SEN ÇÜRÜMENİN RESMİNİ YAPABİLİR MİSİN ABİDİN ?

SEN ÇÜRÜMENİN RESMİNİ
YAPABİLİR MİSİN ABİDİN ?

Av. Hüseyin Özbek
İstanbul Barosu Önceki Gn. Sekr.

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır.)

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Mütareke İstanbul’undaki çürümeyi Sodom ve Gomore romanında işler. İstanbul sokaklarında İngiliz, Fransız askerleri devriye gezmekte, işgalci çizmeleri her gün Arnavut kaldırımlarıyla birlikte halkın onurunu da çiğnemektedir. Yenilginin utancı ve umutsuzluk bir karabasan gibi Dersaadet’e çökmüşken, vatansız elitler hiç vakit kaybetmeden işgali kazanca dönüştürecek işbirliğine başlamışlardır!

Mütareke İstanbul’unda Boğaz’ın iki yakasındaki yalıların, kasırların, köşklerin ayrıcalıklı sakinleri için uğruna ölünecek bir vatan yoktur. Sadece her dönem tabi olunacak velinimet,  kazanılacak servet, edinilecek makamlar vardır. İstanbul’un vatansız kreması, işgalci subayları yalılarında ağırlamak, onur konuğu olarak başköşeye oturtmak, bırakın selamlığı, haremlerini de açmak için birbirleriyle kıyasıya rekabet halindedirler. İşgalcilere sunulan hizmet, yapılan işbirliği, siyasi ve ahlaki düşkünlük karşılıksız kalmamakta, kendilerine servet olarak geri dönmektedir.

Ahlaksızlık, düşkünlük, geleceğe güvensizlik, toplumsal çöküşü, manevi yıkımı inanılmaz ölçüde artırmakta, ihanet, işbirliği, karaborsa, rüşvet, fuhuş, uyuşturucu, her türlü sefahat  İstanbul’u geçmişin Sodom ve Gomore’sine dönüştürmektedir. Bütün bu olumsuzluklar içinde vicdan sahibi, vatan duygusunu ve onurunu yitirmemiş, Esir Şehir’ de kurtuluşun kıvılcımını yakmaya çalışan bir avuç insan, zifiri karanlıkta boğulan toplumun umut ışıklarıdır.

Yazarlar, yaşadıkları dönemlerin sosyolojik, psiko-kültürel fotoğrafçıları gibidirler. Yaşanılan sürecin bireysel ve toplumsal tomografisini gelecek kuşaklara sanat prizmasından aktaran soylu insanlardır. Kalemini ve yeteneğini dönemin efendilerinin buyruğuna verenler elbette ki bu tanımın dışındadırlar. Onlar, sermayenin dolma kalemliğine soyunarak iktidar sahiplerinin mızrağı olmayı tercih etmişlerdir. Biz, mazlumların savunma kalkanı olan erdemli insanlardan bahsediyoruz.

Karl Marx, emeğin sömürüsüne işçinin ürettiği artık değere el koymaya dayalı kapitalist sistemde her şeyin meta olduğunu söylemişti. Ürettiğine yabancılaşan işçinin yarattığı artık değerin kapitalistin sermayesine dönüşmesi, üretim araçlarının mülkiyetinin üretenin değil sermayedarın elinde bulunması Marksist Kuramın temelini oluşturur. Kurama göre kar dürtüsü, her türlü insani ve ahlaki zenginliği yok etmekte,
kapitalist sistemin değerleri insanlığın evrensel değerlerini ortadan kaldırmaktadır.

Asr-ı Saadet, Hz.Muhammed döneminde yaşanan İslam anlamında kullanılır. Mutluluk Çağı olarak tanımlanan bu zaman kesitinde toplumsal düzenin iman, inanç, hak ve hakkaniyet üzerinde seyrettiği kabul edilir. İslam’ın tebliğ ve kurumsallaşma dönemi uygulaması her zaman ve dönem için değişmez model olarak düşünülür. Özlem duyulan ve değişmez yönetim sistemi olarak kabul gören Asr-ı Saadet günümüzde sıkça gündeme getirilmekte ve tüm sorunların bu modelin esas alınmasıyla çözümlenebileceği hararetle savunulmaktadır.

Sözün burasında işin esasına dönüp sormanın zamanıdır: İktidara ve güce ulaşmak için dinin metalaştırıldığı bir dönemi Asr-ı Saadet olarak kabul etmek doğru mudur? Günümüz Türkiye’si, bu sorunun 15 yıllık uygulamasının test edilmesi ve somut sonuçlarının ortaya çıkması  açısından çarpıcı verilere sahiptir. Türkiye, dinin siyasal ve ekonomik gücün kaldıracına, dönemsel çıkarların zırhına dönüştürülmesi halinde ortaya Asr-ı  Saadet yerine Asr-ı Rezaletten başka bir şeyin çıkmayacağını göstermesi açısından araştırmacılar için laboratuvar ülke özelliğini taşımaktadır.

Teolojik alandan, ideolojik alana geçişle birlikte metalaştırılan din, egemenlerin belirlediği yoz sistemin sorunsuz sürdürülebilmesinin dayanağına dönüşmektedir. Bir başka söylemle ezilenlerin ezenlere, yönetilenlerin yönetenlere itaat etmesinin teolojik dayanağına dönüştürülen bir din algısıyla sömürünün sonsuza kadar sorunsuz sürdürülebilmesi mümkün hale gelmektedir. Kısacası dinin bireylerin inanç ve iman dünyasının dışına çıkarılarak, siyasi iktidarın çıkarları doğrultusunda  ekonomik  ilişkilerin, toplumsal hayatın yeniden tanziminin payandası yapılması durumunda yozlaşma ve çürümenin kaçınılmaz hale geldiği görülmektedir.

Ekonomik ve toplumsal sistemin dümeninde bulunan iktidar sahiplerince yeniden kurgulanan biçimiyle dinselleşme, çürüme ve yozlaşmadan başka bir sonuç vermemektedir. Evlerde bulunan para sayma makinelerinin, ayakkabı kutularının, izah edilemeyen servet patlamalarının, kaynağı belirsiz Karunlaşmanın tetiklediği çürüme, ahlaki çöküşü baş döndürücü hale getirmektedir.

Bu durumda ortaya mutluluğun resmi yerine çürümenin altı dokuzluk fotoğrafı çıkmaktadır. Sokulduğumuz post-modern Sodom ve Gomore girdabından bir an önce kurtulamazsak, tarih her zaman olduğu gibi  yine tekerrür edecektir.
===============================
Dostlar,

Sn. Av. Hüseyin Özbek, İstanbul Barosu’nun önceki genel yazmanıdır (sekreter).
Başkan Sn. Ümit Kocasakal ile çalışmış ve son derece üretken, başarılı olmuştur.

Sn. Özbek çok nitelikli bir aydındır, yazardır. Makalelerinin tadına doyum olmaz. Sitemizde daha önce de pek çok yazısını yayımladık. Bu da öncekiler gibi öğretici:

  • … ezilenlerin ezenlere, yönetilenlerin yönetenlere itaat etmesinin teolojik dayanağına dönüştürülen bir din algısı..

AKP – RTE ile 15 yılda gelinen yer burası ve dur – durak da yoktur..
“Dininizi ve kininizi eksik etmeyin” talimatı bizzat Erdoğan’ındır..

Türkiye insanı, “tek adam” rejiminin dinci faşizme koşan rap raplarını duymaktadır.
16 Nisan 2017 halkoylaması bu bağlamda kritik bir kırılma noktasıdır. İktidarın cebir ve hilesi ile dayatılan, YSK verisiyle sözde resmileştirilen % 49 ama gerçekte dünya alemin çok iyi bildiği gibi en az %55 düzeyinde insanımız egemenliği tek adama devretmeye karşıdır. 25 milyonu aşkın “hayır” cı bu kitle, “evet” çi kitleden çok daha eğitimlidir, kentsel bölge insanlarıdır. AKP, az eğitimli ve yoksul bırakılmış, mütedeyyin insanlarımızı istismar ederek ayakta kalmaya çabalamaktadır. Görünen o ki, AKP – RTE’nin ayağının altından zemin artık kaymaktadır. Zaman aleyhe akmaktadır. Bir de %15 dolayında, 8 milyonu bulan kitle vardır ki halkoylamasında oy kullanmayan; bunların da büyük kesimi AKP – RTE yandaşı değildir.

Şimdi temel sorun, bu “HAYIR Bileşenlerini” canlı ve bir arada tutarak, hatta büyüterek seçime hazırlamaktır. Bu siyaset mühendisliğini Türkiye başaracak birikime sahiptir. CHP, eleştirileri dikkate alacak ve bu süreçte akıllıca “beyin – omurga” işlevi görecektir.

Sevgi ve saygı ile. 09 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir