Kategori arşivi: Hekim Saltık

Dönerdeki ‘fosfat’ tartışması ve katkımız

Brüksel’de toplanan Avrupa Parlamentosu (AP) Gıda Komitesi, hazır döner ve başka dondurulmuş ürünlerde gıda katkı maddesi olarak kullanılan fosfatın yasaklanmasına ilişkin teklifi görüştü. Bazı AP üyeleri, fosfatın kalp sağlığına zararlı olduğu gerekçesiyle döner ve kebaplarda kullanımının yasaklanmasını istedi. Yapılan oylamada düzenleme 22’ye karşı 32 oyla kabul edildi, ancak teklifin yasalaşabilmesi için AP Genel Kurulu’nda da oylanması gerekiyor. Oylama, Strazburg’da 11-14 Aralık tarihlerinde yapılacak.

Gazete Habertürk’ten Esra Nehir’in haberine göre Avrupa’da dondurulmuş hazır dönerde kullanılan katkı maddesi fosfatın yasaklanması girişiminin ardından, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yetkilileri, ‘fosfatın belli oranda kullanılmasının risk oluşturmadığını’ ifade etti. “Katkı maddelerine yönelik bilimsel çalışmalarda insan sağlığına risk tespit edilmesi durumunda, gerekli mevzuat değişikliği yapılmakta ve önlem alınmaktadır” denildi.AB’nin yasaklaması halinde, Türkiye’de de mevzuatın değiştirileceğini belirten yetkililer, “Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Birliği Komisyonu’nun ilgili çalışmaları bakanlığımızca takip edilmekte. Gelişmelere göre gerekli adımlar atılacak” diye konuştu.

Birkaç hafta önce HT Pazar’ın “D kuşağı: Pazarlamasına milyarlarca dolar harcanan fast food’a kafa tutan döner, yeni küresel fenomen” diyerek kapağa taşıdığı döner sektörü, bir süredir özellikle Avrupa’da tartışmaların odağında. 40 ülkenin katılımıyla Rusya’da 8’incisi yapılacak Dünya Döner Zirvesi’nin organizatörü İrfan Söyler, dönerin dünyada tükettiği etin McDonald’s ve Burger King’in 2 katına ulaştığını söylüyor. Tartışmaların nedenlerinden biri sağlıksa, diğeri dönerin pazardaki bu hızlı yükselişi olabilir. Bugün Almanya’da 25 bin dönerci, 400 döner tesisi var ve her gün 20 milyon porsiyon (122 bin ton) döner tüketiliyor. Fransa’da yılda 300 milyon döner sandviç yenirken, 10 bin noktada döner satılıyor. Türkiye’deki tüketim yıllık 292 bin ton.

‘İHTİYATLI YAKLAŞMALI’

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalından Prof. Dr. Ahmet Saltık’a göreyse fosfatın iddia edildiği gibi kalp-damar hastalıklarına bağlı ölümleri artırdığını net bir şekilde söylemek zor. AB ve ABD’deki araştırmalarda iki yönde bulgular olduğuna dikkat çeken Saltık,

  • “Ticari kaygılarla endüstrinin de yaptırdığı araştırmalar var. Bekleyen et kuruyor,
    suyu çekiliyor, rengi, görünümü bozuluyor, satışı olanaksız hale geliyor.”
    dedi.
  • “Fosfat düzeyini artırdığınızda dokularda tutulan su oranı artıyor, et fiyatına su satıyorsunuz. Ahlaki açıdan bu boyutu sorunlu. Olumsuz bulguların olduğu yerde ihtiyatta fayda var.
    50 bin kadar gıda üretim birimine sahip Türkiye’ye yakışan, katkı maddelerine ilişkin Tebliğini ihtiyatlılık ilkesini elden bırakmadan, sanayinin kaygıları da göz önünde bulundurularak yeniden değerlendirmeli.”

‘KOLADA DAHA ÇOK’

Gıda mühendisleri, fosfatın katkı maddesi olarak konserveden pastaya, dondurulmuş et ürününden kolaya kadar pek çok gıdada kullanıldığını belirtiyor. Örneğin kolada çok daha yüksek oranda fosfat bulunduğunu kaydeden gıda mühendisleri, AB’de başlayan tartışmanın önyargı içerdiğini savunuyor.

‘FİREYİ ENGELLEMEK İÇİN SOYA KULLANAN DA VAR’

Dönerciler, dönerde katkı maddesi bulunmaması gerektiğini belirtti. Döner ustası İdris Aksoy, “Döneri yoğurt, süt, zeytinyağı, tuz ve karabiber ile terbiye ederek yapıyoruz, bir de kuyruk yağı ekliyoruz. Dönere türlü türlü katkı maddesi koyanlara da şahit oldum. Bir ara, etin fire vermesini azaltmak için Çin’den soya tozu getirip ekliyorlardı. Döneri ocağa koyduğumuz zaman et yüzde 50’ye kadar fire verebiliyor, eriyor, çekiliyor. Bunu engellemek için soya kullananlar olabiliyor” dedi.

Dönerin yükselişi, 5 Kasım Pazar günü HT Pazar’a kapak olmuştu. Yazıda Le Monde muhabiri Jerome Porier durumu çarpıcı biçimde ifade ediyordu: “Annebabamın kuşağı Coca-Cola ve rock’n’roll’u keşfetti. Benim kuşağım tekno ve McDonald’s ile büyüdü. Bizimkilerse RnB ve döner çocukları.”

TÜRK DÖNERCİLER AB’YE TEPKİLİ

Avrupa’da döner üretiminde kullanılan katkı maddesi fosfatın yasaklanması talebine, Türk dönerciler tepki gösterdi. Almanya’nın başkenti Berlin’de döner üreten bir şirketin sahibi olan Remzi Kaplan, dondurulmuş dönerde katkı maddesi olarak kullanılan fosfatın yasaklanması girişimine ilişkin, “Bu, dönere yönelik bir kasıttır. Fosfat olmadan da döner yaparız. Biz baharatların kendi içindeki fosfatın dışında fosfat kullanmıyoruz” dedi. Avrupa’da, dönerdeki fosfat meselesinin her 6 ayda bir gündeme getirildiğini belirten Kaplan, “Sadece gündem yaratıyorlar” diye konuştu. Berlin’de faaliyet gösteren başka bir döner firmasının sahibi olan Hasan Babur da konunun 2 yıldır konuşulduğuna dikkat çekerek, döner sektöründe fosfatın az miktarlarda kullanıldığını söyledi. Babur, ürettikleri ürünlerin sürekli laboratuvarlardan geçtiğini, şimdiye kadar bir sorun yaşamadıklarını kaydetti.

AVRUPA’DA 110 BİN KİŞİ DÖNERDEN EKMEK YİYOR

Avrupa Parlamentosu üyesi Renate Sommer, Avrupa’da döner sektöründe 110 bin kişinin çalıştığını ve sektörün yıllık cirosunun 10.5 milyar Euro’ya ulaştığını ifade etti. Sommer, Twitter hesabından EFSA’ya tepki gösterdiği paylaşımında, “EFSA günde 4200 gram fosfatı sağlıklı olarak değerlendiriyor. Bir porsiyon dönerde sadece 134 miligram fosfat bulunuyor. Döner yiyenlerin 1 yılda aldığı fosfatı 1.5 litre koladan alabiliyorsunuz. Fosfatın yasaklanması döner sektörünü durdurur” ifadesini kullandı.

‘DÖNER ALMANYA’DA FAST FOOD’U BİTİRDİ’

Almanya’da, dönerdeki fosfat tartışmasının Sosyal Demokrat Parti ile Hıristiyan Demokratları bile karşı karşıya getirdiğini söyleyen ve Berlin’de döner restoranları bulunan Doğan Aydın, “Bu tartışmanın asıl hedefi döner satışını düşürmek olabilir. Gerçek şu ki döner Almanya’daki bütün fast food ve diğer mutfakları bitirdi. Büyük ve önemli bir fark attı. Ayrıca fosfat sadece Türk mutfağı ürünü olan dönerde yok ki! Almanya’daki Çin ve Hint mutfağındaki etlerde de var ama o mutfaklarla ilgili bir tartışma yok. Fosfatı pasta yapımında kullanan yerler var. Dönerin bu kadar öne sürülmesi yanlış. Fosfat kullanımına ilişkin düzenleme de olabilir, bunu anlarız. Ancak tartışma dönerin diğer mutfaklara açık ara fark atmasından kaynaklanıyor” bilgisini verdi.

SPİEGEL: AB FOSFATI YASAKLAMAK İSTİYOR

Almanya’da yayımlanan Der Spiegel Dergisi ise Almanya’da birçok üründe bulunan fosfatın dondurulmuş ürünlerde kullanılmasının zararlı olması nedeniyle yasaklanmak istendiğini iddia etti. Haberde, Avrupa Birliği Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA), sadece dönerde değil birçok et çeşidinde, ‘bratwurst’ gibi sosis ürünlerinde, kurabiyelerde, kolada ve balık konservelerinde de kullanılan fosfatın sağlığa zararlı olabileceği uyarısı yaptığına değinildi.

Gazete Habertürk Haber Merkezi’nin haberine göre EFSA’nın fosfat uyarısı, bu maddenin çiğ et ve dondurulmuş ürünlerde kullanılmasının kalp, böbrek ve dolaşım sistemine zararlı olabileceğine yönelik araştırmalara dayandırılıyor. Spiegel’e göre, döner yasadan etkilenecek gıdalardan sadece biri. EFSA fosfatla ilgili araştırmalara devam ediyor. Sonuçlar ve EFSA’nın kararı 2018 sonunda açıklanacak.
==================================
Dostlar,

Önceki gün, 01.12.17’de HABERTÜRK Gazetesinden Esra Nehir bizi arayarak etlerde fosfat kullanımı ile ilgili bilgi almak istedi. 15-20 dakika dolayında görüştük, Halk Sağlığı – Gıda Güvenliği bağlamında gerek gördüğümüz bilgileri aktardık ve sorularını yanıtladık. Dün, 02.12 17 günü çalıştığı gazetede yayınlanmış hazırladığı haber. Bizim aktardıklarımızdan haberde alıntılanan kısacık bölüm yukarıda sunuldu.

Gıda katkı maddeleri yaşamın vazgeçilmezleri oldu neredeyse. Sayıları birkaç bini buluyor. Başlıca amaçlar gıdaların raf ömrünü uzatmak, bozunmasını – acımasını (oksitlenmesini) geciktirmek, kurumasını uzatmak – engellemek, mikroorganizma bulaşını ve üremesini önlemek, renk ve aroma -lezzet sağlamak ve kimi besin elementleri bakımından varsıllaştırmak (zenginleştirmek). Sonkine 2 örnek olmak üzere sofra tuzlarına İyot (potasyum iyodat), ekmeklik unlara demir katmak…. verilebilir. Ülkemizde iyot eksikliğine bağlı tiroid yetmezliği ve demir eksikliğine bağlı anemi (kansızlık) çok yaygın olduğundan, bu tür besin zenginleştirmeleri bu yaygın halk sağlığı sorunları ile savaşımda çok önemli ve değerli.

Ancak bu kimysalların tür ve miktarlarının mutlaka kapsamlı ve tutarlı bilimsel araştırma verilerine dayandırılması gerek. Bu amaçla AB’nin EFSA kısaltılmış adı ile (European Food Safety Authority) Avrupa Gıda Güvenliği Yetkesi (Otoritesi) önemli bir kurumsal yapılanma örneği ve Türkiye

Hekimlik Andı güncellendi

Hekimlik Andı güncellendi

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

DTB Konsey Başkanlığı’nca Hekimlik Andı’nı güncellemek için oluşturulan çalışma grubuna, Almanya, İsveç, ABD, Hindistan ve İsrail tabip birlikleriyle birlikte seçilen Türk Tabipleri Birliği, internetten yapılan taramalarda Hipokrat Yemini yerine bu metnin bulunma ve kullanılma olasılığının artıracağı gerekçesiyle DTB Cenevre Bildirgesi’ne bir alt başlık olarak “Hekimlik Andı” isminin eklenmesini önerdi; öneri kabul gördü.

Ayrıca, Alman Tabipler Birliği ile birlikte, bir hasta hakkı olarak uzun süredir tanımlanmış bulunan tıbbi uygulamalar hakkında aydınlatılma ve onam verme ya da reddetme hakkının meslek ahlakı yükümlülükleri arasına da eklenmesi önerildi ve bu öneri de metne eklendi.

Hekimin hastaları arasında kişisel özelliklere göre ayrım yapmayacağını belirten

  • “Görevimle hastam arasına; yaş, hastalık ya da engellilik, inanç, etnik köken, cinsiyet, milliyet, politik düşünce, ırk, cinsel yönelim, toplumsal konum ya da başka herhangi bir özelliğin girmesine izin vermeyeceğime,” ifadesinin sadeleştirilmesi, kişisel özeliklerin tek tek sayılmasına gerek olmadığı şeklindeki öneri TTB’nin itirazı ile reddedildi ve ifade olduğu biçimiyle korundu.

TTB’nin, “Mesleğimi vicdanımla ve onurumla uygulayacağıma” ifadesindeki ‘vicdan’ sözcüğünün hekimin kişisel değerlerini mesleki kararlarında kullanabileceği anlamına gelebildiği, bunun ayrımcılığa kapı arayabileceği, dolayısıyla çıkarılması gerektiği biçimindeki önerisi tartışıldı. ‘Vicdan’ kavramını cümleden çıkarmak yerine, kişisel değerlerin kullanılmaması gerektiğini vurgulamak üzere, ifadenin “Mesleğimi vicdanımla, onurumla ve iyi hekimlik ilkelerini gözeterek uygulayacağıma” biçiminde değiştirilmesi üzerinde uzlaşıldı.

Ayrıca;

– Sağlığın tüm belirleyenlerinin dikkate alınması gerekliliğini anımsatmak üzere, “Hastamın sağlığına her zaman öncelik vereceğime” ifadesi “Hastamın sağlığına ve esenliğine her zaman öncelik vereceğime” biçiminde,

– Her hekimin öğretmenlerine olduğu gibi öğrencilerine karşı da sorumlulukları olduğunu vurgulamak üzere, “Mesleğimi bana öğretenlere, hak ettikleri saygıyı ve minnettarlığı göstereceğime,” ifadesi yerine “Mesleğimi bana öğretenlere, meslektaşlarıma ve öğrencilerime hak ettikleri saygıyı ve minnettarlığı göstereceğime” ifadesinin kullanılmasına karar verildi.

– Hekimin mesleğini en iyi düzeyde yapabilmesi için kendi sağlığını koruma ve mesleki yetkinliğini sürdürme yükümlülüğünü vurgulamak üzere “Hizmeti en yüksek düzeyde sunabilmek için kendi sağlığımı, esenliğimi ve mesleki yetkinliğimi korumaya dikkat edeceğime” cümlesi metne eklendi.

– Metne eklenen bir diğer cümle, “Tıbbi bilgimi hastaların yararı ve sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi için paylaşacağıma” cümlesi oldu.

Hazırlanan taslak çeşitli uzmanların görüşüyle yeniden değerlendirildi. Sonrasında herkesin önerilerini iletebilmesi için Genel Kurul’a kadar DTB sayfasından paylaşıldı. Gelen öneriler doğrultusunda son hali verilerek Ekim 2017’de Chicago’da düzenlenen Genel Kurul toplantısında kabul edildi.

Türk Tabipleri Birliği bu önemli metnin profesyonel çevirisini yaptırdıktan sonra, çeviriyi tıp etiği uzmanlarının ve ayrıca TTB Etik Kurulu‘nun değerlendirmesine sundu; metnin Türkçesi böylelikle son halini aldı.

Türk Tabipleri Birliği, günümüz mesleki değerleriyle uyuşmayan, keyfi değiştirilebilen ve internette çok çeşitli versiyonları bulunan ‘Hipokrat Yemini‘ yerine, tüm fakültelerde tıp eğitimi sürecinde ve mezuniyet törenlerinde DTB Cenevre Bildirgesi / Hekimlik Andı’nın kullanılmasını sağlamak üzere ülkedeki tüm tıp fakültesi dekanlıklarına, tıp etiği anabilim dallarına, tıp eğitimi anabilim dallarına, uzmanlık derneklerine Hekimlik Andı’nın birer kopyasını yollamakta, bu konuda tüm meslektaşlarımızın desteğini beklemektedir.

http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=b6b3bd8a-c9e0-11e7-8a71-159198489f44
==================================
Dostlar,

Bu değişiklikleri olumlu buluyoruz.
Kadim Hipokrat‘tan bu yana geçen 2500 yılda (Doğumu İÖ 460) yaşamın çok değiştiği tartışma dışı. Dolayısıyla bunca zamandır, klasikleşen Hekimlik Andı’na verdiği değeri ölçülemez katkı nedeniyle kendisini saygı ile anıyoruz. Yemin içeriğinin güncellenmesinde katılımcı, demokratik bir yöntem izlenmiş olması ayrıca sevindiricidir.

Yaklaşık çeyrek yüzyıl önce, yönetiminde olduğumuz Edirne-Kırklareli Tabip Odasınca bir Deontoloji – Etik toplantısı düzenlemiştik. Dönemin Tıp Fakültesi Dekanı’nın yönetiminde birkaç saat süren bilimsel tartışmaların ardından Dekan, “.. her şey hekimin vicdanına kalıyor..” diyerek bir özetleme yapmıştı ve biz şiddetle karşı çıkarak yeryüzünde insan sayısı ölçüsünde vicdan türü olduğunu, tartışmanın sonucunun böyle özetlenemeyeceğini vurgulamıştık. Nesnel ve giderek evrensel kabul gören “genel ilkelere” gereksinim olduğunu belirtmiştik. O yıllarda “Etik” kavramı, günümüzdeki ölçüde güncel ve yaygın değildi. Tıbbi Deontoloji Tüzüğü başlıca metindi ulusal ölçekte.

İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi’nin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” adıyla ve 5013 yasa numarası ve 03.12.2003 tarihinde kabul edilen Oviedo Sözleşmesi, güncel Biyoetik kurallarını dünya genelinde belirlemiş ülkemizde de Anayasa md. 90/son uyarınca iç hukukumuza bir yasa olarak katılmıştır. Sıra, bu Sözleşmenin uygulanabilirliğini sağlamaya dönük nesnel koşulların yaratılmasına gelmiştir.

  • Ne var ki, SAĞLIKTA ÖZELLEŞTİRME en temel tıp etiği engelidir.

Sevgi ve saygı ile. 27 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Sağlık çalışanına şiddet artık iş kazası sayılacak

Sağlık çalışanına şiddet artık iş kazası sayılacak

Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB), sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının iş kazası olarak bildirilmesi gerektiğine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na yaptığı başvuru olumlu sonuçlandı. Bakanlık, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin iş kazası olarak kaydedilmesi gerektiğini bildirdi.
 
TTB Merkez Konseyi, 9 Ekim’de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na gönderdiği yazıda, sağlık kurumlarındaki çalışanlara yönelik ruhen ya da bedenen etki yaratan şiddet olaylarının iş kazası olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı.
 
TTB’nin yazısı üzerine inceleme başlatan Bakanlık, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun ilgili maddelere göre, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin iş kazası olarak değerlendirilmesi gerektiğini bildirdi. Başvuruya ilişkin SGK’nin görüşünün de alındığı belirtilen yazıda, “Sağlık hizmet sunucularında çalışanların bir iş kazasına maruz kalmaları durumunda, bu kazaların işveren niteliği olan sağlık hizmeti sunucuları tarafından ‘Beyaz Kod’ sistemiyle kendi bünyelerinde kayda alınsa bile, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu uyarınca Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’na iş kazası bildiriminin yapılması gerektiği değerlendirilmiştir” denildi.
 
Önemli bir kazanım
TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Raşit Tükel,
* “Çalışma yaşamında sıklıkla karşılaştığımız yaralanma ve ölümler gibi esasen sağlıkta artan şiddetin bir kaza olmadığını, uygulanan politikaların sonuçları olduğunu biliyoruz” dedi. Tükel, işyerinde veya işin yürütümü sebebiyle meydana gelen şiddetin, teknik bir kavram olan ‘iş kazası’ şeklinde kaydedilmesinin ve gerekli bildirimlerin buna uygun olarak yapılmasının, çalışanların haklarının geliştirilmesi ve Türkiye’deki iş kazası gerçeğinin daha net görülmesi bakımından önemli olduğunu vurguladı. Çalışma Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’na da başvuru yaptıklarını anımsatan Tükel, “Sağlık Bakanlığı’na yaptığımız başvurunun Çalışma Bakanlığı’nın değerlendirmeleri de gözetilerek yeniden ele alınması ve bütün birimlerin bu yönde bilgilendirilmesinin sağlanması için TTB tarafından yeni bir talep yazısı da gönderildi” dedi.
====================================
Dostlar,

TTB’nin girişimi yerinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yanıtı da olumludur. Ancak uygulamayı görmek gerekmektedir. Asıl olan “..sağlıkta artan şiddetin bir kaza olmadığını, uygulanan politikaların sonuçları olduğunu..akıldan çıkarmamaktır. Ne var ki bu bağlamda iyimser olmak son derece güçtür. Çünkü Sağlık bakanlığı ve AKP iktidarı, kökü dışarıda Sağlıkta Dönüşüm politikalarını topluma dayatmayı sürdürmektedir. Üstelik Ekim 2017 başında DB-IMF kurgusu Sağlıkta Dönüşümün 2. aşaması olan ŞEHİR HASTANELERİNE geçerek! Bu hastanelerde hizmet standardı yükseldi gerekçesiyle yurttaşlardan giderek daha çok katkı payı alınacağı, prim = ek vergi karşılığı hizmetlerin nitelik ve kapsamının daraltılacağı kesindir. Türkiye ve Dünya uygulamaları bu yargımız için kanıttır. Zorunlu Genel Sağlık Sigortası 01.10.2008’de başlatıldığında prim karşılığı sağlık hizmetleri bunca kısıtlanmamıştı, katkı payları da günümüzdeki gibi 10 kalemi ve önemli tutarları bulmamıştı. Örn. özel hastanelerde SGK geriödemesine ek %20 ödeyerek hizmet alınabilecekti. Bu oran günümüzde resmen  tam 10 katına erişmiş ve %200 olmuştur. İnformal / illegal – kayıtdışı ek ödemeleri herkes biliyor. 

Dolayısıyla sağlık hizmetlerine erişimde giderek daha da zorlanacak yurttaş, sorumlu olarak karşısında sağlık alışanlarını görecek ve öfke boşalmasının öznesi sağlıkçılar ne yazık ki olacaktır. Kalıcı çözüm;
* Sağlık hizmetlerinin kamu sorumluluğunda,
* ağırlıklı ve öncelikli olarak KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİ olmak üzere
* herkese temel bir insanlık hakkı olarak sunulması,
* prim = ek vergi adaletsizliğinin kaldırılması,
* SAĞLIĞIN YURTTAŞA HAK – DEVLETE ÖDEV olduğu ilkesinin benimsenmesidir..
Sevgi ve saygı ile. 26 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Açlık grevindeki eğitimcilerin sağlık durumuna ilişkin açıklama

Açlık grevindeki eğitimcilerin sağlık durumuna ilişkin açıklama
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın işlerine geri dönme talepleriyle başlattıkları açlık grevinin 258. gününde Ankara Tabip Odası eğitimcilerin sağlık durumlarına ilişkin açıklama yaptı.

Ankara Tabip Odası’nda 23 Kasım Perşembe günü düzenlenen açıklamaya ATO Başkanı Dr. Vedat Bulut, Yönetim Kurulu üyesi Dr. Onur Naci Karahancı ve ATO İnsan Hakları Komisyonu üyesi Dr. Nihat Bulut katıldı.

Açıklamayı okuyan Dr. Vedat Bulut hastane mahkum koğuşunda bulunan Nuriye Gülmen’in en son 5 Ekim tarihinde Ankara Tabip Odası hekimleri tarafından muayene edildiğini belirtti. Nuriye Gülmen’in hastanede mahkum koğuşunda bulunması sebebiyle enfeksiyon riski altında olduğuna dikkat çeken Dr. Bulut, “Tuvalet ihtiyacını gidermede, banyo yapmada, uyku düzeninde sorunlar yaşamaktadır. Temiz kıyafet edinme ve sağlık yardımı almada olumsuz kısıtlamalar içindedir. Açlık grevindeki bir kişinin aldığı su, şeker, bitki çayı, B1 Vitamini, tuz miktarına ve bunların hazırlanmasına başka bir kişinin yardım etmesi gerekmektedir. Bu koşullar içinde bu mümkün olmamaktadır.” dedi.

Geçtiğimiz ay tahliye edilen Semih Özakça’nın, eşi Esra Özakça ile birlikte açlık grevine devam ettiğini söyleyen Dr. Vedat Bulut “Ankara Tabip Odası İnsan Hakları Komisyonu hekimlerince günlük olarak sağlık takipleri yapılmakta olan Semih Özakça’nın koşulları Nuriye Gülmen’e kıyasla daha iyidir. Aile bireyleri tarafından destek alabilmekte ve daha hijyenik bir ortamda bu eylemlerini sürdürmektedir. Esra Özakça, açlık grevinin başında 56 kilo iken bugün 48 kiloya gerilemiştir” diye konuştu.

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın ciddi kilo kaybı, kas–iskelet sistemlerinde ve sinir sistemi reflekslerinde zayıflama olduğunu vurgulayan Dr. Vedat Bulut “ Sağlık durumlarında her an çok dramatik bir değişiklikle tedavisi olanaksız sekel veya ölüm meydana gelmesi riski mevcuttur.” sözlerini kaydetti. (23/11/2017)

Basın açıklamasının tamamını okumak için tıklayınız.

*****
Ankara Tabip Odası Basın Açıklaması

On altı aydır süren ve 2019 yılı Başkanlık seçimlerine kadar da süreceği anlaşılan OHAL koşullarında KHK’lerle TBMM devre dışı bırakılarak terörle ilgili ve ilgisiz pek çok KHK ile evrensel hukuk normları ihlal edilmektedir. OHAL koşullarında kamu görevinden çıkarılan 130 bini aşkın kamu görevlisinin bir çoğu OHAL komisyonuna başvurarak, bir kısmı süreci izleyerek ve adli yargıdan karar bekleyerek umut içindedir. KHK’larla işlerinden olan Nuriye GÜLMEN ve Semih ÖZAKÇA açlık grevine karar vererek bir hak arayışı içinde olmuşlardır.

Nuriye Gülmen hastane mahkum koğuşunda açlık grevine 258. gününde devam etmektedir. Nuriye GÜLMEN’in Ankara Tabip Odası hekimlerince muayenesi 5 Ekim tarihinde gerçekleşmiştir. Tuvalet ihtiyacını gidermede, banyo yapmada, uyku düzeninde sorunlar yaşamaktadır. Temiz kıyafet edinme ve sağlık yardımı almada olumsuz kısıtlamalar içerisindedir. Hastanede bulunması nedeniyle enfeksiyon riskiyle karşı karşıyadır.  Açlık grevindeki bir kişinin aldığı su, şeker, bitki çayı, B1 Vitamini, tuz miktarına ve bunların hazırlanmasına başka bir kişinin yardım etmesi gerekmektedir. Bu koşullarda bu mümkün olmamaktadır.

Açlık grevindeki Semih ÖZAKÇA 20 Ekim 2017 tarihinde tahliye edilmiştir. Eşi Esra ÖZAKÇA’yla birlikte açlık grevini sürdürmektedir. Ankara Tabip Odası İnsan Hakları Komisyonu hekimlerince günlük olarak sağlık takipleri yapılmakta olan Semih ÖZAKÇA’nın koşulları Nuriye GÜLMEN’e kıyasla daha iyidir. Aile bireyleri tarafından destek alabilmekte ve daha hijyenik bir ortamda bu eylemlerini sürdürmektedir. Sadece tuz, şeker, su ve B1 vitamini alan grevcilerin sağlığı her gün kötüleşmektedir.

Ankara Tabip Odası’nın görevlendirdiği hekimler Uluslararası Etik Kurallar, Cenevre Bildirgesi, Lizbon Bildirgesi, Hamburg Bildirgesi, Seul Bildirgesi, İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi, İstanbul Protokolü, Türk Tabipleri Birliği Hekimlik ve İnsan Hakları Bildirgesi; özellikle de Tokyo Bildirgesi ve Malta Bildirgesi’ne bağlı kalarak görev yapmaktadır.

Esra Özakça, açlık grevinin başında 56 kilo iken bugün 48 kiloya gerilemiştir. Nuriye GÜLMEN ve Semih ÖZAKÇA’nın ciddi kilo kaybı, kas–iskelet sistemlerinde ve sinir sistemi reflekslerinde zayıflama vardır.

Tıbbi çalışmalar, açlık grevlerinin 90. gününden sonra; Şiddetli karın ağrısı, yüksek riskli ve ilerleyici kilo kaybı, kas doku yıkımı, böbrek fonksiyonlarında belirgin bozulma ve buna bağlı kan elektrolit değerlerinde dengesizlik, kan elektrolit değerlerindeki bozulmaya bağlı kas kontrolünün ortadan kalkması, kalp ritminde düzensizlik, kalp kası yıkımı, kas ve kemik ağrıları, vücut ısı kontrolünün bozulmasına bağlı hipotermi, kan hücre sayısında belirgin düşme, bağışıklık sisteminde ciddi zayıflama ve ölümcül enfeksiyonlara karşı düşkün hale gelme, çoklu organ yetmezliği gibi durumların ortaya çıkabileceğini ve geri dönüşümü mümkün olmayan sekellerin gelişebileceğini ortaya koymaktadır.  Diğer yandan Gülmen ve Özakça’nın sağlık durumlarında her an çok dramatik bir değişiklikle tedavisi olanaksız sekel veya ölüm meydana gelmesi riski vardır.

Bu üç genç insanın yaşama tutunmaları ve sağlıklarına kavuşmalarını dilemekteyiz. Saygılarımızla… (23.11.2017)

Ankara Tabip Odası
==================================

Dostlar,

Bu insanlık ve hukuk dramına bir an önce son verilmesi gerekmektedir.

Artık geri dönülmezliğin sınırı aşılmıştır.
Dileyelim AKP = RTE “yarın” gene “aldatılmışız, kandırılmışız, Nuriye ve Semih’e ihanet ettik” gibi artık ne yazık ki olağanlaşan – sıradanlaşan tümceler kurarsa şaşırmayabiliriz belki ama ama öleni ya da kalıcı olarak engelli duruma düşeni geri getiremeyiz.

AKP = RTE… hâlA duyuyor musunuz; çığlıklar ses duvarını aştı oysa!

Sevgi ve saygı ile. 25 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Baykal “Yoğun bakımdan çıkacak duruma geldi”

Baykal’ın sağlık durumuna ilişkin doktorlarından son açıklama:
“Yoğun bakımdan çıkacak duruma geldi”

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş;” Deniz Baykal, yoğun bakımdan çıkacak duruma geldi.” dedi.
DHA, 24 Kasım 2017 Cuma, 18:28

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş, 40 gündür Ankara Üniversitesi İbn-i Sina Hastanesi’nde tedavi gören eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın sağlık durumuna yönelik açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. İbiş, “Deniz beyin hastanemizdeki tedavi süresi 40 gün oldu. Deniz beyin genel durumu gayet iyi. Şuuru açık. Zaman mekan ve konu oryantasyonu iyi düzeyde. Konuşuyor, yazıyor ve gündemi takip ediyor. Hareketleri iyi durumda. Kendisine her gün fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamaları yapılıyor.” dedi.

‘TEDAVİ YURT DIŞINDA DEVAM EDECEK’

Baykal’ın yoğun bakımdan çıkacak duruma geldiğini sözlerine ekleyen Prof. Dr. İbiş, “Bu bizim için tabii ki çok güzel bir sonuç, sevindirici bir haber. Yoğun bakımdan çıkıştan sonraki süreçte fizik tedavi uygulamalarının yoğun bir şekilde yapılması gerekiyor. Bu noktada ailenin de talebi üzerine yurt dışında bu uygulamaların yapılması konusu bizim tarafımızdan da uygun görüldü. Bu yönde bazı merkezlerle görüşmeler sürdürülüyor. Sanıyorum bir hafta on gün içinde o süreç de tamamlanmış olacak ve fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamasının yurt dışında devamı bu şekilde sağlanmış olacak.” dedi. Baykal’ın nakil işlemleri bitene dek yoğun bakım servisinde tutacaklarını ifade eden Prof. Dr. İbiş, “Ziyaret yasağını en net şekilde uygulayabileceğimiz bir alan olduğu için yoğun bakımda tutuyoruz. Yoksa yoğun bakımlık bir tedaviye ihtiyacı olmadığını vurgulamak istiyorum.” diye konuştu.
Prof. Dr. İbiş, “Kendisine basın toplantısına gireceğimizi söyledik. Hepinize ilginiz için teşekkürlerini iletmemizi istedi. Selam ve sevgilerini iletmemizi istedi. Ben tekrar hastanedeki ekibimize teşekkür etmek istiyorum. Bu özverili çabaları ve uğraşları için. Ailesine teşekkür ediyoruz. Bu süreçte uyumlu bir iş birliği gösterdiler. En büyük teşekkürümüz Deniz beye. Destek verdi kendisi de, bu güzel sonucun elde edilmesinde büyük bir katkısı var.” dedi.

‘YOĞUN BAKIMDAN ÇIKMIŞ DURUMDA’

Deniz Baykal’ın yoğun bakım servisinden çıktığını dile getiren Prof. Dr. İbiş, “Yoğun bakım yapılmıyor. Biz özellikle yoğun bakım ünitesinde tutuyoruz. Çünkü ziyaret kesinlikle yasak. Enfeksiyonlara karşı korumak için yoğun bir ziyaret trafiğinin bunun tedavisini aksatacağını düşünüyoruz. O nedenle yoğun bakım ünitesinde tutacağız.” dedi.

‘FİZİK TEDAVİNİN MAKSİMUM ETKİSİNİ İKİ AY İÇERİSİNDE GÖRECEĞİZ’ 

Bir soru üzerine Prof. Dr. İbiş, “Toplam fizik tedavi uygulaması iki ay gibi bir süreç söyleniyor. Ama bu hastadan hastaya da değişiklik gösterebiliyor. Ben Deniz beyde o sürenin çok uzamayacağını düşünüyorum. Yani fizik tedavinin maksimum etkisini iki ay içinde göreceğiz. Şu anda Deniz beyin sol tarafında kuvvet kaybı var. Onun dışında önemli bir nörolojik anormallik yok. Diliyoruz ki o bölgede kuvvet kaybı minimuma insin bu fizik tedaviyle beraber. Ayrıca bu 40 günlük süreç içinde genel kas güçsüzlüğü de söz konusu olabiliyor. Onu da tekrar kazanması sağlanacak bu fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamalarıyla.” diye konuştu.
==============================================
Dostlar,

Görüş ve uygulamalarını beğenir ya da beğenmezsiniz, yer yer katılır ya da reddedersiniz.. Ancak Sayın Doç. Dr. Deniz Baykal ülkemizin yetiştirdiği en nitelikli aydınlardan ve en karizmatik politikacılarından biridir. Sağlığına kavuşması ve ülkemiz için çoook engin deneyimlerinden, birikimlerinden yararlanılması esastır. 16 Nisan Halkoylaması tuzağı öncesi TBMM’de CHP adına yaptığı konuşma ve 80’e varan yaşına karşın ülkemizin pek çok yerinde son derece etkili konferanslar vermesi unutulmayacaktır. Başına gelen “inme” felaketinde bu ağır çabalarının payı olabilir…

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin özverili ve yüksek standartlı hekimleri, sağlık çalışanları ve tıbbi donanımı nedeniyle de övünç duyuyoruz. Kendilerine şükranımız büyüktür ülkemiz tıbbı adına.

Almanya’da alacağı fizik tedavi ve rehabilitasyonun kendisini eski sağlığına daha da yaklaştırması dileğimizdir.

Sevgi ve saygı ile. 24 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

TTB COP23 toplantısına katıldı

TTB, COP23 toplantısına katıldı

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 23.Taraflar Konferansı (Conference of Parties, COP23) 6-17 Kasım 2017 tarihlerinde Fiji’nin başkanlığında Almanya’nın ev sahipliğinde Bonn’da gerçekleştirildi.

COP23’e Sağlık ve Çevre Birliği’nin (Health and Environmental Alliance, HEAL) daveti üzerine 10-14 Kasım tarihlerinde Türk Tabipleri Birliği (TTB) temsilcisi olarak Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala katıldı. Pala, hem konuşmacı olduğu ve Türkiye Pavilyonunda gerçekleştirilen panelde, hem de başta Dünya Sağlık Örgütü tarafından düzenlenen etkinlikler olmak üzere katıldığı oturumlarda TTB’nin hava kirliliği ve iklim değişikliğine ilişkin görüş ve önerilerini uluslararası toplumla paylaştı. Pala, toplantılarda TTB’nin önerilerini şöyle sıraladı:

1.      Türkiye’de yeni kömürlü termik santraller yapılmamalı,
2.      Tüm ülkelerde hava kirliliği sınır değeri olarak Dünya Sağlık Örgütü hava kalitesi rehberlerinde yer alan sınır değerlerin kullanılması benimsenmeli,
3.      Endüstriyel tesislerin kurulmasına karar verilemeden önce sağlık etki değerlendirmesi (SED) yapılması zorunlu tutulmalıdır.

Pala’nın HEAL tarafından 11 Kasım günü düzenlenen “Energy Policies and Public Health in Turkey” adlı panelde “Energy policy and public health: An assessment for Turkey” başlığıyla yaptığı sunum için lütfen tıklayınız :

http://www.ttb.org.tr/userfiles/files/Energy%20policy%20and%20public%20health.pdf
=============================
Dostlar,

Küresel ısınma ve ona ikincil iklim değişikliği ile türev sonuçları son derece ağırdır ve insanlığın son zamanlardaki en önemli sorunları arasında belki de başında gelmektedir.

Ve de sorun İVEDİ boyutlara tırmanmış, ALARM verir düzeydedir.

Önceki yıl sitemizde şu yazıya yer vermiştik (üstünde tıklayarak okuyabilirsiniz) :

COP 21;
Küresel İklim Değişikliği için bir umut mu?

Küresel Isınma – İklim Değişikliği.. Aşırı Sıcaklarla Nasıl Başetmeli?” konulu bir söyleşiyi de TRT Kent Radyo-Ankara (Fatih Şahin ile) 09 Ağustos 2017’de yapmıştık.

COP-23 Bonn toplantısı son fırsatlardan biridir. Etkin sonuçlara varılması yaşamsal önemdedir.

Onümüzdeki birkaç on yılda Türkiye’de tahıl üretiminin bu yüzden %20 dolayında düşeceği kestirilmektedir. Türkiye geçen yıl 3,5  milyon yon buğday dışalımı yaptı. Nüfusunun ekmek gereksinimi bile karşılayamayan, dışa son derece bağımlı bir ülke durumuna geldik. Üstelik dev dış açıklar vererek.. Türkiye COP-23 kararlarına uyarken, nüfus artış hızını mutlaka frenlemelidir.

  • HER AİLEYE 1 ÇOCUK! Başka yolu kalmamıştır..
    Son derece tasarruflu yaşayarak enerji tüketimini düşürmek
    Ve yenilenebilir kaynaklardan enerji üretimine ağrılık vermek… başlıca çözüm yolları..

Konunun kritik derecede önemi nedeniyle bu uluslararası toplantıya önem vererek “Küresel Isınma – İklim Değişikliği” konulu toplantıya katılan ve sorunun Halk Sağlığına olumsuz etkilerini sunan meslek örgütümüz Türk Tabipleri Birliği’ne ve saygın meslektaşımız Prof. Dr. Kayıhan Pala’ya teşekkür ediyoruz. Dr. Pala’nın sunumunun yansılarının özenle incelenmesini öneririz..

Sevgi ve saygı ile. 21 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Çiğ süt üreticisi ve satıcılarına uyarı

Süt üreticileri en başta kendileri hayvanlarında hastalık olmadığına dair ikna olmalılar. Bence tarım ilçe müdürlüklerine başvurmadan önce bir veterinerle anlaşarak hayvanlarından örnekler alarak hastalık mikrobu taşıyıp taşımadığını öğrensinler. Eğer bu iki hastalık varsa raporu alamazlar. Ancak konu en başta kendi sağlıklarıdır. Bu iki hastalık çok zor tedavi oluyor.

En önce kendilerini korusunlar. Hatta yapmışken beş önemli hastalık için analiz yapıldığını öğrendim. Eğer hastalık varsa önlem alsınlar. Hastalıklı hayvan kalmadığında tekrar başvurabilirler. Üreticiler hayvancılık işletme numarası da almış olmalılar. Başka bazı konular da var. Örneğin süt doldurulacak kaplar tek bir kez kullanılacak şekilde cam veya plastik olabiliyor.

Aslında ben bu kararın hem yetersiz hem de halkın sağlığını korumaktan çok büyük süt ve süt ürünleri şirketlerinin çıkarlarına yönelik çıkarıldığı düşüncesindeyim. Bu tebliğ tam olarak uygulanırsa çiğ süt satışı hayli düşecektir. Bundan kuşkusuz bu şirketler yararlanacak ve çiğ sütü çiftçilerden daha ucuza alma olanaklarını geliştireceklerdir.

Tabii bu Tebliğe kökten karşı çıkmıyoruz. Ama sağlığın ikinci planda olduğunu düşünüyorum.  Örneğin sütünüzü şirketlere satarsanız hastalıktan arnmış raporu almanıza gerek yok. Bu hastalıklar belki sizin hayvanlarınızda da vardır. Denilecektir ki “fabrikalarda süt pastörize ediliyor”.

İyi ama çiftçiler hayvanlardan hastalıkları kapabilir. Kendi hayvanlarının sütlerini içebilir, peynir yapabilirler. Az da olsa komşularına süt ve peynir satabilirler. Eğer sağlık düşünülüyorsa bu iki hastalık bütün Türkiye’de silinmelidir. Bu konuda Tarım Bakanlığının çok etkili çalışmadığı kanısındayız. Bütün hayvanlar taranarak ve hastalıklı çıkan hayvanların etlerinin, ısıl işlem uygulayarak sucuk vb. yapan işletmelere devrinin sağlanması mümkün olabilirdi. Hastalıklı hayvanları olanlara da ödemeler yapılabilir. Bunlar kâğıt üzerinde yapılıyor, ancak çok yetersiz. Bu işlemleri ısrarla sürdürdüğünüzde hastalıklar silinebilirdi. Tabii bu bir finansman gerektirir.

Brusella çeken bir insana rastlarsanız yapılacak harcamaların ne denli gerekli olduğunu anlayabilirsiniz. Ancak ödenek yetersizlikleri bu gibi işlemlerin yeterince yapılmasını engellemektedir. Çiğ süt üreten ve bunu satan çiftçiler lütfen hem kendiniz için hem de toplum için harekete geçin. Veterinerinizle ve tarım ilçe müdürlüğü ile konuşun. Yoksa kimse daha sonra gözünüzün yaşına bakmayacaktır.
============================================
Dostlar,

Süt hijyeni sağlan(a)madığında insanlara geçebilecek çok sayıda hastalık vardır.
Bunların başında, Tarım Ekonomisi Uzmanı Prof. Sn. Tayfun Özkayanın da değindiği üzere Brusella ve Tüberküloz gelmektedir. Her 2 ciddi hastalıktan korunmak sütün pastörize edilmesi ile olanaklıdır. Günümüzde Louise Pasteur’ ün geliştirdiği klasik Pastörizasyon tekniği çok daha etkin yapılabilmektedir. 140 C derecede 1 mm kalınlığında laminer akımlı süt katmanı (tabakası) ve birkaç atmosfer basınç altında yalnızca bir saniyede etkin olarak Pastörize edilebilmektedir. Böylesi bir ısıl işlemle sütteki değerli vitamin ve mineraller bozunmadan korunabilmektedir. Ayrıca gelişkin süt endüstrisi, üreticilerden satın aldığı sütü öncelikle ön eleme – taramadan geçirerek toksik kimyasallar ve bileşimi bakımından incelemekte, standartlara uygun olanları işleyerek pazarlamaktadır. Geldiğimiz yer oldukça güven vericidir.

Ancak, Halk Sağlığının korunmasına ek, üreticinin emeğinin de korunması sosyal devletin görevidir. Bu amaçla Süt üreticilerinin kooperatifleşmesi, şirketleşmesi teşvik edilmelidir. Böylelikle büyük sermaye karşısında örgütsüz üreticinin emeği korunabilir. Üretici pazarlık hakkı elde edebileceği gibi kooperatif işletmeleri ile ürününü kendisi işleyerek pazarlayabilir; yarattığı katma değer kendi cebinde kalır..

“Sokak sütüne hayır” ama üreticinin emeğinin değerini bulmasını da sağlamak koşuluyla!

Sevgi ve saygı ile. 19 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Deniz Baykal’ın durumuna ilişkin açıklama: Bilinci açık 

Deniz Baykal’ın durumuna ilişkin açıklama: Bilinci açık 

Deniz Baykal'ın durumuna ilişkin açıklama: Bilinci açık17 Kasım 2017, DHA
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbiş, Deniz Baykal’ın sağlık durumuna ilişkin ‘Genel durumu iyi, bilinci açık. Gayet iyi iletişim kuruyor’ dedi.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş, 33 gündür İbn-i Sina Hastanesi‘nin yoğun bakım servisinde tedavi gören Deniz Baykal’ın sağlık durumuna yönelik açıklamalarda bulundu.

Prof. Dr. İbiş, Deniz Baykal’ın sağlık durumunun iyiye gittiğini belirterek, şunları söyledi:

  • Deniz beyin hastanemizde kaldığı süre 1 ayı aştı ve yine yoğun bakımda tedavisi sürüyor. Genel durumu iyi, bilinci açık. Gayet iyi iletişim kuruyor. Yazıyor ve kısa cümleler kuruyor. Bazı soruları anlamlandırabiliyor. Örneğin, ‘Neşet Ertaş kimdir?’ dediğimiz zaman onun ‘Bozkırın Tezenesi’ türküsünün ismini de söyleyebiliyor. Doğum tarihi olan 20 Temmuz tarihini sorduğumuz zaman Kıbrıs Barış Harekatı’nın olduğunu da söylüyor. El, kol, boyun hareketleri iyi durumda. Kısa süreli oturmalar başladı. Fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamalarımız da başladı. Burada tabii ki meslektaşlarımız O’nun tedavisi için çaba gösteriyor. Kendilerine çok teşekkür ediyorum. Ama Deniz beye de çok teşekkür ediyorum çünkü bu sürece uyum sağlıyor. Ve bu sayede de tedavisi iyi yolda ilerliyor. Tedavisi başarı ile devam ediyor. Elbette ki bu tedavisi uzun süreli. Hastane de kalma süreci uzun süreli. O yüzden sabırlı olmamız ve süreci sabırla takip etmemiz gerekiyor.”

Deniz BaykalZİYARET YASAĞI
DEVAM EDİYOR

Ziyaret yasağının sürdüğünü anımsatan Prof. Dr. İbiş,

  • “Tabii sevenleri ziyaret etmek istiyor ama şu aşamada enfeksiyon riskine karşı ziyaret yasağımız devam edecek. 24 Kasım Cuma günü yine Deniz beyin durumuyla ilgili açıklama yapacağız.” dedi.

Prof. Dr. İbiş ayrıca, soru üzerine fizik tedavinin yoğunlaşarak devam edeceğini belirterek, “Çünkü uzun süren yatan hastalarda kasların tekrar gücüne kavuşması için ve oluşabilecek hasarların tedavisi için mutlaka fizik tedavi uygulamalarının yoğunlaşarak devam etmesi gerekiyor.”
=================================================
Dostlar,

İbni Sina Hastanemiz, bizim de öğretim üyesi olduğumuz Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin hastanelerinden biridir. Türkiye’nin teknik donanımı ve insangücü niteliği bakımından en önde gelen dev hastanelerindedir. Büyük tıbbi başarılara imza atmış, öncü ve parlak bir bilimsel sağlık kurumumuzdur. Sayın Deniz Baykal‘ın çok ciddi yaşamsal risk oluşturan akut beyin damar tıkanıklığı ve ardından ağır beyin kanaması nedeniyle ilk götürüldüğü oldukça iyi donanımlı bir özel hastaneden İbni Sina Hastanesine sevk edilmesi rastlantı değildir. Deniz beyin genel cerrahi profesörü olan oğlu Hacettepe Tıp Fakültesinde öğretim üyesidir.

İbni Sina’da tüm tıbbi girişimler uluslararası standartlarda yürütülmüştür. Başta Nöroloji ve Nöroşirürji uzmanı hocalarımız olmak üzere büyük özveri ile 7/24 çabalamaktadırlar. Sağlık hizmetleri ciddi bir takım çalışmasını zorunlu kılar. Sayın Baykal’a Emeği geçen tüm sağlık çalışanları içten ve engin teşekkürü hak etmektedirler.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi 1945’te, 2. Dünya Paylaşım Savaşı cehennemi sonunda
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü‘nün istemi ve desteği ile açılmıştır. Ertesi yıl Cumhuriyet’in ilk Üniversitesi olan Ankara Üniversitesine temel oldu. Hacettepe Tıp Fakültesi başta olmak üzere çok sayda Tıp Fakültesinin açılmasını sağladı.. Bir Cumhuriyet kurumudur ve asla incitilmeden, engellenmeden…. önü açılmalıdır. Görüldüğü gibi gün olup herkese ivedi olarak elzem olmaktadır NİTELİKLİ SAĞLIK HİZMETLERİ..

Erdoğan ise, akut olmayan hastalığında, yine bir devlet kurumu olan ülkemizin ilk ve en köklü  Tıp Okulu olan ve Ankara Tıp Fakültesini de yaratan, bizim de mezunu olmakla (1977) övündüğümüz İstanbul Tıp Fakültesi’nden bir cerraha kendisini teslim etmişti özel hastane koşullarında.. (Biz, Cumhuriyetimizin fırsat eşitliği sayesinde Hacettepe’de tıp eğitimine başladık, İstanbul Tıp Fakültesinde tamamladık ve halen Ankara Tıp Fakültesinde çalışıyoruz.. Ülkemizin gözbebeği en önde gelen 3 tıp okulunda çalışabilme onurunu taşıyoruz..)

Ülkemizde tıp bilimlerinin, tıp eğitiminin ve üst düzey karmaşık – nitelikli sağlık hizmetlerinin amiral gemileri olan bu sayılı Tıp Fakültelerinin özellikle kollanması ve birer mükemmeliyet merkezi olarak varlıklarını sürdürmelerini sağlamak siyasal iktidarların temel görevleridir. İstanbul Tıp Fakültesi’nin 1999 depreminde hasar görerek kullanılamaz olan Çocuk Kliniğinin uzun yıllardır yenilenmemesi asla kabul edilemez. Utanç vericidir hatta vatan hainliğidir. Bu köklü kurumların çok değerli arsalarına göz koyarak kent dışında uzaklara taşınmaları akıl dışıdır. Özel hastaneler kent merkezlerinde iken bu kurumları uzaklara taşımak halkın erişebilirliğini engellemek anlamına gelir ve kabul edilemez.

Başta ülkemizin ilk tıp fakültesi olan İstanbul Tıp Fakültesi olmak üzere deniz gören Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin bina sorunlarının hızla çözüme kavuşturulması ülkemiz için stratejik bir öncelik olarak kabul edilmelidir.

Bir kez daha Sayın Baykal’a şifa dilerken,
özveri ve ehliyetle O’na bakan tüm yetkin sağlık emekçilerine şükranlarımızı sunuyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 17 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

OHAL DEĞİL DEMOKRASİ İSTİYORUZ!

OHAL DEĞİL DEMOKRASİ İSTİYORUZ!

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

15 Temmuz darbe girişimi başarısız olsa da, 20 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL ve KHK Rejimi ile AKP’nin fiili darbesine dönüşerek bir rejim değişikliğine giden yol açılmıştır. Bu on altı aylık sürede Anayasa fiilen ilga edilmiş, yasama-yürütme ve yargı tamamen tek bir kişinin emrine verilmiştir.

  • Türkiye Cumhuriyeti Artık Hiçbir Biçimde Anayasa’da İddia Edildiği Gibi “Demokratik, Laik, Sosyal Hukuk Devleti” Değildir. 

Biçimsel Demokrasi Dahi Rafa Kaldırılmıştır!

TBMM fiilen etkisizleştirilmiş, yasama yetkisi de bütünüyle askıya alınmış durumdadır.

TBMM onayından geçirilmeyen KHK’lar, yargı süreçleri ile de denetlenememekte, tek bir kişinin akşam aklına gelen, sabah kanun olabilmektedir. Yaz saati uygulamasından, kış lastiğine kadar darbe girişimiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan hemen her konu, KHK’lar ile düzenlenmektedir.

Yalnızca TBMM değil, yerel yönetimler de tek adamın atadığı seçilmemiş kişilere devredilmiştir. 83 belediyeye kayyum atanması ve 6 belediye başkanının “görevden alınması” sonucu Türkiye nüfusunun %43’ünü seçilmemiş, atanmış belediye başkanları tarafından yönetmektedir. Milli irade diyenler, TBMM’den yerel yönetimlere halkın iradesini gasp etmeye devam etmektedir.

OHAL toplumsal muhalefeti susturmak için bulunmaz bir fırsat olarak görülmekte ve kullanılmaktadır. AKP, siyasal projesinin önünde engel gördüğü kesimleri OHAL hukuksuzluğu ve keyfiyetinden (AS: keyfiliğinden olacak..) faydalanarak ihraç etmekte, susturmakta ve cezaevine göndermektedir. Basın yayın organları, dernekler kapatılmış, gazeteciler tutuklanmış, OHAL tek sesli bir Türkiye yaratmak için kullanılmıştır. Yine bu hedefe uygun olarak her türlü hak arama mücadelesi keyfi biçimde yasaklanmaktadır.

Devletin “laik” olduğunu söylemek mümkün değildir

Darbe girişiminin merkezinde olan cemaatin devletin her kademesinde yerleşmesini, kadrolaşmasını ve palazlanmasını sağlayan AKP iktidarı, yüzlerce insanın ölümündeki sorumluluğunun hesabını vermek bir yana, aynı “hata”da ısrar etmekte, Gülen cemaatinden boşalan devlet kadrolarını bugün kendine biat eden tarikat ve cemaatlerle doldurmaktadır.

Liyakatin yerine mülakatın getirilmesinin amacı, açıktır ki başka başka cemaatlere ve “sadık kullara” kadro sağlamaktır. Dini cemaatler arasındaki mücadele ekseninde şekillenen bir devlete “laik” demek mümkün değildir.

  • OHAL, gerici-mezhepçi bir toplumsal yapı inşası için kullanılmaktadır.

Eğitim müfredatı bilimsel olmaktan çıkarılmış, tümüyle dinselleştirilerek, sınav sistemleri değiştirilerek tüm okullar imam hatipleştirilmiştir.  Kadınlara yönelik şiddet, taciz, tecavüz artmış, ceza indirimleri ile kadına yönelik şiddet teşvik edilmiş son olarak da müftülere nikah kıyma yetkisi verilerek
– çocuk gelinlerin artması ve
– çok eşlilik meşrulaştırılmış,
– kadın ve çocukların yasalarla korunan haklarının da ortadan kaldırılması söz konusu olmuştur.

  • OHAL döneminde artan iş cinayetleri “fıtrat”a bağlanarak
    sorumlular yargılanamaz hale getirilmiştir.

Sosyal Devletin Son Kırıntıları Yok Edilmiştir!

Sosyal bir devletin en temel özelliği, emeğiyle geçinenlerin iş güvencesidir. Nüfusun dörtte üçünün ücret gelirleriyle geçindiği bir ülkede iş güvencesi OHAL döneminde tümüyle ortadan kaldırılmıştır.

Darbe girişimi ile ilgisi açık-seçik kurulmaksızın, hiçbir somut kanıta dayanmadan, adil yargılama süreçleri işletilmeden

  • 130 binin üzerinde kamu emekçisi işinden, geleceğinden edilmiştir.

Elli’nin üzerinde emekçi bu süreçte intihar etmiştir. Anayasal güvence altında olan çalışma ve yaşam hakkı gasp edilmiş, devlet iş güvencesinin teminatı olmak bir yana, iş güvencesine karşı en büyük “tehdit” halini almıştır.

OHAL iş güvencesinin yanı sıra işçilerin en temel haklarına da bir tehdittir. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, grevleri engellemek için OHAL’i kullandıklarını açıkça söylemiştir. Bu sözlere uygun olarak 2017 yılı boyunca beş grevi engelleyerek yaklaşık 25 (yirmi beş) bin işçinin hakkı gasp edilmiştir.

Yaşamı darbelerle, Gülen Cemaati gibi cemaat ve tarikatlarla mücadele içinde geçmiş olan emek ve meslek örgütlerinden binlerce kişi darbe ile ilişkilendirilerek işlerinden atılmıştır. Bugün

– DİSK üyesi 2000’e yakın işçi,
– KESK üyesi 4099 kamu emekçisi,
– 3315 hekim ve
– TMMOB üyesi 3000’in üzerinde mühendis, mimar ve şehir plancısı ihraç edilmiş durumdadır.

Devletin tüm sosyal yönleri tasfiye edilirken, direnen/direnecek olan herkes etkisizleştirilmek istenmektedir. İşe iade istemiyle açlık grevine başlayan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın haklarının iadesi bir yana tutuklanmaları, Nuriye Gülmenin tutukluluk halinin halen devam ettirilmesi, emeği için, işi için mücadeleyi düşünen herkese karşı bir gözdağı olarak gündeme gelmiştir.

Bütün çalışma yaşamı, tümüyle antidemokratik yollarla, Meclisi işlevsiz kılıp halkın iradesini çiğneyerek düzenlenmekte, KHK ile İşsizlik Sigortası Fonundan, işçilerin parasından sermayeye kaynak aktarılmaktadır.

OHAL sürecinde birçok kamu kuruluşu VARLIK FONU’na devredilerek uluslararası sermaye kuruluşlarına ipotek karşılığı borçlanma yoluna gidilmiştir.

 OHAL sürecinde  “Hukuk Devleti”nden Bahsetmenin Olanağı Kalmamıştır!

Türkiye’de tam bir hukuksuzluk ve keyfiyet (AS: keyfilik olacak!) rejimi egemen olmuştur. Yapılmak istenen düzenlemeleri hukuksal denetimden kaçırmak için sıklıkla kullanılan KHK’lar ile hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti ilkelerinin hiçbir kırıntısı kalmamıştır.

  • Ülkeyi yönetenlerin kararlarını ve uygulamalarını hukuk yolu ile durdurmanın hiçbir olanağı bırakılmamıştır.
  • Mahkemeler açıkça emirle çalışmakta, savcılara talimatla soruşturma açmakta, hakimler “yukarıdan” gelen “telkinlerle” tutuklama kararları almaktadır.
  • Ülkenin cumhurbaşkanı yargıya açıktan kamuoyu önünde talimat vermekte, yargı kararlarını ilan etmekte, hüküm kesmektedir.
  • Kimin niye tutuklandığının, niye serbest bırakıldığının hukuksal gerekçelerle açıklanmadığı, tümüyle bir kişinin politik hedeflerine göre karar veren bir yargı sistemi yaratılmıştır.

OHAL sürecinde muhalif kesimler cezaevlerine doldurulurken cezaevlerindeki baskı ve hak ihlallerinde kaygı verici düzeyde artışlar yaşanmaktadır.

Demokrasi İstiyoruz! OHAL’de direneceğiz!

Demokrasi ve barış için ilk şart OHAL’in kaldırılması, KHK’ların iptal edilmesidir.

Bizler DİSK, KESK, TMMOB ve TTB olarak; geleceğimizi ipotek altına almaya çalışan, hak-hukuk tanımayan bu adaletsiz düzene karşı, OHAL rejimine karşı, toplumun tüm kesimlerini ortak mücadeleye çağırıyoruz. Siyasi partilerle, demokratik kitle örgütleriyle, gazetecilerle, akademisyenlerle, sanatçılarla, toplumun tüm renkleriyle Hayır’ı kazanan, adalet talebiyle yan yana yürüyen milyonlar olarak bir araya geldiğimizde neler yapabildiğimizin tanığıyız!

OHAL rejimine son vererek demokrasiyi kazanacak olan biziz!

Laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyeti kendi kollarımızla, aklımızla, yüreğimizle inşa edecek olan biziz!

Bu bilinçle, “OHAL DEĞİL DEMOKRASİ İSTİYORUZ” başlığıyla düzenleyeceğimiz kampanyamızı 81 ilde emek ve meslek örgütleri ve yerel demokrasi güçleriyle ortaklaştırarak yaygınlaştıracağız.

Öncelikli amacımız 20 Ocak 2018 tarihinde OHAL’in bir kere daha uzatılmamasıdır. Bu amaçla demokratik birçok etkinliği hep birlikte, omuz omuza yaşama geçireceğiz.

Emekçilerin yüzyıllardır süren mücadele ile kazandığı

  • hakları ve özgürlüklerini OHAL’e, AKP’nin tek adam rejimine terk etmeyecek,
  • demokrasi, barış, eşitlik, özgürlük ve laiklik için mücadeleyi büyüteceğiz!
    (3 Kasım 2017; http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=e6cf99ec-c087-11e7-aab5-057330986843)
    ===========================================
    Dostlar, 

Bıçak artık kemiği kesmektedir..
Bıçağın kemiğe dayanma aşaması geride kalmıştır..
Kemiğin kesilmesi demek İSLAMI DİNE ALET EDEN BİR TEK ADAM FAŞİZMİ kurmak demektir.
Dikkat isteriz; “İslami rejim” demedik; “İSLAMI DİNE ALET EDEN” dedik.
Dindar yurttaşlarımızın bilgisine özellikle sunmak isteriz; bu oyuna izin vermek ağır vebaldir!
Dahası, bu karanlık rejim kurulmaya başlanmış, epey de yol alınmıştır.
Halen yapılan, bu rejimi yaşamın tüm alanlarına yaymak pekiştirmektir (konsolide etmektir).
Türkiye böylesine karanlık – çağdışı – insanlık dışı – lanetli bir yönetime boyun eğemez!

Mutlaka bir çare bulunacaktır..
Mutlaka bir çıkış sağlanacaktır.
Bu gidişin / dayatmanın sonu başarılı olamaz.
Bu gidişin / dayatmanın sonu hayırlı olamaz!
Türkiye ve dünya koşulları (konjonktürü) böylesi bir patolojik sevdaya uygun değildir.AKP = RTE bu “hastalıklı sevda” dan bir an önce vazgeçmek zorundadır.
Rejim hızla normalleştirilmeli, Türkiye kuruluş kodlarına döndürülmelidir.
Ülkemiz ve halkımız son derece tehlikeli bölünme, iç savaş karmaşasına (kaosuna) sürüklenmektedir. Artık frene basmanın zamanı gelmiştir ve geçmektedir.
Bu sitede haydi yüzlerce kez demeyelim, onlarca kez uyarı yazıları yazdık, önerilerde bulunduk. Artık teenni ve sağduyu zamanıdır; alarm zilleri çalmaktadır.
Çanlar AKP = RTE için çalmaktadır; bunları duymak herkesten çok sizin yararınızadır. İktidara L. von Beethoven’in 5. senfonisini dinlemelerini ve bestecisinin açıklamasına kulak kabartmalarını salık veriyoruz.

AKP = RTE neredeyse tüm gemileri yakmış, açıkça siyasal intihar eğik düzlemindedirler.
Her geçen an, bu eğik düzlemde dibe vurmadan kurtulma olasılığı kalmamaktadır.

Duyuyor musunuz eyyyyyyyyyyyyyy AKP’liler ve Erdoğan, duyuyor musunuz??!!
*****
DİSK-KESK-TMMOB-TTB’nin açıklaması, çağrısı ve kararlığı virgülüne dek haklı, yerinde ve doğrudur! Biz de ay-nen katılıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 05 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
TTB Ankara Tabip Odası Üyesi – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com
=======================
Güncelleme              :

Sayın emekli yargıç Ertan Urunga’nın yorumu aşağıda, yorumlar bölümünde..
Kendisine teşekkür ederiz.
Bu vesile ile bu çok önemli çağrıyı – uyarıyı – memorandumu, manifestoyu bir öne çekiyoruz; 5 Kasım’da yayımlamıştık, 8 Kasım 2017 günü bir kez daha bilgi ve ilgiye sunuyoruz..

Sn. Urunga’nın değerlendirmesine dikkat :

  • … HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VE HUKUK DEVLETİNİ YOK EDEN, İNSAN HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİNİ OHAL DÜZENİ İLE ASKIYA ALAN PARTİLİ TEK ADAMIN, TEOKRATİK VE BASKICI YÖNETİMİNİN MEŞRULUĞUNU YİTİRDİĞİNE KUŞKU YOKTUR.

Sevgi ve saygı ile. 08 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK

 

 

Doktorlarımız neden intihar ediyor?

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır.)

30 Ekim günü Türkiye’nin farklı yerlerinde 3 hekim intihar etti.  Batman’da görev yapan Kalp ve Damar Hastalıkları Cerrahı Op. Dr. Engin Karakuş, Çukurova Tıp Fakültesi’nden Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Asistanı Dr. Ece Ceyda Güdemek, Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Yağmur Çavuşoğlu aynı gün intihar ederek yaşamlarına son verdiler.

 

BİR DOKTOR NASIL YETİŞİR?

Tıp fakülteleri bu ülkenin girilmesi en zor ve en yüksek puanla öğrenci seçen fakülteleri. Bir öğrenci, 2-3 milyon kişi içinde ilk 5 binlik dilim içinde değilse tıp fakültesine giremez. Tıp fakülteleri öğrencileri bu ülkenin en seçkin öğrencileri. Birkaç yıl süren geceli gündüzlü üniversite sınav maratonundan sonra yüz binlerce öğrencinin arasından çıkması gerekiyor.

Tıp fakülteleri eğitimi bu ülkenin en zorlu eğitimlerinden. 6 yıl sürer. Her gün sabah erken saatte dersler başlar, akşama kadar sürer. Askeri disiplin vardır, devamsızlık hoşgörü alanında değildir; çünkü onlara insan hayatları emanet edilir.

Fakülteyi bitiren her hekimi 2 yıl mecburi hizmet bekler, mecburi hizmete gitmezse bakanlık hekimlik yapma hakkı vermez.

Uzmanlık için genç doktorun önünde Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) vardır. TUS kendi alanında dünyanın en zor sınavlarından birisi olarak gösterilir, aylarca geceli gündüzlü çalışma gerektirir.

Asistanlık eğitimi zordur. Asistanlığın ilk yıllarında 2-3 günde bir nöbet vardır, doktor nöbeti diğer meslek nöbetlerine benzemez, mesai bitimiyle hasta almaya başlar, sabaha kadar aralıksız hasta bakar. Sabah mesai başlayıp da nöbeti devrettiğinde tekrar günlük işine döner, vizitini verir, toplantıya girer, polikliniğe iner, yeniden 60-70 hasta bakar ve 32 saat sonra evine gider.

4 yıl sonra uzman olur ve 2 yıl mecburi hizmete gönderilir.

Genç hekim uzman olduktan sonra bir üst ihtisas alanında eğitim yapmak isterse o doktor yeni bir sınava girmek zorunda, tekrar 3 yıl uzmanlık öğrencisi olarak çalışmak ve 2 yıl daha mecburi hizmet yapmak zorunda.

PERFORMANS SİSTEMİ

Hayatının 20 yılı ders çalışma, sınav, eğitim, mecburi hizmetle geçer. Sonunda kendi yaşamını kendisinin belirleyeceği bir noktaya gelip de iş hayatına başladıktan sonra önüne yoğun bir çalışma programı ve performans sistemi çıkar.

Performans sisteminin özeti; ne kadar çok hasta bakarsan o kadar kazanırsın. 30 hasta bakarsan az prim alırsın, 60 hasta bakarsan daha fazla, 120 hasta bakarsan daha da fazla prim alırsın.

Bir günde 80-100 hastaya bakan bir hekim nasıl bakar; her hastaya 5 dakika ayırsa bile bu aralıksız çalışma süresi 8 saati aşar.

Peki hekim soluksuz çalıştığı günün sonunda günün muhasebesini yaptığında mutlu mu olur; hayır. Her hasta için 5 dakika hasta tedavisinde yeterli midir, hayır.

Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre 680 milyon poliklinik yapılmış (AS: 2016 verisi), her birey yılda 9 kez doktora gitmiş. Bu dünya ortalamasının çok üstünde bir rakam.

Hekimlerimiz dünyanın en yoğun çalışan hekimleri arasında. Doktorun önüne konulan tek seçenek; daha fazla çalış, daha fazla hasta bak.

Her gün 8 saat aralıksız çok yoğun bir çalışma sistemi bekler doktoru ve bu programda hata yapma lüksü yoktur, insan hayatlarıyla ilgili her zaman doğru karar vermek zorundadır. 

DOKTOR TOPLUMDAN SAYGI BEKLİYOR

Dünyanın en zor sınavlarından geçip hayatının yaklaşık 20 yılını eğitim ve bu ülkeye hizmete adamış bir hekim toplumdan ne bekler? Biraz sevgi, biraz saygı. Çünkü dünyanın her yerinde ve tüm tarih boyunca hekimler bulundukları toplumda saygı görmüştür. Çünkü hekimlik insan hayatı üzerine karar veren bir meslektir.

Dünyanın hangi ülkesinde bakanı, bürokratı hekimleri azarlar aşağılar, televizyonu hekim dövme programı yapar, hastası kızınca eline beline atıp silahını çeker? Sorarım, hangi toplumda var bu kadar çok fazla doktor cinayetleri? Ne oldu bize, neden sevgisiz bir toplum olduk?

Sizce bu gencecik insanlar neden intihar etti? Yağmur’un, Ece’nin, Engin’in ölümünü gazeteden gördüm. Engin’in uzak akrabam olduğunu öldükten sonra öğrendim. Kucağında 2-3 yaşında kıvırcık saçlı üzüm gözlü kızı, 40’lı yaşlarda kırlaşmış saçları, yorgun ve onurlu bir yüz. Neden yaşamına son verme noktasına gelir bu insanlar?

ARTIK SONA ERSİN

Bu ülkenin en yetenekli ve güzel insanlarına bu kâbus ortamını, bu inanılmaz çalışma koşullarını getirenler, lütfen intihar eden bu gencecik insanları görüp biraz özeleştiri yapınız.

Sayın bakanlık yetkilileri, sayın tabip odaları yöneticileri, sizce bu gencecik insanlar neden intihar ediyor, bu doktorları yaşama bağlamak için ne yapıyorsunuz, bu ülkenin en iyi değerlerinin ölümlerinin son olması için ne tür girişimlerde bulunuyorsunuz? Artık bir an önce harekete geçin.
=====================================
Dostlar,

Değerli meslektaşımız ve sevgili arkadaşımız Temel hoca çoook güzel yazmış..
İçten ve özdeşim (empati) yüklü..
Sağolsun..
Ancak Tabip Odaları ve onların üst birliği olan Türk Tabipleri Birliği (TTB) bu bağlamda çook çok çaba göstermekte.. Bu amaçla belki de sayısız etkinlik yaptı. Kısa süreli Görev bırakma dahil, toplantılar, raporlar, Sağlık Bakanlığı ile kezlerce ve ısrarlı görüşmeler..
Ancak siyaset kurumu ülkemizde özellikle AKP ile olağanüstü yozlaşmış durumda.
Örneği Sağlıkta Şiddeti önlemeye dönük yasal düzenleme söz verilmesine karşın yapılmıyor.

  • Sorunun temelinde kökü dışarıda AB-ABD ve maşaları IMF – DB dayatması
    SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM Programı yatıyor..
  • Sağlık hizmetlerinin piyasaya terki, özelleştirilmesi, KÂR AMAÇLI kılınması ve
    insancıl dayanışma yerine yabanıl (vahşi) rekabeti dayatması temel nedenler.
  • AKP = RTE bu yıkıcı politikaları terk etmedikçe köktenci bir çözüm ancak düş.

Sağlık hizmetleri pek çok bakımdan çöktü bu Sağlıkta Dönüşüm dayatması ile.
Halk ise sağlık hizmeti gereksinimini karşılayamadığında sorunlusu olarak karşısında sağlık çalışanlarını görüyor ve öfkesini bu insanlara boşaltıyor..
Sağlık hizmetlerini kamusal sorumluluk kapsamına yeniden almak ile başlamak gerek bu SAĞLIK CİNAYETLERİ ile savaşım politikalarına.. Artık hiiiiiç  ama hiç sabrımız kalmadı!

Sevgi ve saygı ile. 07 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com