR” bileşenleri ilk yerel – genel seçimde bu lanetli gidişi “DUR” demeli..

  • AKP – RTE bu olayı açıkça kınayıp, “bedelini ödeyecekler” diyebilir mi?
    Demezse – diyemezse nedendir acep??
  • Bu yazımızı Cumhuriyetin savcıları suç duyurusu olarak kabul etsinler istiyoruz.

    Erdoğan’ı birazcık eleştirenler gece yarısı evlerine baskın yapılıp kelepçelenerek götürülüyor ve günlerce kollukta tutulup sulh ceza yargıçlarınca (Mahkemelerince değil!?) tutuklanarak yargılanıyor, hapis ve para cezası, güvenlik tedbirleri yaptırımı görüyor. AİHM‘nin istikrar kazanmış içtihatları dikkate alınmadan, gerçekte “zımnen ilga” TCK md. 299 uygulanarak.. Bu gerçek dışı küstah ve sefil saldırı, 5816 sayılı ATATÜRK ALEYHİNE İŞLENEN SUÇLAR YASASI (RG: 7872, 31.07.1951) kapsamında ne yaptırım görmeli, anımsatalım :

Md. 1 : Atatürk‘ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır….
Md. 2 : Birinci maddede yazılı suçlar; iki veya daha fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umumi veya umuma açık mahallerde yahut basın vasıtasiyle işlenirse hükmolunacak ceza yarı nispetinde artırılır…. (Yasa toplam 5 madde..)

Yüce ATATÜRK ve AYDINLANMA devrimi bu topraklarda sonsuza dek yaşayacak.
Tüm yarasaları da aydınlatıp ısıtarak, insanlaştırarak; mazlumlara örnek ve umut olarak!

Sevgi ve saygı ile. 10 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Not : Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı, “Atatürk’ün hatırasına hakaret etme” suçundan Süleyman Yeşilyurt ve Hasan Akar hakkında iki ayrı soruşturma başlattı. Yeşilyurt ve Akar hakkında gözaltı kararı verildi. TVNET’te yayımlanan “Derin Tarih” adlı programda Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili sözleri nedeniyle Süleyman Yeşilyurt’a Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca “Atatürk’ün hatırasına hakaret etme” suçundan soruşturma başlatıldı. Öte yandan savcılıkça Hasan Akar’ın Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım hakkında sosyal medyada paylaşılan bir videoda söylediği sözler nedeniyle yine aynı suç kapsamında ayrı bir soruşturma daha açıldı. Savcılıkça Yeşilyurt ve Akar’ın gözaltına alınmaları için Emniyet’e talimat da verildi. (Cumhuriyet, 10.5.17)

Yandaş kanalda skandal sözler: Atatürk’ün manevi kızını sevgilisi yaptılar