Kategori arşivi: Hekim Saltık

DSÖ; Dünya İnsanlık Günü’nde sağlık çalışanlarına teşekkür etti

 

DSÖ; Dünya İnsanlık Günü’nde
sağlık çalışanlarına teşekkür etti

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 19 Ağustos 12. Dünya İnsanlık Günü dolayısıyla
Dünyanın dikkatlerini insani krizlerde yardım çalışmaları yapan sağlıkçıların katkılarına ve fedakârlıklarına (AS: özverilerine) çekmek amacı ile DSÖ Genel Direktörü Dr. Margaret Chan imzası ile bir açıklama yayınladı.

DSÖ’nün açıklama metni şu şekilde                 : 

İlk Dünya İnsanlık Günü’nden bu yana on yılı aşkın bir zaman geçmişken acil durumlarda yardım çalışmaları yapanlardan beklenenler daha önce görülmemiş boyutlara ulaşmıştır: Bugün 37 ülkede 82,5 milyon insan yardıma muhtaç durumdadır. Maliyet de artmıştır ve tahminen (AS: kestirimle) 20 milyar Dolara ulaşmaktadır.

DSÖ belli başlı 5 insani krize yönelik yardımlarda başı çekmektedir. Batı Afrika’dan Yemen’e 60 milyonu aşkın insan geniş bir kapsam taşıyan sağlık hizmetlerine ihtiyaç duymaktadır.

İnsani yardımların merkezinde, çoğu kez kaynaklara sınırlı erişimi olan ve büyük tehditler altında çalışmak zorunda kalan, buna karşın kendilerini düşünmeden topluluklarına hizmet veren doktorlar, hemşireler, tıp teknisyenleri ve öbür sağlık çalışanları yer almaktadır.
Ön saflardaki sağlık çalışanları, Ebola gibi salgınların, doğal felaketlerin ve silahlı çatışmaların yarattığı
zorlu koşullarda milyonlarca insana sağlık hizmeti götürmüştür.
Batı Afrika’da 875 sağlık çalışanı Ebola enfeksiyonu kapmıştır ve bunların yarısından çoğu yaşamını yitirmiştir.

Bu çabalar, sağlıkçılara ve sağlık kuruluşlarına yönelik saldırıların sıklaşmasıyla daha da kahramanca bir özellik kazanmıştır. DSÖ 2014’te bu tür saldırılarla ilgili olarak 32 ülkeden 3723 bildirim almıştır. Bu olaylarda yaklaşık 1.000 kişi yaralanmış, 600’den çok kişi de yaşamını yitirmiştir.  Dünya çocuk felcinden tümden kurtulma noktasına yaklaşmışken,  2012’den bu yana Pakistan ve Nijerya’da 37 sağlık çalışanı ve onların yanındaki kişiler bilinçli olarak hedef alınmış ve öldürülmüştür.

Silahlı çatışmalar ve uzayan acil durumlar nedeniyle sağlık tesisleri sık sık tahrip olmakta, durumdan etkilenen nüfus kesimlerini yaşam kurtarıcı bakım hizmetlerinden daha da
yoksun bırakmaktadır. Bozulmuş sağlık sistemlerinin onarımı ise yıllar alabilmektedir.

Sağlık çalışanlarına ve sağlık tesislerine yönelik saldırılar, Cenevre Sözleşmeleri ve protokolleri dâhil olmak üzere uluslararası insani hukuka yönelik açık ihlallerdir.

Oysa bu anlaşmaların her durumda gözetilmesi gerekir. Sağlık çalışanlarının
hasta ve yaralıları herhangi bir ayrımcılık gözetmeden tedavi etme yükümlülükleri vardır.
Herhangi bir çatışmanın tüm tarafları bu yükümlülüğe saygılı olmalıdır.

Sağlık için insan kaynakları küresel stratejimizin bir parçası olarak DSÖ, sağlık çalışanlarının esenliğine, güvenliğine ve görevlerinin kutsallığına öncelik tanımakta, korunmaları adına
güçlü bir tutum almaktadır.

Sağlıkçılar insanın sağlık hakkını gözetmek için her gün çaba göstermektedir.
DSÖ, Dünya İnsanlık Günü dolayısıyla, sağlık alanında esin kaynağı olan bu kahramanların hakkını vermek için bir kampanya başlatmaktadır. Dünya İnsanlık Günü’nden başlayarak
Mayıs 2016’daki Dünya İnsanlık Zirvesi’ne dek olan dönemde DSÖ bu kahramanların öykülerini tüm dünyaya tanıtacaktır. (19.082015)

DSÖ Genel Direktörü Dr. Margaret Chan

=====================================

Dostlar,

DSÖ‘nün kurumsal kimliğine bayan başkanı meslektaşımız Sayın Dr. Margaret Chan’e
bu duyarlı iletisi için teşekkür doluyuz.

Açıklama, aynı zamanda oldukça bilgilendirici somut ve çarpıcı veriler içermektedir.
Batı Afrika’da son yıllarda 875 sağlık çalışanının Ebola enfeksiyonuna yakalanması
(Meslek hastalığı!) ve yarıya yakının ölmesi sorunun dehşetli boyutlarını sergiliyor.

Ülkemizde bir de sağlık çalışanına ve özellikle hekimlere dönük hasta ve yakınları,
yöneticiler kaynaklı fiziksel, ruhsal, sözel, ekonomik, yönetsel şiddet ve bezdiri (mobbing) şiddet uygulanmaktadır.

Öyle ki, bu saldırılar sağlık çalışanını vahşice ÖLDÜRMEYE dek varmaktadır.

Bu şiddetin başlıca kaynağı, Sağlık Bakanlığı’nın sağlık hizmeti kullanıcılarını (hastaları)
deyim yerinde ise şımartmasıdır (abuse). Sistemin özünde varolan ve giderek aryan sınırlamalar yüzünden sağlık çalışanı hastalarca sorumlu tutulmakta ve öfkesini bu insanlara yöneltmektedir.

SAĞLIK HİZMETLERİ, bir ülkenin – toplumun gereksinim duyduğu 1. numaralı vazgeçilmez hizmetlerdir. Gerçekten de “Her şeyin başı SAĞLIK” tır! O olmayınca eğitim de ol(a)maz!

– Ertelenemez,
– Yerine başka hizmet konamaz,
– Vazgeçilemez,
– Başkasına devredilemez,
– Fiyat pazarlığı yapılamaz,
– Sınırlandırılamaz (içeriği ve kapsamı hekimlerce belirlenen)…  hizmetlerdir.

(Daha fazlası için; http://ahmetsaltik.net/2012/06/02/health-economics-public-health-saglik-ekonomisi-ve-halk-sagligi/)

Bu genel özellikleri nedeniyle de piyasa hizmetlerine konu edilemeyecek özgül (spesifik) himetlerdir. Sunu – istem (arz -talep) yasasına uymazlar! Bu yüzden de tümüyle piyasalaştırılamazlar, özelleştirmeye doğaları gereği direngendirler.

Ne var ki, sermaye, günümüzde küreselleşen finans – kapital bu özel alanı da tümdem piyasaya açarak sağlık hizmetleri ve gereçlerini de (ilaçlar, tıbbi teknik gereçler!) metalaştırmaktadır.
Özlediği ve hak ettiğine inandığı sağlık hizmetine erişemeyen yurttaş, “müşterileştirildiğini” unutmakta ya da hazmedememekte ve sağlık çalışanlarınca engellendiği sanrısına (hezeyan) kapılmaktadır..

Bu tablo sürdürülemez ve hukuka uygun olmadığı gibi ahlak dışıdır.

Neo-liberal yabanıl (vahşi) sağlık politikaları terk edilerek,
SAĞLIK HİZMETLERİ HERKESE DOĞUŞTA KAZANILAN BİR HAK
(İHEB md. 25 vd.) OLARAK KAMU SORUMLULUĞUNDA VERİLMELİDİR..

Sağlıkta şiddetini köktenci çözümü, halktan yana, ulusal (IMF-DB dayatması değil!),
kamusal sağlık sistemidir. (Daha fazlası için bkz. http://ahmetsaltik.net/2013/01/26/saglikta-siddetle-basa-cikmak-ttb-raporu/)

Sevgi ve saygı ile.
26 Ağustos 2015, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Ali Rıza Üçer’in zaferi

SINIF GÖZLÜĞÜ

Ali Rıza Üçer’in zaferi

Yıldırım Koç

Çok zor ama keşke etrafta üç-beş Ali Rıza Üçer daha olsa.

=========================================

Dostlar,

Yıldırım Koç da, Dr. Ali Rıza Üçer de dostluklarıyla övündüğümüz arkadaşlarımızdır.

Sevgili Üçer’in e-iletisi bize ulaştığında sitemizde 2 ayrı yazıya geçen hafta yer vermiştik :

– http://ahmetsaltik.net/2015/08/13/ifade-ozgurlugune-iliskin-ali-riza-ucer-karari/
 http://ahmetsaltik.net/2015/08/13/icme-suyu-tartismasinda-anayasa-mahkemesinden-hak-ihlali-karari/

Sevgili Koç perçinlemiş oldu..

Her ikisini de kutluyor ve kendilerine teşekkür ediyoruz.

Dileriz Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi, AYM kararını ve gerekçesini dikkate alarak, yapacağı yeniden yargılamada bu kez hukuka uygun bir karar verir.
Bilindiği gibi AYM kararları mahkemeleri de bağlıyor..

Anayasa md. 153/ son : “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını,
gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”
Dr. Üçer’in duruşma gününü bildirmesini bekliyoruz..
Mahkeme salonunda dayanışma için birlikte olacağız..

İçme suyu tartışmasında Anayasa Mahkemesinden hak ihlali kararı

İçme suyu tartışmasında
Anayasa Mahkemesinden hak ihlali kararı :
Melih Gökçek’e yüksek mahkeme freni..

 

AA ve SÖZCÜ Gazetesi’nin Anayasa Mahkemesi kararıyla ilgili açıklama ve haberi:
http://www.sozcu.com.tr/2015/gundem/gokceke-aym-darbesi-907626/

– Anayasa Mahkemesi, Tıp Kurumu Derneği Genel Sekreteri Üçer‘in, 2008’deki Ankara’nın
içme suyu tartışmaları sırasında yaptığı açıklamalar nedeniyle Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Gökçek‘e tazminat ödemesini hak ihlali saydı.
– Yüksek Mahkeme, ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verdi
– Gerekçeden:
– “Kamuoyunu yakından ilgilendiren sorunları tartışma özgürlüğünün
tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi olduğu göz önüne alınmalıdır”

ANKARA (AA) – Anayasa Mahkemesi, Tıp Kurumu Derneği Genel Sekreteri Dr. Ali Rıza Üçer’in, Ankara’nın içme suyu tartışmaları sırasında yaptığı açıklamalar nedeniyle
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek‘e tazminat ödemesini hak ihlali saydı. Yüksek Mahkeme, ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verdi.

Tıp Kurumu Derneği Genel Sekreteri Üçer, 2008 yılı Haziran ayında Ankara’nın içme suyunda arsenik bulunduğu iddialarıyla ilgili yaşanan tartışmalar üzerine, başka uzmanlarla konuyla ilgili basın açıklaması düzenleyerek,

“Kızılırmak suyunda arsenik olduğu, arseniğin mesane, akciğer, deri, böbrek ve karaciğer kanserine yol açtığı”nı iddia etti.

Gökçek, basın açıklamasındaki kimi anlatımların kendisine hakaret niteliğinde olduğu savıyla Tıp Kurumu Derneği Genel Sekreteri Üçer’e tazminat davası açtı.

Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi de Üçer ve öbür uzmanların Gökçek’e 750’şer lira
manevi tazminat ödemesine hükmetti.

Ali Rıza Üçer, ifade özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle, Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulundu.

Yüksek Mahkeme, Üçer’in Anayasanın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine oybirliğiyle karar vererek, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararı Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesine gönderdi.

Gerekçeden :

Anayasa Mahkemesi’nin Resmi Gazete’de yayımlanan gerekçesinde, başvuruya konu basın açıklamasının yapıldığı tarihlerde Ankara’da suyun kalitesine ilişkin tartışmaların yaşandığı, konuyla ilgili pek çok haber ve yorumların yapıldığı belirtildi.

Gerekçede, Üçer’in basın açıklamasında, sudaki arsenik miktarı ile kanser olguları arasındaki ilişkileri kimi uluslararası kuruluşlarca yayımlanmış verilere dayanarak gösterdiği ve Ankaralılarda görülecek kanser olgusu sayılarına ilişkin kimi değerlendirmelerde bulunduğu ifade edildi.

Gökçek’in açtığı davada, Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesinin Üçer’in herhangi bir
bilimsel veri olmadan kamuoyunu yanlış yönlendirdiği gerekçesiyle tazminata mahkum ettiği hatırlatılan gerekçede, şunlar kaydedildi:

“İfade özgürlüğü, büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması, yayılması sırasında kullanılan ifadelerin
sert olması doğal karşılanmalıdır. Somut olaydaki gibi kamuoyunu yakından ilgilendiren sorunları tartışma özgürlüğünü, tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi olduğu göz önüne alınmalıdır. Anayasa’nın 26. maddesinin 2. fıkrası, kamuyu ilgilendiren ifadelere yönelik
pek az sınırlamaya yer vermektedir.

Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organlarınca denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya
siyasal partiler gibi öbür aktörlerce de denetlenmesini gerektirir
.”

“Siyasetçilere yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, öbür kişilere yönelik eleştiri sınırına göre daha geniştir.” ifadesine yer verilen gerekçede şu değerlendirmelerde bulunuldu:

Siyasetçiler bu nedenle daha geniş hoşgörü göstermek zorundadır.
Kamusal tartışmalara katılan bireylerin hafif bile olsa yaptırıma maruz kalma endişesi taşımaları, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurur. Kişilerin böyle bir etki altında ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan kaçınma riski bulunmaktadır.”

Yüksek Mahkemenin gerekçesinde, toplumu yakından ilgilendiren meselelere ilişkin bilgilerin kamuoyuyla paylaşılmasında kamu yararı bulunduğunu vurgulanarak, siyasetçilere eleştirinin sınırının özel kişilere göre daha fazla olduğu savunuldu.

Gerekçede, “Bu nedenlerle başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin, başkalarının şöhret ve haklarının korunması için demokratik bir toplumda gerekli olmadığı kanaatine varılmıştır” ifadesine yer verildi.

===================================

Dostlar,

Yerinde ve doğru bir karardır, sevindiricidir.
Örnek (emsal) niteliğinde olacaktır ve ilk derece mahkemelerinde hep dikkate alınacaktır dileriz.
Bizler gibi yazıp çizen, konuşup söyleyen ve hep kamuoyu önünde bulanan insanlar için güvencedir. Savaşımcı meslektaşımız Uzman Dr. (Radyasyon Onkokojisi)
Sayın Ali Rıza ÜÇER‘i kutlamak isteriz.

Aydın ve uzman olma sorumluluğu, Yurttaş sorumluluğunun 2 kanadı gibidir.

Bu özgürlüğün, özüne dokunulmadan kullanılabilmesi gerekir. Sınırlama zorunlu ve istisna; ifade (düşünceyi açıklama) özgürlüğü ise kural olarak sınırsız ve dokunulmaz olmalıdır.

Bay Gökçek’in kendisine hep hakaret edildiği sanrıları (hezeyanları), uygar insan hakları hukukunda her halde, mutlak olan anlatım – düşünceyi açıklama özgürlüğünün korunması karşısında eşdeğer olarak gözetilmesi gereken bir değer olmayacaktı, öyle de olmuştur.

Düşüncelerini şu ya da bu yolla açıklayan insanların enselerimde Demokles’in kılıcı gibi dava açılması tehdidi ve sonucu olarak maddi – manevi ödence (tazminat) + hapis cezası yaptırımının sallandırılması kabul edilemez.

Bay RTE‘nin de bu bağlamda, Anayasa Mahkemesinin örnek kararında uyarıldığı üzere,
daha hoşgörülü – dayançlı (tahammüllü) olması ve ikide bir (zırt pırt) dava açtırmaması gerekir. Bu davranış hem demokrasiyi tahrip etmekte hem de yargıyı gereksiz meşgul etmektedir.

Biz de, Halk Sağlığı Uzmanı olarak söz konusu önemli Halk Sağlığı sorunu yaşanırken ve sonrasında sürerken tartışmaların içinde idik. Kimya Mühendisleri Odası’nın, Ankara Tabip Odası’nın çalışma ve basın açıklamalarında bulunduk (http://ahmetsaltik.net/2012/08/03/ankara-tabip-odasindan-su-hakkinda-basin-aciklamasi/). TV’de uzman olarak bilimsel görüş sunduk.
Biliyoruz ki, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Ankara suyu ile ilgili sağlık – güvenlik koşullarını yerine getirmede görevini yapmadığı için Ankara Valiliğine Bay Melih Gökçek hakkında suç duyurusunda bulunarak gerekli yasal işlemin yapılmasını istemiştir. 19.09.2014 tarihli ve 19020089….. sayılı bu yazının fotokopisine de daha önce web sitemizde yer vermiştik.
(http://ahmetsaltik.net/arsiv/2015/05/Ankarada_su_sorunu_Ulusal_Egitim_Dernegi_Konf..pdf, yansı no 18)

Ankara’nın 5. dönem Belediye Başkanı olarak 25 yılı bu görevde doldurmaya koşan Gökçek, kolay kolay kırılamayacak bir rekora gitmektedir. Ancak bunca uzun sürede Başkentin temel sorunlarını kalıcı çözümlere ulaştıramamak da Gökçek’e özgü bir başka “rekor” (!) olsa gerektir!
Eleştirileri ve eleştirenleri dava baskısı – tazminat – hapis cezası gibi yaptırımlarla boğmaya çalışmak bir Gökçek klasiğidir ve sanırız Anayasa Mahkemesi’nin bu son kararı ile
Bay Gökçek’in elinden bu oyuncağı alınmış gözükmektedir.

Beş milyonu aşan nüfusuyla Başkent Ankara insanlarının yasal standartlarda içme kullanma suyuna şebekeden her an erişme temel hakkı vardır. Bu temel hak, zorunlu simetriği olarak Belediyeye de temel bir sorumluluk yükler. Söz konusu sorumluluk, hukukumuz ve Türk Ceza Yasası katında (nezdinde) KUSURSUZ SORUMLULUK olarak tanımlanmaktadır.
Bu hukuksal kurumun ve yasal düzenlemenin ne anlama geldiğini Bay Gökçek hukukçulardan dikkatle öğrenmeli ve sonuçlarını kavramaya, buna uygun davranmaya çalışmalıdır
hiç olmazsa bu görevde 20+ yıllık kıdemiyle..

Sevgi ve saygı ile.
12 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Bağlantı


ÇEVRE FELAKETİ YAŞIYORUZ !!

“Bir şahsın yaşadıkça memnun ve mutlu olması için
lazım gelen şey, 
kendisi için değil, kendisinden sonra
gelecekler için çalışmasıdır.”
Mustafa Kemal ATATÜRK

 Çevreci karga…

İnsanın yapamadığını, İzmir Kültür Park’ta yaşayan karga yaptı! 
(17.6.2015-DHA)

 *****

portresi

Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
İstanbul Üniv. Cerrahpaşa Tıp Fak.

Değerli arkadaşlar,

Güzel ülkemizde ve dünyamızda; küresel sermaye ve AB-D emperyalizminin çıkarları yüzünden oluşan çevre kirlilikleri nedeniyle sağlıklı ve mutlu yaşamımız giderek tehlikeye düşmektedir. Bizden sonraki kuşaklara da daha riskli ve kirli bir dünya bırakmamız söz konusu. Pek çok gelişmiş ülkede toplum, yaşanan çevre felaketlerine karşı hem siyasal hem de sivil toplumsal örgütleri ile gereken tepkilerini çok güzel ortaya koymaktadır. Ne yazık ki güzel ülkemizde siyasal yaşam kısırlaştı ve yalnızca dinsel siyasete veya etnik kimliğe dayalı duruma geldi. Çağdaş demokrasilerde olduğu gibi ülkemizde yaşanan çevre kirliliğine ve halk sağlığına karşı duyarlı bir siyaset ve siyasal güç söz konusu değil.

Oysa dünyamızda ve güzel ülkemizde her yıl yinelenen ve yıllardır süren çevre sorunlarımızı dile getirmemiz ve hep birlikte çözümler aramamız gerekir. Örneğin :

  • ÇEVRE ALARMI SANAYİYİ DURDURDU. Şili’nin başkenti Santiago’da yaşanan olağanüstü hava koşulları gerekçesiyle çevresel acil durum ilan edildi. 900 fabrikada üretim 24 saat süreyle askıya alındı. (23.5.2015-Milliyet).
  • KALİFORNİYA CAYIR CAYIR. ABD’nin Kaliforniya eyaleti cehenneme döndü. Denetim altına alınamayan 21 yangın, toplam 542.280 m2’lik alana yayılmış durumda. Şu ana dek ancak %12’si denetim altına alınabilmiş (5.8.2015-Cumhuriyet). Umarım, en kısa sürede gereken hazırlıklar yapılır ve güzel ülkemizde de bu felaketi yaşamayız.
  • HORTUM-YILDIRIM-SEL. Garip bir yaz mevsimi yaşıyoruz. İzmir’de 2 hortum, Bodrum Kadıfekale plajı açığına düşen yıldırım ve Bartın’da 1 saatte m2 ye düşen 27 kg yağış ile pek çok ev ve işyeri su altında kaldı (20.6.2015-Sözcü).
  • PAKİSTAN’da AŞIRI SICAKLARDAN ÖLENLERİN SAYISI 700’e ÇIKTI. Pakistan’da 45o yi bulan hava sıcaklıkları nedeniyle can yitimi 700’e ulaştı. Ülkede acil durum ilan edilirken, sıcaktan etkilenenler için acil yardım merkezlerinin açılacağı belirtildi (24.6.2015-Milliyet).
  • AŞIRI SICAKLARIN SUÇLUSU DEV GÖKDELENLER. Giderek gökdelen adasına dönen İstanbul’da bunaltıcı sıcakların suçlusu bulundu. Gökdelenlerin rüzgarı engellediğini belirten uzmanlar, dev binaların cam kaplamalarının da Güneş ışıklarını yansıtarak ısıyı daha fazla artırdığına dikkat çekiyor (10.7.2015-Milliyet).
  • KURBAĞALIDERE’de KOKU DAYANILMAZ, 50 MİLYONLUK FOKURTU !
    Yıllardır ıslah edilmeyen Kurbağalıdere’den sıcakların etkisiyle daha keskin bir koku ve renkli kabarcıklar çıkıyor. 3 yıl önce 50 milyona ihale edilen ıslah projesi bekliyor. Bakteri yuvası dere için Kadıköy halkı sokaklara dökülüyor (30.7.2015-Milliyet).
  • ISTRANCA ORMANLARINA HANÇER. Kırklareli, Demirköy İlçesi ve Balaban köyleri arasındaki Istıranca ormanlarında kalan 2.831 hektarlık alanda, 91 adet bakır arama sondajı için Çevre ve Şehircilik Bakanlığından izin çıktı (2.7.2015-Cumhuriyet).
  • KATLİAMA KARŞI NÖBET. Artvin Cerattepe dünyanın 100 doğal ormanından birine sahip. Burada maden çıkarılmasına Yargıtay izin vermedi. Ama Doğa harikası yaylaya teleferik kurmak için şirkete onay çıkınca, Artvinliler ayağa kalktı, yolu kapatıp iş makinelerini durdurdu (30.06.2015-Sözcü).
  • TOPRAĞIMIZI YİTİRİYORUZ. Türkiye son 10 yılda tarım alanlarından %10’unu yitirdi. Buna göre 650.000 hektara yakın arazi imara, turizme ve sanayileşmeye kurban gitti (5.7.2015-Sözcü).
  • YEŞİL YOL KARADENİZ’i İKİYE BÖLDÜ. Samsun’dan Artvin’e kadar 8 ildeki 40 yaylayı karayoluyla birbirine bağlayacak Yeşil Yol Projesi tartışmaları bitmiyor. Çevreciler projenin ekosistemi yok edecek çevre felaketi olduğunu söylüyor. Projeye destek çıkanlar ise “Turizmi baltalamaya kimsenin hakkı yok.” diyor (15.7.2015-Milliyet).
  • ARAP TURİST GÖZÜNÜ KARADENİZ YAYLALARINA DİKTİ. Ordu’ya 50 milyon $ yatıran Araplar, yaylalara göz dikti. Çambaşı ve Aybastı Perşembe yaylasına tatil köyü yapmak istiyorlar. Geçen yıl kenti 15.000 Arap turistin ziyaret ettiği, 8.000’nin kentte konakladığı belirlendi (1.7.2015-Cumhuriyet).
  • TRAFİKTE BÜYÜK TEHLİKE: DİKKAT! ‘YANICI’ ARAÇLAR YOLLARDA.
    Fırsatçılar, otel ve restoranlardan topladıkları yemek yağlarını “beyaz ruh” ile karıştırıp yakıt üretti. Çok çabuk yangına neden olan yakıtın, Esenler otogarından otobüs ve minibüslere dağıtıldığı ortaya çıktı. (9.7.2015-Milliyet).
  • KÖPEK ETİ FESTİVALİ, İSYANA KARŞIN BAŞLADI. Çin’de 10.000 köpeğin etleri için katledileceği festival, dünyadan gelen tepki seline kulak tıkayarak başladı. Çinli bir kadın, son anda parasını ödediği 100 köpeği kurtarmayı başardı (23.6.2015-Milliyet).
  • GELENEKSEL KATLİAM. Faroe adalarında “geleneksel” olarak düzenlenen avda 250 balina bir gün içinde katledildi (26.7.2015-Milliyet).
  • KATİL DİŞÇİ. Zimbabwe’nin en ünlü simalarından biri haline gelen ve insanlara gösterdiği yakınlıkla tanınan Cecil isimli aslanı, ABD’li dişçi Walter Palme, okla vurarak avlamış (29.7.2015-Milliyet).
  • BİRİ BU KADINI DURDURSUN. Güney Afrika’da avlanan aslan Cecil’in öldürülmesi uluslar arası kamuoyunun tepkisini çekerken, ABD’nin Idaho eyaletinden Sabrina Cogatelli de vurduğu zürafa ile anı fotoğrafı çektirdi (3.8.2015-Cumhuriyet).

*****

Değerli arkadaşlar,

Yukarıda sıralamaya çalıştığım, dünyada ve ülkemizdeki çevre felaketlerine karşı halkımızın, sizlerin, STK’ların, tüm yöneticilerimiz ve danışmanlarının umarım dikkatini çekebilirim ve de gereken önlemleri de zamanında ve hep birlikte alırız. Özellikle çevre kirliliği için alınması gereken önlemler ne denli gecikirse, olası çözümlerin de o denli zorlaştığı sonucunu, bilgilerinize sunmak isterim. Aksi halde dünyamızı ve onun en güzel ülkesinin doğal yaşam olanaklarını göz göre göre yitireceğiz.

Sevgi ve saygılarımla (12.08.2015)

NOT     : Güzel ülkemiz, iç ve dış güvenlik açısından oldukça kötü günler yaşıyor.
Her gün saygıdeğer canlarımızı yitiriyoruz. Bu terör kaosu sürerse ekonomik sıkıntılarımız da artacaktır. Yıllardır uyguladıkları projeler ile bizleri birbirimize düşman edenler ise
zil çalıp oynuyor. Bu tuzaktan en kısa sürede çıkmayı umut ediyorum
.

=================================

Dostlar,

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden meslektaşımız olan Sayın Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
çok canalıcı bir sorunu çarpıcı örneklerle dile getirmiş.. “Çevreci karga” motifi bir parça kurgu gibi dursa da, verilmek istenen iletiye dikkat çekmek açısından akıllıca olmuştur..

Hepimizin çoook ciddi sorumlulukları var bu bağlamda.

1. Önce GEREKSİZ VE AŞIRI NÜFUS ARTIŞINI KESİNKES DURDURMAK!
HER AİLEYE 1 ÇOCUK… BAŞKA YOLU YOK..

2. İkinci olarak, en üst düzeyde tasarruflu yaşamak.. Zerre israf yapmamak.

3. olarak, çevrenin sonlu olduğunu akıldan çıkarmamak ve gelecek kuşaklara karşı
mirasyedi savurganlığı değil emanetçi sorumluluğu

Dunya_bize_emanet

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı; kent rantları için kafa yorduğu ölçüde,
çevre sağlığı güvenliği – geleceği açısından da ciddi emek harcamak zorunda!

Öyle ki, tam bir toplumsal seferberlik düzeyinde üstelik..

Sevgi ve saygı ile.
12 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

BU KAN SAATİNİ DURDURALIM LÜTFEN..


BU KAN SAATİNİ
DURDURALIM LÜTFEN.. 

Kan_saatini_durduralim_Taner_Ozek_10.8.2015

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

    Dr. Taner Özek, 10 Ağustos 2015

Meslektaşımız, aynı zamanda usta çizer Dr. Taner Özek‘e teşekkür ederek..
10 Ağustos 2015 günü 6 şehit, 3 ölen ve 17 yaralı…
Anlı şanlı istihbarat örgütlerimiz ne işe yararlar??
Askeri İstihbarat, Jandarma İstihbarat, MİT, Emniyet İstihbarat ve
varlığı ileri sürülen kimi devlet büyüklerinin özel istihbaratı…
Yabancı istihbarat birimleri; Gladyo, kontrgerilla..

Bunların hiçbiri işe yaramıyor mu?
Bu kurumlara istihbarat amaçlı harcadığımız muazzam paralara mı yanalım,
kanlı sonuçlara ve Devletin zaaf içinde görünmesine / gösterilmesine mi??

İtiraf edelim ki, burnumuza “pis kokular” geliyor…

Bu kanlı tablo öyle basitçe istihbarat boşluğu ürünü falan değil..
Kotaranlar, provokatörler var içeride ve dışarıda..
Cenaze törenlerinde failler, timsah gözyaşları içinde aklananlar var..
Ama değişmeyen kural şu :
Her durumda Devletin 1. görevi yurttaşının can ve ml güvenliğini sağlamaktır..
Hele bu olayların maşa ve gerçek failleri makul sürede bulun(a)mıyor ise,
Devlet bu işlerin içinde demektir!

Dolayısıyla Devlet, en iyisi bunları engelleyecek, olmadı gerçek faillerini hızla bularak
adalete teslim edecektir.

3. bir seçenek ne yazık ki yoktur!

Sokaklar “katil devlet!” sloganlarıyla inlemeye başladığında vakit çoook geç olacaktır.

Hangi taşeron terör örgütleri silahlandırılmıştır,
in-formel bile olsa envanteri yok mudur?? Bunları derhal geri çağırın!
Tüm terör örgütlerine acil çağrı yapın silahlarını teslim etmek üzere.. hemen!
Sınırlarda silah – mühimmat geçişini engelleyin..
Suça karışan yabancıları hızla yargılayın, gerekiyorsa hemen deporte edin..

Akıl tutulmasına mı uğradınız, ne oldu size?
Yoksa, yoksa, yoksa…. sakın korktuğumuz gibi olmasın??

Yeter artık bunca kan ve gözyaşı.. yeter, yeter!

Sevgi, saygı acı ve kaygı ile.
10 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Dr.Yavuz Dizdar’a “Tavuk eti” tartışmasında Prof. Dr. Ali Esat KARAKAYA’dan Yanıt

Dr.Yavuz Dizdar’a “Tavuk eti” tartışmasında
Prof. Dr. Ali Esat KARAKAYA’dan Yanıt

 

Toksikoloji alanında ülkemizde ve dünyada saygın bilim insanları arasında yer alan
Prof. Dr. Ali Esat Karakaya‘nın “İnsanBu” sitesindeki yazısını dikkatinize sunuyorum 05.08.2015

http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1830

Dr. Ali Rıza Üçer

*****

Dr. Yavuz Dizdar’a yanıt :  “Tavuk eti” tartışmasında Dr. Ali Esat Karakaya’dan

Dr. Dizdar her türlü gıda ile ilgili bilim dışı iddialara dayalı felaket senaryoları yaratarak ününe
ün katmaya ve medyada yıldızlaşmaya devam ediyor.  Beyaz et konusunda yazdıklarını da
bu kapsamda değerlendiriyorum.  Dr. Dizdar’ın “olsa olsa böyle olur” şeklindeki bilimden uzak yaklaşımlarına karşı Dr. Ali Rıza Üçer’in yazdığı bilim odaklı cevaba yürekten katılıyorum ve kendisini kutluyorum.  Bilim dışı iddialara karşı sessiz kalmanın sonuçları gıda ile sınırlı kalmaz. Sonunda toplumda hurafeler bilimden daha çok itibar kazanır. Somut bir örneği, tıp alanından verelim. Yıllardır otla çöple ve uydurduğu kürlerle her türlü hastalığı tedavi ettiğini iddia eden ve aynı Yavuz Dizdar arkadaşımız gibi medyanın göz bebeği olan İbrahim Saraçoğlu, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı gibi çok yüksek bir kamu görevine
(sağlıkla ilgili) atandı.

Burada söz konusu olan hastanın tedavi tercihi değil, hurafelerin üst düzey kamu görevliliği ile ilişkilendirilerek meşrulaştırılmasıdır. Bu uygulamaya, ne yıllardır kanıta dayalı tıp öğretisini benimsetmeye çalışan tıp fakültelerinden ne de sağlık profesyonellerinin meslek örgütlerinden
tek bir ses bile çıkmadı. Böyle bir ortamda, Dr. Üçer’in yıllardır akıl dışı, bilim dışı uygulamalara karşı sergilediği yürekli duruşunu saygı ile izliyorum.

Bilime aykırı iddialar her konuda olabilir. Ancak gıdanın bu konuda çok özel bir yeri vardır.
İlk olarak, gıda-sağlık ilişkisi toplumdaki her bireyi çok yakından ilgilendirmektedir.
İkincisi, gıdalar tarladan/çiftlikten çatala dek olan süreçte binlerce risk etkeni ile karşılaşabilir.
Bu risklerin bilime dayalı düzenlemelerle (regülasyonlarla) yönetilmesi ölçüsünde de
insan sağlığı korunabilir. Gıdalardaki risklerin yönetilmesine esas teşkil eden regülasyonlar uluslararası işbirliği ile oluşturulur. Bu düzenlemelerin (regülasyonların) arkasında on binlerce araştırma ve bu araştırmaları yapan on binlerce bilim insanı ve bunların kurumları bulunur.

Dizdar arkadaşımızın, kolay anlaşılabilmesi için hazırladığım “Dünya Gıda Güvenliği Ağı” şemasını incelemesini öneririm. (Yazı resmi.. editör notu)

Şemayı biraz açalım (http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1830):

Solda Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler Gıda Tarım Örgütü’nün ortak kuruluşu olan “Kodeks Alimentarius” yer alıyor. Bu örgüt Yavuz Dizdar’ın bugüne dek gündeme getirdiği her gıdadaki insan sağlığını koruma odaklı standartları belirliyor.

Ortada yer alan “Avrupa Birliği Gıda Otoritesi-EFSA”, AB’de gıdanın bilim odaklı yönetilme aracı işlevini yükleniyor. Buna ek olarak her Avrupa ülkesinin de ulusal gıda otoritesi var. Örneğin İngiltere’de “Food Standards Agency”, Fransa’da “ANSES” gibi. Şemanın sağında öbür ülkelerdeki gıda otoritelerinden örnekler var. ABD’de FDA gibi çok güçlü gıda otoriteleri de bu sistemin içindedir. Bu uluslararası gıda güvenliği ağı türden birbiri ile etkileşim içinde. Başka bir deyişle insan sağlığına zararı kanıtlanan bir uygulamanın bu sistem içinde kalması olanaklı değildir. Böyle uluslararası bir ağa gereksinim duyulmasının nedeni de gıdaların
sınır tanımayan ürünler olması, bir ülkede üretilen bir gıdanın öbür ülkelerde de tüketilmesidir.

Yavuz Dizdar arkadaşımızın gündeme getirdiği ve tartıştığımız gıda ile ilgili felaket senaryolarında bütün bu sistemin göremediği ancak Dizdar arkadaşımızın farkına vardığı bir durum söz konusu. Biraz garip değil mi? Dizdar arkadaşımızın, benzerlerinin sıkça yaptığı gibi, bu kurumların satıldıkları ve bilimi saptırdıkları gibi soyut anlatımlarla görüşlerini savunacağını kestiriyorum.

İnanmak isteyen inanır. Demek ki bütün dünya bilimi ile kurumları ile bir oldu, hepimizi kandırıyor. Bir tek Dizdar her konudaki uzmanlığı ile gerçekleri görüp “yemezler” diye feryat ediyor.

Gıdalar ile uluslararası düzenlemeler (regülasyonlar) bilim odaklı saydam süreçlerde hazırlanır.  Her noktada da eğer aykırı görüş var ise bunların da ifade edilebileceği platformalar yaratılır. Örneğin EFSA’da bu amaçla oluşturulan platformun “link”   üyeleri arasında  “European Public Health Alliance”, “Greenpeace”,  “Friends of the Earth” ve Avrupa ülkelerinin tüketici derneklerinin federasyonu olan “The European Consumer Organisation”  gibi
güçlü sivil toplum örgütleri de vardır.

Sayın Yavuz Dizdar kimselerde bulunmayan bilimsel altyapısı ile ortaya çıkardığı gerçekleri
bu sivil toplum örgütleri vasıtası ile uluslararası gıda otoritelerinin gündemine sokabilir.
Ancak yine de dikkatli olmasını öneririm. Bu sivil toplum örgütleri aktivist ünlerinin yanı sıra ciddi örgütlerdir. Kapıları bilim dışı ipe sapa gelmez savlara kapalıdır. Arkadaşımızın
ciddi hazırlık yapması gerekir. Dizdar arkadaşımız böyle zahmetli yollara girip tüm dünya insanlarına hizmet sunacağına (!), kendince daha akılcı (rasyonel) bir yolu seçmiş görünüyor.

Nasıl olsa her şeye inanmaya hazır bir toplumda yaşıyoruz “link”.
Gıdalar, kendi alanlarındaki başarıları ile adlarını duyuramayan akademisyenler için hiçbir risk taşımadan sanal ün kazanılacak serbest atış alanı. Gıdanın koruyanı yok. Bilim temelli meslek örgütlerinin bilim dışı iddialarla toplumu yanıltan üyelerine karşı etik kuralları yok.
Toplumun işin doğrusunu öğreneceği, bilime dayalı açıklamalar yaparak anında tepki veren üniversiteler de dahil, bir kamu kuruluşu da yoktur. O halde aklına geleni söyle,
kazandığın ün yanına kar kalır.

Riskin “istemeyen sonuçların gerçekleme olasılığı olan” tanımını dikkate aldığımızda,
her gün her alanda binlerce risk ile karşı karşıya olduğumuz kolaylıkla anlaşılabilir.

Yaşamda sıfır risk yoktur.

Sağlıklı ve uzun bir yaşam, gerçekleşmemiş risklerden arta kalandır.

Her alanda risklerin yönetilmesinde önceliklerin saptanması yaşamsal önem taşır.
Uydurma iddialarla toplumun dikkatinin gerçek riskler yerine yapay risklere yönlendirilmesi toplum sağlığına zarar verir.

Gerçek gıda riskleri nelerdir. Bu konuda Dünya Sağlık Örgütü’nün “FoodSafety” sayfası incelenebilir “link” özet bir bilgi istenirse “link”. Görüldüğü gibi Dünya’da Dizdar arkadaşımız kadar uzmanlıkları olmasa da gıda güvenliği konusunda başka çalışanlar var.

Bu noktada yediğimiz, içtiğimiz her şey de güvenli diyemeyiz. Eğer gıda güvenliğinde farkındalığı artırarak toplum sağlığına katkıda bulunmak istiyorsak aşağıdaki soruların yanıtları, sonuç almak için bir anlam taşır. İlk 3 soruya yanıt “evet” ise, bilimin, yaşamda sıfır risk yoktur noktasından hareketle “kabul edilebilir risk” olarak tanımladığı gıda riskleri ile karşı karşıyayız. Son sorunun yanıtını bilmiyorsak veya yanıt “hayır” ise rastgele, kuralsız yapılan gıda üretimi ve sunumunun yol açacağı sağlık yitiminin boyutunu bilmemiz olanaklı değildir.

  1. Tartışılan gıdanın üretilmesi ve taşıdığı riskin yönetilebilmesi için insan sağlığını korunması 
    ve gıdadan ençok sağlık yararının sağlanması odaklı bilime dayalı uluslararası düzenlemeler var mı?
  2. Bu düzenlemelerin tam uygulanması durumunda insan sağlığının korunduğu konusunda dünyada gıda ve sağlık otoriteleri, üst düzey bilim ve sağlık kuruluşları arasında 
    bir görüşbirliği var mı?
  3. Bu düzenlemeler (regülasyonlar) Türkiye’de var mı?
  4. Tam olarak uygulanıyor mu?

Bilimsel verileri yok sayarak sorumsuzca toplumu yönlendirmeye çalışmak, yalnız gıda alanında değil, her alanda ülkenin geleceğine yapılan kötülüktür. Her türlü zorluk yenilerek, dünya standardında üretilen, gelişmiş ülkeler dahil, birçok ülkede pazar payı bulan ürünlere uydurma suçlamalarda bulunanlara karşı durmak ülkedeki her bilim kuruluşunun, her meslek örgütünün,
her bilim insanının sorumluluğu olmalıdır.

Yukarıdaki açıklamaların ışığında tavuk eti üretimi ile ilgili birkaç gerçeğin altını çizelim :

*Tavuk üretimi dünyada nasıl yapılıyorsa, Türkiye’de aynı şekilde yapılıyor.
Yani Alman, İngiliz, Japon, Amerikalı vs. hangi tavuk etini yiyorsa biz de aynısını yiyoruz.

*2014’te 431 000 ton tavuk eti 20’den çok ülkeye ihraç edilmiş karşılığında 700 milyon Dolar
gelir elde edilmiştir. Yılda 400 milyon Dolar dolayında gelir de Yumurta dışsatımından (ihracatından) sağlanmaktadır. Kısacası üretim dünya standartlarında olduğu için,
yurt dışında pazar bulabilmektedir.

* Üretimin tamama yakını ulusal şirketler tarafından yapılmaktadır.
Genelde küçük aile işletmeleri büyüyerek bugünkü, durumunu almıştır.

Şimdi sormak gerekir   :

Yavuz Dizdar, asılsız savlarla insanlarımızı ucuz protein kaynağından uzaklaştırarak ve
dünya standartlarında üretim yapan ulusal bir endüstrimizi her ortamda yıpratmaya çalışarak
neyi amaçlamaktadır?

Konuyu tartışmaya açan “insanbu.com web sitesinin” yazım alanının kısıtlı olduğunu düşünerek. yazıyı burada sonlandırıyorum.

Dizdar arkadaşımızın yukarıda kendine yönelttiğim soruya verdiği yanıttan sonra,
yazıyı sürdürmeyi düşünüyorum.

Saygılarımla.
05.08.2015

Prof. Dr. Ali Esat Karakaya
Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
Toksikoloji Anabilim Dalı

============================================

Evet dostlar,

Sonunda Dr.Yavuz Dizdar’a hak ettiği tokat gibi yanıt bir Toksikoloji hocasından geldi..
Keşke bugüne dek kurumlardan uygun yanıt verilseydi..

Prof. Karakaya’ya da, bu yanıtı ulaştıran sevgili arkadaşımız Uz. Dr. Ali Rıza Üçer’e de
teşekkür ederiz.

AÜTF’de (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde) Gıda derslerini veren bir
Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi…..  olarak biz de Sayın Karakaya’nın görüşlerine
imza koyuyor ve meslektaşımız Dr. Yavuz Dizdar’a sorumluluğunu bir kez daha anımsatıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
7 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

HİROŞİMA ve NAGASAKİ VAHŞETİNİN 70. YILI


HİROŞİMA ve NAGASAKİ VAHŞETİNİN 70. YILI

Dostlar,

Geçtiğimiz yıl paylaştığımız dosyayı yeniden bilgiye sunuyoruz…

HIROSIMA_ve_NAGASAKI_VAHSETININ_67._Yili_06.08.2012

Sevgi ve saygı ile.
7 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Aşağıda erişkesi verilen doyanın da incelenmesi dileğimizdir.

http://ahmetsaltik.net/2015/08/06/hirosima-ve-nagazaki-faciasinin-70-yildonumunde-nukleer-cagin-kisa-dokumu/

========================================

2015, yani 70. yıl için güncelleme…

  • “Fukuşima nükleer güç santralinde görev yapan 1.400 çalışandan 1.350’si tahliye edildi. Sızıntıyı  % 90’ın üzerinde. Ölümü göze alan 50 görevli şimdiden Japonya’da kahraman ilan edildi  50 Japon çalışan, buna gönüllü oldu.”

HIROSIMA_ve_NAGASAKI_VAHSETININ_67._Yili_06.08.2012

Dostlar,

Bu gün, Hiroşima’ya 15 kilotonluk (15 bin ton dinamite eşdeğer), günümüz ölçülerine göre, ironik bir anlatım ile “bebek” sayılabilecek dünyanın ilk atom bombasının atılmasının 69. yılı..

Japonya güya teslim olmadı diye, 3 gün sonra bir de Nagasaki’ye..

Yüzbinlerce insanın saniyeler içinde eriyerek ölmesi ve yeryüzünün gelmiş geçmiş
belki de en büyük trajedisi.. Yıkıcı etkileri kuşaklar boyu süren, sürecek olan..

Yazımızı paylaşıyoruz..

Bir de,

Radyasyon_ve_Toplum_Sagligi_2011

başlıklı bir power point (pdf formatlı) sunumumuz sitemizde..
179 yansı, çok kapsamlı,, 07 Mayıs 2011 günü Ankara İTÜ Evi’nde çağrı üzerine sunmuştuk.. Onu da birlikte gözden geçirmenizi önermek isteriz..

Yeni bir küresel ahlak ve felsefe gereksinimi vazgeçilmez kerteye erişti.
İnsanlık, bu idealini elbet bir gün gerçekleştirecek. Tarihin pusulası hep ileriye dönük..

Eğer önemli bir aksilik olmaz, nükleer kaza ya da savaşa Gezegenimiz kurban gitmezse.

Ders almamız için en son canlı örnek 11 Mart 2011, Fukuşima faciası.
Felaket sonucu 20 bin kişi öldü veya kayboldu. Afet sonucu bölgede çıkan nükleer bunalım (kriz) ve radyasyon sızıntısı, yaklaşık yüz bin kişiyi evlerini terk etmeye zorladı. İşletici şirket TEPCO, 9 milyar $ ödence (tazminat) için kaynak arıyor. Uzun yarı ömürlü radyoaktif izotopların etkileri kuşaklar boyu sürebilecek. Orta ve uzun erimde
ortaya çıkacak kanser artışlarını acıyla izleyeceğiz.

NET istemimiz                      :

Türkiye nükleer güç santrali yapımından vazgeçmeli. Yalnızca elektrik hatlarındaki kaçak ve yitikleri önlemek, yapılması düşünülen 2 santralin üreteceği enerjiye denk.
10 ampulden 1’ini söndürmek de yakın düzeyde tasarruf sağlıyor.

– Tasarruflu yaşam,
– her aileye 1 çocuk,
– toplu taşıma,
– bisiklete binme,
– bina mimarisini iyileştirme,
– rüzgar ve güneş enerjisi başta, yenilenebilir kaynaklar..
– …..

bunlar.. yeterli.

Japon halkına esenlik diliyor, azılarını paylaşıyoruz.
Bombalama buyruğunu veren ABD Başkanı Henry Truman’ın ölçüsüz
insanlık suçunun kaldırılamaz utancını sorumluların yüzüne çarpıyoruz.

(Bu arada ülkemizdeki şehitlerin yangını da yüreğimizi kavuruyor; 5 Ağustos 2012)

Bu yakıcı sorunu da sitemizde işleyeceğiz.

Hemen söyleyelim ki; şehitlerin sorumlusu iktidardır!

Sevgi ve saygı ile.
6.8.14, Tokat

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 


NÜSED : 70. YILDA İNSANLIK ÇAĞRISI

NÜSED

Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği

(International Physicians for the Prevention of Nuclear War – IPPNW Turkey Affiliate)(www.ippnw.org)

 BASIN AÇIKLAMASI
(6 Ağustos 2015, Ankara)

70. YILDA İNSANLIK ÇAĞRISI

6 ve 9 Ağustos 1945 insanlık için tarihsel birer kara kırım günüdür. İkinci emperyalist dünya savaşının son günlerinde Japonya’da Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılmasıyla 200.000 kişi öldürülmüş, bir o kadarı da izleyen günler ve yıllar içinde sakatlıklar, kanserler, sistem hastalıkları ve genetik bozukluklarla acılar içinde yaşamını yitirmiştir. Kentler biyolojik ve fiziksel çevreleriyle tam bir yıkıma uğrarken, yıllar boyu giderilemeyen radyoaktivite,
yaşamı tehdit etmeyi sürdürmüştür.

Emperyalizmin böylesi bir kitle kırımı tarihsel insanlık suçu oluşturmaktadır.

Bilim insanları, aydınlar, uzmanlar ve bütün barışsever insanlık dünyası 70 yıldır böylesi bir kırımın bir daha yaşanmaması ve insanlık üzerindeki kabul edilemez nükleer dehşet ve tehdidin sona erdirilmesi için mücadele etmektedir. Ne yazık ki bugün hala dünyada Hiroşima’da kullanılandan binlerce kat güçlü ve dünyadaki uygarlığı ve doğayı (AS: kezlerce!) yok edecek güçte 16.000 kadar nükleer silah bulunmaktadır; 2.000 kadarı ise anında karşılıklı ateşlenmek üzere konumlandırılmıştır. Üstelik küresel neo-liberal kapitalizmin yarattığı ağır eşitsizlikler, geniş kitlesel yoksulluk, açlık, hastalıklar, toplumsal temel gereksinimler ve kalkınma için kaynakları yönlendirmek yerine; yeni ve daha güçlü nükleer ve kitle kırım silahlarını oluşturmak üzere çalışmalar sürdüren emperyalist ülkeler vardır. Küresel sömürü için etnik, dinsel, vb. ayrımcılıklar temelinde şiddet, istikrarsızlık, terör ve kirli savaşlarla Orta Doğu ve öbür bölgelerde insanlık ve doğa kıyımı acımasızca ve yine insanlık suçu olarak sürdürülmekte, milyonlarca insan katledilmekte, yerlerinden sürülmekte ve yaşam kaynakları yok edilmektedir.

Hiroşima kırımının 70. yıl dönümünde, dünya barış ve demokrasi güçleri bir kez daha,
nükleer savaşın kazanan tarafı olmayacağını, tek korunma yolunun bu silahların tümden yasaklanması olduğunu vurgulamaktadırlar.

Bütün ülkelerde yürütülen “Nükleer Silahların Tümüyle Ortadan Kaldırılması Uluslararası Kampanyası” (www.icanw.org) çerçevesinde milyonlarca barışsever insan, demokratik
toplum kuruluşları, sendikalar, yerel yönetimler, nükleer silahlardan arındırılmış bölgeler oluşturulmasını istemekte ve nükleer silahların tümden yasaklanmasını öngören
“Nükleer Silahlar Sözleşmesi”nin Birleşmiş Milletlerin de desteğiyle bütün ülkelerce
kabulünü talep etmektedirler.

Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği (NÜSED),
dünyada 62 ülkede on binlerce hekim ve sağlık çalışanı üyesi olan Nükleer Savaşın Önlenmesi İçin Hekimler Birliğinin Türkiye üyesi olarak, bir yandan küresel nükleer silahsızlanma
70. Yıl çağrısına katılırken; özellikle ülkemizde ve bölgemizde barış, şiddetin önlenmesi, evrensel insan hakları, hukuk ve demokrasi kurallarının yaşama geçirilmesi,
bireysel silahsızlanmanın sağlanması, toplumsal denetim ve kararlara katılım mekanizmalarının güçlendirilerek çevre ve öbür kaynakların korunması, emperyalist tertip,
örgüt ve savaşların parçası olmayıp bunların önlenmesi politikalarının uygulanması konularında yöneticileri uyarırken, bütün toplum kesimlerini eşit ve özgür bir Türkiye için
birlik, sorumluluk ve göreve çağırır.

NÜSED Yönetim Kurulu


IPPNW tarafından yayınlanan videolar:

Here are links to three short films that are really worth watching as we mark the
70th anniversary of the US atomic bombings of Hiroshima and Nagasaki

An animation called The Nuclear Age in Six Movements,” by Kathleen Sullivan and
her colleagues at Hibakusha Stories.
A short documentary called Hiroshima 70 Years Later by Jesse Barrett-Mills.

Please share these links widely..

==========================================

Dostlar,

Biz de NÜSED üyesi bir hekim olarak, bir dönem 2. Başkanlığını yaptığımız NÜSED’in yukarıda aktardığımız basın açıklamasını içerik olarak paylaşıyoruz..

“No more Hiroshimas.. No more Nagasakis: Ban nuclear weapons!

Sloganını bir kez daha seslendiriyoruz..

Japon sinema yönetmeni Kurosova’nin “ZEHİR YÜKLÜ BULUTLAR” filmini mutlaka izlemelerini öneriyoruz..

Nükleer silahlar hakkında lehte / eleyhte görüş geliştirmeden bu film mutlaka izlenmeli..

Sevgi ve saygı ile.
6 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Onur ÖYMEN : Hiroşima’nın 70. yıldönümü

Hiroşima’nın 70. yıldönümü

?????????????????????????????????????????????????????????
Onur ÖYMEN
06.08.2015

Bugün, Amerika’nın (AS: ABD’nin demek gerekir) 6 Ağustos 1945’te Japonya’nın Hiroşima kentine atom bombası atmasının 70. yıldönümü.

9 Ağustos’ta da Nagazaki kenti bombalanmıştı (AS: yine atom bombası!).

Bu iki hava (AS: nükleer) saldırısının sonucunda yaşamını yitireenlerin sayısının
129.000 ile 246.000 arasında olduğu hesaplanıyor.

Savaşın en acımasız yüzünü gösteren bu insanlık dramı hakkında ünlü şairimiz
Nazım Hikmet 1956’da şu şiiri yazdı:

KIZ ÇOCUĞU

Kapıları çalan benim 
kapıları birer birer. 
Gözünüze görünemem 
göze görünmez ölüler.

Hiroşima’da öleli 
oluyor bir on yıl kadar. 
Yedi yaşında bir kızım, 
büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce, 
gözlerim yandı kavruldu. 
Bir avuç kül oluverdim, 
külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için 
hiçbir şey istediğim yok. 
Şeker bile yiyemez ki 
kâat gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı, 
teyze, amca, bir imza ver. 
Çocuklar öldürülmesin 
şeker de yiyebilsinler.

Nazım HİKMET

====================================

Dostlar,

Sayın Öymen’e teşekkür ederken, usta ozan Nazım Hikmet’i,
masum Japon kurbanlarla derin özdeşimi (empatisi) için kutlamak isteriz.

ABD emperyalizmini, yeni geliştirilen atom bombasını biraz da test etme amaçlı olarak Japonya’nın masum sivil halkının kitlesel olarak ve üstelik 2 kez kurban seçilmesini lanetliyoruz! 2. Büyük Paylaşım Savaşı sonunda Japonya böylelikle bağsız – koşulsuz teslim alındı (15.08.1945) ve ABD tarafından işgal edildi.. Japonlara “ordu” kurma izni verilmedi ve çok sayıda ABD askeri üssü, yaklaşık 360 bin km2’lik alanı olan (Türkiye’nin yarısından da az!..) ve binlerce adadan oluşan Japon topraklarına serpiştirildi.

Gerçi Japon faşizmi ve Mançurya’nın (Kuzeydoğu Çin) işgali durduruldu ama
Alman – İtalyan faşizmine set çekmek için Avrupa’nın ortasında ABD,
atom bombası kartını çekemedi..

Almanya da, Japonya da işgal edildi, askeri harcamaları son derece sınırlandı..
Ama her ikisi de sanayi devi oldular yaklaşık 50 yılda..
Dünyanın 3. ve 4. dev ekonomisi oldular..
Siyasal bilim açısından bu “ilginç olgun” un özenle irdelenmesinde yarar var.

HİROŞİMALAR OLMASIN! diyoruz…

Nükleer silahsızlanma çağrımızı yineliyoruz..

Büyük ATATÜRK‘ün evrensel ilkesinin tüm insanlığa yol göstermesini diliyoruz :

YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ!

Sevgi ve saygı ile.
6 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Hüsnü Mahalli : ‘Türkiye’nin yeni kuşakları IŞİD’ten farklı olmayacak’

Hüsnü Mahalli “IŞİD Gerçeği”ni yazmayı sürdürüyor..

Portresi

‘Türkiye’nin yeni kuşakları
IŞİD’ten farklı olmayacak’!

Bu rezalet devam ettiği sürece, 10-15 yıl sonra Suriye ve Irak nüfusunun %30’u cahil olacak. Cehalet yeni kuşak IŞİD’çi yaratmak için en önemli öge. Cehalete dinsel ve mezhepsel söylemleri monte etmek çok daha kolay. Türkiye’deki cemaatler bunun en somut kanıtı. Böyle devam ederse Türkiye’nin yeni kuşakları IŞİD’ten farklı olmayacak

Haziran’da Musul’u ele geçirerek herkesi şaşırtan IŞİD kısa bir süre içinde Irak’ın üçte birini işgal edecekti. Irak ordusu ve devleti dağılmak üzereydi. IŞİD’in Kuzey Irak’taki Kürt bölgelerine saldırması Batı’yı harekete geçirdi. Üstelik IŞİD’çiler görsel sanat becerilerini sergileyerek Amerikalı ve İngiliz gazetecilerin kafasını kesmeye başlamış ve heyecan yaratmak için binlerce Ezidi kadını kaçırarak fantezilerinden söz ettirmeye başlamıştı.

ABD ve müttefikleri karşı koymanın planlarını yaparken IŞİD lideri Bağdadi
5 Temmuz’da Musul’da bir Cami’de ortaya çıktı ve İslam Devletini kurarak kendini Halife ilan etti. Irak’ın % 30’unu ve Suriye’nin % 20’sini kontrol eden IŞİD artık
İD (İslam Devleti) olmuş ve bu devletin yaklaşık 60-70 bin militanı vardı.
Hepsi ruh hastası, katil, sapık ve öldürmeye programlanmış.

Önemli olan korku salmak

Üstelik intihar saldırılarına çok meraklılar. Olay tipik bir psiko-analiz konusu.
Onlara

– ‘Kâfirlerin arasında kendinizi havaya uçurduğunuzda melâikeler gelecek ve parçalanan cesedinizi toplayıp direkt cennete taşıyacak. Cennetin kapıları Allah tarafından sizin için özel olarak açılacaktır.’ deniliyor.

Onlar da buna inanarak seve seve intiharcı oluyorlar. Kimi öldürdükleri hiç önemli değil. Onlar için herkes kafir ve yok edilmelidir. Önemli olan korku salmaktır. Korku saldıkça daha çok bölgeyi işgal edebileceklerini düşünüyor ve dünyanın dört bir yanındaki yandaş ve sempatizanlarına ‘ Gelin kendi devletiniz için savaşın’ deme fırsatını yakalıyorlardı. Medya ise her zaman onlara hizmet ediyordu. İD ya da bildik adı ile IŞİD’in her olayı büyük haber oluyordu. Özellikle magazin içerikli olanları. Yani IŞİD’in işgali altındaki bölgelerde sosyal yaşam.

Kadınların patlıcan alması yasak!

Çünkü IŞİD tüm kadınlar için tam tesettürü zorunlu kılmış, ilk okuldan başlayarak
kız ve erkek öğrencileri ayırmış, kadınların erkek berber, terzi ve doktorlara gitmesini yasaklamış, okullarda müzik, spor, felsefe, kimya ve biyoloji derslerini iptal etmiş, kadınların pazarlarda muz, patlıcan ve salatalık satın almalarını yasaklamış ve
Arapça dilinde erkek olduğu için kadınların sandalyede oturmalarını cezalandırmıştır. Erkekler için de bir dizi önlem alan IŞİD, onlardan da dar pantolon değil şalvar ve dize kadar uzanan gömlek giymelerini, saç ve sakal uzatmalarını, içki ve sigara içmemelerini, zorunlu olarak namaz kılıp oruç tutmalarını ve Halife hazretlerinin emirlerine hiçbir şekilde karşı gelmemelerini istiyordu.

Emirlere karşı gelenler
– Kırbaçlanıyor,
– El ve kolları kesiliyor,
– Çarmıha geriliyor,
– Zorunlu din kurslarına tabi tutuluyor,
– Yüksek binalardan canlı canlı atılıyor,
– Kafası uçuruluyor,
– Kurşuna diziliyor,
– Canlı canlı yakılıyor ya da
– Taşlanarak recm ediliyor.

Her şey karanlık bir orta çağ alışkanlıklarına uygun!

Kanlı terör örgütü IŞİD, işgal ettiği yerlerdeki kadınları, önce cinsel istismar aracı olarak kullanıyor, sonra da zincirlere bağlayıp, pazarlarda köle olarak satıyor.

Ortaçağ artıkları

Şekil, şema ve içerik. Her tarafları kapkara lümpen tipler. Bulundukları bölgeleri
zifiri karanlığa çevirmek istiyorlar. Kendi beyinleri gibi. Ama yaptıkları her şeyi ayet ve hadisleri kendilerine göre yorumlayarak açıklıyorlar. Kuran-ı Kerim’i, Hadisleri ve
İslam tarihini onlardan daha iyi bilen yok ve olamaz! Bu sapık ruh hastalarından dolayı bugün artık Suriye, Irak, Yemen, Libya, Afganistan, Somali ve Nijerya’da milyonlarca çocuk okula gitmiyor, gidemiyor. Suriye ve Irak halklarının neredeyse %40’ı IŞİD,
Nusra ve benzeri radikal örgütlerin korkusundan kendi evlerini terk ederek başka yerlerde yaşamaya çalışıyor. Ülke dışına kaçanların dramı çok daha farklı.

Her iki ülkenin (AS: Irak ve Suriye) sosyal, kültürel ve demografik yapısı dağılmıştır. Ekonomi ise toptan çökmüştür. Bu ülkelerin normalleşmesi için en az 20-30 yıl gerekecek. Bu işten kazançlı çıkan tek ülke var o da İsrail. Tek bir kurşun sıkmadan kendisi için büyük tehlike oluşturan Suriye, Irak ve Mısır’ın dağıtılmasını sağlamıştır. Yemen, Libya, Somali, Afganistan ve Lübnan birer bonus. Filistin gümbürtüye gitti. En büyük piyango Türkiye. Bölgenin tüm işbirlikçi liderleri İsrail’e hizmet etmiştir. Bu rezalet devam ettiği sürece 10-15 yıl sonra Suriye ve Irak nüfusunun %30’u cahil olacak. Cehalet yeni kuşak IŞİD’çi yaratmak için en önemli unsurdur

Cehalet, dincilerin besin kaynağı

Cehalete dinsel ve mezhepsel söylemleri monte etmek çok daha kolaydır. Türkiye’deki cemaatler bunun en somut kanıtıdır. Televizyonlarda giderek yaygınlaşan dini içerikli programların amacı cahil insanları yüzeysel ve gerçek olmayan dini söylemlerle esir alıp kullanmaktadır. Tipik bir Suudi Selefi Vahabi taktiği. Bugün bu ülkede yaşanan süreç devam ederse Türkiye’nin yeni kuşakları IŞİD’ten farklı olmayacaktır. Tek farkla IŞİD çok daha deneyimli ve becerikli. Örneğin küçük yaşta çocukları topluyor, özel eğitimden geçirerek beyinlerini yıkıyor ve intihar eylemcisi olarak hazırlıyor. Yani hemen yok edilmezse 5-10 yıl sonra IŞİD’in elinde binlerce intiharcı olacak ve bunları istediği yerde ve zamanda kullanabilecek.

Emre itaat etmeyenin cezası ölüm

‘Yaratıcı Kargaşa’ dedikleri teori bu olsa gerek. Üstelik bu kez Kaide’den farklı olarak IŞİD’in elinde her türlü tank, top, füze, roket ve hatta kimyasal silah var. Dünyada ise milyonlarca elemanı, destekleyicisi, sempatizanı, seveni, yardım edeni ve kendisi ile duygusal dayanışma içinde olanı var. Herkesin kendine göre bir gerekçesi var. Bazılarına göre IŞİD ‘Sünni alemin devrimci direnişçileri‘. Başkaları onları ‘Alevi ve Şiileri yok ettiği için seviyor’. ‘Haçlılara kafa tutuyor’ diyenler de var. Bu doğru değil dediğinizde suçunuz sabit oluyor: Halife Hazretlerine itaatsizlik!

Kanlı terör örgütü IŞİD militanları Ezidi halkı katletti, sağ kurtulanlar yerini, yurdunu terk edip, kaçtı.

HALİFENiN HİLAFETİ

5 Temmuz 2014’te kendini Halife ilan eden Bağdadi, Peygamber sülalesine dek uzanan asil şeceresini de açıklamayı unutmamıştı. Biraz asalet, biraz mistisizm ama mutlaka dinsel. Yani Kuran ve Hadisler. O da bu işi çok iyi beceriyordu. Ayet ve Hadisler Hazret’in keyfine göre tefsir ediliyor ve yorumlanıyordu. Hazret nasıl isterse. Kolay değil adam Halife yani hepimizin Emir El-Müminin’i. Dünyanın dört bir yanından Irak ve Suriye’ye giderek IŞİD saflarında savaşanlara bu işin ‘çok yüce ve ciddi’ olduğu gösterilmelidir. Nasıl olsa garibanlar Arapça bilmiyor ve herkes onlara kolayca her şeyi yutturabilir. Bağdadi de öyle yapıyor. Hazretleri, 80 olması gereken koalisyon ülkelerini Merci Dabık meydan savaşı’nda yenecek, Fırat’ın suları çekilecek, muzaffer hilafet ordusu Konstantiniye’yi alacak oradan Şam’a yola çıkarak Emevi Camii’de namaz kılınacak sonra da Kahire alınacak… Sonrası kolay.. Emevi, Abbasi ve Osmanlıların vardığı tüm topraklar Halife Hazretlerine bağlanacak. Hazret’e göre bunların tümü Kuran ve Hadislerde anlatılıyor. İnanmayanların kellesi vurula… (YURT Gazetesi, 05.08.2015)

*****

Yarın (06.08.2015) :
DİN VE MEZHEP ADINA KATLİAM

Öncekiler :
– ‘Herkes Ankara’nın bütün karanlık ve pis işlerini biliyor’
– Eski dost düşman olmaz
– IŞİD 4 yaşındaki çocuğu annesinin kafasını kesmesi için eğitti
– Mezhepçi terörün 70 yıllık hikayesi

http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/turkiye-nin-yeni-kusaklari-isid-ten-farkli-olmayacak-h93673.html, 05.08.2015

========================

Dostlar,

İbretle ve içimiz kavrularak okumayı sürdürüyoruz..
Mutlaka birşeyler yapmamız ve bu felaketi durdurmanız gerek..

En başta LAİK – AKLA / BİLİME DAYALI eğitim geliyor..

Batı emperyalizminin, Ortadoğu Müslüman coğrafyasını manuple etmek için
bu tür olağndışı vahşi araçları terk etmesini sağlamak da bu denli önemli..

IŞİD’in bir ABD – AB – İsrail ürünü – maşası olduğunu akıldan çıkarmadan!

IŞİD : Iak – Şam İslam Devleti,
DAEŞ Arapçası : Davala al İslamiye fil Irak eş Şam,
ISIS İngilizcesi : Iraq – Sam Islamic State

Sevgi ve saygı ile.
5 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com