Etiket arşivi: Komünist Manifesto

Hasan Hüseyin Korkmazgil : YENİ MANİFESTO

ŞİİR KÖŞESİ…

Sözler : Hasan Hüseyin Korkmazgil
Şiirin adı “Yeni Manifesto
Göndermeler günümüzde de aynen geçerli.
Seslendirme : Can Ceylan (Prof. Dr.)

YENİ MANİFESTO

çocuklar var
öldürülecek
analar var
ağlatılacak
ocaklar var
söndürülecek
ey gözlüler kulaklılar anlaklılar düşlüler
var mısınız bu sınavda
selam olsun sırtlana
çakala selam
aslan çoktan adımız
akrebe selam
ormanlar var
yakılacak
sular var
kurutulacak
zincirler var
vurulacak
hapisler var
yatılacak
ağıtlar var
düzülecek
acılar var
çekilecek
ey gözlüler kulaklılar anlaklılar düşlüler
var mısınız bu sınavda
vatanlar var
yutulacak
dünyanın bütün patronları birleşin
Hasan Hüseyin Korkmazgil

Notlar…
  • Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!
Veya zaman zaman
  • Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!
Özgün Almancası; Proletarier aller Länder vereinigt euch! 
olan Komünist Manifesto kaynaklı ünlü sosyalist slogan.
Ayrıca sloganın farklı bir biçimi de Marx’ın mezar taşında kazılıdır.
Her ne denli çoğu dile sıklıkla işçiler sözcüğüyle çevrilse de, daha doğrudan bir çevirisi Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin! biçimindedir.

Dr. Ahmet SALTIK
Kaynak : https://tr.wikipedia.org 28.02.2021

Genç Karl Marx

Kerem YıldırımKerem Yıldırım
aydinlik.com.tr, 22.5.2017

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Genç Karl Marx‘ın asıl anlamı devrimci Marks’tır. Genç kavramı özellikle biz Türkiye devrimcileri açısından daha da anlamlıdır. Bilindiği üzere Genç ya da Jön olmanın bizim devrimci tarihimizdeki yeri çok özeldir. Türkiye devrimci gençlik tarihinin ilk derli toplu devrimci gençlik kuşağının ismi Jön Türklerdir. Jön olmak yaşadığın toplumu değiştirme arzusunun kavramsallaşmasıdır. O nedenle genç olmanın politik tanımı devrimci olmaktır.

Geçen hafta sonu vizyona giren, yönetmenliğini Raoul Peck‘in yaptığı Genç Karl Marx filmi, Marks ve Engels’in devrimci olma sürecini anlatıyor. Film bir solukta geçiyor. Tıpkı Marks ve Engels’in hayatı gibi. Bu yazıyı kaleme almamızın temel nedeni bir film değerlendirmesi yapmak değil, dünyayı değiştiren düşünceleri insanlığa armağan eden iki devrimcinin eylemci yönüne dikkat çekmektir.

Genç Karl Marx‘ta bizi sarsan mesele Marks ve Engels’in geleneksel olarak sunulduğu gibi
ki buna sosyalist çevreler de dahil– salt oturup kitap ve makale yazan adamlar olmadığını, eylem adamları olduklarını sergilemesidir. Film 1843-48 arasını anlatıyor. Bu süreç aynı zamanda Marks ve Engels’in ideolojik/politik kimliklerinin belirginleşme ve netleşme sürecidir. Marks ve Engels’in devrimci tezlerinin bam teli olan işçi sınıfının dünyayı değiştirecek olan devrimci özne olduğunun keşfedilmesi bu tarihsel aralığa denk gelir.

Marks ve Engels yine bu dönemde polis gözaltısıyla, işçi toplantılarıyla, grevlerle ve işçi direnişleriyle tanıştı.

Marks’ın Genç Hegelci kabuğundan sıyrılması, metaryalizmi tarihsel bir çerçeveye oturtma çabası, Anarşist Proudhon’la felsefi düzlemde yürüttüğü mücadele; Engels’in İngiltere’deki işçi sınıfını incelemeleri devrimci bir savaşıma hazırlık içindi. Marks ve Engels devrimci pratik içinde, emekçilerden öğrenerek bir teori inşa ettiler.

Zaten filmin en çarpıcı iki sahnesi; Marks’ın Engels’e, “Bugüne kadar bütün filozoflar dünyayı yorumladı. Ama mesele dünyayı yorumlamak değil, dünyayı değiştirmektir (Marks ve Engels’in Alman İdeolojisi ve Feuerbach Üzerine Tezler isimli ortak eserinden meşhur 11. tez).” dediği sahne ile Engels’in Komünist Enternasyonel’in öncülü olan Komünistler Birliği’ni kurdukları toplantıda,İşçi sınıfı kendisini özgürleştirirken aynı zamanda bütün toplumu özgürleşirecektir. Felfefe ise o zaman gerçekleşecektir (Marks’ın Proudhon’un Sefaletin Felsefesi kitabına karşı yazdığı Felsefenin Sefaleti isimli eserden).” demesiydi.

Marks ve Engels’in ortak ya da yalnız yazdıkları bütün eserler, işçi sınıfının devrimci davasının gelişmesi için oluşturuldu. Bütün teorik/bilimsel çalışma devrimci davanın ihtiyaçlarına göre biçimlendirildi. Bu yüzden henüz ortada somut bir parti yokken (Komünistler Birliği bir parti sayılmazdı), Marks ve Engels Komünist Partisi Manifestosu’nu yazdı. Komünist Partisi Manifestosu o günün işçi sınıfının devrimci davasının eylem kılavuzu mahiyetindeydi.
Çünkü devrimci teori ve program devrimci pratik içindi.

Filmin ülkemizin yalnız 6 kentinde oynaması ve 18 sinemada gösterime girmesi oldukça utanç verici bir durumdur. Ancak biz inanıyoruz ki, Türkiye’nin aydınlanma birikimi bu gibi eserlere gerektiği değeri verecek kadar güçlüdür.
***
Jenny Marks’ın Karl’ın eşi olmasının ötesinde devrimci bir fedai olduğunu izlemek, sandalye üzerine çıkıp nutuk atan ve polisten ustalıkla kaçan Marks ve Engels’i “canlı” görmek çok heyecanlı ve keyifliydi.

Eğer filmi izlerseniz; artık Kutsal Aile‘yi elinize aldığınızda yüzünüzde anlamlı bir tebessüm belirecek. Alman İdeolojisi ve Feuerbach Üzerine Tezler ile Komünist Parti Manifestosu‘nu
art arda okumak- zaten böyle okunmalı- isteyeceksiniz. Marks’ın polemikçi mizacını en iyi yansıtan eserlerinden olan Felsefenin Sefaleti‘nin kıymetini daha iyi anlayacaksınız.
***
19. yüzyılın ortalarında Avrupa’da dolaşan “hayalet” artık bütün dünyada, özellikle bizim coğrafyamızda, Asya’da daha canlı ve olgun bir halde dolaşıyor. O “hayaletin” bütün dünyayı saracağı, ete kemiğe bürüneceği zamanların özlemi ve bilinciyle…
================================
Dostlar,

Sözü edilen filmi 21.5.17 günü Büyülü Fener / Kızılay’da izledik (14:00…. matinesi).
1 elin parmaklarınca izleyici olabileceği kaygısı bizi sarmıştı..
Ana öyle olmadı.. Kestirimle (tahminen) 100’ü aşkın koltuğun yarısından çoğu doluydu!
Yaşasın, Ankara’da umut var! Yaklaşık 2 saat sürdü film ve ara verilmedi.
Özellikle İngiltere’deki dokuma tezgahları ortamları son derece gerçekçi ve başarılıydı.
Genç ve yoksul K. Marx ile yine genç ama varsıl (zengin), fabrika sahibinin oğlu F. Engels’in
biraradalığı ne mutlu rastlantı oldu. İlki, ikinciden maddi, moral, hatta düşünsel destek aldı. Marx’ın akıllı karısının değer biçilmez desteği, özverisi, dahası yönlendirmesi ne çok anlamlıydı. Sıradışı Jenny böylesine sorumlu davranmasa idi dünya Karl Marx’ı ve görkemli yapıtlarını tanıyamayabilirdi!

Sanayi Devrimi sonrası (İngiltere, 1760’ı izleyen yüzyıl) insanlık tarihinin en dramatik ve sancılı dönemlerindendir. Ortaçağ’ın sefil skolastik karanlığı ile boy ölçüşebilecek kertede neredeyse! Bu ağır – katlanılması olağanüstü zor yabanıl (vahşi) sömürü koşulları, o dönemin Manchester’daki devasa dokuma tezgahlarının sahibi sermayedar patronun genç ve asi oğlu Engels’i bile isyan ettirmişti..
Film yer yer Almanya, İngiltere ve Fransa mekanlarında çekilmiş ve 3 dilli, alt yazılı idi.

1848, insanlık tarihinin dönüm noktalarındandır ve Komünist Manifesto‘nun yayımlanma tarihidir. Kuşku yok, Marx da, Engels de ve görkemli ürünleri Komünist Manifesto da
ayrı ayrı ve başlı başına Diyalektiğin kaçınılmaz ürünleri ve kanıtlarıdır.

Manifesto’nun temel felsefesi ve istemi günümüzde de geçerlidir ve insanın insanı her tür sömürüsüne son verilene dek insanlığın gündeminde, canlı, haklı, meşru kalmaya ve de milyarlarca insanı doğallıkla heyecanlandırıcı, uğruna savaşılası… olmaya devam edecektir. Günümüzde bu vahşet, “Küreselleşme” = Yeni Emperyalizm… adı altında post-modern (!)
yüz kızartıcı ve o ölçüde de ağır(laştırılmış) sömürü yöntemleriyle sürdürülüyor ne yazık ki!

İlkel kapitalizm “maksimum kâr”dan hiç olmazsa “makul kâr” a terfi edemedi!?

Batı cephesinde hem yeni bir şey yok, hem de çooook şey var Marx – Engels’in olağanüstü katkılarıyla.. Köprülerin altından çoook sular aktı 169 yılda..

  • Ve umarız – öngörürüz ki;
    çağımızın proleteryası mavi yakalı sanayi emekçileri değil,
    yüksek ve iyi eğitimli, donanımlı – bilezikli, birkaç yabancı dil bilen
    ve geçerli meslek sahibi, çağcıl kitlesel iletişim araçları ustası;
    ama yine de utanmaz – akılsız – köhnemiş – yaşlanmış.. vahşi kapitalizm tarafından
    hala gelecek umutlarını yok edercesine ölçüsüz sömürüyü dayatmaya kalkışan,
    500 yaşını geçmiş, dişleri dökülmüş… tükenmiş kapitalizmi = sermaye diktasını..
    bu beyaz yakalı gençler tarihin çöplüğüne atacaklardır..
    Hem de 21. yy. bitmeden, şafak yakındır!
  • Yok edin insanın insana kulluğunu, bu hasret bizim.. (Nazım H. Ran)

Düşmezse Düşmesin Yakamızdan Ölüm,
Bizim de Üstümüze Güneş Doğacak Gülüm,
Gülüşüne Bir Kurşun Sıksa da Ölüm,
Unutma ki Umuda Kurşun İşlemez Gülüm…

Filmin izlenmesini şiddetle salık veririz.. İzleyiniz, öneriniz..
Gençleri götürüp ardından onlarla gelecekleri hakkında sohbet ediniz..
İnanın çok güzel olacak.

Sevgi ve saygı ile. 22 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Tasfiyelere – Baskılara ve Hukuksuzluklara Karşı Akademik Özgürlük İçin Mücadeleye Çağrı

Sayın arkadaşlar,

Aşağıdaki metne katılıyor ve AKADEMİK ÖZGÜRLÜK İÇİN DESTEK imzası veriyorum..

Adımın listeye eklenmesini dilerim.

Destek vermek isteyenlerin

akademikozgurluk2013@gmail.com

adresini ziyaret etmeleri gerekecek..

Sevgi ve saygı ile. 01 Mayıs 2013

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı-Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net

==============================

Aşağıdaki ve ekteki metin üniversite öğretim elemanlarının imzasına
açılmıştır. Metne imza vermek isteyenlerin akademikozgurluk2013@gmail.com
adresine isim, ünvan ve çalıştıkları / emekli oldukları kurumu belirten bir
e-posta atmaları gerekmektedir. (Lütfen imzanızı bu iletiyi aldığınız liste
üzerinden değil akademikozgurluk2013@gmail.com adresi üzerinden iletiniz.)
İmzalar 14 Mayıs 2013 gününe kadar toplanacak ve 15 Mayıs 2015 tarihinden
itibaren kamuoyu ile paylaşılacaktır. Ayrıca bu e-postayı dahil olduğunuz
iletişim ağlarında paylaşmanız kampanyanın daha çok duyurulmasını ve
yaygınlaşmasını sağlayacaktır.

Saygılarımızla.

Tasfiyelere – Baskılara ve Hukuksuzluklara Karşı Akademik Özgürlük İçin
Mücadeleye Çağrı

Bilimi ve özgür düşünceyi baskı altına almayı amaçlayan uygulamalar, son yıllarda giderek yoğunlaşmış; 2012 ile birlikte ise adeta bir karabasana dönüşmüştür. Akademik özgürlüğün
ön koşulu olan iş güvencesinin yokluğu ise tasfiyeci eğilim ve uygulamaların önünü bütünüyle açmaktadır.

Baskı ve tasfiye sürecinde, ilk uygulama güvencesiz ve akademik yükselme gereksinmesi içindeki öğretim elemanlarına yöneliktir. Üniversitelerde iş güvencesinden yoksun olarak çalıştırılan öğretim elemanlarından üniversite yönetimlerince, eleştirel ve özgür düşünceli oldukları için “sakıncalı” görülen öğretim elemanlarının görevine son verilmekte, atamaları yenilenmemekte ya da ders vermeyerek ve kadro açmayarak akademik yükselmelerinin önü kapatılmış olan bu öğretim elemanlarının üniversiteden uzaklaştırılması sağlanmaktadır. Bu anlamda üniversite yönetimleri, yıllık atamalarla çalıştırılan araştırma görevlilerinin atamalarını yapmayarak üniversiteden uzaklaştırabildikleri gibi, türlü yollarla araştırma görevlilerini üniversiteden ayrılmaya da zorlayabilmektedirler. Araştırma görevlilerinin yanı sıra, süreli atamalarla çalıştırılan diğer öğretim yardımcıları, okutmanlar, öğretim görevlileri ve yardımcı doçentler de atamaların yenilenmemesine ilişkin sürekli bir endişe içinde bulunmakta; bu biçimde örtük ancak sistemli ve sürekli bir baskının üzerlerinde kurulması mümkün olmaktadır.

Baskı ve tasfiye politikalarının bir başka görünümü ise kovuşturma ve soruşturmalar biçimindedir. Eleştirel ve özgür tavırları ya da bilimsel çalışmalarıyla üniversite yönetimlerinin ya da iktidar odaklarının hedefi haline gelen öğretim elemanları, gerçek dışı suçlamalar veya uydurma -zorlama gerekçelerle hukuksuz soruşturmalara maruz bırakılmakta, sürgün edilmekte, istifa etmeye ya da emekli olmaya zorlanmaktadır.
Bu süreçlerde ‘muhbir vatandaşlar’ tarafından yapılan ihbar ve şikâyetlerin de devreye sokulduğu görülmektedir. Söz konusu soruşturmalarda akademik özgürlükle birlikte, Anayasa’da ve Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde düzenlenen ve güvence altına alınan haklar ve özgürlükler açıkça çiğnenmektedir.

Dilovası ve Kandıra ilçelerinde gerçekleştirilen ve annelerin sütünde
Dünya Sağlık Örgütü tarafından tanımlanmış sınır değerlerin üzerinde ağır metal saptanan bir araştırmanın sonuçlarını kamuoyu ile paylaşan Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu hakkında hukuka aykırı bir soruşturma yürütülmüştür. Hamzaoğlu hukuksuz bir biçimde cezalandırılmış, akademik özgürlük ilkesi ağır bir biçimde çiğnenebilmiştir. Hamzaoğlu’nun maruz kaldığı bu hukuksuzluğun bir nedeni, bir bilim insanı olarak gerçekleri açığa çıkartarak kamuoyunun bilgisine sunmasıyken, bir başka nedeni ise kendisinin halkın sağlığından, doğadan, emekten
ve demokrasiden yana tavır alan gerçek bir bilim insanı tavrı sergilemesidir.

Gerçek dışı ve uydurma gerekçelerle soruşturmaya uğrayan ve öğretim mesleğinden çıkarılan ve çıkarılması önerilen öğretim elemanları da hak ihlalleri ile karşı karşıyadır. Örneğin,  Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi öğretim görevlisi Mukaddes Akdeniz öğretim mesleğinden çıkarma cezasına çarptırılırken, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Mustafa Durmuş‘a öğretim mesleğinden çıkarılma cezası önerilmiştir. Her iki öğretim elemanı da emek ve demokrasi mücadelesi içinde sorumluluk almış akademisyenlerdir ve aynı zamanda Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası’nın (Eğitim Sen) işyeri temsilciliği görevini de yürütmüş ve yürütmektedirler.

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. İlker Belek, Akdeniz Üniversitesi’nde soruşturulmakta ve mesleğinden ve üniversiteden ihraç edilmek istenmektedir. Bu baskı ve hukuksuzluğun İlker Belek’in, toplumcu sağlık ve demokratik üniversite savaşımının içinde yer alması ve özgür bilim insanı tavrı sergileyen bir akademisyen olmasından kaynaklandığı bilinmektedir.

YÖK Yasa Taslağı ile ilgili bir panelde konuşmacı olduğu için Ordu Üniversitesi yönetimince ceza verilen Yrd. Doç. Dr. Deniz Yıldırım ve yine aynı üniversitenin mensubu olup sendikanın afişini astıkları için haklarında soruşturma açılan yedi öğretim elemanı Eğitim Sen üyesi olarak demokratik üniversite mücadelesinin içinde yer almaktadırlar. Bu öğretim elemanlarının tamamı, özgür ve eleştirel tavırları ile tanınmaktadırlar.

Bazı öğrencilerin dilekçeleri üzerine, Yükseköğretim Kurulu (YÖK), öğrencilerine Komünist Manifesto ile ilgili ödev verdiği, Michael Moore’un ‘Sicko’ ve
‘Kapitalizm: Bir Aşk Hikayesi’ belgesellerini izlettiği gerekçesiyle, Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Genel Kamu Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Yrd. Doç. Dr. Seydi Çelik‘in savunmasını istemiştir.

Ege Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Esat Renan Pekünlü, üniversitenin giderek artan muhafazakâr, bağnaz ve baskıcı ortamına karşı çıktığı için gerçek dışı suçlamalarla üniversiteden ve öğrencilerinden ayrılmaya zorlanmıştır; bununla yetinilmeyerek, İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nce 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırılmıştır.

İstanbul Üniversitesi araştırma görevlilerinden Barkın Asal ve Mehmet Cemil Ozansü hakkında üniversitede düzenlenen bir forumda Yükseköğretim Yasa Taslağı ile ilgili görüşlerini bildirmelerinden dolayı soruşturma açılmıştır. Barkın Asal ve Mehmet Cemil Ozansü, Eğitim Sen üyesi olarak demokratik üniversite mücadelesinin içinde
yer almış, asistanların iş güvencesi mücadelesinde sorumluluk üstlenmiş akademisyenlerdir.

Kamuoyuna da yansıyan bu isimler, yaşanan süreci örneklemek için sıralanmıştır. Üniversitelerde daha pek çok benzeri akademik özgürlük ihlalleri söz konusudur. Örneklediğimiz kovuşturma ve soruşturmalarda gerek yükseköğretim kurumları ve gerekse YÖK, savunma hakkının kullanımına, anayasal kural olan ve Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararı uyarınca disiplin kurulu sürecinde bu kurullarda sendika temsilcilerinin yer almasına da karşı çıkarak, hukuk tanımazlıklarını sergileyebilmektedirler.

Bizler bu metnin imzacıları olarak öncelikle, emek, demokrasi ve insan hak ve özgürlükleri mücadelesi yürüten tüm sendikaları, öğretim elemanları derneklerini, demokratik kitle örgütlerini ve siyasal partileri, üniversitedeki baskılara, haksız soruşturmalara, tacizlere ve yürütülmekte olan tüm bu tasfiye politikalarına karşı çıkmaya, birlikte hareket etmeye ve akademik özgürlük için mücadele etmeye çağırıyoruz.

Ayrıca bu metnin imzacıları olarak bizler, Türkiye üniversitelerinde baskıya maruz kalan tüm akademik  topluluk üyeleri ile dayanışma içinde olduğumuzu ifade ediyor; baskı ve ayrımcılık politikalarının başlıca aracı haline gelmiş olan güvencesiz-sözleşmeli çalışmanın kaldırılmasını ve tüm kadrolar için akademik özgürlüğün vazgeçilmez ayağı olan güvenceli çalışmayı istiyoruz.

Siyasal iktidardan, YÖK’ten ve üniversite yönetimlerinden, öğretim elemanları ve öğrencilere yönelik tüm baskı ve engellemelerin durdurulmasını, 12 Eylül ve McCharthy dönemini anımsatan bu baskı ve tasfiye politikalarına son verilmesini, kişilerin düşünce ve bilimsel-akademik etkinliklerinden dolayı verilmiş tüm disiplin cezalarının geri alınarak meslekten kopartılmalarına son verilmesini, işine son verilen
tüm öğretim elemanlarının mesleklerine iadesini ve üniversitelerine dönmelerini
talep ediyoruz.

Prof. Dr. Korkut Boratav, Ankara Üniversitesi, Emekli Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Nejla Kurul, Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Mustafa Altıntaş, Gazi Üniversitesi
Prof. Dr. İzge Günal, Dokuz Eylül Üniversitesi
Prof. Dr. Fatma Gök, Boğaziçi Üniversitesi
Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, Marmara Üniversitesi
Prof. Dr. Nurettin Abacıoğlu, Gazi Üniversitesi
Prof. Dr. Aykut Çoban, Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Hakan Mıhçı, Hacettepe Üniversitesi
Prof. Dr. Tuba Ongun, Gazi Üniversitesi
Prof. Dr. Adnan Gümüş, Çukurova Üniversitesi
Doç. Dr. Yücel Demirer, Kocaeli Üniversitesi
Doç. Dr. Hasan Hüseyin Aksoy, Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Aziz Konukman, Gazi Üniversitesi
Prof. Dr. Mehmet Zencir, Pamukkale Üniversitesi
Prof. Dr. Erhan Nalçacı, Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Ahmet Saltık, Ankara Üniversitesi