Kategori arşivi: Hekim Saltık

Dünya İklim Zirve Konferansı ve Türkiye

Dünya İklim Zirve Konferansı ve Türkiye

Hakkı Keskin

Prof. Hakkı Keskin
hakki@keskin.de

AYDINLIK, 04 Aralık 2015, 10:59

150 devlet ve hükümet başkanlarının katılımıyla, Paris’te 11 gün sürecek olan Birleşmiş Milletler “Küresel Isınma ve Hava Kirliliği Konferansı” yapılıyor. Amaç küresel ısınmayı olası kısa sürede 2 derece ile sınırlandırmak. Küresel ısınma, son yılların temposuyla devam ederse;

– yüzyıl sonunda bunun 5 dereceye çıkabileceği,
– eriyen buzulların bazı kıyı ve ada ülkelerini sualtında bırakacağı,
– Dünya’nın kimi bölgelerinde aşırı kuraklığın orman yangınlarına ve çölleşmeye yol açarken
– kimi bölgelerinde de sel felaketlerine neden olacağı,

bilimsel araştırmalarla ortaya konuyor.

Son yıllarda bu felaketlerin birçok ülkede zaman, zaman yaşanmakta olduğu da görülmektedir.

Küresel ısınmaya ve hava kirliliğine, sera gazı etkisi yaratan fosil yakıt (kömür, petrol, doğalgaz, bor) kullanımının neden olduğu biliniyor. Fosil yakıtların ise, Dünya enerji kullanımının %90’ların üstünde olduğu belirtiliyor. Özellikle ABD, Çin, Hindistan ve Rusya’nın, küresel ısınmada çok büyük paylarının olduğu, her yıl yapılmakta olan Küresel İklim Zirve Toplantılarında, son olarak da Kopenhag’da, bu ülkelerin uzlaşmaz tavırlarının anlaşmayı engellediği söyleniyor.

Kömürün, evlerin ısıtılmasında kullanıldığı yıllarda, şehirlerin bir kara bulutun altında kaldığını, ben 1979’da bulunduğum Ankara’dan biliyorum. Çankaya’dan çektiğim fotoğraflarda, kent görülemez durumdaydı. Benzer durumu şimdi çok daha büyük ölçüde Pekin yaşıyor. O kadar ki, sağlığa büyük tehdit oluşturan kömür ve araba egsoz dumanına (smokuna) karşı insanlar maske takarak dışarıda bulunabiliyor! Hatta bu nedenle bazen okullar tatil ediliyor. Sağlığa zarar veren bu koşulları birçok ülke insanı, özellikle kış aylarında yaşamak zorunda kalıyor.
 

KURTULUŞ YENİLENEBİLİR ENERJİ KULLANIMINDA

Küresel ısınmanın sınırlandırılabilmesi ve hava kirliliğinin azaltılmasının sağlanabilmesi için, çözümün yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasında olduğu kanıtlanmış bulunuyor.
Yenilenebilir enerji kaynaklarını;
 
– güneş,
– rüzgar,
– deniz dalgası,
– jeotermaller (yeraltı suları) ve
– hidrolik enerjiler (nehirler) oluşturuyor.

Özellikle güneş, rüzgar ve dalga enerji kaynakları, tükenme riski olmayan, iklimsel ısınmaya, hava kirliliğine yol açmayan ve dışa bağımlılığı gerektirmeyen, tükenmez ve temiz enerji kaynaklarıdır.

Bu nedenle özellikle birçok Avrupa ülkesi, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasına büyük önem vermektedir. Japonya-Fukuşima’da yaşanan büyük nükleer felaketten hemen sonra, enerjisinin %15’inden çoğunu nükleer enerjiden sağlayan

Almanya, 2020 yılına değin çalışmakta olan
tüm atom santrallerini (8 adet) kapatacağını

ve enerji açığını yenilenebilir enerjiden sağlayacağına karar verdi.

Şu anda Almanya kullandığı enerjinin üçte birini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamaktadır. Enerji politikasındaki bu yeni yaklaşım, hızla kabul görmekte ve yayılmaktadır.

Türkiye enerji bakımından dışa çok büyük oranda bağımlı bir ülkedir, özellikle de Rusya’ya.

Türkiye hızla, çok zengin olduğu yenilenebilir enerji kaynaklarını, güneşi, rüzgarı ve jeotermal kaynaklarını kullanarak, dışa bağımlılığını çok kısa zamanda en aza indirebilir.
Türkiye 2013 yılında ithal ettiği enerji için 55,9 milyar Dolar ödedi. Türkiye ithalatının %22,2’ sini bu sektör oluşturuyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarının olası büyük ölçüde devreye girmesiyle, ekonominin en büyük sorunu olan dış ticaret açığı da, neredeyse tümden kapatılmış olacaktır. AKP günümüze değin, alternatif (AS: seçenek) enerji kaynaklarına gereken önemi vermemiştir. Bu yanlış politikadan ivedi olarak dönülmelidir.
 

TÜRKİYE’DE DOĞAYI KORUMA BİLİNCİ YOK DÜZEYDE

Aday ülke olduğumuz AB ülkelerinin çoğunda, doğayı ve çevreyi korumak, 30 yılı aşkın bir süredir, en önemli ve öncelikli politikadır. Bu amaçla kurulmuş, parlamentolara girmiş ve zaman, zaman da hükümet ortağı olmuş siyasal partiler bulunmaktadır (AS: Yeşiller Partisi gibi). Bu partilerin zorlaması sonucu, öbür partilerde çevre ve doğayı koruma konusunda daha duyarlı konuma gelmişlerdir.

On yıllardır Batı Avrupa ülkelerinde çöpler ayırt edilerek farklı çöp kutularına atılmaktadır. Kağıt, karton, cam. şişe gibi atıklar ayrı ayrı bidonlara atılmaktadır. Türkiye’de bulunduğum sürede biriktirdiğim gazeteleri, alışkanlığım nedeniyle çöp kutusuna atamıyorum. Biriktirdiğim onlarca gazete atığının, kaç ağaçtan oluştuğunu düşünerek, büyük bir vicdan azabı duyuyorum. Gazeteleri iple bağlayıp, çöp kutusunun yanına bırakarak, onların en büyük çevreci olarak gördüğüm toplayıcılar tarafından alınmasını umuyorum.

Türkiye’de kentler ivedi olarak hiç olmazsa karton, kağıt, cam şişelerin ve mutfak çöpünün ayrı ayrı bidonlara konmasını, toplanmasını ve bunların değerlendirileceği geri-dönüşüm (recycling) işlemi görmelerini, artık ivedi olarak gündemlerine almalıdırlar.

Plastik şişede su ve içecek satın alırken, satın alınan içeceğin değerinin yarısı kadarı da şişe için ödenmekte, boşalan şişe, geri-dönüşümlü kullanılabilmesi için, marketlerde bulunan otomatlara atılarak ezilmekte ve otomata attığınız plastik şişe karşılığı olarak parası geri ödenmektedir. Böylece çevre düşmanı bu atıkların, yol kenarlarına ve hatta araba camı açılarak dışarı atılması engellenebilecektir. Marketlerden istendiği kadar bedava alınan poşetlerde yine büyük bir sorun oluşturmaktadır. Batı Avrupa ülkelerinde marketlerde poşetler büyüklüğüne göre parayla satılmaktadır.

Türkiye çevreyi ve doğayı korumak için bu güzel örnekleri artık daha çok gecikmeden uygulamaya koymalıdır. Bu konudaki vurdumduymazlığı anlamak gerçekten olası değildir.

====================================

Evet dostlar,

“Dünya İklim Zirve Konferansı” (COP21) nı önemsiyoruz. Bu bağlamda sitemize birkaç yazı koyduk. Toplantı 11 Aralık 2015’te bitecek, dileriz kapsamlı bir uzlaşma çıksın ve alınan ortak kararları küresel toplum olarak paylaşıp destekleyelim. Dünya artık bunca nüfusu ve yüklenmeyi kaldıramıyor.. Kimi uzmanlara göre, böyle giderse Gezegenimizde ancak yüz yıl dolayında yaşam umudumuz var! Ünlü İngiliz Fizikçi Prof. Stephan Hawking‘e göre ise böyle gider ve uzayada yeni koloniler edinemezsek uygarlığın en çok bin yıl önrü vardır..

160 yıl kadar önce Kızılderili Reis, topraklarını satın almak isteyen Beyaz adama ne güzel ders vermişti:

Dünya bize atalarımızdan miras kalmadı;
o, çocuklarımıza koruyarak aktarma borcumuz olan bir emanettir..

*****

Anayasa’nın 56. maddesi çok açıktır :VIII. Sağlık, çevre ve konut

A. Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması

Madde 56 – Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek
Devletin ve vatandaşların ödevidir…

*****
Maddenin ilk paragrafında “çevre” sözcüğü başlıklarla birlikte 6 kez geçmekte ve
çevreyi geliştirme
– çevre sağlığını koruma
çevre kirlenmesini önleme

Devlete ve vatandaşa ORTAK ödev olarak verilmektedir…Devlet de yurttaşlar da anayasal hak ve yetkilerini kullanarak ödevlerini ortaklaşa yerine getirlemelidir. Türkiye’de bu kültür ve disiplini hızla yaşama geçirmek zorundayız. Daha fazlası için, AÜTF (Halk Sağlığı Anabilim Dalı) Dönem 2’de verdiğimiz “Çevre ve İnsan Sağlığı” başlıklı ders yansılarımıza (111 yansı) bakabilirler.

http://ahmetsaltik.net/2014/11/21/cevre-ve-insan-sagligi-environment-and-human-health/

Önceki Orman Bakanlarından Sayın Osman Pepe’nin 11 yıl önce verdiği feryat gibi demeç nasıl unutulabilir?? (yansı 88 ve 89)

  • Ülkenin güzelliklerine işbirliğiyle sahip çıkılmalı.
    Kentsel yerleşim, tarım ve sanayi alanlarının dağılımını gösteren kent çevre planlamasına gereken önem verilmiyor.
    Herkes istediği yere istediği şeyi yapabileceğini düşünüyorsa, yalnızca düşünmekle kalmıyor bunu da yapıyorsa,
    – yarın kalkınmış 
    büyük Türkiye’nin insanının karnını doyurabilecek tarım arazileri sanayi yayılmasıyla karşı karşıya kalıyorsa,
    – yeraltı suları çekiliyorsa..
    – 
    Trakya’da bundan 15 yıl önce yeraltı suları 150 m’de iken bugün 400-450 m’ye inmiş.
    Bu ne demek biliyor musunuz? Ülke elden çıkıyor demektir, ülke çölleşiyor.
    – Cennet gibi bir ülke yaşanmaz duruma getiriliyor.
    – Bütün bunların önüne geçebilmek için çevre yatırımlarına ağırlık vermek gerekiyor.

    Nüfus artış hızını mutlaka frenlemek ve çevreye saygılı tasarruflu yaşama mahkumuz!
    HER AİLEYE 1 ÇOCUK; BAŞKA YOLU YOK!

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK
    Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
    AÜTF Halk Sağlığı AbD

    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Çalışanlarını asbeste maruz bırakan üç inşaat firmasına ceza kesildi

 

Çalışanlarını asbeste maruz bırakan
üç inşaat firmasına ceza kesildi

insaatGönül ülkemizde olsun istiyor ama, değil!
Olay ABD’de gerçekleşti ve cezayı kesen kurum bunu internet sitesinden herkese duyurdu ve bence konunun en önemli yanı da bu!

Toplam olarak yaklaşık 261 çalışanı olan, Teksas/Austin merkezli üç yapı yenileme firmasının San Antonio’daki bir konut şantiyesi devlet görevlileri tarafından denetleniyor.
Denetleme sonucunda çalışanlarını asbeste maruz (sunuk) bıraktığı belirleniyor ve
kasıtlı ihlal” saptaması yapılıyor. Sonuç olarak firmalara toplam 112.000 Dolar ceza kesiliyor.

ABD iş sağlığı ve güvenliği mevzuatına göre kasıtlı ihlal “ya yasal zorunluluklara bile bile uymayan bir işverenin ihlali (kasıtlı ihmal) ya da çalışan güvenliğine yalın kayıtsızlıkla
hareket etmek
” olarak tanımlanmakta.

İlgili kamuoyu bilgilendirme duyurusunda, OSHA’nın San Antonio Ofisi’ndeki alan direktörü Alejandro Porter konuyla ilgili raporunda, asbestin temastan sonraki yıllarda akciğer hastalıkları ve kansere yol açabildiğini ve firmaların, çalışanlarını asbeste maruziyetten
(AS: sunukluktan) korumakla yükümlü olmasına ve tüm uyarılara karşın çalışanların
asbestle karşılaşmasının sürüyor oluşuna basit bir gerekçe sunamadığını..” belirtiyor.

Konunun bir yanı, bizdeki kentsel dönüşümle ilgili. Bu yapılardaki asbest sorunu ciddi bir çalışan ve halk sağlığı sorunudur. Ama bu başka bir yazı konusu olmayı hak ediyor.

Konunun bir başka yanı ise, üç firmanın adıyla, namıyla, işlediği suçla Çalışma Bakanlığı
web sitesinden kamuoyuna duyurulmasıdır. Sosyal medya çağında bu duyurunun ulaşabileceği her yere ulaşacağından artık eminiz.

Bu üç firmanın çalışanlarında ileride asbeste bağlı bir sağlık sorunu ortaya çıkarsa,
bu denetim raporundan sonra, bunun bedelini ödeyecekleri zaten belli. Ama, böyle bir duyurudan sonra, çalışanlarını kasıtla öldürücü hastalıklara neden olan bir tehlikeye maruz bırakan firmalarda kim çalışmak isterdi; kim bu firmaları yüklenicisi ya da alt yüklenicisi yapmak isterdi; kim bu firmaların yaptığı konut projelerinden ev almak isterdi; bu şekilde bir teşhir ve cezalandırma işini layığıyla yapan firmalar için hem maddi hem de manevi bir destek olmaz mıydı?

Çalışan (AS: Emekçi) sağlığının böyle bir denetimi tüm firmalar için ciddi bir
“özdenetim” yaratmaz mıydı?

Yanıtı belli bu sorular daha da uzatılabilir. Ancak ben yine de son bir soru sorarak bitireyim:

Kim böyle bir uygulamanın ülkemizde olmasını istemez?

Duyurunun özgün biçimi için lütfen buraya (https://www.osha.gov/pls/oshaweb/owadisp.show_document?p_table=NEWS_RELEASES&p_id=29058) tıklayınız.

Anahtar sözcükler: , ,

=======================================================

Dostlar,

Dr. Müslüm Güney meslektaşımız çok başarılı bir işyeri hekimidir.
Görevini hakkıyla yapmakta “ısrarlı” olması nedeniyle de sürekli bedel ödemekte..
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden öğrencimiz olan Dr. Güney ile
bu sabah bir başka konuda telefon görüşmesi yapma olanağımız da oldu.

Dr. Güney, http://www.meslekhastalklari.net adresli sitede yazmakta.
Yukarıya aktardığımız yazısını bizimle paylaştığı için teşekkür ediyoruz.

*****

AB Resmi Gazetesi’nde 1999’da yayınlanan karara göre; asbestin tüm tipleri
1 Ocak 2005’ten başlayarak yasaktır.
Ancak Türkiye’de eski konutlar ve altyapı başta olmak üzere yaygın asbest kullanımı olmuştur.
Bu altyapının yenilenmesi, onarım – bakımı, kentsel dönüşüm süreçleri emekçiler için asbaetle başlıca sunukluk (exposure, maruziyet) kaynağıdır. Ülkemiz için bir başka kaynak ise

Aliağa tersanesinde hurda gemi sökümüdür..

Bilindiği gibi asbest (amyant), gemilerde özellikle makine dairesinin ısı yalıtımında kullanılmıştır. Aliağa rafinerisinde hurda gemi sökümü, “bir çöp işlem” olarak Türk emekçilerine bırakılmıştır. AB ülkelerine “hizmet” verilmektedir. Elinde elektrikli testere ile asbest plaklarını keserken ortama çıkan asbest liflerini soluyan Türk emekçisinin aynı zamanda ağzında sigara, ne yazık ki bildik bir görünümdür. Oysa kaynakta emiş (aspirasyon) + emekçiye uygun solunum maskesi + bu iş sırasında sigara içiminin KESİNLİKLE YASAKLANMASI ile etkili olarak korunmak olanaklıdır.

asbest_sorunu

Sigara içerken asbest lifleri ortamdan daha çok solunduğu gibi, her 2 risk etmeninin
eklemeli (sinerjistik) olumsuz etkisiyle Akciğer kanseri riski 25 kata dek büyüyebilmektedir!
Bu riskin göze alınmasını açıklayacak hiçbir bilimsel – hukuksal – davranışsal – yönetsel..
gerekçe gösterilemez.

Tabii OSHA (Occupational Safety and Health Agency), ABD’de İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinden sorumlu “özerk” bir kurum olduğundan, görevini etkin olarak yapabilmektedir. Mevzuat da uygundur ve söz konusu firmaya 112 bin $ yönetsel (mahkeme kararı ile değil; idarenin kararı ile) ceza kesilebilmiştir.

Yaptırımı daha da etkin kılan ise, web sitesinden duyurulmasıdır.
Sermayenin beşiğinde bile böylesine emeği / emekçiyi koruyan uygulamalar sevindiricidir.
Türkiye ise kraldan çok kralcı, mutlak bir sermaye vesayeti altında yabanıl (vahşi) kapitalizm uygulamaktadır.. Zar zor etkili mevzuat yapabilseniz bile gereğince uygulayamazsınız..
Hükümetleri, TBMM’yi, Yargıyı.. tüm kurumları yerli – yabancı sermaye ortaklığı
en etkili biçimde denetimine (zapt-ı rapta) almıştır..

O yüzden ülkenizde her yıl 500’ü bile bulmaz tanı konan meslek hastalıkları..
Oysa onbinlercesinin kayda alınması gerekir.. Örn. Almanya’da her yıl 40 bin
yeni meslek hastalığı tanısı, ABD ve Çin’de ayrı ayrı 250 bin – 270 bin arasında
yıllık yeni meslek hastalığının kayda girmesi gibi..

O yüzden, AÜTF’de derslerimizde, makale ve konferanslarımızda..
hep vurgulayageldiğimiz gibi, TÜRKİYE’de

ÖZERK ULUSAL ULUSAL İŞÇİ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ KURUMU

artık zorunludur. OSHA tek de değil.. NIOSH vb. pek çok özerk (otonom) Kurum
gelişmiş kapitalist ülkelerde iş başında.. ILO’nun önerileri de bu yönde..

Sevgi ve saygı ile.
03 Aralık 2015, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

IARC : Kırmızı ve işlenmiş etler hakkında

Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu, Dünya Sağlık Örgütü‘ne bağlık bir kuruluş olan Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı’nın (IARC) geçtiğimiz günlerde
dünya kamuoyu ile paylaştığı kırmızı et ve işlenmiş et ile ilgili basın açıklaması hakkında bilgilendirme yaptı.

TTB Halk Sağlığı Kolu tarafından yapılan bilgilendirmede, IARC’ın açıklamasının işlenmiş kırmızı etle ve bu etlerin yüksek miktarda tüketimiyle ilgili olduğu belirtilerek, besin değeri yüksek olan kırmızı etin, sağlıklı bir beslenmede hayvansal protein açısından önem taşıdığına dikkat çekildi. Bilgilendirmede, Türkiye açısından asıl sorununun gıda sağlığı ve güvencesizliği olduğu kaydedildi.

Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı’nın Açıklaması Hakkında Bilgilendirme

Geçtiğimiz günlerde Dünya Sağlık Örgütü’ne bağlı bir kuruluş olan Uluslararası
Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC) kırmızı et ve işlenmiş et ile ilgili bir basın bildirisi yayımlandı. Konu hakkında uzun süreden bu yana çeşitli merkezler tarafından yürütülen bilimsel çalışmalar sonucu IARC;

kırmızı eti kanserojen sınıflamasında Grup 2A; yani insanlar için muhtemel kanserojen grubuna;
işlenmiş et ürünlerini ise Grup 1; yani insanlar için kesin kanserojen grubuna aldı.

Örgüt; kırmızı et olarak sığır, koyun dana gibi memeli hayvan etlerini; işlenmiş et ürünleri dendiğinde ise etin tadını değiştirmek veya saklanma süresini uzatmak için yapılan ve tuzlama, mayalanma, tütsüleme, kimyasallarla işleme veya diğer işlemlere maruz bırakılan kırmızı et ürünlerini kastettiğini açıkladı. Bu grupta sosis, sucuk, salam, pastırma, tütsülenmiş et gibi ürünler bulunuyor. Bu basın açıklaması nedeni ile kırmızı et ve
kırmızı et ürünlerinin güvenli bir gıda olup olmadığı kamuoyumuzda tartışılmaya başlanmış ve tüketiciler arasında tereddütlere neden olmuştur.

IARC’ın kararında önemli bir dayanak olan ve Uluslararası Kanser Araştırmaları Vakfı’nın (World Cancer Research Fund International) 17 ülkeden 100’den çok bilim insanı ile yürüttüğü ve diyet, beslenme alışkanlıkları, fiziksel aktivite ve kilonun kanser riski üzerine etkilerinin araştırıldığı CUP projesinin 2011 yayımlanan raporu et ve et ürünleri ile kalın bağırsak kanseri arasında güçlü bir ilişki olduğunu ortaya koymuştur. Bu rapora göre çok sayıda bilimsel çalışmanın sonuçları üzerinde yapılan analizler günde 100 gram pişmiş kırmızı et tüketilmesi kalın bağırsak kanserine yakalanma riskini %17; günde 50 gram işlenmiş et ürünleri tüketmek ise %18 artırmaktadır. Buna karşın öbür kanser türleri ile kırmızı et ve kırmızı et ürünleri arasında bir ilişki bulunmamıştır.
Bu sınırların çocuklar için daha düşük olması beklenir.

Bu bulgular doğrultusunda, günlük alınan miktar ile kalın bağırsak kanserinin ortaya çıkışı arasındaki ilişkiyi de göz önüne alarak Uluslararası Kanser Araştırmaları Vakfı,
günlük 100 gram, haftalık olarak da pişmiş ağırlığı 500 gram olan kırmızı etten fazlasının tüketilmemesini önermektedir. Ayrıca kırmızı ete kırmızı rengini veren ham maddesinin; et yüksek ısıda ve kısa sürede pişirildiğinde heterosiklik aminlere ve polisiklik aromatik hidrokarbonlara dönüştüğünü belirterek ve genetik yatkınlığı olanlarda bu maddelerin de kalın bağırsak kanserine neden olduğunu belirterek; kırmızı etin uzun sürede ve düşük ısıda pişirilmesini önermektedir. Ülkemizdeki kişi başına kırmızı et tüketimi bu rakamın çok altındadır; TÜİK verilerini kullanarak yapılan hesaplama da haftalık kişi başına kırmızı et tüketimi ortalama 265 gram olarak bulunmuştur. Bilindiği gibi kırmızı et özellikle protein, demir, çinko, B12 vitamini açısından önemli bir besin kaynağıdır ve dengeli beslenme açısından diyetlerde mutlaka yer almalıdır. Buna karşılık işlenmiş et ürünlerinde kırmızı ete oranla protein, demir, çinko, B12 vitamini daha az bulunmakta; ayrıca işlenmiş et ürünlerinde insan sağlığı için olumsuz etkileri bulunan yüksek düzeyde yağ ve tuz bulunmaktadır. Bu nedenle 500 gr’a dek çıkartılabilecek haftalık et tüketiminin taze kırmızı et olarak tercih edilmesi insan sağlığı açısından daha uygun olacaktır.

Sonuç olarak; kişi başına yıllık ortalama et tüketimi ülkemizde Batı ülkelerine oranla
çok düşük olup; bu miktarın kalın bağırsak kanserine neden olabileceğine ilişkin bir bulgu yoktur. Öte yandan kimi bireyler belirtilen sınırlar üzerinde et tüketiyor, çocuklar da salam ve sosis yiyor olabilir. Bu kişilerin et ve et ürünleri tüketimini azaltmaları gerekecektir.

Önemli bir besin maddesi olan etin pişirilme yöntemlerine dikkat edilerek ve haftalık pişmiş ağırlığı toplam 500 gram altında olacak şekilde diyetlerde yer almasında sakınca yoktur.

Ülkemiz için beslenme alanındaki ana sorun denetim ve yasal yetersizlikler nedeni ile
gıda güvenliğinin olmaması ve gelir dağılımındaki eşitsizlikler nedeni ile sağlıklı ve
yeterli gıdaya ulaşamama; yani gıda sağlığı ve güvencesizliğidir.

TTB HALK SAĞLIĞI KOLU

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/hsk-5787.html, 01.12.2015

======================================

Dostlar,

Halk Sağlığı Uzmanı meslektaşlarımızın hazırladığı yukarıda aktardığımız metin bilimsel ve doyurucudur. IARC, Dünya Sağlık Örgütü’nün Fransa / Lyon’da kurulu yüksek donanımlı laboratuvarları olan önemli ve yetkin bir birimidir.

Ülemizde kişi başına yıllık kırımızı et tüketimi TÜİK verileriyle 12 kg (pişmemiş ağırlık) dolayındadır. Bu rakam, gelişkin Batı ülkelerinin altıda biridir! Üstelik gelir dağılımı ülkemizde çok adaletsiz olduğundan, bu 12 kg kırmızı et / kişi / yıl ortalama verisi temsil edici bir ortalama olmaktan da çok uzaktır. Nüfusun 1/5’inden az olmayan YOKSULLARIMIZIN (on altı milyondan eksik değil!) yılık tüketiminin birkaç kg’ı bulup bulmadığı bile sorgulanabilir.

Dolayısıyla kırmızı et tüketiminde ülkemizin üst katmanları dışında (1/5 nüfus) yıllık / haftalık miktar bakımından bir sorun olmadığı söylenebilir.

İşlenmiş et ürünler bakımından ise daha da dikkatli olmak gerekir.

Bir başka önemli nokta kırımızı etin pişirilmesi ile ilgilidir :

1. Et ürünleri yağda kızartma değil, yağsız tavada ya da elektrikli ızgarada pişirilmelidir.
2. Et ürünlerinin her durumda yanMAmasına çok özen gösterilmelidir.
Yanmış bölümler yenilmemelidir
3. Haşlamada yağlı bölümler de yemeğe katıldığından ek sakınca doğar. Bu bakımdan,
elden geldiğince yağsız bölümleri pişirmek, yağlı bölümleri azaltmak uygun olur.
4. Mikrodalga fırınlarda et ve ürünlerini pişirmek uygun bir yöntemdir.
5. Mangalda pişirmede is ile yanma mutlaka önlenmelidir. Kömür ateşi uygun değildir.
Odun ateşi ya da elektrikli pişirme aygıtları daha sağlıklıdır.

Yeni kesilen hayvan etlerinin buzdolabında 24 saat dinlendirilmesi gerekir.
İşlenmiş et ürünlerinde gıda güvenliği ve hijyen standartlarının Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca daha da iyileştirilmesi ve etkin olarak denetimi gerekir. Türk Gıda Kodeksi (Yönetmeliği) ve bağlı Tebliğleri Bakanlığın tek başına kararları ile güncellenebilir.

TS 13001 HACCP : Gıda Güvenliği Yönetim Sistemi ödünsüz yürütülmelidir.
Zaman zaman başka ülkelerin gıda gümrüklerinden ürünlerimizin geri çevrilmesi
ve iç piyasada tüketilmesi kabul edilemez!

“VETERİNER HİZMETLERİ, BİTKİ SAĞLIĞI, GIDA ve YEM YASASI
(5996 sayılı Yasa, 13.06.2010’da aşamalı olarak yürürlük aldı.. ) temel mevzuat olup
ilgili Bakanlıkça (Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı) titizilikle uygulanmalıdır. Mevzuat yetersizliğinden çok, uygulamada sorun vardır. Bakanlık, özel sektör üzerinde denetim ve yaptırım yetkilerini Halk Sağlığını koruma adına yeterince kullanmaktan
geri durmamalıdır. Örneğin;

  • MADDE 41/e : Yapılan resmi denetimler sırasında, işyerinin tümünün veya bir bölümünün insan sağlığı ve gıda güvenliği, hayvan sağlığı ve yem güvenliği açısından tehlike oluşturur ve ivedi önlem gerektirirse; üretimin tümü veya tehlike oluşturan bölümünün çalışması durdurulur. Üretim yerlerine beş bin TL, perakende işyerlerine
    bin TL para cezası verilir. Eksiklikler giderilene dek çalışmaya izin verilmez.
    (Para cezaları otomatik olarak her yıl güncellenmektedir..)
  • MADDE 40- (1) Gıda ve yem ile ilgili yaptırımlar aşağıdadır :
    a) İnsan tüketimine uygun olmayan gıdalar, giderleri sorumlusuna ait olmak üzere
    piyasadan toplatılır ve mülkiyeti kamuya geçirilir. Bu ürünleri üreten veya piyasaya sunanlar hakkında kamunun sağlığına karşı suçlar kapsamında Cumhuriyet savcılığına
    suç duyurusu yapılır.

Ayrıca Türk Ceza Yasası‘nın «KAMUNUN SAĞLIĞINA KARŞI SUÇLAR»
(3. Bl. md. 185-196) kuralları da (hükümleri) etkin yaptırımlar sağlamaktadır.

Eğitim – denetim – yaptırım 3’lüsü dengeli ve etkin kullanılmalıdır.
Öte yandan Et Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Gıda Tüketici ve Üretici Kooperatifleri kamu eliyle canlandırılarak halkın yeterli – dengeli beslenmesine
çaba gösterilmelidir.

Gelir dağılımı olağanüstü adaletsizdir mutlaka ve hızla iyileştirilmesi zorunludur.

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Daha çok bilgi için       :
GIDA GÜVENLİĞİ ve SANİTASYONU / AÜTF D5 Ders Notları
http://ahmetsaltik.net/2014/11/13/gida-guvenligi-ve-sanitasyonu-2/

Ayrıca ‘gıda güvenliği’ anahtar sözcükleri aracılığıyla çok sayıda dosya çağrılabilir..

TTB Paris İklim Konferansı COP21’de

 

Türk Tabipleri Birliği, 30 Kasım-11 Aralık 2015 tarihleri arasında Paris’te gerçekleştirilecek olan Paris İklim Konferansı COP 21’e katılıyor.

Sağlık ve Çevre Birliği (Health and Environment Alliance – HEAL) Delegasyonu bünyesinde yer alan TTB, 4 ve 5 Aralık’ta gerçekleştirilecek iki panelde yer alacak. Delegasyonda
Türk Tabipleri Birliği’ni TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan ve
Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala temsil ediyorlar.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan, program kapsamında ilk olarak 4 Aralık 2015
günü 09.30-12.30 arasında gerçekleştirilecek ​​“Sağlıkçılar Sağlıklı Enerji ve İklim için Eylemde” başlıklı panele konuşmacı olarak katılacak. Sağlık ve Çevre Birliği HEAL, Fransız Tabipleri Birliği (Conseil National de l’Ordre des Médecins – CNOM), Dünya Tabipler Birliği (World Medical Association – WMA), Uluslararası Tıp Öğrencileri Dernekleri Federasyonu (International Federation of Medical Students Associations – IFMSA) tarafından düzenlenen panel İngilizce ve Fransızca olarak gerçekleştirilecek ve web stream aracılığı ile canlı yayın yapılacak.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan, 5 Aralık 2015 günü de “Küresel İklim ve
Sağlık Zirvesi”
nde konuşmacı olarak yer alacak. Koordinasyonunu, Küresel İklim ve Sağlık Birliği (Global Climate and Health Alliance), Dünya Sağlık Örgütü, Fransız Sağlık ve Çevre Derneği (Société Française de Santé et Environnement – SFSE) ve Alman Uluslararası İşbirliği Kurumu (Deutsche Gesellschaft für Internationale Zusammenarbeit – GIZ) ve Sağlık ve Çevre Birliği HEAL’in üstlendiği zirve 08.00-17.00 arasında gerçekleştirilecek.

Paris İklim Konferansı’nda müzakereciler yeni ve küresel bir iklim sözleşmesini yaşama
geçirebilmek için çalışacaklar. Bu çerçevede, COP21, uluslararası sağlık camiası için,
iklim değişikliği müzakerelerine sağlıkla ilgili başlıkları taşıyabilmek ve iklim değişikliği ile mücadele için geliştirilecek politikaların sağlık boyutuna dikkat çekerek, müdahale edebilmek için önemli bir platform olma özelliği taşıyor.

===================================

Dostlar,

Küresel İklim Değişikliği ve başlıca türevlerinden olan Küresel Isınma,
kestirilen ya da sanılanın çok ötesinde bir maliyet yüklüyor Küre’ye..
Bu maliyet salt akçal değil ya da akçal bedellerle karşılanabilir türden değil!
Çünkü niteliği gereği Doğa kaynaklarında durdurulamayan ve geri döndürülemeyen yitiklere neden olmakta. Örn. çölleşme, tarım topraklarının azalması, gıda üretiminin düşmesi, açlığın ve acı sonuçlarının yaşanması gibi..

Bu sorunların hatırı sayılır düzeyde kaynağı, yabanıl (vahşi) kapitalizmin dizginlenemeyen maksimum kazanç hırsı. Ancak bu vahşi sömürü ve doğa katliamının sürdürülebilirliği kalmadı. Bu bakımdan, egemenler ciddi önlemler almak zorunda. Elbette tunç yasa kâr maksimizasyonundan vazgeçmelerini bekle(ye)miyoruz ne yazık ki.. Yetmedi, alınacak önlemlerin maliyetinin de elden geldiğince gelişmekte olan ülkelere yansıtılmak isteneceğini biliyoruz.. 21. yy’da İnsanlığın ulaştığı uygarlık düzeyi açısından emperyalistler adına da utanmak sanırız bizlere düşüyor.

Tipik örneğini Suriye – Irak sığınmacılarında izliyoruz..
BOP bağlamında Ortadoğu’nun mazlum halklarını ateşe veren ABD – AB emperyalizmi ve bunların maşası politikalar izleyen BOP Eşbaşkanları ve Türkiye, şimdilerde AB’nin ödenip ödenmeyeceği belirsiz 3 milyar € rüşveti karşılığında AB’nin sığınmacı deposu olmayı kabullenebiliyor.. Üstelik halen AB’de olanların da çoğunun iadesi koşul ile.

Bir yandan da BOP Eşbaşkanlığı serüveni ile ateşin ortasında kalan Türkiye, kendisini savunmaktan acizmişçesine habire yabancı silahlı güçleri ülkesine kabul ederek..
Yani örtük işgale uğrayarak..
Haa, bu arada bir de müjde : Katar’a artık vizesiz gidebilecekmişiz!

COP-21 Doruğunun kararları izlenmeli, sahip çıkılmalı.

Sevgi ve saygı ile.
02 Aralık 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

BU GÜN DÜNYA HIV – AIDS GÜNÜ!

HIV-AIDS_logo
BU GÜN DÜNYA HIV – AIDS GÜNÜ!

 

Sağlık Bakanlığı ‘1 Aralık Dünya AIDS Günü’ nedeniyle yazılı açıklama yaptı.
İlk kez 1980’li yıllarda tanımlanan HIV enfeksiyonunun yayılmaya devam ettiği kaydedilen açıklamada,
“Hastalık;

– korunmasız cinsel ilişki,
– ortak kullanılan şırıngalar,
– damar içi madde kullanımı,
– gebelik ve doğum sırasında anneden bebeğe ve
– kan (ve ürünleri) aktarımı gibi nedenlerle bulaşabilmektedir.

Bu geçiş yolları nedeni ile HIV enfeksiyonu, erişkinlerin yanı sıra, tüm yaş dilimlerinde
görülebilmektedir.

Hastalığın tam anlamıyla tedavisi bulunmamakla birlikte uygulanan ilaç tedavileri ile HIV/AIDS hastalığından ölüm azalmakta ve kişiler yaşantılarını sürdürebilmektedir.

Bununla birlikte uygulanan ilaç tedavisi ile bulaşıcılık azalmakta, gebelik sırasında verilen
tedaviyle HIV virüsü taşıyan anneden bebeğe hastalık bulaşması engellenebilmektedir.

Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı UNAIDS 2014 yılı raporuna göre;
dünyada 2014 yılı içinde yaklaşık 2 milyon kişinin HIV enfeksiyonuna yakalandığı,
36,9 milyon HIV taşıyıcısının bulunduğu ve 1,2 milyon kişinin AIDS nedeni ile öldüğü belirtilmektedir.

Ülkemizde, 1985 yılından günümüze dek bildirimi yapılan HIV/AIDS olgu sayısı toplam 11.109’dur. Olguların % 75’i erkek, % 25’i kadın olup  % 16,2’si yabancı uyruklu kişilerden oluşmaktadır. Olguların en çok görüldüğü yaş dilimi 25-29 ve 30-34 yaş arasıdur.

Bulaşma yoluna göre dağılımına bakıldığında olguların %52’si cinsel yolla bulaşmaktadır. Yüzde 1,9’unda bulaşma yolu damar içi madde bağımlılığı olarak bildirilirken %44’ünün bulaşma yolu bilinmemektedir. 2015 yılı 30 Kasıma dek 1445 HIV, 80 AIDS olgusu
bildirilmiştir. Bunların %14,7’si yabancı uyruklu olup, %83’3 erkektir. 2015 yılında bildirimi yapılan olgularda; 25-29 ve 30-34 yaş diliminde olanlar öbür yaş dilimlerine göre daha çok
sayıdadır.”

denildi.

HIV enfeksiyonunun önlenebilir bir hastalık olduğu ve korunma önlemlerinin tedaviden çok daha etkili ve ucuz olduğu belirtilen açıklamada şunlar kaydedildi: “En sık görülen bulaşma yolunun cinsel ilişki ve bunların çoğunun da heteroseksüel ilişki olması nedeni ile korunma önem taşımaktadır.
Tek eşliliğin yanı sıra,
Riskli cinsel ilişkide doğru kondom kullanımı, hastalığın cinsel yolla bulaşmasına karşı
en güvenli ve basit korunma yollarıdır.
Başka bir bulaşma yolu olan kan ve kan ürünleri ile olan bulaşmaya karşı korunma amacı ile 1987 yılından beri ülkemizde kan ve kan ürünleri HIV yönünden test edilmektedir.
Organ ve doku aktarımları öncesinde gerekli testlerin yapılması HIV geçiş riskini en aza indirmektedir. Ayrıca, dövme ve piercing (AS: kulak vb. delme ile metal süslerin takılması) gibi uygulamaların temiz ve steril koşullarda yaptırılması, vücuda takılan delici, kesici özellikli takıların ortak kullanılmaması, tek kullanımlık steril enjektör (şırınga) kullanılması
HIV bulaşma riskini azaltmaktadır.
Hastalık, virüsü taşıyan kişilerle birlikte oturmak, yemek yemek, aynı işyerinde çalışmak, aynı okulda okumak, el sıkışmak, tokalaşmak, telefon, kitap, defter gibi araçları, ortak duş-banyo alanlarını ve tuvaletleri kullanmakla BULAŞMAZ!.
Ülkemizde; HIV/AIDS hastalığının yayılımının önlenmesi hedefiyle toplumda ve
yüksek riskli davranışta bulunan kesimlerde korunma ve önleme çalışmalarına öncelik verilmesi, HIV ile yaşayan kişilere yönelik ayrımcılık ve damgalanmanın önlenmesi,
kuşkulu teması olan kişilerin HIV/AIDS hastalığı, bulaşma, korunma yolları konusunda bilgilendirilmesi ve doğru yönlendirilmeleri, HIV ile yaşayan kişilerin tedaviye kolay ve kesintisiz biçimde ulaşmasının sağlanması, sosyal destek, bakım olanaklarının iyileştirilmesi ve yaşam kalitelerinin artırılması için çalışma yürütülmektedir.
Bakanlığımız, etik kurallar ve insan haklarını gözeten yaklaşım doğrultusunda ve
DSÖ öneri ve uygulamaları izlenerek, konunun tüm yanlarını kapsayacak bir bakış açısı ile çalışmalarını işbirliği ve dayanışma içinde sürdürmektedir.
Virüsle savaşmanın en etkili yolu, ondan korunmaktır.”

==========================================

Dostlar,

Son derece doyurucu ve bilimsel, sorumlu bir açıklama.
İşte Sağlık Bakanlığından beklenen de budur.
Önceki yıllarda, olgu sayıları verildikten sonra yaş dağılımı da tablolanır ve o yıl kayda girenlere bakılarak “Türkiye’de HIV/AIDS en çok 25-34 yaş diliminde görülüyor..” gibisinden çok hatalı bir yoruma gidilirdi. Hep uyarır, derslerimizde de değinirdik bu yanlışa.
“Türkiye’de” denemez, çünkü tüm olgular kayıt altında değil; ancak “kayda girenlerde” diye sınırlamak gerekir..

Slayt1

Slayt4 Slayt3 Slayt2
*****

Evet… İslamiyet, eski geleneklerin de etkisiyle çok eşliliğe (poligami) kapıyı açık bırakıyor ama Bilim ve günümüz koşulları tek eşlilik (monogami) diyor..

Üstelik kadın – erkek sayısı hemen hemen eşit gibi..
1 erkeğe 1’den çok kadın ya da tersi biyolojik – aritmetik olarak olanaksız..

—-
Merhum Frank Sinatra‘nın topluma karı sorumlu sanatçılık anlayışının ürünü olan
ünlü şarkısıyla “Stranger in the night – AIDS in the morning..” uyarısı milyonlarca gence ulaştırılabilmişti.

Ülkemizde ve başka ülkelerde toplumsal sorunların çözümüne katkı verecek
bilim – sanat – kültür ürünlerini beklemek yurttaşlar olarak hakkımız;
bu seçkin insanların da topluma karşı ödevleridir..

HIV – AIDS’siz bir yaşam dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile.
01 Aralık 2015, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Önceki yıllarda bu bağlamda yazdıklarımıza da sitemizden erişilebilir..
Örn.
http://ahmetsaltik.net/2014/12/01/28823/

DİSK – KESK – TMMOB – TTB : Sıra kimde? Türkiye nereye?

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ün “MİT TIR’ları” soruşturması kapsamında tutuklanmalarına ilişkin 27 Kasım 2015 tarihinde ortak bir basın açıklaması yaptılar. (27 Kasım 2015)

BASIN AÇIKLAMASI

Sıra Kimde? Türkiye Nereye?

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve gazetenin Ankara Temsilcisi Erdem Gül “MİT TIR’ları” soruşturması kapsamında tutuklandılar.

Bizzat Cumhurbaşkanı’nın, bu haberi (haberi yapılan suçu!) kişiselleştirip suçüstü psikolojisiyle gazetecileri hedef göstererek “Bunun bedelini ağır ödeyecek. Öyle bırakmam onu” demesinden sonra beklenen oldu.

Böylece, bir kelepçe daha takıldı “basın özgürlüğü”ne ve bir kilit daha vuruldu halkın
doğru haber alma hakkına.

Bu tutuklamalarla birlikte cezaevlerindeki gazeteci sayısı 30’u buldu. Gazetelerin bombalanıp gazetecilerin yargısız infazlarda, faili meçhullerde katledildiği; gazete/dergi/tv baskınlarının, sansürün, yasaklamaların, kapatmalarının, kayyumlarla el değiştirmelerinin artık “olağan”
sayıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Yani durum bu anlamda “yeni” değil. Yani iktidar karşıtı
her muhalif düşünce “tehlikeli” görülerek hep bastırılmaya ya da“nötralize edilmeye” çalışıldı. “Devlet” bunu hep yaptı ve devletin bugünkü sahipleri de bunu yapıyorlar!

“Vatan, millet, güvenlik” edebiyatı eşliğinde bizzat Cumhurbaşkanı’nın şikayetçi olduğu bir soruşturma sonucunda, hukukun paspas yapılarak alınan tutuklama kararının ardından
“Bu sır devlete ait bir sır mı? Kendi şahsi sırrı mı?” sorusu da sorulmaya başlandı.
Bu sorunun altında yatan “ortak kabul”, kurumlarının ağır aksak da olsa işlediği bir devlet yapısının “yürütme”den göreceli bağımsızlığının ortadan kalkmış olduğunu görmektir.

Yine görülmesi gerekiyor ki, ortada Yasama, Yürütme, Yargı kalmadığı gibi bunların bağımsızlığından da söz edilemez artık! Recep Tayyip Erdoğan’ın “İster kabul edilsin
ister edilmesin, Türkiye’nin yönetim sistemi değişmiştir.”
 sözüyle bütünleşen gerçeklik parlamenter sistemin gömüldüğü, “başkanlık” rejiminin işlerlik kazandığıdır.

Bunun artık bir “ima” değil, “ilan” olduğu“fiili başkan”ın habere konu olan MİT tırlarını kastederek “Silah olsa ne olur, olmasa ne olur” demesinde açıkça gözükmektedir.
Yani şaşırmamız gereken şey, şeytanı utandıran hukuksuzluklarla gerçeklerin tersyüz edilmeye çalışılması, dünyanın gözünün içine baka baka “yalan” söylenmesi değil, aksine,
tüm fütursuzluklarıyla “doğrunun” söylenmesidir. Bu, malumun ilanıdır ve adı da faşizmdir!

Kendisinin de her fırsatta belirttiği gibi, artık devlet O’dur, O, devletin kendisidir!
O’nun, devletin tüm yetkilerini elinde tutan, ağzından çıkanın yasa sayıldığı tek adam olduğunu Gezi’de, Roboski’de, Reyhanlı’da, Diyarbakır’da, Suruç’ta ve Ankara Katliamı’nda gördük. O’nun Ortadoğu halklarının kırıldığı savaştaki katkılarını ve “tarafını” da gördük.

13 yılda hukuksuzluğu, yolsuzluğu, adaletsizliği, yobazlığı, şiddeti, cinsiyetçiliği, mezhepçiliği, ötekileştirmeyi iktidarın vazgeçilmez karakteri haline getirerek devlet olanlar, sorumluluğuna ortak oldukları suçları açığa çıkarmayacakları gibi, bunu açığa çıkartanlarla da, hesap sorulmasını isteyenlerle de savaş halinde olacaklardır. Çünkü iktidarda kalmalarının tek dayanağı budur.

Fiili başkanlığın ilan edildiği, Yasama, Yürütme ve Yargıyla birlikte basının da susturulup sindirildiği bir sistemde, özgür haberlere de, halkın haber alma hakkına da, demokratik muhalefete de nefes alma hakkı tanınmayacaktır. Dün başkalarımızı aldılar,
bugün suçlarını teşhir edenleri aldılar, yarın da yine içimizden birilerine el uzatacaklardır.

“Hukuk tanımam, istediğimi yaparım, herkese dokunurum” pervasızlığına, tek adam diktatörlüğüne, Saray darbesine karşı demokrasi, özgürlük ve adalet mücadelesini yılmadan, usanmadan, kararlılıkla ve sıranın kime geldiğine aldırmadan sürdürmeliyiz.
Demokratik toplumsal muhalefetin de tek dayanağı budur; birleşik bir mücadele!

DİSK-KESK-TMMOB-TTB olarak; Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Can Dündar ve yazarı Erdem Gül’ün tutuklanmasını kınıyor, iktidarın tüm baskı ve gözdağlarına rağmen, halklarına ve mesleklerine karşı duydukları sorumluluk ve kararlılıkla görevlerini yapan tüm onurlu gazetecileri desteklediğimizi, yanlarında olduğumuzu bildiriyoruz.

DİSK – KESK – TMMOB – TTB
http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/ortak-5771.html 
================================

Dostlar,

Basın açıklaması son derece net ve keskin saptamalar içeriyor..
Savaşım (mücadele) kararlılığı vurguluyor : BİRLEŞİK MÜCADELE!

  • “Bu sır devlete ait bir sır mı? Kendi şahsi sırrı mı?”
  • Bunun bedelini ağır ödeyecek. Öyle bırakmam O’nu
    (RTE, 
    haberi yapılan suçuörtbas için Can Dündar’ı hedef gösteriyor..)
  • RTE: “İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye’nin yönetim sistemi değişmiştir.”
  • RTE, MİT tırlarını kastederek “Silah olsa ne olur, olmasa ne olur?”
  • .. Parlamenter sistemin gömüldüğü, “Başkanlık rejiminin işlerlik kazandığıdır.
  • Kendisinin de her fırsatta belirttiği gibi, artık devlet O’dur, O, devletin kendisidir!
  • O’nun, Devletin tüm yetkilerini elinde tutan, ağzından çıkanın yasa sayıldığı
    tek adam
    olduğunu..
  • Fiili Başkanlığın ilan edildiği.. “Hukuk tanımam, istediğimi yaparım,
    herkese dokunurum”
     pervasızlığına, tek adam diktatörlüğüne, Saray darbesi..

Demokratik toplumsal muhalefetin tek dayanağı birleşik bir mücadele!
Biz de katılıyoruz bu açıklamaya..

Kanada’dan Prof. M. Chossudovsky’nin YOKSULLUĞUN KÜRESELLEŞMESİ adlı
görkemli kitabına yazdığı önsözde, ABD’den Prof. Noam Chomsky‘nin büyük isabetle vurguladığı gibi,

KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizmle savaşımın yolu;

DİRENİŞİN KÜRESELLEŞTİRİLMESİ dir!

Sevgi ve saygı ile.
30 Kasım 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

“Genel sağlık sigortası nedir; kimler yararlanabilir??”


Dostlar,

“Genel sağlık sigortası nedir;
kimler yararlanabilir??”

sorunsalına temel düzeyde yanıtlar vermek üzere, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve
Genel Sağlık Sigortası Yasası‘ndan yararlanarak özet bilgiler sunmak ve
sıkça sorulan sorulara (SSS) yanıt vermek istiyoruz.

Bu amaçla aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayarak 11 yansıdan oluşan
pdf  dosyasını inceleyebilirsiniz.

GSS_nedir_kmler_yararlanabilir

Bilindiği gibi Genel Sağlık Sigortası (GSS) küresel emperyalizmin oyunlarından biri..
Gerçekte ödediğimiz vergilerle bu en temel kamu hizmetini alma hakkını elde emeliyiz.
Herkes kazancıyla orantılı vergi ödemeli ve bu vergilerin kaşılığı olan kapsamlı
kamu hizmetlerinden gereksinimi ölçüsünde yararlanmalıdır. Ne var ki, 3. aşamasına varan yabanıl kapitalizm (Finans Kapital – Kumarhane kapitalizmi!) insanlığa acımasız bir sömürü daha dayatıyor..

Hükümetlerin hemen hemen tüm kamu hizmetlerinden çekilmesini, her şeyin piyasaya – sermayeye bırakılmasını ve özelleştirilerek şirketler üzerinden pazarlanmasını dayatıyor.
Her şey “meta” yapılmak, insanların da kamu hizmetlerinin hak eden öznesi olmaktan çıkarılarak müşterileştirilmesi isteniyor.

Dolayısıyla utanmaz biçimde VERGİ unutturularak, kulağa hoş gelen bir söylemle
zihinler tuzaklanıyor ve zorunlu GENEL SAĞLIK SİGORTASI aracılığıyla

PRİM = EK VERGİ!

dayatılıyor. Bu gerçekte bir soygundur. Üstelik Deli Dumrul’a şapka çıkartacak ölçüde..

Devlet, yerli – yabancı sermayenin özel sağlık sektörüne yatırım yapan sermaye tekellerine halkının sırtından ulusal kaynakları rant olarak aktaran SOPALI BİR TAHSİLDARA dönüştürülmüş bulunuyor!..

Gerçekte durum “vahim ötesi” dir..
Ancak bir akıl tutulması içinde, mankurtça sürüklenip gidiyoruz..
“Kral çıplak” çığlıklarımız duyulmuyor..
“Sermaye Kral çıplak”; biz HALK ise çırılçıplağız..
Yığınlar ne zaman uyanacak / uyandırılabilecek acaba??

Yine de verili yapıyı tanımak ve ağır bedelleri ödendiğinden, gereğince yararlanmak
uygun olur.. Bu bakımdan 11 yansıdaki özet bilgilerin yararlı olmasını dileriz.

Vergiyle sağlanan, ağırlıklı olarak kamu eliyle verilen ve omurgasını KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNİN – SAĞLIKLI KİŞİ VE TOPLUMUN oluşturduğu bir düzen özlemiyle..

Şimdiki yapı ise, önce insanı hastalandıran sonra da çoook pahalıya sağaltım vermeye dönük, kâr amaçlı hastalıklı bir sistem.. Hedef hasta tedavi etmek değil,
SAĞLIĞIN SÜRDÜRÜLMESİ olmalı ve bu olanaklı..
Kapitalizmi dışlayarak öncelikle..

HİÇ AMA  HİÇ UNUTULMASIN                :

Genel Sağlık Sigortası halkın sağlığının değil;
SERMAYENİN KÂRININ SİGORTASIDIR! 

Sevgi ve saygı ile.
28.11.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Prof. Dr. Mahmut ADEM : Cumhuriyetin Öğretmeni


Cumhuriyetin Öğretmeni

portresi

 

 

Prof. Dr. Mahmut ADEM

 

24 Kasım 1928 tarihinde Cumhurbaşkanı Atatürk,
Millet Mektepleri Başöğretmenliğini kabul etmiştir.
1981’de askeri cuntanın Milli Eğitim Bakanlığı 24 Kasımı, “Öğretmenler Günü” olarak benimsemiştir.
Cumhuriyetin ilanı, hiç kuşkusuz en büyük devrimdir.
Büyük Önder, Cumhuriyeti gençlere emanet etmiştir.
Onlara sarsılmaz bir güvenle şöyle demiştir:

  • “Türk genci, devrimlerin ve Cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir.
    Bunların gereğine ve doğruluğuna herkesten çok inanmıştır.”

Bu bağlamda gençleri yetiştirecek olan öğretmenlere büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. Atatürk, öğretmenleri her fırsatta onurlandırmıştır. Düşmanın Ankara’ya çok yaklaştığı 16 Temmuz 1922’de toplanan Maarif Kongresine şöyle seslenmiştir:

  • “Beklediğimiz kurtuluşun saygı değer öncüleri olan yüce Türk öğretmenlerinin bugünkü durumu göz önünde bulunduracağından ve her türlü güçlüğe göğüs gererek bu yolda yılmaksızın yürüyeceğinden kuşkum yoktur. Göreviniz çok önemli ve yaşamsaldır.”

Bugüne dek izlenen eğitim ve öğretim yöntemlerinin, milletimizin gerileme tarihinde
en önemli etken olduğu kanaatindeyim. Onun için bir milli eğitim programından sözederken eski devrin hurafelerinden, toplumsal yapımızla hiçbir ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, Doğu’dan ve Batı’dan gelebilen tüm etkilerden tümüyle uzak,
ulusal özelliklerimizle ve tarihimizle bağdaşabilen bir kültür kastediyorum.

Aynı yıl, bir yasa ile öğretmenlerin resmi protokoldeki yerleri belirlenmiştir.
Atatürk’ün savaş sırasında, savaştan sonraki önceliği eğitime verdiği, eğitimin baş mimarı öğretmenlere çok büyük değer verdiği anlaşılıyor. Başta Mustafa Kemal
olmak üzere

  • Cumhuriyeti kuran devrimci kadrolar, eğitimi, Cumhuriyetin de, demokrasinin de alt yapısı olarak kabul etmişlerdir.

Bu bağlamda Atatürk şöyle diyor:

  • “…En mühim, en esaslı nokta eğitim meselesidir. Eğitimdir ki,
    bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir cemiyet halinde yaşatır
    ya da bir milleti esaret ve sefalete terk eder. “

1924’Te Türk eğitimi konusunda bir rapor hazırlayan Amerikalı eğitimci John Dewey, şöyle diyor:

  • Eğitim, demokrasinin iyi işlemesi için bir ön koşuldur. Eğitim sisteminin antidemokratik eğilimlere sahip siyasal gruplarca denetlendiği bir ülkede
    sağlıklı bir demokrasinin oluşması beklenemez. Eğitim çocuğu, tüm yaşamı boyunca etkileyecek biçimde ideolojik olarak yönlendirmekte ve ona
    değerler yüklemektedir. Bu da daha sonraki yıllardaki siyasal seçmelerini etkilemektedir. Bu nedenle, öğrencinin yetişme döneminde kişiliği oluşurken onu belli siyasal kimliklere hapsetmeyen, dikkatli, demokratik bir eğitim verilmesi, gereken ön koşuldur. Bu koşuların gerçekleşmediği bir toplumda yapılan hiçbir seçimin meşruiyeti iddia edilemez.”
    (1)

Atatürk, Kütahya’da öğretmenlere şöyle diyor:

  • “Bir millet, irfan ordusuna sahip olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla sağlanabilir. İrfan ordusunun kıymeti de siz öğretmenlerin kıymeti ile ölçülecektir.” (24.3.1923)

Öğretmenler Birliği kongresine O, şöyle sesleniyor :

  • “Öğretmenler! Cumhuriyet fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli muhafızlar ister. Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır. Hiçbir zaman hatırlarınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.” (25.8.1924)

Atatürk, bir başka konuşmasında öğretmenlere şu görevi veriyor:

  • “Cumhuriyeti biz kurduk. Onu yaşatacak olan sizlersiniz… Milletleri kurtaracak olanlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden ve eğitimciden mahrum bir millet, henüz millet namını almak yeteneğini kazanmamıştır. Ona alelade bir kitle denir, millet denmez. Bir kitle millet olabilmek için mutlaka eğitimcilere ve öğretmenlere muhtaçtır.
    Onlardır ki, bir sosyal topluluğu gerçek millet haline koyarlar.”

Atatürk’ün milli eğitim bakanları (Vasıf Çınar, Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip,
Saffet Arıkan
– daha sonra bakan olsa da bence Hasan Âli Yücel de bunlar arasında sayılmalıdır) her zaman öğretmenlere büyük değer verip yüceltmişlerdir.
Mustafa Necati, 1926 tarihli “Maarif Teşkilatına Dair” yasa ile öğretmenliğin bir meslek olmasını sağlamıştır. Buna göre “Maarif hizmetinde asıl olan öğretmenliktir.”
Bu saygıdeğer öğretmenler, öğretmen okullarında, Köy Enstitülerinde,
eğitim enstitülerinde, yüksek öğretmen okullarında yetiştiriliyordu.
Türk eğitim tarihine altın harflerle yazılan bu kurumlar da birer birer kapatıldı.

Eğitimci Maaske şöyle diyor:

  • “Okullarda eğitimde gelişmenin temeli, öğretmenin yetiştirilmesine dayanır. Öğretmenler iyi yetiştirilirse, kısa bir süre sonra eğitim-öğretim istenilen düzeye getirilebilir. Dinamik ve demokratik bir toplum, okulları için üstün nitelikte öğretmen yetiştirmeyi hedef alarak bütün umutlarını buraya bağlar.” (2)

Köy Enstitülerinde yetiştirilen öğretmenlere Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel,
şu sözlerle kefil oluyordu:

  • “Köye göndereceğimiz bu Köy Enstitüsü mezunu öğretmen…istisnasız çalışkandır. Tatile bile gitmek istemez. Kendisine verilecek işi bekler ve o işi yapar, ahlaklıdır, yalan söylemez, hırsızlık etmez, civarında bulunan kız arkadaşlarının şeref ve haysiyetini kendi kardeşi olarak muhafaza etmek şuurunda ve iktidarındadır…Biz, istiklal mücadelesinden başlayarak sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri köylere götürecek adam yetiştirmek isteriz. Çünkü ümmet devrinin böyle bir adamı vardır. Bu imamdır.
    Biz imamın yerine köye devrimci düşüncenin adamını göndermek istedik. Köydeki öğretmen, Cumhuriyetin ve devrimin yayıcısı, bekçisi
    ve öğreticisidir.”
      (TBMM; 1942)

Atatürk ve O’nun eğitim bakanlarının, pek çok saygı duyduğu öğretmenleri,
AKP iktidarının ilk Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Ziya Selçuk nasıl aşağılıyor:

“Öğretmenlerin öyle meslek olarak saygınlığı da yok. Öğretmenliği öyle çok önemsemeyiniz…”

Daha ileri gidiyor.

“Atatürk’ün “Öğretmenler; yeni nesil sizin eseriniz olacaktır!”
sözü için “artık bu söz güncelliğini yitirdi.” diyor (3)

Öğretmenliğin saygınlığını yükseltecek olanlar böyle konuşursa!

XI. Milli Eğitim Şûrası (1982), şu kararı almıştır:

  • “Bir toplum, varlığını sürdürebilmek için, bu toplumu oluşturan bireyleri, amaçlarına göre yetiştirmek zorundadır.”

Bireyi, anılan amaçlara uygun olarak yetiştirecek olan, nitelikli, üstün nitelikli öğretmendir. Türk toplumu bireyi amaçlarına göre yetiştirebilmiş olsaydı son 53 yılda demokrasimiz dört kez kesintiye uğrar mıydı? 1996 yılında T.C. Başbakanı, ilk yurtdışı ziyaretini
İran’a mı yapardı? Aynı Başbakanın Mısır ziyaretinde ilk durağı, yoğun şeriat eğitimi verilen El Ezher Medresesi mi olurdu? Ülkemiz, 2013 yılında, Anayasa Mahkemesince “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu” kabul edilen bir siyasal parti tarafından mı yönetilirdi? Bu demokrasi karşıtı olaylara önderlik eden kadrolar nerede yetişti?

  • Çünkü Köy Enstitüleri kapatılıp yerine imam-hatip okulları ve her köşe başında Kur’an kursu açıldı.

Kimdir cumhuriyetin öğretmeni? Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine sahip çıkan, Cumhuriyetin niteliklerini özümseyen, davranışa dönüştüren, bu davranışı öğrencilerine kazandıran öğretmendir.

Öyleyse kimler cumhuriyetin öğretmeni? Kimler yok ki! Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip, Hasan Âli Yücel, İsmail Hakkı Tonguç, Rüştü Uzel, Muammer Aksoy, Bahriye Uçok, Ahmet Taner Kışlalı, Rauf İnan, Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Mehmet Başaran vb.

Kimler Cumhuriyetin öğretmeni olamaz?

– Laik eğitimi dinselleştiren,
– çağdaş okulları “imam-hatipleştiren,
– devlet okullarını harem-selamlık yapan
,
– bir siyasal partinin “simgesi” sıkmabaşı TBMM, dahası okullarda yaygınlaştırarak çocukları siyasal olarak istismar eden,
– bilim yuvası üniversiteleri “medreseleştirenler”,
– yoğun şeriat eğitimi verilen El Ezher medresesine denklik veren YÖK üyeleri, – kara çarşaflı öğretmene ders verdirenler,
Devrim Yasalarının ilki ve laiklik ilkesinin temelini oluşturan Öğretim Birliği yasasını fiilen uygulamayan ve
laiklik karşıtı eylemlerin odağı olanlar..

Cumhuriyetin öğretmeni olabilir mi?

Laik Cumhuriyetin tüm öğretmenlerinin gününü kutluyorum.

Kaynaklar :
1- Aktaran İlhan Tekeli, Eğitim Üzerine Düşünmek, Türkiye Bilimler Akademisi yayınları, Ankara, 2003, s:14.
2- Ord. Prof. Dr. Roben J. Maaske, Oregon Öğretmen Koleji Rektörü, ABD, “ Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme Hakkında Rapor” Ankara, 1955.
3- Star TV, 20 Ağustos 2004, (Aktaran: Prof. Rifat Okçabol),
Öğretmen Dünyası, Sayı:313, Ocak 2006.

========================================

Dostlar,

Cumhuriyet’in öğretmenlerinden, binlerle / binlerce Cumhuriyet öğretmeni yetiştirmiş,
bilge eğitimbilimci, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi emekli öğretim üyelerinden
Sayın Prof. Dr. Mahmut ADEM’e bu yazısı için teşekkür ediyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
24 Kasım 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

20 KASIM DÜNYA ÇOCUK ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ


20 KASIM DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI TOPLUM İÇİN BİLGİLENDİRME DİZİSİ-90

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, tüm dünyadaki çocukların kardeşliğinin gözetileceği ve çocukların refahının artırılması için faaliyetler düzenleneceği 20 Kasım gününü
1954 yılında Dünya Çocuk Günü (Universal Children’s Day) olarak tüm ülkelere önermiştir. Geçmiş yıllarda farklı etkinlikler ve çalışmalar bu gün özelinde sürdürülmüştür. Günümüze yaklaşırken, 20 Kasım 1989 tarihinde, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (Çocuk Hakları Sözleşmesi) kabul edilmiş ve o tarihten bugüne dek ise
20 Kasım aynı zamanda çocukların haklarının farkındalığına vurgu yapılan da bir gün olmuştur. Bu kapsamda; çocukların yaşama, gelişme, katılım gibi en iyi koşullarda
var olmalarının önündeki bütün engellerin kaldırılması amaçlanmaktadır.(1)

Çocuk Hakları Sözleşmesi tarihte en geniş kabul gören insan hakları belgesi olarak
kabul edilmektedir. Sözleşmeyi Türkiye 1990 yılında imzalamıştır.(2) Bu belgede,
nerede doğduklarına, kim olduklarına; Cinsiyetlerine, dinlerine ya da sosyal kökenlerine bakılmaksızın bütün çocukların hakları tanımlanmaktadır. Ayrım gözetmeme,
çocuğun yararının gözetilmesi, yaşama ve gelişme, sözleşmeye yön veren temel değerleri oluşturmaktadır.(3) Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocuğa uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu dışında, 18 yaşına dek her insanı çocuk olarak tanımlamaktadır.(4) Sözleşmede ele alınan başlıca konular aşağıda sıralanmıştır:(2)

 Anne ve babanın rolü ve sorumluluğu; bunun ihmal edildiği durumlarda ise
    devletin rolü ve sorumluluğu
 Bir isme ve vatandaşlığa sahip olma ve bunu koruma hakkı
 Yaşama ve gelişme hakkı
 Sağlık hizmetlerine erişim hakkı
 Eğitime erişim hakkı
 İnsana yakışır bir yaşam standardına erişim hakkı
 Eğlence, dinlenme ve kültürel etkinlikler için zamana sahip olma hakkı
 İstismar ve ihmalden korunma hakkı
 Uyuşturucu bağımlılığından korunma hakkı
 Ekonomik sömürüden korunma hakkı
 İfade özgürlüğü hakkı
 Düşünce özgürlüğü hakkı
 Dernek kurma özgürlükleri hakkı
 Çocukların kendileriyle ilgili konularda görüşlerini dile getirme hakkı
 Özel gereksinimleri olan çocukların hakları
 Yeti yitimi olan çocukların hakları

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) verilerine göre, dünyada her yıl milyonlarca çocuk şiddet mağduru olmaktadır. Ülkesi, kültürü ve sosyal seviyesi ne olursa olsun, çocuklar, istismar, ihmal, suistimal ve şiddetin birçok çeşidiyle karşı karşıya kalmaktadır. İstismar, evde, okulda, kurumlarda, toplum içinde, silahlı çatışmalarda ve doğal afetlerde gerçekleşebilmektedir. Birçok ülkede, dayak ve cinsel istismar gibi çocuğa karşı kimi şiddet tipleri, halen yasal ve toplum tarafından onaylanan bir durumdur.

Şiddet gören çocuklar, istismar, insan ticareti, fiziksel ve aşağılayıcı cezalar,
zararlı geleneksel uygulamalar (erken evlilik, sünnet gibi), silahlı kuvvetler ve/veya gruplara alınma gibi çeşitli şiddet tipleriyle karşılaşmaktadır. Şiddet ve istismarla büyümek, çocuğun gelişimini, değerini, fiziksel ve psikolojik bütünlüğünü etkiler.(5)

Dünya Çocuk Günü’nün 2015 yılında ‘teması “Çocuklara Yönelik Şiddeti Durdurun” olarak belirlenmiştir.(5) Çocuk Hakları Sözleşmesi ve bu konuyla ilgili yapılmakta olan tüm çabalara karşınn, çocuklar hala toplumun incinebilir ve savunmasız bireyleridir. Verili durum göz önünde bulundurularak, çocuklara karşı her türlü şiddetin önlenmesi için gerekli adımlar atılmalı, ülkeler sözleşme ilkelerini kendi hukuk yapılarına da uyarlamalı ve hayatın her alanında çocuk haklarını savunmak için gerekli özeni göstermelidir

Bu doküman Dr. Zehra Gökkaya, Dr. Pınar Güner ve Dr. Dilek Aslan tarafından 16.11.2015 tarihinde hazırlanmıştır. Bu bilgilendirme notunun aşağıda belirtilen şekilde kaynak gösterilmek şartıyla yazılı, elektronik, vb ortamlarda kullanılması önerilmektedir: Gökkaya Z, Güner P, Aslan D. 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü.
HÜTF Halk Sağlığı AD Toplum İçin Bilgilendirme Serisi-90 [Internet] http://www.halksagligi.hacettepe.edu.tr/ Erişim:16.11.2015.

1 Universal Children’s Day 20 November. http://www.un.org/en/events/childrenday/ Erişim:11.11.2015.
2 Çocuk Hakları ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşme. http://cocuk.basbakanlik.gov.tr/cocuk.html/Erişim:11.11.2015.
3 Çocuk Haklarına Dair Sözleşme:Özet. http://www.unicef.org/turkey/crc/_cr23a.html)/ Erişim:11.11.2015.
4 Çocuk Haklarına Dair Sözleşme. http://www.unicef.org/turkey/pdf/_cr23.pdf/ Erişim:11.11.2015.
5 http://www.savethechildren.org/site/c.8rKLIXMGIpI4E/b.7869959/k.5C54/ Universal_Childrens_Day.htm. Erişim:14.11.2015.

===================================

Dostlar,

BM Çocuk Hakları Sözleşmnesi gerçekten heyecan veren bir metin ve çalışma.
BM’de üzerinde uzlaşmaya varılmış olması ayrı bir sevinç kaynağı.

BEBİŞNe var ki, yüzmilyonlarca çocuk bu temel hakların çok uzağında. Örneğin BM-ILO (Uluslararsı Çalışma Örgütü) verilerine göre 300 milyonu aşkın çocuk yasalara aykırı biçimde ILO tanımlamasıyla “en kötü biçimde” çalıştırılmktadır. Türkiye’de 1 milyona yakın çocuk işçi vardır (TÜİK).

 

Suriye’yi Batı emperyalizminin iç savaşa – bölünmeye sürüklemesi ve Türkiye’nin de
ne yazık ki bu utanç verici politikalara AKP – RTE iktidarı üzerinden alet olması sonucunda yaşamları kararan birkaç yüzbin çocuk halen Türkiye’de.. Yenileri doğuyor
ve büyüyor.. Sorunları ile birlikte.. Suriye’li Aylan bebeğin kıyıya vuran narin ölü bedeni bile insanlığınn kararan vicdanını aklamaya yetmedi..

AYLAN_KURDI_3.9.2015

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dünyaya bize atalarımızdan miras kalmadı..
Onu, bir emanet olarak çocuklarımıza daha da geliştirmiş biçimde bırakmak zorundayız.

Nüfus planlaması kaçınılmaz : HER AİLEYE 1 ÇOCUK; başka çare yok!

Dünya çocuklarına karşı çoook mahçubuz..
Hemen, acilen onlar için yapmamaı gereken ve yapabileceğimiz öyle çok şey var ki!

Cocuk_Haklari_Sozlesmesi_20._yil

Sevgi ve saygı ile.
20 Kasım 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

86 YAŞINDAKİ PROF. COŞKUN ÖZDEMİR’e SABAH 04:30’da POLİS BASKINI

86 YAŞINDAKİ
PROF. COŞKUN ÖZDEMİR’e
SABAH 04:30’da POLİS BASKINI


Türkiye Kas Hastalıkları Derneği Başkanı Profesör Doktor Coşkun Özdemir’in (86) kaldığı öğretmen evine sabah 04.30’da “asker kaçağı” olduğu gerekçesiyle polis tarafından baskın yapıldı!

Değerli medya mensupları, sivil toplum örgütleri, hasta ve gönül dostlarımız,

Bir belgesel film gösterimi için Engelliler Derneği’nin davetiyle Artvin’e giden yönetim kurulu başkanımız Profesör Doktor Coşkun Özdemir’in (86) kaldığı öğretmen evine, sabah 04.30 sularında “asker kaçağı” olduğu gerekçesiyle polis tarafından yapılan baskın ve tacizi kınamak amacıyla 11 Kasım 2015 Çarşamba günü saat 12.00’de derneğimizin Yeşilköy’deki merkezinde bir basın açıklaması yapılacaktır.

Medya mensuplarını, engelli ve engelsiz sivil toplum örgütlerini, dernek dostlarını ve üyelerimizi basın açıklamasına katılmaya davet ediyoruz.

Türkiye Kas Hastalıkları Derneği

YER: İstasyon Caddesi. No:12 Yeşilköy, Tel: 0212 685 8686
Tarih: 11 Kasım 2015, Saat: 12.00

http://haber.sol.org.tr/turkiye/86-yasindaki-profesore-asker-kacagi-baskini-135498

86 yaşındaki profesöre ‘asker kaçağı’ baskını !

Kas Hastalıkları Derneği Başkanı Profesör Doktor Coşkun Özdemir‘in (86) kaldığı öğretmen evine, sabah 4.30 sularında “asker kaçağı” olduğu gerekçesiyle polis tarafından baskın yapıldı.

86 yaşındaki Prof. Dr. Çoşkun Özdemir, ‘Düşümdeki Uçurtma’ belgesel filminin gösterimi için Engelliler Derneği tarafından filmin yönetmeni Gülsün Sarıoğlu ile birlikte Artvin’e
davet edilmişti. Evrensel’den Cansu Pişkin’in haberine göre, konakladıkları öğretmen evinde
bu sabah 04.30 sıralarında iki polisin kapısını çaldığını aktaran Özdemir,

  • Asker ve yoklama kaçağı olduğum için aramam olduğunu söylediler.
    Tutanağı imzalatıp askerlik şubesine başvurmamı söyleyerek gittiler.” dedi.

Askerliğini 1953-54’te Çatalca 33. Tümen 16. Piyade Alayı’nda sıhhiye bölüğünde
18 ay yaptığını ifade eden Özdemir, yaşananları ‘rezalet’ olarak değerlendirdi.

==================================

Dostlar,

İnsan ne söyleyeceğini şaşırıyor..
Türk polisi bu denli üzücü bir duruma nasıl düşürülebilir??
Olay hızla araştırılmalı ve İçişleri Bakanlığı kamuoyuna doyurucu bir açıklama yapmalıdır.
Bu tür traji-komik “polisiye” (!) olaylara kesinlikle son verilmelidir.
Güvenlik güçleri Suruç kırımın Ankara kıyımını vb. felaketleri haber almalı ve ulusumuzun
can ve mal güvenliğinin korumalıdır. Asıl görevi budur..

Displaying image0011.jpgDisplaying image0011.jpgportresiAKP hükümeti, uluslararası üne sahip saygın bilim insanı ve hekim Prof. Dr. Coşkun Özdemir‘den kamuoyu önünde özür dilemelidir. Olay gerçekten çok masum mudur?
86 yaşındaki bir insan, konuk olduğu Artvin’de sabah 04:30’da
neden rahatsız edilir?
Kalp krizi geçirsin ve yaşamdan kopsun diye mi ??

Dayan Coşkun hocam, dayan..
KASDER‘e hizmete devam..
Her şeye inat yaşama ve üretmeye devam..

Sevgi ve saygı ile.
14 Kasım 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com