Etiket arşivi: Annan Planı

Soner Polat : Hafıza’i beşer!

Hafıza’i beşer! 

Soner PolatSoner Polat
Aydınlık Gazetesi, 28.6.2017
(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır.)
Ünlü bir özdeyiştir: “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.” İnsan hafızasının bir eksikliği varsa, “o da unutkanlıktır!” anlamına gelir. Bu deyim Türkiye için özenle giydiği takım elbise gibidir. Tarihe geçecek olaylar bu ülkede 2-3 günde mazi olur! AKP açısından bu deyim şöyle ifade edilebilir: “AKP, Annan Planı ile maluldür” Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) maziye gömecek bu plan AKP’nin büyük desteğini almıştır. AKP, bu planı KKTC’ye ve Türk milletine benimsetmek için yoğun siyasi faaliyetler içinde olmuştur. Annan Planı’nı benimsemiş olan bir siyasi kadronun Kıbrıs’ta çözüm araması, bu nedenle tek başına bile ürkütücüdür.

ÇOK ŞEYLE MALULDÜR
KKTC’nin anlı şanlı Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı damadının Rum asıllı olması ile maluldür. (Vedat Yenerer, mehmetciktv.com.tr 26 Aralık 2016) Kızının Rum moda dergisine kapak olması ile maluldür. (hürriyet.com.tr 27 Eylül 2015) İlginç bir haberle de maluldür. Onurlu gazeteci rahmetli Turan Yavuz, Washington’dan bir haber geçiyor (Milliyet, 21 Kasım 1989): “Washington, KKTC’de gönlünde yatan aslanın Mustafa Akıncı olduğunu her fırsatta dolaylı yollardan belirtiyor. Bush yönetimi istenildiği zaman masaya oturabilecek bir iktidar istiyor ve bunu da Lefkoşe Belediye Başkanı Akıncı da görüyor!”
BU İKİLİYE DİKKAT!
Batı ülkelerinin dayatması ile 28 Haziran’da (bugün) İsviçre’nin Crans-Montana kentinde görüşmeler yeniden başlayacak. Hâlbuki Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), “ENOSİS (Adanın Yunanistan’a bağlanması)” yasası bile çıkarmış ve kalbindeki planı ifşa etmişti.

Necip ve çok satan Türk basını milleti uyutmakla maluldür. Uluslararası toplum herhalde Türkleri çok safdil buluyor ki ülkemizde akıl oyunlarına başladı! İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Richard Moore ve bu ülkenin Kıbrıs Yüksek Komiseri Matthew Kidd’i Türk basını ağırladı. (Hürriyet, 17 Haziran 2017) Zekâları kafalarından fışkıran bu iki zat-ı muhterem şöyle dediler: “Yeter ki çözüm olsun! Biz de Kıbrıs’taki egemen üslerimizden toprak veririz!” Peki, İsviçre’deki görüşmelerde böyle bir gündem var mı? Yok! Adama sormazlar mı, “Siz önce Kuzey İrlanda ile İrlanda Cumhuriyeti’ni birleştirin!” Hayır, bunlar söylenmedi, bu iki uyanığın zırvaları manşete taşındı!

Şimdi Annan Planı ile malul AKP iktidarı ve çok şeyle malul Akıncı ve ekibi ile Kıbrıs’ta çözüm arıyoruz. Emperyalist sistem akbabalar gibi masanın başına üşüşmüş. ABD’nin yayın organı BM, Türk’ün nefes almasına bile düşman AB ve İngiltere, Yunanistan ve GKRY için sipere girmiş, son darbeyi indirmeye hazırlanıyorlar… Şunu diyecekler: “Kasadan şu haritayı çıkaralım… Bayağı iyi gitmişiz! Nerede kalmıştık?”

TÜRK ASKERİ HAYAT VERİR

Türk askeri adadan çekildiği takdirde kâğıtta ne yazarsa yazsın, Kıbrıs elden gitmiştir. Türkiye’nin ve KKTC’nin en büyük güvencesi Adadaki Mehmetçik’tir. Rum basınına göre Türk askerinin %80’i geri çekilecektir. Bu çok vahim ve tarihi bir hata olur. Benim tavsiyem, Rum Milli Muhafız Ordusu’nun gücü (RMMO) hakkında yetkililerin Genelkurmay Başkanlığımızdan bir brifing almasıdır. Çünkü Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı (KTBKK), RMMO’yu caydıracak ve şeytana uymaktan vazgeçirecek bir kuvvet yapısındadır. Yapılan resmi açıklamaya göre RMMO’ya sadece Ekim 2016 ayında 3 bin kişi alınmıştır. 2017 yılında yapılan başvuru sayısı 4 bindir. Annan Planı kapsamında gündeme gelen 950 Rum askerine karşı, 650 Türk askeri gibi değerlendirmeler hiçbir hal ve şartta gerçekçi değildir. Annan Planı ile malul olanların bu rakamları ciddi bir şekilde incelenmesinde sayılamayacak kadar çok fayda vardır.

İSRAİL-RUM ORTAK TATBİKATI

Uzun süredir Kıbrıs’a burnunu sokan bir ülke var. Ülkemizi bölecek Kürdistan için sinsi planlar yapan İsrail, Türkiye’nin başını derde sokan her taşın altından çıkıyor. GKRY ile icra edilen ortak tatbikata (11-14 Haziran 2017) hem kara hem de hava unsurları ile katıldı. Peki, GKRY kime karşı askeri harekât yapar? Cevap belli ise İsrail’in derdi ne?

Aramızdaki sorunlar günün birinde çözülür ama Kıbrıs gitti mi gelmez!

Verenleri tarih ve bu millet asla unutmaz ve affetmez…
================================
Dostlar,

E. Tümamiral Sayın Soner Polat’ın yazısı tümüyle doğru, uyarıları bütünüyle yerindedir.

Bu soruna kafa yoran, yazılar yazıp konferanslar veren bir sorumlu aydın – yurttaş olarak biz de AKP – Akıncı işbirliğini ne yazık ki “uğursuz” bir işbirliği olarak görüyor ve asla ulusal – milli bulmuyoruz. Erdoğan’ın kahraman Rauf Denktaş’ı dışlama çabalarını utanarak anımsıyoruz.

ANNAN Planı oylamasında 2004’te, iktidarının 2. yılında taze AKP, gene kandırılmış (!) ve Batı güdümünde, KKTC Türklerini “evet”e yönlendirmişti. Bereket, Rumlar “hayır” demişti de bu “hayırlı” “hayır” sayesinde Kıbrıs elden gitmemişti.

Devlet aklının, telafisi olanaksız olumsuz ve asla kabul edilemez sonuçlara yol açabilecek AKP’yi sorumsuz davranışlardan mutlaka alıkoyması gerek..

Ege’de vatan toprağı 18 ada Yunanistan’a peş keş çekilirken (=Vatan hainliğidir!),
aynı gaflet – dalalet – ihanetin Kıbrıs’ta da sergilenmesine asla izin verilemez.. Başvezir (Başbakan?) B. Yıldırım’ın önceki hafta Yunanistan’ı ziyaretinde gülücüklerle geçen görüşmelerde Çipras’a işgal edilen ve silahlandırılan Ege adalarımız hk. tek bir soru bile yöneltmemesi dehşet vericidir ve tarihin kara kaplı defterine, AKP hanesine kaydedilmiştir.

Ada’da çözüm;

  • Federal ya da Konfederal tek devlet yapısı asla değil; 2 ayrı coğrafi bölgeli, 2 egemen – eşit devletli bir yapıdır ve Barış harekatı ile edinilen topraklardan asla geri çekilmemeli, TSK’nın Barış Kolordusu da tüm gücüyle Ada’da barış ve güvenliğin sigortası olarak tutulmalıdır.Unutulmasın : En sonkiler 1963-1974 arası olmak üzere Ada Rumlarının Yunanistan desteğinde SOYKIRIM SUÇU, insanlığa karşı suç sabıkası – lekesi vardır. BM’nin soykırım suçu tanıması 1948 tarihlidir ve bu eylemler UCM (Uluslararası Ceza Mahkemesi) Statüsü’nde yargılanmayı gerektirmektedir. Oysa Rum Loizidu, taşınmazları Kuzey’de kaldı diye AİHM’nde giderim (tazminat) kazanmakta ve T.C. 1 milyon €’yu kuzu kuzu ödemektedir (AKP ödemiştir)!Rumların sütten çıkmış ak kaşık gibi davranabilmelerine olanak vermek Türk tarafı adına bağışlanamaz bir aymazlıktır. Bu psikolojik – diplomatik avantaj / üstünlükle masada hep eli güç durmak ve meşru haklardan asla ödün vermemek gerekir. AKP = Erdoğan, Türk saygın diplomasisine “Monşerler” deme batağına düşmeksizin onların ustalığına, diplomatik hünerine sığınmalıdır.

Cenevre’de sürdürülen görüşmelerde Türkiye etkin –  eylemli garantör devlet hak ve yetkilerinden asla ödün vermemelidir. Londra ve Zürih Andlaşmaları ile taa 1960’lardan gelen uluslararası bir statü hakkıdır bu Türkiye için ve Kıbrıs Barış Harekatını uluslararası hukuk katında meşru kılan son derece önemli bir yetkidir.

Sevgi ve saygı ile. 30 Haziran 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

İktidarın bazı dış politika hatalarını kabul etmesinin düşündürdükleri

İktidarın bazı dış politika hatalarını kabul etmesinin düşündürdükleri

 Portresi_ATA_ile

 

Onur Öymen

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

   Son günlerde, Cumhurbaşkanının, Başbakanın ve Hükümet sözcüsünün bazı demeçleri evvelce yapılan hatalardan geri dönülebileceğinin işaretlerini veriyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, FETÖ‘nün gerçek yüzünü çok önceden ortaya dökememiş olmanın üzüntüsünü yaşadığını belirterek, Allah’tan ve milletten af diledi.
Erdoğan, Devlet Başkanı Putin’e bir mektup göndererek düşürülen Rus uçağı nedeniyle öldürülen pilotun ailesine üzüntüğlerini bildirdi ve “kusura bakmasınlar” dedi.
Başbakan yardımcısı Numan Kurtulmuş, Türkiye’nin bugün başına gelen ‘birçok şeyin’ ‘Suriye politikasının bir sonucu’ olduğunu belirterek “… biz de geçerli bir politika ortaya koyamadık..” diyerek özeleştiride bulundu.
Başbakan Binali Yıldırım ilk kez Suriye’de geçiş sürecinde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat’la görüşülebileceğini söyledi. Yıldırım, istesek de istemesek de şu anda aktörlerden biri Esed’dir” diye konuştu.
Bu ifadeler, iktidarın geçmiştge yapılan kimi hataları kabul etme ve bunları düzletme noktasına geldiğini göstreriyor. Bu olumlu bir işarettir. Ama yeterli değildir. AKP’nin işibaşına geldiği tarihten sonra izlenen dış politikada ne gibi hatalar yapıldığının ve bu hataların Türkiye’ye nelere mal olduğunun da açık yüreklilikle ve cesaretle irdelenmesi gerekiyor. Akla gelen bazı örnekler şunlar:
AB ile üyelik sürecinin başlangıç aşamasında Kıbrıs sorunu ile AB üyeliğimiz arasında bir bağ kurulmasını kabul etmek hataydı. Bu doğrultuda 2005 yılının Temmuz ayında gerekli rezervleri koymadan imzalanan anlaşmayla ciddi sıkıntıya yol açabilecek ve kabul edemeyeceğimiz taahhütler altına girdik. Böylece AB Konseyi’nin 8 müzakere başlığına ambargo konulmasının yolu açılmış oldu. Yapılan bu hata nedeniyle 11 yıldır o anlaşmayı Mecliste onaylayamıyoruz.
Kıbrıs’ta yıllardan beri izlediğimiz politikalardan uzaklaşarak Kofi Annan Planına destek vermemiz bence hata oldu. Rumların planı reddetmesiyle sağladığımız büyük avantajı da yeterince değerlendiremedik.
Kuzey Irak’ta askerlerimizin  başına çuval geçirilmesine tepkisiz kalmamız yanlıştı.
  Ermenistan’la, yabancıların telkiniyle imzalanan protokoller hataydı. O protokollerde esas olarak Ermenistan istemleri yer alıyor ama Türkiye’nin beklentilerine yer verilmiyordu. Türkiye’de muhalefetin ve kamuoyunun, Azerbaycan’da da bizzat Devlet Başkanı Aliyev’in haklı tepkileri nedeniyle bu protokoller yıllardan beri Meclis’te onaylanamıyor.
Oslo görüşmeleri, Habur açılımı, İmralı’yla görüşmeler yanlıştı. Bu politikalar terörü sonlandırıcı çözümler getirmedi, büsbütün azdırdı.
Bağdat Hükümetine ve Barzani’ye yönelik olarak PKK’nın Irak topraklarını terketmesini sağlayacak baskılı politikalar izleyemememiz yanlıştı. Kuzey Irak’a sonuç alıcı bir kara harekatı yapamamamız ve 1988 yılındaki harekatı kısa kesip geri dönmemiz bence hataydı.
Ege’de kıyılarımıza yakın bölgede, hiçbir antlaşmayla Yunanistan’a verilmemiş adacıklara Yunanistan’ın fiili durum yaratarak el koymasına seyirci kalmamız hataydı.
Müslüman Kardeşlere açıkça sahip çıkmamız yanlıştı. Mısır’daki yeni yönetime Türkiye kadar karşı çıkan başka ülke olmadı. İlişkilerimiz, onarımı zor olacak ölçüde bozuldu.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün…
 Şimdi Suriye ve Rusya örneklerinde gördüğümüz gibi bütün bu vb. konulardaki hataların gözden geçirip doğru politikalara dönülmesi Türkiye’ye çok şey kazandırabilir. Ancak bence yapılacak ilk iş, bizi yurt içinde ve yurt dışında  bu hatalara kimlerin hangi beklentilerle sürüklediklerini saptayıp bir daha benzeri durumlara düşmekten kaçınacak önlemler almak olmalıdır. Bence İktidar partisinin evvelce bütün bu konularda muhalefetin Mecliste yaptığı eleştiri ve uyarıları bir kere daha okuyup değerlendirmesi yararlı olur.
Aynı şekilde, bugünkü politikalarımızı oluştururken de ileride pişman olacağımız adımlar atmaktan sakınmalıyız. Eğer ders alınsaydı tarih hiç tekerrür eder miydi sözünü unutmamalıyız.

   Saygılar, sevgiler. 21.08.2016

=============================================

Dostlar,

Çok deneyimli ve yetkin diplomat Sayın Dr. Onur Öymen‘in dış politika tarihimize not düşercesine ve son derece zarif bir dille, iletişim becerilerini sergileyerek hiç “sen dili” kulanmaksızın, kaleme aldığı bu değerli makaleyi eminiz pek çok Dışişleri yetkilisi okuyacaklardır. Okumakla kalmayıp, siyasal iktidarı etkileyecek biçimde kullanmaları ve sonuç alınması sağlanmalıdır.

RT Erdoğan’ın, Başbakanlık yıllarında, Türk Dışişleri Bakanlığının çok değerli uzman diplomat insangcücü birikimini küçümseyerek “monşerler” diye aşağılaması ve dışlamasını unutamıyor ve bağışlayamıyoruz. Erdoğan’ın bu stratejik hatası ükemize çok pahalıya malolmuştur, geleceğe de yansıması kaçınılmazdır.  Görülen o ki; Erdoğan’ın Türkiye’yi yönetegeldiği 14 yıl ciddi ve ağır yanlışlarla dolu.. Bu ağır fatura ve sorumluluk salt Rabbinden ve Milletten af dileyerek asla geçiştirilemez.

  • AKP – RTE, bu çok ağır ve doğrudan hatalarının siyasal ve hukusal faturasını da mutlaka ödemelidir, Türkiye Cumhuriyeti hukuksal hesabını sormalı ve bedeli ödetilmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
21 Ağustos 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TBB Paneli : KIBRIS’ta SON SÖZ SÖYLENMEDİ.. ve Çağrışımlarımız


KIBRIS’ta SON SÖZ SÖYLENMEDİ..
Ve Bizim çağrışımlarımız..

Türkiye Barolar Birliği’nden açıkoturum..
20 Şubat 2016, Cumartesi, saat : 10:00
Yer bilgisi : Posterin altında kayıtlı…

Dostlar,

Bu sitede Kıbrıs için çok yazdık…
Örneğin : KKTC Karambole Kurban Edilmesin..
(http://ahmetsaltik.net/2014/12/29/kktc-karambole-kurban-edilmesin/)

2004’te, ADD Genel Başkan Vekili sıfatıyla, Annan Planı halkoylaması öncesi KKTC’de
çok sayıda konferans verdik – düzenledik, radyo – TV konuşması yaptık ve gazete söyleşileri, makaleleri yazdık..

KIBRIS_konusmalarimiz

 

 

 

 

 

 

 

 

Ne yazık ki KKTC halkı bu lanetli Plana % 65 “evet” dedi.. Bıktırılmış ve adeta “öğrenilmiş çaresizlik sendromu” na sokularak özgür istenci (iradesi) teslim alınmıştı.
Tarihin cilvesine bakınız ki, daha çoğunu elde edebileceğinden emin olan (!?) Batı’nın şımarık çocuğu Ada Rumları Annan Planı’na “hayır” dediler de KKTC yaşamaya devam etti!..
Yoksa şimdi tek bir Kıbrıs Cumhuriyeti vardı ve 1974 katliamları öncesine dönülmüş idi..

Kibris'ta_kanli_Noel_ve_Makarios'un_katliam_buyrugu

Ne yazık ki, ikiyüzlü AB, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tek parça devleti olmasına karşın,
kendi hukukunu çiğneyerek tüm Kıbrıs’ı temsilen (!) AB’ye kabul etti (2004)..

1983’ten bu yana koca kahbe dünya, Kıbrıs Türklerinin uluslararası hukuka tümüyle uygun kendi yazgısını belirleme (self determinasyon) hakkını görmezden gelerek Ada Türklerine
adeta politik – ekonomik soykırım uygulamakta.. Oysa Ada Türkleri bir “nation community” olarak Self determinasyon eyleminin hukuksal öznesi (süjesi) olmaya ehil (yetkili).
Bu yalın olguyu görmezden gelen kokuşmuş BM sistemi ve Batı emperyalizminin şürekası ise Türkiye’de uluslararası hukuka tümüyle aykırı olarak Kürt kardeşlerimizi kışkırtarak
self determinasyon hakkına gönderme yapmaktadırlar.. Oysa Lozan Antlaşmasına göre Türkiye’de “azınlık” statüsünde olanlar yalnızca Ermeni, Rum ve Yahudilerdir..

Kibris'ta_Turk_varligi_MO_6._bine_uzaniyor

AKP – RTE iktidarı ise kadim kahraman Denktaş‘ı harcamak ve Annan Planı’nı onaylatmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Bay RTE, diplomasi literatüründe yeri olmayan saçma bir kavram ve davranış biçimiyle “herkesten 1 adım önde olmak” gibi -çoooook derin uluslarararası siyaset ve hukıuk bilgisinin ürünü olsa gerek (!)- tuhaf bir politika izledi, izliyor..

KKTC’nin uluslararası düzlemde tanınması için hiçbir somut – içtenlikli çabasını görmedik AKP’nin.. Şimdilerde ise, AKP – RTE iç ve dış politikada, ekonomide, iç terörde ve Suriye – Irak’ta olağanüstü zorda..

BOP = Türkiye’yi parçalama planı Eşbaşkanı RTE, kıskıvrak kuşatılmış durumda uydu ve serüvenci – sığ politikalarının ürünü olarak.. Dolayısıyla hemen her türlü ödünü verebilirler.. İktidarda kalmak üzere ver(e)meyecekleri ödün olmadığı ne yazık ki yaygın kanı..
O bakımdan, KKTC özel bir özen ve sahiplenme istiyor..

TBB (Türkiye Barolar Birliği) bir yurtseverlik ve KKTC halkı Türk soydaşlarımızın haklarını – hukukunu koruma adına böylesi bir açıkoturum düzenliyor..

KKTC, Türkiye güvenliği ve Ada Türklerinin can güvenliği açısından ülkemizin
en temel sorunlarından biridir..

  • Kırmızının da kırmızısı çizgimiz;
    2 kesimli – 2 bölgeli – egemen eşit 2 devletli bir yapının mutlaka korunmasıdır.

KIBRIS_Girit_Olmasin

Son çözümlemede GKRY, Yunanistan ile onyılların özlemi ve politikası yönünde ENOSİS özlemleri uğruna birleşirse, Ada Türkleri KKTC yurttaşları da kendi yazgılarını belirleme hakkını kullanarak Türkiye’ye katılabilirler..

Başkaca ödüncü çözümler, Ada’da 1571’de fetihten bu yana dökülen kanların, binlerce şehitlerin ve gazilerin.. aziz ruhlarına ihanet olacaktır.. Türkiye’nin güvenliğini de tehlikeye atmak ve
Ada Türklerinin assimilasyonuna (katliamına değilse bile!) razı olmak demektir.
Türkiye buna asşa izin veremez, tarih de kesinlikle bağışlamaz..

 

AKP – RTE’yi bir kez daha kaygı ile uyarmak isteriz..
Yapamayacaksanız, bırakıp gitmek diye namuslu – onurlu bir davranış vardır..
Halka gerçekleri anlatır ve yapabileceklere yerinizi bırakırsınız..

Aman ha, sakın ha… KKTC’yi kurtlar sofrasında diplomasi oyunlarına kurban vermeyelim..

TBB’nin bu açıkoturumuna katılalım, sahiplenelim…

Sevgi ve saygı ile.
18 Şubat 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Yazımızın pdf biçimi; KIBRIS’TA_SON_TANGO’ya_DOGRU

KANLI NOEL

KANLI NOEL

portresi_papyonlu
Türker Ertürk
E. Amiral, Araştırmacı – Yazar

Kıbrıs’a ilk kez tam tamına 30 yıl önce geldim. Burada, 1985-87 arasında, iki yıl yaşadım ve görev yaptım. Çok olumlu ve güzel anılarla ayrıldım ve hala sürdürdüğüm dostluklar kazandım.
Dün (24 Aralık 2015), eski günleri anmak ve hafta sonunu geçirmek için, Kıbrıs’a geldim. İlk dikkatimi çeken; ekonominin bozukluğu ve insanların mutsuzluğu oldu.
Halbuki 30 yıl önce; Kıbrıs ekonomisi çok canlıydı, insanlar mutluydu ve
gelecekten umutluydu.
Bugün gördüğüm manzara; feci bir ekonomik durgunluk ve umutsuzluk. Bu biraz da; dış dinamiklerin yanında, içeriden kasıtlı olarak yaratılıyor. Amaç; adanın kuzeyini, ‘Türk Tarafı’nı yani KKTC’ni güneye, Rumlara ve AB’ye satabilmek.
Halk zor durumda olsun, güneyi bir çekim merkezi olarak görsün ve güneyle birleşmeyi istesin diye. Bunun başat sorumluluğu; 13 yıldır iktidarda bulunan AKP’nin sürdürdüğü, yalan yanlış ve kökü dışarıda olan Kıbrıs politikalarıdır.
Ölmüş Eşek Fiyatına
AKP; esasında Annan Planı ile 2004’te, KKTC’ni sattı. Rum Tarafı; daha düşük bir maliyetle, doğrusunu söylemek gerekirse kuzeyi ölmüş eşek fiyatına almak istediğinden, o zaman referandumu reddetti ve almadı. Şimdi ise; zamanı geldi, KKTC’nin ve Türkiye’nin pazarlık gücü azaldı, almayı planlıyorlar.
Türkler, Kıbrıs’ta 444 yıldır var. Varın siz tahmin edin; şu anda yaşayan Kıbrıslı Türklerin, kaçıncı kuşak olduğunu. Ayrıca Kıbrıs; Rumlardan ve Yunanlardan değil, Venedik’ten alındı. Fethedilmesinin nedenlerinden biri de; ağırlıkla Ortodoks yerli halkın, Katolik Venedik yönetimi altında baskı görmesi ve yardım istemesiydi.
Padişah II. Selim’in 21 Eylül 1571 tarihli fermanı ile adaya; Anadolu’dan,
Karaman vilayetinin belli yerlerinden, nitelikli ve seçilmiş ‘Müslüman-Türk’ aileler yerleştirilmiştir.
Kıbrıs Türkleri, işte bu seçilmiş insanların genetik devamı ve torunlarıdır. Ayrıca Kıbrıs Türkleri; 1878’de başlayan İngiliz yönetimi altındaki
ağır baskılar ve haksızlıklar, daha sonra Rum terörü nedeniyle çektikleri acılar ile kimliklerine sahiplik konusunda gösterdikleri duyarlıkla, rüştlerini kanıtlamışlardır.
İfestos
Bugün birleşme adı altında; adanın asli sahibi olan Türkleri önce azınlık statüsüne düşürmek ve sonrasında Kıbrıs’ın dışına sürmek istiyorlar. Dün gece, kaldığımız otelde yabancılar için Noel (Christmas) yemeği vardı. Barış ve huzur içinde yapıldı.
Bir anda, 52 yıl öncesini anımsadım.
Kanlı Noel olarak tarihe geçen barbarlığın yıldönümüydü. Türkleri yok etmeye ve soykırıma tabi tutmaya yönelik saldırılar; 21 Aralık 1963’te başlamış ve 24 Aralık’ta vahşet, doruk noktasına ulaşmıştı. Saldırılar sırasında; Dr. Binbaşı Nihat İlhan’ın
eşi ve üç çocuğunu da evde delik deşik ettiler ve banyo küvetinde katlettiler.
Kıbrıs’ta yaşayan Türkleri, soykırım yaparak ve göçe zorlayarak yok etmek istediler. Bu kötü niyetin yadsınamaz belgeleri var. Soykırım planının adı; “AKRİTAS”.
Bu planın bir de harekât emri var. Ayrıntıları içeren, hangi Türk köyünün hangi birlik tarafından imha edileceği ve hangi toplu mezarlara gömüleceği gibi!
Onun adı da; İFESTOS”. Bu belgeler ve kanıtlar elimizde!
Saf ya da Satılmış ve Hain!
Farklı etnik yapılardan gelen, farklı kültürlere sahip, aynı dili konuşmayan,
aynı dine inanmayan ve geçmişe yönelik kötü deneyimleri olan 2 farklı toplumu
niçin birleştirmeye çalışıyorsunuz?
Bunu istemek ve desteklemek iyi niyetli bir yaklaşımın ifadesi olabilir mi? Size tecavüze yeltenen ve öldürmeye çalışmış birisi ile aynı evde yaşamanız önerilse ve istense, buna rıza gösterir misiniz?
Hiç aklınıza gelmiyor mu? Emperyalizm her yeri bölüp parçalamaya çalışırken,
niye Kıbrıs’ta birleşme istiyor?
Yugoslavya’yı yediye böldü, Libya’yı parçaladı, şimdilik en az üç parça gibi.
Irak bölündü, Sudan aynı şekilde ve Suriye ameliyat masasında. Yüzyılın sonunda
iki bin devlete
(AS: bin devlete..) ulaşmayı planlıyorlar ve açıkça söylüyorlar. Yugoslavya’da; aynı etnik kökenden gelen, aynı dili konuşan ve aynı dine inananları bile birbirinden ayırdılar. Ama her şeyi farklı olan Rumlarla Türkleri birleştirmeye çalışıyorlar. Burada iyi niyet olduğuna inanmak için, ya saf olmak gerek ya da satılmış ve hain!
Gerçekten, 1974’de yapılan ‘Barış Harekatı’ndan sonra, adaya barış gelmiştir.
Sorun budur!

Saygılar sunarım. (25.12.2015)

======================================

Dostlar,

Değerli E. Amiral Sayın Türker Ertürk‘e, 23 Aralık 1963 gecesi Kıbrs’ta Rumların
Türklere uyguladığı kanlı soykırım planını unutmadığı ve unutturmadığı için
teşekkür ederiz. Geçtiğiimiz yıllarda sitemizde bu yakıcı sorunu işlemiştik.
(Kapsamlı ve belgeseldir, bakılmasını dileriz..  KANLI NOEL’in 50. Yılı
http://ahmetsaltik.net/2013/12/23/kanli-noelin-taniklari-konusuyor/
)

Kıbrıs’ta oyun büyük ve AKP bu alanda da ulusal çıkarları değil, Batı’nın isteklerini
öne alıyor. Çünkü bir proje partisi ve bunları yapmak üzere programı dışarıda yazıldı, işbaşına getirildi, işbaşında tutuluyor..

Bunun en büyük kanıtı,
RTE’nin 30+ kez kandi ağzından itiraf ettiği BOP eşbaşkanlığı misyonudur.

Geçtiğimiz ay KKTC’ye bağlanan su hattı ile ilgili AKP’nin kaprisleri acı vericidir.
Böylesi önemli bir ulusal projeyi bile devlet güvencesi yerine özel sektöre (yandaşlara??)
peş keş çekmek için olanca güçleriyle dayatmışlar, çok haklı olarak KKTC hükümetinin
kamu güvencesi istemini geri çevirerek su göndermeyi durdurabilmişlerdir!

Kıbrıs’ta 2 devletli – 2 kesimli bir çözüm dışında kalıcı ve sağlıklı bir çözüm yoktur.
Kurulduğundan bu yana KKTC’deki Türklerin cen güvenliği bu modele dayalıdır.
KKTC bağımsızlığını başka gerekçelerle yeniden feda ederse artık dönüş yoktur
ve Türkiye’nin de yapabileceği birşey kalmayacaktır.
Hele TSK kolordusu Kuzey Kıbrıs’tan çekildikten sonra..

2004 Annan Planı oylaması öncesinde Kıbrıs’ta, merhum kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş döneminde çok emek vermiş, sorunu izleyen bir kişi olarak bir de biz yazmış olalım
Türker Paşaya ek olarak…

Sevgi ve saygı ile.
26 Aralık 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

 

 

SU – ENERJİ – DOĞALGAZ DOSYASI : Rus Gazına Alternatif Doğu Akdeniz Gazı

SU – ENERJİ – DOĞALGAZ DOSYASI :
Rus Gazına Alternatif Doğu Akdeniz Gazı

Prof. Dr. ÇAĞRI ERHAN
Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü

Türkiye-Rusya ilişkilerindeki gerilim devam ediyor. Her ne kadar, krizin başladığı günden
bu yana ilk üst düzey temas iki ülkenin dışişleri bakanları arasında Belgrad’da 3 Aralık’ta (2015) yapılmış olsa da, çözüme ilişkin herhangi bir somut öneri dile getirilmiş değil. Aksine Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, her geçen gün konuya ilişkin söyleminin tonunu sertleştiriyor. Rusya Federasyonu Parlamentosunda yaptığı son konuşmada kullandığı ifadeler hiçbir diplomatik nezaket kuralına uymadığı gibi, devam eden sürecin iki ülkeye verdiği zararı artırıyor.

image001

Türkiye iki haftayı aşkın süredir Rusya konusuyla uğraşırken, Kıbrıs’ta da ilginç gelişmeler yaşanıyor. KKTC cumhurbaşkanlığına Mustafa Akıncı’nın seçilmesinden sonra tekrar hız kazanan Türk ve Rum tarafı arasındaki müzakerelerde çözüme yaklaşıldığı yönünde sinyaller geliyor. Hatta her iki taraftan da çok önemli bazı isimler Nisan 2016’da Ada’nın geleceğini tayin edecek bir referandumun yapılması kararına çok yaklaşıldığını söylüyorlar. Hatırlanacağı gibi, daha önceki BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın himayesinde yürütülen görüşmeler sonrasında 24 Nisan 2004’te yapılan referandumda, Kıbrıs Türk halkının %65’i çözüme “evet” derlerken, Kıbrıslı Rumların %75’inin “hayır” oyu vermesiyle Annan Planı raftan kalkmıştı.

Annan Planı’ndan bugüne geçen sürede köprünün altından çok sular aktı. Her şeyden önce GKRY 1 Mayıs 2004’ten başlayarak AB üyesi oldu. Dolayısıyla, bir çözüme ulaşıldığı takdirde Kıbrıs Türkleri de AB’ye girmiş olacaklar. Ama AB tek ve bütünleşmiş bir Kıbrıs’ta ısrarcı olduğundan, KKTC’nin varlığı sona erecek. En iyi ihtimalle Kıbrıs Türk tarafı bir federe devlet çatısı altında, bütünleşmiş ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit haklara sahip bir parçası hâline gelecek. Aradan geçen son 12 yılda meydana gelen bir başka önemli değişiklik de,
Arap ayaklanmaları sonrasında bölgede ortaya çıkan siyasi tablo.
Özellikle Suriye’de yaşananlar bağlamında Ada’nın stratejik önemi arttı.

Ada’daki İngiliz üsleri Suriye’deki çeşitli gruplara yönelik operasyonlarda bir süredir kullanılıyor. İngiltere Parlamentosu’nda geçen hafta alınan karar çerçevesinde bu üslerin önümüzdeki günlerde daha yoğun biçimde gündeme geleceği tahmin edilebilir. Yine Suriye gelişmeleri sebebiyle Doğu Akdeniz’deki Rus askeri mevcudiyetinin artması, sorunlu bölgeye çok yakın bir konumda bulunan Kıbrıs’ın gündemde olmasına yol açıyor. Son olarak, 2004’te sadece fizibilite aşamasındayken, Mısır-İsrail-Kıbrıs Adası üçgeninde bulunan ve bazı parsellerde çıkartılmaya başlanan doğalgaz, bölgenin jeopolitik öneminin yeniden tanımlanmasına yol açtı.

Bu son iki unsuru yan yana değerlendirdiğimizde, yani Rusya’nın artan askerî yığınağını ve Kıbrıs dolayındaki zengin doğalgaz rezervlerini aynı tablo içinde gördüğümüzde,
Putin’in sadece DAEŞ’le mücadele için Suriye’ye müdahale etmekte olmadığı
çok net ortaya çıkar. Rusya bir yandan, Doğu Akdeniz enerji rezervlerinin çıkartılıp işletilmesinde söz sahibi olmak istiyor, hem de ekonomisinin en önemli ihraç kalemi olan
enerji ham maddelerinin fiyat istikrarını korumak için, kendi çıkarlarına aykırı olabilecek şekilde söz konusu enerji kaynaklarının Avrupa pazarına girişini denetlemek istiyor.

Türkiye-Rusya ilişkileri bugünkü durumunda olmasaydı bile Ankara tarafından mutlaka değerlendirilmesi gereken Doğu Akdeniz enerji rezervlerine erişim, bir süre daha eski durumuna dönmesi olanaklı gözükmeyen ilişkiler nedeniyle bugün daha da öncelikli duruma gelmiş bulunujyor.

İşte bu noktada, Kıbrıs’taki müzakerelerin gidişatına ilişkin Türkiye’nin dikkate alması gereken çok önemli bir parametre daha ortaya çıkmış durumda. Kıbrıs enerji kaynaklarının paylaşımında, Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin yerinin ne olacağı kuşkusuz masada pazarlıklara konu edileceklerin arasında sayılıyor. Fakat enerji kaynakları söz konusu olunca ister istemez başka devletler de çeşitli yollarla Kıbrıs’ta çözüm sürecine kendi çıkarları doğrultusunda müdahil olmaya çalışıyorlar. GKRY ile ‘özel’ finansal ilişkileri olduğu kadar, doğalgaza da ilgi duyan Rusya’nın Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov geçen hafta Kıbrıs’ta, Rum yetkililerle bu konuları görüştü. Lavrov’dan bir gün sonra ABD Dışişleri Bakanı John Kerry Ada’daydı. Lavrov’dan farklı olarak, Türk tarafıyla da bir araya gelen Kerry’nin dosyasında enerji konusu da yer almaktaydı.

Türkiye ile KKTC arasında enerji konusunda ne gibi bir eşgüdüm mekanizması olduğunu bilmiyorum. Ankara eğer Kıbrıs müzakerelerinin bu boyutuna zamanında ve güçlü bir biçimde müdahil olursa, Doğu Akdeniz gazının en makul güzergâh olan Türkiye üzerinden Avrupa’ya sevk edilmesi mümkün olabilir. Bu durumda, orta vadede Türkiye’nin Rusya’ya doğalgaz konusundaki bağımlılığı da hafiflemiş olur. Yunanistan, Türkiye’nin bu yöndeki olası hamlesini engellemek için Türkiye-Rusya krizinde kendisini Moskova’nın yanında konumlandırdı bile. Herhalde Yunanistan’ın bu pozisyonu alması sadece ‘Ortodoks Dayanışması’ yüzünden değil…

==================================

Dostlar,

Çağrı hocayı en azından on yıldır izleriz.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki kariyer gelişimini,
Uluslararası İlişkiler alanındanki uzmanlığını,
ATAUM bünyesindeki AB çalışmalarını..
DYP Genel Başkan yardımcılığı görevini..
Sanırız 2003 sonlarıydı, Kendileri genç bir doçent iken, Ankara’da bir panelde
merhum Prof. Türkan Saylan, merhum Prof. Alpaslan Işıklı, Mustafa Balbay ile birlikte
aynı masada konuşmacı idik.

Isikli_Erhan_Saylan_Balbay_SALTIK

Sayın Prof. Erhan’a, Kemerburgaz Üniversitesi Rektörlüğü görevinde başarılar dileriz..

*****
Sayın Erhan, yuarıdaki yazısında Türkiye’nin son derece önemli bir sorunsalına (problematiğine) değinmekte. İç içe geçip sarmal olmuş bir karmaşık sorunlar yumağına.

Bir yandan “kadim Kıbrıs davası” (“sorunu” diyemiyoruz elbette), bir yandan Türkiye’nin muazzam enerji girdisi gereksinimi ve finansmanı, bir yandan da büyük hata ile düşürülen
Rus uçağıyla birlikte giderek kördüğümleşen Rusya – Türkiye ilişkileri..

Bay RTE Başbakan iken, Dışişlerinin yetenekli ve birikimli uzmanlarını “monşerler” diyerek kendince aşağılamaya kalkmıştı!? Ne var ki zamanla fahiş hatasını gördü ve ancak ve yalnızca onlarla dış politikayı yürütebileceğini çok net biçimde kavradı..

Fakat Anayasa’ya açıkça aykırı bir biçimde ve olağanüstü yanlışlar, tehlikeli – serüvenci adımlarla, CB makamından dış politikayı yürütmeye çabalıyor. Oysa bu bağlamda anayasal yetkisi yok.. Halk tarafından seçilmiş olmasının ardına geçerek demokrarik parlamenter rejimi başkalaştırmaya ve kendi meşruiyetini büyütmeye çabalıyor de facto adımlarıyla.
Her gün ve her yerde hiç gerekmediği halde birkaç kez konuşarak..
Hem de bağıra – çağıra, karşıtlarını aşağılayarak, ötekileştirerek, düşmanlaştırarak
bilinçli bir gerilim yaratıyor, halkı kutuplaştırıyor ve kasıtlı sürdürdüğü bu şiddet söylemiyle kendi kabulleriyle genelde az eğitimli politik tabanını tutmaya (konsolide etmeye) uğraşıyor.

Türkiye yalnızlaştırılıyor ve itibarsızlaştırılıyor giderek.
Değiştiremeyeceği komşularıyla düşmanlaştırılarak giderek Batı – Atlantik ittifakının içine çaresiz – seçeneksiz ve devasa sorunlarıya çekilerek daha da uydulaştırılıyor,
bağımsızlığını yitiriyor..
Son örneği İsrail ile yumuşamaya malum çevrelerce onur kırıcı biçimde zorlanmış olması..

Bu gidişin hızla durdurulması gerekiyor. Temel tarihsel sorumluluk Başbakan’da. 
Davutoğlu Uluslararası İlişkiler alanı profesörü olmasına karşın, geçelim iç politikayı,
dış politikada da ağırlığını bir türlü koyamıyor.. Fakat siyasal – hukuksal sorumluluk kendidinde.
Türkiye girdaptan girdaba sürükleniyor ve “asrın lideri tek adam” durdurulamıyor!?

Bu tablo;

Türkiye’nin bekası açısından son derece risklidir, kabul edilemez ve sürüdürülemez!

Termodinamik yasalarıyla söyleyelim; Tayyip bey frenlen(e)mezse 2 seçenek var bu durumda;

1. Kapitonaj
2. Eksplozyon..

Artık danışmanları açıklayıversin bunların ne demek olduğunu yarıtanrılaş(tırıl)an Erdoğan‘a..

Sevgi ve saygı ile.
20 Aralık 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

KKTC 31 yaşında: KIBRIS; AB TUZAKLARI ve TÜRKİYE’nin GELECEĞİ


KKTC 31 yaşında: KIBRIS; AB TUZAKLARI ve TÜRKİYE’nin GELECEĞİ


Dostlar
,

KKTC, 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatı‘ndan 9 yıl sonra
ilan edilmek zorunda kalındı.

Uluslararası “uygar” toplum (!), kendisini ardışık ve süregelen soykırım girişimlerinden ancak anavatan Türkiye’nin çok başarılı denizaşırı askeri müdahalesiyle kurtarılabilen bir toplumun yerden göğe dek meşru yaşama ve
varlığını bağımsız bir devlet olarak sürdürme hakkını tanımadı 1983 sonlarına dek!?..

BM ve uluslararası toplum, bir milletin kendi yazgısını kendisinin belirlemesi hakkına uzun yıllar boyunca ve tüm çabalara karşın sağır kalabildiler.

Salt KKTC’yi tanımama ve ambargo uygulama ile de kalmadı..

1974 Barış Harekatı sonrası ABD, Türkiye’ye, stratejik müttefikine (!?) 3 yıla varan süre ağır bir askeri ambargo uyguladı.

Sonunda 15 Kasım 1983 günü KKTC (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) ilan edildi.

Bu gün, bu küçük devlet 31 yaşını bitirdi.
Özlenen sosyal – ekonomik kalkınmayı, bu ağır ve insafsız, 31 yıldır sürdürülen
katı ambargo ve diplomatik olarak TANIMAMA yüzünden belki sağlayamadı ama
çok temel 2 olguyu yurttaşlarına, Kıbrıs Türkü soydaşlarımıza sağladı :

  • Barış ve güvenlik (can ve mal..) !

11 Ocak 2005 günü Bursa’da bir Kıbrıs paneli düzenlenmişti.
KKTC kurucu Cumhurbaşkanı kahraman insan merhum Rauf DENKTAŞ,
o tarihte Bursa Milletvekili ve CHP Genel Başkan Yardımcısı (eski Dışişleri Kıbrıs Masası uzmanı ve Lefkoşe Türkiye Büyükelçiliği Müsteşarı) Sn. Dr. Onur Öymen ve KKTC Ankara Büyükelçisi Sayın Dr. Ahmet Zeki Bulunç ile birlikte panel konuşmacıları idik. Bizim konumuz aşağıdaki gibiydi..

  • KIBRIS; AB’nin TUZAKLARI ve TÜRKİYE’nin GE-LE-CE-Ğİ...

2003 sonlarında ANNAN Planı oylaması öncesinde KKTC’de merhum Cumhurbaşkanı Denktaş’ın çağrısı ile çok sayıda konuşma yapmıştık bu ülkede (ADD Genel Başkan Vekili sıfatıyla..).. Sonrasında Türkiye’de de..

KIBRIS_konusmalarimiz

Yukarıdaki listenin en sonunda 17. sırada yer alan konuşmamızın power point yansılarını yaklaşık 10 yıl sonra, KKTC’nin kuruluşunun 31. yılı biterken paylaşmak ve bir kez daha tarihe not düşmek istiyoruz..

İzlemek için lütfen tıklar mısınız aşağıdaki erişkeyi (linki) ??

KIBRIS_icin_Bursa_konusmamiz_Kıbrıs_ve-TR’nin_Gelecegi_11.01.2005

Kıbrıslı soydaşlarımızın onurlu bir barış içinde gönençle yaşamalarını dilerim.

Genç kuşaklara gerçek tarihi aktarmalarını ve
tarih bilinci kazandırmalarını dileriz.

Egemen eşitlikten ödün vermeden;

– 2 kesimli – 2 devletli bir yapıdan başka çözüm yok!

Aman politik oyunlara gelmeyelim.
Utanmaz emperyalizm, özellikle bunaltmak ve dilediği çözüme Kırbrıslı Türk soydaşlarımızı zorlamak için zamana oynuyor. Bir halkın meşru devletini tanımıyor.

Sevgi ve saygıyla.
15.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

MİLLETİN HUKUKUNU ULUSLARARASI HUKUKA FEDA EDENLER ve İdris Üsteğmen’den Osman General’e Sessizliği Yırtanlar

Dostlar,

İbretlerle dolu bir yazı..

Özenle okunmalı ve gereği yapılmalı..

Sevgi ve saygı ile.
9 Mart 2014, Yozgat

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

MİLLETİN HUKUKUNU ULUSLARARASI HUKUKA FEDA EDENLER 
ve İdris Üsteğmen’den Osman General’e Sessizliği Yırtanlar 

http://www.acikistihbarat.com/Jeo-Kritik/jeokritik160204.html, 24.2.14

Baykal’ın bir sözü; bizim aylardır somut örnekleri ile desteklediğimiz ve ayrıntılı olarak analizimizi yaptığımız, “ABD-NATO ekseninde AKP-TSK İşbirliği” tezini bir kez daha ortaya koydu.

AKP’ye karşı ara sıra kükrüyor görüntüsü veren TSK’nın aslında; NATO-ABD’nin orkestrasyonunda ülkenin küresel plana göre yeniden dizayn edilmesi konusunda tam bir işbirlikçi tutuma girdiğini Jeo-Kritikler ve özel raporlarımız bünyesinde ortaya koyduk. Baykal’ın ; “Özellikle Doğu ve Güneydoğu`da komutanlar da
AK Parti`nin adaylarını destekliyor. Bizim çok çalışmamız lazım“
(Kaynak : http://www.pressturk.com/ic.php?id=4207&g=2) sözleri, bazılarının bazen “susarak”, bazen “konuşarak” veya “gibi yaparak” söz konusu dönüşümde geldikleri işbirlikçi noktanın boyutunu ortaya koymaktadır.  

NELER UNUTTURULMAK İSTENİYOR ? 

Son günlerin en gözde kitaplarından “Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey YOk”‘un yazarı emekli General Osman Pamukoğlu; Star’da Hulki Cevizoğlu’nun Ceviz Kabuğu programında, “susmak yalanın bir çeşididir” şeklinde konuştu. Pamukoğlu; “siz bütün bunlar yaşanırken görevdeydiniz, o zaman neden sustunuz?” biçiminde sorulara yanıt verirken, “biz komuta kademesi içinde söylenmesi gerekenleri söyledik” diyordu ama beden dili içindeki sancıyı fazlası ile ortaya koyuyordu. Ve “Susmak yalanın bir çeşididir” sözü, Türkiye’nin getirilmek istendiği nokta karşısında artık canı acımaya başlayan Türk subayının en derin çığlıklarından biri olarak tarihe geçti.

Yazgının cilvesi olsa gerek; bu konuşmadan bir kaç gün sonra, Tayyip Erdoğan’ın yükselişindeki para dinamiklerini ortaya koyan operasyonları yapan ve Erdoğan’ın başbakanlığı sonrasında “işkenceci” suçlaması ile görevden alınan Adil Serdar Saçan, Objektif programında çarpıcı savlarda bulundu ve Tayyip Erdoğan’ın belediye döneminde 1 milyar doları nasıl kendi hesaplarına geçirdiğinin belgelerinin bulunduğunu vurguladı.

Bu iki alakasız olay; Türkiye’de en susmaması gerekenlerin suskunluklarının; Türkiye’yi batağa sürüklemekte olan tarihsel bir yalanın zeminini nasıl hazırladığının ipuçlarını bünyesinde barındırıyor. Önce biraz tarihe geri dönelim.

TARİHTEN BİR ÜSTEĞMEN ÖYKÜSÜ

Öykümüz 1878 yılında geçiyor. Osmanlı-Rus savaşı sırasında donanmamıza atılan bir torpido patlamayıp sahile saplanınca, paketlenerek İstanbul’a getiriliyor ve tersanede koruma altına alınarak, başına bir nöbetçi dikiliyor.

O zamanların subaylarının “acaba uluslararası hukuka aykırı davranır, büyük güçleri kızdırır mıyım” şeklinde günümüzün moda düşünce yapısına sahip değiller.

Zamanın çalışkan ve vatanperver subaylarından Hilmi İdris Üsteğmen, koruma altındaki depoya sızarak, torpido üzerinde çalışmayı başarıyor ve torpidonun “beyni”ni deşifre ederek, teknik mekanizmayı çözmeyi başarıyor. Elinde teknik çizimlerle birlikte zamanın Donanma Komutanlığı’nın kapısını çalan İdris Üsteğmen, torpido yapabileceğini bildiriyor. Bu haber Donanmayı harekete geçiriyor ama torpidoyu yapma yönünde değil, torpidoyu keşfeden İngiliz Whitehead’i harekete geçirme yönünde. Haberdar edilen İngilizler anında Türkiye’ye geliyorlar ve Tophane’de üsteğmenimizi bir kahvede otururken buluyorlar. İngiliz Whitehead, İdris Üsteğmen’in torpidonun teknik mekanizmasını nasıl keşfettiğini kendisinden dinledikten sonra; kendisinin bunu yapamayacağını ve patentle ilgili kanunları gündeme getiriyor.

İdris Üsteğmen’in ise İngiliz’e yanıtı, torpidonun bir savaş ganimeti olduğu ve üstünde her türlü işlemi yapabileceği yönünde oluyor. Bunun üzerine İngilizler uluslararası hukuka güvenerek dava açıyor ama mahkeme üsteğmenimizi haklı buluyor. Bu gelişme karşısında İngilizlere tek bir çözüm kalıyor :

Özel izinle üsteğmenimizi İngiltere’ye götürüyorlar ve Türkiye ilk torpidosunu bu olaydan 7 yıl sonra 1885 yılında İngilizlerden alıyor.

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nı ilgilendiren bu olaydan 126 yıl sonra Deniz Kuvvetleri’nde bir olay daha meydana geldi. Deniz Kuvvetleri, gemi devir teslimlerinde kaptanların ettiği yemine ilk bakışta önemsiz bir ayrıntı gibi gözüken bir ekleme gerçekleştirdi.

“Uluslararası hukuk kurallarına uyacağıma”

Önümüzdeki süreçte; Türk Silahlı Kuvvetleri tarihin kendisine verdiği misyona gittikçe yabancılaşıp, Türk milletinin vicdanı ile birebir ters düşecek ve çizmeye çalıştığı “Cumhuriyetin bekçisi” imajının içini boşaltacak bir dönüşümün sancılarını daha derinden yaşamaya başlarken, bu dönüşümün kılıfı hazırlanmıştır : “Uluslararası hukuk”

“Uluslararası hukuk” başlığı altında gerçekleşecek dönüşümün kurumsal kılıfı ise “NATO” olacaktır. “Uluslararası hukuka saygı” yemini eden bir Deniz Kuvvetleri’ne sahip olan Türkiye’nin; Ege’deki Kıta Sahanlığı konusundan, Kıbrıs’a kadar ne Yunanistan, ne de küresel güçler için bir tehdit oluşturmayacağı ortadadır.

Bu çerçeveden bakıldığında, TSK’nın Türkiye’nin bekaasına yönelik temel konularda (kamu yönetimi reformu, Kıbrıs vs.) derin bir suskunluğa ve hatta aktif desteğe bürünürken; göstermelik konularda (Hüsrev Kutlu krizi, vs.) “kükreyen aslan” görüntüsü vermesi karşısında şaşkına dönen Türk milletinin, aslında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin söz konusu dönüşüm çerçevesinde hayli tutarlı bir çizgi üzerinde hareket ettiğini görmeleri gerekmektedir.

Bir partinin milletvekili Atatürk’ün asker üniformalı resmine laf etti diye ortalığı ayağa kaldırıp, Cumhuriyet havarisi kesilen bir kurumun, aynı partinin en üst düzey kadroların Kıbrıs’tan, kamu yönetimine Türkiye’nin üniter ve bağımsız yapısına dinamit koyan hamleleri karşısında bu kadar uysal ve işbirlikçi durması görünüşte çelişki gibi gözükse de; bu kurumun referansının NATO ve “uluslararası hukuk” durumuna geldiğini gördüğünüz noktada ortada ne denli tutarlı bir tablo olduğunu göreceklerdir. 

Geçen Jeo-Kritik’te; AKP’ye karşı “kaygılı” görüntüsü veren TSK’nın aslında “NATO çerçevesi içinde Türkiye’ye çizilen rol” ışığında AKP ile ne denli uyumlu hareket ettiğini analiz etmiş ve bunu somut bir örnekle pekiştirmiştik. Bu sayıda; sizlere yeni bir örnek sunuyoruz.

ERDOĞAN’A EN BÜYÜK DESTEKKONUŞANLARDAN DEĞİL SUSANLARDAN 

AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın Belediye Başkanlığı döneminde hakkında ortaya atılan iddialar ve bu iddiaların ayrıntıları fazlası ile ortaya çıkmıştır. Fakat bu iddiaların kanıtları ve davaları, Tayyip Erdoğan’ın başbakan olması ile gündemden düşürülmüş ve zamanında Tayyip Erdoğan’a neredeyse küfür eden Fatih Altaylı gibi isimlerin yeni Başbakan’a iman etmeye başlaması ile birlikte psikolojik tablo tamamlanmıştır. Bu suskunluk o denli vahim boyutlara ulaşmıştır ki; bir İtalyan gazetesinde Aycell’in Aria’ya ihalesiz peş keş çekilmesi
(bu operasyonda tahkime gitmekle tehdit eden Aria’ya karşı uluslararası hukuka saygılı olmak bahanesi ile yapıldı) ile ilgili olarak Berlusconi’nin 79 milyon $ rüşvet aldığı ve bunu Tayyip Erdoğan ile paylaştığı yolundaki iddialar karşısında ülkede tek bir yaprak kımıldamamıştır.

Tayyip Erdoğan‘ı iktidara taşıyan servet birikiminin arkasındaki süreci ortaya koymada yaptığı operasyonlarla gündeme gelen ve en son Erdoğan’ın arkasındaki en büyük sermaye gruplarından Albayraklara karşı yaptığı operasyonun kurbanı olan İstanbul Organize Suçlar Şube Müdürü
Adil Serdar Saçan’ın Star’da Objektif programında iddiaları yeniden gündeme getirmesinin ardından Star’a “Uzan Holding Operasyonu” çerçevesinde el konulmuştur.

  • Bu röportajı sırasında Saçan; Tayyip Erdoğan’ın 1 milyar doları belediye kaynaklarından nasıl kendi hesaplarına geçirdiğine
    dair belgeli kanıtlardan söz etmiştir.

Kritik soru şudur                          :

Saçan’ın söz ettiği ve Türkiye’nin Başbakan’ın hangi süreçlerden buralara geldiğini ortaya çıkaracak belgeler nerededir? Bu belgelerin asılları Saçan’ın elinden alınmış ve bir kopyası savcılık bünyesinde bulunmaktadır. Bu belgelerin öbür kopyası ise Genelkurmay’a iletilmiştir. 

Kısacası; kullanılmak istense Tayyip Erdoğan’ı, bu kadar “AK Günlerinde” oldukça karanlıkta bırakacak binlerce sayfalık somut belge vardır. Bu belgeler arasında; Tayyip Erdoğan’ın bugün örtülü ödeneğin başına getirdiği zamanın Vakıfbank şube müdürünün gerçekleştirdiği para operasyonlarını ayrıntıları ile ortaya koyan kanıtlar da vardır.

Buna karşın; zamanında Demirel’in “itidalli bir NATO paşasıdır, kırıp dökmez” diye övdüğü, bugünlerde ise Cengiz Çandar‘ın Annan Planı’na desteğinden dolayı “vizyoner bir paşa” olarak göklere çıkardığı Özkök liderliğindeki Genelkurmay kadroları bu belgeleri değerlendirmeme konusunda büyük başarı göstermektedir. Bu başarı; medyanın tükürdüğünü yalama konusundaki omurgasızlığı ile birleşince, Tayyip Erdoğan’a en büyük desteği taraftarlarının seslerinin değil, karşıt görünenlerin suskunluğunun verdiği gün gibi ortaya çıkmaktadır.

EMEKLİ GENERALLERİN YIRTILAN SUSKUNLUĞU

Böyle bir ortamda; emekli generaller en az muvazzaf generaller kadar önemli bir dinamiğin ortasında kendilerini bulmaktadır. “Kol kırılır, yen içinde kalır” felsefesi ile yetiştikleri kurum bu denli kritik bir dönüşüm sürecinden geçerken, kendilerini huzursuz bir toplum bünyesinde bulan bu isimlerin içlerindeki sancıyı dile getirme konusunda başlatacakları dinamik toplumdan çok, içinden çıktıkları kurumu suskunluğundan kurtarma açısından önem taşımaktadır.

Burada en önemli tehlike; Osman Pamukoğlu gibi isimlerin toplumsal ve kurumsal şuur altına hitap eden ve bu yolla Türkiye’nin içine düştüğü girdaba karşı kontra bir dinamik yaratmayı hedefleyen bu girişimlerin; reel bir çaba olmaktan çıkarılıp, toplumun gazını alma düzeyinde tutulmasıdır.

Bu noktada; susmaktan vazgeçenlerin en önemli zaafı, içlerindeki birikmiş enerjiyi dışa boca etmenin reel bir sonuç üreteceği yolundaki yanlış kanıdır. Aksine; bu toplumun kendi suçluluk hissini bu tür kahramanlar üzerinden tatmin etmesini sağlayarak ve toplumun eylemsizliğini (ataletini) daha da uzatarak ters yönde sonuçlar doğurabilir.

Susmaktan vazgeçenler; Türk toplumunun içine alındığı psikolojik savaş cenderesinin karmaşıklığı ve derinliğini çok iyi tahlil ederek; enerjilerini çok kapsamlı dinamikler yaratmak yönünde kullanmalıdırlar. Aksi takdirde; içlerinde yetiştikleri kurum, kendi milletinin hukukunu, NATO gibi “fundamentalist-şeriatçı” (Ayrıntılar NATO’nun simgesinde ve NATO bünyesinde görev yapan misyoner subaylarda gizlidir) yapıların dayattığı küresel güvenlik anlayışlarına ve bunların kılıfını oluşturan uluslararası hukuka kurban eden süreçlere en anlamlı desteği suskunluğu ile verirken; kendi çığlıkları Türk milletinin vicdanında hoş bir sedadan öteye geçmeyecektir. Bu noktada tarihi;

1) Bir milletvekili Atatürk’ün fotoğrafı ile ilgili bir demeç verdi diye ortalığı ayağa kaldırdıktan birkaç ay sonra; Kıbrıs gezisini “siyasi mesaj” olur kaygısı ile ertelediğini beyan ederek, Türk milletinin zekası ile dalga geçenlerin mi?

2) Türkiye Kıbrıs, Ege Kıta Sahanlığı gibi kritik gündemlerle karşı karşıya iken Türk deniz kuvvetlerinin subayına, “uluslararası hukuka saygı duyacağım” yemini ettirecek ölçüde küresel bürokrata dönüşenlerin mi ?

3) “Eğer Süveyş Kanalı‘nı işgal etmeyi düşünmüyorsak, Kıbrıs’ın stratejik bir önemi yoktur.” diyecek denli üzerindeki üniformanın ağırlığı altında ezilenlerin mi?

4) ABD’nin PKK’ya destek verdiğini bile bile, Türk milletinden bu gerçeği gizleme suçu ile yetinmeyip, bir de hala ABD ile stratejik ortaklık/müttefiklik masallarını anlatmaya devam edecek kadar omurgasızlaşanların mı ?

5) Ülkesi için İngilizlerin torpidosunu gizli gizli deşifre eden ve uluslararası hukuk karşısında kendi hukukuna sığınan İdris Üsteğmenlerin mi ?

6) İçlerinde biriken çığlığı kitaplarla ortaya koymaya çalışan emekli generallerin mi biçimlendireceğini hep birlikte göreceğiz.

Önümüzdeki süreçte; egemen güçlerle girdikleri işbirliği çerçevesinde susanların üzerinde, susmayı reddedenlerin baskısı arttıkça; bu baskıyı azaltmak için göstermelik hamleler artarken, bu göstermelik adımların perdelediği bir ortamda arka plandaki satış süreci daha da derinleşecektir. Susmayı reddedenlerin bu makro tuzağa karşı çok dikkatli ve akıllı olması gerekmektedir.

BÜYÜK İSRAİL’i “BÜYÜK ORTADOĞU”‘YA SARIP PAZARLAMAK

Son günlerde web sitemizde başlattığımız Irak Günceli bölümü hayli ilgi görüyor.
Sahadaki kaynaklarımızdan topladığımız bilgilerle oluşturduğumuz bu bölümü izleyenler, Irak’taki durumun medyaya yansıyanın çok ötesinde karışık ve içinden çıkılmaz bir hal aldığının farkındalar.

SESAR okuyucuları; bir yandan MOSSAD’ın Irak’ta nasıl bir bilim adamı katliamına giriştiğinden, dinsel ve etnik kümeler arasındaki etkileşimlerin ayrıntılarına, hatta İsrail ve ABD’nin özel birimlerinin nerelerde konuşlandıklarına dek birçok ilginç bilgiyi yakalama şansına sahipler.

Denetimli Kaos” projesi her boyutu ile belli bir olgunluğa erişmiş iken, medyadaki yorumcuların hala kamuoyunu salak yerine koyup, sanki “ABD düzen getirmek istiyor da, getiremiyor; demokrasi ve düzen için çabalıyorlar” tarzı bir hava yaratmaları SESAR’ın sunduğu haber ve analizlerin değerini bir kez daha artırıyor. Bu noktada olaya stratejik bir derinlik katması açısından herkesin diline pelesenk olan “Büyük Ortadoğu” kavramının neyin paravanı olabileceğinin sorulması gerektiğini düşünüyoruz.

Ana akbabanın ağızlarına verdiği her çiğnenmiş lokmaya saldıran aç akbaba yavruları gibi, küresel odaklar tarafından ortaya atılan her kavramı ve projeyi sakız gibi çiğneyenlerin prim yaptığı bir ortamda SESAR; “Büyük Ortadoğu” projesinin, “Büyük İsrail” projesinin bir kılıfı olduğunu öne sürüyor. 

Her makro projenin belli başarı eşiklerini geçebilmesi için, bir sualtı, bir de su üstü motivasyon kaynaklarının olması gerekir. Bölgede bir “Büyük İsrail” projesi olduğu artık bütün kaynakları ile deşifre edilmişken, bu proje için su üstünde bir toplu kamuoyu dinamiği yaratmanız mümkün değildir.

Daha somut konuşmak gerekirse; ilgili ülkelerde beslediğiniz kalemşör ve yorumcularınızı, medya ve sosyal kanallarınızı toplumu şekillendirmek için “Büyük İsrail” sloganı ile ortaya salamazsınız. Fakat bu satılık kalem ve kanallar “Büyük Ortadoğu” projesini belli meşruiyet kılıfları içinde çok rahat dile getirebilir. 

İşte bu nedenledir ki; gaipten bir yerden birilerinin “Büyük Ortadoğu” masalını kulaklara fısıldamasının üzerinden bir hafta geçmeden; Türkiye’nin besleme yorumcuları, besleme kanallarda, “Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ndeki yerinden” söz etmeye başlamış ve Erdoğan’ın Diyarbakır’ın Ortadoğu projesinde yıldız olacağı yönündeki tarihi incisi (Bir önceki tarihi inci için Mesut Yılmaz‘a bakınız) açılan yeni kulvarı bütün çıplaklığı ile ortaya çıkarmıştır.

Bu noktada; çok derin ve kapsamlı bir vizyonmuş havasında sunulan ama aslında coğrafyayı ve tarihi ancak bir ABD’linin anlayabileceği kapasitede anlayabilen bir kaç beynin masa başı hayal ürünü olan bu konsepti, kamuoyuna bir “vizyon”muş gibi sunanlara sormak gerekir :

Söz konusu kendi devletinizin toplumsal projeleri olduğunda, “derin devlet baskısı”ndan, “psikolojik savaşla beynimiz yıkanıyora” dek ortalıkta kül bırakmayan sizler; söz konusu “toplumsal” ve hatta “tarihsel/coğrafi mühendislik” projeleri başkasının devletinden çıkınca bunları neden “vizyoner”, “kaçınılmaz”, “tarihi” gibi sıfatlarla toplumun önüne kaçınılmaz fırsatlar sunuyorsunuz?

Bu devletin hatası sizin gibileri ABD devleti kadar beslememiş olması mıdır;
yoksa bu tarz projeleri üretememiş olması mı? Belki de ikisi birden.

“Büyük küresel odakların himayesinde”, “Büyük İsrail” projesine hizmet etmek için
gerekli meşruiyet zemini “Büyük Ortadoğu” kavramı ile masaya servis edilmiştir.

Bunu Türkiye’dekinin kursağından “Osmanlı”, Lübnan’dakinin kursağından
“Arap Birliği”, Türkmen’in kursağından “Türk Birliği” diye geçirmeye çalışacaklardır. Bu noktada; Diyarbakır’ı “Büyük Ortadoğu”‘nun yıldızı yapan da, “Büyük Ortadoğu vizyonundan” söz eden de, masaya konulan yemeği servis eden garsondan başka bir şey değildir.