Kategori arşivi: Hekim Saltık

HIRSIZ VAR! KATİL VAR! SAĞLIK YOK! YARIN 14 MART! G(ö)REVDEYİZ.

ATO_logosu

HIRSIZ VAR! KATİL VAR! SAĞLIK YOK!

YARIN 14 MART! G(ö)REVDEYİZ.

12:00’de Numune Hastanesi bahçesinde buluşuyor ve Sağlık Bakanlığı’na yürüyoruz.

Her yer hırsızlık, her yer yolsuzluk, rüşvet, her yerde çürüme kokusu. Polisin, kafasından vurarak öldürdüğü 14 yaşında bir çocuğumuzun acısı sardı yüreğimizi. Yasını tutmak, gönlünce ağlamak isteyen insanlara dahi izin verilmiyor. Acısını yaşamak isteyen insanların kafası kırılıyor, gözü çıkarılıyor, onlara hakaret ediliyor.

Yarın “Tıp Bayramı”ymış öyle mi? Tıp mı bıraktınız, sağlık mı bıraktınız?
Hangi derdimizden söz edelim? Böylesi bir ortamda nasıl sağlık hakkından,
hekimlikten, hemşirelikten, söz edelim?

İnsanlıklarının, mesleklerinin gereğini yerine getirdikleri için
Ankara ve Hatay Tabip Odalarının yönetim ve onur kurullarını görevden almak için
dava açıyor bu ülkenin “Sağlık” Bakanlığı”..!

Yıllardır anlatmaya çalışıyoruz, sağlık her insan için doğuştan gelen bir haktır. Mesleğimizi özgürce yerine getirmek, ayrımsız herkese hak ettiği sağlık hizmetini,
kendi haklarımızı da alarak vermek istiyoruz.

Sağlık çalışanları bu ülkenin hemen tamamı gibi mutsuzdur, geleceğinden kaygılıdır, öfkelidir, şiddet sarmalı içinde kalmıştır, mesleğini hakkıyla yerine getiremediğini, hakkını alamadığını düşünmektedir.

Böylesi bir ortamda sağlıktan söz edilemez.

Sağlığımız için, en azından çocuklarımızın ve gençlerimizin hayatı için, geleceğimiz için bu ülkenin sağlık çalışanları yurttaşlarıyla birlikte mücadele etmeye,
çocuklarımızı yaratılan şiddet sarmalına kurbanvermemeye kararlıdır. 

Ankara Tabip Odası
Ankara Dişhekimleri Odası
Sağlık ve sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası Ankara Şubesi
Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası
Türk Hemşireler Derneği
Ebeler Derneği
Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği
Tüm Radyoloji Teknisyenleri/Teknikerleri Derneği
Türk Medikal Radyoteknoloji Teknisyenleri/Teknikerleri Derneği

TÜRKİYE’DE SAĞLIK HİZMETLERİNİN ve HEKİMLERİN DURUMU


Sayın Meslektaşlarım,

14 Mart’ı  Ülkemizin genel sorunlarının,Sağlık Hizmetlerinin ve
Hekimlerin sorunlarının çözümüne vesile olması ümidiyle kutlar;
Sağlıklı, huzurlu, sömürülmediğimiz, aldatılmadığımız ve şiddete uğramadımız bir Türkiye dilerim.Prof. Dr. Sefer Aycan

*****

14 MART ”TIP BAYRAMI”

TÜRKİYE’DE SAĞLIK HİZMETLERİNİN ve HEKİMLERİN DURUMU


Prof. Dr. Sefer Aycan

14 Mart ”Tıp Bayramı” nın kökü 14 Mart 1827 tarihinde İkinci Mahmut tarafından, Osmanlı döneminde ilk sağlık eğitim ve uygulama kurumu olan ”Tıbhane-i Âmire ve Cerrahhane-i Âmire” nin açılışına dayanır.Bu açılış Türkiye’de modern tıp eğitiminin başlangıçı kabul edildiği için gerçekten bayram olarak kutlanmaya değer bir gündür. Ayrıca bu günün bize özgü olmasıda kayde değer bir durumdur.Elbette bu gün kutlanmalıdır. Aynı zamanda bu gün içinde öz değerlendirmede yapılmalıdır.Ülkemizde sağlık hizmetlerinin durumu,sorunları ve hekimlerin durumları,sorunlarıda tartışılmalı,çözüm üretilmelidir.
En çok istediğim tablolardan birisi de, Sağlık Bakanlarının 14 Mart’larda hekimlerin önüne düşüp sorunları her platforma taşıması ve sorunlara çözüm araması, en azından 14 Martlarda aynı zamanda hekimlerinde bakanı olduğunu hatırlamasıdır.

Aradan geçen bunca yılda, doğal olarak, bazı ilerlemeler sağlanmış olmakla beraber, sağlık hizmetlerinde arzulanan düzeye gelindiği iddia edilemez.Günümüzde yaşanan değişimler sağlık hizmetlerinin sunumunu,ülkenin sağlık düzeyini ve hekimleri etkilemektedir.Bu değişiklikler var olan sorunların üzerine yeni sorunlar eklemektedir.14 Mart Tıp Bayramı arefesinde bu sorunları tartışmaya ve çözüm üretmeye vesile olması dileği ile bir kez daha dikkat çekmek istiyoruz.

1-Sağlık Hizmetleri Anlayışında Yaşanan Bozulma

Günümüzde sağlık hizmetleri denince yalnızca tedavi hizmetleri akla gelmektedir.Geliştirici ve koruyucu hizmetler önceliğini ve önemini yitirmiştir.Sağlık Bakanlığı koruyucu hizmetlerle ilgili görevlerinden çekilmekte ve sadece tedavi hizmetlerini yapılandırmaktadır. Kanıtınız?

Tedavi edici sağlık hizmetlerini ise  piyasada sunulabilir özel hizmet olarak görmektedir.Bu anlayış teknik açıdan olduğu kadar, adalet açısından da yanlış bir yaklaşımdır. Zira, tedavi edici sağlık hizmetlerinin genel niteliği piyasa işlemine tabi diğer hizmetlerinkinden çok farklıdır. Birincisi  hastalık, bireyin iradesi dışında ortaya çıkan bir tür risktir. Böyle bir riskle karşılaşan asimetrik bilgiye sahip hasta, kendisini hiç bilmediği alanda bilgi ve beceri sahibi olduğunu düşündüğü doktora teslim eder. İkinci olarak, sağlık hizmetlerine olan talep bireyin tercihi ya da imkanları  doğrultusunda zaman içinde ayarlanamayacağı gibi, hizmetin alınması da ertelenemez . Hiç bilinmeyen bir nedenden ya da beklenmeyen bir koşul ve zamanda birey hasta olabilir, hasta olan birey ise tedavi gereksinimini erteleyemez. Üçüncü olarak, birey tedavide fiyat-nitelik ayarlaması yapamayacağı gibi, tedavi sonucunda bireyin sağlığına kavuşacağı da garanti edilemeyebilir. Bazı ağır hastalıklarda yoğun tedaviye rağmen yaşamın noktalanması kaçınılmaz olabilir. Bu ve benzeri nedenlerle hasta-doktor ilişkisinde genellikle hasta yönetilir, doktor ise yönetir konumdadır. Hasta ile doktor arasındaki ilişki bir tür kamusal hizmet ilişkisi olmaktan çıkarılıp ”müşteri hasta” – ”satıcı doktor” alışverişine dönüştürüldüğünde, hastanın hizmete ulaşmasında olduğu kadar, doktorun da hastayı seçme ve yönlendirmesinde yanlış ilişkiler öne çıkabilir ve bunun tetiklenmesinde hastanın maddi olanakları temel belirleyici olabilir. Bu durum sağlık hizmetlerinin genel düzeyini düşürebileceği gibi, bireyler arasında da adaletsizliklere neden olur. Tedavi edici sağlık hizmetlerinde hasta-doktor ilişkisinin sağlıklı kurulabilmesi için hasta müşteri olarak görülmemelidir.

2-Genel Sağlık Sigortası                 

Genel Sağlık Sigortası (GSS) artık yürürlüğe girmiştir.Bu uygulama sağlık hizmetlerini
ciddi olarak etkileyecek bir durumdur. GSS prim ödemeye dayalı bir sistemdir.
Türkiye, toplumun prim ödeme konusunda “istekli” olmadığı bir ülkedir ve bu isteksizliğin temelinde yoksulluk, populizm (sürekli çıkarılan prim afları) ve kötü yönetim yatmaktadır (kim sorumlu?) Bugün Bağ-Kur’un prim alacaklarının yalnızca %15’ini toplayabildiği bilinmektedir. SSK’da bu oran daha yüksek olmakla birlikte (%82) %100 düzeyinde değildir. Prim toplama zorluğu GSS’nin önündeki önemli sıkıntılardan biridir ve Çalışma Bakanlığı’nın GSS’yi bir seçenek olarak sunarken prim toplamayı nasıl güvence altına alacağına ilişkin toplumu ikna etmesi gerekmektedir.

Düşük ve yüksek gelirli kişiler arasında dengeli gelir dağılımını sağlamak için bir mekanizmanın geliştirilmesi konusu ise, Türkiye’nin önündeki en önemli sorunlardan biridir. Gelir dağılımı giderek bozulmakta, gelir düzeyi farklılıkları artmaktadır. Gelirin bu kadar adaletsiz dağıldığı bir ülkede, prime dayalı bir sigorta sistemi ile sağlık hizmeti sunmayı zorunlu hale getirmek, toplumun sağlığını olumsuz etkileyecektir.

GSS hizmet satın almaya dayalı bir sistem olduğu için sağlık hizmetlerinin bedeli yükselecektir. Bu durum hem vatandaşın cebinden fazla para çıkmasına, hem de devletin bütçeden ayırdığı payın artmasına yol açacaktır.

Vatandaşın bugüne dek cebinden para harcamadığı hizmetler için “Katkı payı” alınmaya başlamıştır.Bunun artarak devam edeceğinden korkuyoruz.
B
u durum da toplum sağlığı için tam bir “felaket” olabilir.

Tüm bu nedenlerden GSS bu şekildeki bir uygulamasından hekimler adına ve tüm vatandaşlar adına endişe duyuyoruz.                            

3- Güvencesiz Çalışma Yaşamı 

AKP Hükümeti’nin kısaca “Çakılı Kadro” diye adlandırdığı 4924 sayılı Yasa,
10 Temmuz 2003’te TBMM’ce kabul edilmiş ve 24 Temmuz 2003’te 25178 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmişti.

Yasa, Sağlık Bakanlığı’nın personel açığı olan yerlerde sözleşmeli statüde sağlık çalışanı istihdam etmesi amacıyla çıkarılmıştı.Daha sonra uygulama tüm Türkiye’ye yayıldı ve esas istihdam şekli haline getirildi.Sağlık çalışanlarına yeni istihdam ve çalışma biçimleri getirilmiş oldu. Bu çalışma biçimi Sağlık Bakanlığı’nın bundan böyle kalıcı personel yerine sadece gereksinimi olduğunda neredeyse fabrikalardaki “geçici işçi” statüsüne benzer kadrolarla personel istihdam etmesi demektir. Bu durum, sağlık sistemine vereceği zararlar dışında
sağlık çalışanları açısından önemli bir hak kaybı anlamına gelmektedir, çünkü işin sürekliliği kalmamıştır.

Yasanın 11. maddesi ile “14.7.1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 36ncı maddesinin “III- SAĞLIK HİZMETLERİ VE YARDIMCI SAĞLIK HİZMETLERİ SINIFI” başlıklı bendine, “bu sınıfa dahil personel tarafından yerine getirilmesi gereken hizmetler, gereğinde bedeli döner sermaye gelirlerinden ödenmek kaydıyla, Bakanlıkça tespit edilecek esas ve usullere göre hizmet satın alınması yoluyla gördürülebilir” paragrafının eklenmesi hükmünü getirmektedir. Yasa taslağında “lüzumu halinde,
bu sınıfa dahil personel tarafından yerine getirilmesi gereken hizmetlerin, ücretleri döner sermaye gelirlerinden karşılanmak kaydıyla, üçüncü şahıslara ihale yoluyla gördürülmesi mümkündür” ifadesinin yer aldığı düzenleme, sözleşmeli personel çalıştırılması esaslarını düzenleyen bu Yasa’da öncesindeki maddelerle ilgili ve uyumlu görünmemektedir. Özellikle 657 sayılı Kanun’daki bir maddeye ekleme yapılarak getirilmesi, yeni uygulamaların kapısını açabilir niteliktedir. Bu ifadeler ile Sağlık Bakanlığı’nın, kaynağı döner sermayeden karşılanmak üzere, hizmet satın almasına ve 3. şahısları çalıştırmasına olanak tanımaktadır. Bu durum, sağlık çalışanlarının taşeronlaştırılması anlamına gelmekte, bunun da ötesinde bu durumu meşrulaştırmakta ayrıca Sağlık Bakanlığı’nın hizmet sunumundan çekilme politikasının zeminini oluşturmaktadır. Finansmanı döner sermayeden karşılanan bu hizmet satın alma, taşeron sağlık çalışanlarının farklı statülerde çalıştırılması şeklinde olabileceği gibi, yasa taslağında da belirtildiği gibi hizmetlerin ihale yoluyla satın alınması şeklinde de olabilir.  Bu düzenleme sonunda, sağlık kuruluşları, yemek ve/veya temizlik hizmetlerinde olduğu gibi sağlık hizmetlerini de ilgili şirketlere devredebileceklerdir. Örneğin, bir devlet hastanesi, dahiliye servisinde sunulacak sağlık hizmetlerini ihale yoluyla ve bedeli döner sermayeden karşılanmak koşuluyla kişi ya da özel kuruluşlardan satın alabilecektir. Dolayısıyla düzenleme, başta hastaneler olmak üzere kamu sağlık kurumlarının özerkleştirilmesi ve özelleştirilmesinin önemli bir işareti olarak  görülmelidir.

4-Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası

Tüm hekimlere tıbbi uygulamalarındaki hatalarından kaynaklanan her türlü tazminat talebinin karşılanması için zorunlu sigorta getirilmiştir. Hekimlere çalışma koşullarının elverişsizliği ve Sosyal Güvenlik Kurumlarının kısıtlamaları nedeniyle tıbbi hata yapma olasılığının yüksekliği ileri sürülerek zorla sigorta yaptırılamaz, gelirinin bir kısmına zorla el konulamaz. Hükümet sağlık ortamındaki yetersizlikleri gidermek yerine bu yetersizlikler üzerinden sigorta kuruluşlarının fonlarına katkı sağlayamaz. Kamuda ve özel sağlık alanında sağlığı piyasalaştırmanın bedeli hekime ödettirilemez.

Artık Türkiye’de hekimlik yapmak daha da zorlaşacaktır. Tazminat davalarının baskısı ve giderek yükselecek primler nedeniyle hekimler riskli hastalara gerekli tıbbi girişimlerde bulunmaktan kaçınacaklardır. Çekinik tıp öne çıkacak, sağlık hizmetinin maliyeti artacaktır. Bu nedenle artacak olan dışa bağımlı teknoloji ve ilaç kullanımı ülkenin kaynaklarının heba olmasına yol açacaktır.

5-Yabancı Doktor Getirme Sevdası

Türkiye küreselleşirken, yeni kavram ve uygulamaları dünya uygulamasına armağan etmektedir. En son armağanı da yabancı doktor ithalatıdır. Hükümet nedense yurt dışına kaçırılan doktorlara ve genel olarak beyin göçüne gözlerini ve kulaklarını tıkarken, doktor ithaline yönelmektedir. Kendi değerlerini dış dünyaya sömürtmekle yetinmeyen ulus, şimdilerde de sömürgeci ajanların içeride operasyon yapmalarına  fırsat vermektedir.Yabancı hekim çalıştırma ucuz iş gücü ve yedek işsiz hekim ordusu demektir.

1219 sayılı yasanın 1.maddesindeki yapılmak istenen değişiklik ile Türkiye’deki herhangi bir tıp fakültesinden mezun yabancı uyruklu hekim Türkiye’de çalışabilecektir. 4.maddedeki değişiklikle de dünyanın herhangi bir tıp fakültesinden mezun hekim, mesleki bilgi ve Türkçe dil sınavına tabi tutulmadan sadece mezun olduğu fakültenin denklik belgesini sunarak hekimlik yapabilecektir.

Bu yasal düzenlemeyle uluslararası deneyim ve bilgiden faydalanma amacı güdülmemektedir. Eğitim ve çalışma olanakları bizden daha kötü olan çevre ülkelerden gelecek ve düşük ücretle çalışmaya razı hekimlerin istihdamı hedeflenmektedir.

Bu şekilde hükümet sağlıkta dönüşüm programı’nın gereği olarak sağlık piyasasına ucuz işgücü oluşturmak, yedek işsiz hekim ordusu yaratmak istemektedir. Nitekim  ” 100-150 dolara çalışacak yabancı hekimler var” sözü bu niyeti açıkça ortaya koymaktadır.

İthal hekimin bir diğer amacı ise uluslararası sağlık tekellerinin Türkiye pazarına girmelerini kolaylaştırmaktır. Amaç Avrupa Birliğine girişte iş gücünün serbest dolaşımını sağlamak değildir. Bu olasılık zaten 15 yıl sonrasına ötelenmiştir. Ayrıca şu anda AB ülkeleri kendi aralarında bile ülkelerinde hekimlik yapabilmek için koşullar ileri sürmektedirler.

Hekim açığını kapamak da geçerli bir gerekçe değildir. Çünkü açık olduğu ileri sürülen bölgelerde bu hekimler çalıştırılamayacaklardır. 657 sayılı kamu personeli yasası gereği sadece özel’de çalışabilecek bu hekimlerin kısa vadede özel sektördeki “artan hekim maliyetlerini” düşürmek amacı ile tehdit aracı olarak kullanılmaları söz konusudur.

Türkiye’de şu anda sağlıktaki temel sorun hekim açığı değil, sağlığın piyasalaşması sonucu kamu sağlık kurumlarına ve dolayısıyla da az gelişmiş bölgelere yatırım yapılmamasıdır. Dengeli hekim dağılımı için öncelikle bu bölgelerde sağlık altyapısını geliştirmek, sağlık hizmetlerini kamu eliyle sunmak ve burada çalışacak personele iş ve ücret güvencesi sağlamak gerekmektedir.

6-Radyasyona maruz kalan sağlık çalışanlarına verilen haklar geri alınıyor

İyonlaştırıcı radyasyonla çalışan tüm personelin hakları geri alınıyor. Yasa bu personelin Sağlık Bakanlığınca belirlenecek radyasyon dozu limitleri içinde çalıştırılacaklarını öngörüyor.Çalışma ortamlarının fiziki koşulları düzeltilmeden, radyoloji cihazlarının kontrolleri yeterli olarak yapılmadan, çalışanları düzenli sağlık kontrollerinden geçmeleri sağlanmadan sadece işletmenin ihtiyaçlarına göre çalışma sürelerinin uzatılması yeni bir hak kaybıdır.

         7- Sağlık Çalışanlarının Mesleksel Riskleri

Hekimlerin ve tüm sağlık çalışanlarının mesleksel riskleri ile ilgili olarak da bir iyileştirme hala olmamamakta, gün geçtikce bu riskler daha da artmaktadır. Oysaki sağlık çalışanlarının çok ciddi olan mesleksel riskleri sağlık çalışanlarının yaşamlarını
tehtit etmektedir. Bu mesleki risklerin bazılarını ismen belirtmek gerekir ise:

a-Bulaşıcı Hastalık riski. En önemlisi Hepatit B, Hepatit C ve HIV virüsleridir.
Ayrıca damlacık yolu ile bulaşan enfeksiyonlarda risk oluşturmaktadır.

 b-Kimyasal Ajanlar.Özelikle anestezik maddeler, sitoksik maddeler ve sterilizasyonda kullanılan maddelere maruz kalınması önemli risklerdir.

c-Fiziksel ajanlar. Radyasyon ve genel anlamda elektro-manyetik alanlar önemli risklerdendir.

d-Ruhsal sorunlar. Çalışma ortamı ve oluşturdugu stres önemli sağlık sorunlarıdır.

Tüm bu sorunların ele alındığı,ortadan kaldırıldığı veya azaltıldığı yada azalma umudunun olduğu,güvenle, kardeşce yaşdığımız nice 14 Mart’larda, Bayram yaşamak dileği ile.      


From: saycan@gazi.edu.tr
To: hekimforumu@yahoogroups.com
Date: Thu, 13 Mar 2014 16:24:30 +0200
Subject: [hekimforumu] 14 Mart [1 Attachment]

14 Mart için Dr. Taner Özek Çizimi ve çağrışımlarımız..

14 Mart için Dr. Taner Özek Çizimi ve çağrışımlarımız..

14_Mart_2014_cizimi_Yaner_Ozek

Dostlar,

Çizer Meslektaşımız Dr. Taner Özekin 14 Mart için yapıtı yukarıda..
İlgililerine yeter ileti oluyor mu acaba??
Betz hücrelerine sağlık sevgili Dr. Taner Özek..
Bu yıl, Osmanlı’da “modern” sayılabilecek tıp eğitiminin
2. Mahmut tarafından 1827’de Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane‘de
başlatılmasının 187. yılı..

Kökü dışarıda, DB – IMF dayatması “SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM” ün ise 11. yılı..
Soylu milletimiz anketlerde “çoook memnun” çıkıyormuş!?
Hayırlı olsun.. Demek ki; sağlık hizmetinin hak eden anayasal öznesi olmak yerine; bedelini ödeyen “müşterisi” olmak, Stockholm sendromu bağlamında
çoook keyif verici.

Bir de Devletimiz hizmet sunucusu olmak yerine;
vergi +
prim = ek vergi +
ilaca katkı payı +
reçete bedeli +
muyene ücreti +
ilaç fark ücreti +
oda fark ücreri +
hoca fark ücreti +
özel hastane SGK fark ücreti +
istisnai hizmet fark ücreti

ala ala yurttaşı sigortalı olmaktan çıkıp maskaraya dönüştürmüyor mu?

Tüm bunları SOPALI TAHSİLDAR gibi kamu gücüyle toplayıp (6183 sayılı yasa!);
yerli – yabancı özel sağlık sektörüne emme besma tulumba aktarmıyor mu?

Tam bayramlık..

Zaten SGK da,
-Tanrı aklımızı saklaya..-

“Destekleyici ve tamamlayıcı özel sağlık sigortası da olan
genel sağlık sigortalımız”

özgün nitemini kullanıyor SUT metinlerinde..

Tam da necip milletimize yaraşan..

Sevgi ve saygı ile.
14 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

İstanbul – Pangaltı’da Öldürücü Polis Gazı Saldırısı


İstanbul – Pangaltı’da Öldürücü Polis Gazı Saldırısı

Dostlar,

İstanbul’dan bir hekim meslektaşımız Dr. Nazmi Algan‘ın 12 Mart 2014 günü (dün) Pangaltı’daki yoğun gaz saldırısını anlatan iletisi tarihe not düşecek durumda..

İbretlik ve yürekler acısı..

Öyle bir durumdayız ki, Tunceli’nde polis gazından polis ölüyor!

Tayyip bey bu ne haldir??

Hangi “ileri demokraside” böylesi bir devlet zulmü var??
Yine destan mı yarattı İstanbul polisi?
Halkına öldüresiye şiddet kullandı ve bizim vergilerimizden
ikramiye ödendi haa?? 
Yüce Tanrı bunları senin yanına kor mu, azıcık düşünsene..

Okuyalım, okutalım ve düşünelim..
ileti aşağıda ve hiç dokunmadan (imlasına vs.) paylaşıyoruz..

Nasıl aşacağız bu kuşatmayı ??

Ciddi ciddi öneriler üretelim..

Sevgi ve saygı ile.
13.3.14, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

======================================

sevgili arkadaşlar,

bu öğlen saat 13.00 gibi beşiktaştan galatasaray üniv öğrencileriyle yıldıza doğru yürümeye başladım.daha sonra mimar sinan ün. ve yıldız teknikten katılımlarla binlerce kişi şişliye doğru aktık.hemen hepsi öğrenci olan gençlerle yürürken 70 li yıllardaki gibi genç ve öfkeliydim.gayrettepe üstünden mecidiyeköy ve şişliye varıp yüzbinlerin arasına karıştık.
daha sonra pangaltı kavşağından feriköy mezarlığına ulaştık ve kalabalıktan mezarlığa giremedik.telefonla arkadaşlardan berkinin toprağa verildiğini öğrenip geriye yürüyerek gene pangaltıya döndük.istanbul tabip odası bayrağını taşıyan mehmet binboğa, ttb bayrağını taşıyan metin günay , hüseyin demirdizen beraberdik.
cep telefonumdan ödp’li arkadaşlarım barikata yakın önlerde olduklarını haber verince ,öne doğru yürüyerek yanlarına gittim.bu arada çok acıktığımdan bir fırından peynirli börek alıp yemeye başladım.tam ramada otelinin köşesindeydik.
o anda saat 17.30-40 gibi olmalı şimdiye kadar ne 1 mayısta ne gezi olaylarında görmediğim bir şiddetle saldırdılar.biraz evvel hürriyet gazetesi web sitesinde gördüm.link vermeyi beceremem.lütfen bakın “korku filmi gibi” ve “bayıltana kadar gaz” diye iki ayrı başlıkta hem video hem de bir sürü resim var.
arka arkaya yüzlerce gaz bombası attılar.ilk ara sokağa kaçtım,köşe başından gene attılar ,bir dükkanın önündeki buzdolabına çarpıp ayağımın dibine geldi.hazırlıksız olduğum için maske,gözlük birşey de yok.nefesim kesildi,hızla bir kapıdan içeri daldım,gözünü açmak mümkün değil biber gibi yanıyor.orasıda iki katlı bir işyeri-dükkan gibi birşey,kapılar kapalı,kimse yok.gaz içeri de girdi, iyice boğuldum ve kendimi dışarı attım.tabii bunları anlatırken sağımda solumda da bir sürü insan var.artik ciğerlerim içerden parçalanacak gibi korkunç bir yanma hissiyle nefes alamaz hale geldim,başım dönmeye başladı.( 57 yaşında, çift ilaçlı hipertansiyon hastasıyım) karşı kaldırımdan gençler bir kapı ağzındaydı, amca gel diye bağırdılar ve biri yanıma gelerek,omuzladı ve karşı apartmandan içeri soktu.hızla ikinci kattaki bir terzi dükkanına girdik.içerde 5-6 kişi daha vardı.içersi de gazlıydı, ama dişarıya göre daha iyiydi.yığıldığım bir iskemlede birkaç dakika sonra kendime geldim.sokakta ,ana caddede çatışmalar, polis saldırısı hiç bitmedi.cadde üstünde bir lokantanın içine gaz bombası atmışlar, görenler anlattı.
ortalık biraz sakinleşince arka sokaklardan dolapdereye inerek uzaklaştım.bir taksiye atlayarak eve geldim.
devletin bir yurttaşını tammüden öldürme girişimini yüzlerce kişiyle birlikte bedenimde hissettim.
sonra egemen bağış’ın  bizler için “nekrofiller” dediğini duydum,lal oldum insanlığımdan utandım,söyleyecek söz ,yazacak kelime bulamadım.
 
beşiktaş meydanında ki kocaman bir pankartla  bitiriyorum:
 
bize kartal kanadıdır
 senin o güzelim kara kaşların
söz olsun dönmek yok geriye 
o ekmeği almadan
BERKİN ELVAN
                                    çarşı                                                              nazmi algan

14 Mart Tıp Haftası Nedeniyle Türkiye’de İşçi Sağlığı-Güvenliği Sorunsalı


14 Mart Tıp Haftası Nedeniyle Türkiye’de İşçi Sağlığı-Güvenliği Sorunsal
ı

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası (ATO) İşçi Sağlığı Kolu‘nun
çalışkan ve emektar üyeleri, emekten yana çalışanları, yılların değerli
çalışma arkadaşlarımız 14 Mart 2014 Tıp Haftası bağlamında bir panel düzenliyorlar.

Biz de bu Kol’da uzun yıllar örgütümüz TTB’ye (Türk Tabipleri Birliği) hizmet verdik.. 10 yılı aşkın bir süre ülkemizin her yerinde yaklaşık 100 (yüz!) dolayında İşyeri Hekimliği Sertifika Kurslarında eğitici, planlayıcı, değerlendirici, akademik sorumlu.. gibi görevleri yürütmeye çalıştık. Makul ücretlerle, asla “kâr” amacı gütmeden TTB,
bu kursları üyeleri için sürdürdü ve hatırı sayılır maddi girdi de elde etmiş oldu.
100’e yakın kursta, 10 yıl gibi bir sürede biz de her kursta 200 – 250 dolayında hekim hesabıyla 20 – 25 bin meslektaşımızın İşyeri Hekimliği Sertifikası edinmesinde
çorbaya tuz katabildik sanırız.

Bu programları ilk kez 1988’de dönemin TTB Başkanı Prof. Dr. Nusret H. Fişek başlatmıştı. Prof. Fişek Türkiye’de çağcıl (modern) anlamda Halk Sağlığı Bilimlerini kuran kişi oldu. 1963’te Hacettepe Tıp Fakültesi eğitime başlamıştı (önce Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne bağlı olarak). Prof. Dr. İhsan Doğramacı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi idi. Prof. Fişek de..

Prof. Fişek 1961’de 27 Mayıs Devrimcilerinin Sağlık Bakanlığı Müsteşarı olmuştu (Bakanlık önerisini kabul etmemesi üzerine Prof. Ragıp Üner Sağlık Bakanı olmuştu). 1965’te Süleyman Demirel başkanlığında ilk AP (Adalet Partisi) hükümeti kurulduğunda Prof. Fişek (o tarihte Doçent idi) Müsteşarlık görevinden alınmıştı. Danıştay uğraşlarının ardından Doç. Fişek, İstanbul Tıp Fakültesi‘nden sınıf arkadaşı Prof. İhsan Doğramacı ile birlikte Hacettepe Üniversitiesi Tıp Fakültesine (HÜTF) geçmişlerdi. Burada, 1750 sayılı Üniversiteler Yasası ve Hacettepe Üniversitesi Kuruluş Yasası (1967 tarih ve 892 sayılı yasa) kapsamında Toplum Hekimliği Bölümü Hacettepe Tıp Fakültesinde örgütlenmişti. HÜTF’nin 3 sacayağı vardı :

1. Temel Tıp Bilimleri Bölümü
2. Klinik Tıp Bilimleri Bölümü
3. Toplum Hekimliği Bölümü

Nusret hoca bu Bölüm’ün başkanlığını ve Üniversitenin Rektör yardımcılığını,
Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanlığını yaptı yıllarca. Biz de O’nun HÜTF’de
tıbbiye öğrencisi ve sonra da Toplum Hekimliği Bölümü‘ünde asistanı olma onurunu yakaldık.

12 Eylül sonrasında Rektör Prof. Doğramacı 2547 sayılı YÖK yasası ve sistemini getirdi; 12 Eylülcülerle bütünleşmişti. Toplum Hekimliği Bölümü, Anabilim Dalı’na indirgendi. Nusret hoca 67 yaşında emekli oldu / edildi ve boş durmayarak
TTB Genel Başkanlığına seçildi.. Halk Sağlığı’na hizmet kesintisiz sürecekti..

Bu görevi sırasında, 6023 sayılı TTB Yasası’nın 5. maddesi bağlamında
İŞYERİ HEKİMLİĞİ SERTİFİKA PROGRAMI başlattı ve bu belgesi olmayan hekimlere
İşyeri Hekimliği yapma izni verilmemeye başlandı. Bu kurslar ilk 10 yılında olgunlaştı.
Prof. İsmail Topuzoğlu, Prof. Nazmi Bilir… özveri ile çalıştılar.

Biz 2. onyılda 1990 sonrası, 2000’ler başına dek görev alan 2. takımda yer aldık.
Prof. Turhan Akbulut, Dr. Haldun Sirer, Dr. Nazif Yeşilleten… ile birlikte çalıştık.
Dr. Sedat ABBASOĞLU TTB İşyeri Hekimliği çalışmalarının eşgüdümünü sağlıyordu.

Bu dönemde TİSK ile karşı karşıya gelindi. TİSK, 6023 sayılı yasanın 5. maddesi bağlamında Tabip Odalarının izin yetkisini tanımak istemiyordu.

Yükselen neo-liberal yeni dalga ile patron, dilediği hekimle dilediği koşullarda
kutsal serbest piyasa yasaları bağlamında sözleşme yapabileceğini düşünüyordu. Hukuksal savaşım yıllarca sürdü.. taa ki yasal düzenleme ile söz konusu Tabip Odası yetkisinin geleneksel sermaye – iktidar ortaklığı ile içi boşaltılana dek..

Günümüzde geldiğimiz yer ortada.. Hemen her alan, sermayenin istekleri (buyrumu!) ile AKP iktidarınca mevzuat olarak düzenlenmekte.

Ortak İşyeri Sağlık Güvenlik Birimleri (OİSGB) de benzer koşullarda ortaya çıktı.
Yönetmelikle yürürlüğe kondu :

  • İŞYERİ SAĞLIK VE GÜVENLİK BİRİMLERİ İLE ORTAK SAĞLIK VE GÜVENLİK BİRİMLERİ HAKKINDA YÖNETMELİK (RG : 15.8.2009, sayı 27320)

İşte TTB – ATO ve değerli çalışma arkadaşlarımız bu sorunu masaya yatıracaklar.

Duyuru posteri ve içeriği aşağıda..

OSGB_Paneli_ATO

ANKARA TABİP ODASI
14 MART TIP BAYRAMI ETKİNLİKLERİ

TAŞERON OSGB YAPILANMASI VE İŞÇİ SAĞLIĞININ GELECEĞİ PANELİ

KOLAYLAŞTIRICI; Dr.SEDAT ABBASOĞLU, ATO-İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Kom.
KONUŞMACILAR ;
Prof. Dr. ONUR HAMZAOĞLU, Kocaeli Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Mak. Müh. ERTUĞRUL BİLİR, İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi
Dr. ERCAN YAVUZ, TTB İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Kolu Başkanı 
YER: ÇANKAYA BELEDİYESİ ÇAĞDAŞ SANATLAR MERKEZİ
KENNEDY CAD. NO:4 KAVAKLIDERE
TARİH: 16 MART 2014 PAZAR, SAAT : 14.00 – 17.00 www.ato.org.tr

*****

Unutulmasın ; Avrupa Sosyal Şartı (European Social Charter) madde 3 :

* “Tüm çalışanların sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı hakkı vardır.”

Bir şey daha unutulmasın;

* Bu metin Avrupa Konseyi‘nindir, 1961 tarihlidir ve 1989’da kimi çekincelerle
iç hukuka mal edilmiştir; Türkiye bu Şart‘a, uluslararası hukuk terminolojisiyle
taraf olmuştur“.
* Dolayısıyla, Anayasa md. 90/son fıkra uyarınca bu Şart, yasa değerinde olup,
iç yasalarla çelişmesi durumunda üstün hukuk normudur. Dahası, temel insan
hak
ve özgürlükleri ile ilintili olduğundan, aynı Anayasa maddesi uyarınca,
Anayasamıza aykırılığının ileri sürülmesi de olanaklı değilir.

Türkiye bir hukuk devleti olacaksa, yapılacaklar bellidir. Yalnız “işçiler” değil
Tüm çalışanların sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı hakkı vardır.

OİSGB de bu bağlamda yapılandırılmak, işlevlendirilmek durumundadır.

  • Türkiye işvereni, artık, neo-liberalizm maskesiyle yabanıl (vahşi) kapitalizmi dayatan arkayik engellerinden kurtulma olgunluğunu gösterebilmelidir.

Değilse, hiç abartı sayılmasın, 1871 Paris Komünü‘nün post-modern versiyonlarının ülkemizde de yaşanacağı ve emeğin haklarını er ya da geç mutlaka, söke söke alacağı, tarihsel diyalektik pratiğinin şaşmaz (deterministik) çıkarımıdır.

  • Küresel – yerli sermaye ortaklığı, yeni Emile Zola’lar (Germinal),
    Victor Hugo’lar (Sefiller)…
    doğmasını zorlamamalıdır.

Herkese kolay gelsin..

Sevgi ve saygı ile.
11 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Makalenin pdf formu :
14_Mart_Tip_Haftasi_Nedeniyle_Turkiye’de_Isci_Sagligi_Guvenligi-Sorunsali

Bir Öğrencimizden – Meslektaşımızdan Mektup Var…


Bir Öğrencimizden – Meslektaşımızdan Mektup Var…

Dr. Duygu Kapdağlı 8 Mart 00:36
Kıymetli Hocam,

Bu gün akşam saatlerinde Dr. Nurettin (Özdener) Bey aracılığı ile
sizinle gerçekleştirdiğim telefon konuşmasından sonra oturup size bu satırları
yazma gereğini hissettim.

Sevgili Hocam,
Tam 18 yıl önce Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olmuştum,
yine o yıllara döndüm. O günlerden bugünlere baktığımda ülkenin içinde bulunduğu
şu günleri nasıl da o yıllarda tahmin edip bizlere derslerde adeta çığlıklarla
anlatmaya çalışmiştınız. (AS: Aile hekimliği ÇAĞ DIŞIDIR diye netlikle vurgulardık..)
Hatırlar mısınız bilmem, daha o dönemlerde Türkiye’de uygulanmak istenen
Aile Hekimliği modelinin ülkeye nasıl zarar vereceğini, sağlık hizmetinin ticari zihniyetle yönetilip, kalitenin azalacağını ve bunun gibi daha birçok kötü özelliğinden bahsetmiştiniz.
  • Üzülerek görüyorum ki, kendimde içinde bulunduğum
    bu uygulama yüzünden 
    artık mesleğimi yapamaz durumdayım!
Yıllarca hiç ödün vermeden inandığım değerlerin bana öğretilen ilkelerin ve
hekimlik mesleğine, onuruna duyduğum saygı yerle bir edilmiş durumda….
  • Üç yıl öncesine dek içimdeki insan sevgisi, mesleğime duyduğum saygı ve insanlara yardım etmenin verdiği mutluluğu, mesleğimin ilk günlerindeki heyecanımı artık yitirdim.
  • Hekimlere ve sağlık çalışanlarına uygulanan şiddetin de bunda büyük rolü olduğunu düşünüyorum.

Yıllardır ilgi duyduğum siyaset ve sosyoloji bölümünü geçen yıl tamamladım.

Sizin derslerinizde verdiğiniz dip notların ne denli değerli olduğunu hep gördüm, anladım.

2004’te Çukurova Üniv. Tıp Fak. Aile Hekimliğine asistan olarak girdiğimde,
Bölüm Başkanı hocamın hakkımda “Siz buraya donanımlı gelmişsiniz” dediğinde gururla,

“Ben Ahmet Saltık Hocanın öğrencisiyim..” dedim.
Bugün de o günkü ve daha önceki günler gibi gururluyum.

Sakın abarttığımı düşünmeyin, bize o kadar çok güzellikler kattınız ki…
Kendiniz gibi düşünen, aynı erdemlere sahip olan ya da olmaya çalışan
binlerce öğrenci yetiştirip sahaya gönderdiniz.

Eminim onlar da sizin o dönemde verdiğiniz emekleri unutmamıştır.

Canım hocam,

Size daha birçok konuda yazmak isterim…

SEVGİYLE KALIN…..

08 Mart 2014, Adana
Trakya Üniv. Tıp Fak. 1996 MezunlarındanDr. Duygu Kapdağlı
AİLE Hekimliği Uzmanı

===========================================

Bizim yanıtımız :

Sevgili Meslektaşım / Öğrencim Duygu,

Dün akşamki (7 Mart 2014) telefon görüşmemiz ve şimdi gördüğüm yazdıkların için
asıl ben sana vefan için teşekkür ederim. ;

Ben görevimi yapmaya çabaladım ve halen de bunu sürdürüyorum.Yılgınlığa kapılmak bize yakışmaz..

Sonuna dek mesleğimiz, ülkemiz ve insanımız için uğraşmalıyız.

  • Akıl ve bilim her zaman kazanır..
    Biraz gecikse de..

Bu yazdıklarını ve benim yanıtımı web sitemizde paylaşmamıza izin verir misin ??
(A.S. İzin geldiği için yayımlıyoruz..)

Eşine de selamlar.. Yavrunuzu kutlarım..

 

Sevgi ve saygı ile.
8 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

SAĞLIK SOSYOLOJİSİ

Dostlar,

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde asistan arkadaşlarımıza sunduğumuz

SAĞLIK SOSYOLOJİSİ

seminer yansılarımızı güncellenmiş olarak okuyabilirsiniz..

Erişkesi (linki) aşağıda..

Saglik_Sosyolojisi

Saglik_Sosyolojisi’ne_Giris

Bu notların, SAĞLIK ANTROPOLOJİSİ yansılarımızla birlikte okunmasını öneriyoruz.

Tıbbi_Antropoloji

Sevgi ve saygı ile.
4 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

TÜRK TOPLUMUNDA HEKİMLİĞİN PARASAL KARŞILIĞI


Dostlar,

İzmir’den meslektaşımız Sayın Prof. Dr. Baha Taneli bir ileti ekinde
aşağıdaki kısa yazıyı göndermişler..

Paylaşalım istiyoruz..

  • “Hekimlerin gelirleri hakkında son zamanlarda konuşulanlar, geçmişte ne imiş sorusuna tarihsel kaynaklardan bulduğun değerleri bilginize sunmak istedim. Bu bilgiler Ege Tıp Fakültesi’nin her ay çıkardığı Ayın Kitabı serisinden
    118. olarak Mayıs 2013’t
    Doç Dr. Hatice Şahin ile birlikte hazırladığımız kitabın 126. sayfasın da bulabilirsiniz. Ayrıca 156. sayfasında ‘sonuç ve öneriler’ bölümü de ilginizi çekebilir diye size gönderiyorum.
    Selam ve sevgiler sunarım.”

*****

TÜRK TOPLUMUNDA HEKİMLİĞİN PARASAL KARŞILIĞI  

Geçmişten elimize geçen bilgilere göre, 1447’de Edirne’de faaliyet gösteren medrese müderrislerine günde 100 akçe (2 altın), Bursa Sultan Medresesinde 50 akçe (1 altın) veriliyordu (44). Fatih Sultan Mehmet döneminde Ayasofya Medresesi‘ne atanan
Ali Kuşçu’nun günde 200 akçe (yaklaşık 4 altın) ayda (120 altın) maaşla çalıştırıldığı kayıtlardadır (12). Fatih ve Süleymaniye Külliyesi’ndeki “Elli’li” tabir edilen Medreselerde müderrislere günde 50 akçe (1 altın) ödendiği vakfiye kayıtlarında vardır (12). Edirne’deki II. Beyazıt Külliyesindeki Darüşşifada Müderrislerin tatil günleri dahil günde 50 akçe, yardımcılarının tatil günleri dışında günde 7 akçe, öğrencilerin günde
2 akçe aldığı kayıtlarda vardır ve hasta tedavisi ücretsizdir (12).

Genç Osman döneminde kadın cerrah Saliha Hatun 1622’de rıza senedi imzalatarak ameliyat ettiği hastalarından 800 akçe (16 altın) aldığı kayıtlardadır (18).

1870 Vilayet Nizamnamesi ile Belediyelere Doktor ataması zorunluluğundan sonra  1000 kuruş maaşlı Abdullah adında bir doktor atanmış, Ordu da kendi gereksinimi için Binbaşı Yorgi Maril’i Hersek’e atamıştır(57).

Şam Tıbbiyesindeki İdare müdürü ve muallimlere 1909’da 3000 kuruş,
asistanlarına da 1000 kuruş maaş verilmiştir (20).

1875-78 arasında Sofya’daki Asker Hastanesinde 27 tabip çalıştığı,
bunların yabancı uyruklu olanlarına (Yunan, İngiliz, Avusturya, Fransız olmak üzere 23 hekime) ayda 200-500 Frank arasında maaş ödendiği, Türk doktorlara (5 hekim) ise ayda 1200-2000 kuruş ödendiği, bunların M.S.B. 2. Ordu defterinde adları ile gösterildiği belgelenmiştir (67).

1400 yılında kurulmuş olan Bursa Darüsşifası’nın vakıfnamesinde baştabip için günlük 12 dirhem, tabip için günlük 8 dirhem maaş belirtilmiştir (59,61 ).

Bugünkü değer olarak 1 dirhem 2.97 g gümüş olursa bugün 1 gram gümüş 20 TL olursa 3 x 20 x 12 x 30 gün =21 600 TL başhekim aylığı, 3 x 20 x8 x 30 =14 600 TL hekim aylığı eder. 1551’de Haseki Darüsşifasında Tabibi Hazik’in yevmiyesi
25 Dirhem (25 x 60 TL =1500 TL) olarak belirlenmiştir.

1540’ta Manisa Darüsşifası’nda baştabip günde 30 Dirhem ile (1800 TL) görevlidir.
Bu darüsşifalarda hasta bakıcılar günde 3 Dirhem ücretle (180 TL) görevli idiler.

1893 yılında kolera salgınından sonra Paris Pasteur Enstitüsü’nde yılda 2400 Frank maaşla çalışan Paris Tıp Fakültesi muallimlerinden Dr. Maurice Nicolle ayda 130 altın (yılda 20 000 Frankla) Bakteriyolojihaneyi kurmak üzere görevlendirildi (29).

1901’de İstanbul Kuduz Laboratuvarı şefliğine atanan Dr. Remlinger’e ayda 110 altın maaş verilmiştir. 1910 yılına dek bu görevi sürdürmüştür (28,29).

1902’de Samsun’da yapılan 50 yataklı Canik Gureba Hastanesinde bir Fransız Doktor LaTour, 10 altın maaşla çalıştırılmıştır (41,45). 1909’da Kadırga’daki Tıp Fakültesinde görevlendirilen Muallim-i Evvellere (Ord. Prof.) 2000 kuruş, Muallim-i Sanilere (Prof.) 1500 kuruş, Muallim Muavinlerine (Doçent) 1000 kuruş, müdavim muavinlerine
(asistan adayı) 500 kuruş aylık verilmesi kararı vardır (36). Ord. Prof.lere asistan adayı maaşının 4 katı verilmektedir.

İzmir Mektebi Sultanisi’nin adı İzmir Erkek Lisesi olurken 6 Mart 1924’te milletvekili seçilince ve Milli Eğitim Bakanı olan Vasıf Bey, liseye müdür olarak Mithat Bey’i (Oksancak) atar. Bu dönemde müdürün maaşı 4000 kuruş, yatılı öğrencisi olan okulun doktoru Kamuran Bey 3000 kuruş maaş almaktadır (46).

1930’lu yıllarda milletvekili maaşının 300 lira, 1935’te Prof. Dr. Albert Eckstein ile Sağlık Bakanlığı arasında yapılan sözleşmeye göre vergiler çıktıktan sonra ayda
750 TL verilmesi, yılda altı hafta maaşlı izinli sayılması, ücretle hastane içinde ve dışında hasta bakmayacağı, sorulduğunda ücretsiz fikir veren raporlar verebileceği ve
5 yıllık olan anlaşmanın istenirse uzatılabileceğine ilişkin bir belge vardır (47).

Bugünkü anlamda tam gün çalışan bir profesöre milletvekiline verilen maaşın iki katından çoğu verilmektedir. 1942’de hekim maaşının 300 TL olduğu bilinmektedir (41). 1968’de baş asistanlara (şimdiki yardımcı doçentliğe eşdeğer öğretim elemanı) öbür fakültelerde normal maaşına ek 1000 TL ek ücret verilirken, Erzurum’dakilere 3000 TL verilmiştir.

KAYNAKLAR

12-  Osmanlının Tıp Bilimine Verdiği Önem. http://www.forumalev.net/egitim-haberleri/191052-osmanlinin-tip-bilimine-verdigi-onem.html (27 Nisan 2011).

18- Armağan M. Büyük Osmanlı Projesi. İstanbul, Timaş Yayınları, 2008;241-2.

20- İhsanoğlu E. Suriye’de Modern Osmanlı Sağlık Müesseseleri:
Hastaneler ve Şam Tıp Fakültesi. Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1999;27-65.

41- Yıldırım N. Türkiye’nin İlk Kadın Doktoru Safiye Ali.  İstanbul, Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, 2012; 3-276.

44– Oruç Y. Atatürk’ün Fikir Fedaisi Dr. Reşit Galip: Günümüz Gözüyle.
İstanbul, Gürer Yayınları, 2008;35-194.

57- Zafer Gölen. Tanzimat Döneminde Bosna-Hersek Türk Tarih Kurumu Yayınları IV/A-2-2.12.Dizi Sayı 1. Ankara 2010 ISBN 978-975-16-2299-0 sayfa 227

59- Nancy Thomsen De Grummond. The Religion of the Etruscans.
The University of Texas Press, Austin 2006 s. 105.

61- Osman Şevki Uludağ. Osmanlılar Devrinde Türk Hekimliği. Türk Tarih Kurumu yayınları, ISBN: 978-975-16-2274-7 Ankara 2010 s. 28, 89, 92.

67- Murat Babuçoğlu, Orhan Özdil, Sadık Emre Karakuş. Osmanlı Belgelerinde Askeri Tıp ve Balkan Asker Hastaneleri Gesdav (Gülhaneliler Eğitim Sağlık ve Sosyal Dayanışma Vakfı) ISBN: 978-975-00366-0-6, Zes Tanıtım Organizasyon, Ankara, Temmuz 2013 s.14-16.

*****

Teşekkürler değerli meslektaşlarımız Prof. Dr. Baha Taneli ve Doç. Dr. Hatice Şahin..
(En üstteki fotoğrafı biz ekledik..)

Sevgi ve saygı ile.
2 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Prof. Pachauri : İklim değişikliğinin sorumlusu insandır!


Dostlar
,

Kuraklık ciddi ALARM VERİYOR..

Hükümetten tık yok!?

Arşivimizden bir dosyayı paylaşmanın zamanı..

Enerji Ekonomisi Derneği‘nin katkılarıyla 20 Mayıs 2013’te Boğaziçi Üniversitesi‘nde gerçekleştirilen seminerin notlarını sunalım..

Sevgi ve saygı ile.
21.2.14, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

====================================

Prof. Pachauri:  İklim değişikliğinin sorumlusu insandır!

Prof.Pachauri:"İklim değişikliğinin sorumlusu insan"

Boğaziçi Üniversitesi’nin 150. Yıl Etkinlikleri kapsamında
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli
(Intergovernmental Panel on Climate Change – IPCC) Başkanı
Dr. RAJENDRA K. PACHAURI, “İklim Değişikliği: Enerji-Çevre” başlıklı
bir seminer verdi.

Dr. Rajendra K. Pachauri, İklim değişikliğinin birinci derecede sorumlusunun insanlar olduğunu söyledi.

Dr. Pachauri, konuşmasında küresel iklim değişikliği ve küresel ısınmanın
insan etkinliklerinin sonucu olduğunu belirtti. Toplumların küresel iklim değişikliğine
uyum sağlaması için

  • yenilenebilir enerji politikalarının günümüzde artık bir zorunluluk 

durumuna geldiğine dikkat çeken Dr. Pachauri, önümüzdeki yıllarda Güney Avrupa’nın kuraklık, Afrika’nın açlık ve Kuzey Denizi’ne kıyısı olan ülkelerin sel felaketleriyle
karşı karşıya kalacağını, bir başka deyişle,
dünyanın hemen her bölgesinin iklim değişikliğinden etkileneceğini ifade etti.

Dr. Rajendra K. Pachauri seminerinde iklim değişikliği nedeniyle günümüzde
çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu; bu sorunlara çözüm bulamazsak sorumsuz bir topluma dönüşeceğimize dikkat çekti.

İklim değişikliğinin günümüzde ekonomi ve çevre politikalarından bağımsız düşünülemeyeceğini belirten Dr. Pachauri, son 50-60 yıldır küresel ısınımda
yukarıya doğru bir eğilim olduğunu söyledi.

Küresel ısınım nedeniyle
buzulların erimeye devam ettiğini ve
– deniz suyu düzeyinin yeryüzü genelinde 1 metreden çok yükseldiğini
(AS : Bu 1 m yükselme rakamı bize anormal geliyor.. Son 100 yılda bile!)

belirten Pachauri, insan etkinliklerinin iklim değişikliği ve sıcaklık değişiminde
kilit rol oynadığına dikkat çekti.

İnsan etkinliklerinin yağmur, sel felaketleri, su taşkınları gibi ağır koşulları da oluşturduğunu söyleyen Pachauri, bu gelişmelere bağlı olarak önümüzdeki yıllarda dünyayı olumsuz bir tablonun beklediğini belirtti.

Karbondioksit yayılımının (emisyonunun) 1970-2004 arasında %80 oranında arttığını belirten Dr. Pachauri, insan etkinliklerinin sera gazı saçılımının (emisyonunun) artmasındaki en önemli etken olduğunu ekledi.

Tarımsal verimlilik düşecek, bir yanda kuraklık, öbür yanda sel felaketleri artacak!

İklim değişikliğine bağlı olarak dünyayı bekleyen önemli olumsuz değişikliklere değinen
Dr. Pachauri, iklim değişikliğinin tarımsal verimliliğe etki edeceğini Afrika’da ve
Güney Avrupa’da kuraklık yaşanacağını ve tarımsal verimlilikte % 20-30’lara varan düşüşler yaşanacağını kaydetti. Deniz düzeyindeki yükselmelere bağlı olarak dünyada, Kuzey Denizi gibi özellikle kıyı bölgelerinde yaşayan milyonlarca insanın sel felaketleriyle karşı karşıya kalacağını savunan Dr. Pachauri, sıcaklık değişikliklerinin turizm başta olmak üzere çeşitli sektörleri olumsuz yönde etkileyeceğini ifade etti.

“Yanlış yöndeyseniz hızın anlamı yoktur”
Mahatma Ghandi

Küresel iklim değişikliğine karşı çözümün yenilenebilir enerjilere daha çok yatırım yapmak olduğunun altını çizen Dr. Pachauri,

  • “Bizi kurtaracak olan yenilenebilir enerjidir.” diye konuştu.

Bugünkü etkinliklerimizin gelecek on…yüz yılları etkilediğini, bu nedenle insan olarak gelecekle ilgili duyarsız davranmanın olanaksız olduğunu anımsatan Dr. Pachauri, seminerin sonunda Mahatma Gandi‘nin sözüne göndermede bulunarak,
hükümetlerin ve yerel yönetimlerin yenilenebilir enerji için bir an önce
harekete geçmesi gerektiğini söyledi.

Rektör Barbarosoğlu:
Yeşil yerleşke (kampüs) ve sürdürülebilirlik vazgeçilmez değerlerimiz

Enerji Ekonomisi Derneği‘nin katkılarıyla 20 Mayıs 2013’te Boğaziçi Üniversitesi‘nde gerçekleştirilen seminerin açılış konuşmasını yapan Boğaziçi Üniversitesi Rektörü
Prof. Gülay Barbarosoğlu ise, Boğaziçi Üniversitesi’nin 150 yıllık geçmişinde
“yeşil kampus” ve sürdürülebilirlik ilkesini uygulamaya geçiren bir yaklaşım izlediğini belirtti ve güneş – dalga ve rüzgar enerjilerinden daha çok yararlanmak,
daha az karbondioksit üretmek hedefleri doğrultusunda ilk uygulamalara sahip olan
bir eğitim kurumu olduklarını belirtti. Barbarosoğlu, konuşmasında ayrıca,
Kyoto Protokolü’ne Türkiye’nin taraf olması için ilk adımların
Boğaziçi Üniversitesi’ne atıldığını
,
bu yönde yapılan bilimsel toplantılara üniversitenin ev sahipliği yaptığını anımsattı.

KURAKLIK ALARM VERİYOR!


KURAKLIK ALARM VERİYOR!

Dostlar,

Elle duyumsanır – gözle görünür biçimde deneyimliyor, yaşıyoruz.

Şubat ayı içinde Nisan sıcaklarını görüyoruz ve yağmur hala yok!

Barajlarda kalan su düzeyi alarm veriyor..
Baraj çevreleri hızla ağaçlandırımalı, HES projeleri gözden geçirilmeli..

Hükümet yolsuzlukları örtme derdinde, çünkü başı ciddi biçimde ağrıyor
ve 30 Mart 2014 yerel (gerçekte genel!) seçimleri çok yaklaştı.
Telaş, etekleri başa geçiriyor neredeyse..

Ama ülke çok ağır bedelleri olabilecek bir kuraklığa doğru sürükleniyor.

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu Allahlık.. Desteksiz konuşuyor..
A, B hatta C planlarının olduğunu, İstanbul’u susuz bırakmayacaklarını buyuruyor ama bir türlü bu planların içeriğine girmiyor!? Devlet sırrı sanki..

İvedilikle uzmanları toplayıp

OLAĞANÜSTÜ DURUM İLAN ETMEK ve
BİLİMSEL ÇÖZÜMLER ARAMAYA BAŞLAMAK İÇİN GEÇ KALINIYOR..

Bulutlara yağmur bombaları gibi kimi meteorolojik girişimler..

TV’lerde, basında, duyuru panolarında..
su tasarrufu hakkında sık sık ciddi çağrılar veuyarılar yapılmalı..

Kademeli artan, tüketim düzeyine uyarlı fiyatlama..
Kamu kurumlarından başlayarak fotoselli musluklar..

WC rezervuarlarının 2 bölmeli yapılması (büyük ve küçük tuvalet için).

Hemen tüm WC’lerde su rezervuarlarının içine
1 ya da 2 tane yarım litrelik içi su dolu pet şişe koymalıyız.

Susuz pisuvarlar
 yaygınlaştırılmalı..

Deniz suyundan içme – kullanma suyu üretimi için AR-GE çalışmaları..

Yeraltı su sondajları..

Az su gereksinimli tarım ürünlerine geçme..

ORMAN alanlarını gözü gibi koruma, 3. Havaalanı için orman kıyımını durdurma.
B2 arazilerini tarıma açıp köylüye satma (Türk usulü bütçe açığı kapatma!)
yerine yeniden ormanlaştırma..

Toplu taşımacılığı – metro ve demiryollarını geliştirme, bisiklet ve yürümeyi teşvik..

Rekreasyon alanlarında, WC’lerde yarı arıtılmış geri kazanılan su kullanımına geçmeliyiz.

Uzmanlar, kanıta dayalı olarak KISA – ORTA – UZUN ERİMLİ seçenekleri belirlemeli ve tüm Türkiye olarak hemen uygulamaya geçmeliyiz..

MUTLAKA TASARRUF!
     MUTLAKA TASARRUF!
          MUTLAKA TASARRUF!

Nüfus artışını frenleme.. HER AİLEYE 1 ÇOCUK!

Sevgi ve saygı ile.
20 Şubat 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

KURAKLIK TEHLİKESİ KAPIDA!

Ali_Ercan_portresi

 

Prof. Dr. Ali ERCAN

 

 

 

Değerli arkadaşlar,

Bu yaz Kuraklık kapıda !

Kentler arası “Su Savaşları” başlayabilir.

kuraklik_feci

***

BASINDAN

Ülke genelinde kurak bir dönem yaşanırken, barajlardaki su düzeyi de giderek düşüyor. İstanbul’daki barajların doluluk oranı %31’e, Ankara’da ise %36’ya geriledi.

Barajlardaki son durum

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) verilerinden derlenen bilgiye göre, İstanbul’daki Ömerli Barajı %42, Pabuçdere Barajı % 0,2 Sazlıdere Barajı %17, Büyükçekmece Barajı % 29, Alibeyköy Barajı %21, Terkos Barajı % 41, Kazandere Barajı %15,
Elmalı Barajı %7, Darlık Barajı %30 ve Istrancalar Barajı %13 dolulukla hizmet veriyor. İl genelindeki barajların toplam doluluğu ise %31 olarak belirlendi.

Kemerburgaz_baraji_kurumus_Subat_2014

ANKARA’DA DURUM

Ankara’daki Kavşakkaya Barajı ise %13, Akyar Barajı % 16, Eğrekkaya Barajı %31, Çubuk Barajı % 32, Çamlıdere Barajı % 36 ve Kurtboğazı Barajı %61 doluluğa sahip bulunuyor. Başkentteki barajların doluluk oranı %36’ya geriledi.

İZMİR’DE DURUM

İzmir’deki Balçova Barajı %47, Güzelhisar Barajı % 58, Tahtalı Barajı %61,
Ürkmez Barajı %61, Gördes Barajı % 20;

Bursa’da Nilüfer Barajı %62, Doğancı Barajı %26 dolulukla hizmet veriyor.