Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

20 TEMMUZ KIBRIS BARIŞ HAREKATI YILDÖNÜMÜNDE

Dr. Noyan UMRUK | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Dr. Noyan UMRUK
Em. General
https://www.guncelmeydan.com/pano/20-temmuz-kibris-baris-harekati-yildonumunde-dr-noyan-umruk-t51666.html

20 Temmuz 1974 – ŞAFAK SÖKERKEN KIBRIS SEMALARI;

Rauf Denktaş; “-Allah’ım Geldiler .. Geldiler..”

“-Gökten iniyorlar.. Yağmur gibi..”(1)

*


Rauf Denktaş anlatıyor.;

Harekatın bir gün öncesi… Saat: 19.45

Büyükelçi Asaf İnhan Bey aradı, seni bekliyorum mesajı verdi.

Birkaç yüz metrelik mesafe sanki millerce uzun geldi bana.

Asaf Bey gülerek; “-Gel bakalım Denktaş Bey, beklediğin gün geldi…’ dedi.

Elime küçük bir kâğıt uzattı… “-Evet, yarın sabah saat beşte geliyorlar…”

Başımın uğuldadığını hissettim. Sarılarak ağlaştık.

Geliyorlardı. Kurtulacaktık artık.
*

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, yaşamını Kıbrıs davasına

adadı.. 1963 yılında başlayan Türklere yönelik terör saldırılarına karşı da Dr. Fazıl Küçük

önderliğinde Ada’da halkla birlikte mücadele etti ve Türk halkının haklarını uluslararası zeminde

savundu.

15 Temmuz 1974 Nikos Sampson darbesinden sonra Ada’da yeni bir dönem başladı.

Denktaş, Makarios’a karşı yapılan darbenin aslında Enosis (ilhak/birleşme) amaçlı olduğunu

belirterek, Ada’ya ‘müdahale’ etmekten başka çare olmadığını Ankara’ya iletti.

Zamanın Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan hükümeti de hemen harekete geçerek, yoğun

diplomasi ve baskı politikası uyguladı. Bu şekilde çözülemeyeceği anlaşılınca da 20 Temmuz

sabahı müdahale gerçekleşti.

***

Rauf Denktaş anlatmaya devam ediyor;

20 Temmuz: Sabah beş… Bayrak radyosu beyanatımı vermeye başladı. ‘Bugün, bu anda

kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs’ın her yanında havadan ve denizden çıkarma

yapmaktadır.. Gazanız mutlu olsun. (…) Sabırlı olunuz, harekâtın zaferle bitmesini bekleyiniz…’ …

Ve birdenbire derinden top sesleri… Hemen arkasından Gönyeli ovalarına yağan paraşütler…

Etrafa baktım… Ağlayanlar çoktu… Yere kapanmış toprağı öpenler vardı… Ben de

ağlamaktaydım…

Avusturyalı irtibat subayı elimi iki avucunun içine alarak ‘sizi kutlarım, artık kurtuldunuz’ dedi.

Her yerde, herkesin yürüyüşü bile değişmişti.

Başlar dik. Gözlerde sevinç ve gurur vardı. Ölsek de gam yemeyiz artık diyordu herkes..
Geldiler ya…

Her Türk’ün içinde Rum’un yıllarca, sınırlardan çalıp dinlettiği ve bizimle alay ettiği

‘Bekledim de gelmedin’ şarkısının uyandırdığı öfke ve acı vardı:
Gelmişlerdi işte!..

11 yıldır çekilen çileler son buldu.

Bağımsız KKTC’nin yolu açıldı.
Ada’ya da gerçek manada barış geldi…”

Anavatan ve Kıbrıs Türklerinin çifte bayramını kutlarken, başta büyük devlet adamı rahmetli

Rauf Denktaş olmak üzere Kıbrıs şehit ve gazilerimize minnet ve şükranlarımızla anıyoruz…

Işıklara gark olsunlar…

(1) Rahmetli Rauf DENKTAŞ’ın ANILAR’ından alıntılarla…

İslamcıların Batıyla dansı-2: Hukuksuzluğa boyun eğmeyiz

Merdan Yanardağ

Merdan Yanardağ

Savcılık benimle ilgili iddianameyi beklenmedik bir hızla hazırlamış. İşin magazini olan tarafını öne çıkararak “suç” üretmeye çalışmış. Bu kumpası da bozacağız. Hukuksuzluğa ve zorbalığa boyun eğmeyeceğiz.

Siyaset 17.07.2023, BİRGÜN 
İslamcıların batıyla dansı-2: Hukuksuzluğa boyun eğmeyiz

Erdoğan-AKP iktidarının daha önceki Batı karşıtı söyleminin tamamen mizansen (tümüyle kurgu) olduğunu ileri sürmek doğru olmayacaktır. İslamcı hareket, kendisini iktidara getiren ve bölgedeki bütün kirli işlerini gördüren Batılı emperyalist güçlerle itişiyordu; çünkü yeterince güçlendiğine ve devleti ele geçirdiğine inanıyor -özellikle 15-20 Temmuz darbe sürecinden sonra- böylece kendi şeriatçı programını hayata geçirmeye yöneliyordu. Bu amaçla Rusya’ya yaslanarak Batı’dan gelen baskıları karşılamaya ve dengelemeye çalışıyordu.

AKP, iktidara geldiği 2003-2004 yıllarında henüz çok zayıf olduğu için, bu açığı Batı’ya ve AB’ye yaslayarak kapatmaya çalışıyordu. Batı’ya sahte bir “demokratikleşme” retoriğiyle dayanan Erdoğan, böylece içeride iktidar alanını genişletmek istiyordu. Bunda başarılı da oldu.

İktidar kudretindeki açığı Batı’ya dayanarak kapatan Erdoğan, adım adım büyük cumhuriyetçi, laik ve bu anlamda sol muhalefet dalgasını kırdı. Erdoğan, Batı’nın sopasıyla iç siyaset alanını yeniden düzenledi. Anımsanacağı gibi cumhurbaşkanlığında Ahmet Necdet Sezer vardı. Yüksek yargı, üniversiteler ve başta TSK olmak üzere özerk kuruluşlar yerinde duruyordu. Ülke Cumhuriyet Mitingleri ile sarsılıyordu. AKP iktidarı bu yükselen demokratik ve seküler muhalefeti Batı’nın desteğiyle tasfiye etti. Amacına ulaşınca da AB hedefi rafa kaldırıldı. “Laikçi teyzeler” haklı çıkmıştı.

Erdoğan’ın Vilnius Zirvesi’nde İsveç’in NATO üyeliği konusundaki veto yetkisini yine aynı amaçlı kullandığı anlaşılıyor; çünkü AKP iktidarı en zayıf ve kırılgan olduğu dönemlerden birini yaşıyor. Öyle ki ancak radikal İslamcı (hatta terörist olduğu belirtilen) örgütlerin desteğiyle; o da adil olmayan koşullarda hile, iftira ve kara propagandayla alınan bir seçim söz konusu. Üstelik “kıl payıyla” denilebilecek küçük bir farkla alınan bir iktidar söz konusu.

  • Toplumun yarısı ise bu iktidara ve islamo-faşist harekete karşı direniyor.

Her iki kişiden biri O’na “hayır” demiş durumda.

  • Gerici-faşist hareket, aslında yitirdiği bir seçimi deyim uygunsa çaldı.

Muhalefetin değerini bilmediği, yönü ve kapsamı belirsiz bir “değişim” tartışması ile iktidarı bir yana bırakarak değersizleştirdiği %48’lik büyük bir potansiyelin anlamını iktidar görmüştü. Bu nedenle Erdoğan yönetimi, tüccar kurnazlığıyla yeni bir manevra yaparak rotayı tekrar Batıya çevirdi. Yıkıcı bir karakter kazanan ekonomik kriz de böyle bir manevrayı zorluyordu. Bu krizden yalnızca Rusya’ya ve Körfez Emirliklerine yaslanarak çıkılmazdı.

Üstelik bu dönüşü ya da rota değişikliğini ise “yeni bir dönemin başlangıcı” diye nitelendirir. Görece doğru bir nitelendirmedir. Gerçekte Amerikancı ve NATO’cu çizgisinden hiçbir zaman kopmayan Erdoğan yönetimi, siyasal sıkışıklığın ve ekonomik iflasın zorlandığı bu dönüşü yapmak durumundaydı.

Peki, bu dönüş iç siyasette bir yumuşamaya yol açar mı? Esas olarak hayır! Ancak göstermelik kimi adımlar atılabilir. İnfaz yasasında bir değişiklik ile kısmi ve örtülü bir af çıkarmak bunlardan biri olabilir. NATO’yu doğuya doğru genişletmek, Rusya’nın yanı sıra İran ve Çin’i de kıskaca almaya çalışan Batı, yeni dönemde jeopolitik önemi yeniden artan Türkiye’nin İslamcı iktidarını “demokratik” nedenlere fazla sıkıştırmayacaktır. Kimi şımarıklık ve aşırılıklarına ise göz yumacaktır.

SİLİVRİ’NİN HALLERİ

Savcılık benimle ilgili iddianameyi beklenmedik bir hızla hazırlamış. İki ayrı suçlama yönelterek 1 yıl 6 aydan 10,5 yıla kadar hapis cezası isteniyor. Suçlama ise “terör örgütü propagandası” ve “suç ile suçluyu övmek”, iyi mi! Kanıt olarak da PKK yöneticisi Duran Kalkan’ın yaklaşık bir yıl önceki bir konuşmasını koyup benim sözlerim ile paralellik kurmuşlar. Şaka gibi ama gerçek. Tam bir Nazi hukuku oluşturma denemesi. Bu yöntemle toplumun yarısı yargılanabilir. Kanıta bakar mısınız?

İddianamede, ne benim AKP’nin Kürt politikasının eleştirisi var ne de bu partinin Diyarbakır Milletvekilinin sözleri… Bağlamından koparılan 62 saniyelik montaj video esas alınmış. Üstelik bu montaj videoda da “suç” yok; ama ortaya şöyle bir tablo çıkmış: Bayram öncesinde ben durduk yere “Gündem boş, şöyle Öcalan’ı öven bir program yapayım” demişim! Durduk yere. Gündem de değil, bağlamı yok, öylesine… Tam bir deli saçması!

Oysa gündeme de gelmiş, bağlamı da var. AKP Diyarbakır Milletvekili, 19 Haziran’da yeni bir “çözüm sürecini” ima eden ve Selahattin Demirtaş’ı suçlayan, Öcalan’ı ise öven bir röportaj verince biz de konuyu 20 Haziran’da yani bir gün sonra ele aldık. Ancak iddianamede programın esasını oluşturan bölüm adeta gizlenmiş. O bölüm benim, devletin infaz yasasının herkese adil ve eşit şekilde uygulanmasını istediğim sözlerimden oluşuyor; çünkü Ensarioğlu, Öcalan’ın “anlayışlı” olduğunu da söylediği röportajında, “tecrit” uygulamasının da Kandil ve Demirtaş yüzünden olduğunu öne sürüyordu.

Bunun üzerine ben de “O halde tecriti kaldırın, ailesi ve avukatlarıyla görüşsün, kamuoyunda ne söylendiğini öğrensin. İmralı’yı siyasal bir araç olarak kullanmaktan vazgeçin” dedim. Belli ki iktidarın elinden bir oyuncağı almış oldum. Bu tartışmayı da ilk kez geniş bir kesime yaydım. İktidarıyla, muhalefetiyle kurulan bir mutabakatı (uzlaşıyı) bozdum. Kıyamet buradan koptu. Ancak savcılık, asıl konuyu bir yana bırakarak biraz da ironiyle söylediğim ve deyim uygunsa işin magazini olan tarafını önere çıkararak “suç” üretmeye çalışmış; çünkü bir iktidara “devletin infaz yasasını herkese adil şekilde uygula” demek suç değil ama gürültünün asıl nedeni bu!

Bu kumpası da bozacağız. Hukuksuzluk ve zorbalık karşısında boyun eğmeyeceğiz.

==================================
Dostlar,

Aşağıdaki görseli biz ekledik.. 25 gündür haksız ve hukuksuz, tuzakla tutsak..
AKP iktidarının hukuk ve adalet anlayışı için turnusol kağıdı..
HAK – HUKUK – ADALET  er ya da geç yerini bulacak ve suçlular hesap verecek..

Image

Kuzey (Ankara) güney ekseni: Meclis mi, kişi mi?

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu
Siyaset 20.07.2023, BİRGÜN

10 Temmuz sabahı İstanbul’da  ‘İsveç’in NATO üyeliğine hayır’ sözü, akşam Vilnius NATO zirvesinde, ‘evet’e döndü; ama “nihai karar TBMM’de” kaydı da eklenerek. Oysa “Parlamenter sistem tartışmaları bir daha açılmamak üzere kapanmıştır” sözü belleklerde.

AKP Genel Başkanı ve CB Erdoğan’ın gün içindeki ‘hayır’-‘evet’ çelişkisi ve AB kartını kullanması karşısında Avrupalılar, “görüş değiştirme yeteneği yüksek kişi”, “pazarlıkçı” ve “ucuz şantaj denemesi”  vb. nitelemeler yaptı.

Türkiye’de insan hakları ihlallerine ilişkin soruları ise, ‘bu konularda sorun yok’ şeklinde yanıtlandı.

MANEVİ RÜZGÂR!

Doğru, Anayasa düzleminde  basın ve ifade özgürlüğü güvenceleri de var. Ama sorunun kaynağı, “2017 kurgusunun anayasasızlaştırma sürecine ivme kazandırması eşliğinde  yargının siyasallaşması.

Aslında yasama-yürütme karşılıklı denge ve denetim düzeneği kaldırılmasa, yargı bağımsız karar verebilse, anayasal hak ve özgürlükler saygı görecek; ülke, “siyasal ve düşünsel suçlular” hapishanesine dönüşmeyecekti.

2017 kurgusu sonucu parti genel başkanı da olan CB, kendi iradesi dışında TBMM’nin karar alamayacağını da biliyor.

Oysa özerk TBMM, uluslararası ilişkilerde ulusal çıkarları savunmada hükümetin ve yöneticilerin elini güçlendirir.

Bu nedenle, “Meclis karar verir” sözü, “parlamenter sistem” tartışmasını kapatmak bir yana, açmakla gerçekçi olur; üstelik, Anayasa değişikliği gündeminin sıcak tutulduğu bir ortamda.

Parlamenter rejimde, başbakan, Hükümeti temsilen açıklama yapacaktı ve akşama kadar değişmeyecekti, Meclis’e yaptığı yollama da inandırıcı gelecekti.

Talimat ile yasa yapan Cumhur İttifakı, hayır oyu bir yana, CB tezkeresini müzakere bile edemez

Şu halde kurumlara ve kurallara dönüş, Türkiye’nin uluslararası toplum önündeki saygınlığı bakımından da yaşamsal. Uluslararası ilişkilerde sürekli savrulmalar, parlamenter rejim gereksinimini her gün daha çok hissettiriyor.

Kuşkusuz bu okuma, parlamenter rejim yanlısı ‘demokratik muhalefet’çe yapılmalı.

Ne ki, 2023 hezimeti, monokrasi ayracını kapatmak için demokratik itici güç değil, teslimiyet yaratmış görünüyor.

Bu nedenle demokratik anayasa, yurttaşlar ve sivil toplum örgütleri başta gelmek üzere toplum tarafından istenmeli.

“Parlamenter sistem, Meclis demek. Tartışmaya bile karşı çıkan kişinin “Meclis karar verir” sözü, bir çelişki değil mi? Hem TBMM önemsenecek, hem de Temmuz sonu bile beklenmeden Meclis kapatılacak. Neden?

İsveç’in NATO’ya giriş onayını geciktirmek mi yoksa, nasılsa 1 Ekime  kadar Meclis kapalı olacağı için siyasal İslam çalışmalarına ivme kazandırmak için mi?

ÜLKESEL YAĞMA!

Meclis’i işaret ederek göz kırptığı Kuzey’in manevi rüzgarı, 17 Temmuz’da Ankara’yı güneye yönlendirdi, “maddiyat” için: Para karşılığında ulusal varlıklar.

Riad, BAE ve Katar yolunda ise, bu kez “Biz neyi satacağımızı çok iyi biliriz” sözleriyle “ülke pazarlaması itiraf ediliyor.

Güney hattında, içerisi ve dışarısı birbirini tamamlıyor gibi:

İÇERİDE: Menzil TarikatI’na tıpkı Hizmet Cemaati’ne olduğu gibi, “ne istedilerse verilmiş” görünen ve anlaşılan.

DIŞARIYA: İslam dünyasına da çok değerli ulusal varlıklar satılacak!

Hangi ortamda? Kuzey’de işaret edilen Meclis, hemen kapatılarak; Güney’e ise, ülkeyi pazarlamak için “aile boyu saltanat gezisi” düzenlenerek.

  • Baltık Denizinden Basra Körfezi’ne savrulmalar, 14 ve 28 Mayıs seçimlerinin sonucu.

Muhalefetin yapabildiği ise, TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırmak.

Oysa TBMM gündemi, içeride yoksullaştırılan halkı ölesiye soyan vergilerle sınırlı kalmamalı, ulusal değerlerin satışına yönelik eylem ve işlemleri de olmalı.

CHP, Yeşil Sol P, İYİ P. SP ve diğerleri, CB’nin, NATO ile ilgisi bulunmadığı halde AB kartını kullanma girişimi karşısında TBMM’de “demokrasi ve hukuk”, en değerli varlıkları pazarlama karşısında ise, ‘ülkesel değerler’ savunmasını yapabilmeli.

Demokratik parlamenter rejim isteyen partiler, azınlık bilinci ile davranamadıkları sürece, ne ulusal değerleri savunabilir, ne de  uluslararası ilişkilerdeki savrulmaların önüne geçebilir; olsa olsa “tek kişi dümeni”ne girer.

YÜKSELİŞ DE ÇÖKÜŞ DE EKONOMİKTİR!

ATILIM ÜNİVERSİTESİ - Maliye - Akademik PersonelProf. Dr. DURAN BÜLBÜL
Maliye Uzmanı
22 Haziran 2022 (13 ay önce!)

Kurtuluş Savaşı yıllarında buğday üretimimiz, gereksinimi karşılamıyordu. Şekeri de ithal ediyorduk.
Ulusal sanayimiz yoktu. İzleyen yıllarda, kısa sürede buğday üretimi artırılıp dışsatım (ihracat) yapar düzeye çıkarıldı. Kurulan şeker fabrikalarıyla şeker gereksinimi karşılandı.
Kısa sürede sanayileşme ve kalkınmada dünyaya örnek olduk.

  • Dışa bağımlılık bitirildi.
  •  Türkiye’nin kendi kendine yeten bir ülke olduğu,ders kitaplarında yaygındı.

Atatürk sonrasında ise Türkiye yeniden dışa bağımlı duruma geldi.

Tahıl ambarı olan ülkemiz, buğday dışalımı yapar (ithal eder) oldu.

Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi sonucu önemli ölçüde dışa bağımlı olundu.

1. Dünya Paylaşım Savaşı bitiminde Avrupa ülkeleri çok ağır ekonomik bunalımlar yaşıyordu.

Tarihe “Büyük Bunalım” olarak geçen bu dönemde (1929 sonrası yıllar) fiyat artışları İngiltere’de % 242, Fransa’da % 357 / yıl idi.

Ancak, dünya savaşından çıkan bu ülkelerde görülen orandan çok daha azgın enflasyon, son dört ayda (2022’nin ilk yarısı, geçen yıl) Türkiye’de görüldü.

AKP iktidara geldiğinde 1 $ = 1.60 TL iken bugün 10 katını aştı, 17.30 TL oldu.
(AS: 20 Temmuz 2023’te, %56 devalüasyonla 1 $=27 TL oldu!!!)

Bu dönemde TCMB rezervleri eritildi, eksi rezervlere düştü.
(AS: 2023 ortası, eksi 70 milyar $!)

YÜKSELİŞ DE ÇÖKÜŞ DE EKONOMİKTİR!

Anımsayalım, 1929-35 döneminde dünyada sanayi üretimi artış hızı %19 iken Türkiye’de %96 olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ün yoktan var ettiği Türkiye Cumhuriyeti, dünyanın saygın ülkelerinden biri, dünyanın 11. büyük ekonomisidir.

AKP döneminde, özellikle son yıllarda Türkiye ekonomisi saygınlığını, güvenilirliğini yitirerek ekonomik büyüklük olarak (toplam ulusal gelir, GSMH) 16. sıradan 22. sıraya gerilemiştir. (AS: G20’den düştük gerçekte!)

Ekonomi, var oluş veya yok oluş nedenidir, kısaca her şeydir.

Yaşamak ve mutlu olmak için gerekenlerin tamamıdır neredeyse.

Tarım, ticaret, hizmet, sanayi, istihdam, sağlık.. demektir.

Türkiye’de 1931’de, ilk kalkınma planı hazırlığı başlamış, 1933’te tamamlanarak 1. Beş Yıllık Sanayi Planı uygulanmıştır.

Bu kapsamda 1933-38 arasında 20 fabrika kurulmuştur. Bunlar öz kaynaklarla, dış borç alınmadan yapılmıştır.

  • AKP döneminde ise Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan bu fabrikalar tümüyle özelleştirilmiş, yok edilmiştir.

Bugünkü ekonomik bunalımın (krizin) bir nedeni de (yanlış) özelleştirme politikalarıdır.

DENK BÜTÇE

1923-38 yıllarında (1925 dışında) hazırlanan bütçeler fazla vermiştir.

1925’te bütçenin açık vermesinin nedeni çiftçiye, köylüye zulmeden Osmanlı mültezimleri eliyle toplanan, tarımsal üretimin artışına engel olan, yoksul köylünün belini büken Aşar (Ondalık, Öşür) Vergisinin kaldırılmasıdır.

Bu vergi dolaysız vergilerin % 48’ini, kamu gelirlerinin toplam % 28.6’sını oluşturuyordu. Bütçede böylesine yüksek oranlı bir gelir olsa bile, Atatürk bu vergiyi kaldırmıştır.

Günümüzde ise bütçe gelirlerinin binde 3’ünü oluşturan vergiler kaldırılmamaktadır. Oysa çiftçiyi korumak, ulusal tarım üretimini desteklemek için böyle bir karar alınsa, çiftçi mazotu % 42 daha ucuz edinecektir.

Atatürk döneminde Türkiye ortalama yılda % 10’a yakın büyürken, CHP’nin tek başına iktidar olduğu 1923-50 döneminde ortalama %8.1 büyümüştür.

AKP iktidarında 2003-2022 arasında ortalama yıllık büyüme hızı %4’tür.

Ekonomide çıkış için, 1923-50 dönemi CHP’nin kalkınma iktisadı politikalarının yaşama geçirilmesi gerekir.

Bu dönemde CHP, denk bütçe politikasını parti programına almış, aynen uygulamış ve Türkiye ne bütçe açığı ne dış ticaret açığı vermiştir.

Çözüm gene ATATÜRK’te, Kemalizm’de!

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 19 Temmuz 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

KADINLARIMIZ

Türk Kadın Voleybol Milli Takımı dünya birincisi oldu. Kutlarım.

Kadını eşit görmeyen yobazlara küt (smaç) böyle vurulur…

BENİM

MEB Tekin Milli Eğitim kurumlarında çalışan öğretmenlere “Benim öğretmenim” diye sahip çıkarken, özelde çalışanların yetersiz olduğunu söyledi.

Kendini devlet / millet yerine koyan eksik olmuyor…

GERİCİLİK

Hüda-Par’ın Gaziantep Milletvekili Şahzade Demir, ardından BBP lideri Destici “Gerekirse kız okulları açabiliriz” diyen ME Bakanı Tekin’e destek verdi. Demir, “Kimse çocuklarını karma eğitim veren kurumlara göndermeye zorlanmasın” dedi.

Destici çıtayı yükseltti, kadın üniversiteleri ve hastaneleri istedi.

  • Cemaatler altı günde 15 konseri iptal ettirdi. Yetmedi, sergi bastılar.
  • Milli Eğitim, tarikat, cemaat tüm gericiler el ele…

UÇUŞ

Menzil şeyhinin ölümü üzerine THY cenaze töreni için 15 dakika arayla ek seferler düzenledi.

Orta çağa uçuş…

İÇKİ

Samsun Valiliği halka açık yerlerde alkollü içecekleri yasakladı.

Esenyurt’ta araçta içki içenlere silahla saldırıldı.

Ülkeyi 4. Murat mı yönetiyor?..

AFERİN

ABD Başkanı Biden, milli politikalardan giderek uzaklaşan Erdoğan’a liderliği ve cesareti için teşekkür etti.

Aferin BOP eş başkanına…

TAVİZ

Yandaş medya NATO zirvesinden karlı ayrıldığımız yalanını pompalarken, İsveç taviz (ödün) vermediğini açıkladı.

Taviz (Ödün) Reisin işi, elinden alamazlar…

ZAM

RTE kendi maaşına %39, emeklilere 25 zam yaptı.

Devletten yiyen ezdi, elini cebine atan ezildi…

YALANCI

Bahçeli emeklilere yapılan zammı yetersiz bulduğunu açıkladı ama Meclis’te Partisi, verilen zammı onayladı.

Yalancı pehlivan…

MİSYONER

DİB’lığı müftülüklerden turistik bölgelerde cuma namazı kılınabilmesi için imkanlar (olanaklar) ölçüsünde mobil mescit temini konusunda gerekli düzenlemelerin yapılmasını, terminallerde İslam’ı tanıtıcı standlar açılmasını istedi.

Yabancı yaparsa misyonerlik, bizimkiler yaparsa tanıtım…

SATIŞ

Körfez ülkelerine giden RTE, “Neyin satılıp satılmayacağını en iyi biz biliriz

En iyi, satamayacağı şey olmadığını bilir…

Hospital Manager dergisi ile söyleşi : SAĞLIK HİZMETİ HALKA LÜTUF DEĞİL, Sosyo-Ekonomik Kalkınmada En Temel Girdidir

Dostlar,

Hospital Manager” dergisinin yayın yönetmeni Hastane Yöneticisi Sayın Oğuz Engiz, yönetmeni olduğu aylık dergide yayımlamak üzere bizimle bir söyleşi yaptı. Yönelttiği sorular şöyleydi :

  1. Sağlık sistemimiz bireylerin ve toplumun sağlığını koruma ve geliştirmede ne kadar başarılı, bu konuda neler yapılabilir?
  2. Birinci Basamak hekimlik (Aile Hekimliği Sistemi) sizce ne kadar etkili, bu konuda neler yapılmalı?
  3. Kamu hastaneleri iyi yönetiliyor mu, bu konudaki düşünce ve önerileriniz nelerdir?
  4. Bireylerin sağlık için ceplerinden yaptığı harcamalar her geçen gün artıyor,
    bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
  5. Sağlık sistemimizde öncelikler dikkate alındığında yeniden düzenlenmesi gerektiğini
    düşündüğünüz konular nelerdir ve bu konulara ilişkin önerileriniz, projeleriniz nelerdir?
  6. Sağlık sistemimizin sürdürülebilirliği için neler yapılmalıdır?
    ***
    Temmuz 2023 • Yıl: 14 • Sayı: 58 * syf. 26-30

    Bizim dışımızda değerli uzmanlarla da söyleşiler var. Prof. Melih Bulut, Prof. Cem Sungur, Prof. İsmail Ağırbaş, ATO Başkanı Muharrem Baytemür, CHP Milletvekili Dr. Murat Emir…

    Bu sayının kapağında yanıtı aranan temel sorular var :

    – Sağlık Bakanlığı Bütçesi Daha İyi Kullanılabilir mi?
    – Sağlık Sistemleri Gelişmiş Ülkelerde Yeniden Tasarlanıyor
    – Sağlık Sistemimiz Sağlığımızı Korumaya Ne Kadar Katkı Sağlıyor?
    Bizimle söyleşinin başlığı şöyle konmuş :

    SAĞLIK HİZMETİ HALKA LÜTUF DEĞİL,
    Sosyo-ekonomik Kalkınmada En Temel Girdidir..

    Derginin tümü pdf olarak aşağıda. Okumak için lütfen tıklayınız..

    Hospital Management, SÖYLEŞİ, Temmuz 2023, s. 58

    Sayın Engiz ve çalışma arkadaşlarına teşekkür eder, başarılar dileriz.

    Ulusumuzun nitelikli sağlık hizmetlerine erişimi temel bir insanlık hakkıdır ve kamusal yükümlülüktür.

    Neo-liberal saldırılar, pos-modern KüreselleşTİRme ideolojileri vb. bu yalın gerçeği örtemez, örtmemelidir.

    Sevgi ve saygı ile. 19 Temmuz 2023, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
    Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
    Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
    www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Manevi liderimiz Atatürk’tür

Ataol Behramoğlu
Ataol Behramoğlu
ataolbehramoglu@gmail.com

15 Temmuz 2023, Cumhuriyet

 

Ülkelerin kurucuları, kurtarıcıları, büyük yöneticileri vardır. Yaşamda oldukları sürede onlara lider denir. Yaşamdan ayrıldıktan sonra manevi lidere dönüşürler.

Bu kez anılarıyla, fikirleriyle, yol gösterici örnek davranışlarıyla gelecek kuşakların yolunu aydınlatırlar.

Ülkemizin manevi lideri Mustafa Kemal Atatürktür.

Çünkü ölümü değil yaşamı yüceltmiştir.

Sadece fikirleriyle ve eylemleriyle değil yaşamıyla da giyim kuşamıyla dans ederken, yüzerken, yiyip içerken, çocuk severken, çocukça eğlenirken ve okuduğu binlerce kitapla, hayatın nasıl yaşanmaya değer olacağını bilinçli olarak örneklemiş, yurttaşlarına göstermiştir.

Manevi lider olan yazarlar, sanatçıları düşün insanları da vardır.

Sevdiğim, tanıdığım, hayranlık duyduğum bu kişiler arasında da bence manevi liderimiz olmaya en yakışanı, fikirlerinin yanı sıra son nefesine kadar bu ülkenin insanları mutlu olsun diye canını dişine takarcasına çalışıp üreten, gözü pek öncü eylemleriyle örnek olan, yokluğunu en büyük özlemle duyumsadığım Aziz Nesin’dir.
***
Benim için manevi lider, ister siyasal yönetici, ister yazar ya da herhangi bir başka düşünür olsun, yaşamın nasıl daha yaşanılır olabileceğini, nasıl daha adil ve yaşanılır bir dünyaya ulaşılabileceğini anlatan, tartışan, düşüncelerinin yanı sıra eylemleriyle de örnekleyen kişidir.

Bir din adamından manevi lider, hele bir ülkenin manevi lideri olabilir mi?

Dinler, yapıları gereği, inanç sistemleridir. Değişime kapalıdırlar.

Din adamları, mensup oldukları dinin değişmez kurallarını öğretmek ve yaygınlaştırmakla görevlidirler.

Her dinin kuşkusuz yaşama dönük ahlak kuralları vardır.

Bunlar genellikle birbirinden türemiş ahlaki, insani öğütlerdir.

Fakat dinler aynı zamanda ve genellikle sabretmeyi, bir başka yaşama hazırlanmayı da öğütlerler.

Bir din adamı, kendisiyle tutarlıysa bu iki ödevi birbirinden ayıramaz.

Ayıracak olursa, salt bu dünyaya ilişkin ahlak kurallarını öğütlemekle sınırlı kalırsa din adamı vasfını kaybeder (niteliğini yitirir). Zaten sadece bununla da manevi lider olunamaz.

Birisi bir din adamı için “Manevi liderim, manevi liderimiz” diyorsa, onu bu dünyasıyla, öteki dünyasıyla düşünerek söylemektedir.

Herkes kişisel olarak kendine manevi lider seçme hakkına sahiptir.

Fakat hiç kimse bir din adamını ülkesinin manevi lideri ilan edemez.

Öteki dünyacılık, ahiretçilik, İslamdan çok önce de bilinen bir kavramdır. Bir inanç konusudur. İnanır ya da inanmazsınız. Fakat dünya görüşünün temelini ister istemez “ahret” oluşturan, öğütleri ister istemez bu inanç ya da kavramda temellenecek kişi, yaşadığımız dünyada bir ülkenin manevi lideri olarak ilan edilemez.

Türkiye’nin manevi liderleri, en başta ve tartışmasız Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, yaşamları pahasına bu ülke insanının çağdaş, adil bir yaşama ulaşması, Türkiye’nin dünya ülkeleri arasında seçkin bir yere sahip olması, Türkçemizin dünya dilleri arasında kendine yaraşır bir güzellikle ışıldaması için yeteneklerini ve bütün ömürlerini sevgiyle, özveriyle, hiçbir ödül ve unvan beklemeksizin sunanlardır.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

RTÜK sansür kurulu12 Temmuz 2023

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’nin TEMEL PARADİGMASI ve VOLEYBOL DÜNYA ŞAMPİYONU OLAN KADINLARIMIZIN ÜSTÜN BAŞARISINİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Kendimize şu temel soruyu sorarak konuyu anlamaya ve anlatmaya çalışalım:

Eğer Cumhuriyet rejimi ve Atatürk Devrimleri‘nin; başta eşit eğitim hakları ve karma eğitim modeli olmak üzere, erkekler ve kadınlara fırsat eşitliğine bağlı olarak tanıdığı ekonomik, sosyal, hukuksal, kültürel ve sportif alandaki olanaklar olmasaydı kadınlarımız Dünya Voleybol Şampiyonu olabilirler miydi?

Acaba M. KEMAL ATATÜRK‘ün kurmuş olduğu demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti kurulup 100 yıldır yaşamamış olsaydı, halkımıza böyle evrensel nitelikli ulusal bir gurur ve üstün başarı yaşatılabilir miydi? Hiç sanmam…

Hiç kuşkusuz bu üstün başarılarından dolayı ” filenin sultanları” olarak adlandırılan, aslına bakarsanız Cumhuriyet ideallerine sahip Atatürk’ün kızlarının, kadın-erkek eşitliği ve laik, karma eğitimin üstün nitelikli somut meyveleri olan kadın milli voleybol takımımızın bize yaşattıkları bu büyük sevinç ve gururdan dolayı, bu gençlerimizi yürekten kutlar, başarılarının kalıcı olmasını dilerim.

Hiç kuşku yok ki; bu vb. üstün ve güzel sonuçların arkasında her zaman Türkiye Cumhuriyeti’ nin özgür akla ve çağdaş bilime dayalı temel ve çağcıl paradigması (değerler dizgesi) vardır.

Peki Kurtuluş ve Kuruluş hareketlerinden beslenip ,somutlaşmış bir ulus devlet biçimine dönüşen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel paradigması kısaca nedir?

Bu paradigmanın dizelgeleri ya da değerler sisteminin temel bileşenleri çok kısa olarak şöyle özetlenebilir :

– Evrensel hukukun üstünlüğüne,
– Ulusal egemenliğe,
– Tam bağımsızlığa,
– Özgür aklın ve deneysel bilimin yol göstericiliğine,
– Ödünsüz laikliğe,
– Çağdaş ve evrensel demokrasiye,
– Din ve vicdan özgürlüğüne,
– Kadın-erkek vb. cinsiyet ayrımını yok edip, yasalar önündeki hak ve görev eşitliğine,
– Karma eğitime,
– Fırsat eşitliğine,
– Yaraşırlığa (Liyakata),
– Demokratik parlamenter siyasal rejime…

  • Yani ödünsüz olarak, her alanda dinamik, devrimci ve çağdaş uygarlığa dayalı bir değerler sistemi ile yaşamaya programlanmak ve bunu sonsuza dek sürdürebilmek…

Türk Ulusu‘nun değerler dizgesinde, Türk kadının İslam öncesi, İslamiyet ve Cumhuriyet dönemlerinin yaşam biçimleri ve değerler sistemini yansıtan bir şiirimi, Dünya şampiyonu olan voleybolcu genç kadınlarımız başta olmak üzere tüm kadınlarımıza adamak istiyorum.
***

TÜRK KADINI ve DEVRİMLER

Türk yurdunda kadınlar, sürer, eker, biçerdi.
Sofrada dışlanmazdı, erkekle yer, içerdi.
Eski Türk kadınları at biner, ok atardı.
Düşman yurda saldırsa, cephede saf tutardı.
Kadim Türk töresiydi, kadına üstün değer,
Hatun doğru söylerse, Hakan ona baş eğer.
Ailede, toplumda, erkekle kadın birdi.
Hakan, Hatun devleti birlikte yönetirdi.
Eski Türk töresinde Hakan, Hatun eşitti,
Devlet din değiştirdi, eşitlik elden gitti.

İslam çağdaş bir dindi, güzel ahlak diniydi,

Adalet ve eşitlik bu dinin temeliydi.
Allah’ın kitabını, Kur’an’ı çarpıttılar,
Ulema kisvesiyle, örfü dine kattılar.
Arap örfü din oldu, din adına boy attı,
Ekek egemen Arap, bu örfleri dayattı.
Arap kültürü ile fetvaya başladılar,
Toplumdan, mesleklerden kadını dışladılar.
Kadını hakir gördü, bir kenara attılar,
Peçe, çarşaf giydirdi, kafese kapattılar.
Üretimden dışlandı, üretken elin hası,
Üstüne kuma geldi, bu da işin cabası.
Bedenine laf etti eksik etek dediler,
Maldan, mülkden dışladı, haklarını yediler.
Bazen cariye yapıp, pazarlarda sattılar.
Sultan mezesi yapıp hareme kapattılar.

Cumhuriyet gelince, hak, adalet dirildi,
Kadınların hakları birer birer verildi.
Medeni Kanun geldi, kumalığı kaldırdı,
Mülkiyet eşitlendi, mirastan pay aldırdı.
Kadınların üstüne ” Devrimler” güneş oldu.
Kadın öz kimliğini bu devrimlerde buldu.

Kıyafet devrimleri çözüm getirdi kökten,

Türk kadını kurtuldu, çağ dışı bir kılıktan.
Attı çarşaf, peçeyi, parçaladı kafesi,
Hem seçti, hem seçildi, daha gür çıktı sesi.
Kadınlar eğitildi, üretime katıldı,
Doktor, avukat, mimar… her mesleğe atıldı.
Kadın erkek bir oldu, parçalar bütünleşti,
Bilim, üretim san’at… kuvvet buldu, gürleşti.

Uyan ey Türk kadını, sen artık kul değilsin,

Haksızlığa baş eğme, başlar sana eğilsin.
Atatürk Devrimleri toplumsal bir ilaçtır,
Kadın, erkek tüm ulus, devrimlere muhtaçtır.
Ey kadınlar eşitiz, Cumhuriyet bizimdir,
Kul değiliz, yurttaşız, Devrim hepimizindir.
Halil Çivi, bu sözler Devrimler için azdır.
Atatürk sevgisini tüm gönüllere kazdır.
***
19 Kasım 2007/ İnönü Üniversitesi, Malatya

Son sözlerim de şu olsun:

Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal, zorunlu ve çağdaş felsefesi ya da değerler sistemini görmezden gelip; akılcı, bilimsel, pedagojik, psikolojik ve bilimsel uzmanlık ve bilgilerden yoksun dinci bazı cemaat-tarikat şeyhleri ile protokoller imzalayıp; yine çocuk eğitiminde yeterli bilgi sahibi olmayan müftüler, imamlar ve vaizler eliyle çocuklarımızın körpe beyinlerine. teokratik, feodal Arap kültürünün değerler sistemini boca etmeyi amaçlayan ÇEDES Pojesi ve karma eğimden vazgeçmeyi dayatan, İslam dinine değil, Arap örfüne dayalı, gayri milli eğitim politikasından ivedilikle (acilen), derhal vazgeçilmelidir.

Kişi ve ilke

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

Son Yazısı / Tüm Yazıları
17 Temmuz 2023, Cumhuriyet

Siyasette ilkeler kişilerden önceliklidir. Ancak kişiler de önemsiz değildir. Çünkü ilkenin öznesi kişi ve kişilerdir. İlke sahibi olan veya olmayan, kişidir.

Örneğin Kemal Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel, Tunç Soyer, Gürsel Tekin gibi kişilerin CHP’de “değişim” ve/veya “yenilenme” sözcüğünü kullanırken, parti programındaki ilkeleri bir bütün olarak savunmamaları, bu ilkeleri kişisel keyiflerine göre ayıklamaları, kişilerle ilgili bir sorundur.

Bu durumda partinin yönetiminde olan bu kişilerin değişmesi gerekir, partinin yönetimine aday olan kişilerin de partinin yönetimine aday olmamaları gerekir.

Kişilerin ilkeleri ayaklar altına aldığı koşullarda, “kişilerin değişmesi önemli değildir, ilkeler  önemlidir” sözü boş laftan ibarettir.
***
CHP’nin parti programındaki temel ilkeler şunlardır                   :

  • Cumhuriyetçilik,
  • halkçılık,
  • devletçilik,
  • laiklik,
  • milliyetçilik,
  • devrimcilik,
  • sosyal demokrasi,
  • demokratik solculuk.

Cumhuriyetçilik, monarşinin anti-tezidir.

Halkçılık, oligarşinin anti-tezidir.

Devletçilik, serbest piyasacılığın, özelleştirmeciliğin anti-tezidir.

Laiklik, teokrasinin anti-tezidir.

Milliyetçilik, ümmetçiliğin anti-tezidir. (AS: Etnik bölücülüğün de!)

Devrimcilik, statükoculuğun anti-tezidir.

Karşı devrimci AKP iktidarı Türkiye’de monarşik, oligarşik,
serbest piyasacı, özelleştirmeci, teokratik, ümmetçi,
statükocu bir rejim kurmuş mudur? 
Kurmuştur!

Bu durumda “6 Ok” olarak da bilinen bu ilkelerin 21. yüzyılda geçerli olmadığını savunmak akıl tutulmasından başka bir şey değildir.

Ekonomik ve sosyal adaleti hedefleyen sosyal demokrasinin ve demokratik solculuğun, halkçılık ve devletçilik ilkeleriyle bağdaştığı ve bu ilkeleri tamamladığı da açıktır.

Bunun aksini savunmak da ayrı bir akıl tutulmasıdır.
***
Başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere, CHP’yi yönetenlerin CHP’nin ideolojisi hakkında bir bilgilerinin olmadığı veya bu konuda bir bilgi sahibi olsalar da bu bilgiyi umursamadıkları anlaşılmaktadır.

Aynı durum CHP’de değişim istediğini iddia edenler için de geçerlidir.

  • CHP’de yetki sahibi olan bazı kişiler ne yazık ki bir parti içi eğitim sürecinden geçmek zorundadırlar.
  • Aksi halde CHP’ye de Türkiye’ye de hiçbir yarar sağlamayacakları gibi,
    CHP’nin bölünüp parçalanmasına neden olacaklardır.

Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Bülent Ecevit döneminde CHP’de ideolojik bilinci yüksek birçok siyasetçi yetişmişti. Deniz Baykal ve Kemal Kılıçdaroğlu döneminde ise az sayıda nitelikli siyasetçi yetişti.

CHP 12 Eylül askeri darbesinden sonra, ideoloji ve ilke açısından, neredeyse bir çöle dönüştü. CHP’nin bugün yaşadığı sancılar da bundan kaynaklanmaktadır.

Sermayenin ve CHP yönetiminin denetimindeki medya üyelerine soracak olursanız, CHP’deki liderlik yarışı Kemal Kılıçdaroğlu ile Ekrem İmamoğlu arasındadır!

Sermaye de, CHP yönetimi de, durumun böyle olmadığını ve CHP’de başka genel başkan adaylarının da çıkacağını yakında öğrenecektir!
***
Öte yanda, parlamenter sistemde %25-30 oy alan bir siyasi partinin lideri de Başbakan olabiliyordu, ülkeyi yönetebiliyordu. Ancak Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olarak adlandırılan ucube yönetim biçiminde, Yürütmeyi temsil eden Cumhurbaşkanlığı makamını elde edebilmek için %50 oy oranına ulaşmak gerektiği için, Ekrem İmamoğlu gibi popüler bir liderin, ideolojiden yoksun olsa da, parlamenter sisteme geçilene kadar, Cumhurbaşkanı adayı olması, olağan ve gerçekçi bir yaklaşım olarak karşılanabilir.

Ancak CHP Genel Başkanlığı farklı bir konumdur. Kurultay’daki CHP Genel Başkanlığı seçimleri ile Cumhurbaşkanlığı seçimlerini iki ayrı kategoride ele almak, tarihsel ve siyasi bir zorunluluktur.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Kişi ve ilke17 Temmuz 2023

Halk mı istiyor, siz mi?

Olaylar Ve Görüşler


Nazım MUTLU

Özel televizyon kanallarının çoğalmaya başladığı 1990’lı yıllarda niteliksiz, sıradan izlenceler hazırlayan kimi yaranmacı (popülist) sunucuların kendilerine gelen kimi eleştirilere karşı yineleyip durdukları bir savunma sözü vardı:

  • “Halk böyle istiyor!”

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in bir televizyon kanalında kendisiyle yapılan söyleşide geçen ve 11 Temmuz 2023 günlü basın yayın organlarına yansıyan şu demeci de o yıllardaki “Halk böyle istiyor” uydurmasının aynısıdır:

  • “Kız çocuklarını okula göndermeyen ailelerin sıklıkla dile getirdiği bir şey, ‘Erkeklerin olduğu yerde olmasını istemiyorum’ şeklindedir.”

Oysa Tekin bu sözü söylediğinde henüz beş haftalık bakandır. Üstelik bakanlığının henüz on üçüncü gününde okullar yaz dinlencesine girmişken, o on üç günün en az bir haftasını da bakan oluşunu kutlamak için gelip gidenlere ayırmışken Tekin, “kız çocuklarını okula göndermek istemeyen aileler”le ne ara görüşmüştür? Hangi yansız kamuoyu yoklamasıyla ve kız ailelerinin yüzde kaçından bu yolda bir veri elde etmiştir de kendileri o orandaki ailenin isteğini “İhtiyaç duyulması halinde kız okulları kurulabilir” diye ivedilikle dillendirme gereği duymuştur?

Bu sorulardan sonra “Ancak biz bu kızlarımızı eğitime dahil etmeliyiz” sözünde bir içtenlik duygusu var mıdır? Bunun hemen peşinden gelen “Karma eğitim önemlidir” sözünde inandırıcı bir yan var mıdır? Onun da peşinden gelen “Ancak ihtiyaç duyulması halinde kız okulları kurulabilir” sözünün Tekin’in dünyasındaki doğru biçimi şudur:

  • “Ben karma eğitime karşıyım. Bu nedenle de kızlar için ayrı okullar yapmak istiyorum!”

25 Temmuz 2018’de MEB Müsteşarlığı’ndan ayrılan ve 17 Ağustos 2018’de profesör olduktan sonra, yani bir ay bile geçmeden 15 Eylül 2018’de Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi rektörü olarak atanan, bunun için de “üç yıllık profesör olma” koşulu kaldırılan, eskilerin deyimiyle “hile-i şeriye” ile işinde basamak atlatılan, sonra da koltuk armağan edilen Tekin, sık kullanılan bu tür politik kurnazlığa sapmadan, kim bilir kaç yıldır içinde ukde kalan niyetini keşke böyle açık yüreklilikle söyleyebilseydi…

Öncelikle geçen öğretim yılında kızıyla erkeğiyle okulda olması gerekirken olmayan 1 milyon 700 bin dolayındaki ilk ve ortaöğretim öğrencisinin neden okulda olmadığının peşine düşmesi gerekirken “eğitimin karma olmasını zorunlu kılan bir hüküm bulunmadığını” söyleyen yeni Bakana, Anayasanın 24, 42, ve 174. maddesini, ayrıca Milli Eğitim Temel Kanunu’ndaki eğitimin karma olduğu yargısını anımsatalım.

Öyle anlaşılıyor ki; yeni Milli Eğitim bakanı, ders izlenceleriyle kitaplarını dinsel içerikle dolduran, 4+4+4 yasasıyla “dindar ve kindar nesil yetiştirme”yi amaçlayan, eğitimin laik ve bilimsel niteliğini tümüyle yok etmek için çaba harcayan kendisinden önceki Bakanların yarım kalan işlerini tamamlamayı amaçlıyor.

Ama bu çağdışı zorlamalar kimden, nereden gelirse gelsin, toplumda karşılık bulamayacaktır.