Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

CHP ve Kılıçdaroğlu

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
05 Haziran 2023, Cumhuriyet

Kemal Kılıçdaroğlu, 2010 yılında CHP genel başkanı oldu ve 13 yıl boyunca girdiği tüm seçimleri kaybetti. CHP, Kılıçdaroğlu döneminde, 5 milletvekilliği seçimini, 3 Cumhurbaşkanlığı seçimini, 2 belediye seçimini ve 2 referandumu kaybetti. Kılıçdaroğlu 13 yılda 12 seçim kaybetti.

Dünyada hiçbir demokratik ve uygar ülkede, bu kadar çok seçim kaybedip bu kadar uzun süre genel başkanlık koltuğunda kalan başka bir ana muhalefet partisi lideri olmadı!

Seçim kaybeden liderlerin genel başkanlıktan ayrılması, her şeyden önce bir görgü, uygarlık ve sorumluluk göstergesidir. CHP’nin ise feodal toprak ağası zihniyeti ile yönetildiği anlaşılmaktadır!

***

Kılıçdaroğlu’nu fanatik futbol taraftarı gibi savunmaya devam ederek CHP’nin ve Türkiye’nin yolunu tıkayanların, 2023 seçimlerinde alınan %48 oyu başarı olarak nitelendirmeleri, Uğur Mumcu’nun deyişiyle, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın bir sonucudur.

2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefet partileri adaylarının toplam oyu %48, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın toplam oyu %52 idi. 2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefet partileri adaylarının toplam oyu %47, Erdoğan’ın oyu %53 idi.

Özetle 2023 yılında muhalefet, Kılıçdaroğlu ile oylarını artırmamıştır! O zamandan bugüne değişen bir şey olmamıştır. Buna rağmen, aynı liderlerle değişim beklemek aptallıktan başka bir şey olmadığı gibi, halkı da aptal yerine koymak ve kandırmaktır!

2019 yılındaki belediye seçimlerinde CHP’nin İstanbul, Ankara ve Adana’yı kazanmış olmasını Türkiye çapında bir başarı olarak anlatmak da halkı kandırmaktır. Çünkü CHP, Türkiye genelinde o seçimleri açık ara farkla kaybetmiştir.
***
CHP’nin oyu Kılıçdaroğlu döneminde, 13 yıl boyunca, %22-26 arasında sabitlenmiştir. CHP’nin, sağa açılarak, partinin kurumsal kimliğinden uzaklaşarak, AKP’nin gölgesinde kalarak, laiklik ilkesini ve Aydınlanma devrimlerinin öncüsü Mustafa Kemal Atatürk’ü yok sayarak, oylarını artıracağı iddiası, geçmiş seçimlerde olduğu gibi, bir kere daha fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Bu iddia bilimsel olarak, olgular tarafından, tarihin çöp sepetinde yer almak üzere, yanlışlanmıştır! Bu iddia bir safsata ve hurafedir!

CHP, İsmet İnönü’nün genel başkanlığında, 1950’de %39, 1954’te % 35, 1957’de % 41, 1961’de % 37; Bülent Ecevit’in genel başkanlığında, 1973’de % 33, 1977’de % 41 oy almıştır.

1973 ve 1977 seçimlerinde CHP seçimleri kazanmıştır. 1989’da SHP, Erdal İnönü’nün genel başkanlığında yerel seçimleri; 1999’da DSP, Ecevit’in genel başkanlığında, genel seçimleri kazanmıştır.

***

Kılıçdaroğlu’nun çalışkan olması ve yolsuzluk yapmaması, genel başkanlık için tek ölçüt olamaz.

Seçimlerin kaybedilmesi, tek başına hükümetin uyguladığı baskılarla da açıklanamaz.

CHP’de parti içi demokrasinin olmaması, partinin yetkili organlarının çalıştırılmaması, kararların oligarşik yapılar tarafından alınması, partinin kurumsal kimliğinden ve ilkelerinden sapılmış olması ve kadrolaşmanın bu doğrultuda gerçekleşmesi, popülizme teslim olunması, seçim yenilgilerindeki ana etkenlerin arasındadır.

Gerçek lider, sosyolojik koşullara göre siyaset yapan değil, sosyolojik koşulları değiştirmeyi başaran kişidir!

UŞAK MİLLETVEKİLİ DR. ALİ KARAOBA’YA AÇIK MEKTUP

Dr. Levent Seçkin (YSL)

Meslektaşım, dava arkadaşım ve yoldaşım, değerli kardeşim!

Biliyorsun doğru tedavi için doğru teşhis şarttır. Önce tanıyı doğru koyalım.
Halkın yaklaşık %60’ının kendini “muhafazakâr” olarak, yani dini korunması gereken değerlerin en önünde gördüğünü ifade ettiği ve bu dinin açıktan siyasal talebinin olduğu bir toplumda Aydınlanma değerlerini ve bu bağlamda laik- demokratik Cumhuriyet‘i savunan bir siyasetin iktidar olmasının zorluğu ortada.

Üstelik siyasal İslam’ın 21 yıllık mutlak iktidarı sonunda, bu %60’ın çoğunluğu (halkın yaklaşık yarısı) laikliği dini için, demokrasiyi de vatanın bekası için bir tehdit olarak görürken çok ama çok zor.

Son seçimler bize gösterdi ki; bu halkın en az yarısı dinin dünyevi alanlardan dışlanması ve bir inanç olarak kalması olan laikliği, apaçık siyasal istemi olan ve siyaseten iktidar olmadan dinini yaşayamadığını ifade eden inançları için bir tehdit olarak algılamaktadır.

Gene halkın en az yarısı için azınlık haklarının savunulması anlamındaki bir çoğulcu demokrasi vatanın parçalanması ile neticelenebilecek tehlikeli bir durumdur.

  • 21. yüzyıl başına hiç uymasa da Türk halkının yaklaşık yarısı teokratik monarşiyi laik ve çoğulcu demokrasiye tercih etmektedir. Öbür yarısı da tam zıddı!

Bu ahval ve şerait altında laik-demokratik Cumhuriyet yanlılarının ve onların Parlamentodaki (TBMM) temsilcilerinin daha çok hata yapma; dinci temelli tek adam rejimine payanda olma lüksleri yoktur.

Demokrasi ve (doğal olarak) laiklik yanlılarının Anayasa başta olmak üzere hukukun üstünlüğünden zerre ödün vermemeleri, yapılan yasalara aykırılıklara ve oldubittilere karşı demokratik direnme haklarını kullanmaları, mücadele etmeleri gerekmektedir.

John Locke‘un (17. yy) ve O’ndan çok önce Mencius’un (MÖ. IV. yy) yazdıkları gibi,

  • Toplumların adil olmayan yönetimlere karşı direnme hakları vardır.

Demokrasi asla belli aralıklarla sandığa gitmek değil, her zaman adaletsizlere karşı demokratik tepkiler (boykot, grev, gösteri, yürüyüş vs.) gösterebilmektir. Meclisteki muhalefete düşen nutuklar atmak, tartışmalı seçimlere dek halkı oyalamak değil, halkın demokratik tepkilerini sahiplenmek -örgütlemek ve desteklemek- olmalıdır.

Seçimli otokratik (dayatmacı) sistemlerde yapılan seçimlerin tek bir anlamı vardır: Yönetimin meşrulaştırılması!

Tüm güçleri bir elde toplayan böyle yönetimlerin seçimlerle gittiğini tarih yazmaz.

Sık sık yapılan seçimlerle yönetim kendini meşrulaştırdığı gibi, dinsel nedenlerle gazino, disko, konser, lokanta, meyhane türü eğlence olanaklarından pek de yararlanamayan halk kesimleri “seçim zaferleri” ile eğlenme olanağı bulurlar (!)

Yüksek Seçim Kurulu’nun adil oluşturulmadığına inanıldığı, seçmen listelerin adil düzenlenmediğinin düşünüldüğü, mükerrer (yinelenen) oya kesin çözüm olacak “parmak boyası” isteminin kabul edilmediği, özetle koşulların iktidar tarafından dayatıldığı ve akla yatmayan bir seçime muhalefet partileri katılmamalı, otokratik rejime payanda olmamalıdırlar.

Demokrasi yanlıları dayatmalara karşı demokratik yollarla direnmeli, mücadele vermelidirler. Demokrasiyi sonuna dek savunarak ve demokrasi bayrağını yere düşürmeyerek çıkmaza saplanan teokratik monarşiye (din temelli tek adam rejimine) karşı laik- demokrasi seçeneğini canlı tutmalıdır.

Bu da halka iktidar tarafından koşulları dayatılacak, güven vermeyen bir seçime dek sabretmelerini öğütleyerek değil; halkın demokratik tepkilerini sahiplenerek -örgütleyerek ve destekleyerek- olanaklı olacaktır.

Birlikte bekleştiğimiz mahkeme koridorlarının, birlikte yürüdüğümüz yolların ve birlikte sabahladığımız nöbetlerin ve verdiğim oyun hatırına bu görüşlerin savunusunu senden bekliyorum.

Başarılarının sürmesini diler, gözlerinden öperim. (01.06.2023)

5 Haziran Dünya Çevre Günü

Adnan Tibet'in Çukurova Üniversitesi Kurumsal Kültürüne Katkısı - Prof.Dr. İbrahim ORTAŞ - Çukurova Manşet

Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ

(AS : Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Evet, bu gün 5 Haziran Dünya Çevre Günü!

1900’lü yılların başında 1 milyar olan dünya nüfusunun hızla artmayı sürdürmesi ile günümüzde 8+ milyar insanın doğa üzerinde yaratığı besin gereksinimi ve barınma yeri istemi doğal kaynakların azalmasına neden olmakladır.

Biyoçeşitliliğin erozyona uğramasına ve kimi bitki ve hayvan türlerinin yaşam alanları yitirildiği için nesli (soyu) yok olmuş veya olmaktadır.

Doğal kaynakların giderek azalması, toprak, su ve atmosfer kirliliğinin artması birlikte iklim değişimlerine (AS: artık iklim faciası!) neden olmaktadır.

Doğayı ve çevreyi korumak artık tek tek bireyler için bir görüş değil; bireysel ve toplumsal olarak zorunlu bir durumdur.

Tek tek ülkelerin değil bütün dünyanın bütünlüklü bir bilinç ve farkındalık ile kırılgan iklim değişimine karşı doğadan yana politikalar ve etkinlikler oluşturması kaçınılmaz.

Hepimiz sorumluluk bilinci içinde doğanın sürdürülebilirliği sağlama görevi üstlenmemiz gerekir.

Bir kez daha, 5 Haziran Dünya Çevre Günü’müz kutlu olsun!

Hepimizin yaşamı ve gelecek güvencesi olan doğayı koruma bilincinin ve farkındalığını artırılması için çevremizi bilgilendirelim ve bilincin çoğaltılması için çabalayalım.
================================
Dostlar,

Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamak temel insan hakkıdır.

5 Haziran Dünya Çevre Günü, 1972 Stockholm Konferansı ardından, 1973’ten bu yana Birleşmiş Milletler Çevre Programı – UNEP öncülüğünde bu gün kutlanıyor.

Ülkemizde hava kirliliği, su yetersizliği ve kirliliği, toprak kirliliği, gürültü kirliliği, elektromanyetik alan kirliliği, ışık kirliliği, “politik kirlilik” gibi pek çok sorun gündemde.

İktidarın sermaye yanlısı politikaları yüzünden çevre yıkımı (tahribatı) sürekli büyüyor.

  • Türkiye doğasını yitiriyor ve çölleşiyor..
  • AB’nin çöp deposuna dönüşmüş durumdayız!

Türkiye, önceki yıl neredeyse 15 milyon ton atık dışalımı (ithalatı) yaptı AB’den.
Bu tutar, AB’nin toplam atık dışsatımının (ihracatının) yarısı dolayında.

Anayasa m. 56/1 ve 2 :

A. Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması
Madde 56 –

  • Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
  • Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.

Dolayısıyla Çevreyi korumak yurttaşlar için hem Anayasal bir hak hem de yükümlüktür.

“Sürdürülebilir kalkınma” dönemi kapandı..
Artık ivedi olan “sürdürülebilir yaşam“!
Herkes çoooook ama çoooooooooooooook tasarruflu yaşamalı, SIFIR İSRAF!

Yabanıl (vahşi) kapitalizmin bitmeyen kâr hırsını = dünyayı talanını durdurmak gerek.

Nüfus artışını da kesinkes frenlemek zorunlu!
Artık yapay zekalı “İnsan Eşdeğeri Robotlar” (MER) üretimde devrede..
Sayıları 2030’a dek 800 milyonu bulacak. Bu durum korkunç işsizlik demek!

  • HER AİLEYE 1 ÇOCUK!

Sevgi ve saygı ile. 05 Haziran 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

HÜDA PAR ve HDP

Zülal KalkandelenZülal Kalkandelen

zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
04 Haziran 2023, Cumhuriyet

 

Seçimlerde AKP’nin listelerinden dört milletvekili çıkaran Hür Dava Partisi (HÜDA PAR), sonunda yemin ederek TBMM’ye girdi.

Onlarla birlikte Yeniden Refah Partisi’nin beş milletvekilinin de TBMM’de olduğu düşünülürse, kadınlar, LGBTİ bireyler ve sokak hayvanları için zorlu bir dönem başladı. Türkiye’de bu gruplara dahil olmak öteden beri zordu ancak düşmanlıklarını açıkça gösterenler ve terör örgütü Hizbullah’la ilişkilendirilenler, artık kürsü dokunulmazlığı olan milletvekilleri… 

Seçim beyannamesinde (bildirgesinde) “6284’ün kaldırılması, zinanın suç olması, kadının fıtratına uygun çalışması, karma eğitimin zorunlu olmaması için Meclis’te olmalıyız” diyen HÜDA PAR’ın, mitingde “Ey Kürdistan artık sahibin var, yükselt sesini, kaldır şehadet parmağını!” diye bağıran Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu da artık milletvekili…

Gaziantep’te AKP adaylarının tanıtımında tüm adaylar sahnede el ele tutuşurken, yanına düşen AKP adayı Derya Bakbak’ın elini tutmayan ve bunun nedenini “mezhebinin gereği” olarak açıklayan Şehzade Demir de milletvekili…

“Çarşaf kadına izzet katar” diyen, Diyarbakır’daki bir fuarda tanıtım yapan mankenlerin “kentin maneviyatına aykırı” olduğunu ileri süren, “LGBT sapkınlığı yürüyüşü serbest, şeri düzen istemek müebbet… Biz koyun değiliz ve zindan güllerimiz de sahipsiz değildir” diyerek nefret söyleminde bulunan, “Şeriat ismini duyunca kahrolan, mimsiz medeniyet hayranlarına ve ‘Şeriat istiyorsanız Arabistan’a gidin’ diyenlere diyoruz ki: Yıllarca bu topraklarda şeriat hukuku uygulandı. Siz sonradan geldiniz” diyen HÜDA PAR Diyarbakır İl Başkanı Faruk Dinç de milletvekili…

“Kadın narindir, naziktir, çalışmak zorunda bırakılmasın” görüşünü savunan, “Biz parti programımıza yazdık, yemin metni değiştirilmeli.” diyen HÜDA PAR Sözcüsü Serkan Ramanlı da artık milletvekili…

DEMİRTAŞ’TAN HÜDA PAR’A MESAJ

Hepsinin ortak özelliği de LGBTİ bireyler ve sokak köpeklerine yönelik nefreti körüklemek. “İtlaf gerekiyorsa itlaf edeceğiz” diyerek hayvanlara yönelik şiddeti kışkırtan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu gibi, bu partinin diğer milletvekilleri de Yeniden Refah Partisi de sokak hayvanlarını sürekli hedef gösteriyor.

Hal böyleyken Selahattin Demirtaş, Artı Gerçek’te yayımlanan röportajında, HÜDA PAR’a seslenerek “Bugün tutmanız gereken el, Meclis’te HDP’lilerin elidir. Hiçbirimiz artık kirli oyunlara prim vermeden halkımızın çıkarlarına odaklanmalıyız” mesajını verdi.

  • Demek ki Seçim Vizyon Belgesi’nde, 6284’ün kaldırılmasını, zinanın suç olmasını, kadınların dinine, inancına ve fıtratına uygun çalışmasını, karma eğitimin zorunlu olmamasını, süresiz nafaka uygulamasına son verilmesini savunan, sokak hayvanlarının öldürülmesini isteyen, Hizbullah’la ilişkilendirilen bir partinin elini tutmak Demirtaş için sorun değil…
    O halk içinde kadınlar, LGBTİ bireyler yok mu?

Gelecekte ne olur bilinmez ama şimdi TBMM’de Kürt siyasetine odaklanan partiler arasında yeni birlikteliklerin olabileceği de konuşuluyor.

GERİCİ VE DİNCİ PARTİ İLE EL ELE VERMEK

Demirtaş, HÜDA PAR’a birliktelik çağrısı yaparken, bu partinin kadınlar, LGBTİ bireyler ve sokak hayvanları konusundaki gerici politikalarını dikkate almıyor olmalı. Acaba HÜDA PAR’ın HDP ile el ele tutuşmasını gerektirecek vaatleri, programındaki şu öneriler mi?

“Olumlu ve olumsuz tüm yönleri ile eyalet sistemi, özerklik, federasyon gibi yönetim modelleri üzerinde serbestçe tartışılabilmeli.”

“Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğu nitelemesinden vazgeçilmeli.”

“Kürtçe, Türkçe ile beraber ikinci resmi dil olarak kabul edilmeli, Kürtçe aynı zamanda eğitim dili olmalı.”

“Başta Şeyh Said olmak üzere Kürtlerin büyük bir saygı ile andıkları Kürt âlimlerine zulmedildiği resmen kabul edilmeli, yakınlarından ve bütün halktan özür dilenmeli.”

“Medreseler iyileştirilmeli.”

Durum böyleyse, geçmişte HDP’nin siyasal İslamcı AKP ile de el ele verdiğini düşününce çok şaşırtıcı değil aslında. Ama bölge partisi değil, Türkiye partisi olacaklarını iddia ediyorlardı; demek ki olamamışlar.

Teslimiyete hayır!

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr
04 Haziran 2023, Cumhuriyet

 

Bir insan, bir toplum nasıl dönüştürülür?

Bir insan, bir toplum, ancak teslim alınarak dönüştürülür.

Peki bir insan, bir toplum nasıl teslim alınır?

İster kişi olsun, ister toplum, her varlık belli değer yargıları üzerinde yaşar.

Bir gruba aidiyet duygusu, bir inanç, bir millet, bir ideoloji, özetle bir kimlik, bu değer yargılarıyla karşılıklı etkileşim halindedir, böylece onun omurgası oluşur:

Bir kişiyi veya bir toplumu teslim almak için bu omurganın yok edilmesi gerekir ki onların yerine yeni bir kimlik, yeni bir değer yargıları bütünü konulabilsin.
***
Bireyleri ya da toplumları kimliklerinden koparıp teslim almak için onların umutlarını yok etmek gerekir.

Savaş esirlerinin (tutsaklarının) beyinlerinin yıkanması, teslim olmalarıyla, teslim olmaları ise hem işkenceyle hem de umudunun yok edilmesiyle sağlanır.

Maddi, manevi işkenceyi biliyoruz.

Umudun yok edilmesi de sürekli işkence ve baskıya ek olarak, önce bir kurtuluş umudunun yaratılması, bu umudun beslenip büyütülmesi ve sonra bu umudun boşa çıkarılıp bireyin tümüyle çökertilmesi yoluyla yapılır.

Teslimiyet, umudun yok edilişiyle sağlanır!
***
Kendi iktidarları için toplumların Demokratik Rejimlerini yok eden otokratların da en büyük silahı, iktidarlarının asla sona ermeyeceğine, bütün seçimleri kazanacaklarına, bireyleri ve toplumu ikna etmeleridir.

Ama Demokratik Rejim umudu devam ettiği sürece bireyler ve toplum ikna edilemez.

O nedenle, Otokratlar, Demokratik Rejim umudunu yok etmeye çalışırlar:

Elbette günlük çıkarlar peşinde olan sermaye sahipleri ve çıkarcı politikacılar, derhal böyle bir iktidara katılırlar…

Bu katılımlar da bireylerin ve toplumların Demokratik Rejim umudunu kırmak için kullanılır.

Ama asıl şok, iktidarın (güya serbest, adil ve şeffaf) bir seçimle düşürülebileceği umudunu yaratıp, bu umudu geliştirip, sonra onu boşa çıkararak yaşatılır.

Büyük umutlarla sandığa giden Demokrat seçmenler, yeniden otokrat iktidarın seçimi kazandığını görünce:

Demokrasi’ye de, Demokrasi için çalışanlara da, Demokrasi umudunu yeşertenlere de, siyasete de, hayata da küser, içine kapanır ve iktidara teslim olur.
***
Umudun tükenişi, teslimiyeti…

Teslimiyet, kayıtsız koşulsuz boyun eğmek anlamına gelen, biatı…

Biat da, Demokrasiden Otokrasiye bireysel ve toplumsal dönüşümü getirir.

Böylece, Özgürlüğün ve Adaletin de sonu gelir.

O nedenle:

UMUDUN TÜKENİŞİNE HAYIR…

TESLİMİYETE HAYIR:

YAŞASIN DEMOKRASİ…

YAŞASIN DİRENİŞ!

Sandıkta şüpheli sorular

Murat AğırelMurat Ağırel
murat.agirel@cumhuriyet.com.tr
03 Haziran 2023 Cumhuriyet cumhuriyet.com.tr
Son Yazısı / Tüm Yazıları

Seçimin üzerinden neredeyse bir hafta geçti. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışıyor.

Öyle ya ilk turda kazanıyoruz diyen bir muhalefet bloku vardı. Benim de çıktığım birçok tartışma programına konuk olan altılı masada yer alan partilerin temsilcileri seçim güvenliği konusunda sorduğumuz sorulara gayet kendilerinden emin bir şekilde cevap vermişlerdi ve sandıkların güvende olduğunu beyan etmişlerdi.

Ancak açıklanan resmi seçim sonuçlarına göre benim cevabını alamadığım sorular var. Şimdi çok kafamızı karıştırmadan sıra ile gidelim. Amacım kesinlikle bak bu nedenle seçim kaybedildi gibi bahaneler üretmek değil. Veriler ile soru sormak.

28 Mayıs seçim sonucu…

Erdoğan 27 milyon 834 bin 692 oy aldı, Kılıçdaroğlu ise 25 milyon 504 bin 552 oy aldı. Aradaki fark 2 milyon 330 bin kişi.

Toplam seçmen sayısı 64 milyon 197 bin.

Peki, kaç oy geçerli sayıldı, kaç kişi sandığa gitmedi?

Geçerli oy sayısı 53 milyon 339 bin, geçersiz oy sayısı 684 bin 372.

Sandığa gitmeyen seçmen 10 milyon 858 bin kişi. Bakın 28 Mayıs günü sandığa gitmeyen ve geçersiz sayılan oy toplamı 11 milyon 542 bin 547 kişi.

Peki, 14 Mayıs günü yani ilk turda sandığa gitmeyen seçmen sayısı kaçtı?

8 milyon 312 bin kişi yani 14 Mayıs-28 Mayıs arasında sandığa gitmeyen 2 milyon 545 bin 824 artmış. Yani Cumhur İttifakı’nın ilk tur sonrası kazanamamasına rağmen yarattığı zafer havası seçmenler üstünde etkili olmuş. Muhalefet ise bu algıyı ne yazık ki kıramamış.

YSK’nin açıkladığı veriler üzerinden kafalarda oluşan sorulara cevap bulabilmek adına (AS: için) hem YSK’ye hem de parti temsilcilerine sorular sordum cevap alamadım. Seçimlerden hemen önce YSK’nin bastırdığı oy pusulalarının adedinin neden çok olduğu hakkında sorular sormuştum.  (2023/308841 ihale kayıt no ile) YSK 249 milyon 670 bin 310 adet oy pusulası bastırdı.

  1. tur resmi seçim sonucuna göre cumhurbaşkanı seçiminde 55 milyon 833 bin, milletvekilliği seçiminde ise 55 milyon 836 bin yani toplamda 111 milyon 669 bin oy pusulası kullanıldı.
  2. turda ise 54 milyon 23 bin oy pusulası kullanıldı.

Her iki turda kullanılan toplam oy pusulası sayısı 165 milyon 692 bin. Peki, YSK ne kadar oy pusulası bastırmıştı? Cevap: 249 milyon 670 bin. Yani kullanılmayan fazla bastırılan 83 milyon 977 bin oy pusulası var.

Oy sayımı bitince hemen bir tutanak tutulur. Kimin kaç oy aldığının yanında teslim alınan oy pusulası adedi, kullanılan ve kullanılmayan oy pusulası adedi tutanaklara yazılır. Yani hangi sandıkta kaç tane oy pusulası kullanıldı bellidir.

Bu sayıyı YSK temsilcilerine sordum. Cevap alamadım. Parti yetkililerine ulaşamıyorum zaten. Öyle ya bizlere seçim öncesinde neyi taahhüt etmişlerdi? Sandıklar güvende. Her sandıkta fazla sayıda varız. O zaman ıslak imzalı tutanaklarda vardır.

Mantıklı olan bu değil mi? Değilmiş.

HalkTV de Kayda Geçsin programına katılan, CHP milletvekili seçilen Gökhan Günaydın, “İlk turda seçimin kaderini etkileyebilecek sayıda sandıkta yoktuk. Sahip çıkamadık. İkinci turda bu sayı azaldı ancak yine çok fazla sandıkta yoktuk. Sistem çalıştı ama ıslak imzalı tutanaklar eksik” dedi.

Yani Avustralya Sidney’de, Hatay’da ve birçok ilde cebinde 3 tane mühürlü oy pusulası ile oy vermeye çalışan örnekler mevcutken 83 milyon 977 bin olması gereken oy pusulası ne durumda öğrenemeyeceğiz!

NET CEVAP VERİLMİYOR 

Hangi sandıkta, kaç sandıkta temsilci yoktu öğrenemeyeceğiz.

21 yıl geçti arkadaş. Her seçim aynı şeyleri konuşuyoruz. Sorumlu kim bilmiyoruz. Çıkıp açıklama dahi (AS: bile) yapmıyorlar. Sorduğumuz sorulara karşı partiler kapı duvar.

“Seçimlerde olması gerekenden 1 milyon fazla seçmen var” diye soruyoruz. YSK de YSK temslicileri de parti yetkilileri de cevap (AS: yanıt) vermiyor.

“Kaç tane görevlendirme kâğıdı ile oy kullanıldı” diye soruyoruz. YSK de YSK temsilcileri de parti yetkilileri de cevap vermiyor.

“Kaç tane yabancı seçmen oy kullandı” diyoruz net cevap verilmiyor.

750 BİN YENİ VATANDAŞ 

Bakın değerli dostlar CHP Yetkilisi Onursal Adıgüzel daha önce yaptığı açıklamada Suriye, Afganistan, Libya, Irak ve İran doğumlu 240 bin seçmen olduğunu açıklamıştı. Bizler de bu sayılarda bir yanlışlık olduğunu söylemiştik. İBB Genel Sekreter Yardımcısı Buğra Gökce tam da bu söylediklerimizi belgelendirmiş.

2017-2022 döneminde konut alan yabancı sayısı 274 bin 258 kişi. Konut alanların 41 bin 182’si Irak uyruklu, 35 bin 335’i İran uyruklu, 31 bin 290 kişi Rusya uyruklu. 2022 yılında yabancıların en çok konut aldığı il ise İstanbul, Antalya ve Mersin.

Konut alan herkese ailesi ile birlikte vatandaşlık veriliyor. Her bir aileyi 3 kişi olarak düşündüğümüzde 750 bin yeni vatandaş yapıyor. Yabancı seçmen sayısı da doğal olarak bu sayıya göre artıyor.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu katıldığı bir televizyon programında 130 bin 914’ü reşit olmak üzere 230 bin 998 Suriyelinin Türk vatandaşlığı aldığını belirtti.

Bakın bu ev alarak vatandaşlık alan kişilerin dışındaki rakam.

  • Afgan, Somalili, Pakistanlı, Hindistanlı kaç Türk vatandaşı var bilmiyoruz.

Bu kişiler Türk milletinin kaderini (AS: yazgısını) belirliyor.

2002-2022 yılları arasında yabancılara 138 milyon metrekare büyüklüğünde taşınmaz satılmış. Yani İstanbul’u düşünün Beşiktaş, Bakırköy, Beyoğlu, Şişli, Bayrampaşa, Zeytinburnu, Fatih, Kâğıthane ve Kadıköy ilçelerinin toplamı kadar yer satılmış.

Bu sorularıma cevap alana kadar sormaya devam edeceğim…

 

BU İHANETİ VE MELANETİ YENMEK İÇİN

Gönül Pınar Atacı

Bu en dinsiz imansız dincilik
Ve en azılı ve şeytani cincilik,

Bu gerici ve yobaz bölücülük
Ve en barbarca sömürücülük,

Bu yalancılık, iftiracılık, zorbalık
Ve tam barbarlık ve saldırganlık,

Bu en narsist, nihilist ve nepotist klik
Ve eski ve yeni rasist ve faşist birlik,

Bu mandacı ajanlık ve provokatörlük
Ve mafyacı senaryoculuk ve aktörlük,

Bu tüm uzak ve yakın emperyal güçlere kur yapan kolculuk
Ve koltuk değnekliğinde en sağı bile geçen malum ‘solculuk’

Bu Türk ve Türkçe, Atatürk ve Türkiye, Cumhuriyet ve Altı Ok düşmanlığı
Ve şeyhlik, şahlık, halifelik, mehdilik, şeriat, biat, itaat ve cihad hayranlığı,

Bütün yurdun ve ulusun yoksul ve çilekeş başına yine karabela oldu
Ve insan, yasam, halk, vatan aşığı tüm muhalif kişileri arkadan vurdu.

Bu derin ihaneti ve melaneti yenmek
Ve bu kutsal topraklardan def’etmek için
Millet İttifakı’nı ve tüm öteki muhalefet güçlerini birleştirelim,
Ve tek ve gerçek bir Hak, Vatan ve Halk Cephesi’ne dönüştürelim.

Tüm çocukları, ulusal ve en evrensel bayramlarında
Özgürlüğe kavuşturalım.
Sevgili annelerine, ulu ninelerine ve genç ablalarına
İse albeyaz gonca güller
Ve en kırmızı karanfiller derip
sevgilerle sunalım…

Seçimler-1: Nereden gelindi?

Siyaset, 01.06.2023, BİRGÜN

Seçimler, demokrasinin olmazsa olmaz koşulu; ama yeterli değil. Anayasa, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS), seçim yasaları ve  Anayasa Mahkemesi (AYM), İH Avrupa Mahkemesi (İHAM) ve Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararları, Türk seçim hukuku ilkelerini oluşturur. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve Avrupa Konseyi gibi uluslararası kuruluş gözlemcilerinin raporları da bu çerçevede yer alır.

Seçim hukuku istikrarı için, seçimler öncesi  seçim yasalarını değiştirme yasağı bile öngörüldü.

Bütün bunların amacı, yurttaşların, –ülkenin, toplumun ve devletin geleceğini belirleyecek– temsilcileri, aydınlatılmış özgür iradeleri ile  seçebilmesini sağlamak.

Bu nedenle, oy verme günü ile sınırlı olmayan seçimler, her zaman için geçerli kurallar ve uygulamaları kapsamına alır; seçme – seçilme  ve oy hakları, özgürlükler hukuku içinde siyasal haklar demetinde yer alsa da, diğer (öbür) hak ve özgürlükler güvencelendiği ölçüde saygı görür.

Bu itibarla (bakımdan), “serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm” güvenceleri (AY md.67), anayasal hak ve özgürlükler bütünü ve bunlar karşısında devlet organlarının yükümlülükleri çerçevesinde anlam kazanır.
***
Bu koşullar, seçmenlerin bilgilenme hakkını kullanabilmesi, adayların ve partilerin de serbest yarışması ölçüsünde gerçekleşir.

Bunlar, 14 ve 28 Mayıs (2023) seçimleri öncesi ne ölçüde gerçekleşti?

Bilgilenme hakkı açısından; adayların eşit giriş hakkına karşın TRT’nin partizan yayınları, eşit olmayan bir uygulama değil yalnızca, muhalifleri  aşağılayıcı muamele:  Bir adaya bir saat, ötekine bir dakika; genel olarak, bir anda bir adaya 29 kanal, ötekine tek kanal. Haliyle seçmenler, bilgilenme hakkından nesnel bir biçimde yararlanamadı.

Yarışma koşullarında eşitsizlik,14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimleri öncesi de vardı, ancak bu seçimlerde yaygın ve sistematik bir hal aldı. Nasıl?

-Öncesi; eşit yarışma koşullarını bozan seçim barajı ve devlet yardımı düzenlemelerine, 2017’de Cumhurbaşkanı (CB)’nın parti başkanlığı eklendi.

Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) sonucu “kişi+parti+Devlet birleşmesi”, Türkiye Cumhuriyeti kamu tüzel kişiliğini çökertti ve toplumsal barışı tehdit etmeye başladı.
***
-Seçim süreci;

  • Bir; kişi ve kural aynı olduğu halde CB, 3. kez aday oldu.
  • İki;  deprem yaralarını sarmaya yönlendirilmesi gereken Devlet olanakları, 35 gün öne alınan seçimler için seferber edildi.
  • Üç; milletvekili ve bakanlık bağdaşmadığı halde, CB yardımcısı ve bakanlar, görevlerinden çekilmedi ve devlet olanakları, Cumhur ittifakı CB adayı ve AKP adayları için seferber etti.

Anayasa dışı bu üçlü, medyayı, resmi dezenformasyon aracına dönüştürdü. Hukuksuzluk, saldırı, şiddet, tehdit, terör, şantaj zincirinin mubah görüldüğü yerde seçimlerin meşruluğu da sorgulanamadı.

  • Camiler, kin ve nefret naraları eşliğinde seçim karargahlarına çevrildi. 

Bu ortam ve koşullarda, yaklaşık %4 fark, sayısal olarak sonucu belirlemiş olsa da, CB seçimleri için kullanılan oylar arasında değer olarak tersi anlamda daha büyük fark var.

Bu nedenle; Millet İttifakı (CHP-İYİ P.- Deva P., Demokrat P.-Gelecek P. Saadet P.) adayı Sn. Kılıçdaroğlu ve Cumhur İttifakı (AKP-MHP-Hüda Par-Y. Refah P.-DSP-BBP) adayı Sn. Erdoğan arasındaki adil olmayan yarışmayı doğru okumak, seçmenlere ve  gelecek kuşaklara karşı bir sorumluluktur.

Millet İttifakı ve demokratik muhalefet için şimdilik şu eleştiri ile yetinelim: Seri hukuk cinayetleri karşısında çoğu zaman seyirci kalmak.

Sonuç olarak, ‘gelinen yer’, PBDBY’nin ne şekilde sürdürülmek istendiği, ama aynı zamanda demokrasi inşası için yapılması gerekenler üzerine yeterince fikir veriyor. Bunlar doğru saptanamaz ve hukuk yoluyla demokrasinin asgari gerekleri üzerine uzlaşma sağlanamaz ise, demokratik hukuk devletini inşa bir yana, sandığı araç olarak kullanarak totalitarizmi inşa etmeye çalışan tek kişinin keyfi yönetimine katkı sunulmuş olur.
================
Yazının 2. bölümü için tıklayınız :
Seçimler-2: 14 ve 28 Mayıs | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Ne yapmalı ?

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr


DEMOKRATİK REJİM YENİDEN NASIL KURULUR?

Demokratik rejimin yeniden kurulması için siyasal tablonun iyi analiz edilmesi gerekir. Önce siyasal bilimlerin birinci ilkesini anımsayalım:

Siyaset boşluk kaldırmaz!
***

1) Türkiye’deki siyasal tablonun birinci eksiği Demokratik Rejimdir:

Erdoğan/AKP iktidarı yargıyı da ele geçirerek Demokratik Rejimi katletti…

Yine yargı aracılığıyla, “Şahsım Devleti”ni, yani Padişahlık tacı giymiş Faşizmi uygulamaya soktu!

Demek ki siyasette doldurulması gereken birinci boşluk rejimdir:

Rejim konusundaki boşluğun doldurulması için ise Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti için mücadele etmek gerekiyor.

a) Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti için mücadele etmenin birinci adımı yargının bağımsızlığı için savaşmaktır. Bağımsız bir yargı için mücadele etmenin araçları hiç de az değildir:

İnsanlık tarihi, hukuk tarihi, bilim, vicdan, ahlak, Anayasa, yasalar, Evrensel Hukuk, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna dayalı olan AİHM kararları ve kamuoyunun sürekli olarak bunlara vurgu yapması yargı bağımsızlığının oluşturulmasında etkin araçlardır.

b) Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti için mücadele etmenin ikinci adımı ise Sendikaların, Demokratik Toplum Örgütlerinin, Meslek Odalarının, İnsan Hakları Derneklerinin, Siyasal Partilerin, Gençlik Örgütlerinin, Kadın Hakları Derneklerinin, Çevrecilerin, Anayasada ve yasalarda kendilerine tanınmış olan ifade özgürlüğü haklarını sonuna kadar kullanmalarıdır.

c) Demokratik Rejim için, yani Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti için mücadele etmenin üçüncü adımı, medyanın bu hedefe dönük olarak örgütlenmesi ve yayın yapması ve bunların genel okur ve izleyici kitlesi tarafından izlenerek desteklenmesidir.

Demokratik Rejim taraftarları, bu rejimi savunan medya organlarını, gazeteleri, radyoları, dergileri, televizyonları, “YouTube”u, “Podcast” yayınlarını, izlemeli ve desteklemelidirler.

d) Demokratik Rejim, halkın sadece (yalnızca) seçimden seçime sandığa gitmesi demek değildir. Bu satırları okuyanlar başta olmak kaydıyla bütün halk, duygu ve düşüncelerini, milletvekilleri, belediye başkanları gibi politikacılara yansıtarak siyasete ağırlıklarını koymalıdır.
***
Biliyorum, sevgili okurlarım, bütün bunlar size biraz ütopik ve belki de zor geliyor ama dünyada ter ve gözyaşı dökülmeden kurulan hiçbir Demokratik Rejim yoktur

Lütfen Atatürk ve İsmet İnönü’nün topluma bedel ödetmeden bize armağan ettiği Demokratik Cumhuriyet için biraz çalışalım!
***
2) Türkiye’deki siyasal tabloda eksik olan ikinci faktör (etmen) hem “Ortanın Sağı”nın hem de “Ortanın Solu”nun siyasal yelpazede yarattığı boşluktur:

a) Erdoğan/AKP iktidarının toplumu ayrıştırıcı ve insanları birbirine düşmanlaştırıcı kimlik politikaları “Demokratik Rejim” üzerinde uzlaşmış olan “Orta Sağ” ve “Orta Solu” yok etti.

Bu açıdan Demokratik Rejim’in yeniden inşasında “sevgi”, “uzlaşma” temalarının, “Temel Hak ve Özgürlüklerin” vurgulanması doğru bir yaklaşımdır; ama yalanlara ve saldırılara yanıt veremediği için yeterli değildir.

b) Erdoğan/AKP iktidarının yaptığı seçim yasası ittifakları zorunlu kıldı, böylece toplumdaki ayrıştırma ve düşmanlaştırma politikasına uygun olarak Demokratik Rejim üzerinde uzlaşmış olan “Orta”yı, aşırı uçlara taşıdı.

Dolayısıyla, siyasal yelpazedeki “Orta Sağ” ile “Orta Sol” boşluğunu yeniden doldurmak gerekmektedir.

c) Erdoğan/AKP iktidarı “Orta Sağ”ı kendi içine alarak Demokratik Rejimden uzaklaştırdı, dinci-ırkçı-çıkarcı sağ içinde eritti.

Tarikatları, partinin, hükümetin ve devletin içine sokarak rejimi, siyasette din istismarına dayanan bir yapıya taşıdı.

Millet İttifakı tarafından da doldurulamayan Orta Sağ’daki boşluk ülke siyasetinde önemli bir eksikliktir.

d) CHP, sadece (yalnızca) bütün öteki sağ partilerle ittifak ederek değil, aynı zamanda CHP’nin geleneksel Atatürkçü ve Orta Sol çizgisini de “Orta Sağ”a taşıyarak yani partinin tarihsel kimliğini değiştirerek “Orta Sol”u yok etti, fakat “Orta Sağ”daki boşluğu da dolduramadı.

Partinin Orta Sol ve Atatürkçü çizgisi korunarak yapılabilecek ve verimli olabilecek olan bu ittifak, partinin öz varlığı da sağa kaydırıldığı için, yelpazede “Orta Sol” konusunda ciddi bir boşluk yarattı.

Hele “helalleşmek” gibi dinsel terimlerin kullanılması hem kimseyi ikna edemedi hem de partinin çekirdek kadrosunu kendisinden uzaklaştırdı.

  • CHP’nin yeniden özgün çizgisine dönmesi ve “Orta Sol”daki bu boşluğu doldurması gerekiyor.

CHP bunu beceremezse, “Siyaset boşluk kaldırmaz” ve başkaları (haksız ya da haklı olarak) burayı doldurur.
***
Sevgili okurlarım, ben ne politikacıyım ne de siyasal parti lideri:

Dolayısıyla yukarıda yazdıklarım sadece (yalnızca) birtakım gözlemlerdir.

Çözümleri üretecek olanlar elbette politikacılar ve parti liderleridir.

Ama bizim de yurttaşlar olarak üstümüze düşen görevleri yapmamız gerekiyor!

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 31 Mayıs 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Adil Serdar SAÇAN

Vatansever aydın Türk insanı Adil Serdar Saçan genç yaşta aramızdan ayrıldı.

Tüm iğneler O’na haksız-hukuksuz saldıranlara…

HAZIM

Nebati, tarifeli uçağı beklettiği için kendine kızan yolculara ,”Hazmedin kardeşim seçimi AKP kazandı, Erdoğan kazandı.” dedi.

Hak etmediği yeri hazmedemeyen biri…

MAL

Seçim öncesi kendisini yayına çıkarmayan TRT’ye, ”Kanalları Erdoğan’ın babasının malı gibi kullanıyorsunuz” demişti.

RTE ile anlaşınca şaaak çıktı.

Meğer “Erdoğan’ın malı” ymış!…

ÜLKÜCÜ

Ülkücü, kessen HÜDA PAR’la aynı sandığa girmez” diyen Oğan onlarla saray balkonunda kol kola girdi.

Kesik…

YEMİN

AKP’nin meclise soktuğu HÜDA PAR’lı Serkan Ramanlı, milletvekili yeminin içeriğinin yanlış olduğunu ama tereddütsüz yemin edeceklerini söyledi.

Baktılar devletin başındaki bile yeminine uymuyor, sorun olmaktan çıkardılar…

KAFA

FETÖ kumpaslarıyla hedef alınınca onur intiharıyla yaşamına son veren kahraman Türk subayları için “Mermiye kafa atanlar, tahta kuruları, koca fareler” gibi ifadeler kullanan Sabah yazarı Engin ARDIÇ öldü.

Yaşama kafa atıp hesabı kapattı…

NAMERT

SS,  “Önümüzdeki 5 yıl, Amerikan askeri dahil olmak üzere bu ülkenin başına bela olan her kim varsa silip süpürmezsek namerdiz.” dedi.

22 yıldır iktidar, 7 yıldır bakan olup süpürmeyenler nedir?..

MİLLİ

Bursa’nın Mudanya ilçesinde sandık görevlilerinde bulunan Atatürk rozeti ve Türk bayrağı, AKP’nin itirazı üzerine siyasi simge sayılarak yasaklandı.

  • Gaflet, dalalet, hıyanet!

Atatürk ve Türk bayrağı her türlü siyasetin üzerinde ulusal simgedir…

ŞARKI

RTE, seçim sonucu belli olunca şarkı söyledi.

Hakkıdır.

Önünde sonunda teneke çalınacak günler de gelecektir…

MÜCADELECİ

Cannes Film Festivali’nde “ En iyi kadın oyuncu” ödülünü kazanan Merve Dizdar törendeki konuşmasında,

  • “…Bu ödülü kendisine layık görülenlere boyun eğmeyip eyleme geçen,
    bu uğurda her şeyi göze alan ve ne olursa olsun umut etmekten vazgeçmeyen tüm kız kardeşlerim ve Türkiye’de hak ettiği güzel günleri yaşamayı bekleyen tüm mücadeleci ruhlara armağan ediyorum.”
    dedi.

Tam zamanında…