Etiket arşivi: Birleşmiş Milletler Genel Kurulu

20 KASIM DÜNYA ÇOCUK ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ


20 KASIM DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI TOPLUM İÇİN BİLGİLENDİRME DİZİSİ-90

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, tüm dünyadaki çocukların kardeşliğinin gözetileceği ve çocukların refahının artırılması için faaliyetler düzenleneceği 20 Kasım gününü
1954 yılında Dünya Çocuk Günü (Universal Children’s Day) olarak tüm ülkelere önermiştir. Geçmiş yıllarda farklı etkinlikler ve çalışmalar bu gün özelinde sürdürülmüştür. Günümüze yaklaşırken, 20 Kasım 1989 tarihinde, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (Çocuk Hakları Sözleşmesi) kabul edilmiş ve o tarihten bugüne dek ise
20 Kasım aynı zamanda çocukların haklarının farkındalığına vurgu yapılan da bir gün olmuştur. Bu kapsamda; çocukların yaşama, gelişme, katılım gibi en iyi koşullarda
var olmalarının önündeki bütün engellerin kaldırılması amaçlanmaktadır.(1)

Çocuk Hakları Sözleşmesi tarihte en geniş kabul gören insan hakları belgesi olarak
kabul edilmektedir. Sözleşmeyi Türkiye 1990 yılında imzalamıştır.(2) Bu belgede,
nerede doğduklarına, kim olduklarına; Cinsiyetlerine, dinlerine ya da sosyal kökenlerine bakılmaksızın bütün çocukların hakları tanımlanmaktadır. Ayrım gözetmeme,
çocuğun yararının gözetilmesi, yaşama ve gelişme, sözleşmeye yön veren temel değerleri oluşturmaktadır.(3) Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocuğa uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu dışında, 18 yaşına dek her insanı çocuk olarak tanımlamaktadır.(4) Sözleşmede ele alınan başlıca konular aşağıda sıralanmıştır:(2)

 Anne ve babanın rolü ve sorumluluğu; bunun ihmal edildiği durumlarda ise
    devletin rolü ve sorumluluğu
 Bir isme ve vatandaşlığa sahip olma ve bunu koruma hakkı
 Yaşama ve gelişme hakkı
 Sağlık hizmetlerine erişim hakkı
 Eğitime erişim hakkı
 İnsana yakışır bir yaşam standardına erişim hakkı
 Eğlence, dinlenme ve kültürel etkinlikler için zamana sahip olma hakkı
 İstismar ve ihmalden korunma hakkı
 Uyuşturucu bağımlılığından korunma hakkı
 Ekonomik sömürüden korunma hakkı
 İfade özgürlüğü hakkı
 Düşünce özgürlüğü hakkı
 Dernek kurma özgürlükleri hakkı
 Çocukların kendileriyle ilgili konularda görüşlerini dile getirme hakkı
 Özel gereksinimleri olan çocukların hakları
 Yeti yitimi olan çocukların hakları

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) verilerine göre, dünyada her yıl milyonlarca çocuk şiddet mağduru olmaktadır. Ülkesi, kültürü ve sosyal seviyesi ne olursa olsun, çocuklar, istismar, ihmal, suistimal ve şiddetin birçok çeşidiyle karşı karşıya kalmaktadır. İstismar, evde, okulda, kurumlarda, toplum içinde, silahlı çatışmalarda ve doğal afetlerde gerçekleşebilmektedir. Birçok ülkede, dayak ve cinsel istismar gibi çocuğa karşı kimi şiddet tipleri, halen yasal ve toplum tarafından onaylanan bir durumdur.

Şiddet gören çocuklar, istismar, insan ticareti, fiziksel ve aşağılayıcı cezalar,
zararlı geleneksel uygulamalar (erken evlilik, sünnet gibi), silahlı kuvvetler ve/veya gruplara alınma gibi çeşitli şiddet tipleriyle karşılaşmaktadır. Şiddet ve istismarla büyümek, çocuğun gelişimini, değerini, fiziksel ve psikolojik bütünlüğünü etkiler.(5)

Dünya Çocuk Günü’nün 2015 yılında ‘teması “Çocuklara Yönelik Şiddeti Durdurun” olarak belirlenmiştir.(5) Çocuk Hakları Sözleşmesi ve bu konuyla ilgili yapılmakta olan tüm çabalara karşınn, çocuklar hala toplumun incinebilir ve savunmasız bireyleridir. Verili durum göz önünde bulundurularak, çocuklara karşı her türlü şiddetin önlenmesi için gerekli adımlar atılmalı, ülkeler sözleşme ilkelerini kendi hukuk yapılarına da uyarlamalı ve hayatın her alanında çocuk haklarını savunmak için gerekli özeni göstermelidir

Bu doküman Dr. Zehra Gökkaya, Dr. Pınar Güner ve Dr. Dilek Aslan tarafından 16.11.2015 tarihinde hazırlanmıştır. Bu bilgilendirme notunun aşağıda belirtilen şekilde kaynak gösterilmek şartıyla yazılı, elektronik, vb ortamlarda kullanılması önerilmektedir: Gökkaya Z, Güner P, Aslan D. 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü.
HÜTF Halk Sağlığı AD Toplum İçin Bilgilendirme Serisi-90 [Internet] http://www.halksagligi.hacettepe.edu.tr/ Erişim:16.11.2015.

1 Universal Children’s Day 20 November. http://www.un.org/en/events/childrenday/ Erişim:11.11.2015.
2 Çocuk Hakları ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşme. http://cocuk.basbakanlik.gov.tr/cocuk.html/Erişim:11.11.2015.
3 Çocuk Haklarına Dair Sözleşme:Özet. http://www.unicef.org/turkey/crc/_cr23a.html)/ Erişim:11.11.2015.
4 Çocuk Haklarına Dair Sözleşme. http://www.unicef.org/turkey/pdf/_cr23.pdf/ Erişim:11.11.2015.
5 http://www.savethechildren.org/site/c.8rKLIXMGIpI4E/b.7869959/k.5C54/ Universal_Childrens_Day.htm. Erişim:14.11.2015.

===================================

Dostlar,

BM Çocuk Hakları Sözleşmnesi gerçekten heyecan veren bir metin ve çalışma.
BM’de üzerinde uzlaşmaya varılmış olması ayrı bir sevinç kaynağı.

BEBİŞNe var ki, yüzmilyonlarca çocuk bu temel hakların çok uzağında. Örneğin BM-ILO (Uluslararsı Çalışma Örgütü) verilerine göre 300 milyonu aşkın çocuk yasalara aykırı biçimde ILO tanımlamasıyla “en kötü biçimde” çalıştırılmktadır. Türkiye’de 1 milyona yakın çocuk işçi vardır (TÜİK).

 

Suriye’yi Batı emperyalizminin iç savaşa – bölünmeye sürüklemesi ve Türkiye’nin de
ne yazık ki bu utanç verici politikalara AKP – RTE iktidarı üzerinden alet olması sonucunda yaşamları kararan birkaç yüzbin çocuk halen Türkiye’de.. Yenileri doğuyor
ve büyüyor.. Sorunları ile birlikte.. Suriye’li Aylan bebeğin kıyıya vuran narin ölü bedeni bile insanlığınn kararan vicdanını aklamaya yetmedi..

AYLAN_KURDI_3.9.2015

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dünyaya bize atalarımızdan miras kalmadı..
Onu, bir emanet olarak çocuklarımıza daha da geliştirmiş biçimde bırakmak zorundayız.

Nüfus planlaması kaçınılmaz : HER AİLEYE 1 ÇOCUK; başka çare yok!

Dünya çocuklarına karşı çoook mahçubuz..
Hemen, acilen onlar için yapmamaı gereken ve yapabileceğimiz öyle çok şey var ki!

Cocuk_Haklari_Sozlesmesi_20._yil

Sevgi ve saygı ile.
20 Kasım 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TBB Paneli : “TÜRKİYE’DE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ” ve Son İhlaller..


TBB Paneli : “TÜRKİYE’DE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ” ve Son İhlaller..

Dostlar,

Ülkemizde gün geçmiyor ki, insan hakları en kaba ve kapsamlı – derinlemesine çiğnenmesin.. 10 Aralık günü başlayan İNSAN HAKLARI HAFTASI‘nda web sitemizde epey yazıya yer verdik. Hafta öncesinde 25 Kasım 2014 günü Ulusal Kanal’da
“halkımızın sağlık hakları” konusunu işledik (Püf Noktası, Gülgun Feyman,
programı YouTube’da yayımladık; http://youtu.be/dcq1it_Nz-4). 21 Aralık 2014 günü Alevi yurttaşların haklarını bir açık oturumda yine Ulusal Kanal’da 2 uzman ile birlikte paylaştık. AKP iktidarı, AİHM’nin zorunlu din derslerinin kaldırılması kararlarını (2. kez) görmezden gelerek temyize gidiyor.. Çocuklara zorla Sünni İslam öğretisi dayatılıyor!
(http://ahmetsaltik.net/2014/12/22/akp-alevi-haklarini-ve-aihm-kararlarini-neden-gormezden-geliyor/) 116. Sessiz Çığlık eyleminde Ankara’da net mesajlar verdik (http://youtu.be/zicxeKzYGLg)

Ancak AKP iktidarı dur durak bilmiyor..  17-25 Aralık Yolsuzluklar haftası içinde yeryüzünün belki de en büyük yolsuzluğu kapatıldı. Şüpheli 4 Bakan bir türlü
TBMM Komisyonundan Anayasa Mahkemesi’ne (Yüce Divan’a) yollan(a)mıyor.
AKP – RTE ve şüpheli Bakanlar da var güçleriyle Yüce Divan’dan kaçıyorlar.
Çıkıp yiğitçe, “veremeyeceğimiz hesap yok.. yargılanmak istiyoruz..” diyemiyorlar.
Başlı başına bu tablo, kamuoyunda aklanmalarını olanaksız kılıyor..

20 Aralık 2014 günü bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ üyesi öğretmenlere
Tandoğan Meydanı’nda uygulanan hukuksuz ve çok ağır polis şiddeti ülkemiz adına bizleri ve uluslararası kamuoyunu kaygılandıran bir başka olay olmuştur.

Son olarak dün (25.12.14) günü Konya’da tutuklanan 16 yaşındaki lise öğrencisi..
Cumhurbaşkanı’na hakaret (?!) suçlaması ile okulu basılarak sınıfından arkadaşlarının
gözü önünde alınıp götürülen ve jet hızıyla sorgulanıp yargıç kararı ile tutuklanıp
hapse konan çocuğun – gencin durumu.. Yasalar 18 yaşını bitirene dek herkesi kural olarak (evlenme gibi erginlik kazandıran durumlar dışında) “çocuk” kabul ediyor.. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi md. 1 de! Bu “sanık”, yasal deyimiyle “suça itilen çocuğun” ve okuldaki arkadaşlarının uğrayacağı ruhsal travmayı Konya’daki ilgili C. Savcısı ve güvenlik güçleri değerlendirmekten aciz midirler? Hiç çocuk psikolojisi bilmezler mi?
2 saat gecikmeden doğacak ne sakınca olabilirdi acaba bu “şüpheli yapılan çocuk”
anne-babası aracılığıyla Karakola / Savcılığa davet edilse idi, psikolog eşliğinde?
Bir hekim olarak yapılanların tıbben çok yanlış ve hukuk dışı olduğunu vurguluyoruz!

Yasal deyimi ile “Suça sürüklenen bu çocuk M.E.” kaçar mıydı, kanıtları mı karartırdı, başkaca suç mu işlerdi?? Hangi zorunluluk tutuklama gerektirmiştir?
“Kuvvetli suç şüphesi” gerekçesine dayanan mahkeme / Sulh ceza yargıçlığı kararı
hukuk dışıdır. Bu tutuklama için salt koşul ön koşuldur. Ek olarak kaçma / kanıtları karartma olasılığı – kuşkusu olmak zorundadır. Ayrıca eylemin karşılığı olarak öngörülen cezanın ağırlığının da (üst sınırının) tutuklama kararında dikkate alınması gereklidir.
Üst sınır 4 yıldır (TCK md. 299). Bunun 1/3’ü zaten “çocuk” olduğu için indirilecektir.

Yargıçlık görevi böylesine fütursuzca keyfi olarak kullanılamaz!
HSYK mutlaka gerekli yasal işlemi yapmalıdır.

“Tutuklama” kararı veren mahkeme / sulh ceza yargıcı, neden güvenlik önlemleri ile
tutuksuz yargılamayı seçmemiştir? Aynı soruları soralım :

16 yaşındaki Lise öğrencisi M.E. “suça itilen şüpheli çocuk” kaçar mıydı, kanıtları mı karartırdı, başkaca suç mu işlerdi?? Kamu düzenini tehdit mi ederdi tutuklanmasaydı?
Hangisi, hangisi? BM Çocuk Hakları Sözleşmesi hükümleri Anayasa md. 90 / son fıkra uyarınca iç yasalardan (TCK md. 299) üstün hukuk normları değil midir?
Hatta bu yasal hükümlerin Anayasaya aykırılıkları bile öne sürülemiyor.

Çok ama çok vahim biçimde, temel kişi hak ve özgürlükleri bu olayda çiğnenmiştir.
Topluma, en barbar biçimde gözdağı verilmek istenmektedir. Tandoğan’da sayıları yüzü aşan öğretmenimiz yerlerde sürüklenerek, kış ortasında basınçlı soğuk suyla ıslatılarak, yüzlerine bolca biber gazı püskürtülerek yaka paça gözaltına alınması da gözdağı amaçlıdır. İktidar terörüdür..

Olayda yer alan savcı da, polis de, yargıç da bize göre görevlerini kötüye kullanmış, hukukun buyurucu nesnelliği yerine iktidara siyasal yaranma dürtüsüyle davranmışlardır. Ağır suç işlemişlerdir.

Yargıç ve savcının bu hukuk dışı ve yasa tanımaz eylemlerinin ivedilikle HSYK tarafından soruşturulması gerekmektedir. Polisin de yasal – idari soruşturulması / kovuşturulması gereklidir..

Önce “şüpheli”, ardından jet hızıyla “sanık ve tutuklu” yapılan gerçekte “suça itilen çocuk” 16 yaşındaki Konya’lı M.E. derhal serbest bırakılmalı ve yargılanacaksa bile
mutlaka tutuksuz yargılanmalıdır.

Başka türlü kamuoyunun adalet duygusunu tatmin etme ve yerle bir edilen hukuka güven duygusunu onarma olanağı yoktur.

*****

2. Abdülhamit 1876-1909 arasında saltanat sürmüş bir despottu. 1876 Anayasası ile getirilen Meşrutiyet’i, 2 yıl sonra Osmanlı – Rus savaşı gerekçesiyle askıya alan
Osmanlı Padişahı (Kızıl Sultan!), ancak İttihat Terakki‘nin silah zoruyla 30 yıl sonra 1908’de 2. Meşrutiyet’i ilan etmek zorunda bırakılmıştır. Kısa süre sonra da tahttan  indirilmiştir.

Benzer sonuçları şimdiki AKP iktidarı da yaşayacaktır;
sağduyulu halkımız 2015 seçimlerinde gereğini mutlaka yapacaktır.
Kadim Türkiye Cumhuriyeti 3-5 AKP’li tarafından teslim alınamaz!
Bu harami – bezirgan dönemi parantezi de mutlaka kapatılacak ve
ülkemiz tarihteki onurlu yoluna yüce Atatürk’ün ışıklı çizgisinde devam edecektir..

Bu gerekçelerle, TBB’nin (Türkiye Barolar Birliği) 2 hafta önce düzenlediği

“TÜRKİYE’DE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ”

panelinin özet notlarını da özellikle paylaşmak istedik..

Özenle okunması dileğiyle..

Türkiye artık apaçık AKP – RTE’nin İslami Faşist diktatörlüğü altındadır ve
uluslararası kamuoyu katında özellikle Bay RTE alay konusudur,
ağır biçimde aşağılanmaktadır.

Bu tablo, her şeye karşın ulusal onurumuzu zedelemektedir.
AKP – RTE’nin sağduyuları kalmamış gibidir.
Bir öfke seli ve suçluluk kompleksi içinde içinde gözleri kararmıştır ve sürekli,
giderek ağırlaşan hatalar yapmaktadırlar..

Bu gidişin sonu “hayırlı” değildir.
Bu siteden hep ama hep, büyük sabırla yaptığımız gibi
AKP – RTE’yi sağduyuya ve hukuk içine bir kez daha çağırıyoruz..

Değeri anlaşılsın; AKP – RTE’ye büyük bir katkıdır ülkemizin bunca sabrı.

Sevgi ve saygıyla.
26.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Tüm yazıya pdf olarak erişmek için lütfen tıklayınız:
Konya’da_tutuklanan_16_yasindaki_cocuk_sorunu..

===============================================

Türkiye Barolar Birliği’nce
İNSAN HAKLARI GÜNÜ ETKİNLİKLERİ KAPSAMINDA

“TÜRKİYE’DE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ”

BAŞLIKLI PANEL GERÇEKLEŞTİRİLDİ

10 Aralık İnsan Hakları Günü etkinlikleri kapsamında düzenlenen
“Türkiye’de İfade Özgürlüğü” başlıklı panel, 13 Aralık 2014 tarihinde Türkiye
Barolar Birliği’nde gerçekleştirildi.

Panelin açış konuşmalarını Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu Koordinatör Üyesi Av. İzzet Varan ile Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi Başkanı
Av. Serhan Özbek yaptı.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 58 yıl önce (AS: 66 yıl önce 10 Aralık 1948) kabul edilen, insanların doğuştan ve eşit bir biçimde sahip oldukları hakları belirleyen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin insanlık tarihinin önemli bir dönüm noktası olduğunu söyleyerek sözlerine başlayan Av. İzzet Varan şöyle konuştu:

10 Aralık 1948 tarihinde “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” ile adıyla Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca kabul edilen bu beyanname, ülkemiz tarafından 6 Nisan 1949’da imzalanarak onaylanmıştır. Atılan bu imza ile insan haklarının güvence altına alınması, geliştirilmesi, bu konuda ülkemizde ki her bireyin bilgilendirilmesi ve
insan hakları bilincinin yaygınlaştırılması açısından verilmiş bir taahhüttür.
Bu taahhüt nedeniyle 10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü’nü ülkemizde de kutlamaktayız.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne imza atarak, tüm insanların hiçbir ayrım gözetilmeksizin yalnızca insan oluşlarından dolayı eşit, özgür ve onurlu yaşama hakkına sahip olduğunu ülke olarak kabul etmiş ve herkesin, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal
ya da başka bir görüş, tabiiyet ya da benzeri başka bir statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin Beyannamedeki tüm hak ve özgürlüklerden eşit bir şekilde yararlanacağını kabul ettik.

Küreselleşen dünyada, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi sözleşme tarafı ülkelerin bir iç sorunu olmaktan çıkmış, tüm insanlığın ortak bir sorunu haline gelmiştir. İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi konusundaki sorumluluk öncelikle devletlere ait olmakla birlikte, bu görev medyadan, sivil toplum örgütlerine kadar
tüm kuruluş ve bireylerin de işbirliğini gerektirmektedir.

İnsan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin her ülkenin kabul etmesi ve uygulaması gereken evrensel değerler olduğu halde, bu gerçek ülkemizde de maalesef
tam anlamıyla içselleştirilmemiştir. Dünya ülkelerinin yıllar süren deneyimlerinden
insan hakları ile ilgili ciddi sorunları olan ülkelerin, ekonomik ve sosyal sorunlarının da buna paralel olarak doğru çözüme kavuşturulamadığıdır. Bir ülkede halen insan hakları ihlalleri yaşanıyorsa o ülkenin ekonomisi, siyasal yapısı sancılı ve demokrasisi ile hukukun üstünlüğü kavramları da tartışılır noktadır.

2014 yılında; kadın erkek eşitliğini bir fıtrat meselesi olarak gören, gebe kadının caddede yürümesini ayıplayan, eğitim kurumlarında daha çocuk yaştaki bu ülkenin gelecekteki kuşaklarını cinsel tema üzerinde ayrıştıran ve ayırmaya çalışan, çocuk yaştaki gelinleri
örf ve adet olarak benimseyen, yıl içinde iki yüzün üzerindeki kadın cinayetlerini önleyemeyen, artık ilkokulların önüne inen uyuşturucu trafiğini engelleyemeyen
bir anlayışın egemen olduğu Türkiye’de yaşıyoruz. Kadınların ve çocukların
yaşam haklarını ve özgürlüklerini hiçe saydık.

2014 yılında; vatandaşımızı bir torba kömüre oy versin diye aşağıladık,
vahşi kapitalizmin sömürü mekanizması daha iyi çalışsın diye yüzlerce madencimizi toprağa verdik. Soma’da, Ermenek’te, Zonguldak’ta ve diğer küçük ölçekli maden ocaklarında emeği ve yaşam hakkını hiçe saydık.

Yargıya yapılan müdahaleler ile adil yargılanma, bağımsız yargıç güvencesini
hiçe saydık. Bunlar yalnızca pencereden bakarken gördüklerimiz, ya da görmediklerimiz.

İnsan hakları savunucularını, kamu güvenliğini tehdit eden bir öge olarak gören anlayış hiçbir zaman demokrat olamaz. Asıl demokratlık, insanlara onurlu bir yaşamın
tüm koşullarını sağlanması toplumsal barış için bir güvencedir.

İçimiz buruk olsa da, insan hak ve özgürlüklerinin herkes için yaşama geçirildiği
bir dünya yaratılması umuduyla Dünya İnsan Hakları Günü’nü kutlarız.

Daha sonra kürsüye gelen Av. Serhan Özbek ise şunları söyledi:

İnsan haklarının tanınması, yaygınlık kazanması ve korunması için önemli bir kaynak oluşturduğu bilinen “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”, BM Genel Kurulu tarafından
– 66 yıl önce – 10 Aralık 1948 günü kabul edilmişti.

İnsan Hakları Günü olarak kutlanan bu günde, TBB İHM olarak, gündemde yer alan
ya da yer alması olası konularda bilimsel etkinlikler düzenlemeye özen gösteriyoruz.

Bu yıl toplantımızın konusu, Türkiye’de güncelliğini hiç yitirmeyen (son birkaç günkü operasyon haberleri ile yakıcılığı açığa çıkan) “İfade Özgürlüğü” konusu olarak belirlenmiştir. Düşünce özgürlüğünün bir görünümünü oluşturan ifade özgürlüğü;

– düşünce / görüş sahibi olma,
– düşünceye/bilgiye ulaşma,
– düşünceyi/bilgiyi açıklama/yayma özgürlüklerini içermektedir.

Bireyin maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkının güvencesi olan bu özgürlük
aynı zamanda toplumun demokratikleşmesinde de temel bir rol oynamaktadır.

Alman Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğünün önemini şöyle vurgulamaktadır:

“İnsan kişiliğinin toplum içindeki en doğrudan ifade biçimi olan düşünceyi açıklama özgürlüğü, insan haklarının en önde gelenlerinden biridir.”

Bu özellik, ona başlı başına bir ağırlık kazandırır. Alman Anayasası’nın 5. maddesiyle güvence altına alınan, düşünceyi (söz, yazı ve resimle) serbestçe açıklama ve yayma, basın, radyo – TV ve film özgürlükleri, özgürlükçü demokratik bir devlet düzeni için doğrudan kurucu bir niteliğe sahiptir. Çünkü düşünceyi serbestçe açıklama özgürlüğü, kendi yaşamsal ögesini oluşturan sürekli zihnî hesaplaşma ile düşüncelerin mücadelesini sağlar. Bu anlamda her özgürlüğün de temelidir.

AİHS’nin girişinde sözü edilen insan haklarına saygılı gerçek siyasal demokrasilerde
ifade özgürlüğü, yalnızca bu madde kapsamında değil, koruma altına alınan

– “Özel Hayatın ve Haberleşmenin Korunması (m. 8)”,
– “Vicdan ve Din Özgürlüğü (m. 9)”,
– “Örgütlenme ve Toplantı Özgürlüğü (m. 11)”

gibi haklar açısından da etkili bir role sahip bulunmaktadır. Bu bağlamda AİHS, ifade edilen bilgi ya da düşünceyi, içerik yönünden (sosyal, siyasal, hukuksal, ekonomik vd.) olduğu gibi ifade yolu /yöntemi /aracı yönünden de korumaktadır. Böylelikle ifadenin kamuoyuna ulaşmasında kullanılan yöntem sözlü, yazılı, görsel ya da eylemsel olabileceği gibi, bunun için radyo, yazılı ve görsel basın, elektronik bilgi sistemleri, sanat eserleri gösteri, toplantı gibi araçlar da kullanılabilmektedir.

İfade özgürlüğünün her biri ayrı değerlendirme ve tartışma konusu olabilecek
bu başlıklarından güncellikleri ve özellikleri nedeniyle “Siyasi Eleştiri Özgürlüğü”, “İnternette İfade Özgürlüğü”, “Üniversitede İfade Özgürlüğü” bu yıl gerçekleştireceğimiz etkinliğin alt başlıkları olarak düşünülmüştür.

İnsan hakları kavramının gelişiminde, toplum kavrayışının, devlet odaklı toplum anlayışından, bireye ve doğal haklarına odaklı toplum kavrayışına dönüşmesinin
önemi bilinmektedir. Devam eden gelişmelere, bilimde ve teknolojide atılan dev adımlara karşın insanlığın refah ve barış özlemleri ne yazık ki yüzyılımızda da gerçekleşmiş değildir. Ancak her şeye karşın, özellikle son 50- 60 yıl içinde insan haklarının bir yandan yaygınlık kazanırken, yeni kuşak haklarla zenginleşmesi ve insan haklarının korunmasına ilişkin mekanizmaların oluşturulması kuşkusuz, insanlık adına önemli kazanımlar olmuştur. Bu evrimleşme süreci halen devam ediyor.

Günümüz Türkiye’si açısından ise, insan haklarının günümüzdeki modern yansımaları olan yeni kuşak haklar bir yana, 1. kuşakta yer alan en temel insan haklarına ilişkin kazanımların, karşı karşıya bulunduğu tehlikeler üzüntü vericidir.

“Özgürlüğün tarihinin devlet gücünün sınırlandırılmasının tarihi olduğu” söylenmiştir (Woodrow Wilson). Ancak günümüz Türkiye’sinde, devlet gücünün ve siyasal iktidarın sınırlandırılmasının en etkili aracı olan anayasal ilkeler bir kenara bırakılmıştır.

Bir hukuk devletinin amacı, yurttaşlarının hak ve özgürlüklerini korku ve endişeden uzak bir şekilde kullanabilmeleri için, keyfilik riskinin en aza indirgendiği “hukuk güvenliği”ni sağlamaktır. Bu ilke, hukuk normlarının öngörülebilir olması kadar, devletin yasama faaliyetlerinde yurttaşlardaki güven duygusunu zedeleyici yol ve yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılmaktadır. Günümüzde yaşanan olaylar karşısında bu ilke ve kavramlardan bahsedebilmek olanağı kalmış mıdır?

Günümüzde tüm konularda olduğu gibi, hak ve özgürlükleri ilgilendiren konularda da, çoğulcu demokrasinin saydamlık ve katılımcılık kurallarından yoksun olarak “torba”
ya da “münferit” yasal düzenlemelere gidilmektedir. Bu düzenlemeler içerik yönünden olduğu kadar yöntem olarak da hukuk güvenliği ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırıdır. HSYK Yasası’nda olduğu gibi, Anayasa Mahkemesi tarafından iptali öngörülmesine karşın, salt geriye yürümezlik “avantajından” yararlanmak amacıyla yapılan
yasal düzenlemeler ve buna bağlı gerçekleştirilen idari tasarruflar da
bu anayasal ilkelere aykırıdır.

Tüm bu süreçlerin kaynağında kamusal değil, konjonktürel siyasal ihtiyaçların
ya da “güvenlik” kaygılarının yer aldığını olaylar doğrulamaktadır:

Özgürlüklerle doğrudan ilgili koruma önlemlerine (arama, el koyma, gözaltı, tutuklama gibi) soruşturma evresinde karar veren sulh ceza mahkemelerinin konjonktürel nedenlerle kaldırılmasının ardından, bu yetkilerin takipsizlik kararına itirazları karara bağlamak gibi kritik yetkilerle birlikte, yeni konjonktürde yapısı değişen HSYK tarafından atanan
sulh ceza hâkimliklerine verilmesi de birçok yönden haklı olarak eleştirilmiştir:
Kaldırılan ÖYM yetkilerinin ikame ediliyor olması; alt yapısı hazırlanmış keyfi kararlara kapı aralanması ve doğal yargıç ilkesine aykırılık bu eleştirilerden yalnızca birkaçıdır. Atanan yargıçların basına yansıyan özellikleri, öznel ve nesnel yansızlık ilkesi açısından güvensizlik kaynağıdır.

Bir köşe yazarı, birbiri ardına gelen 2 torba yasada, kimi koruma tedbirleri (dinleme, arama) konusundaki yasal düzenlemelerin “konjonktüre göre” birbiri ile çelişmeleri konusunda; “15 Şubat Yasası’nın gerekçesiyle, 14 Ekim Teklifinin gerekçesini hangi hukukçu, nefesi daralmadan yan yana koyarak okuyabilir?!” diye sormaktadır.

Yaşanan birçok olayda kamu görevlileri tarafından işlenen suçlar yaptırımsız kalırken yalnızca hak ve özgürlüklerini kullandıkları için insanlar haksız yaptırımlara uğramaktadırlar. Günümüz Türkiye’sinde “devletin tarafsızlığı” ilkesi bağlamında, ayrım gözetmeksizin tüm yurttaşların hukuk önünde eşit olduğu savunulabilir mi?

Örneğin hukuk devletinde hiç kimseye ayrıcalık tanınamayacağı için, yaşananlar karşısında artık, adaletin, – iktidar gücünü kullananlar dâhil olmak üzere – suç işlediğine dair kuşku bulunan herkese dokunabileceğini varsayabilir miyiz?

Yine – yaşanan trajik örnekler karşısında – siyasi, ideolojik ve ayrımcı nedenlerle haksız olarak kimseye dokunulmayacağına emin olabilir miyiz?
Ya da adaletin “dokunduklarının” keyfiliklere kurban gitmediklerini ya da bundan böyle gitmeyeceklerini savunabilir miyiz?

Özellikle devleti ilgilendiren ayrımcılık yasağı “dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep, ulusal veya sosyal köken farklılıklarını” kapsamaktadır. Hak ve özgürlüklerden, kamu hizmetinden ve kamuya arz edilen mallardan yararlanmayı, işe alınmayı, ekonomik etkinlikte bulunmayı vb. kapsamaktadır. AİHS tarafından düzenlenen yasak, bireyler açısından iç hukukumuzda “Nefret Suçu” olarak da düzenlenmiştir.

Eğitimde, anaokullarından üniversitelere kurgulanan ve yapılan düzenlemelerde sayılan ayrımcılık nedenlerinin etkili olmadığı düşünülebilir mi?

İşe alımlardan iş teminlerine, kamu mallarının satışından ihalelere uzanan siyasi ve ideolojik kayırmacılık ve yolsuzluk olgusu adeta bir “siyasi hak” olarak görülmeye başlanmışken, çıkar eşitliğinden söz edilebilir mi?

Devletin en üst katlarının söylemine yerleşen ayrımcı üslubun,
nefret uyandırmaya yönelik olmadığı savunulabilir mi?

Hukuk devletini, otoriter rejimlerden ayıran en temel özelliklerinden birisi,
hak ve özgürlüklere ilişkin uygulamasının etkili olarak denetleniyor olmasıdır.
Günümüzde hak ve özgürlüklere bağlılıktan ve bu bağlılığın yargısal, yönetsel,
sivil denetiminden söz edebilmek olanağı var mıdır?

Türkiye için insan haklarına ilişkin olarak, bu sorunlar ve sorular dizisinin çok uzatılması olanaklı olsa da konuşma çerçevemiz buna izin vermemektedir

Sonuç olarak    : Çoğunluk dayatması ile birbiri ardına gelen yargı paketleri ve
yasal düzenlemelere karşın, Türkiye’de insan haklarında gözlenen yaygın ve yoğun ihlâllerinin ortaya koyduğu gerileme, bağımsız ulusal ve uluslararası raporlarca da doğrulanmaktadır. Hukuksal güvenceden yoksun olan bir ülkede toplumsal, ekonomik
ve siyasal yönetimin de sürdürülebilir olamayacağı açıktır.

Nitekim Anayasa Mahkemesi Başkanı da bir değerlendirmesinde;

  • “Hukuk güvenliğine olan talebin her zamankinden daha fazla seslendiriliyor olmasının, yaşanan hukuk güvenliği krizine işaret ettiğini… yasama, yürütme ve yargı organlarının bu gerçeği göremezlikten gelmesinin düşünülemeyeceğini..” dile getirmiştir.

Açış konuşmalarının ardından Av. Prof. Dr. Rona Aybay başkanlığındaki oturumda; “Siyasi Eleştiri Özgürlüğü” konusunda Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Oktay Uygun, “İnternette İfade Özgürlüğü” konusunda Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak,
“Üniversitede İfade Özgürlüğü” konusunda Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Tolga Şirin sunuş yaptılar.

Panelin ardından her yıl İnsan Hakları Günü nedeniyle Karikatür Vakfı işbirliğiyle hazırlanan karikatür sergisinin açılışı yapıldı.