Etiket arşivi: Dr. Ahmet SALTIK – Mülkiyeliler Birliği Üyesi

27 Mayıs 1960 Devrimi’nin 57 Yılı…

27 Mayıs 1960 Devrimi’nin 57 Yılı…

TÜRKİYE’DE İHTİLAL ve DARBELER

Alev COŞKUN : 27 Mayıs’ın anlamı…

Demokrat Parti (1950-1960) “Bizim evden bakış” ..Video..

Hüseyin Avni Güler’in Saygın Anısına : 27 Mayıs Devrimi’ne neden ve nasıl katıldım ?

Dostlar, 

Yukarıdakiler, 27 Mayıs 1960 Devrimi‘nin yıldönümlerinde geçtiğimiz yılarda web sitemizde yer verdiğimiz yazılardan birkaçı.. Erişkeleri (linkleri) tıklayarak okuyabilirsiniz, okumalısınız.. Özellikle gençler okumalı ve çarpıcı, acı gerçekleri öğrenmeli..

Bu gün, 27 Mayıs 2017 günü, şanlı 27 Mayıs Devrimi’nin 57. yılı..

Apaçık faşistleşen ve dincileşen, ağır din sömürüsü yapan, ülkeyi resmen ve fiilen ekonomik batağa hatta iflasa (DP’li Menderes Başbakanlığında, Temmuz 1958’de Türkiye, “borçlarımı ödeyemiyorum” diyerek uluslararası moratoryum = iflas ilan etti!)  sürükleyen ve İsmet İnönü’den emanet aldığı yaklaşık 200 ton Hazine altınlarını borç bulabilmek için Londra Merkez Bankasına Türk askeri uçağıyla rehin yollayan, CHP’yi kapatmaya ve mallarına el koymaya yeltenen, 6-7 Eylül 1955 kanlı olaylarını el altından tezgahlayan, üniversite özerkliğini çiğneyen ve kurşunlatan, basın özgürlüğünü hiçe sayan, 1 üniversite öğrencisinin ölümüne yol açan, Atatürk’ün Halkevlerini ve Halk Odalarını – Köy Enstitülerini kapatan, İnönü’yü linçe yeltenen, Millet ve Vatan cephesi diye halkı 2’ye bölen, Atatürk’ün Türkçe okunmasını sağladığı Ezan’ı yeniden Arapçaya döndüren….

Saymakla bitmez işleriyle, MEŞRULUĞUNU YİTİREN bir DP iktidarına “biçim olarak darbe” ancak özünde dinci faşizme gidişi engelleyen ve dünyaya örnek bir 1961 Anayasası ile tüm kurumlarıyla ülkemize hukuk devletini, özgürlükçü demokrasiyi, insan haklarını ….. getiren şanlı bir Millet – Ordu dayanışmasının yıldönümü..

Başbakan Adnan Menderes, Maliye ve Dışişleri Bakanları Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu Yassıada mahkemesinde yargılanarak idama mahkum edildiler.. İdam günümüzde ülkemizde yok.. O zaman vardı ve yürürlükteki ceza yasasına göre idamı kezlerce hak etmişlerdi bu 3 insan ne yazık ki. İntikamı, “3 Fidan” idam edilerek 6 Mayıs 1972 günü alındı ne hazin ki!
*****
27 Mayıs Devrimcilerinin Türkiye’ye armağanı
görkemli 1961 Anayasası’nın temel kazanımları :

  • Anayasa (Grev hakkı, sosyal, sağlık sigorta sistemi)
  • Anayasa Mahkemesi
  • Cumhuriyet Senatosu
  • Milli Güvenlik Kurulu
  • Yüksek Hakimler Kurulu
  • Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)
  • Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT)
  • Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK)
  • Türkiye Atom Enerjisi Kurumu
  • İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi
  • Milli Prodüktivite Merkezi (MPM)
  • Özerk Üniversite…
    27 Mayıs devriminin eserleridir.

1961 Anayasasını ve demokratik kurumlarını öyle çok arıyoruz ki.. AKP iktidarı, DP iktidarının baskılarını fersah fersah geride bırakan bir despotik rejim dayatıyor ülkemize..

Bunun sonu hayırlı değildir.. Bir kez daha uyarmak ve AKP iktidarını
– ülkemizi hızla normalleştirmeye,
– demokratik hukuk devletine dönmeye,
– temel insan hak ve özgürlüklerine uymaya,
– OHAL’i kaldırmaya
– ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile AİHS’ne (Avrupa İnsan Hakları Sözlşemesi) bütünüyle uymaya çağırıyoruz..

27 Mayıs Devrimcilerine ve Cemal Aga’ya selam olsun..

Sevgi ve saygı ile. 27 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

27 Mayıs Devrimi’nin 57. Yılında Cemal Süreyya şiiri : 555K

27 Mayıs Devrimi’nin 57. Yılı Kutlu Olsun!

Cemal Süreyya şiiri..

27 Mayıs 1960 Devrimi’nim 57. yılında..

555K..

Kara Harp Okulu öğrencilerinin parolası..

  • 5. ayın 5. günü saat 5`te Kızılay’da

Sevgi ve saygı ile. 27 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

=====================================

portresi

Cemal Süreyya

divider_yesil_fiyonk

555K

Şimdi Bursa’da ipek çeken kızlar
Bir karasevda halinde söylemektedir:
Görmeğe alıştığımız nice yazlar
Kimleri alıp götürdüler ama kimleri
Karanfil bıyıklı genç teğmenleri
Ak saçlı profesörleri, öğrencileri
Adları şuramıza işlemektedir
Ah dayanmaz dayanmaz bakmaya gözler
Bir karasevda halinde söylemektedir
Şimdi Bursa’da ipek çeken kızlar”
Şimdi Erzurum’da çift sürenlerin
Geçit vermez kaşlarının altında
Derindir, ıssızdır, korkunçtur gözleri
Sabanın demiri girdikçe toprağa
Hınçlarını gömmektedir içine yerin.
Çünkü millet hayınları Ankaralarda
Çünkü İzmirlerde, çünkü İstanbullarda
Çünkü başka yerlerinde memleketin
Kanına girdiler masum gençlerin
İşte onun için karanlıktır gözleri
Şimdi Erzurum’da çift sürenlerin.
Şimdi saat sekizdir başlar gecemiz
Gündüzü kısalttılar geceyi uzattılar
Şimdi acının ve hüznün göklerinde
Umudun yıldızı sarı yıldız mavi yıldız
Uykumuzun bir ucunda bombalar
Bir ucunda hürriyet inancı sabaha kadar
İngiliz usulü piyade tüfekleriyle
İnsanca yaşamanın onuru arasında
Milletcek bir gidip bir geliyoruz
Şimdi saat sekizdir başlar gecemiz
Şimdi ay doğar bulutlar arasından
Kavat derebeyleri yüreksiz Bolu beyleri
Hırsızlar, yüzde oncular, kumar erleri
Cebren ve hile ile haklarımızı alan
Zulmü ve alçaklığı yöneten murdar üçgen
Biliyor musunuz bir orman gelişiyor şimdi
Türküleri duyuyor musunuz nice derin
Yakılmış çoban ateşleriyle dağlarda
Karanlığı tutuşturup bir köşesinden
Geceyi gündüze çevirenlerin
Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi Tanrılar bile kurtaramaz.
.

divider_yesil_fiyonk

ABD Başkanı Trump’ın Ortadoğu – Vatikan ve NATO ziyaretleri

ABD Başkanı Trump’ın Ortadoğu,
Vatikan ve NATO ziyaretleri

Onur ÖYMEN

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

ABD Başkanı Trump’ın Ortadoğu, Vatikan ve NATO ziyaretlerinde sergilediği yaklaşımlar ve kullandığı ifadeler bazı ülkelerde hatta Amerikan basınında rahatsızlık yarattı.

Suudi Arabistan’da 110 milyar Dolarlık silah siparişi ve Amerika’ya 300 milyar Dolardan fazla yatırım vaadi alan Trump, bu ziyaretini siyasi açıdan İran’a karşı bir gövde gösterisi haline dönüştürdü. Bölgedeki diğer Müslüman ülkelerin temsilcileriyle yaptığı toplantıda da onların İran’a karşı bir ortak tavır içine girmelerini sağlamaya çalıştı.

İsrail ziyaretinde bu ülkeye evvelce verdiği desteği tekrarladı ve bu ülkenin İran’a yönelik politikasını da tamamen (AS: tümüyle) desteklediğini ortaya koydu.

Trump’ın bölgeye yaptığı ziyarette bu tavırlarının, kendi güvenlikleri açısından Amerika’nın desteğine bel bağlayan ülkeleri memnun ettiği görülüyor. Ancak, İran’ın Suudi Arabistan’a ve onun müttefiklerine karşı tutumunu ve söylemlerini daha da sertleştirebileceği anlaşılıyor.

Vatikan’da Trump’ın Papa’yla özellikle mülteciler gibi sosyal konularda farklı görüş ve yaklaşım içinde olduğu izlenimini giderecek bir açıklama duyulmadı. Tarafların arasındaki ilişkinin mesafeli olduğu bir kere daha ortaya çıktı.

NATO’nun kuruluşundan itibaren (AS: başlayarak) bütün Amerikan Başkanları bir NATO ülkesine yapılan saldırının bütün ittifak ülkelerine yapılmış sayılacağı yolundaki NATO Antlaşmasının 5. maddesine açıkça (AS: konuşmalarında) yer) vermişlerdi. Evvelce (AS: önceleri) NATO’dan köhneleşmiş bir örgüt olarak söz eden Trump ise bu konuya çok dolaylı ifadelerle değindi ve müttefik ülkelerin güvenliğine Amerika’nın kayıtsız şartsız destek olacağı izlenimini vermedi. Yalnızca NATO’nun bu maddeye dayanarak 11 Eylül saldırılarına karşı Amerika’nın yanında yer aldığını hatırlatmakla yetindi. Daha çok NATO ülkelerinin İttifaka yaptıkları katkıları arttırmaları çağrısında bulundu.

Gerçekten, Soğuk Savaşın bitmesinden sonra (AS: 1990) ittifak ülkeleri, “Barış payı” (peace divident ) anlayışının icabı olarak savunma harcamalarının GSMH içindeki payını azaltmışlar ve birçoğu öngörülen %2’lik payın çok gerisinde kalmışlardı. Trump birçok konuşmasında Amerika’nın NATO ülkelerine desteğinin onların İttifaka yeterli katkıda bulunup bulunmadıklarını dikkate alarak şekillendireceği izlenimi vermişti. Bu defaki NATO zirvesinde, Trump bu izlenimleri silecek bir tutum sergilemedi.

Bütün bu gelişmeler Avrupa güvenliği ve Türkiye’nin çıkarları açısından rahatsızlık yaratıcı sonuçlar verebilir ve ittifakın en önemli gücü olan caydırıcılık unsurunu zayıflatabilir. NATO’nun Suriye’de Amerikan öncülüğündeki koalisyona katkıda bulunacağı yolundaki haberler bu gerçekleri değiştirecek nitelikte değildir.

Hatırlanacağı gibi Bosna ve Kosova’daki NATO operasyonları bütün üye ülkelerin eşit söz hakkına sahip oldukları NATO Konseyi‘nin yönetiminde yürütülmüştü. Afganistan, Irak ve Suriye’de Amerikalılar kendi yönetimlerindeki koalisyonlar ile operasyonları gerçekleştirmeyi tercih etmişlerdi. Bu kez Suriye’de de aynı durumun tekrarlanabileceği, dolayısıyla Türkiye’nin rolünün ve etkisinin sınırlı kalacağı anlaşılmaktadır.

Bütün bu gelişmeler Türkiye’yi kendi güvenliğini doğrudan doğruya ilgilendiren gelişmeler karşısında daha da dikkatli olmak zorunda bırakmaktadır.

  • En önemli rehberimiz ulusal çıkarlarımız olmalıdır ve
  • Türkiye güvenlik politikalarını oluştururken her şeyden önce kendi gücüne dayanması gerektiğini idrak etmelidir.
    (https://www.facebook.com/Onur-%C3%96ymen-Resmi-Sayfas%C4%B1d%C4%B1r-184615704945843/?fref=nf)
    ===========================================00
    Dostlar,

    “AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan” dış ziyaretleriyle içerideki gündemi yönlendirme çabasında olduğu gibi, zoraki saygınlık / görüntüyü kurtarma peşinde bir yandan da.. Ancak öyle olmuyor doğallıkla. Kendisinden çoooook daha donanımlı – deneyimli ve aralarında köklü dış politika kurumlaşması olan ülkeler karşısında ne yazık ki Erdoğan çoook zayıf kalıyor.. Bu zayıflıkta en belirleyici öge ise kendi yapıp ettikleri.. Türkiye’yi fiilen ve resmen faşizme sürükledi ve demir yumruklu tek adam baskısı uygulamakta.. Ağzıyla kuş tutsa boşuna.. Ülke açıkhava kodesi!

    Önümüzdeki günlerde, her ne denli içeride AKP tabanına dönük “gürleme balonları” şişirilse de, Batı’nın dayatmaya varan ısrarları karşısında ufak – orta boy, sesli ya da sessiz ödünleri, isteklere boyun eğişleri izleyeceğiz, onları da irdeleyeceğiz..

    Suriye gelişmeleri ciddidir ve 2011 Mart’ında ülkemizi bu kanlı bataklığa akıl dışı politikalarıyla sürükleyenler, epeydir ve günümüzde süregelen biçimde adeta bu batakta boğulmaktadırlar. Ne var ki, faturayı malı – kanı – canı ile TSK – Mehmetçik – ulusumuz ödemektedir.. Bu tablo isyan ettirici bir yakıcılıkla kuşatıyor aklı başında tüm yurtseverleri. Erdoğan’ın Batılılarca çok iyi bilinen sicili ve özellikle Suriye’de uluslararası hukuk bağlamında suça bulaştırılması, etkisini – gücünü neredeyse sıfırlıyor.. Belki de tasarım (plan) buydu!?

    Artan şehitler yüreğimizi kavuruyor. Ama gene hiçbir üst düzey AKP’linin asker çocukları değil bu evlatlarımız..

    Heeeeeeeeeeep ama heeeeeeeeeeep gariban halkın çocukları! Halk bunu görüyor elbet..

    İçeride tam bir faşizm egemen.. Yüksel Caddesi – insanlık anıtı çevresi günlerdir yasak bölge.. Oradaki esnaf ve çalışanlar ne yapacaklar, iflas mı ettirilecekler? Dün akşam (26.5.17) saat 18:00 gibi tanık olduk, bir kadın elinde posterle “haklarımızı alacağız” diye 1-2 dakika birşeyler söylemeye girişti. 10’a yakın sivil – resmi polis hemen hareketlendi ve kenara sürükleyerek susmasını istedi. Kadıncağız direndi ve sözlerini yineledi.. Topu topu 1-2 dakika bile değil.. İfade özgürlüğüm.. dedi.. YASAK dediler bağırarak.. Bir orta yaşlı bey destek verdi kadına, ona da polisler “yürüü” deyip üstüne yürüdüler. Kadın sustu ve kenara çekildi.. “Burda durma” dedi polisler.. Kadın direndi ve siz orda durun, ben de buradayım… dedi..

    İçimizi sıkıntı kuşattı.. Nedir bu Allah aşkına? Çıtırdıdan ödünüz kopuyor..
    İstanbul’a bile KALEKOL yapıyorsunuz..
    GEZİ paranoyasına tutsaksınız..
    Ankara Valisi “gün battı – her şey bitti” buyruğu yayımlıyor..
    Erdoğan’ı, dünya süper devletleri Trump – Putin düzeyinde koruyorsunuz.. Kimden, niçin, nedir bu muazzam korku? Bu çooook yüksek ve de fuzuli “güvenlik” (!?) harcamalarını bu yoksul millet vergisiyle karşılıyor. Hak mı dır, reva mıdır!? Örtülü ödenekler rekor kırıyor, helal mi?

    Bu tablonun hiçbir bakımdan AKP – Erdoğan açısından sürdürülebilmesi olanağı yok – tur!
    Kısır döngü sarmalına dolandı AKP – RTE.. Korku ve baskı... Bu lanetli 2’linin nasıl sonlandığının örnekleriyle dolu yakın ve de uzak tarih..

  • Ya normalleştireceksiniz Türkiye’y,i ya da bırakıp gideceksiniz..

O zaman da yargılanma korkusu var değil mi?? Şu 16 Nisan 2017 deli saçması anayasa değişikliklerinde açık – örtük AF getiren maddelerin yürürlüğünü neden 3 Kasım 2019 sonrasına bıraktınız ki?? O güne dek AKP – RTE kâbuslar yaşayacak, ölçüsüz baskılar sürdürülecek,
halk da dayan babam dayan – ya sabır Allah’m mı diyecek? Hesap bu mu??

Bu ne lanetli durumdur Tanrı aşkına?? AKP içinde hiç ama hiç kalmadı mı gören, içi sızlayan, vicdanı isyan eden???

Sevgi ve saygı ile. 27 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Partili Cumhurbaşkanının tercihleri

Partili Cumhurbaşkanının tercihleri

Prof. Oğuz OYAN
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/oguz-oyan/partili-cumhurbaskaninin-tercihleri-197327, 23.5.17

Fiilen iktidar partisinin genel başkanı olan Cumhurbaşkanının şimdi tartışmalı referandum sonuçlarıyla hukuken de bu görevi üstlenmesi önemsiz bir ayrıntı mıdır? Kesinlikle hayır. Milletin hâlâ önemlice bir bölümünün aklı gözündedir, görmeden gerçekliğin bilgisini kavrayamaz. O nedenle, her şeyin daha açık hale gelmesi, hatta bunun iki yıl sonra başbakanlık kurumu devreden çıkmadan önce gerçekleşmesi iyi olmuştur. Artık herkesin, toplumun tüm kesimlerini temsil etmesi mümkün olmayan bir cumhurbaşkanının tekil iradesi tarafından yönetildiğini bir an önce kavramasında büyük yarar vardır.

Hukuk devleti açısından bir gerileme olarak görülen şey, siyasi düzlemde muhalefete yeni bir fırsat bile sunmaktadır. Tabii kullanılabilirse. İktidar kanadının, iktidar partisi genel başkanlığı ile cumhurbaşkanlığının aynı elde toplanmasına 1950 öncesinin Türkiye’sinden gerekçe üretmeye çalışılmasının hiçbir kıymeti harbiyesi olamayacağını da göstererek. Cumhuriyetin kurucu liderleri, çökmüş bir devletin enkazını diriltmeyi reddederek yepyeni bir siyasi ve hukuki rejime sahip yeni bir devlet kurmak peşindeydiler. Kırsal bir toplumun çatısına bir sanayi toplumunun üstyapısını giydirmeye çalışıyorlardı; bunu büyük sarsıntılara yol açmadan başarabilmeleri belirli bir otoriterliği gerektiriyordu. Ama Cumhuriyetin izleyen uğrağı, 1946’da (belki çok erkenden) çok partili yapıya geçiş ve 1947’de parti genel başkanlığı ile cumhurbaşkanlığının birbirinden ayrılmasıydı. Tek partili rejimden -eksiklerine rağmen- çok partili yapıya geçişi şimdi tersine sarmayı marifet sanıp bir de geçmiş üzerinden gerekçelendirmeye girişenlere gerekli yanıtın bıkmadan usanmadan verilmesi şarttır. Üstelik 16 Nisan 2017’de resmen bir kuvvetler birliği rejimine (ikinci cumhuriyete) geçiş yapan ve dahası 1950 öncesini sürekli kötüleyen bir zihniyetin oradan bahane üretmeye çalışmasındaki çelişkiyi gözlere sokmayı da ihmal etmeden…

21 Mayıs 2017’deki AKP Kongresi, 16 Nisan’daki oldubittinin hızlı bir tescili anlamındadır. Yürütmeye tamamen egemen olan bir cumhurbaşkanının HSK “atamaları” üzerinden yargı üzerindeki hâkimiyetini birkaç gün önceden vurgulamış olması esasen sonuçların bir diğer hızlı tescili anlamındaydı. Şimdi ortada,

  • tek adamın iradesinden milim sapması mümkün olamayan bir iktidar partisi
    gerçekliği de vardır.

Aslında bu, başlangıçtaki programın öne alınması anlamındadır; parti genel başkanlığı için olağan kongreyi bekleme -dolayısıyla toplumu alıştırma- kararından vazgeçilmiştir. Anlaşılan tek adamın tek adamlığını vurgulamak konusunda acelesi vardır; hem yargıya hem partiye biran önce tam hâkim olması gerekmiştir. Yasamaya hâkim olması için zaten fazla bir şey yapılmasına gerek yoktur; anayasa değişikliği bunu halletmiştir. Sadece Meclis İçtüzüğünün değiştirilmesi gibi küçük bir ayrıntı kalmıştır.

Bu arada Erdoğan’ın hem TÜSİAD toplantısında hem de AKP Kongresinde OHAL rejiminin gerekli olduğu sürece korunacağına ilişkin açıklamaları, 2019 seçimleri sonrasına kadar bu konunun kapatılmış olduğu anlamına da gelmektedir. OHAL’siz bir ortamda 2019’un üçlü seçimlerini gerçekleştirmeyi göze alamamak kadar elindeki sopayı bırakmayı akılsızlık olarak da gören bir fırsatçı zihniyet de işbaşındadır. Kuşkusuz OHAL silahı sadece 2019 seçimleri sırasında gerekli değildir; o zamana kadarki seçim sürecini yönetmek, muhalefeti ve toplumu daha fazla sindirmek için de gereklidir. Yeni bir baskılama dalgasının daha esasa dönük bir nedeni ise, İslamizasyon projesinin doludizgin sürdürülmesi niyetleridir. Şimdilik bu niyetlerin varlığı ile yapılabilir olması arasında ciddi bir açıklık vardır; 16 Nisan sonuçlarından sonra bu açıklığı daraltma girişimleri bile ciddi bir baskılamayı gerektirmektedir. Peki, başarılabilir mi? Kolay değil, çünkü baskıların dozunun artışı tepkileri de yükseltebilecektir.
***
Cumhurbaşkanının 20 Mayıs’ta İbn Haldun Üniversitesi’nin açılışında yaptığı konuşma, İslamcı iktidarın tercihlerinde yeni bir tarihi simgenin öne çıkarıldığını göstermekteydi. Bu defa Gazzalî yerine “fikirdaş” bilim insanı olarak İbni Haldun seçilmiş ve üstelik muhtemelen yaşadığı geçici zihin bozukluğu kastedilerek “sorunlu şahıs” olarak tanımlanan Auguste Comte (1798-1857) ile karşılaştırılması riskine dahi girilmişti! Şöyle diyordu Cumhurbaşkanı:

  • “Kimi şarkiyatçıların ‘şimdiye kadar hiçbir ülkede, hiçbir çağda hiçbir insan zekâsı Mukaddime gibi bir eser ortaya çıkartmamıştır’ diye tarif ettikleri İbn Haldun ve eserleri uzun süre ikinci plana atılmıştır. En basitinden Auguste Comte gibi sorunlu şahısların fikirleri kabul görürken, İbn Haldun adeta mahkûm edilmiştir. Ülkemizde de özellikle sosyal bilimler alanında İbn Haldun’un katkısı bilinçli bir şekilde perdelenmiştir. (…) Bu ülke ne çektiyse aşağılık kompleksinden çekmiştir. Bu millete en büyük zulmü bağrından çıktığı toplumun değerlerine düşman, yasakçı , baskıcı jakobenler yapmıştır. (…) Üniversitelerimizin bilim dünyasına yaptıkları katkılar yerine ikna odaları ve başörtüsü yasaklarıyla anıldığı günleri unutmadık.”

Keşke, Davutoğlu’nun rüyalarını süsleyen Gazzalî (1058-1111) simgesinde kalınsaydı; bu İslam filozofu,
– bilimin dine aykırı olamayacağını,
– aklın insanı yanıltacağını,
– her türlü şüphenin ötesinde kesinliğe ulaştıracak tek yolun iman olduğunu

söyleyerek ve kendisinden sonraki kuşakları önemli ölçüde etkileyerek aslında İslamiyet’in bilimden kopuşunun da bir simgesiydi çünkü. Oysa bir 14. yüzyıl bilgini olan İbni Haldun (1332-1406) sosyal bilimlerin (hatta sosyolojinin) ve tarih felsefesinin erken öncülerinden biridir. Tunus doğumlu bilginin Yakındoğu’dan Endülüs’e kadar geniş bir coğrafyada seyahatleri, gözlemleri ve üstlendiği görevleri (siyasi görevlerinden daha çok kadılık ve müderrisliği) dolayısıyla elde ettiği birikim, toplumların sosyal yapılarına, örgütlenme biçimlerine ve devletlerin siyasi yapılarına ilişkin özgün tahliller yapmasına ve devletlerin yükseliş dönemlerini mutlaka çöküş dönemlerinin izleyeceğine ilişkin çıkarsamalar geliştirmesine yol açmıştır. Bununla birlikte, Haldun’un önemi ölümünden yüzyıllar sonra anlaşılmıştır. Temel eserlerinden biri olan Mukaddime 18-19. yüzyıllarda Batı dillerine ve Türkçeye çevrilmiştir. Osmanlı aydınları 19. yüzyılda İmparatorluğun çöküşünün kaçınılmaz olduğuna dair yargılarını biraz da Mukaddime üzerinden edinmişler ve bir atalete de tutsak olmuşlardır. Mukaddime, Cumhuriyet döneminde de Türkçeye tekrar kezlerce çevrilmiştir. Mukaddime ve İbni Haldun’un katkısının “perdelendiği” iddiası doğru değildir; özellikle de sol/eleştirel bakışa sahip sosyal bilimciler/tarihçiler İbni Haldun’a ve eserine en çok önem verenlerdendir.

Ama İbni Haldun’u erişilmez bir mertebeye oturtmak, O’nun bilimsel kişiliğine saygı duymamakla eşdeğerdir. Aynı durum, İbni Haldun’u kendisinden dört yüzyıl sonra yaşayan ve sosyolojinin bilimsel kurucusu kabul edilen A. Comte ile zıt bir kutba yerleştirirken de yapılmaktadır. Bu iki bilim insanı arasında çağlar-aşırı bir tamamlayıcılıktan bile bahsedilebilir. Comte, aynı zamanda pozitivizmin kuramcısıdır.

“Mutlak olan tek bir ilke vardır, o da mutlak olan hiçbir şeyin var olmadığıdır”
sözleri de onundur.

Sonuç olarak; din felsefesine girmekten özenle kaçınan, dini de toplumun bir ürünü, insan düşüncesinin bir eseri olarak gören İbni Haldun’dan AKP zihniyetine bir katkı gelmesi ihtimali yoktur. Cumhurbaşkanın konuşmasının bu bölümünü hazırlayan metin yazarlarının biraz eğitilmeye ve özene ihtiyaçları olduğu anlaşılmaktadır.

Son olarak, 15 Temmuz (2016) sonrasında
– üniversitelerden atılanların toplam sayısı altı bini geçmişken
,
– bunlardan 330’u bir barış bildirisi imzalamaktan dolayı
– ve en az bir o kadarı da sahte Fetö’cülük suçlamalarıyla
sivil ölüme mahkûm edilmişken,

hâlâ türban muhabbeti (istismarı) yapılabiliyor olması, “her daim haklı ve mağdur” olma siyasetinin bir parçası olsa gerektir.
***
Bu dünyadan Mümtaz İdil geçti.
Hem de ne geçiş! 65 yaşa çok şey sığdırarak ve çevresinde/toplumda unutulmaz izler bırakarak. Mümtaz ile 1981’de Bilim ve Sanat’ta yollarımızın kesişmesiyle başlayan ortak yolculuğumuz 35 yılı aşmıştı. Sık görüşemediğimiz dönemlerde bile hep birbirimizden haberdar yaşadık. Sağlıklı bir bünyesi yoktu, ama direnci hep en üst düzeydeydi; O’nun son günlerine kadar üretken olmasının nedeni de buydu. İyi bir edebiyatçı, iyi bir eleştirmen, Rus klasiklerinin iyi bir çevirmeni, iyi bir günlük makale yazarıydı. Oda Tv’nin Ankara ayağı onun sayesinde ayakta durdu. Oda Tv davasından suçlanmasının asıl nedeni de herhalde buydu. Polisler evine gelip bilgisayarın hard diskinin imajını almaya başladıklarında ben de destek için oradaydım. Aradıklarını pek bulamamaktan ve Mümtaz’ın sakin tavırlarından (ve o sıralarda beslenme sorunları nedeniyle hiçbir şey tüketemiyor oluşundan) etkilenmiş olarak,
biraz da yanlış kapıyı çaldıkları izleniminde olduklarını fark etmiştim.

Mümtaz için Sevgili dostum Ali Rıza Aydın elinden çıkma çok iyi bir anma yazısı burada yayınlanmış (ve Oda Tv’de tekrarlanmış) olduğu için o yazıya gönderme yapmam belki en doğrusu olacaktır. Ama şu kadarını ekleyeyim ki, Mümtaz İdil ile aynı zaman diliminde yaşamış ve birçok ânı paylaşmış olmaktan dolayı kendimi ayrıcalıklı sayıyorum.
================================
Dostlar,

Değerli dostumuz Prof. Oğuz Oyan hocadan nefis bir yazı..
Ekleyecek çok bir şey yok ama paylaşacak olan, yazının her sözcüğü, hatta dize araları..

Sevgi ve saygı ile. 25 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Emre Kongar : 15 Temmuz Anayasası

15 Temmuz Anayasası

Emre Kongar

Aynı zamanda değerli Anayasa Profesörü İbrahim Ö. Kaboğlu’nun son kitabının adı.
Kaboğlu “Neden ‘15 Temmuz Anayasası?’” sorusunun yanıtını şöyle veriyor:
“Çünkü 16 Nisan’da oylanan 6771 sayılı ‘Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’, 15 Temmuz darbe girişimi ve ardından yürürlüğe konulan olağanüstü hal rejiminin ürünüdür. Bu metnin anlaşılması için, Temmuz 2016’dan başlamak gerekir.”
***
Kaboğlu’nun kitabının ilk bölümü “Paralel Faaliyet: Anayasasızlaştırma ve Dinselleştirme” adını taşıyor. Böylece kitaba başlarken ülkeyi önce 15 Temmuz 2016’ya ve sonra da 16 Nisan 2017’ye getiren ortamı anımsatıyor. Zaten kitap esas olarak, önce “Parlamenter Demokrasiye” karşı olan bu “Sivil Darbe Anayasası” ortamının nasıl hazırlandığını anlatıyor, sonra mantığını açıklıyor, daha sonra da eleştirisini yapıyor.
***
İster sivil olsun, asker olsun, demokrasiye karşı darbe yapanlar, hukuk hocalarını, ama özellikle de Anayasa Hukuku Profesörlerini sevmezler.
Anayasa Profesörü Sevgili Prof. Mümtaz Soysal, “Anayasaya Giriş” kitabı ve gazete yazıları dolayısıyla her askeri darbe yönetiminde hedef olmuş, hapislerde çekmediği kalmamıştır.
Değerli hocam, dünyanın en barışçı insanı, Anayasa Profesörü Prof. Bahri Savcı, emekliliğine birkaç ay kala 12 Eylül Askeri Darbe yönetimi tarafından 1402’lik yapılarak üniversiteden uzaklaştırılmıştı. (1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası ile görevden alınanların bir daha devlet memuru olmaları yasaklanıyor, pasaportları da ellerinden alınıyordu.)
Daha gerilere gidersek, Meclis’te Anayasa’ya aykırı olarak kurduğu “Tahkikat Komisyonu” ile “Çok Partili Rejim” döneminde ilk anayasal darbeyi yapan Menderes iktidarının da “Nabza göre şerbet vermeyin” dediği için Prof. Turhan Feyzioğlu’nu görevden aldığını görürüz.
Ne yazık ki Prof. İbrahim Ö. Kaboğlu da kendinden önceki Anayasa Profesörleri ile aynı meşum kaderi paylaştı ve bir “KHKzede” oldu:
Yani OHAL bağlamında çıkarılan bir Kanun Hükmünde Kararname ile üniversitedeki görevinden çıkarıldı; bir daha kamu görevine girmesi engellendi ve pasaportu da elinden alındı.
Bu nedenle, zaten hocalık yapmakta olduğu ve bir süredir gidemediği Paris’te düzenlenen bir uluslararası konferansta 19 Mayıs’ta vereceği tebliğini okuyamadı.
“Yakın ve Orta Doğu’da Laiklik Fikrinin Dolaşımı: Türkiye, Mısır ve Tunus” başlıklı bildirisini Prof. Dr. Elisabeth Zoller sundu.
***
İbrahim Ö. Kaboğlu, 16 Nisan 2017 Halkoylaması ile Türkiye’nin ufkunu karartan bu Anayasa Değişikliği Darbesini irdeleyen kitabını bitirirken “ ‘İnsan hakları, demokrasi ve hukuk devleti için mücadele edenlere’ ithaf edilen bu kitap, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ve 16 Nisan 2017 Anayasa halkoylamasının bir ürünü olmakla birlikte, bir sonuç olmaktan çok bir başlangıç şeklinde düşünülmelidiyor ve gelecek kuşaklara da bir görev veriyor:

Türkiye’deki barış ve bütünlüğün, “Hak ve özgürlüklerin bölünmez bütünlüğünü temel değer alan bir toplumsal yapı ve erkler ayrılığı ekseninde örgütlenen bir devlet aygıtı” ile sağlanabileceğini vurguluyor!
======================================
Dostlar,

Değerli Prof. Kaboğlu’nun aşağıdaki kitabını biz de hemen yarın edinecek ve özenle okuyacağız. Prof. Kaboğlu’nun derlediği “Türkiye’nin ANAYASA Gündemi” adlı kitabı halen masamızda. Bu kitap “15 Temuuz Anayasası” daha TBMM’den geçirilmeden önce yayımlanmıştı (İletişim yay. 2016). 27 uzman, 66 soru – yanıt).

15 Temmuz Anayasası, Kaboğlu ile ilgili görsel sonucu

Devr-i AKP’de içine düşürüldüğümüz şu hazin durumlara bakar mısınız?
Toplumun Anayasa hocaları, Anayasayı ve hukukunu kendilerinden öğreneceğimiz insanlar, emekliliklerine 67 yaşına çok yakın zamanlarda görevlerinden atılıyor, pasaportlarına el konuyor.. Dünyanın başka yerlerindeki insanların da bu hocamızı dinlemeleri engelleniyor.. Ne denli yüz kızartıcı bir eylem ve hatta suç!

Gördüklerimiz, daha da beter göreceklerimiz işaretidir.. desek çok mu karamsar olur? Önceki gün Uluslararası Af Örgütü’nün (Amnesty International) “Gelecek Karanlık” başlıklı raporunu yayımlamış ve irdelemiştik. Bir kez daha yineleyelim ki; “karanlık olan”, meşru direnme hakkını kullanarak hukukunu mutlaka koruyacak ve bu deli gömleğini çok yakında yırtarak aydınlığa ulaşacak olan Ulusumuzun değil, ona bu sefil hukuk dışılığı dayatanlar için geçerlidir. Tarih, bu öngörümüzün sayısız örneği ile dolu!

Sevgi ve saygı ile. 24 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Güncel Türkiye takvimi

Güncel Türkiye takvimi

Birgül Ayman GülerBirgül Ayman Güler
Aydınlık Gazetesi, 21.5.2017

Referandum sonuçları, 27 Nisan 2017 günlü Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında yayımlandı. Yayımlanan metin Yüksek Seçim Kurulu’nun 633 sayılı kararı. Buna göre yurt içi katılım oranı %87.45, yurtdışı katılım oranı ise %44.60 düzeyinde. Yurt dışı, yurt içi ve gümrük toplamında hesaplandığında katılım %85,53.

Geçerli oyların %51,41’inden ‘evet’, buna karşılık %48,59’undan ‘hayır’ yanıtı gelmiş ve MHP destekli AKP önerisi olan anayasa değişikliği yürürlüğe girmiş bulunuyor.
*
Yürürlüğe giren anayasa değişikliği metni, Resmi Gazete’de daha önceden, 11 Şubat 2017’de yayımlanmıştı; bir kez daha yayımlanmasına gerek yok. Anayasa değişiklikleri referandum sonuçlarının kesin olarak ilan edildiği 27 Nisan 2017 günü yürürlüğe girmiş oldu.
*
Kamuoyuna yaygın biçimde malum olan ilk sonuç, cumhurbaşkanının ‘partili’ hale gelmesi oldu. Referandumda Anayasa’nın 101. maddesindeki “cumhurbaşkanlığına seçilen kişinin varsa partisiyle ilişiği kesilir’ hükmü kaldırılmıştı.
Cumhurbaşkanı, 2 Mayıs 2017 günü AKP üyesi oldu.
Şimdi, olmaması gereken bir adım atılacak. Cumhurbaşkanı aynı zamanda parti genel başkanı olacak. (AS: 21.05.2017 günü oldu!) Devletin, milletin, ordunun başı, çok partili siyasal rejim içinde “bir” siyasal partinin genel başkanlığı unvanını da üstlenecek. Makamların doğasına aykırı olan bu iş,

  • siyasal – yönetsel ilkeler bakımından olduğu gibi
  • uygulama bakımından da doğru değil.

Önümüzdeki günlerde bunun nasıl dertli bir sorun kaynağı olduğunu yaşayarak göreceğiz.
*
Referandumla bağlı olarak üç değişiklik adımı daha atıldı.
Yapılan anayasa değişikliğiyle birlikte Hakimler ve Savcılar Kurulu üyeliğine atamalar yapıldı.
Milli Savunma Bakanı’nın askeri yargıyı tasfiye çalışmaları başladı.
Referandum sonuçları henüz kesin olarak açıklanmamışken, seçimlerle ilgili yasalarda yapılacak değişiklikler için Adalet Bakanlığı’nın görevlendirildiğini öğrenmiştik. Adalet Bakanlığı cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimi, seçimlerin temel hükümleri, siyasi partiler, Hakimler Savcılar Kurulu, Uyuşmazlık Mahkemesi, askeri ceza konularını düzenleyen 7 yasada 144 değişiklik yapılacağını duyurdu.
*
Değişikliğin geçici 21. maddesi önemli madde…
Bunun (F) paragrafında, kanun hükmünde kararname, tüzük, yönetmelik gibi düzenlemelerin hükümlerine 2019’da yapılacak seçimlere kadar uyulacağı; ama bunların o zamana kadar iş başında kalacak Bakanlar Kurulu tarafından yürürlükten kaldırılabileceği yazıyor.
Herhalde en hummalı temizleme bu hüküm çerçevesinde olacak. Çünkü, şimdiye kadar bunları çıkarmış olan Bakanlar Kurulu’nun kendisi, 2019’dan itibaren (AS: başlayarak) olmayacak. Bakanlar ise siyasal değil atanmış teknikerler haline dönüşmüş olacak. Sayılan metinlerin hepsinin yeni sahibi artık cumhurbaşkanı. Mevcut mevzuatın yerini onun çıkaracağı kararnameler ve onun emriyle yön alacak yönetmelikler alacak.
Demek ki yalnızca yeni yapılacak düzenlemelere değil, ortadan kaldırılacak olanlara da özel bir dikkat gerek.
*
Bütün bunlar geçiş hükümleri. Bugünden başlayıp 27. Dönem TBMM seçimlerine kadar geçecek süre içinde olup bitecekler. Elbette bir de yapılacak seçimlerden sonrası var.
Yine geçici 21. madde, cumhurbaşkanı ile milletvekili seçimlerinin aynı gün yapılmasını ve yeni düzenin ilk seçiminin 3 Kasım 2019 günü gerçekleştirilmesini öngörüyor. Ama TBMM karar alacak olursa tarih öne çekilebilir. Böyle bir durumda iki seçimin birlikte yapılması yine zorunlu.
Yani şu demek ki, 16 Nisan 2017 referandum sandığından çıkarılan yeni anayasa hükümleri, 3 Kasım 2019’dan önce de yaşamımıza girebilir. En çok 2 yıl 4 ay…
==============================
Dostlar, 

Sayın Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, siyasete girmeden önce Siyasal Bilgiler Fakültesi – Mülkiye’de Kamu Yönetimi hocasıydı..Yaratılan karmaşanın ne denli ağır ve ciddi olduğunu görüyoruz. 
Yaşayarak daha da anlayacağız.
Yazık Türkiye’ye ve yazıklar olsun bunları yapanlara..

Sevgi ve saygı ile. 22 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. –
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Açlık grevine destek eylemine müdahale

Açlık grevine destek eylemine müdahale

Açlık grevine destek eylemine müdahale
22.5.2017, AYDINLIK

Gözaltına alınan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça‘ya destek olmak için Yüksel Caddesi’nde toplanan gruba polis müdahale etti, 4’ü kadın 11 kişi gözaltına alındı.

Olağanüstü hal (OHAL) kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edildikleri işlerine dönmek için açlık grevi yapan araştırma görevlisi Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça‘nın, terörle mücadele ekiplerinin evlerine baskın yaparak, gözaltına alınmalarını protesto etmek için bir araya gelen gruba polis müdahale etti.

Ankara’nın Çankaya İlçesi’ndeki Yüksel Caddesi’nde, protesto için bir araya gelen gruptan 4’ü kadın 11 kişi gözaltına alındı. Polis ekipleri, alana kimseyi yaklaştırmazken, CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağababa, CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay, CHP Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi ile HDP Mardin Milletvekili Mithat Sancar da İnsan Hakları Heykeli önünde oturma eylemi başlattı.
====================================
Dostlar, 

Olağanüstü hal (OHAL) kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile
ihraç edildikleri işlerine dönmek için açlık grevi yapan araştırma görevlisi Nuriye Gülmen
ve öğretmen Semih Özakça, eylemlerinin 75. gününde “bunu” da yaşadılar devr-i AKP’de!

Gözaltına direnen eş ve avukatlar da gözaltında..

Zerrece insancıl duygudaşlık (hemhal olma, empati) kalmadı ülkemizde..
Bir iktidar temsilcisi / görevli bürokrat olay yerine gelse, dostane tutum gösterip hal hatır sorsa ve “derdiniz ne, sizin için ne yapabiliriz?” sorularını sorsa kıyamet mi kopar??

Bu 2 çaresiz insan,

isyanlarını haykırmak üzere
,
meşru direniş haklarını kullanmak üzere
ölümü göze alırken,

açlık grevinin 75. gününde, kalıcı nörolojik sorunlar (Wernicke-Korsakoff sendromu başta olmak üzere) yaşarsa nasıl telafi edilecektir? Kim(ler) sorumlu olacaktır bu sonuçtan? Bu kayıtsızlık, 2 insanı yavaş yavaş ve göz göregöre ölüme mahkum etmek / ölüme göndermek demek değil de ne demektir? İdam cezasının kaldırılmış olmasının ne anlamı var bu bağlamda?

TTB’nin (Türk Tabipleri Birliği) ve WMA (Dünya Tabipleri Birliği) etik bildirilerine göre kendi seçimi ile açlık grevi yapan insanlar, özerkliklerine saygı gereği zorla beslen(e)meyeceklerdir. Ancak bilinç yitimi gelişirse ve o aşama için de önceden engelleyici bildirimleri yok ise beslenme desteği verilebilecektir. Bu gün sitemizde Uluslararası Af Örgütü’nden çarpıcı OHAL raporu: Amaç partiye sadık kadrolar yaratmakbaşlıklı yazımızda da vurguladık;

  • Ne yapacaksınız, zorla mı besleyeceksiniz ulusal ve uluslararası hukuku bir kez daha çiğneyerek? Serum mu taktıracaksınız zorla zindanların karanlık revirlerinde??

AKP iktidarını;
– insancıl,
– hukuka saygılı çözümlere
– ACİL OLARAK,
– ivedilikle,
– derhal…
– bir kez daha

çağırıyoruz.. Tane tane, alt alta sıralayarak, tarihe sorumluluk notu düşerek..

Bir can yitiği ve / veya kalıcı sağlık sorunu oluşmadan.. Lütfen ve hemen!

Sevgi ve saygı ile. 22 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Genç Karl Marx

Kerem YıldırımKerem Yıldırım
aydinlik.com.tr, 22.5.2017

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Genç Karl Marx‘ın asıl anlamı devrimci Marks’tır. Genç kavramı özellikle biz Türkiye devrimcileri açısından daha da anlamlıdır. Bilindiği üzere Genç ya da Jön olmanın bizim devrimci tarihimizdeki yeri çok özeldir. Türkiye devrimci gençlik tarihinin ilk derli toplu devrimci gençlik kuşağının ismi Jön Türklerdir. Jön olmak yaşadığın toplumu değiştirme arzusunun kavramsallaşmasıdır. O nedenle genç olmanın politik tanımı devrimci olmaktır.

Geçen hafta sonu vizyona giren, yönetmenliğini Raoul Peck‘in yaptığı Genç Karl Marx filmi, Marks ve Engels’in devrimci olma sürecini anlatıyor. Film bir solukta geçiyor. Tıpkı Marks ve Engels’in hayatı gibi. Bu yazıyı kaleme almamızın temel nedeni bir film değerlendirmesi yapmak değil, dünyayı değiştiren düşünceleri insanlığa armağan eden iki devrimcinin eylemci yönüne dikkat çekmektir.

Genç Karl Marx‘ta bizi sarsan mesele Marks ve Engels’in geleneksel olarak sunulduğu gibi
ki buna sosyalist çevreler de dahil– salt oturup kitap ve makale yazan adamlar olmadığını, eylem adamları olduklarını sergilemesidir. Film 1843-48 arasını anlatıyor. Bu süreç aynı zamanda Marks ve Engels’in ideolojik/politik kimliklerinin belirginleşme ve netleşme sürecidir. Marks ve Engels’in devrimci tezlerinin bam teli olan işçi sınıfının dünyayı değiştirecek olan devrimci özne olduğunun keşfedilmesi bu tarihsel aralığa denk gelir.

Marks ve Engels yine bu dönemde polis gözaltısıyla, işçi toplantılarıyla, grevlerle ve işçi direnişleriyle tanıştı.

Marks’ın Genç Hegelci kabuğundan sıyrılması, metaryalizmi tarihsel bir çerçeveye oturtma çabası, Anarşist Proudhon’la felsefi düzlemde yürüttüğü mücadele; Engels’in İngiltere’deki işçi sınıfını incelemeleri devrimci bir savaşıma hazırlık içindi. Marks ve Engels devrimci pratik içinde, emekçilerden öğrenerek bir teori inşa ettiler.

Zaten filmin en çarpıcı iki sahnesi; Marks’ın Engels’e, “Bugüne kadar bütün filozoflar dünyayı yorumladı. Ama mesele dünyayı yorumlamak değil, dünyayı değiştirmektir (Marks ve Engels’in Alman İdeolojisi ve Feuerbach Üzerine Tezler isimli ortak eserinden meşhur 11. tez).” dediği sahne ile Engels’in Komünist Enternasyonel’in öncülü olan Komünistler Birliği’ni kurdukları toplantıda,İşçi sınıfı kendisini özgürleştirirken aynı zamanda bütün toplumu özgürleşirecektir. Felfefe ise o zaman gerçekleşecektir (Marks’ın Proudhon’un Sefaletin Felsefesi kitabına karşı yazdığı Felsefenin Sefaleti isimli eserden).” demesiydi.

Marks ve Engels’in ortak ya da yalnız yazdıkları bütün eserler, işçi sınıfının devrimci davasının gelişmesi için oluşturuldu. Bütün teorik/bilimsel çalışma devrimci davanın ihtiyaçlarına göre biçimlendirildi. Bu yüzden henüz ortada somut bir parti yokken (Komünistler Birliği bir parti sayılmazdı), Marks ve Engels Komünist Partisi Manifestosu’nu yazdı. Komünist Partisi Manifestosu o günün işçi sınıfının devrimci davasının eylem kılavuzu mahiyetindeydi.
Çünkü devrimci teori ve program devrimci pratik içindi.

Filmin ülkemizin yalnız 6 kentinde oynaması ve 18 sinemada gösterime girmesi oldukça utanç verici bir durumdur. Ancak biz inanıyoruz ki, Türkiye’nin aydınlanma birikimi bu gibi eserlere gerektiği değeri verecek kadar güçlüdür.
***
Jenny Marks’ın Karl’ın eşi olmasının ötesinde devrimci bir fedai olduğunu izlemek, sandalye üzerine çıkıp nutuk atan ve polisten ustalıkla kaçan Marks ve Engels’i “canlı” görmek çok heyecanlı ve keyifliydi.

Eğer filmi izlerseniz; artık Kutsal Aile‘yi elinize aldığınızda yüzünüzde anlamlı bir tebessüm belirecek. Alman İdeolojisi ve Feuerbach Üzerine Tezler ile Komünist Parti Manifestosu‘nu
art arda okumak- zaten böyle okunmalı- isteyeceksiniz. Marks’ın polemikçi mizacını en iyi yansıtan eserlerinden olan Felsefenin Sefaleti‘nin kıymetini daha iyi anlayacaksınız.
***
19. yüzyılın ortalarında Avrupa’da dolaşan “hayalet” artık bütün dünyada, özellikle bizim coğrafyamızda, Asya’da daha canlı ve olgun bir halde dolaşıyor. O “hayaletin” bütün dünyayı saracağı, ete kemiğe bürüneceği zamanların özlemi ve bilinciyle…
================================
Dostlar,

Sözü edilen filmi 21.5.17 günü Büyülü Fener / Kızılay’da izledik (14:00…. matinesi).
1 elin parmaklarınca izleyici olabileceği kaygısı bizi sarmıştı..
Ana öyle olmadı.. Kestirimle (tahminen) 100’ü aşkın koltuğun yarısından çoğu doluydu!
Yaşasın, Ankara’da umut var! Yaklaşık 2 saat sürdü film ve ara verilmedi.
Özellikle İngiltere’deki dokuma tezgahları ortamları son derece gerçekçi ve başarılıydı.
Genç ve yoksul K. Marx ile yine genç ama varsıl (zengin), fabrika sahibinin oğlu F. Engels’in
biraradalığı ne mutlu rastlantı oldu. İlki, ikinciden maddi, moral, hatta düşünsel destek aldı. Marx’ın akıllı karısının değer biçilmez desteği, özverisi, dahası yönlendirmesi ne çok anlamlıydı. Sıradışı Jenny böylesine sorumlu davranmasa idi dünya Karl Marx’ı ve görkemli yapıtlarını tanıyamayabilirdi!

Sanayi Devrimi sonrası (İngiltere, 1760’ı izleyen yüzyıl) insanlık tarihinin en dramatik ve sancılı dönemlerindendir. Ortaçağ’ın sefil skolastik karanlığı ile boy ölçüşebilecek kertede neredeyse! Bu ağır – katlanılması olağanüstü zor yabanıl (vahşi) sömürü koşulları, o dönemin Manchester’daki devasa dokuma tezgahlarının sahibi sermayedar patronun genç ve asi oğlu Engels’i bile isyan ettirmişti..
Film yer yer Almanya, İngiltere ve Fransa mekanlarında çekilmiş ve 3 dilli, alt yazılı idi.

1848, insanlık tarihinin dönüm noktalarındandır ve Komünist Manifesto‘nun yayımlanma tarihidir. Kuşku yok, Marx da, Engels de ve görkemli ürünleri Komünist Manifesto da
ayrı ayrı ve başlı başına Diyalektiğin kaçınılmaz ürünleri ve kanıtlarıdır.

Manifesto’nun temel felsefesi ve istemi günümüzde de geçerlidir ve insanın insanı her tür sömürüsüne son verilene dek insanlığın gündeminde, canlı, haklı, meşru kalmaya ve de milyarlarca insanı doğallıkla heyecanlandırıcı, uğruna savaşılası… olmaya devam edecektir. Günümüzde bu vahşet, “Küreselleşme” = Yeni Emperyalizm… adı altında post-modern (!)
yüz kızartıcı ve o ölçüde de ağır(laştırılmış) sömürü yöntemleriyle sürdürülüyor ne yazık ki!

İlkel kapitalizm “maksimum kâr”dan hiç olmazsa “makul kâr” a terfi edemedi!?

Batı cephesinde hem yeni bir şey yok, hem de çooook şey var Marx – Engels’in olağanüstü katkılarıyla.. Köprülerin altından çoook sular aktı 169 yılda..

  • Ve umarız – öngörürüz ki;
    çağımızın proleteryası mavi yakalı sanayi emekçileri değil,
    yüksek ve iyi eğitimli, donanımlı – bilezikli, birkaç yabancı dil bilen
    ve geçerli meslek sahibi, çağcıl kitlesel iletişim araçları ustası;
    ama yine de utanmaz – akılsız – köhnemiş – yaşlanmış.. vahşi kapitalizm tarafından
    hala gelecek umutlarını yok edercesine ölçüsüz sömürüyü dayatmaya kalkışan,
    500 yaşını geçmiş, dişleri dökülmüş… tükenmiş kapitalizmi = sermaye diktasını..
    bu beyaz yakalı gençler tarihin çöplüğüne atacaklardır..
    Hem de 21. yy. bitmeden, şafak yakındır!
  • Yok edin insanın insana kulluğunu, bu hasret bizim.. (Nazım H. Ran)

Düşmezse Düşmesin Yakamızdan Ölüm,
Bizim de Üstümüze Güneş Doğacak Gülüm,
Gülüşüne Bir Kurşun Sıksa da Ölüm,
Unutma ki Umuda Kurşun İşlemez Gülüm…

Filmin izlenmesini şiddetle salık veririz.. İzleyiniz, öneriniz..
Gençleri götürüp ardından onlarla gelecekleri hakkında sohbet ediniz..
İnanın çok güzel olacak.

Sevgi ve saygı ile. 22 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Neyimizi vermeyiz vatan için!..

Neyimizi vermeyiz vatan için!..

Bekir COŞKUN
SÖZCÜ, 21 Mayıs 2017

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

O gün banktan kalkıp giden adam orada SÖZCÜyü unutmuştu…
Üniversiteli kız, bankın üzerindeki gazeteyi alarak “Beyefendi gazetenizi unuttunuz” diyerek peşinden koştu… Adam eski giysili, ama kravatlı, belli ki entelektüel birisiydi, bir kıza, bir elindeki SÖZCÜ‘ye baktı, yan cebini gösterdi, cebinde bir SÖZCÜ vardı…
“Unuttunuz sandım, sizin değilmiş?” dedi üniversiteli kız… “Benimdi” dedi adam:
“Benim… Her sabah iki tane alıyorum, birisini bankların üzerine bırakıp kalkıyorum… Okumayı seven birisi alır okur diye…” Genç kız etkilenmiş ne yapacağını şaşırmıştı…
Adam “Sen oku o zaman” dedi gitti… Kız dönüp banka oturdu, okumaya başladı…
***
O üniversiteli kız bunu Kültür Merkezi’ndeki panelde sahneye çıkıp anlattığında “O günden sonra SÖZCÜ okumaya başladım, birisinin mutlaka söylemesi gerekeni o söylüyordu… Benim çok param yok, yine de her gün iki tane alıp birisini banklarda unutuyorum” dedi… Gözleri nemlenmişti…
***
İşte yapılan operasyonun sebebi budur… Hem de 19 Mayıs günü…
Yani Mustafa Kemal‘in “Sana özgürlük yakışır” diyerek Samsun’a çıktığı gün
***
Ne yaparsan yap… Bize özgürlük yakışır… Susmayacağız…
O yıkım sürdükçe, o hukuksuzluk devam ettikçe, o şehitlerin kemiği sızladıkça, o infazcı orada oldukça, o annesi-babası alınmış çocuklar ağladıkça… Bu karanlık sürdükçe susmayacağız…
***
Bir canımız var… Neyimizi vermeyiz vatan için…
===================================
Teşekkürler değerli Bekir Coşkun..
Biz de sizin gibi düşünüyoruz..
Özverinizi paylaşıyoruz..
AKP’ye;

  • “SÖZCÜ” den elinizi çekiniz.. Öncelikle AKP içideki FETÖ’cüleri temizleyiniz.” diyoruz..Nagehan Alçı‘nın bile şunları yazdı Milliyet’te :

Nagehan Alçı: Fetullah Gülen’in ekmeğine yağ sürmekten başka hiçbir işe yaramayacak
Milliyet gazetesi yazarı ve AKP’ye yakınlığı ile tanıdığımız Nagehan Alçı bugünkü (AS: 21.5.17) köşesinde Sözcü’ye yapılan operasyonun sadece Fetullah Gülen’in ekmeğine yağ sürmekten başka hiçbir işe yaramayacağını savundu. Operasyonun 15 Temmuz vahşetini yapan FETÖ gerçeğinin üstünü örtmek için yapıldığını belirten Alçı,

  • “FETÖ diye bir örgüt yoktur. Bu uydurma gerekçeyle her muhalif tutuklanacak” propagandası yapıldığını yazdı. (http://m.milliyet.com.tr/yazarlar/nagehan-alci/bicagin-iki-yuzuyle-adalet-meselesi-2454158/)

Hürriyet‘ten Ahmet Hakan, “Sözcü var ya Sözcü… Acayip FETÖ’cüydü!” başlığıyla yazdı (21.5.17).

Ahmet Hakan: Sözcü var ya Sözcü... Acayip FETÖ’cüydü!

Sevgi ve saygı ile. 22 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

19 Mayıs’ı niçin engelleyemezsiniz!

19 Mayıs’ı niçin engelleyemezsiniz!

Emre Kongar

İstediğiniz kadar toplantı yasağı getirin… İstediğiniz kadar unutturmaya çalışın…
19 Mayıs’ın zihinlerdeki ve kalplerdeki yerini asla silemez…
Ve onu engelleyemezsiniz: Çünkü 19 Mayıs Ruhu ölümsüzdür!
***
Siz kutlanmasını yasaklamaya çalıştığınız bu bayramın arkasındaki “Devrimci Ruhu”,
“19 Mayıs Ruhu”nu bilmezsiniz:

19 Mayıs Ruhu işgal edilen bir toplumun düşmana karşı şahlanışıdır…
19 Mayıs Ruhu ezilen halkın Padişah’a karşı başkaldırışıdır..
19 Mayıs Ruhu emperyalizme karşı bağımsızlık savaşıdır…
19 Mayıs Ruhu bir milletin yeniden doğuşudur…
19 Mayıs Ruhu din/tarım imparatorluğundan çağdaş devlete sıçrayıştır…
19 Mayıs Ruhu Padişah’ın tek kişilik iradesi yerine Meclis iradesinin geçmesidir…
19 Mayıs Ruhu kölelikten vatandaşlığa geçiştir…
19 Mayıs Ruhu değişimdir, devrimdir, ilerlemedir…
19 Mayıs Ruhu uygarlıktır, çağdaşlıktır…
19 Mayıs Ruhu Cumhuriyettir, Laikliktir, Demokrasidir…
19 Mayıs Ruhu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür…
19 Mayıs Ruhu Türkiye Cumhuriyeti’dir!
***
ÖZETLE, 19 Mayıs Ruhu ZAFERDİR!
Çağdaş Türkiye’nin, Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti’nin:
Hem Padişah’a yani Halife- Sultan’a karşı…
Hem galip devletlere yani emperyalizme karşı…
Hem de tarihin büyük bir ağırlıkla yüklediği, toplumsal, ekonomik ve siyasal geri kalmışlığa karşı zaferidir!
***
O kutlanmasını yasaklamaya çalıştığınız bayramın arkasındaki 19 Mayıs Ruhu’nu iyi öğrenin; bu ruh:
– Kendine güveni…
– Olanaksızın başarılmasını…
– Monarşinin çöküşünü…
– Milli Egemenliğin ilanını…
– Düşmana karşı zaferi…
– İşgal altında inleyen, çökmüş bir imparatorluktan yepyeni bir Cumhuriyetin doğuşunu…
– Bir egemenlik savaşının hem düşmanlara hem de Padişah’a karşı kazanılma sürecini…
– “Devrimci bir atılımı” simgeler.
Çünkü bu atılımın başlangıç tarihidir… Bu nedenle de ölümsüzdür!
***
Şimdi siz, baskıyla, ezerek, korkutarak, zulmederek, 19 Mayıs Ruhu’nu öldürmeye, yok etmeye çalışıyorsunuz: HAYIR! 
Bu ölümsüz ruhu yok edemeyeceksiniz…
Çünkü: DİRENECEĞİZ!
===============================
Dostlar,

Saygın insan Prof. Emre Kongar’ın bu nefis yazısını biz de ay-nen benimseyerek ve kendisine teşekkür ederek katılıyor, sizlerle paylaşıyoruz..
Aynen de böyle oldu bu gün; 19 Mayıs 2017 günü, 98. yılında kutsal Anadolu isyanının!
AKP yasakları vız geldi halkımıza çünkü bu fütursuz yasakçılık belki (?) şekil olarak yasal –
iç mevzuata uygundu ama hem Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hak ve özgürlükleri ile ilgili Andlaşmalara (başta AİHS!) aykırı, dolayısıyla geçersiz; hem de meşru değildi..

Ve Türk Ulusu meşru direniş hakkını kullanarak, AKP depotizmine ve hukuk tanımazlığına karşın 19 Mayıs bayramını tüm Türkiye’de onurla, şanla, cesaretle, görkemli ve uygarca kutladı.. Bu tablo ile övünmek gerekir..
AKP iktidarının ve Cumhuriyet – Atatürk düşmanlarının bu tablodan öğrenmeleri –
ders almaları gereken öyle çok gerçek var ki! Keşke anlayıp azıcık ibret alsalar ve bilerek sürdürülen bu ayrıştırma ve ötekileştirme ilkelliğine dayalı AKP tabanını pekiştirme – bir arada tutma ilkelliğinden vazgeçseler..

Sevgi ve saygı ile. 19 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com