Etiket arşivi: Risk değerlendirmesi

Salgından korunmak için yurttaşlar ne yapmalı?

Salgından korunmak için yurttaşlar ne yapmalı?

Image result for UMUR GÜRSOY
print sharing button
  • Sadece aptal sığırlar kasaba oy verir.
    (Bir TV dizisinden replik)

[Çevre ve sağlıkta risk iletişimi -8] Salgından korunmak için yurttaşlar ne yapmalı? – Yeşil Gazete (yesilgazete.org)

Saptamalarımıza devam edersek, şehir yaşamında dahi kırsal, göçebe ve aşiret düzeni alışkanlıklarımızı terk edememişiz. Çarpık kentleşme, çarpık sanayileşme, çarpık bir ‘yenileşme karşıtlığı’ ve çarpık bir ‘milliyetçilik’ bunlara eşlik etmeye devam ediyor. Yani hâlâ, yeni bitmiş gecekonduya taşınma ve yerleşme telaşesinde gibiyiz; başımızı kaldırıp da çevremizde neler olup bittiğine bakmaya, bahçe düzenlemesine vb. bir türlü sıra gelmiyor. Bu nedenle, dördüncü yazımızda Uğur Tanyeli’nin sözünü ettiği nükleer santral, hava kirliliği, Covid-19 virüsü salgınları gibi çağdaş korkularımız henüz oluşmamış. Türkiye için yapılmış bilimsel risk iletişimi ve risk algılaması çalışmaları olmadığı gibi; Türkiye’de sağlıkta risk iletişimini bilen, önemseyen, merak eden de yok (bkz. Birinci yazı: Bilgisizlik ve Tam Bilgisizlik Belirsizliği’). Sağlık Bakanlığı’nın, devlet kurumlarının ve iktidarların ‘risk iletişimine kafa yormak, kapasite geliştirmek’ diye bir dertleri olmamış. Sivil toplum örgütleri, medya, senaryo yazarları ve edebiyatçılar vb. da halkta böyle bir talep yaratamamışlar. Büyük toplum çoğunluğu bir strateji ve öngörü oyunu olan satrançtan ve fen bilimlerinden habersiz.

Oysa, çevre ve sağlıkta risk değerlendirmesi, riski yönetimi ve riski iletişimi konuları uzak hamleleri iyi görmekle ve hesaplamakla çok ilgili. Ülkenin pek çok istatistiği gibi çevre ve sağlık istatistikleri de ya hiç ya da il- ilçe-mahalle/köy özelinde yayımlanmıyor. Medya, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve üniversiteler özgür/özerk değil. Ülkenin çeşitli konularda gereksinimi olan Ülke Karakter/Veri Tabanları -Profile/Data Base (örneğin Ulusal Bireysel Besin Tüketimi ve veya ilaç tüketimi, aşı karşıtlığı vb.) yok vb vb…

Ülkemizde iletişim deyince sadece iletişim fakültesi, basın-yayın ve medya anlaşılıyor. Ülkenin risk iletişimi becerileri konusunda deneyimli az sayıdaki insan gücü, SB’nın kariyeri ve deneyimi ödüllendirmeyen işlendirme (istihdam) politikaları nedeniyle küstürülmüş ve ilgisiz görevlerde kaybedilmiş.

Türkiye’nin ithal etmek zorunda kaldığı (Covid-19 dışı) tüm aşıların üç yıllık maliyeti (40 milyon dolar) gibi bir harcamayla ile ancak tekrar kurulabilecek Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi’nin önce Aşı Üretim Enstitüsü, 2004’de; sonra da tamamı 2011’de 663 sayılı kanun hükmündeki kararname ile büyük bir strateji eksikliği ve öngörüsüzlükle kapatılmış.

Bireyler ne yapabilir?

Yukarıdaki paragraflardaki saptamalarımızın çevre ve sağlıkta risk iletişimi ve algılamasıyla ilgisini kurmayı okurumuza bırakıyorum. İnsanların çoğu, korktuğu tehlike başına gelmeden tehlikenin olasılığını derinlemesine anlayıp algılamazlar. Dördüncü yazımda belirttiğim gibi, Türk halkının ekonomik kriz olmasından korkmasının (%76’sı) temelinde ekonomik kayıplara uğramaktan ve işini kaybetmekten korkmak vardır. Risk iletişiminde ekonomik kayıplara uğrama ve işini kaybetme riskine yeterince vurgu yapılmamakta ve anlaşılır bir risk senaryosu yazılmamaktadır. İnsanların kurallara uymadıklarında domino etkisi (it ite, it kuyruğuna) nedeniyle işlerini kaybedebileceklerini anlatmak, algılatmak gerekir. 

Bu konuda devleti ilgilendiren toplumsal önerilerimi bir önceki yazımda yapmıştım. Bunlardan bilinemezliklerle ilgili, sorulamayan, söylenemeyen ve bireylerin yapabileceği üç eylemi yazarak yazı dizimizi sonlandırıyoruz.

Toplumun %60’ının aşılanması 2022 Ocak’a kadar sürer

Ülkemize gelen Çin malı Sinovac inaktive (ölü virüs içeren) Covid-19 aşısının 3 milyon dozluk ilk partisi, birinci öncelikli grup olan çalışan sağlıkçılara yapılmaya başlandı. Çalışan sağlıkçılara aşı önceliğinin bittiği 18.01.2021 pazartesi akşamına kadar sevindirici bir oranla (her yüz sağlıkçıdan 78’i) 830 bin halen çalışan sağlık görevlisi aşı oldu. Emekli sağlıkçıların aşılanması için verilen süre (19.01.2021 Çarşamba akşamı) bitiminde 953 bin olan aşılanan kişi sayısı, diğer öncelikli risk gruplarına yapılamaya başlandığı 20 Ocak sabahından sonraki iki günün (22.01.2021) sonunda 1.202.050 kişi oldu. İki günde öncelikli risk gruplarından 249 bin kişiye yani günde 124 bin 525 kişiye aşı yapılabildi.

Bu aşılama hızıyla en az bir kronik hastalığı olan ya da 65 yaş üzerindeki yaş gruplarında olup acil aşılanması gereken 23 milyonun (sağlık personeli hariç) aşılanması yaklaşık 185 gün yani yaklaşık 6 ay (Temmuz 2021 sonuna kadar) sürer. Toplumun %60’ının (49,8 milyon) aşılanması ise yaklaşık 13 ay (2022 yılı Ocak ayı sonuna kadar) sürecek demektir.

Bu nedenlerle aşı tedariğini takip eden günlerde nüfusun %60’ının dahi ilk doz aşılamaların üç ay içinde bitirilebilmesi için önceki yazımda da belirttiğim gibi ekiplerin tek vardiya çalışması halinde günde en az 553 bin kişi aşı yapılmalıdır.

Elimizdeki Sinovac aşısının koruyuculuğu hakkında henüz yeterli bilgi yoktur. 15-59 yaş aralığında aşının koruyuculuğu en düşük: Yüz aşı yapılanda 50,4 kişi (9000 sağlık çalışanı üzerindeki Brezilya Faz 3 çalışması:). Sonraki: Yüz aşı yapılanda 65,3 kişi (1620 kişilik Endonezya Faz 3 çalışması:). En yüksek ise: Yüz aşı yapılanda 91,25 kişidir (1300 kişilik sağlık çalışanındaki Türkiye Faz 3’ü geçici ilk sonuçları).

Bir aşının koruyuculuğu düştükçe aşılanması gereken toplum yüzdesi artar. Salgınbilimciler  salgının bulaştırıcılığı, bir kişinin 2,5-3,5 kişiye bulaştırması hızında -R0 2,5-3,5 iken- yüzde yüz etkili bir aşıda toplum bağışıklığını sağlayabilmesi için nüfusun % 60-72’sinin; yüzde 80 etkili aşıda nüfusun % 75-90’ının; koruyuculuğu daha düşük aşılarda ise tüm nüfusun aşılanması gerektiğini ifade etmektedir.  Bu nedenle, aksi açıklanıncaya kadar elimizdeki Çin aşısının bir-iki, en geç üç ay içinde nüfusun en az %90’ına yapılması gerekir.

Aşısı yaptırma eğilimleri ve aşı direncinin nedenleri

Ne var ki, Ipsos’un Koronavirüs Salgını ve Toplum Araştırması’nın 37. Dönemi Koronavirüse Karşı Aşı Yaptırma Eğilimi verilerine göre 22-26 Ekim haftasından 25-29 Aralık haftasına kadar tekrarlanan bir kamuoyu araştırmasına göre 18 yaş üzeri yurttaşlarımız arasında “Her 10 kişiden 4’ü aşı hazır olunca ilk 3 ay içinde aşı yaptıracağını ifade ediyor.” Aşı yaptırmayı düşünenlerin sayısı 25-29 Aralık haftasında % 44’e yükselmiştir. Çünkü ilk hafta %51 olan aşılanma isteği,  %38 kadar düşmüş, 25-29 Aralık yurttaşların % 32’i kararsız, % 24’ü kesinlikle aşı yaptırmayı düşünmediklerini söylemişlerdir.

Aşı yaptırmayı düşünmeyenlerin nedenleri

Aşı yaptırmayı düşünmeyenler veya kararsız olan bireyler, en çok (yüz kişiden 50-48’i) koronavirüs aşısının yeni olmasından ötürü olası yan etkilerinden endişe ettiklerini belirtmişlerdir. 2-7 Aralık haftasında “Aşı firmasına/aşıya güvenmiyorum” diyenler ikinci, “Aşının beni koronavirüse karşı koruyacağını düşünmüyorum” diyenler ise üçüncü en çok aşı yaptırmama nedeni olarak bulunmuştur.

Bir örnek üzerinde tartışalım: Aşının koruyuculuğunun % 60 olduğunu varsayalım. Yukarıdaki araştırma verilerine göre toplumda zaten yüz kişiden 24’ü aşı yaptırmayacak olursa kalan 76 kişi aşı yaptırsa bile bunların içinde 30 kişi Covid-19’a karşı korumasız olacak, yakalanırsa hastalığı hafif geçirecek, ama yüz kişiden 54’ü hâlâ hastalığı yayacak. Bunu Türkiye nüfusuna yansıtırsak 44,82 milyon kişi hastalığı geçirme ve bulaştırma olasılığında olacaktır. Gerçek toplumsal bağışıklık oranı % 48 gibi ( salgınbilimcilerin istemediği, yani salgından korumayan bir oranda kalacaktır.

İŞTE BU NEDENLERLE:

1- Özellikle ölü virüs aşısı olan ve ülkemizin ilk ağızda yapmaya başladığı Çin firmasınca üretilen Sinovac aşısını gönül rahatlığıyla yaptırın.

  • Koruyuculuk yüzdesi ne olursa olsun, aşı oldukları halde Covid-19’a yakalananlarda hastalık hafif seyretmekte ve ölüme neden olmamaktadır.

Aşı sonrası yan etki oluşma riski,  Covid-19 hastası olma riskine kıyasla çok çok azdır. Aşı olmak bedensel, ulusal koruma ve özgürlüklerimizin geri gelmesi için tek çaredir. Eğer aşılama çalışmaları hızla istenen oranda toplumsal aşılamayla sonuçlanmazsa 2-3 ay içinde hastalık virüsünde olası mutasyon (yapı değişiklikleri) nedeniyle, var olan aşıların korumadığı yeni bir tip Covid-19 salgını olabilir. Bu nedenle

  • Aşı olmak sadece bireysel korunmanın çaresi değil, bir yurtseverlik, milliyetçilik, insan haklarına saygı göstergesidir.

2- Bize ve sevdiklerimize acımayanlara acımak, kendimizi aldatmaktır. ‘Maske’yi (uygun olarak) takmayan ve aşı olmayı reddettiğini bildiğiniz kişileri çalıştırdığı / bu kişilerin çalıştığı işyerlerinden hizmet ve mal alışverişi yapmayın. Kurumsal ve 1’den çok kişinin çalıştığı işyerlerinde çalışanların yalnızca 1’i bu hatayı yapıyorsa bile, kurum veya işyeri sahibine acımasızca şikayet edilmelidir. Böyle sorunlu çalışanların işyerleri sahipleri, ‘nedeninin önlemlere uymayan hangi çalışan olduğunu bütün ekibe söyleyerek’, çalışan ekibin hepsine (geçici olarak) maddi veya sosyal hak (performans) cezası vermelidir. Böylece çalışanların içlerinden birisi maske takmaz, aşı olmazsa bütün ekibin işsiz kalacağını anlamaları ve diğer çalışanların maske takmayana sosyal baskı yapması sağlanarak salgın kural ve yasaklarına uyulması sağlanacaktır.

3- Son olarak: Birey olarak gelecekteki salgınlardan korunmak için yapabileceğimiz en iyi işlerden birisi de yaklaşan ilk seçimde oyumuzu kasaplarımıza vermemektir. Ülkemizdeki siyasi mevzuatın eksiklikleri nedeniyle cumhurbaşkanları ve milletvekili gibi yöneticilerin ve siyasetçilerin cezalandırılmaları, ancak genel ve yerel seçimlerdeki oylarımızla olmaktadır. Ayasofya Camisi’nin açılışı, Giresun mitingi gibi sosyal mesafe ve maske denetimlerinin yapılamadığı büyük toplantılar yapmakta ısrar ederek toplumdaki salgın riskini artırıp risk algısını zayıflatan, riski uzun süre saklayarak topluma yalan söyleyen, Türk Tabipleri Birliği’nin kapatılmasını isteyen, mazlum çoğunluğun değil zalim azınlığın haklarını ve gelirini koruyan vb. siyasetçilere oy vermeyerek kendisi ve partisi cezalandırılmalıdır.

İşyeri Hekimlerinin Mesleksel Bağımsızlığına Yargıdan Oy Birliğiyle Destek


İşyeri Hekimlerinin
Mesleksel Bağımsızlığına
Yargıdan Oy Birliğiyle Destek

Istanbul_Tabip_Odasi_logosu
Meslektaşımız Dr. Ahmet Tellioğlu İstanbul’daki Organik Kimya AŞ’de işyeri hekimi olarak çalışmakta iken hakkında işvereni tarafından ‘doğruluk ve sadakate aykırı davranmak’tan soruşturma açılmış, sonra da ‘yeterliliği ve davranışından kaynaklanan sebeplerle işine son verilmişti.

Bunun üzerine meslektaşımız ve İstanbul Tabip Odamız ülkemizin iş/işçi sağlığı alanındaki gerçek fotoğrafını görünür kılan bir hukuk mücadelesi yürüttüler.

2012’nin Şubat ayında Organik Kimya’da göreve başlayan meslektaşımız her hekimin yapması gerektiği gibi öncelikle risk değerlendirmesi çalışmalarına başlamış ardından da bu kapsamda gerek çalışanların sağlık gözetiminden gerekse çalışanlara İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi tarafından düzenlenen ‘toksik kimyasallara maruziyet’ raporlarından derlediği verilerle şirket yöneticilerini toksik kimyasallarla ilgili alınması gereken öncelikli önlemler konusunda kezlerce uyarmıştı. Öneri ve uyarılarının şirket yöneticileri tarafından
dikkate alınmaması üzerine de bunları noter onaylı iş sağlığı ve güvenliği defterine yazmıştı.
Bunun üzerine Organik Kimya meslektaşımıza soruşturma açtı. Meslektaşımız da durumu
ilgili mevzuata uygun olarak İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü‘ne bildirdi. Meslektaşımız bu bildirimi yaptığı günün akşamında işten çıkarıldı.

Dr. Ahmet Tellioğlu Organik Kimya’daki 30’a yakın çalışan için İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi tarafından ‘toksik kimyasallara maruziyet’ raporları düzenlenmiş olduğunu,
kendisinin de bu raporları hasıraltı etmeyip bilakis meslek hastalığı yönünden üzerine gittiği için işten çıkarıldığını söyleyerek işe iade davası açtı.

İstanbul 16. İş Mahkemesi‘nde görülen davada Organik Kimya, Dr. Ahmet Tellioğlu’nun çalışanları Meslek Hastalıkları Hastanesi’ne yollayarak onları kışkırttığı yönünde
bir savunma yaptı.

Davada meslektaşımızı savunan İstanbul Tabip Odası avukatları ise bu davranışın açıkça hekimin meslekse bağımsızlığının ihlali anlamına geldiğini söyleyerek işe iadesini talep ettiler.

Mahkeme kararında “yapılan yargılama sonunda toplanan deliller ve bilirkişi raporu ile
tüm dosya kapsamından davacının … işyerindeki çalışmasını yasal düzenlemeler, kendisine verilen görev ve yetkiler dahilinde yürüttüğü, meslek hastalıkları hastanesine sevk ve onaylı görüşlerini (noter onaylı deftere) yazmak konularının olumsuz bir davranış olmadığı,
aksine öngörülen davranışın davacının görev ve yükümlülüğü olduğu” denilerek
Dr. Ahmet Tellioğlu’nu haklı bulmuş ve işe iadesine karar vermişti.

Bu karar, Yargıtay’ın ilgili dairesi tarafından oybirliğiyle onanmış bulunuyor.
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası‘nın ardından işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanının mesleksel bağımsızlığını sağlayacak yeterli düzenleme bulunmadığını dile getirmiş ve eklemiştik: ‘Uzman ve hekimin bağımsızlığının olmadığı koşullarda iş sağlığı güvenliği hizmetleri hakkıyla verilemez’.

Dr. Ahmet Tellioğlu ile ilgili olarak yürüyen ve Yargıtay tarafından son noktası konulan
bu davada işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarının mesleksel bağımsızlığın işyerlerinde
nasıl bir tehdit altında olduğu, işverenlerin mesleksel bağımsızlığa zerre kadar saygı duymadığı gözler önüne serilmiştir.

Soruyoruz                    :

Hekimin iş güvencesinin işverenin iki dudağı arasında olduğu koşullarda hekim bu hastalıkları, bu ölümleri nasıl ortaya çıkaracak ? İşyerlerinde toksik kimyasallara maruz kalmış olan işçilerin sağlığı ve hukuku ne olacak?’

Çalışma Bakanı‘nın Tabip Odalarının ve Türk Tabipleri Birliği’nin işçi sağlığıyla ilgili yetkilerini ortadan kaldırmak ve işyeri hekimliği hizmetlerini taşeronlaştırmak dışında
atacağı bir adım var mıdır?

Bu olayda meslektaşımız Organik Kimya’yı

“Bağımsız çalışmamı engelliyorlar, yasal yetkim kapsamındaki uyarma görevimi işveren onayına bağlıymış gibi gösteriyorlar, çalışanlara Meslek Hastalıkları Hastanesi’ne başvurmamaları yönünde gözdağı veriyorlar..”

diyerek Çalışma Bakanlığına da şikayet etmiş idi.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından meslektaşımıza bugüne kadar herhangi
bir yanıt bile verilmedi ki, Bakanlığın ‘mesleksel bağımsızlığı yok sayan’ bu tutumunu da önümüzdeki günlerde idari yargıya taşıyacağız.

Bu vesileyle tekrar belirtmek isteriz:

Ölümlü iş kazaları tam anlamıyla buz dağının görünen bölümüdür.
Dipte devasa bir meslek hastalıkları kütlesi vardır.

Dünya Çalışma Örgütü (AS: ILO), Dünya Sağlık Örgütü gibi küresel örgütlerin kestirimlerine göre bir yerde iş kazasından ölen 11 kişi varsa, bu 11 kişiye karşılık en az 19-60 kişi de
meslek hastalığı/işle ilgili hastalıktan ölmektedir.

  • Her yıl 1500 dolayında çalışanın iş kazalarında öldüğü ülkemizde, işyeri hekimlerinin
    mesleksel bağımsızlığı ve buna bağlı olarak meslek hastalığı tanı süreçleri ivedilikle
    yeniden ele alınmalıdır.

    İSTANBUL TABİP ODASI

    http://www.istabip.org.tr/index.php/haberler/3693-yeri-hekimlerinin-mesleki-bamszlna-yargdan-oy-birliiyle-destek.html, 24.12.14

    ===================================================

    Dostlar,

    Meslektaşımız Dr. Ahmet TELLİOĞLU’nu ve O’na kapsamlı hukuksal destek veren
    İstanbul Tabip Odamızın değerli yöneticilerini – hukukçularını kutlarız..

    Organik Kimya adlı kuruluşun hukuk dışı ve emeğe saygısız davranışlarını ise
    üzüntüyle karşılıyoruz.. (Haydi “kınıyoruz” demeyelim..)

    ÇSGB’nın (Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı) vurdumduymazlığına ne demeli??

    İvedilikle soruna eğilmeleri gerekmez mi?

    Dilekçe hakkı Anayasal bir hak değil midir?

    VII. Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı*

    MADDE 74.– Vatandaşlar (Ek ibare: 3/10/2001-4709/26 md.) ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahiptir. Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir. Herkes, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkına sahiptir.

    ÇSGB hem biçimsel olarak Anayasal görevini savsaklamaktadır hem de toksik kimyasallarla çalışmak zorunda bırakılan emekçilerin sağlık – güvenlik hakkını görmezden gelmektedir.
    3. olarak da işyeri hekimi Dr. Ahmet Tellioğlu’nun hukukunu çiğnemektedir. İlle biçimsel süre yetkisi 60 günü beklemek niyedir??

    Özellikle 2. maddedeki hak çiğneminin (ihlalinin) telafisi yoktur ve bu yüzden de gecikmesinde sağlık açısından sakınca vardır. Devlet, yeri geldiğinde, temel insan hak ve özgürlüklerini bile “gecikmesinde sakınca bulunan durumlarda…” diye sınırları belirsiz klişe bir gerekçe ile
    mülki amir (kaymakam, vali), savcı.. eliyle kısıtlayabilmekte, “makul şüphe” dayatması ile de kişi dokunulmazlığı, özel yaşamı… tehdit altına sokulmaktadır. Son olarak TİB’e verilen
    yasal yetki ile sanal iletişimin yargı kararı olmadan “ivedi durumlarda” (!?) engellenebilmesi yetkisi Anayasa Mahkemesinde iptal edilince, AKP Hükümeti bu kez aynı yetkiyi,
    yargıyı gene devre dışı bırakarak bu kez Bakan ya da Başbakan’ın TİB’e emrine bağlayarak kullanma azmindedir.

    Örnekler artırılabilir.. Hukuk tanımaz bir AKP iktidarı ile karşı karşıyayız..

    CSGB neden ivedi olarak Dr. Tellioğlu’nu yanıtlamaz, olaya denetçi göndererek karışmaz ve sakıncalı durumu durdurmaz??

    ÇCGB kimden yanadır??

    Mutlak biçimde sermayenin yandaşı mıdır ya da hizmetindedir?
    Yasal görevi bu mudur?
    Bu bakanlığın sorumlu yetkililerinin yönetsel (idari) yargıda mutlaka yargılanması ve
    hak ettiği yaptırıma çarptırılması gereklidir.

    Anayasa’nın 2. maddesinde T.C. Devleti’nin bir “hukuk devleti” olduğu yazılıdır..
    Yılgınlığa düşmeden savaşımı sürdürmek gerekir.

    Bu vesile ile İşyeri Hekimleri ve İş Güvenliği Uzmanlarının görevlerini mesleksel bağımsızlık içinde yürütebilmeleri için gerekli iş güvencesinin sağlanmasını ÇSGB yaşama geçirmek zorundadır. Bu süreçte Türkiye işvereni ilkel ve hukuk dışı engelleyici tutumuna son vermelidir. Sorun salt iç hukuk sorunu da değildir. Ülkemizin taraf olduğu kimi uluslararası andlaşma
    ve sözleşmeler esasen böylesi bir hakkı tanımlamıştır. Başta Yürütme organı (Hükümet),
    ulusal ve uluslararası (ulusalüstü) hukuka uygun davranmalıdır (AY md. 90/son).
    Örneğin AVRUPA SOSYAL ŞARTI md. 3,

  • “Tüm çalışanların sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı hakkı vardır.”
    içeriklidir ve Türkiye’yi bağlayıcıdır (AY md. 90/son).

    Artık Türk işvereninin de Küreselleşme çağında -çok gecikmiş de olsa- matüre olarak
    kendisini emeğe saygılı hukukla bağlı saymayı içine sindirmesini beklemek hakkımızdır. Küresel – yerel sermaye 21. yy’da artık ilkelliğini – vahşiliğini aşabilmeli, uygarlaşabilmelidir.

    Çağımız insan hakları çağıdır eğer sermayenin de haberi olduysa….

    Sevgi ve saygıyla.
    29.12.2014, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net

 

Umut Oran’dan Enerji Bakanı’na Soma Faciası Öncesinde 3 yıldır bekleyen Devlet Denetleme Kurulu Raporu Soruları


Umut Oran’dan Enerji Bakanı’na Soma Faciası Öncesinde 3 yıldır bekleyen Devlet Denetleme Kurulu Raporu Soruları

Dostlar,

CHP’nin çalışkan ve üretken İstanbul milletvekili Sayın Umut Oran,
büyük emek isteyen bir soru önergesi hazırlamış. Pek çok uzmanın bile tümüyle oku(ya)madığı 600 sayfaya yakın DDK raporunu (Karadon faciası üzerine..)
özenle incelediği ve can alıcı sorun noktalarını saptayarak sıkı bir soru önergesi durumuna getirdiğini sevinçle izliyoruz.

Bu arada hükümetin 2 sorumlu bakanlığı olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın görevlerini gereğince yapmadığı da
hemen anlaşılıyor..

Yine de ortalıkta siyasal sorumlu yok değil mi??
Sorumluluk birkaç teknik düzeyde elemana yüklenecek ve ilahların gazabı sönümlendirilecek değil mi?

Yok, yok, bu kez o denli kolay değil.. “Resmi” 301 (fazlası??!) kurbanın en az 5’i maden mühendisi.. Bu kez güneş balçıkla sıvanamayacak.. AKP kadroları bu toplu cinayetin
ilk elden ve 1. derece asıl sorumlularıdır.. Ceza hukuku deyimiyle “asli fail” dirler..
Siyasal ve hukuksal hesabını verecek ve bedelini ödeyeceklerdir.

Sayın Oran’a teşekkür ederken, ilgili bakanlıkların dürüst ve kapsamlı yanıtlarını bizim de
tez elden beklediğmizi belirtmek isteriz.. Sanırız ilgili kamuoyu da öyle.. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’nun 600 sayfaya yakın hazır reçete uzman raporunun bile gereklerini hızla yapmayıp da ne yapacaksınız siz ey AKP iktidarı?
AKP’nin her düzeyde sadık yandaşları, müritleri.. söyleyecek sözünüz yok mu?
Vicdanlarınızı mühürlediniz mi, maden ocaklarının kuytularında betonlayarak gömdünüz mü?

Sevgi, saygı ve ACI ile.
23 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==================================================

Oran’dan Enerji Bakanı’na Soma Faciası Öncesinde
3 yıldır bekleyen DDK (Devlet Denetleme Kurulu) Raporu Soruları

CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran

CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 2010 yılında Kocadon kazasından (AS: 17 Mayıs 2010; 30 madenciyi kurban aldı) hemen sonra verdiği talimat üzerine maden kazalarının nedenlerini ve sektörün eksikliklerini araştıran Devlet Denetleme Kurulu’nun (DDK) hazırladığı raporu “gereğinin yapılması” için 8.6.2011’de Başbakanlığa gönderilmesine karşın niçin eksikliklerin giderilmediğini TBMM’ye taşıdı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın raporda ısrarla belirtilen eksikliklerin neden giderilmediğini açıklamasını isteyen Umut Oran,

“DDK raporundan bir yıl sonra Başbakanlığın genelge yayınlayarak tek yetkili olması çelişki değil midir? Bu genelgeyle bürokratik süreç daha da hantal duruma getirilmiş olmuyor mu? Soma faciasının tek ve asıl sorumlusu yalnızca Soma Holding ve burayı denetleyen alt düzeydeki denetim görevlileri midir? Bakanlığınızın bu facia karşısında hiçbir sorumluluğu yok mudur, bu elim olayın siyasal sorumlusu kimdir?
Rapordaki eksikliklerin tamamlanmaması ve Soma’da meydana gelen facia karşısında Başbakanlık veya bakanlık olarak istifa kurumunu işletecek misiniz?”

diye sordu.

Abdullah Gül 18 Mayıs 2010’da talimat vermiş

CHP’li Umut Oran, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın yanıtlaması istemiyle TBMM’ye sunduğu soru önergesinde DDK’nın raporunu gündeme getirdi. Önergesinde “Cumhurbaşkanlığı Makamının 18.5.2010 tarih ve 421 sayılı talimatıyla Devlet Denetleme Kurulu’nun (DDK) hazırlamaya başladığı ve 08.6.2011’de tamamladığı maden kazalarıyla ilgili 2011/3 sayılı raporunda Soma faciasına da ışık tutacak çok önemli saptamalar yer almaktadır.
(AS: bu rapora http://www.tccb.gov.tr/ddk/ddk49.pdf adresinden erişilebilir)
Bu rapor bakanlığınızca gereğinin yapılması için Başbakanlığa da gönderilmiştir” diyen Oran’ın yanıt beklediği sorular şöyle:

Raporla ilgili 3 yıldır ne yaptınız?

– Bu raporda belirtilen ve ivedilikle tamamlanması istenilen eksikliklerin hangilerini
bu tarihe dek geçen 3 yıl içinde yaptınız?
Rapor kapsamında attığınız adımlar hangileridir?

Raporda maske de var nefeslik-kaçama yolu da…

– Raporda, maden kazalarının nedenleri için sayılan; “Risk değerlendirmesi yapılmaması, taşeronluk (alt işverenlik) uygulaması, üretim zorlaması,
geçmiş kazalardan ders alınmaması, grizu riskine karşı önlemlerin yetersiz olması, kontrol ve degaj sondajlarının yeterince yapılmaması, delme – patlatma işlemindeki düzensizlikler, çalışanlarda CO maskesi bulunmaması, gaz izleme ve uyarı sistemlerinin yetersizliği, havalandırma yetersizliği, grizu güvenli (AS: anti-grizu) elektrikli aygıt ve donanımlar ile ilgili sorunlar, nefeslik- kaçma yolu ile ilgili yetersizlikler, tahkimat
(AS: Galerilerin çökmemesi için ahşap ve çelik destek sitemleri) ile ilgili eksiklikler, tahlisiye hizmetleri (AS: madeni boşaltma) ile ilgili sorunlar, maden işletmelerinde gözetim (iç denetim) hizmetlerinin yetersizliği, teknik nezaretçilik vb. işletme içi denetim uygulamaları ile ilgili sorunlar, kamu birimleri denetimlerinin etkinsizliği ve mesleksel eğitim ve iş güvenliği kültürü noksanlıkları” gibi saptamalardan hangilerinin gereğini yaptınız?

Risk değerlendirmesinde ciddi eksiklik var

– Rapordaki, “Maden işletmelerinde risklerin önceden değerlendirilerek önlenmesinde ciddi eksiklikler bulunmaktadır. Yeraltı kömür madenciliğinin yaygınlığı ve işletmelerin önemli bir bölümünün küçük ölçekli olması (AS: Türkiye KOBİ ölçeğini büyütmek zorunda!) göz önüne alındığında işverenler, teknik nezaretçiler, mühendisler, müfettişler ve iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanmasına yönelik sorumluluk üstlenen ilgili tüm tarafların referans olarak kullanabileceği bir uygulama rehberine gerek duyulmaktadır.
Verili (eldeki, mevcut) düzenlemelerin bu gereksinimi karşılamaktan uzak olduğu anlaşılmaktadır..” saptaması karşısında hangi adımları attınız?

Denetim etkin değil, zafiyet var!

– Raporda madenlerin denetimi konusunda eksikliklerin bulunduğu vurgulanarak,

“Çalışmanın ortaya çıkardığı önemli sonuçlardan biri de kamu denetimi sisteminin,
gerek görev ve yetki tanımlamaları gibi alanlardaki tasarım sorunları, gerekse görevli birimlerin uygulamalarında izlenen yöntem ve süreçlerdeki yaşanan sorunlar nedeniyle etkinlikten uzak ve ciddi bir zafiyet alanı oluşturduğuna ilişkindir.”
denilmesi karşısında denetim sisteminde ne gibi revizyona gittiniz,
hangi adımları attınız?

– Raporda;

“Maden işletmelerinde iş sağlığı ve güvenliği yönünden istenilen sonuçların alınması için denetim periyot ve süreleri, denetimin içeriği, denetim sürecinin etkisizliği, kontrol denetimlerinin yeterince yapılmaması ve müeyyidelerin (AS: yaptırımların) yetersizliği ile bağlantılı temel sorunların giderilmesi, kurumsal yapıların görev çakışmasını ortadan kaldıracak biçimde yeniden düzenlenmesi, denetim ve denetim sonuçlarına bağlı karar alma süreçlerinin hızlandırılması ve etkinliğinin artırılması gerekmektedir.” ifadeleri karşısında, denetim sürecini etkin kılmak için hangi adımları attınız?

İşbaşı eğitimi yok!

– Raporda; “…İşbaşı eğitimi ve hizmet içi eğitim koşulunun mevzuatta öngörüldüğü ölçüde yerine getirilmediği; işverenlerce eğitimin zaman yitiği ve gereksiz yere katlanılan bir maliyet olarak algılandığı görülmüştür.”
ifadesi karşısında hangi adımları attınız, madencilikteki işbaşı eğitimi etkili kılabildiniz mi?

ILO Uygulama Rehberi uyarlanmalı

– İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü (AS: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı) tarafından işçi ve işveren temsilcilerinin görüş ve katkıları alınarak

  • “Yeraltı Kömür Madenlerinde Sağlık ve Güvenliğe İlişkin
    ILO Uygulama Rehberi”

nin ülke koşulları doğrultusunda düzenlenerek bir uygulama yönetmeliği durumuna getirilmesi için hangi adımları attınız?

Raporda “Özellikle (AS: ILO’nun) 176 sayılı “Madenlerde Sağlık ve Güvenlik Sözleşmesi’nin onaylanmasının maden sektöründe iş sağlığı ve güvenliği konusunda daha ileri düzeyde adımlar atılması açısından gerekli olduğu” denilmesine karşın
niçin bu sözleşme halen onaylanmadı? Cihazların test ve kalibrasyonu
(AS: ayarlanım) yok

– Raporda,

“(1984 tarihli Maden ve Taş Ocakları İşletmelerinde ve Tünel Yapımında Alınacak
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Önlemlerine İlişkin Tüzük
’ün 291. maddesinde Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına açıkça görev verilmiş olmasına karşın, madenlerde kullanılan elektrikli aygıt ve donanımların test ve kalibrasyon hizmetlerini görecek, iş sağlığı ve güvenliği donanımının ayarlanım (kalibrasyon) ve testlerini yaparak belgelendirebilecek akredite birimler mevcut değildir. Devlet hem çıkardığı mevzuatla kimi hususları zorunlu kılmış, hem de bu zorunluluğu karşılayacak birimleri oluştur(a)mamıştır.” denilmesi karşısında, bu alandaki eksikliği neden gideremediniz?

Veri tabanı oluşturulmalı

– Raporda,

“Çağdaş yönetim anlayışında kararların verilere dayalı olarak üretilmesi vazgeçilmez olduğundan, Sosyal Güvenlik Kurumu veri tabanları ile bütünleşik madencilik sektörü ile iş sağlığı ve güvenliği alanında uluslararası sınıflamaya uygun, güncel ve gerçeği yansıtan verilerin toplanacağı ve ilgili kamu kurumları ile kamuoyunun yararlanmasına sunulacağı, kolay erişilebilir bir veri tabanı ivedi olarak oluşturulmalıdır.”

denilmesi karşısında, söz konusu veri tabanını oluşturabildiniz mi?
Oluşturmadıysanız gerekçesi nedir?

Başbakanlık genelgesi sistemi daha da hantallaştırdı

– DDK raporundan tam bir yıl sonra Başbakanlığın 16.6.2012’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2012/15 sayılı genelgesiyle, “Belediyeler, il özel idareleri dışında kamu kurum ve kuruluşlarının (sermayesinin %50’sinden çoğu kamuya ait olan şirketlerin) kendi mülkiyetinde veya tasarrufunda bulunan taşınmazlarının satış, kira, irtifak, takas, tahsis, devir gibi her türlü tasarrufuna yönelik işlemleri için Başbakanlıktan izin almaları” talimatını vermesi çelişki değil midir?
Bu genelge öncesinde bakanlığınızdan görüş alındı mı, alındıysa hangi görüşü ilettiniz? Bu genelgeyle bürokratik süreç daha da hantal hale getirilmiş olmuyor mu?
(AS: Dünyada hangi ülkede bu yetki salt Başbakanın, neden ???)

Soma Faciasının siyasal sorumlusu kim?

– Soma faciasının tek ve asıl sorumlusu yalnızca Soma Holding ve burayı denetleyen
alt düzeydeki denetim görevlileri midir? Bakanlığınızın bu facia karşısında
hiçbir sorumluluğu yok mudur, bu elim olayın siyasal sorumlusu kimdir?

İstifa kurumu işleyecek mi?

– Cumhurbaşkanlığı makamının tam üç yıl önce gereğinin yapılması talimatıyla Başbakanlık üzerinden bakanlığınıza da ulaştırdığı DDK’nın söz konusu 2011/3 sayılı raporunda ısrarla sözü edilen madencilik sektöründeki eksikliklerin tamamlanmaması ve denetim sürecinin etkili kılınmaması nedeniyle,
13 Mayıs 2014’te Soma’da meydana gelen facia karşısında Başbakanlık veya bakanlık olarak istifa kurumunu işletecek misiniz?