Kategori arşivi: Hekim Saltık

ULUSAL İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ POLİTİKA BELGESİ – II ve 3 Üzerinde Düşünceler..


ULUSAL İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ  POLİTİKA BELGESİ – II  ve 3
Üzerinde Düşünceler..

Dostlar,

Aşağıda bir belge sunuyoruz..  

T.C.
ULUSAL İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ
POLİTİKA BELGESİ – II
(2009 – 2013)

Bir yazımızı bu bağlamda anımsatmak istiyoruz :

İŞ CİNAYETLERİNE TÜRKİYE’de KURBAN VERDİĞİMİZ
ONBİNLERCE EMEKÇİ ADINA BİR PULSUZ DİLEKÇE – REÇETE
http://ahmetsaltik.net/2014/05/23/is-cinayetlerine-kurban-verdigimiz-onbinlerce-emekci-adina-bir-pulsuz-dilekce/

Bir de acı sayıları içeren görselimiz olacak :

Slide14

“TTB : İşyeri cinayetleri ve meslek hastalıkları bu düzenlemelerle önlenemez!” 

  • başlıklı bir yazımzı 29.12.2014 günü sitemizde sizlerle paylaşmıştık.
    (http://ahmetsaltik.net/2014/12/29/ttb-isyeri-cinayetleri-ve-meslek-hastaliklari-bu-duzenlemelerle-onlenemez/)TTB (Türk Tabipleri Birliği) uzmanlarının olumsuz yargısı, yukarıda adı geçen
    İş Sağlığı ve Güvenliği Politika Belgesi ve Eylem Planı – 3 için idi.. (2014-2018 dönemi..)2009 – 13 arası 5 yıllık 2. İSG Planı döneminde yıllık işçi cinayetleri
    (yukarıdaki görselde de görüldüğü üzere) şöyle :

    2009 : 1171 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi!
    2010 : 1454 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi!
    2011 : 1710 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi!
    2012 :  878 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi!
    2013 : 1886 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi!
    5 yıl toplamı : 7099 emekçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi!

    Bu arada, İstanbul müftülüğü bir hutbe yayımladı camilerde okunmak üzere :

    “İŞ GÜVENLİĞİNDE AŞIRILIK ALLAH’a GÜVENİ SARSAR”
    (AYDINLIK Gazetesi, 27.12.14)

    *****

    Bu hazin tabloyu, halkımızın ve de özellikle
    AKP’ye oy veren milyonlarca yurttaşımızın vicdanına sunmak isteriz..

  • Türkiye, ölümlü iş cinayetlerinde Dünyada 3., Avrupa’da 1. sırada..Sözümüz ona “alınan t
    üm önlemlere karşın”!? Hangi önlemler? Örneğin ABD (NIOSH) ve AB’de (OSHA) olduğu üzere Özerk Ulusal İşçi Sağlığı Güvenliği Kurumukurdunuz mu? Niçin kurmuyorsunuz?

    Ve Başbakan iken Bay RTE, Zongudak Karadon’da 30 emekçi, Soma’da (13 Mayıs 2014)
    301 emekçi göz göre göre işçi cinayetlerine kurban verildikleri – edildikleri halde,
    Ölüm bu mesleğin fıtratında var.. diyebilmişti. Aşağıdakileri yazmıştık birçok yerde..

    • Başbakan Erdoğan, 30 emekçiyi yutan Karadon (17 Mayıs 2010) grizu faciasında
      «Bu mesleğin kaderinde ölüm var..» demişti. Oysa TEPAV (TOBB’un Türkiye Politik ve Ekonomik Araştırmalar Vakfı) bilimsel raporları başlıca;
      işletmede üretim plan ve projesinin olmadığını,
      – havalandırmanın yetersiz olduğunu…
      – …………. kanıtladı.

      • Dönemin Çalışma Bakanı Prof. Ömer Dinçer hiç sıkılmadan «Güzel öldüler» (!!?) diyerek hepimizi utanca boğdu. Dönemin Çalışma Bakanı Prof. Ömer bey,
        grizu patlamasında yerin yüzlerce metre altında feci biçimde ölümün “güzel ölüm olduğu saçmalaması için çok mu düşündü acaba??
    • Bu işçi cinayetlerinin asıl sorumlusu, akıl ve bilim dışı çağ dışı siyasal anlayıştır.
      13 yıldır iktidarda olan bu gerici ve emek düşmanı anlayış, gerekli denetimleri yapmayıp sermayenin isteklerine boyun eğmektedir. Asıl katil olan bu siyasettir.
      AKP hükümeti istifa etmeli, TBMM olaya el koymalıdır..Bırakalım AKP hükümetini, Çalışma ve SG Bakanı Faruk Çelik ile
      Enerji Bakanı Taner Yıldız istifa ettiler mi?TBMM olaya el koydu mu,
      yoksa “Soma faciası geliyorrr..!” diye feryat eden Manisa CHP Milletvekili dostumuz
      Ecz. Özgür Özel
      ‘in TBMM soruşturma önergesini 6 ay bekletip (Ekim 2013 – Nisan 2014) red mi etti? Ve 2 hafta sonra Soma faciası gös göre göre gelmedi mi?

      Geçelim; Çalışma ve SG Bakanı Faruk Çelik, Soma soruşturmasında Savcıların
      Bakanlık iş denetçilerinin bilgisine başvurmalarına – ifadelerini almalarına izin vermedi!
      Niçin acaba? Denetçiler, üzerlerindeki politik baskıyı itiraf etmek zorunda mı kalacaklardı suç üstlerine yıkılacakken??

Bir de, Tuzla’da emekçi cinayetleri ülkeyi bunaltırken Başbakan RTE Tuzla’da işverenlerle
bir toplantıya zoraki katılmış, tersane işçilerinin sendikası LİM-TER İŞ  temsilcisini
salona almamıştı! Niçin ?? Bunu da kaydetmek gerek.

Bay RTE; Soma faciasını, 1850’lerde İngiltere’de yaşanan bir maden kazasını örnek göstererek normalmiş gibi kamuoyuna yutturmak bile istemişti!??

*****

İş Sağlığı ve Güvenliği Politika Belgesi ve Eylem Planı – 3 (2014 – 2018);
hayırlı sonuçlara vesile olur inşaallah ve önceki Plandan daha az emekçi ölümüne neden olarak AKP hükümetinin – İstanbul Müftüsü muhterem hocamızın yüzünü ak eder!

*****

Acı ironi bir yana; asgari ücretli emekçi kardeşlerimiz ve aileleri, saygın Ulusumuz;

  • Türkiye’nin yüreğini kanatan iş cinayetlerinin (siz hala İŞ KAZASI mı diyorsunuz yoksa?!) ana sorumlusu siyasal iktidardır. Bu iktidardan kurtulmadıkça sana yaşam hakkı yoktur!

Çözüm önerilerini de görmek üzere lütfen, bu sitede 2 ayrı dosya olarak yayımladığımız

DÜNYA’da veTÜRKİYE’de İŞÇİ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Sorunu ve Çözümler

başlıklı kapsamlı bilimsel sunumu dikkatle inceler misiniz?

  • Türkiye ve Dünyada İşçi Sağlığı ve Güvenliği / Occupational Health & Safety;
    in Turkey and in The World
    (http://ahmetsaltik.net/2014/11/23/turkiye-ve-dunyada-isci-sagligi-ve-guvenligi/)

Sevgi ve saygı ile.
03.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Tuzla Tersanesinde 136. Ölüm!


136. ÖLÜ !!

http://ulusunsesi.com/haber_detay.asp?id=1854&uyeid=157, 19.08.2010

Orda ekmek yemenin ve kazanmanın sermayesi ÖLÜM!
Başbakanın (AS: R. T. Erdoğan‘ın) öğretmesine gerek yok! 

Bol yağmurlu bir İstanbul günü. Sanki Ekvator’da ani bastıran bir yağmur altındayız.
Bardaktan boşalırcasına yağıyor yağmur.

Tuzla’da tersanedeyim
.

Çalıştığım gemi bakım için tersanede. Yağmurdan kaçan işçiler küpeşte altına kaçışıyorlar güverteden. İklimlerin değişikliklerinden başlayıp şu anda kaç evin su baskınına uğrayacağına dek kestirimler yapıp söyleşiyoruz.

Birisi aniden ötemizdeki tersanede bir işçinin az önce öldüğünü sıradan, alışagelmiş halde ayrıntılarıyla anlatıyor. Susarak dinliyoruz. Sanki oksijen tüpü bitmiş ya da yanlış kaynak yapılan saç tekrar kesilip kaynatılacak gibi sıradan bir ifadeyle dinliyoruz.
Sıradan bir şey olmuşçasına yani…

Mesai bitiminde gemi kaptanıyla uzayan saçlarımızı kestirmek için berber arıyoruz Tuzla’da.
Bir caminin altındaki berber dükkanına giriyoruz. Sıra beklerken çaylarımızı yudumluyoruz. Avluya bir tabut giriyor. Ardındaki 20 kadar insanla musallaya konuldu. Her gün aynı işi yapıyormuşçasına dualarını yapıp kenara çekildiler. Hani olur ya tabut üzerinde simli ayetler bezemeler, işte bunda yoktu, yalnızca yeşil örtü var üzerinde.
Tersanede ölen işçiymiş. Memleketine götürecekler, otobüs bekliyorlarmış.

4-5 kadın geldi cami kapısına.. Birisi oldukça çökmüş, halinden belli karısı merhumun.
O kadar sessiz ve yorgun ki, komşuları zorla ayakta tutuyor. Sandalye yetiştirdik.
İki de bebe var yanında. Birisi 12 yaşlarında bir kız, öbürü 7 yaşlarında bir oğlan.
Suskun ve ilgiyle izliyorlar çevreyi. Arkasında bir yığın borç bırakıp, 35 yaşında ölen babalarını izliyorlar sade tabutunda.

Anne sessizce ağlaşıyor. Sonsuz bir asalet var suskunluklarında hatta ağlamalarında bile.

Otobüs yaklaşıyor cami avlusunun önüne.
Alelacele koyuyorlar bagajına tabutu ve memleketine yola koyuluyorlar.

Ölüm herkese acıdır. Varsıl, yoksuş dinlemez. Yakar geçer. Hele de zamansızsa ölüm,
hepten acıyı koyar yüreklere. Bu garipler neden dövünmez öbürrleri gibi acep ?
O denli sıradan karşılanır mı ölüm ?
Yitip giden koca, baba, arkadaş, yoldaş.. buna karşın nasıl tepkisiz kalabiliyorlar ?

Orda (AS: Tuzla tersanelerinde!) ekmek yemenin ve  kazanmanın sermayesi ÖLÜM!
Başbakanın (AS: RT Erdoğan) öğretmesine  gerek yok.
Tersane işçisi yaşayarak öğrenmiş meslek gereği ölündüğünü.
Hatta karısı kızı oğlu bile öğrenmişler eve ekmek girmesinin bedelini.
Evin geçimi için, babalarının her an ölebilme olasılığı olan işte çalıştıklarını biliyorlar.

İki maliyeciyle ya da SSK denetçisiyle koca holdinglere taklalar attıran AKP iktidarı,
nedense Tuzla tersanelerine pek dokunmuyor.
Nerede SSK, Çalışma Bakanlığı, AB ölçütlerine göre yasalar çıkartıp uygulayacak kurumlar,
NGO’lar?

Kedi köpek için bile gösteri yapabilenler, çevreciler bilcümle hümanist takılan zerzavat takımı,
haydi ortaya çıksanıza.

Yaşamını ailesinin geçimi için sermaye yapabilen namuslu, yiğit bütün emekçilere
ve onların onurlu, başı dik ailelerine selam olsun.

Haaaaa, merhum kimdi diye soracak olursanız; Tuzla tersanelerinde ölen 136. işçiydi !

Adını sormayın, daha çok var onlardan…

====================================

Dostlar,

Ekleyecek söz var mı??

Sevgi ve saygı ile.
02.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

2014’te 1886 işçi iş cinayetleriyle yaşamını yitirdi!


İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin raporuna göre,

2014’te 1886 işçi iş cinayetleriyle yaşamını yitirdi!

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi‘nin raporuna göre, 2014 yılında iş cinayetlerinde en az
1886 işçi can verdi. Raporda,  Mayıs ayında 427 işçi, Ekim ayında 171 işçi ve Ağustos ayında 160 işçinin yaşamını yitirdiği belirtildi. Yaşamını yitiren 1886 işçiden 29’u meslek hastalığı nedeniyle aramızdan ayrıldı. İnşaat işkolunda 423 işçi, maden işkolunda 386 işçi ve tarım işkolunda  ise 309 işçi yaşamını yitirdi. Trafik/servis kazası nedeniyle 421, zehirlenme/boğulma nedeniyle 395 ve düşme nedeniyle 298 işçi can verdi.

2014 yılında 54 çocuk işçi, 132 kadın işçi, 53 göçmen işçi ve 331 emekli ya da emeklilik çağında çalışan işçi yaşamını yitirdi.

2014 içinde Manisa’da 343 işçi, İstanbul’da 198 işçi ve Kocaeli’nde 67 işçi yaşamını yitirdi.

“ARALIK AYINDA EN AZ 127 İŞÇİ YAŞAMINI YİTİRDİ”

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, basın ve meslek örgütlerinden derlediği veriler ışığında hazırladığı Aralık ayı raporunu açıkladı. Buna göre, Aralık ayında 127 işçi yaşamını yitirdi.

İşçi ölümleri en ço inşaat, belediye, ticaret/eğitim/büro, tarım ve gemi/tersane sektörlerinde yaşandı. İnşaat, yol işkolunda 32; belediye, genel işler işkolunda 13; ticaret, büro, eğitim, sinema işkolunda 11; tarım, orman işkolunda 9; gemi, tersane, deniz, liman işkolunda 8; metal işkolunda 7; çalıştığı işkolunu belirleyemediğimiz/öğrenemediğimiz 6; madencilik işkolunda 5;
çimento, toprak, cam işkolunda 5; savunma, güvenlik işkolunda 5; taşımacılık işkolunda 4; petro-kimya, lastik işkolunda 3; tekstil, deri işkolunda 3; ağaç, kağıt işkolunda 3; sağlık, sosyal hizmetler işkolunda 3; gıda, şeker işkolunda 2; banka, finans, sigorta işkolunda 2;
enerji işkolunda 2; konaklama, eğlence işkolunda 2; iletişim işkolunda 1 ve basın, gazetecilik işkolunda 1 işçi yaşamını yitirdi.

Raporda, Aralık ayında yaşamını yitiren 127 işçiden  121’i işçi memur statüsünde çalışan ücretlilerden, 3’ü çiftçilerden/küçük toprak sahiplerinden ve 3’ü de esnaflardan olmak üzere, 6’sının da kendi nam ve hesabına çalışanlardan oluştuğu belirtildi.

“İŞÇİLER EN ÇOK TRAFİK/SERVİS KAZALARINDAN DOLAYI
YAŞAMINI YİTİRDİ”

İşçiler en çok trafik/servis kazaları, düşme, ezilme/göçük ve öbür nedenlerden dolayı can verdi.

Trafik, servis kazası nedeniyle 36; ezilme, göçük nedeniyle 31; öbür nedenlerden dolayı
(kalp krizi, slikozis, intihar, saldırı vb.) 23; düşme nedeniyle 17; zehirlenme, boğulma nedeniyle 10; elektrik çarpması nedeniyle 5; nesne düşmesi, çarpması nedeniyle 3; patlama, yanma nedeniyle 1; kesilme, kopma nedeniyle 1 işçi can verdi.

Aralık ayında işçi cinayetlerinde 15 kadın, 3 çocuk ve 1 göçmen yaşamını yitirdi.
İşçi cinayetlerinin en çok yaşandığı kenler ise İstanbul, Adana ve Zonguldak oldu.

======================

Dostlar,

Derin acıyla paylaşıyoruz…

Emperyalizm ve ülkemizdeki uzantıları ile işbirlikçileri;
her taraflarına boooolca kına yakabilirler..

Emekçilerin kanlarında boğulacaklar çok da uzakolmayan bir zamanda..

Sevgi ve saygı ile.
02.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

ÖZGEÇMİŞ ve BİLİMSEL ÇALIŞMALAR LİSTESİ


ÖZGEÇMİŞ ve BİLİMSEL ÇALIŞMALAR LİSTESİ

Dostlar,

Her takvim yılı başında, 3 dosyayı güncelleyerek yılın ilk günlerinde sizlerle paylaşıyoruz..

Bunlar :

1. Bilimsel çalışmalarımızın / yayınlarımızın listesi
(Tüm akademik yaşamımız boyunca toplam 300 adet)
2. Halkımıza dönük AYDINLANMA makalelerimizin (tıbbi olmayan) listesi
(1996 başından bu yana 450+ adet)
3. Halkımıza dönük AYDINLANMA konuşmalarımızın / konferanslarımızın listesi
(1996 başından bu yana 1465 adet)

Bunlardan ilki bu dosyada..
Dosyayı görmek / indirmek için lütfen tıklar mısınız??

Tum_Bilimsel_Yayınlar_ve_CV_2.1.2015

3. dosyayı salt 2014 için (15 konuşma / konferans) az önce sitemizde yayımladık..

2014 Yılı Aydınlanma Konuşmalarımız :
Ulusa Hesap Verme Sorumluluğu
(http://ahmetsaltik.net/2015/01/02/2014-yili-aydinlanma-konusmalarimiz/)

Halkımıza dönük AYDINLANMA makalelerimizin (tıbbi olmayan) listesini de
(1996 başından bu yana 450+ adet) ilk fırsatta yayımlayacağız.

Sevgi ve saygı ile.
02.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

2014 Yılı Aydınlanma Konuşmalarımız : Ulusa Hesap Verme Sorumluluğu


2014 Yılı Aydınlanma Konuşmalarımız :
Ulusa Hesap Verme Sorumluluğu

Dostlar,

Bilindiği gibi her takvim yılı başında, önceki yıl yaptığımız bilimsel çalışmaları ve
halkımıza / ulusumuza dönük Aydınlanma etkinliklerimizi bu sitede paylaşıyoruz.

Aşağıdaki liste, 2014 yılı içinde yaptığımız / verdiğimiz toplam 15 konuşmanın – konferansın dökümü.. Yer, zaman, konu ve hedef kitle bilgilerini içeriyor..

Böylelikle, 1996’dan bu yana (2014 sonuna dek) arşivleyebildiğimiz bu kapsamdaki çalışmalarımızla 1467 rakamına ulaşmış bulunuyoruz. 19 yıl boyunca yılda ortalama 77,2 konuşma – konferans yapmış / vermiş bulunuyoruz. (Eksiği vardır, fazlası yoktur..
Kaydetmede atladıklarımız olabilir..)..

Şubat 1996 – Mayıs 2004 arasında Edirne’de idik.. Ülkemizin hemen her yerine çok uzaktık.
Mayıs 2004 sonrası çalışmalarımzı Ankara’da sürdürdük. Her konuşma / konferans için
ortalama (en az!) 100 km yol katetmiş olsak, 1467 x 100 = 146 700 km yapar ki,
Dünyanın çevresinin 3,5 katından fazladır…

Onlarca TV – okul – üniversite – kışla – polis okulu – İHL – köy – ilçe – kent – sendika..

Bunların içinde Silopi – Cizre – Şırnak – Van – Kars olduğu gibi;
Frankfurt (Main) – Hannover – Bielefeld – Osnabrück – Sollingen – Wuppertal – Anvers – Mons – Brüksel – Berlin – Karlsruhe / BW – Duisburg – Weiner Neustade (Au) – Viyana
Lefkoşe – Girne – Gazi Magosa.. da var.

İnsanlığın BİLİMSEL AKILCILIK ekseninde Aydınlanmasına katkı sağladı ise ne mutlu bize.

Yüce ATATÜRK’ün ışıklı yolunda çabalarımızı sonuna dek sürdüreceğiz.

Bize bu yolda destek veren – olanak sağlayan tüm kişi ve kurumlara şükranlarımızı sunarız.
Ülkemiz ve insanımız için ne yapsak azdır; vatana – millete borç son nefese dek ödenemez!

Sıra
No

Konuşmanın konusu

Yeri

Tarihi
1 İletişim Becerileri İP Genel Merkezi
(Eğitim konf.)
27.02.2014
2 Ceviz Kabuğu Programı /
Hulki Cevizoğlu, İstanbul
SOKAK TV,
AKİT Gazetesi başyazarı ile
14.03.2014
3 Ceviz Kabuğu Programı /
Hulki Cevizoğlu, İstanbul
SOKAK TV,
AKİT Gazetesi başyazarı ile
04.04.2014
4 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramı nedeniyle Türkiye’de Çocuk Sağlığı ve Hakları,
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi vd.
TV Programı, Ulusal Kanal
Merhaba Sağlık,
Dr. Rifat Yücel ile
27.04.2014
(İstanbul)
5 Hastalıklardan Korunma İlkeleri
ve Uygulamaları
Ankara Üniveritesi Akademik ve İdari Çalışanlarına (6331 sayılı yasa gereği, ayrı ayrı,
toplam 2 saat)
14.06.2014
6 Ölümünün 4. Yılında
Aydınlanma Bilgesi İlhan Selçuk..
Ulusal Eğitim Derneği, Ankara, Görsel Konf. 21.06.2014
7 Termik Santraller ve Çevre Sağlığı Adılayaman Gölbaşı ADD Girişimi, Prof. Dr.
D. Ali Ercan ile panel
23.06.14
8 Hastalıklardan Korunma İlkeleri
ve Uygulamaları
Ankara Üniveritesi Akademik ve İdari Çalışanlarına (6331 sayılı yasa gereği, ayrı ayrı,
toplam 2 saat)
28.06.2014
9 Hastalıklardan Korunma İlkeleri
ve Uygulamaları
Ankara Üniveritesi Akademik ve İdari Çalışanlarına (6331 sayılı yasa gereği, ayrı ayrı,
toplam 2 saat)
05.07.2014
10 Anadilinde Eğitim. Eğitimİş Ankara 1. No’lu Şube ve Ulusal Eğitim Derneği (Panel ;
Dr. Kemal Ateş ve
Zeki Sarıhan ile)
18.10.2014
11 ADD Genel Başk. Yrd. Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı : Aramızdan koparılışının 15. yılı.. Ne Yapmalı ?? Sarayköy / Denzili ADD, Görsel Konf. 19.10.2014
12 ADD Genel Başk. Yrd. Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı : Aramızdan koparılışının 15. yılı.. Ne Yapmalı ?? Edirne ADD, Görsel Konf. 21.10.2014
13 Halk Sağlığı Sorunlarımız TV programı, Ulusal Kanal
Püf Noktası, Gülgün Feyman
25.11.2014
14 Hastalıklardan Korunma İlkeleri ve Uygulamaları Ankara Üniveritesi Akademik ve İdari Çalışanlarına (6331 sayılı yasa gereği, ayrı ayrı,
toplam 2 saat)
13.12.2014
15 AKP Alevi Haklarını ve
AİHM Kararlarını
Neden Görmezden Geliyor?
TV programı, Ulusal Kanal (Gündem Özel, Kazım Genç ve Necdet Saraç ile) 21.12.2014

Bilimsel yayın listemizi de bu dosyanın ardından sitemizde güncelledik :

http://ahmetsaltik.net/2015/01/02/ozgecmis-ve-bilimsel-calismalar-listesi/

Sevgi ve saygı ile.
02.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

OECD sağlık verilerinde Türkiye : SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM TERKEDİLMELİ!


OECD sağlık verilerinde Türkiye :

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM TERK EDİLMELİ!

Ölümde birinci sıradayız!

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) sağlık raporunu açıkladı.
Araştırmada; ortalama yaşam süresi, bebek ölüm oranları ve kansere yakalanma gibi konular incelendi. Türkiye bu kategorilerde yine sınıfta kaldı.

  • Avrupa ülkeleri arasında doğurganlıkta lider,
    ancak sağlık harcamalarında son sıralardayız.

OECD

 

 

 

 

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü OECD’nin sağlık raporunu açıkladı.
Türkiye’nin birçok alanda başarısızlığını gösteren çarpıcı bilgiler ortaya çıktı.
Raporda; ortalama yaşam süresi, bebek ölüm oranları, obezite, alkol ve sigara tüketimi
ve kansere yakalanma gibi konular incelendi.

Rapora göre, Avrupa ülkeleri arasında doğurganlık oranında ilk sırada bulunan Türkiye, sıra sağlık harcamalarına geldiğinde son sırada yer alıyor.

1990’dan sonra ortalama yaşam süresi Avrupa genelinde 5 yıldan çok arttı.
Türkiye ise 35 ülke arasında 77.6 yıllık ortalamayla 32’inci sırada.

Bebek ölümlerinde de Türkiye binde 11.6 oranıyla en yüksek orana sahip ülke oldu.

Ölümde birinci sıradayız!

Uzmanlara göre yanlış sağlık politikaları nedeniyle Türkiye yerinde sayıyor.

Türk Tabipler Birliği Genel Sekreteri Prof. Dr. Hüseyin Özden Şener,
Birici Basamak sağlık hizmetlerinin, Aile Hekimliği sistemiyle herkese ulaşmadığını söyledi.

Katkı katılım paylarına karşı çıkan Prof. Şener,

  • “Ücretsiz bir sağlık sistemine ihtiyacımız var.”

diye konuştu. (ulusalkanal.com.tr, 29.12.14)

============================================

Dostlar,

OECD tarafından yayınlanan düzenli istatistiklerin bir bölümü de sağlıkla ilgili :

OECD Health Data.. başlığı altında yayımlanıyor yıllık olarak..

“Health at a Glance 2013 OECD INDICATORS” adlı rapor yeni yayımlandı şu adreste:

http://www.oecd.org/els/health-systems/Health-at-a-Glance-2013.pdf

Basında da yankı buldu. O yüzden biz de sitemizde yansıttık.
Raporun tümü 213 sayfa ve yukarıda verdiğimiz erişkeden (limkten) ulaşılabilir.

Son derece önemli veriler içermekte.

2003 Haziran’ında, henüz AKP iktidarı 6. ayında iken, IMF – DB – AB – ABD dayatması ile başlatılan kökü dışarıda SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM Programı, ülkemiz sağlık sistemini alt üst ederek yerli – yabancı sermaye ortaklıklarının güdümüne teslim etti.

Bu sitede konuyu belki onlarca yazımızda değişik yönleriyle işledik.
Anahtar kavram olarak “sağlıkta dönüşüm” sözcükleriyle çağrıldığında bu makalelerimize erişilebilir. Sitemizde sağ üstte yer alan anahtar simgesi tıklanarak gelecek kutuya
uygun anahtar sözcükler yazılarak onaylandığında ilgili dosyalarımız ekrana çağrılabilir.

Örneğin 10. YILINDA SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM : ÇIKMAZ SOKAK!”
(http://ahmetsaltik.net/2013/12/04/10-yilinda-saglikta-donusum-cikmaz-sokak/)
(Ayrıca ADD dergisinde de yayımlandı; Aralık 2013)

Türkiye bu çıkmaz sokaktan dönerek

Herkese etkin – yaygın – sürekli – nitelikli koruyucu sağlık hizmetlerine kesin bir öncelik veren kamusal ağırlıklı bir ulusal sağlık sistemine geri dönmesi gerek.
Başka umarı yok ve her geçen gün maliyeti büyütmekten başka bir sonuç getirmez.

Sevgi ve saygıyla.
29.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

İşyeri Hekimlerinin Mesleksel Bağımsızlığına Yargıdan Oy Birliğiyle Destek


İşyeri Hekimlerinin
Mesleksel Bağımsızlığına
Yargıdan Oy Birliğiyle Destek

Istanbul_Tabip_Odasi_logosu
Meslektaşımız Dr. Ahmet Tellioğlu İstanbul’daki Organik Kimya AŞ’de işyeri hekimi olarak çalışmakta iken hakkında işvereni tarafından ‘doğruluk ve sadakate aykırı davranmak’tan soruşturma açılmış, sonra da ‘yeterliliği ve davranışından kaynaklanan sebeplerle işine son verilmişti.

Bunun üzerine meslektaşımız ve İstanbul Tabip Odamız ülkemizin iş/işçi sağlığı alanındaki gerçek fotoğrafını görünür kılan bir hukuk mücadelesi yürüttüler.

2012’nin Şubat ayında Organik Kimya’da göreve başlayan meslektaşımız her hekimin yapması gerektiği gibi öncelikle risk değerlendirmesi çalışmalarına başlamış ardından da bu kapsamda gerek çalışanların sağlık gözetiminden gerekse çalışanlara İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi tarafından düzenlenen ‘toksik kimyasallara maruziyet’ raporlarından derlediği verilerle şirket yöneticilerini toksik kimyasallarla ilgili alınması gereken öncelikli önlemler konusunda kezlerce uyarmıştı. Öneri ve uyarılarının şirket yöneticileri tarafından
dikkate alınmaması üzerine de bunları noter onaylı iş sağlığı ve güvenliği defterine yazmıştı.
Bunun üzerine Organik Kimya meslektaşımıza soruşturma açtı. Meslektaşımız da durumu
ilgili mevzuata uygun olarak İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü‘ne bildirdi. Meslektaşımız bu bildirimi yaptığı günün akşamında işten çıkarıldı.

Dr. Ahmet Tellioğlu Organik Kimya’daki 30’a yakın çalışan için İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi tarafından ‘toksik kimyasallara maruziyet’ raporları düzenlenmiş olduğunu,
kendisinin de bu raporları hasıraltı etmeyip bilakis meslek hastalığı yönünden üzerine gittiği için işten çıkarıldığını söyleyerek işe iade davası açtı.

İstanbul 16. İş Mahkemesi‘nde görülen davada Organik Kimya, Dr. Ahmet Tellioğlu’nun çalışanları Meslek Hastalıkları Hastanesi’ne yollayarak onları kışkırttığı yönünde
bir savunma yaptı.

Davada meslektaşımızı savunan İstanbul Tabip Odası avukatları ise bu davranışın açıkça hekimin meslekse bağımsızlığının ihlali anlamına geldiğini söyleyerek işe iadesini talep ettiler.

Mahkeme kararında “yapılan yargılama sonunda toplanan deliller ve bilirkişi raporu ile
tüm dosya kapsamından davacının … işyerindeki çalışmasını yasal düzenlemeler, kendisine verilen görev ve yetkiler dahilinde yürüttüğü, meslek hastalıkları hastanesine sevk ve onaylı görüşlerini (noter onaylı deftere) yazmak konularının olumsuz bir davranış olmadığı,
aksine öngörülen davranışın davacının görev ve yükümlülüğü olduğu” denilerek
Dr. Ahmet Tellioğlu’nu haklı bulmuş ve işe iadesine karar vermişti.

Bu karar, Yargıtay’ın ilgili dairesi tarafından oybirliğiyle onanmış bulunuyor.
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası‘nın ardından işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanının mesleksel bağımsızlığını sağlayacak yeterli düzenleme bulunmadığını dile getirmiş ve eklemiştik: ‘Uzman ve hekimin bağımsızlığının olmadığı koşullarda iş sağlığı güvenliği hizmetleri hakkıyla verilemez’.

Dr. Ahmet Tellioğlu ile ilgili olarak yürüyen ve Yargıtay tarafından son noktası konulan
bu davada işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarının mesleksel bağımsızlığın işyerlerinde
nasıl bir tehdit altında olduğu, işverenlerin mesleksel bağımsızlığa zerre kadar saygı duymadığı gözler önüne serilmiştir.

Soruyoruz                    :

Hekimin iş güvencesinin işverenin iki dudağı arasında olduğu koşullarda hekim bu hastalıkları, bu ölümleri nasıl ortaya çıkaracak ? İşyerlerinde toksik kimyasallara maruz kalmış olan işçilerin sağlığı ve hukuku ne olacak?’

Çalışma Bakanı‘nın Tabip Odalarının ve Türk Tabipleri Birliği’nin işçi sağlığıyla ilgili yetkilerini ortadan kaldırmak ve işyeri hekimliği hizmetlerini taşeronlaştırmak dışında
atacağı bir adım var mıdır?

Bu olayda meslektaşımız Organik Kimya’yı

“Bağımsız çalışmamı engelliyorlar, yasal yetkim kapsamındaki uyarma görevimi işveren onayına bağlıymış gibi gösteriyorlar, çalışanlara Meslek Hastalıkları Hastanesi’ne başvurmamaları yönünde gözdağı veriyorlar..”

diyerek Çalışma Bakanlığına da şikayet etmiş idi.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından meslektaşımıza bugüne kadar herhangi
bir yanıt bile verilmedi ki, Bakanlığın ‘mesleksel bağımsızlığı yok sayan’ bu tutumunu da önümüzdeki günlerde idari yargıya taşıyacağız.

Bu vesileyle tekrar belirtmek isteriz:

Ölümlü iş kazaları tam anlamıyla buz dağının görünen bölümüdür.
Dipte devasa bir meslek hastalıkları kütlesi vardır.

Dünya Çalışma Örgütü (AS: ILO), Dünya Sağlık Örgütü gibi küresel örgütlerin kestirimlerine göre bir yerde iş kazasından ölen 11 kişi varsa, bu 11 kişiye karşılık en az 19-60 kişi de
meslek hastalığı/işle ilgili hastalıktan ölmektedir.

  • Her yıl 1500 dolayında çalışanın iş kazalarında öldüğü ülkemizde, işyeri hekimlerinin
    mesleksel bağımsızlığı ve buna bağlı olarak meslek hastalığı tanı süreçleri ivedilikle
    yeniden ele alınmalıdır.

    İSTANBUL TABİP ODASI

    http://www.istabip.org.tr/index.php/haberler/3693-yeri-hekimlerinin-mesleki-bamszlna-yargdan-oy-birliiyle-destek.html, 24.12.14

    ===================================================

    Dostlar,

    Meslektaşımız Dr. Ahmet TELLİOĞLU’nu ve O’na kapsamlı hukuksal destek veren
    İstanbul Tabip Odamızın değerli yöneticilerini – hukukçularını kutlarız..

    Organik Kimya adlı kuruluşun hukuk dışı ve emeğe saygısız davranışlarını ise
    üzüntüyle karşılıyoruz.. (Haydi “kınıyoruz” demeyelim..)

    ÇSGB’nın (Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı) vurdumduymazlığına ne demeli??

    İvedilikle soruna eğilmeleri gerekmez mi?

    Dilekçe hakkı Anayasal bir hak değil midir?

    VII. Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı*

    MADDE 74.– Vatandaşlar (Ek ibare: 3/10/2001-4709/26 md.) ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahiptir. Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir. Herkes, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkına sahiptir.

    ÇSGB hem biçimsel olarak Anayasal görevini savsaklamaktadır hem de toksik kimyasallarla çalışmak zorunda bırakılan emekçilerin sağlık – güvenlik hakkını görmezden gelmektedir.
    3. olarak da işyeri hekimi Dr. Ahmet Tellioğlu’nun hukukunu çiğnemektedir. İlle biçimsel süre yetkisi 60 günü beklemek niyedir??

    Özellikle 2. maddedeki hak çiğneminin (ihlalinin) telafisi yoktur ve bu yüzden de gecikmesinde sağlık açısından sakınca vardır. Devlet, yeri geldiğinde, temel insan hak ve özgürlüklerini bile “gecikmesinde sakınca bulunan durumlarda…” diye sınırları belirsiz klişe bir gerekçe ile
    mülki amir (kaymakam, vali), savcı.. eliyle kısıtlayabilmekte, “makul şüphe” dayatması ile de kişi dokunulmazlığı, özel yaşamı… tehdit altına sokulmaktadır. Son olarak TİB’e verilen
    yasal yetki ile sanal iletişimin yargı kararı olmadan “ivedi durumlarda” (!?) engellenebilmesi yetkisi Anayasa Mahkemesinde iptal edilince, AKP Hükümeti bu kez aynı yetkiyi,
    yargıyı gene devre dışı bırakarak bu kez Bakan ya da Başbakan’ın TİB’e emrine bağlayarak kullanma azmindedir.

    Örnekler artırılabilir.. Hukuk tanımaz bir AKP iktidarı ile karşı karşıyayız..

    CSGB neden ivedi olarak Dr. Tellioğlu’nu yanıtlamaz, olaya denetçi göndererek karışmaz ve sakıncalı durumu durdurmaz??

    ÇCGB kimden yanadır??

    Mutlak biçimde sermayenin yandaşı mıdır ya da hizmetindedir?
    Yasal görevi bu mudur?
    Bu bakanlığın sorumlu yetkililerinin yönetsel (idari) yargıda mutlaka yargılanması ve
    hak ettiği yaptırıma çarptırılması gereklidir.

    Anayasa’nın 2. maddesinde T.C. Devleti’nin bir “hukuk devleti” olduğu yazılıdır..
    Yılgınlığa düşmeden savaşımı sürdürmek gerekir.

    Bu vesile ile İşyeri Hekimleri ve İş Güvenliği Uzmanlarının görevlerini mesleksel bağımsızlık içinde yürütebilmeleri için gerekli iş güvencesinin sağlanmasını ÇSGB yaşama geçirmek zorundadır. Bu süreçte Türkiye işvereni ilkel ve hukuk dışı engelleyici tutumuna son vermelidir. Sorun salt iç hukuk sorunu da değildir. Ülkemizin taraf olduğu kimi uluslararası andlaşma
    ve sözleşmeler esasen böylesi bir hakkı tanımlamıştır. Başta Yürütme organı (Hükümet),
    ulusal ve uluslararası (ulusalüstü) hukuka uygun davranmalıdır (AY md. 90/son).
    Örneğin AVRUPA SOSYAL ŞARTI md. 3,

  • “Tüm çalışanların sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı hakkı vardır.”
    içeriklidir ve Türkiye’yi bağlayıcıdır (AY md. 90/son).

    Artık Türk işvereninin de Küreselleşme çağında -çok gecikmiş de olsa- matüre olarak
    kendisini emeğe saygılı hukukla bağlı saymayı içine sindirmesini beklemek hakkımızdır. Küresel – yerel sermaye 21. yy’da artık ilkelliğini – vahşiliğini aşabilmeli, uygarlaşabilmelidir.

    Çağımız insan hakları çağıdır eğer sermayenin de haberi olduysa….

    Sevgi ve saygıyla.
    29.12.2014, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net

 

TTB : İşyeri cinayetleri ve meslek hastalıkları bu düzenlemelerle önlenemez!


İşyeri cinayetleri ve meslek hastalıkları 

bu düzenlemelerle önlenemez!

TTB, DİSK, KESK ve TMMOB, Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi‘nde kabul edilen “2014-2018 Politika Belgesi ve Eylem Planı” ile TBMM gündeminde bulunan
“İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” ile ilgili basın toplantısı düzenledi.

TMMOB’de 25 Aralık 2014’te düzenlenen basın toplantısına DİSK Genel Sekreteri
Dr. Arzu Çerkezoğlu, KESK Genel Sekreteri Hasan Toprak, TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Torun ile TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan katıldı.
Toplantıda dört örgüt adına ortak metni Mehmet Torun okudu.

BASIN AÇIKLAMASI

İŞ CİNAYETLERİ VE MESLEK HASTALIKLARI 
BU BELGELERLE, DÜZENLEMELERLE ÖNLENEMEZ!

Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu çerçevesinde, “ülke genelinde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili politika ve stratejilerin belirlenmesi için tavsiyelerde bulunmak” üzere 2005 yılında kurulmuştur.

Bu doğrultuda görevi gereği, iş kazaları ve meslek hastalıklarını azaltmak amacıyla politika belgesi ve eylem planı hazırlamakta ve tavsiye etmektedir. Konsey, daha önce 2006-2008 ve 2009-2013 dönemleri Ulusal Eylem Planları hazırlamış, şimdi de
2014-2018 dönemi Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Politika Belgesi, 22 Aralık 2014’de kabul edilmiştir. Hazırlanan bu planın sorunları çözmeyeceğini dile getiren örgütlerimiz, taleplerimizin dikkate alınmasını, aksi halde böyle bir sorumluluğu alamayacağımızı belirtmesine karşın taleplerimiz kabul edilmediği için  yapılan oylama protesto edilerek salondan çıkılmıştır.

  • Kabul edilen eylem planının iş kazalarını ve meslek hastalıklarını azaltması
    mümkün gözükmemektedir.

Çünkü; iş kazalarının temel nedenlerinin başında bilgi ve teknoloji üretemeyen
ülkemiz sisteminin, dünya piyasaları ile rekabet edebilmenin en kolay yolu olarak,
ucuz ve güvencesiz emek üzerinden üretim yaptırmayı model olarak benimsemesi gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de uygulanan ekonomik sisteme rengini veren sermaye birikim rejiminin, yapısal olarak iş cinayeti üreten bir sistem olduğu açıktır. Türkiye’nin bu alandaki yapısal sorunlarının temelinde, gerek işveren kesimi
gerek kamu işvereni olan ve çalışma yaşamını düzenleme konumundaki devletin tercih ettiği ekonomik politikalar ve bu politikalara bağlı uygulamalar yatmaktadır.
Kabul edilen 2014-2108 Politika Belgesi ve Eylem Planı
ülkemizde artarak devam eden iş cinayetlerinin
ardındaki yapısal sorunları görmezden gelmektedir.

Ne yazık ki tercih yıllardır;

– özelleştirme,
– sendikasızlaştırma,
– kayıt dışı çalıştırma,
– taşeronlaştırma..

gibi sermayenin ihtiyaçlarına yanıt verecek yönde kullanılmaktadır.

Bu tercih ise çalışanların sağlığını ve güvenliğini tehdit eden güvencesiz çalışma biçimlerinin yayılmasını, kadın ve çocuk emeği sömürüsünü, kayıt dışı istihdamın artmasını,  alana ilişkin gerekli yatırımların yapılmamasını, yasalarda belirtilen denetimlerin yeterince yapılmamasını birlikte getirmektedir. Hiçbir politika metninde, neden – sonuç ilişkisi göz önüne alınmadan, yalnızca sonuçlar üzerinden yapılacak
bir çalışmanın başarıya ulaşma şansı yoktur. İş kazaları ve meslek hastalıklarının nedenleri ortadan kaldırılmadan bunların yarattığı sonuçların bitirilmesi veya azaltılması
olanaklı değildir.

Belge; gerçeklere dokunmaktan imtina edilen (AS: kaçınılan), sorunu yalnızca belli istatistiksel verilerin toplanmasına indirgeyen, iş kazalarının ve meslek hastalıklarının azaltılmasına yönelik olarak nasıl belirlendiği ve nasıl tutturulacağı tartışmalı olan hedefler tanımlamaktadır. Yine, kabul edilen 2014-18 Politika Belgesi ve Eylem Planının
büyük bölümü, 2006-2008 ve 2009-2013 belgelerinin tekrarından ibarettir. Bu yönüyle geçtiğimiz 8 yıllık dönemin hedeflerinin tutturulamadığının da bir belgesi niteliğindedir.

TBMM Başkanlığı’na 9 Aralık 2014’te Başbakan imzası ile “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” sunulmuştur. Bu torba yasayla toplam 19 kanun ve KHK değişikliğe uğrayacaktır. Çalışma yaşamında köklü sonuçlara yol açacak ve toplumu çok yönlü etkileyecek bu düzenlemelerin kamuoyu ile görüşülmeden, herhangi bir ön tartışma ve bilgilendirme yapılmaksızın adeta yangından mal kaçırırcasına TBMM’ye getirilmesi AKP’nin her zamanki uygulamalarından birisidir. Ülkemiz, çalışma yaşamı koşulları açısından hem hükümetin hem de kamuoyunun olağanüstü duyarlıkla üzerine eğilmesi gereken son derece olumsuz bir tablo ile karşı karşıyadır. İş cinayetlerinde,
işçi ölümlerinde dünyada en üst sıralardayız. Bu tablo AKP’nin iktidara gelmesiyle
daha da vahim bir hal almıştır. 2003’te günde ortalama 3 işçi yaşamını yitirmekte iken, bugün bu sayı 5-7 işçiye kadar çıkmıştır. Ne oldu da bu ölümler katlanarak arttı? Yatırımlar mı artmıştır bu ülkede, yoksa üretim mi?

Ülkemizde artan yalnızca talan, yağma ve işçi ölümleridir.

İşte tüm bu olumsuz tabloyu değiştirmek amacıyla ısrarla vurguladığımız öncelikler değişik bakanlıkların temsilcileri tarafından Ulusal Konsey’de kabul edilmemiştir.
Bu görüşlerimizi kamuoyuyla bir kez daha paylaşmayı  görev biliyoruz;

Özelleştirmeler iptal edilmeli, madencilik sektörü başta olmak üzere taşeronluk
ve rödevans ile her türlü güvencesiz çalışma uygulamaları kaldırılmalıdır.

–   İşçi sağlığı ve güvenliğinin ayrımsız tüm çalışanlar için bir hizmet değil, bir hak olduğu ve çalışanların bu hakkına karşı tek muhatabın devlet olduğu kabul edilmelidir.

–  Örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılmalı ve örgütlenme teşvik edilmelidir.

– İşçi sağlığı ile iş güvenliğinin birbirini tamamladığı gerçeğinden hareketle, tüm çalışanlar insana yakışır norm ve standartta bir sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınmalıdır. Sigortasız ve sendikasız çalıştırma önlenmeli, kayıt dışı ekonomi kayıt altına alınmalıdır.

– Bağımsız denetim mekanizmaları oluşturulmalı, işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanlarının iş güvenceleri mutlaka sağlanmalı, ücretleri oluşturulacak bir fondan karşılanmalıdır. Bu meslek gruplarının eğitiminde TTB ve TMMOB yetkili kılınmalıdır. İşyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanlarının ilgili meslek odalarına üye olmadan çalışmalarına izin verilmemelidir.

– Denetim raporları; saydam olmalı ve ilgili sendikalara, meslek odalarına iletilmelidir.

–  Yıllardır ihmal edilen meslek hastalıklarının önlenmesi, gerekli taramaların yapılması hastalıkların saptanması için yasal düzenlemeler bir an önce yaşama geçirilmelidir.

– Koruyucu sağlık hizmetleri yerine tedavi edici sağlık hizmetlerine öncelik verilen uygulamalardan vazgeçilmeli, koruyucu sağlık hizmetleri geliştirilmelidir.

–  Eşit katılımlı İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Konseyi kurulmalı ve bu çatı altında
özerk-demokratik, mali yönden bağımsız bir İSG kurumu oluşturulması hedefi
politika belgesi ve eylem planında yer almalıdır.

DİSK- KESK-TMMOB-TTB
http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/isyeri-5038.html, 25.12.14

==========================================

Dostlar,

İşte AKP’nin katılımcı – emekten yana – demokratik (!?) yönetim anlayışı..

AKP’li 12 yılda en az (kayda girmeyenleri bilmiyoruz..??) 14578 işçi,
Kasım 2014’te en az 123 işçi yaşamını yitirdi(Aralık 2014 katılmadan..)

Ortada olağan dışı bir durum varken bile AKP bildiğini (biliyor mu ki!?)
daha doğrusu kendine dikte edileni dayatmayı sürdürüyor..

2_kolu_kopan_tarim_iscisi_kardesler

Böylesi bir yönetim anlayışı Türkiye’de daha önce görülmedi!

Uyaralım : Bu alandaki her yanlışınız yeni EMEKÇİ CİNAYETLERİ,
“kan ve can vergisi” olacaktır.. Vebali çoook büyük, çook ağırdır.
Altından kalkamazsınız ya da altında kalırsınız..
Bir kez daha uyarmış olalım..
1977’de tıbbiyeden mezun olduktan bu yana İşçi Sağlığı – Meslek Hastalıkları –
İş Güvenliği alanında alın teri akıtmış bir hekim – bir akademisyen olarak..

Sitemizde epey yazı, ders notları var bu bağlamda yol gösterecek..
AKP hızla dağılmaya gidiyor.. Kendi olmaktan apaçık çıktı..
Görünmez (görünür!) eller yönetmekte bu çıkar grubunu..

Bütün emekçiler birleşin; direnişi büyütün, büyütün, büyütün..
Hatta Küreseleştirin direnişinizi.. Çünkü emperyalizm küreselleşti..
KüreselleşTİRmeci = Yeni emperyalist aşamaya – döneme girdi.

Söz konusu Rapora ulaşmak için :
ULUSAL_ISG_POLITIKA_BELGESI_ve_EYLEM_PLANI-3

Sevgi ve saygıyla.
29.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Dr. Turhan Çömez ve pankreası alınan küçük çocuğu

Uğur Dündar

Çok ka­la­ba­lık­tı­lar…
Sa­ba­hın kör ka­ran­lı­ğın­da, sa­at 05.00 ci­va­rın­da bas­kı­na gel­di­ler. Evin bü­yük ço­cu­ğu Ser­hat
o sı­ra­da 16, kü­çü­ğü Ser­dar ise he­nüz 7 ya­şın­day­dı.
Her iki­si de sı­cak ya­tak­la­rın­da uyu­yor­du. Ara­ma için Ser­ha­t’­ın oda­sı­na gi­ren­ler­den bi­ri “Kalk po­lis!” di­ye ba­ğır­dı. Göz­le­ri­ni ara­la­yan Ser­hat ön­ce ka­bus gör­dü­ğü­nü dü­şün­dü. Ama oda­da­ki po­lis­ler uyan­dır­mak­ta ka­rar­lıy­dı.
Bi­ri­nin gö­zü, ço­cu­ğun ko­lun­da­ki gö­rün­tü­ye ta­kıl­mış­tı. Gü­le­rek “Er­ge­ne­kon döv­me­si mi bu, yok­sa ba­ban gi­bi sen de Er­ge­ne­kon­cu mu­su­n” di­ye sor­du. Bu ağır söz, Ser­ha­t’­ı ken­di­ne
ge­tir­me­ye yet­miş­ti. Yi­ne de son de­re­ce ağır­baş­lı dav­ra­na­rak “Ha­yır me­mur bey!
Döv­me de­di­ği­niz o şey, bir da­mar ra­hat­sız­lı­ğı­nın so­nu­cu oluş­tu. Ay­rı­ca bun­la­rı söy­le­me­ye hak­kı­nız yo­k”
de­di. Son­ra oda­sın­da si­ga­ra iç­me­ye baş­la­yan baş­ka bir po­li­si uya­ra­rak,
bal­ko­na çık­ma­sı­nı ri­ca et­ti.

* * * *

Ev­de­ki gü­rül­tü­ler ve ya­ban­cı in­san ses­le­ri, kü­çük Ser­da­r’­ı uyan­dır­ma­ya yet­miş­ti.
Ön­ce ken­di­ni to­par­la­ma­ya ça­lış­tı. Zi­ra ne­le­rin olup bit­ti­ği­ni an­la­ya­ma­mış­tı. Aca­ba hâ­lâ rü­ya
gö­rü­yor ola­bi­lir miy­di?Ama po­lis­le­rin oda­sın­da­ki bil­gi­sa­yar­la­rı ve oyun CD’­le­ri­ni
top­la­dık­la­rı­nı gö­rün­ce ken­di­ne ge­li­ver­di!
On­la­rı ver­mek is­te­mi­yor, alıp gö­tür­me­me­le­ri için
yal­va­rı­yor­du. Ağa­be­yi­nin “Me­rak et­me Ser­dar, bu ağa­bey­ler bil­gi­sa­ya­rı­nı ta­mi­re
gö­tü­re­cek­ler, son­ra yi­ne ge­ti­re­cek­le­r”
de­me­si bi­le ik­na et­me­ye yet­mi­yor­du.

* * * *

Sa­at­ler sü­ren ara­ma bi­tin­ce po­lis­ler mut­fak­ta kah­val­tı et­ti­ler ve ço­cuk­la­rı ta­ri­fi müm­kün ol­ma­yan acı­lar için­de bı­ra­kıp git­ti­ler.
O ana ka­dar me­ta­net­le­ri­ni ko­ru­yan ço­cuk­lar, on­lar gi­der git­mez an­ne­le­ri­ne sa­rı­lıp
hıç­kı­ra­rak ağ­la­ma­ya baş­la­dı­lar.

Oy­sa kum­pas ağ­la­rı­nı ör­me­ye de­vam ede­cek, asıl trav­ma bun­dan son­ra ya­şa­na­cak­tı.

* * * *

Ni­te­kim med­ya­da­ki fa­zi­let cel­lat­la­rı he­men ha­re­ke­te geç­ti­ler. Ay­lar sü­ren ve akıl al­maz
if­ti­ra­lar­la dop­do­lu bir yar­gı­sız in­faz kam­pan­ya­sı baş­lat­tı­lar.
Ser­hat ve Ser­dar için ar­tık her ye­ni gün, da­ya­nıl­maz bir trav­ma­yı ya­şa­mak an­la­mı­na
ge­li­yor­du. 
Söz­de Er­ge­ne­kon id­di­ana­me­si­nin açık­lan­dı­ğı gün do­ru­ğa çı­kan ya­lan ve if­ti­ra
yağ­mu­ru, ço­cuk­la­rın kı­rıl­gan ruh­la­rın­da ta­mi­ri müm­kün ol­ma­yan de­rin ya­ra­lar açı­yor­du.
En ağır şok da o gün ya­şan­dı.
Linç bo­yu­tu­na va­ran sal­dı­rı­lar kar­şı­sın­da Ser­da­r’­ın mi­nik be­de­ni da­ha faz­la da­ya­na­ma­dı ve has­ta­lan­dı. He­men Ha­cet­te­pe Üni­ver­si­te­si Has­ta­ne­si­’ne kal­dı­rıl­dı. Bir sü­re son­ra da
yo­ğun ba­kı­ma alın­dı.

Zi­ra pan­kre­ası ça­lış­maz ha­le gel­miş­ti. Alın­ma­sı ge­re­ki­yor­du.
Yo­ğun ba­kım­dan sağ çık­ma­yı ba­şar­dı ama ha­ya­tı­nın bun­dan son­ra­ki dö­ne­mi­ni ci­ha­za bağ­lı ola­rak ya­şa­ya­cak­tı… Ci­ha­za bağ­lı ya­şa­mak da gün­de en az 4-5 kez kan alın­ma­sı ve bir o ka­dar da en­jek­si­yon ya­pıl­ma­sı an­la­mı­na ge­li­yor­du.
(AS: Pankreası tümden alınan kişi diyabetik – şeker hastası olur ve yaşam boyu dışarıdan
günde birkaç kez enjeksiyon ile insülin kullanmak zorunda kalır..)

* * * *

Ta­lih­siz Ser­da­r’­ın çi­le­si bit­mek bil­mi­yor­du.
Ay­lar son­ra ba­ba­sı­nın ya­nı­na Lon­dra­’ya git­ti. Ora­da bir yıl ka­dar mut­lu bir ya­şam sür­dü­ler.
Ama ak­si­lik has­ta ço­cu­ğun pe­şi­ni ora­da da bı­rak­ma­dı ve bam­baş­ka bir trav­ma­yı ya­şat­tı.
Tür­ki­ye­’nin şi­ka­ye­ti üze­ri­ne İn­gi­liz İçiş­le­ri Ba­kan­lı­ğı ta­ra­fın­dan gö­rüş­me­ye çağ­rı­lan
ba­ba­sı tu­tuk­la­nıp ce­za­evi­ne gön­de­ril­di.
12 sa­at sü­re­cek ce­za­evi yol­cu­lu­ğu ön­ce­si oğ­luy­la
gö­rüş­me iz­ni ve­ri­lin­ce “Oğ­lum, bir sü­re eve gel­me­ye­ce­ğim, lüt­fen avu­kat da­yı­nı ara,
he­men Lon­dra­’ya gel­sin, sa­na bi­raz harç­lık ge­tir­sin, oku­lu­na de­vam et, ders­le­ri­ni ih­mal
et­me, be­ni dü­şü­nüp dert­len­me, iş­le­ri­mi hal­le­dip ge­le­ce­ği­m”
de­di.

Ba­ba­sı zen­ci bir tu­tuk­luy­la bir­lik­te ce­za­evi­ne doğ­ru gi­der­ken, has­ta yav­ru­su -da­yı­sı ge­lin­ce­ye ka­dar- ya­pa­yal­nız kal­mış­tı. O yol­cu­luk ba­ba­sı­na hiç bit­me­ye­cek gi­bi gel­miş­ti.

* * * *

An­cak ora­sı ger­çek an­lam­da de­mok­ra­tik hu­kuk dev­le­tiy­di. Uzun bir hu­kuk mü­ca­de­le­si­nin ar­dın­dan Kra­li­yet Mah­ke­me­si, İn­gi­liz İçiş­le­ri Ba­kan­lı­ğı­’nı hak­sız bul­du ve otur­ma izi­ni ver­di. Ba­ba­sı ce­za­evin­den çı­kıp oğ­lu­na koş­tu­ğun­da, kar­şı­sın­da da­ha ol­gun, da­ha di­renç­li ve da­ha
ka­rar­lı bir Ser­dar bul­muş­tu.

* * * *

Dr. Tur­han Çö­mez ve ço­cuk­la­rı­nın ya­şa­dık­la­rı ta­ri­fi müm­kün ol­ma­yan acı­la­rın bir bö­lü­mü­nü siz­ler­le pay­laş­tım.

O Tur­han Çö­mez ki, Tay­yip Er­do­ğan İs­tan­bu­l’­un Be­le­di­ye Baş­ka­nı iken iki kez omuz ame­li­ya­tı­na gir­miş… Anestezi ilaçlarını içlerine başka bir madde karıştırılmaması için evinde saklamış… AK­P’­nin ku­ru­luş aşa­ma­sın­da onun özel ka­lem mü­dür­lü­ğü­nü ya­par­ken ye­mek­le­ri­ni on­dan ön­ce tat­mış… Siyasi geleceğini gölgelememesi için yurt dı­şın­da ve
de­ği­şik bir isim­le yap­tır­dı­ğı te­da­vi­yi so­ran­la­ra “Ben dok­to­rum. Has­ta­ma ne te­da­vi­si
yap­tır­dı­ğı­mı as­la söy­le­mem. Gel­di geç­ti..” di­ye­bi­le­cek ka­dar ya­kı­nın­da ol­muş bir he­kim, bir es­ki dost.

* * * *

Sev­gi­li okur­la­rım,

Dr. Çö­me­z’­in yaz­dık­la­rım­dan ha­be­ri yok. Ken­di­sin­den özür di­le­ye­rek ta­ri­he not düş­mek,
Er­ge­ne­kon kum­pa­sı­nın bi­lin­me­yen acı­la­rı­nı, dram­la­rı­nı ve bun­ca ezi­ye­te kar­şın ka­za­nı­lan
ba­şa­rı­la­rı bil­me­ni­zi is­te­dim. Unut­ma­ya­lım,
Ül­ke­si­ne, mil­le­ti­ne, top­ra­ğı­na aşık dü­rüst in­san­lar zul­me uğ­rar­ken kor­kup su­sar ve on­la­ra sa­hip çık­maz­sak, ina­nın da­ha çok ve da­ha ağır zu­lüm­ler gö­rü­rüz.

UĞUR DÜN­DA­R’­IN NO­TU: Ser­dar bu yıl or­ta­oku­lu bi­ti­re­cek. Ev ara­ma­sı sı­ra­sın­da li­se
öğ­ren­ci­si olan ağa­be­yi Ser­hat ise üni­ver­si­te­yi ba­şa­rıy­la bi­tir­di. Şim­di bir şir­ket­te ça­lı­şı­yor.
(http://sozcu.com.tr/2014/yazarlar/ugur-dundar/dr-turhan-comez-ve-pankreasi-alinan-kucuk-cocugu-689784/, 25.12.14)

TBB Paneli : “TÜRKİYE’DE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ” ve Son İhlaller..


TBB Paneli : “TÜRKİYE’DE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ” ve Son İhlaller..

Dostlar,

Ülkemizde gün geçmiyor ki, insan hakları en kaba ve kapsamlı – derinlemesine çiğnenmesin.. 10 Aralık günü başlayan İNSAN HAKLARI HAFTASI‘nda web sitemizde epey yazıya yer verdik. Hafta öncesinde 25 Kasım 2014 günü Ulusal Kanal’da
“halkımızın sağlık hakları” konusunu işledik (Püf Noktası, Gülgun Feyman,
programı YouTube’da yayımladık; http://youtu.be/dcq1it_Nz-4). 21 Aralık 2014 günü Alevi yurttaşların haklarını bir açık oturumda yine Ulusal Kanal’da 2 uzman ile birlikte paylaştık. AKP iktidarı, AİHM’nin zorunlu din derslerinin kaldırılması kararlarını (2. kez) görmezden gelerek temyize gidiyor.. Çocuklara zorla Sünni İslam öğretisi dayatılıyor!
(http://ahmetsaltik.net/2014/12/22/akp-alevi-haklarini-ve-aihm-kararlarini-neden-gormezden-geliyor/) 116. Sessiz Çığlık eyleminde Ankara’da net mesajlar verdik (http://youtu.be/zicxeKzYGLg)

Ancak AKP iktidarı dur durak bilmiyor..  17-25 Aralık Yolsuzluklar haftası içinde yeryüzünün belki de en büyük yolsuzluğu kapatıldı. Şüpheli 4 Bakan bir türlü
TBMM Komisyonundan Anayasa Mahkemesi’ne (Yüce Divan’a) yollan(a)mıyor.
AKP – RTE ve şüpheli Bakanlar da var güçleriyle Yüce Divan’dan kaçıyorlar.
Çıkıp yiğitçe, “veremeyeceğimiz hesap yok.. yargılanmak istiyoruz..” diyemiyorlar.
Başlı başına bu tablo, kamuoyunda aklanmalarını olanaksız kılıyor..

20 Aralık 2014 günü bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ üyesi öğretmenlere
Tandoğan Meydanı’nda uygulanan hukuksuz ve çok ağır polis şiddeti ülkemiz adına bizleri ve uluslararası kamuoyunu kaygılandıran bir başka olay olmuştur.

Son olarak dün (25.12.14) günü Konya’da tutuklanan 16 yaşındaki lise öğrencisi..
Cumhurbaşkanı’na hakaret (?!) suçlaması ile okulu basılarak sınıfından arkadaşlarının
gözü önünde alınıp götürülen ve jet hızıyla sorgulanıp yargıç kararı ile tutuklanıp
hapse konan çocuğun – gencin durumu.. Yasalar 18 yaşını bitirene dek herkesi kural olarak (evlenme gibi erginlik kazandıran durumlar dışında) “çocuk” kabul ediyor.. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi md. 1 de! Bu “sanık”, yasal deyimiyle “suça itilen çocuğun” ve okuldaki arkadaşlarının uğrayacağı ruhsal travmayı Konya’daki ilgili C. Savcısı ve güvenlik güçleri değerlendirmekten aciz midirler? Hiç çocuk psikolojisi bilmezler mi?
2 saat gecikmeden doğacak ne sakınca olabilirdi acaba bu “şüpheli yapılan çocuk”
anne-babası aracılığıyla Karakola / Savcılığa davet edilse idi, psikolog eşliğinde?
Bir hekim olarak yapılanların tıbben çok yanlış ve hukuk dışı olduğunu vurguluyoruz!

Yasal deyimi ile “Suça sürüklenen bu çocuk M.E.” kaçar mıydı, kanıtları mı karartırdı, başkaca suç mu işlerdi?? Hangi zorunluluk tutuklama gerektirmiştir?
“Kuvvetli suç şüphesi” gerekçesine dayanan mahkeme / Sulh ceza yargıçlığı kararı
hukuk dışıdır. Bu tutuklama için salt koşul ön koşuldur. Ek olarak kaçma / kanıtları karartma olasılığı – kuşkusu olmak zorundadır. Ayrıca eylemin karşılığı olarak öngörülen cezanın ağırlığının da (üst sınırının) tutuklama kararında dikkate alınması gereklidir.
Üst sınır 4 yıldır (TCK md. 299). Bunun 1/3’ü zaten “çocuk” olduğu için indirilecektir.

Yargıçlık görevi böylesine fütursuzca keyfi olarak kullanılamaz!
HSYK mutlaka gerekli yasal işlemi yapmalıdır.

“Tutuklama” kararı veren mahkeme / sulh ceza yargıcı, neden güvenlik önlemleri ile
tutuksuz yargılamayı seçmemiştir? Aynı soruları soralım :

16 yaşındaki Lise öğrencisi M.E. “suça itilen şüpheli çocuk” kaçar mıydı, kanıtları mı karartırdı, başkaca suç mu işlerdi?? Kamu düzenini tehdit mi ederdi tutuklanmasaydı?
Hangisi, hangisi? BM Çocuk Hakları Sözleşmesi hükümleri Anayasa md. 90 / son fıkra uyarınca iç yasalardan (TCK md. 299) üstün hukuk normları değil midir?
Hatta bu yasal hükümlerin Anayasaya aykırılıkları bile öne sürülemiyor.

Çok ama çok vahim biçimde, temel kişi hak ve özgürlükleri bu olayda çiğnenmiştir.
Topluma, en barbar biçimde gözdağı verilmek istenmektedir. Tandoğan’da sayıları yüzü aşan öğretmenimiz yerlerde sürüklenerek, kış ortasında basınçlı soğuk suyla ıslatılarak, yüzlerine bolca biber gazı püskürtülerek yaka paça gözaltına alınması da gözdağı amaçlıdır. İktidar terörüdür..

Olayda yer alan savcı da, polis de, yargıç da bize göre görevlerini kötüye kullanmış, hukukun buyurucu nesnelliği yerine iktidara siyasal yaranma dürtüsüyle davranmışlardır. Ağır suç işlemişlerdir.

Yargıç ve savcının bu hukuk dışı ve yasa tanımaz eylemlerinin ivedilikle HSYK tarafından soruşturulması gerekmektedir. Polisin de yasal – idari soruşturulması / kovuşturulması gereklidir..

Önce “şüpheli”, ardından jet hızıyla “sanık ve tutuklu” yapılan gerçekte “suça itilen çocuk” 16 yaşındaki Konya’lı M.E. derhal serbest bırakılmalı ve yargılanacaksa bile
mutlaka tutuksuz yargılanmalıdır.

Başka türlü kamuoyunun adalet duygusunu tatmin etme ve yerle bir edilen hukuka güven duygusunu onarma olanağı yoktur.

*****

2. Abdülhamit 1876-1909 arasında saltanat sürmüş bir despottu. 1876 Anayasası ile getirilen Meşrutiyet’i, 2 yıl sonra Osmanlı – Rus savaşı gerekçesiyle askıya alan
Osmanlı Padişahı (Kızıl Sultan!), ancak İttihat Terakki‘nin silah zoruyla 30 yıl sonra 1908’de 2. Meşrutiyet’i ilan etmek zorunda bırakılmıştır. Kısa süre sonra da tahttan  indirilmiştir.

Benzer sonuçları şimdiki AKP iktidarı da yaşayacaktır;
sağduyulu halkımız 2015 seçimlerinde gereğini mutlaka yapacaktır.
Kadim Türkiye Cumhuriyeti 3-5 AKP’li tarafından teslim alınamaz!
Bu harami – bezirgan dönemi parantezi de mutlaka kapatılacak ve
ülkemiz tarihteki onurlu yoluna yüce Atatürk’ün ışıklı çizgisinde devam edecektir..

Bu gerekçelerle, TBB’nin (Türkiye Barolar Birliği) 2 hafta önce düzenlediği

“TÜRKİYE’DE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ”

panelinin özet notlarını da özellikle paylaşmak istedik..

Özenle okunması dileğiyle..

Türkiye artık apaçık AKP – RTE’nin İslami Faşist diktatörlüğü altındadır ve
uluslararası kamuoyu katında özellikle Bay RTE alay konusudur,
ağır biçimde aşağılanmaktadır.

Bu tablo, her şeye karşın ulusal onurumuzu zedelemektedir.
AKP – RTE’nin sağduyuları kalmamış gibidir.
Bir öfke seli ve suçluluk kompleksi içinde içinde gözleri kararmıştır ve sürekli,
giderek ağırlaşan hatalar yapmaktadırlar..

Bu gidişin sonu “hayırlı” değildir.
Bu siteden hep ama hep, büyük sabırla yaptığımız gibi
AKP – RTE’yi sağduyuya ve hukuk içine bir kez daha çağırıyoruz..

Değeri anlaşılsın; AKP – RTE’ye büyük bir katkıdır ülkemizin bunca sabrı.

Sevgi ve saygıyla.
26.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Tüm yazıya pdf olarak erişmek için lütfen tıklayınız:
Konya’da_tutuklanan_16_yasindaki_cocuk_sorunu..

===============================================

Türkiye Barolar Birliği’nce
İNSAN HAKLARI GÜNÜ ETKİNLİKLERİ KAPSAMINDA

“TÜRKİYE’DE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ”

BAŞLIKLI PANEL GERÇEKLEŞTİRİLDİ

10 Aralık İnsan Hakları Günü etkinlikleri kapsamında düzenlenen
“Türkiye’de İfade Özgürlüğü” başlıklı panel, 13 Aralık 2014 tarihinde Türkiye
Barolar Birliği’nde gerçekleştirildi.

Panelin açış konuşmalarını Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu Koordinatör Üyesi Av. İzzet Varan ile Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi Başkanı
Av. Serhan Özbek yaptı.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 58 yıl önce (AS: 66 yıl önce 10 Aralık 1948) kabul edilen, insanların doğuştan ve eşit bir biçimde sahip oldukları hakları belirleyen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin insanlık tarihinin önemli bir dönüm noktası olduğunu söyleyerek sözlerine başlayan Av. İzzet Varan şöyle konuştu:

10 Aralık 1948 tarihinde “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” ile adıyla Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca kabul edilen bu beyanname, ülkemiz tarafından 6 Nisan 1949’da imzalanarak onaylanmıştır. Atılan bu imza ile insan haklarının güvence altına alınması, geliştirilmesi, bu konuda ülkemizde ki her bireyin bilgilendirilmesi ve
insan hakları bilincinin yaygınlaştırılması açısından verilmiş bir taahhüttür.
Bu taahhüt nedeniyle 10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü’nü ülkemizde de kutlamaktayız.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne imza atarak, tüm insanların hiçbir ayrım gözetilmeksizin yalnızca insan oluşlarından dolayı eşit, özgür ve onurlu yaşama hakkına sahip olduğunu ülke olarak kabul etmiş ve herkesin, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal
ya da başka bir görüş, tabiiyet ya da benzeri başka bir statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin Beyannamedeki tüm hak ve özgürlüklerden eşit bir şekilde yararlanacağını kabul ettik.

Küreselleşen dünyada, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi sözleşme tarafı ülkelerin bir iç sorunu olmaktan çıkmış, tüm insanlığın ortak bir sorunu haline gelmiştir. İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi konusundaki sorumluluk öncelikle devletlere ait olmakla birlikte, bu görev medyadan, sivil toplum örgütlerine kadar
tüm kuruluş ve bireylerin de işbirliğini gerektirmektedir.

İnsan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin her ülkenin kabul etmesi ve uygulaması gereken evrensel değerler olduğu halde, bu gerçek ülkemizde de maalesef
tam anlamıyla içselleştirilmemiştir. Dünya ülkelerinin yıllar süren deneyimlerinden
insan hakları ile ilgili ciddi sorunları olan ülkelerin, ekonomik ve sosyal sorunlarının da buna paralel olarak doğru çözüme kavuşturulamadığıdır. Bir ülkede halen insan hakları ihlalleri yaşanıyorsa o ülkenin ekonomisi, siyasal yapısı sancılı ve demokrasisi ile hukukun üstünlüğü kavramları da tartışılır noktadır.

2014 yılında; kadın erkek eşitliğini bir fıtrat meselesi olarak gören, gebe kadının caddede yürümesini ayıplayan, eğitim kurumlarında daha çocuk yaştaki bu ülkenin gelecekteki kuşaklarını cinsel tema üzerinde ayrıştıran ve ayırmaya çalışan, çocuk yaştaki gelinleri
örf ve adet olarak benimseyen, yıl içinde iki yüzün üzerindeki kadın cinayetlerini önleyemeyen, artık ilkokulların önüne inen uyuşturucu trafiğini engelleyemeyen
bir anlayışın egemen olduğu Türkiye’de yaşıyoruz. Kadınların ve çocukların
yaşam haklarını ve özgürlüklerini hiçe saydık.

2014 yılında; vatandaşımızı bir torba kömüre oy versin diye aşağıladık,
vahşi kapitalizmin sömürü mekanizması daha iyi çalışsın diye yüzlerce madencimizi toprağa verdik. Soma’da, Ermenek’te, Zonguldak’ta ve diğer küçük ölçekli maden ocaklarında emeği ve yaşam hakkını hiçe saydık.

Yargıya yapılan müdahaleler ile adil yargılanma, bağımsız yargıç güvencesini
hiçe saydık. Bunlar yalnızca pencereden bakarken gördüklerimiz, ya da görmediklerimiz.

İnsan hakları savunucularını, kamu güvenliğini tehdit eden bir öge olarak gören anlayış hiçbir zaman demokrat olamaz. Asıl demokratlık, insanlara onurlu bir yaşamın
tüm koşullarını sağlanması toplumsal barış için bir güvencedir.

İçimiz buruk olsa da, insan hak ve özgürlüklerinin herkes için yaşama geçirildiği
bir dünya yaratılması umuduyla Dünya İnsan Hakları Günü’nü kutlarız.

Daha sonra kürsüye gelen Av. Serhan Özbek ise şunları söyledi:

İnsan haklarının tanınması, yaygınlık kazanması ve korunması için önemli bir kaynak oluşturduğu bilinen “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”, BM Genel Kurulu tarafından
– 66 yıl önce – 10 Aralık 1948 günü kabul edilmişti.

İnsan Hakları Günü olarak kutlanan bu günde, TBB İHM olarak, gündemde yer alan
ya da yer alması olası konularda bilimsel etkinlikler düzenlemeye özen gösteriyoruz.

Bu yıl toplantımızın konusu, Türkiye’de güncelliğini hiç yitirmeyen (son birkaç günkü operasyon haberleri ile yakıcılığı açığa çıkan) “İfade Özgürlüğü” konusu olarak belirlenmiştir. Düşünce özgürlüğünün bir görünümünü oluşturan ifade özgürlüğü;

– düşünce / görüş sahibi olma,
– düşünceye/bilgiye ulaşma,
– düşünceyi/bilgiyi açıklama/yayma özgürlüklerini içermektedir.

Bireyin maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkının güvencesi olan bu özgürlük
aynı zamanda toplumun demokratikleşmesinde de temel bir rol oynamaktadır.

Alman Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğünün önemini şöyle vurgulamaktadır:

“İnsan kişiliğinin toplum içindeki en doğrudan ifade biçimi olan düşünceyi açıklama özgürlüğü, insan haklarının en önde gelenlerinden biridir.”

Bu özellik, ona başlı başına bir ağırlık kazandırır. Alman Anayasası’nın 5. maddesiyle güvence altına alınan, düşünceyi (söz, yazı ve resimle) serbestçe açıklama ve yayma, basın, radyo – TV ve film özgürlükleri, özgürlükçü demokratik bir devlet düzeni için doğrudan kurucu bir niteliğe sahiptir. Çünkü düşünceyi serbestçe açıklama özgürlüğü, kendi yaşamsal ögesini oluşturan sürekli zihnî hesaplaşma ile düşüncelerin mücadelesini sağlar. Bu anlamda her özgürlüğün de temelidir.

AİHS’nin girişinde sözü edilen insan haklarına saygılı gerçek siyasal demokrasilerde
ifade özgürlüğü, yalnızca bu madde kapsamında değil, koruma altına alınan

– “Özel Hayatın ve Haberleşmenin Korunması (m. 8)”,
– “Vicdan ve Din Özgürlüğü (m. 9)”,
– “Örgütlenme ve Toplantı Özgürlüğü (m. 11)”

gibi haklar açısından da etkili bir role sahip bulunmaktadır. Bu bağlamda AİHS, ifade edilen bilgi ya da düşünceyi, içerik yönünden (sosyal, siyasal, hukuksal, ekonomik vd.) olduğu gibi ifade yolu /yöntemi /aracı yönünden de korumaktadır. Böylelikle ifadenin kamuoyuna ulaşmasında kullanılan yöntem sözlü, yazılı, görsel ya da eylemsel olabileceği gibi, bunun için radyo, yazılı ve görsel basın, elektronik bilgi sistemleri, sanat eserleri gösteri, toplantı gibi araçlar da kullanılabilmektedir.

İfade özgürlüğünün her biri ayrı değerlendirme ve tartışma konusu olabilecek
bu başlıklarından güncellikleri ve özellikleri nedeniyle “Siyasi Eleştiri Özgürlüğü”, “İnternette İfade Özgürlüğü”, “Üniversitede İfade Özgürlüğü” bu yıl gerçekleştireceğimiz etkinliğin alt başlıkları olarak düşünülmüştür.

İnsan hakları kavramının gelişiminde, toplum kavrayışının, devlet odaklı toplum anlayışından, bireye ve doğal haklarına odaklı toplum kavrayışına dönüşmesinin
önemi bilinmektedir. Devam eden gelişmelere, bilimde ve teknolojide atılan dev adımlara karşın insanlığın refah ve barış özlemleri ne yazık ki yüzyılımızda da gerçekleşmiş değildir. Ancak her şeye karşın, özellikle son 50- 60 yıl içinde insan haklarının bir yandan yaygınlık kazanırken, yeni kuşak haklarla zenginleşmesi ve insan haklarının korunmasına ilişkin mekanizmaların oluşturulması kuşkusuz, insanlık adına önemli kazanımlar olmuştur. Bu evrimleşme süreci halen devam ediyor.

Günümüz Türkiye’si açısından ise, insan haklarının günümüzdeki modern yansımaları olan yeni kuşak haklar bir yana, 1. kuşakta yer alan en temel insan haklarına ilişkin kazanımların, karşı karşıya bulunduğu tehlikeler üzüntü vericidir.

“Özgürlüğün tarihinin devlet gücünün sınırlandırılmasının tarihi olduğu” söylenmiştir (Woodrow Wilson). Ancak günümüz Türkiye’sinde, devlet gücünün ve siyasal iktidarın sınırlandırılmasının en etkili aracı olan anayasal ilkeler bir kenara bırakılmıştır.

Bir hukuk devletinin amacı, yurttaşlarının hak ve özgürlüklerini korku ve endişeden uzak bir şekilde kullanabilmeleri için, keyfilik riskinin en aza indirgendiği “hukuk güvenliği”ni sağlamaktır. Bu ilke, hukuk normlarının öngörülebilir olması kadar, devletin yasama faaliyetlerinde yurttaşlardaki güven duygusunu zedeleyici yol ve yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılmaktadır. Günümüzde yaşanan olaylar karşısında bu ilke ve kavramlardan bahsedebilmek olanağı kalmış mıdır?

Günümüzde tüm konularda olduğu gibi, hak ve özgürlükleri ilgilendiren konularda da, çoğulcu demokrasinin saydamlık ve katılımcılık kurallarından yoksun olarak “torba”
ya da “münferit” yasal düzenlemelere gidilmektedir. Bu düzenlemeler içerik yönünden olduğu kadar yöntem olarak da hukuk güvenliği ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırıdır. HSYK Yasası’nda olduğu gibi, Anayasa Mahkemesi tarafından iptali öngörülmesine karşın, salt geriye yürümezlik “avantajından” yararlanmak amacıyla yapılan
yasal düzenlemeler ve buna bağlı gerçekleştirilen idari tasarruflar da
bu anayasal ilkelere aykırıdır.

Tüm bu süreçlerin kaynağında kamusal değil, konjonktürel siyasal ihtiyaçların
ya da “güvenlik” kaygılarının yer aldığını olaylar doğrulamaktadır:

Özgürlüklerle doğrudan ilgili koruma önlemlerine (arama, el koyma, gözaltı, tutuklama gibi) soruşturma evresinde karar veren sulh ceza mahkemelerinin konjonktürel nedenlerle kaldırılmasının ardından, bu yetkilerin takipsizlik kararına itirazları karara bağlamak gibi kritik yetkilerle birlikte, yeni konjonktürde yapısı değişen HSYK tarafından atanan
sulh ceza hâkimliklerine verilmesi de birçok yönden haklı olarak eleştirilmiştir:
Kaldırılan ÖYM yetkilerinin ikame ediliyor olması; alt yapısı hazırlanmış keyfi kararlara kapı aralanması ve doğal yargıç ilkesine aykırılık bu eleştirilerden yalnızca birkaçıdır. Atanan yargıçların basına yansıyan özellikleri, öznel ve nesnel yansızlık ilkesi açısından güvensizlik kaynağıdır.

Bir köşe yazarı, birbiri ardına gelen 2 torba yasada, kimi koruma tedbirleri (dinleme, arama) konusundaki yasal düzenlemelerin “konjonktüre göre” birbiri ile çelişmeleri konusunda; “15 Şubat Yasası’nın gerekçesiyle, 14 Ekim Teklifinin gerekçesini hangi hukukçu, nefesi daralmadan yan yana koyarak okuyabilir?!” diye sormaktadır.

Yaşanan birçok olayda kamu görevlileri tarafından işlenen suçlar yaptırımsız kalırken yalnızca hak ve özgürlüklerini kullandıkları için insanlar haksız yaptırımlara uğramaktadırlar. Günümüz Türkiye’sinde “devletin tarafsızlığı” ilkesi bağlamında, ayrım gözetmeksizin tüm yurttaşların hukuk önünde eşit olduğu savunulabilir mi?

Örneğin hukuk devletinde hiç kimseye ayrıcalık tanınamayacağı için, yaşananlar karşısında artık, adaletin, – iktidar gücünü kullananlar dâhil olmak üzere – suç işlediğine dair kuşku bulunan herkese dokunabileceğini varsayabilir miyiz?

Yine – yaşanan trajik örnekler karşısında – siyasi, ideolojik ve ayrımcı nedenlerle haksız olarak kimseye dokunulmayacağına emin olabilir miyiz?
Ya da adaletin “dokunduklarının” keyfiliklere kurban gitmediklerini ya da bundan böyle gitmeyeceklerini savunabilir miyiz?

Özellikle devleti ilgilendiren ayrımcılık yasağı “dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep, ulusal veya sosyal köken farklılıklarını” kapsamaktadır. Hak ve özgürlüklerden, kamu hizmetinden ve kamuya arz edilen mallardan yararlanmayı, işe alınmayı, ekonomik etkinlikte bulunmayı vb. kapsamaktadır. AİHS tarafından düzenlenen yasak, bireyler açısından iç hukukumuzda “Nefret Suçu” olarak da düzenlenmiştir.

Eğitimde, anaokullarından üniversitelere kurgulanan ve yapılan düzenlemelerde sayılan ayrımcılık nedenlerinin etkili olmadığı düşünülebilir mi?

İşe alımlardan iş teminlerine, kamu mallarının satışından ihalelere uzanan siyasi ve ideolojik kayırmacılık ve yolsuzluk olgusu adeta bir “siyasi hak” olarak görülmeye başlanmışken, çıkar eşitliğinden söz edilebilir mi?

Devletin en üst katlarının söylemine yerleşen ayrımcı üslubun,
nefret uyandırmaya yönelik olmadığı savunulabilir mi?

Hukuk devletini, otoriter rejimlerden ayıran en temel özelliklerinden birisi,
hak ve özgürlüklere ilişkin uygulamasının etkili olarak denetleniyor olmasıdır.
Günümüzde hak ve özgürlüklere bağlılıktan ve bu bağlılığın yargısal, yönetsel,
sivil denetiminden söz edebilmek olanağı var mıdır?

Türkiye için insan haklarına ilişkin olarak, bu sorunlar ve sorular dizisinin çok uzatılması olanaklı olsa da konuşma çerçevemiz buna izin vermemektedir

Sonuç olarak    : Çoğunluk dayatması ile birbiri ardına gelen yargı paketleri ve
yasal düzenlemelere karşın, Türkiye’de insan haklarında gözlenen yaygın ve yoğun ihlâllerinin ortaya koyduğu gerileme, bağımsız ulusal ve uluslararası raporlarca da doğrulanmaktadır. Hukuksal güvenceden yoksun olan bir ülkede toplumsal, ekonomik
ve siyasal yönetimin de sürdürülebilir olamayacağı açıktır.

Nitekim Anayasa Mahkemesi Başkanı da bir değerlendirmesinde;

  • “Hukuk güvenliğine olan talebin her zamankinden daha fazla seslendiriliyor olmasının, yaşanan hukuk güvenliği krizine işaret ettiğini… yasama, yürütme ve yargı organlarının bu gerçeği göremezlikten gelmesinin düşünülemeyeceğini..” dile getirmiştir.

Açış konuşmalarının ardından Av. Prof. Dr. Rona Aybay başkanlığındaki oturumda; “Siyasi Eleştiri Özgürlüğü” konusunda Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Oktay Uygun, “İnternette İfade Özgürlüğü” konusunda Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak,
“Üniversitede İfade Özgürlüğü” konusunda Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Tolga Şirin sunuş yaptılar.

Panelin ardından her yıl İnsan Hakları Günü nedeniyle Karikatür Vakfı işbirliğiyle hazırlanan karikatür sergisinin açılışı yapıldı.