Kategori arşivi: Hekim Saltık

Uluslararası Afet ve Acil Tıp Kongresi

Frame

Başkan’dan

Değerli Meslektaşlarım,
Saygıdeğer Afet Tıbbı Ortakları,

Sizleri, Uluslararası Afet ve Acil Tıp Kongresi için,
26-29 Kasım 2015 tarihlerinde İstanbul’a davet etmekten onur duyarım..

Bu Kongre’de afetleri, afetlerin insanlar, can dostlarımız, çevremiz üzerine etkilerini ve bu etkilere karşı neler yapabileceğimizi ele alacağız.

Afetler, ister doğal, isterse insan eliyle gerçekleşmiş olsun, yüzyıllar boyunca insanların yaşamını etki altına almıştır.

Deprem, sel, hortum, toprak kayması gibi doğal afetlerin yanı sıra kazalar, savaşlar, göçler, maden kazaları gibi insan eliyle gerçekleşen afetlerin yaşantımızı nasıl etkilediğini biliyoruz. Dünyanın dört bir yanında ortaya çıkan afetler ve etkileri üzerine deneyimlerimiz var. Bu deneyimleri paylaştığımızda afetlerle daha kolay baş edebiliriz.

İstanbul, büyük ve yıkıcı bir depremi bundan on beş yıl önce yaşadı.
Şimdi de daha büyüğünü bekliyor.
Balkanlar ve Orta doğu, savaşlara, çatışmalara ve göçlere tanık oldu.
ABD, terörle yüzleşti. Hortum, yangınlar, iklim değişiklikleri ile nasıl baş edilebileceğini tartışıyor.
Çin, hemen her yıl toprak kayması, sel ve yangınlarla mücadele ediyor.
Japonya, hangi büyüklükte olursa olsun depremlerle mücadele yolunun, halkın hazırlanması ve sağlam binalarda yaşamak olduğunu öğrendi.
Uzak Doğu, deprem, tsunami ve kasırgalarla ilgili deneyimler edindi.

26-29 Kasım 2015 tarihlerinde İstanbul’da dünyanın farklı yerlerinden gelecek olan uzmanları bir araya getirmek istiyoruz. El ele vererek afet hasarlarını en aza indirebiliriz. Deneyimlerimizi paylaşırsak, afetler bizi yok edemez.

Uluslararası Afet ve Acil Tıp Kongresi, afetlerle ilgilenen her meslekten kişiyi, kurumu, programı ve grupları 26 – 29 Kasım 2015 tarihlerinde İstanbul’a bekliyor.

Saygılarımla.

Dr. Ülkümen RODOPLU
Kongre Başkanı
Herkes İçin Acil Sağlık Derneği Genel Başkanı

(www.http://afetveaciltip2015.org/)

Prof. Rennan Pekünlü’ye yaygın destek


Prof. Rennan Pekünlü’ye yaygın destek

Dostlar
,

Yukarıdaki açıklamaya ve eyleme bütünüyle katılıyoruz.
Örgütlerden
– Ankara Tabip Odası’nın (üst örgütü Türk Tabipleri Birliği – TTB),
– EğitimİŞ Sendikasının ve
– Tüm Öğretim Elemanları Derneği – TÜMÖD’ün üyesiyiz.

Bu sitede son 3 haftadır sürekli, öncesinde de ek çok kez
Sayın Prof. Dr. Esat Rennan Pekünlü ile ilgili yazılar yayımladık.

Dileriz olumlu bir sonuç alınır, örn. Adalet Bakanlığı yasa (kanun) yararına
Yargıtay’dan bozma isteyebilir ve Rennan Hoca hapse girmez..

Tersi durum, ülkemizin barış ve huzuruna hizmet etmeyecektir.
Toplumsal ayrışma – saflaşmaya katkısı olacaktır.

Adalet Bakanlığını ivedilikle göreve çağırıyoruz.
AİHM de önümüzdeki 2 günde bir karar vererek, kendisine iletilen
infazın ertelenmesinin tedbiren durdurulması hakkında bir karara “artık” varabilir..

Hukukçu olmadığımız için bizim bilmediğimiz – bilemeyeceğimiz başkaca
hukuksal yollar varsa, ilgililerinin kullanmaktan sakınmalarını diler ve ivedilikle bekleriz.

Rennan hocaya ve ailesine dayanç diler, dayanışma duygularımızı bir kez daha belirtiriz. Ayrıca, bu davayı başından beri inanç ve kararlılıkla  izleyen, savaşım sergileyen, inançla savunan ve kamuoyuna mal olmasını sağlayan TÜMÖD İzmir Şb.Başkanı Sn. Prof. Kayhan Kantarlı‘yı de hayranlık ve saygı ile selamlarız.

Sevgi ve saygıyla.
18.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================================

TTB’den Prof. Rennan Pekünlü’ye destek

Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi Bölümü’nde öğretim üyesi olarak
görev yaptığı dönemde, üniversitedeki gerici uygulamalara karşı çıkması nedeniyle
iki yıl bir ay hapis cezası verilen Prof. Rennan Pekünlü için 18 Kasım 2014 günü destek eylemi gerçekleştirildi.

Çankaya Belediyesi önünde toplanan milletvekilleri ve 26 örgütün temsilcileri,
basın açıklaması için Güvenpark’a yürüdüler.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan, TTB Genel Sekreteri
Dr. Özden Şener, ATO Başkanı Dr. Çetin Atasoy
, ATO Genel Sekreteri
Dr. Ebru Basa, ATO Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Asuman Doğan ve birçok hekim de eyleme katılarak Rennan Hoca’ya desteklerini ilettiler.

İlk olarak söz alan Dr. Erhan Nalçacı;

  • “Gericilik; yağmanın, emek sömürüsünün üstünü örtüyor ancak,
    bizim aydınlanma mücadelemiz örgütlü olarak devam edecektir.”
    dedi.

CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner de;

  • “Bu durum laik eğitimden uzaklaştığımızın göstergesidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınan bu davada Rennan Hoca’nın yanındayız.” diye konuştu.

EğitimSen Ankara 5 No’lu Şube Yönetim Kurulu Üyesi Ebru Aylar tarafından okunan basın açıklamasında; Prof. Rennan Pekünlü’nün tüm öğretim üyelerini yıldırmak ve gözlerini korkutmak üzere seçilmiş simge bir ad olduğunun altı çizildi.
İntikam öznesi olarak seçilmesinin en önemli kanıtının ceza süresinin ertelenmesine izin vermeyecek biçimde alt sınırdan uzaklaşılarak iki yıl bir ay olarak kesildiğini belirten Ebru Aylar,

  • “Bizler, aşağıda imzası bulunan kitle örgütlerinin temsilcileri ve üyeleri olarak Rennan Hoca özgürlüğüne kavuşana ve ülkemiz aydınlığa erişene dek mücadele edeceğimize söz veriyoruz”. diyerek sözlerini bitirdi.

Basın açıklamasının ardından söz alan CHP Aydın Milletvekili Bülent Tezcan da Meclis’e, evrensel hukuka uygun bir yasa değişikliği teklifi verdiklerini ifade etti.

“Rennan Hoca’ya Özgürlük!” sloganları ve alkışlar eşliğinde eylem sona erdi.

Ortak Basın Açıklaması, 18 Kasım 2014

Gericiliğe Teslim Olmayacağız!

Türkiye’nin yetiştirdiği değerli bilim insanlarından astrofizikçi Prof. Dr. Rennan Pekünlü hukukla alakası olmayan siyasal bir davadan dolayı 20 Kasım’dan başlayarak hapis yatmaya başlayacak.

Prof. Rennan Pekünlü’nün hapis cezasına çarptırıldığı davanın tıpkı Ergenekon, Balyoz, KCK ve Oda TV davalarında olduğu gibi siyasal, dolayısıyla hukuksal olarak son derece keyfi olduğunu biliyoruz.

Prof. Rennan Pekünlü, 2011 yılında, yasa gereği kullanımı yasak olmasına,
henüz serbest bırakılmamasına karşın YÖK tarafından eylemli olarak yaratılan üniversitelerde türban serbestliğine karşı tutanak tutarak direndiği için cezalandırılmıştır. Kamuda türbanın serbest bırakılmasına ilişkin yasal düzenlemeler, geçmişte
Anayasa Mahkemesi’nin önüne 3 kez getirilmiş ve hepsinde de iptal edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi içtihatları değişmediği için bugün geçerliliğini sürdürmektedir.

  • Prof. Rennan Pekünlü, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını
    uygulamaya çalıştığı için cezalandırılmaktadır.

Yakınmacı öğrencilerin eğitim haklarından hiçbir yitikleri olmadığı saptanmıştır.
Rennan Pekünlü tüm öğretim üyelerini yıldırmak ve gözlerini korkutmak üzere seçilmiş simge bir addır. O dönemde tutanak tutan öğretim üyelerinden benzer bir sürece
tabii olan bilinmemektedir.

Rennan Pekünlü benzer süreçlerde olduğu gibi, yandaş öğrenci, yandaş idare,
yandaş basın ve yandaş yargı tarafından linç edilmiş ve bir intikam öznesi olarak seçilmiştir. Bunun en önemli kanıtı ceza süresinin ertelenmesine izin vermeyecek biçimde alt sınırdan uzaklaşılarak iki yıldan uzun, iki yıl bir ay olarak kesilmesidir.

Sürecin siyasal bir dava olduğunun bir başka kanıtı ise Türkiye’nin 2011’den bu yana gericilikte aldığı yolda aranmalıdır. Üniversitelerde türban serbestliği söz konusuyken, türbanın kamuya, ortaöğrenime ve yargıya girmeyeceği güvencesi iktidar tarafından veriliyordu. Önce kamuda, sonra orta ve ilköğretimde, şimdi ise yargıda serbestlik tanındı. Gericiliğin bir durağı olmadığını fark ediyoruz. Özel okullara giremeyen
lise çağındaki çocukların imam hatiplere yazdırılması, yaşamın her noktasına
dinsel gerekçelerle müdahale edilmesi, kadınların geçen yüzyılda elde ettikleri sınırlı kazanımların bile çok görülmesi bu gericilik dalgasının yansımaları olarak alınmalıdır.

Gericilik aslında çirkin ve insana düşman bir politikayı örtmek için kullanılıyor.
Ülkenin emperyalizme bağımlı duruma getirilmesinin, emeğin köleleştirilmesinin,
talan ekonomisinin halkımıza kabul ettirilmesinin bir aracı olarak devreye giriyor.

Rennan Pekünlü özgür kalmalıdır.

Bunun yolunu tarif etmek zorunda değiliz.
Bu yolu, siyasal davları bir tuzak olarak hazırlayan AKP iktidarı düşünmelidir.

Bizler, aşağıda imzası bulunan kitle örgütlerinin temsilcileri ve üyeleri olarak;
Rennan Hoca özgürlüğüne kavuşana ve ülkemiz aydınlığa erişene dek
mücadele edeceğimize söz veriyoruz.

 

Akdeniz Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği
Ankara Tabip Odası
Antalya Tabip Odası
Başka Hacettepe Yok Girişimi (İnisiyatifi)
Bursa Barosu
Çukurova Öğretim Elemanları Derneği
Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği
Ege Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği
Eğit-Der
Eğitim-İş
Eğitim-Sen Ankara 5 nolu Şube
Hukukta Sol Tavır
İnönü Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği
İzmir Tabip Odası
Mülkiyeliler Birliği
ODTÜ Mezunları Derneği
Onurumuzu Savunuyoruz Hareketi
Tüm Öğretim Elemanları Derneği – TÜMÖD
Türk Tabipleri Birliği – TTB
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği – TMMOB
Üniversite Konseyleri Derneği
Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği
Van Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği
Yargıçlar ve Savcılar Birliği
Yargıçlar Sendikası
Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği

KüreselleşTİRme ve Halk(ın) Sağlığı / Globalisation & Public Health


Dostlar
,
Sevgili AÜTF Öğrencilerimiz..

Bu dersleri 1990’ların ortalarında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi‘nde ilk kez
biz başlattık.. dersek okurlarımız bizi hoşgörür umarız..

Sağlık Ekonomisi’ni de..

Bu 2 konu artık klasik Halk Sağlığı kitaplarının vazgeçilmez ve kapsamlı bölümlerinden.

Çok sayıda bilimsel kongreye, yayına da konu.

Biz de bu konularda tıpta uzmanlık tezleri, doktora ve yüksek lisans (master) tezleri verdik ilgili öğrencilerimize. Epey de yayın yaptık..

KüreselleşTİRme ve Halk(ın) Sağlığı

Konulu çok geniş kaynakça taramasına dayalı kapsamlı sunuyu sürekli güncellemekteyiz. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem 6’da (son sınıfta) 4 saat süreli bir ders olarak işlemekteyiz. Dönem 1 / 2’de ise daha kısa sunuyoruz.

Bu gün İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ-İHEB‘in 65. yılına girdik.

Ne acı ki, KüreselleşTİRme, günümüzde insan haklarının en büyük düşmanı oldu.

Jurgen Habermas, Noam Chomsky, Susan Geroge, Jacque Chirac,
Server Tanilli, Suna Kili.. 
ve daha pek çok düşünürün, politikacının vurguladığı üzere;

  • Küreselleşme; insanlığın binlerce yıllık uygarlık birikiminin
    en büyük tehdididir!

Oysa İHEB, aradan geçen 65 yılda bu Bildirge yaygın olarak yaşama geçirilmeliydi.
Günümüzün gereksinimlerine yetmemeliydi ve 3. Binyıl güncellemesini yapmalıydık!

Olmadı.. Kendini Küreselleşme adı altında saklayan YENİ EMPERYALİZM,
= KüreselleşTİRme; insan haklarının en başta gelen engeli hatta düşmanı..

Tüm insan hakları emekçilerini Romalı Köle Spartaküs‘ten başlayarak
Hallac-ı Mansur’dan Martin Luther’e ve anti-emperyalist – anti-kapitalist devrimci ve eylem adamı Büyük Atatürk’e.. dek sonsuz bir hürmetle selamlıyor
ve bu mütevazi ders notlarımızı onların saygın anılarına adıyoruz.

  • KüreselleşTİRme ve Halk(ın) Sağlığı..

Yansıları izlemek için erişkeleri (linkleri) tıklamak gerekiyor..
Dosya oylumu >7MB olduğundan 2 parça olarak sunuyoruz..

KuresellesTIRme_ve_Halk(in)_Sagligi-1

KuresellesTIRme_ve_Halk(in)_Sagligi-2

Yansı içeriklerini (pdf sunumunda görülmeyen dipnotları dahil) metin olarak da sunuyoruz..

Kuresellestirme_yansilarinin_metni (18.9.14’teki içeriktir.)

Türkiye’nin ve dünyanın esen geleceği bakmından

KüreselleşTİRme = Yeni Emperyalizm süreçlerinin yaygın insan kitlelerince
çok iyi kavranması ve DİRENİŞİN KÜRESELLEŞTİRİLMESİ kaçınılmaz görünüyor..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 14.11.14 (21:18)

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Soner YALÇIN : “Yeşil devrim” makalesi ve Gıda Güvencesi Sorunu


Soner YALÇIN : “Yeşil devrim” makalesi ve Gıda Güvencesi Sorunu

Dostlar
,

Gerçek bir araştırmacı – gazeteci/yazar olan, Uğur Mumcu’nun izinden giden başarılı insan Soner Yalçın, aşağıdaki yazısını kamuoyu ile paylaştı.

Biz de benzer temaları uzun yıllardır Tıp Fakültesi’nde verdiğimiz derslerde ve makalelerimizde dile getiriyoruz. Sitemizde bu yazılarımızı bulabilisiniz..
Birkaçı aşağıda..

Saltık, A. Gıda Hijyeni ve Tıbbi Atıklar. www.hekimsaltik.com/ppt/ders_004.ppt,
Saltık, A. GDO Yönetmeliği Neden Geri Çekilmeli ya da İptal Edilmeli?
Bilim ve Ütopya, syf. 71-79, Ocak 2010 ve İst. Barosu Dergisi, cilt 84,
sayı 2010/1
Ocak-Şubat, syf. 51-64, 2010.
Saltık, A. Genetiği Değiştirilmiş Gıdalar : Stratejik ve Uluslararası Boyutlar.
Farklı Boyutlarıyla Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar. Ankara Tabip Odası yayını,
Mart 2010, Kitap bölümü, syf. 109-117).
Saltık, A. Genetiği Değiştirilmiş Gıdalar ve Halk Sağlığı. Farklı Boyutlarıyla Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar. Ankara Tabip Odası yayını, Mart 2010, Kitap bölümü,
sf. 33-40).

*****
http://ahmetsaltik.net/2014/10/16/16-ekim-2014-dunya-gida-gunu/ 

http://ahmetsaltik.net/2013/07/27/gida-guvenligi-ve-hijyeni-sorunu-cozulemiyor/

http://ahmetsaltik.net/2013/05/11/turkiyenin-gida-guvenligi-sorunu-ve-tuikin-biktiran-aymazligi/

http://ahmetsaltik.net/2012/12/08/turkiyede-gida-guvenligi-ve-denetimi/

http://ahmetsaltik.net/2012/09/30/ahaber-tv-sofralardaki-gdo-tehlikesi-tarim-ve-gumruk-bakanlari-istifa/

****

144 yansı ile oldukça varsıl bir bilimsel dosya da şöyle :

GIDA GÜVENLİĞİ ve SANİTASYONU
(Gida_Guvenligi_ve_Sanitasyonu)
(AÜTF Halk Sağlığı AbD D5 dersi)

*****

Rahmetli Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI hocamız soruyordu :

  • “Gıda üretimi yeterli, peki niye AÇLIKTAN ÖLÜYORUZ??
    Gerçekte, yeryüzünde üretilen temel gıda maddeleri, gereksinimi karşılayabilecek düzeyde. Somali’de parası olana her tür gıda var (Açlık krizi, 2011) !?
    Buna karşılık her yıl, çoğu çocuk 10/50 milyon kişi açlıktan ölmektedir!
    Sorunların kaynağını; insan gereksinimlerinin karşılanmasının,
    piyasa”nın acımasız güçlerine terkedilmiş olmasında aramak gerekir.”

Soner Yalçın yazısını 13.11.14 günü sürdürecek. Onu da paylaşacağız.

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yetkilileri başta olmak üzere,
ülkeyi yönetenlerin sorunu stratejik önemde görmesi ve gereğini yapması dileğiyle.

Sevgi ve saygıyla.
13.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==================================

“Yeşil devrim”

portesiSoner Yalçın
hsoneryalcin
syalcin@sozcu.com.tr
SÖZCÜ, 12.11.14

Tarım uyanışına ihtiyacımız var.
Bize/insanlığa ve doğaya neler yaptıklarını bilmelisiniz.
1970’li yıllara gidelim…
Vietnam Savaşı yenilgisi ve ardından petrol krizi ABD ekonomisini çıkmaza soktu.
Öbür yanda Üçüncü Dünya Ülkeleri’nde milli uyanışlar başlamıştı.
Kimi bağımsızlığına kavuşuyor kimi toprak reformu gibi istemleri yüksek sesle dile getiriyordu.
ABD’ye göre, 30 ülkede “siyasal endişe” vardı ve bu ülkelerden biri Türkiye idi…
Herkesin kafasında “kapitalizmin kalesi ABD yıkılıyor mu” sorusu vardı.
Dışişleri Bakanı Henry Kissinger başkanlığında toplanan ABD Ulusal Güvenlik Kurulu bir rapor hazırladı: Ulusal Güvenlik Araştırması Raporu 200:

  • Dünya Nüfus Artışının ABD’nin Güvenliği ve Denizaşırı Çıkarlarına Etkisi.

Tarih: 10 Aralık 1974 idi…
Kissinger, 123 sayfalık raporu ABD Başkanı G. Ford’a sundu. Dedi ki:

  • “Petrolü kontrol edersen ulusları,
    yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin!”

BM’nin Roma’da düzenlediği dünya gıda konferansına ülkelerin tarım bakanları katıldı. Yalnızca ABD’nin tarım bakanı Earl Lauer Butz dışında ayrıca
Dışişleri Bakanı Kissinger vardı.

Çünkü Kissinger’a göre, “Tarım, Tarım Bakanlığı’nın ellerine bırakılmayacak ölçüde önemliydi.”

Kissinger tarımı, Amerika’nın petrol politikasıyla birlikte en ön sıraya koydu;
gıda bir silahtı. Toplantıda niyetini hiç gizlemedi:

  • “İnsanların size güvenip dayanmalarının, size bağımlı olmalarının
    ve bu şekilde sizinle işbirliği yapmalarının yolunu arıyorsanız,
    onları gıdaya bağımlı hale getirmek mükemmel bir yöntemdir.”

Rockefeller çömezi

Kimdi bu Kissinger?
Alman Yahudisiydi. Nazilerden kaçıp ABD’ye sığınmıştı. 2. Dünya Savaşı’nda Amerikan Ordusu’nda istihbaratçı olarak görev yaptı. Savaş sonrası askeri istihbarat okullarında ders verdi. 1956’da dünyanın en zengin ailelerinden
Yahudi Rockefeller Ailesi’nin yanında çalıştı. Rockefeller ailesinin önemli adlarından Nancy Maginnes ile evlenerek bağlantılarını güçlendirdi.
Rockefeller Ailesi; petrol şirketi Standart Oil Company’den (Exxon, Mobil ve Chevron), ABD’nin en büyük bankalarından 3 trilyon dolarlık Chase Manhattan Bank’a dek dünyanın en büyük şirketlerin sahibiydi.
Rockefeller tarım sektöründe de güçlü bir yatırımcıydı!
Ve evet gıda artık silahtı!

Amerika küresel politikalarında değişiklik yapıp; günlük ihtiyaç maddelerini bir araç gibi kullanarak, çatışarak giremedikleri ve sömüremedikleri toplumlara barışçı bir hava içinde girecekti.
Kissinger’in hazırladığı o “NSSM 200” başlıklı gizli proje, torun John D. Rockefeller’ın isteğiyle başlatılmıştı.
Ah ne tesadüf!
ABD Başkanı Richard Nixon’ın gizemli Watergate ilişkisi ortaya çıkarıldığında, bazıları bunun Dışişleri Bakanı Kissinger ile Nelson A. Rockefeller’ın bir entrikası olduğunu söyledi. Ve…
Nixon’ın koltuğuna oturan Demokrat Gerald Ford’un ilk yaptığı,
Cumhuriyetçi Nelson Rockefeller’ı yardımcısı olarak almak oldu!
Rockefeller Ailesi, Kissinger ile birlikte tam anlamıyla iktidara egemendi.
Hep yazarım; biri Nobel Ödülü aldı ise ondan mutlaka kuşku duyun!
Kissinger’a 1973’te Nobel Ödülü verildi.
Ve: Rockefeller Ailesi’ni bilmeden tarımın küresel dönüşümü anlamak olanaksızdır

Modern köleleştirme

Tarım yedi bin yıl önce yapılmaya başlandı ve o günden bu güne köylüler her yılın ürününden bir bölümünü ertesi yıla tohumluk ayırırdı. İşte bunun sonuna gelinmişti; tohum -tabii ki- ABD şirketlerinden alınacaktı!
Rockefeller, geleneksel tohum yerine “verimli tohum” aldatmacıyla
“ari tohum ırkı” yarattırdı! İlk Meksika / Sonora bölgesi, bu tek üretimlik F1-hibrit (buğday ve mısır) tohumculuğa açıldı. (Bizim Güneydoğu Anadolu’da da denenecekti; TÖS, DİSK gibi devrimci örgütlerin karşı çıkmasıyla yapılamadı.) Kimyasal gübre ve zirai ilaçlar sayesinde üretim artışı 3 katı oldu!
“Cüce buğdaylar” Pakistan ve Hindistan’a da ihraç edildi; üretim rekoru kırıldı. Bunun üzerine -basının da pompalamasıyla- hibrit tohumlar, kimyasal gübreler ve zirai ilaçlar Türkiye’ye geldi.

Sözde savaşlar bitmişti ama savaş sanayisinin ortaya çıkardığı nitrojen bombası, nitrat gübresi; sinir gazı ise böcek ilacı olarak kullanılıyordu!
Üstelik, üretimi artıracak denen hibrit tohumları, toprağı zamanla öldüren sentetik kimyasal gübreler ve bitki hastalıklarına karşı kullanılan zehirler, yalnızca toprağı değil insanı da hastalandırıyordu.

Sonuçta gıda savaşlarının en önemli adımı atıldı; tohum köylünün elinden alınıp şirketlere verildi. Tabii önce çok ucuz ve sonra pahalı satılarak…
Bunun adı, “modern köleleştirme” idi.
Bitmedi; daha tehlikelisi vardı:
Küresel gıda kontrol süreci, birkaç on yıl sonra “kalıtım devrimi”yle tamamlandı.
Bu amaçla Rockefeller, Harvard Üniversitesi’nde çok az kimsenin farkında olduğu
bir araştırma yürüttü; “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar” (GDO)!

Gıdalara kimyasal bulaştırmaya “Yeşil Devrim” diyorlardı!
(Öncüsü denilen Norman Ernest Borlaug 1970’de Nobel Ödülü aldı.)
Evet tarım, Rockefeller Ailesinin endüstriyel şekillendirmesiyle küreselleşiyordu.
Ve…
Kırma tohumlarla başlayan süreç Amerika’yı, -şirketleri aracılığıyla- dünya tarımının sahibi haline getirdi. ABD’nin küresel imparatorluğunu güçlendirmek için
“Mahşerin Dört Atlısı” devredeydi;

– Monsanto,
– Du Pont,
– Dow Agro Scinces,
– Syngenta!

Pirinç, buğday, mısır, pamuk, soya fasulyesi, sebzeler, meyveler…

Dünya tarımının %90’ı bu firmaların denetimi altına girmiş durumda.
Bu durum dünya çapında tehlikeli bir ekonomik bağımlılığın ve
beslenme sonucu oluşan kanser, alzheimer gibi hastalıkların nedeni.
Evet, tarım uyanışına ihtiyacımız var.
Yarın (13.11.14) devam edeceğiz..

Yılmaz ÖZDİL : ZEYTİN


ZEYTİN

portresi_Yimaz_Ozdil_yazdi

 

Yılmaz Özdil
SÖZCÜ, 12.11.14
Facebook: yozdilsozcu
Twitter: yilmazsozcu
yozdil@sozcu.com.tr

 

En sonda söyleyeceğimi, en başta söyleyeyim. Yeşilliği yalnızca çiğ köftenin yanında marul olarak seven bi milletin, zeytin ağaçlarını keserler kardeşim!
Çünkü, mesele sırf zeytin değildir.
**
Rahmetli annaneniz ovalaya ovalaya tarhana yaparken, amaaan boşver deyip, tarifini bi kenara yazmadınız ve marketten hazır çorba aldınız ya… İşte maalesef
o nedenle GDO’dan kurtulamazsınız. Ne verirlerse, onu yiyeceksiniz. Zahmet edip sütlaç yapmadığınız için, katkı maddeleri belirsiz, mısır şuruplu gofretleri kemiriyor sizin oğlan… Mis gibi ıspanaklı böreğe hamur tutmayı öğrenmediğimiz için, burger bağımlısı oldular, sanırsın bonzai’dir, yemezlerse kriz geçiriyorlar. Ambalajlı ürünü şehirleşme, tahin-pekmezi köylülük, vıcık vıcık yağ fışkıran kremayı modernite zannettiğimiz için, sumo güreşçilerine döndü çocuklarımız… İlkokul çağında merdiven çıkarken tıkanıyorlar. Mutfağımızı abuk sabuk şeyler istila ettiği için, memleket komple kabız… Tonla para verip, meyveli yoğurt saçmalıklarından
medet umacağımıza, zor mudur evde kabak tatlısı yapmak?
*
Akılsızlık… Beyin’den değil, mide’den başlar.
Düzgün yersen kafan çalışır.
*
Saman olmadığı için, inek ithal etmiyoruz mesela…
Et yemediğimiz için, saman ithal ediyoruz.
*
Kendi kendine yeten yedi ülkeden biri’nin kıymetini bilmediğimiz için,
artık kendi kendimize ineklerimizi bile doyuramıyoruz.
*
Bakın…
Birleşmiş Milletler, 2014’ü, yani bu seneyi “Aile Çiftçiliği Yılı” ilan etti.
Nedir bizim aile çiftçiliğimizin hali?
ABD’den buğday ithal ediyoruz, Kanada’dan mercimek, Sudan’dan susam,
Çin’den sarımsak ithal ediyoruz. İtalya’dan bakla, Meksika’dan nohut, Şili’den elma, Almanya’dan vişne, Panama’dan muz, Bulgaristan’dan nar getiriyoruz.
Milli yemeğimiz fasulyeyi İran’dan ithal ediyoruz, marul İspanya’dan,
ıspanak İtalya’dan, kabak Almanya’dan…

Üniversite sınavına giren çocuklarımıza, Allah zihin açıklığı versin diye yutturduğumuz üç adet okunmuş pirinç tanesini, Avustralya’dan ithal ediyoruz. Memlekette inek kalmadı, Uruguay’dan inek getiriyoruz, Yeni Zelanda’dan koyun getiriyoruz, peki niye Arjantin’den bal getiriyoruz, memlekette arı da mı kalmadı? Domatesin tohumunu Fransa’dan İsrail’den, lahananın tohumunu Almanya’dan, karnabaharın tohumunu Hollanda’dan, turşuluk hıyar’ın tohumunu ABD’den alıyoruz. Karnımızı doyurabilmek için, Burkina Faso, Angola, Eritre, Namibya, Zimbabwe, Uganda gibi gelişmiş (!) ülkeler dahil, 103 ülkeden tarım ithalatı yapıyoruz.
*
Çiğ süt, su’dan ucuz. Saman, ekmekten pahalı.
E nihayet sıranın, hiç ithalat yapmadığımız zeytine gelmesi tuhaf mı?
Çocuklarımıza öğrettiğimiz, henüz bebekken ezberlettiğimiz şarkı bile
“baltalar elimizde” uzun ip belimizde “biz gideriz ormana, hey ormana” diyorsa… Ormanımıza termik santral dikmeleri anormal mi?
*
Ya bu kafayı değiştireceğiz…
Ya da salataya sızma linyit gezdirip, kahvaltı ederken kok kömürü yeriz gari!

“EBOLA SALGINI” ve Düşündürdükleri..


“EBOLA SALGINI” ve Düşündürdükleri..

Dostlar,

Türkiye ve Ortadoğu’nun kan ve ateşle yoğrulan gündeminde yoksulluk – yolsuzluk – yasaklar kol gezerken (AKP, 3 Kasım 2002 seçimlerine bu 3 slogan ile girmiş ve başarılı olmuştu!?). Dünyanın başka coğrafyalarında başka başka
ciddi sorunlar yaşanmakta..

Gelir dağılımındaki vahşi eşitsizlik derinleşerek sürüyor; YOKSULLAŞTIRMA..

Çevreye dönük acımasız kapitalist yıkım sürdürülüyor..

Sağlık sorunları da öyle. 5 trilyon Doları aşan muazzam küresel sağlık giderine karşın (yarısı 320 milyonluk ABD’de, kalanı 7 milyarlık Dünyada!),
küresel sağlık düzeyi göstergeleri “Sağlık Durumu mu / Hastalık durumu mu?” (Disease status or health status?) sorusunu sorduracak nitelikte (DSÖ uzmanları Prof. Beaglhole ve Prof. Bonita; Public Health at the Crossroad-2004 adlı kitapları).

Bu bağlamda, yukarıdaki başlığı taşıyan bir makale yazdık. Sn. Hulki Cevizoğlu‘nun yayımlamakta olduğu Popüler Bilim adlı aylık dergisinin son sayısında yer aldı.
Bu yazımızı sitemizden de paylaşmak istiyoruz.. Şöyle başlıyoruz :

Ebola_haritasi_2014

 

 

 

 

 

 

*****

“EBOLA SALGINI” ve Düşündürdükleri..

Giriş…

Ebola virüs hastalığı (EVH), Ebola virüsünün neden olduğu kanamalı bir hastalıktır. Virüs ilk olarak 1976’da Sudan ve Kongo’daki salgınlarda saptanmış ve Kongo’daki bir ırmağın adından esinle “Ebola” adı verilmiştir. Virüs yarasalardan geçiyor, önce deride küçük zedelenmeler (lezyonlar) gelişiyor, sonra lenf düğümlerine, karaciğere ve dalağa yayılıyor.

Hastalık yüksek ateş, şiddetli halsizlik, kas ağrısı, baş ağrısı, boğaz ağrısı yakınmaları ile başlıyor. Ardından bulantı, kusma, döküntü geliyor. Daha sonra böbrek ve karaciğer işlevleri bozuluyor ve kanamalar (iç ve dış) başlıyor.
Eğer hastalar klinik belirtilerin ortaya çıkışını izleyen 14. gününü geçirmiş ise sağkalım şansı daha yüksektir. Hastalarda görülen yaygın kanama, ödem ve şoka neden olmaktadır. Virüs, hastanın bağışık sisteminden kendisini saklayabilmektedir.
Ebola virüsü insanlara hasta hayvanların organ, doku, kan, salgıları ile yakın değinmeyle bulaşır.

***************

Devamla                 ; 

Salgından korunmak için halkımızın genel sağlık düzeyinin yükseltilerek bağışık direncinin artırılması gerekir ama bu hemen sonuç alınacak bir eylem – makro hedef değildir. Halktan yana ulusal beslenme – gelir – tarım – gıda – eğitim .. önlemlerini bir bütün olarak uygulamayı gerektirir.

Bunun için de hükümetlerin küresel piyasaların güdümünden mutlaka sıyrılarak değindiğimiz alanlarda SOSYAL POLİTİKALAR izlemekten başka seçenekleri yoktur.

(Ebola virüsü hızla yayılıyor!, http://ahmetsaltik.net/2014/09/16/ebola-virusu-hizla-yayiliyor/)

Yineleyelim     :

  • Ebola salgınını tetikleyen nedenler olarak tartışma gündeminde olanlar çoğunlukla biyolojik değil; ekolojik ve ekonomik-sosyal-siyasal-kültürel nedenlerdir.
  • Ebola salgını; sağlığın ekolojik, siyasal, sosyal ve kültürel boyutunu
    ortaya koyan bir salgın olarak da adlandırılabilir.
    (Ebola Virüs Hastalığı, Dr. Duygu Öcal, AÜTF Halk Sağlığı AbD Semineri, 15.9.2014)

***************

Ve şöyle bağlıyoruz :

Bağlarken…

Hastalığın başlangıç belirtileri özgül olmadığınan, erken tanı her zaman kolay ve olanaklı olmuyor.
Bu yüzden sağlık çalışanlarının bütün hastalar için olması gerektiği gibi standart uygun korunma önlemlerini almaları önemsenmelidir. Bunlar temel el hijyeni, solunum yolu hijyeni için koruyucu donanım (uygun maske) kullanımı güvenli enjeksiyon uygulamaları ve güvenli gömme (defin) uygulamalarıdır. Hastalar ile
bir metreden daha yakın değinmelerde yüzü koruyucu maske, uzun kollu önlük ve eldiven giyilmelidir.

4 Eylül 2014’te ilk aşı denemesi 39 yaşında bir kadın hastada yapılmıştır.
Bu aşı önce yalnızca maymunlarda denenmiştir. Sonucu henüz bilmiyoruz..
(Ebola Virüs Hastalığı, Dr. Duygu Öcal, AÜTF Halk Sağlığı AbD Semineri, 15.9.2014)

Ebola enfeksiyonu için etkili sağaltım ve aşı olmadığından, hastalığı ve ölümleri azaltmak için tek yol toplumu risk etmenleri ve koruyucu önlemler hakkında eğitmektir. Ayrıca metinde sıklıkla yer verdiğimiz kişi ve toplum sağlığını koruyup geliştirecek tıbbi, sosyal, ekonomik, kültürel önlemlerin bütüncül bir politika çerçevesinde sürekli olarak yürütümüdür.

***********

Bu makalenin tümünü okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

EBOLA_SALGINI_ve_Dusundurdukleri_POPULER_BILIM_icin_22.10.14

 

Sevgi ve saygıyla.
09.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

 

 

 

Prof. Dr. Hakkı Keskin : Vicdansızlar!


Vicdansızlar!

Prof. Dr. Hakkı Keskin
Siyasal Bilimci, Almanya, 31.10.2014

     Bugünlerde Ermenek kömür ocağında 18 işçinin mahsur kaldıklarını ve
büyük bir olasılıkla yaşamlarını yitirecek olmalarını büyük bir üzüntü ve öfkeyle yaşıyoruz, izliyoruz. Ermenek maden ocağında bu felaketin geleceğini
açıkça gösteren durum ve uzmanlarca yapılan uyarılar dikkate alınmamıştır.

Ermenek acısının yanı sıra, Isparta’da mevsimlik işçileri taşıyan ve 27 kişi kapasiteli olduğu halde 45 kişinin bindirildiği midibüs kazasında 18 insanımız
can verdi.

  • Türkiye iş kazalarında ve işçi ölümlerinde büyük farkla Avrupa birincisi ve Dünya üçüncüsü. 

Her gün 172 iş kazasında, 4 işçi ölüyor ve 6 işçi sürekli çalışamaz oluyor.
2013 yılında 1235; 2014 yılının ilk sekiz ayında 1270 işçi yaşamını yitirdi.

  • Türkiye`de maden iş kazaları ABD’nin 360 katı!

İş kazalarının %98’i gerekli önlemler alınırsa önlenebilir kazalar.
Yaşanan sayısız iş kazaları gösteriyor ki;

  • AKP Hükümeti için kâr ve rant insan yaşamından çok önde geliyor.
    Sorumlu bakanlar utanmadan hala istifa etmiyorlar.

Soma – Ermenek  Faciaları ve Vicdan

Soma kömür maden ocağında 301 ve belki de çok daha fazla insan yaşamını yitirdi. Bunun iş kazası olmadığı, başta sorumlu bakanlar, hükümet ve tabii ki özel şirket tarafından alınması gereken en asgari önlemler alınmadığından, bu büyük facia
vicdanı olan herkesi sonsuz bir acıya ve yasa boğdu.

Vicdan kişinin kendi davranışları ve yaptıkları hakkında kendi ahlak değerleri üzerine yargılama, değerlendirme yapmasını sağlayan, insanlardaki özel bir merkezdir.
Bir iç mahkemesidir. İnsanlarda uyulması ve olması beklenen kurallar, sorumluluk duygusu, utanma ve suçluluk makamıdır. Vicdan insanların doğruyu ve yanlışı,
iyiyi ve kötüyü, haklıyı ve haksızı bulmayı ve fark etmeyi sağlayan kompasıdır.
İnsan olmanın en ayırt edici ve en belirgin özelliğidir vicdan.

Soma maden ocağındaki büyük acımızın örneğiyle, sorumluların insan yaşamına gösterilen kaygısızlığı ve vicdansızlığı irdelemek isterim.

Can alıcı tehlikeleri ayrıntılarıyla önceden ortaya koyan Cumhurbaşkanlığı Yüksek Denetleme Kurulu Soma Raporunu siyasal sorumlular dikkate almamıştır. CHP`nin TBMM de bu maden ocağındaki son derece tehlikeli durumun araştırılmasını isteyen ve öbür muhalefet partilerinin de desteklediği komisyonun kurulmasını, AKP milletvekilleri oylarıyla reddetmiş ve Soma maden ocağında her şeyin “iyi“ olduğunu imzalarıyla belirtmiştirler.

Avrupa Birliği istediği halde, İş kazalarını da içeren 9 no’lu Genel Sosyal Politika ve İstihdam Faslı`nın açılmasına AKP hükümeti yanaşmamıştır. ILO’nun (Uluslararası Çalışma Örgütü) İş güvenliği ve Çalışma standartlarına hükümet uymamayı sürdürmektedir.

Çalışanların haklarının korunmasında en önemli destek olan sendikalaşmayı yeni düzenlemelerle AKP hükümeti engellemiştir. Daha çok üretimi ve kârı çalışanların yaşamından daha önde tutarak devletin elindeki maden ocaklarını özelleştiren, kiralayan ve hatta taşeron firmalara verilmesine onay veren AKP hükümeti,

Soma`da olduğu gibi, Ermenek‘te ve çoğu maden ocağında her türlü riskleri en aza indiren, kaçış yollarını, yaşam odalarını, günümüzün standartlarına uygun gaz maskelerini ve işleyen sensörleri zorunlu kılmayan ve bunu denetlemeyen bir hükümet görevdedir. Gerekli denetimler özerk uzmanlara yaptırılmadığı ve tüm uyarılara karşın gerekli önlemler alınmadığından, öngörülebilir tehlike ve riskler giderilmemekte ve
iş kazalarında büyük farkla Türkiye`yi Avrupa birincisi ve Dünya üçüncüsü konumuna getirmiştir.

Bu büyük felaket nedeniyle taziye amaçlı Soma`ya giden Başbakan`ın ve Başbakanlık Müşavirinin, evlatlarını, kardeşlerini, babalarını yitiren kişilerin gösterdikleri serzenişe tokat ve tekme ile yanıt verilmiştir. Öngörülebilir bu felaketi önleme önlemleri almayan, bu nedenle de Türkiye Cumhuriyet tarihinin en büyük maden katliamını yaşamasına neden olan, demokratik haklarını kullanarak kınamak amacıyla yapılan gösteriler,
yine polisin baskısıyla engellenmiş, yaralananlar ve ölenler olmuştur.

En ağır ve en tehlikeli iş alanına giren maden ocaklarında çalıştırdıkları işçilere ortalama 1500 TL gibi gülünç bir ücret veren ve bu emekçileri en ilkel ve her türlü
riskli koşulları altında çalıştıran ve sömüren işverenlerin ve bu durumu yasal düzenlemelerle onaylayanların, nasıl bir vicdana sahip olduklarını ve hatta vicdana sahip olup olmadıklarını, çok iyi düşünmemiz ve sorgulamamız gerektiği inancındayım.

Faruk Çelik ve Taner Yıldız’ın, Soma, Ermenek ve daha birçok felaketin siyasi sorumluları olarak, yetkili bürokratları derhal görevlerinden uzaklaştırmaları ve kendilerinin de sorumluluğu üstlenerek istifa etmeleri gerekir. Gerçek demokratik ülkelerde uygulama budur. Vicdanı kendi yanlışını görebilmeyi sağlayan, sorumluluk ve suçluluk duygusuna sahip olan, daha da doğrusu vicdan sahibi olan herkesin yapması gereken bu olurdu, olmalıydı da. Ne var ki Türkiye`de siyasal ahlak, bu denli büyük felaketlerin sorumlularını bile sorgulama ve yargılama yeteneğinden oldukça uzaklaşmış bulunuyor.

301 ve hatta daha çok insanın hunharca ölümüne neden olan Soma ve Ermenek kömür ocağı firma sahibi ve yetkililerinin, bu suçlarının hesabını en ağır biçimde
yargı önünde vermeleri gerekmektedir. Aksi halde bu felaketlerden gereken dersin çıkartılması olanaklı olamayacaktır.

Kuşkusuz, çok ivedi olarak bu felaketlerin nedenleri ve sorumluları tüm ayrıntılarıyla Meclis araştırma komisyonu tarafından ortaya çıkartılmalı ve zaman yitirmeksizin
yeni yasal düzenlemelerle Türkiye`de maden işletmeciliği Batı Avrupa ülkelerinin standartlarına kavuşturulmalıdır!

Bu büyük acılardan alınması gereken ders, Batı Avrupa ülkelerinde iş kazalarının
en aza çekilebilmesi için alınan tüm önlemlerin aynen ve sıkı sıkıya Türkiye`de de
ivedi olarak yasal düzenlemelerle uygulanmasıdır. Maden ocaklarının özel firmalara kiralanması ve taşeron firmalara devredilme politikasından ivedi olarak vazgeçilmelidir.

OKURYAZARLIK ÇALIŞTAYI..


OKURYAZARLIK ÇALIŞTAYI..

OKURYAZARLIK_CALISTAYI_17.10.14

Okuryazarlik_Calistayi_Izlence

Çalıştaya başarı diliyor, emek verenlere, vereceklere teşekkür ediyoruz..

OKURYAZARLIK” kavramına ilişkin bizim dillendirdiğimiz 2 kavram oldu
akademik yaşamımızda.. 90’lar öncesinde “BİLGİSAYAR OKURYAZARLIĞI” sorunu ile yüzleştik.. 1986’da ABD’deki çalışmlarımızda bu dünyayla tanışmıştık.
Commodore 64 – 128 eldeki kişisel bilgisayarlardı ve yetenekleri çok sınırlıydı..
Yurda dönüşümüzde Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesinde ilk masaüstü (desktop) kişisel bilgisayarı cebimizden ödeyerek satın almış ve fakültede eğitime sunmuştuk.
Lisans ve lisansüstü (Sağlık Bilimleri Enstitüsü) düzeyde dersler açmıştık :
“Tıp ve Sağlık Bilimlerinde Bilgisayar Kullanımı”..
Fakülte yönetimini bir bilgisayar laboratuvarı kurmaya zorlamış ve 20 pc’den oluşan laboratuvarda adını andığımız dersleri üstlenmiştik.
Daha sonra Edirne Tabip Odası bünyesinde aynı laboratuvarı kullanarak kurslar açmış (Dr. Serbülent Orhaner ve Dr. Ahmet Yılmaz ile birlikte), sınırlı maddi girdileri
Tabip Odası Lokalinin inşaat bütçesine aktarmıştık (1/4 maliyeti karşılamıştık..)
Sonrasında masaüstü pc’ler (kişisel bilgisayarlar) ve dolayısıyla
“bilgisayar okuryazarlığı” sevinerek izledik ki, hızla ve çooook yaygınlaştı.
Sonra dizüstüler, tablet bilgisayarlar ve cep telefonlarında uygulamalar geldi..

****

2. olarak “Makale okuryazarlığı” kavramını dildndirdik..
Öretim üyeliği görevimizde, genç akademisyen adaylarının böylesi bir sorunu olduğunu gözledik. Sorun salt yabancı dil bağlamında değildi.
Türkçe makalelerde de benzer sorun yaşanıyordu.
Lisans ve lisansütü derslerimizde bu konuyu uygulamalı olarak işledik yıllarca.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde geçtikten sonra da (Mayıs 2004) benzer çabamız sürdü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde “Tıp ve Sağlık Bilimlerinde Bilimsel Araştırma Metodolojisi” dersleri kapsamında bu konuyu işledik. Tıp Fakültesinde de (6. sınıfta).

*****
Şimdilerde “okuryazarlık” çok daha geniş ve farklı boyutlar kazanmış durumda..
Dünyayı, yaşamı kavrayabilmek, neler olup bittiğini görebilmek..
Medyanın dezenformasyon – propaganda tuzaklarına düşmemek..
Sermaye güdümünde Postmodern Bilimin bilim adına servis ettikleri
bilgi kirliliğinden korunabilmek.. Makale üretebilmek..
(Lütfen “Postmodern Bilim (!) Karabasanı : Nasıl Başetmeli ?
başlıklı makalemize – ODTÜ bildirimize bakar mısınız??
http://ahmetsaltik.net/2012/05/03/postmodern-bilim-karabasani-nasil-basetmeli/)

Küresel kapitalist düzenin oyuncağı olmamak için YAŞAMI OKUYABİLMEK..
Günümüzde okuryazarlık, artık böylesi geniş ve yaşamsal bir kapsama erişmiştir.
Yaşamı sorgulayabilmek; neden – niçin – nasıl .. sorularını sorabilmek;
eleştirel – sorgulayan akla erişmek; bilimsel akılcılığı yaşamın rehberi kılmak..
Büyük ATATÜRK‘ün neredeyse 80 yıl önce vurguladığı ilkeyi yaşama geçirmek..
“Çağının okuryazarı” olabilmek için
aklı ve bilimi yaşamda en gerçek yol gösterici edinebilmek..
Sorun budur.. Yakıcıdır, insanımızı mutlaka çağcıl anlamda OKURYAZAR kılmak zorundayız. Tersi durumda, yeterince okuryazar kılın(a)mayan milyonlarca yığınlar
oy sandıklarında belirleyici olacak ve biz “okuryazarlar” bu sonuçlara katlanacağız!?

Sevgi ve saygı ile.
13.10.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

16 Ekim 2014 Dünya Gıda Günü


16 Ekim 2014 Dünya Gıda Günü

Dostlar,

Bu gün Dünya Gıda Günü..

Çok bir anlam taşlıyor mu bilemiyoruz..

2002’de bir BM konferansında FAO Başkanı haykırıyordu :

  • AÇLIK; sosyal ve siyasal gerilim yaratır. Uluslararası istikrar ve barışa tehdittir! Açlıkla mücadele ediniz!” (FAO Genel Müdürü Jacques Diouf;
    IFAD, Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu; WFP, Dünya Gıda Programı 
    BM Konferansı , 19.03.02 / Monterrey, Kanada)

ERADICATE EXTREME POVERTY AND HUNGER

Görüldüğü gibi ağır yoksulluğun ve AÇLIĞIN kökünü kazımak,
3. Binyıl Kalkınma Hedefleri (MDG- Millenium Developmental Goals) içinde
8 hedeften 1 numara olanı.

Ancak aradan geçen 13 yılda bu hedeflere yaklaşmak şöyle dursun,
giderek uzaklaşıyoruz.

Bu KABUL EDİLEMEZ sapmadan başlıca sorumlu olan; elbette
KÜRESELLEŞME = YENİ EMPERYALİZMİN dayattığı vahşi kapitalizm ve piyasacılık, sosyal devletin tasfiye edilmesi, esnek istihdam ve iş güvencesizliği,
emeğin örgütsüzleştirilmesi, gelir dağılımının iyice bozulması ve ..
YOKSULLUĞUN – YOKSULLAŞTIRMANIN yatay ve dikey boyutlarda büyümesi..

Aşırı, gereksiz ve dengesiz hızlı nüfus artışı da başlıca etmenlerden..
Her yıl 80 milyonluk bir kitle (Türkiye nüfusunca!) hiç ama hiç gerekmezken,
tehlikeli biçimde dünya nüfusuna ekleniyor..

  • ARTIK HER AİLEYE 1 ÇOCUK KAÇINILMAZ OLDU!

Günümüzde kabaca her 7 insandan 1’i (yaklaşık 1 milyar kişi!) -haydi AÇ demeyelim- yeterli ve dengeli beslenemiyor.. Bunların 300 milyonu çocuk.

Bu muazzam “AÇ” kitle, yıllık her 5 ölümden 1’inin de kaynağı.

Öte yandan 1 milyar da şişman (obes) dünyalı var..

Etti mi 2 milyarlık devasa bir yük..

Toplam nüfus da yaklaşık 7,25 milyar..
Muazzam bir sosyo – ekonomik yük; benzetmek uygunsa bi-polar bozukluk..
Ama Küreselleşen kapitalizm rantının peşinde..
3-4 onyıl önce hızlanan “fast food” kültürü bu süreçte çoook kazandı.
İnsanlar şişmanladı.. (başka nedenlerle de).. şimdi de obesite tıbbı – cerrahisi ile kazanıyor..

Win win bu olsa gerek.
Kapitalistler her durumda kazanıyor..

Nasıl başetmeli?

Bizim de geçmişte Halk Sağlığı / Toplum Hekimliği Dalında Tıpta Uzmanlık eğitimi aldığımız Hacettepe Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD’nın çalışkan – üretken akademisyenleri böylesi günleri değerlendirerek bir kamuoyu farkındalığı yaratma, kitlelere sağlık eğitimi verme fırsatını kullanma amaçlı metinler üretiyor ve
web sitelerinde yayımlıyorlar, ilgili sanal ortamlarda paylaşıyorlar..
Kendilerine (başta genç Prof. Dilek Aslan olmak üzere) teşekkür borçluyuz.

Bu gün yayımlanan metin aşağıda.. Lütfen tıklayarak okur musunuz??

16.10.14_Dunya_Gida_Gunu

HALK SAĞLIĞI Dalında Uzman bir hekim olarak elbette biz de benzer çabalar içindeyiz.
Geçmişte (1980 ortaları), Gıda ve Su Analizleri yapan bir Bölge Halk Sağlığı Laboratuvarı’nın Müdürlüğünü üstlendik. O dönemde Sağlık Bakanlığı sorumlu idi
bu işlevden. 2010’dan bu yana (5996 sayılı yasa ile) Gıda işleri Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına devredildi. Su ise hala Sağlık Bakanlığında (5996 sayılı yasa md.27).

Çalıştığımız Üniversitelerde Gıda – Beslenme… konularının eğitimini üstlendik,
bilimsel araştırmalarımız oldu.. Halen AÜTF (Ankara Üniv. Tıp Fak.) Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda da bu dersleri yıllardır üstlenmiş durumdayız.

Dönem V’te verdiğimiz bu dersleri sürekli güncelleyerek öğrencilerimizin – ilgilenenlerin bilgisine sunuyoruz. Son biçimiyle bir kez de bu dosya aracılığıyla paylaşalım…
140 yansıdan oluşan oldukça kapsamlı – varsıl, emekli bir bilimsel dosya..

  • “GIDA GÜVENLİĞİ ve SANİTASYONU”.. başlıklı.

İncelemek için lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız??
Bu emekli dosyanın paylaşılması, önerilmesi, dağıtılması dileğimizdir.

Gida_Guvenligi_ve_Sanitasyonu

Yeterli ve dengeli beslenme bir temel insanlık hakkıdır (İHEB md. 25)
ve yer yüzünde tek 1 insan bile bu haktan yoksun bırakılmalıdır..

Hemen BU GÜN!

Sevgi ve saygı ile.
16 Ekim 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

13 EKİM – BİRLEŞMİŞ MİLLETLER DÜNYA AFET RİSKLERİNİN AZALTILMASI GÜNÜ

Dostlar,

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı adına
Dr. Özge Yavuz Sarı ve Prof. Dr. Hakan Altıntaş tarafından

  • 13 EKİM – BİRLEŞMİŞ MİLLETLER DÜNYA AFET RİSKLERİNİN AZALTILMASI GÜNÜ

nedeniyle hazırlanmış olan bilgi dökümanı aşağıdaki bağlantılarda..

Afet_Risklerinin_Azaltilmasi_Gunu_13Ekim2014.

İlgilenenler için saygılarımızla (Prof. Dr. Dilek Aslan gönderisi)

Ayrıca lütfen bakınız;

  • TÜRKİYE’NİN AFET RİSK YÖNETİMİ 17. YUVARLAK MASA TOPLANTISI..
    9 OCAK 2015, ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi
  • Erişkesi -linki : ODTU_17.YMT DUYURUSU
    ODTÜ’den TÜRKİYE’NİN AFET RİSK YÖNETİMİ
    17. YUVARLAK MASA TOPLANTISI..