Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

ALEVİLER NEYE, KİMLERE DÜŞMAN?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor :

  • “Hocam, mademki Aleviler 72 millete aynı gözle bakıyorlar; dil, ırk, din, mezhep, cinsiyet, servet, makam, bölge… ayırımı yapmadıklarını söylüyorlar. Peki hiç kimseye, hiçbir şeye düşmanlık duymuyorlar mı?

Yanıtlarım kısa, özet olacak:

Aleviler de tıpkı öbür insanlar gibidir. Yemeleri, içmeleri, üretimleri, üremeleri, gerekli olan yaşam ürünlerini elde etmeleri ve tüketmeleri zorunludur. Yalnızca et ve kemikten üretilmiş, sinirleri alınmış, duyguları, fikirleri olmayan edilgen insanlar değillerdir. Bu açıdan, yaratılış, davranış, duygu ve düşünüş olarak tıpkı öbür insanlara benzerler.

Aleviler, bireysel ve toplumsal yaşayışlarında koşulsuz insan sevgisini (hümanistliği) aklı ve adaleti ön plana çıkarmış, “Eline, diline, beline sahip ol” diyerek nefis terbiyesini en önemli ilke kabul etmişler, yaşamlarını ahlak ve adalet ilkelerine göre düzenlemişlerdir. Bu nedenle, Aleviler, mevki, makam, konum, servet, yetki, renk ve cinsiyetlerden bağımsız olarak; yalnızca ve yalnızca, İNSANLIĞA DÜŞMAN OLANLARA, ADALETSİZ ve AHLAKSIZ YAŞAYANLARA KARŞI ya da DÜŞMAN OLABİLİRLER. Ancak Alevilerde cebir, şiddet, kin ve nefret olmaz. Amaçları salt adaleti sağlamak, sevgiyi ve kardeşliği egemen kılmaktır.

Yunus Emre diyor ki :

  • Adımız miskindir bizim
  • Düşmanımız kindir bizim.

Son diyeceğim o ki; Aleviler ırka, dile, dine, mezhebe, inançlara, renklere, cinsiyetlere, yani biyolojik ve kültürel farklılıklara dayalı düşmanlıklar gütmezler. Bu tür doğal farklıkları ötekileştirme konusu yapmalar. Ama İNSANİ, AHLAKİ ve HUKUKSAL DEĞERLERE uymayanlara ve adaletsiz yönetimlere tepki gösterir hatta isyan bile edebilirler. Tarihte siyasal iktidarlara isyanların bolca örnekleri vardır. Örneğin Baba İlyas Horasani ve Şeyh Bedrettin isyanları önemli iki tarihsel örnektir.

Alevilik öz olarak sevgi, adalet, eşitlik ve kardeşlik üzerine bina edilmiştir

Aleviler için dindar olmak ve ibadet etmek amaç değil, iyi insan olabilmek için birer araçtır.

Aleviler açısından temel alınan değerler ötekileştirmeler, ayrımcılıklar ve düşmanlaştırmalar değildir.

Tersine sevgi, barış, dostluk, kardeşlik, adalet, paylaşım ve dayanışma içinde kalarak, insan odaklı hümanist (insansever) ve demokratik bir toplumsal yapı içinde ortaklaşa yaşayabilmektir.

Bu nedenle Cumhuriyete ve laikliğe dört elle sarılırlar.
Aleviler için doğuştan, fıtrattan gelen ya da kültürel olarak aileden kazanılan biyolojik ve kültürel farklılıklar bir ayrılık ve düşmanlık nedeni olamazlar.
Her gerçek Alevi bunun bilincindedir.

Gerçeğe hü!!!” demek, gerçekleri koşulsuz kabul etmek demektir.
=====================================

ÜLKEM ve TÜRKÇEM

Can Türkiyem, ÖZ vatanım, canımdır.
Güzel Türkçem, SÖZ vatanım, kanımdır.
Yad-yabancı yerler, diller, incitir,
Vatan ve dil; aklım, ruhum tenimdir.

3 MART LAİKLİK DEVRİMLERİNİN 99. YILDÖNÜMÜNDE ATATÜRK İLKELERİ

PROF. DR. ÖZER OZANKAYA
ADD Kurucu Üyesi, 4. Gnl. Bşk.

3 MART LAİKLİK DEVRİMLERİNİN 99. YILDÖNÜMÜNDE
ATATÜRK İLKELERİ, YALNIZ TÜRKİYE’Yİ DEĞİL,
İSLAM DİNİNİ DE KURTULUŞA KAVUŞTURUYORDU!
BU BİLİNÇLE DE KUTLANMALIDIR!

Önce birkaç tarihsel saptama yapalım:

Birkaç kez yazdım. İktidarı ve muhalefetiyle, demokratik kurumlarıyla Türk ulusunun bağımsızlık ve özgürlüğünü, Türk yurdunun gönencini korumak ve savunmaktan sorumlu olanlar gündemlerine alıncaya ya da bana yanıldığımı söyleyene değin, YAŞAMSAL ÖNEMİ NEDENİYLE yineleyeceğim:

  • Atatürk Cumhuriyeti, özgürlük ve bilimi temel almakla yalnız Türk ulusunu ve yurdunu değil, İslam dinini de, gerçek özüne kavuşturarak kurtuluşa götürüyordu.

O’na 1946’dan başlayarak yapılan ve BOP-AKP elbirliği döneminde en açık, en sistemli ve en ağır boyutlara ulaşan saldırılar, Türk ulusu ve yurdu için yeniden Osmanlı yıkımlarını getirdiği gibi, İslam dini için de kurtuluş umudu ve coşkusunu söndürücü olmuştur.

Son dönemde kimi Arap ve İranlı düşünürlerin, giderek de aydın kesimlerinin, kendi ülkeleri için de kurtuluşun Atatürk’ün yaptıklarını yapmaya bağlı olduğunu söylemeleri, bu olgunun açık kanıtlarıdır.

Atatürk, Cumhuriyet (demokrasi) devrimlerine önderlik ederken, İslam dininin de, şu özü ve ilkeleri nedeniyle, aynı şeyleri gerektirdiğini vurgulayagelmişti:

1. Peygamberliğe son veren bir din oluşu!
2. Hz. Muhammed’in yalnız bir “elçi” olduğunu vurgulayıp O’na hiçbir “insan-üstü” nitelik bağlanmasına olanak vermeyen önlemleri almış olması!
3. Din-adamı sınıfına son veren bir din oluşu! “Lâ ruhbane fid-dini! = Dinde (İslamda) din-adamlığı sınıfı yoktur!” Hiç kimse, “müftüyüm ya da hocayım ya da şeyhim …” gerekçesiyle, dinin gereklerini kendisinin bildiğini, dinin kendisinden öğrenilmesi gerektiğini savlamaya kalkışamaz; kalkışırsa Tanrıya ortaklık koşuyor demektir. Bu ise İslam’da bağışlanmaz en büyük günah sayılmaktadır.
4. Gidilmesi zorunlu bir tapınak kurmamış olması ve tapınmanın da gösterişinin yapılmamasını istemesi, çünkü “yalan”ı, Tanrı’nın bağışlamadığı “tek günah” sayması! “İslam’da yorum (düşünme) özgürlüğü vardır.”

İslam dininin 1500 yıllık tarihinin çok kısa süren bu barış, özgürlük ve gönenç döneminde bu ilkelerin egemen olduğunu, bunlar dışındaki uzun tarihi boyunca ise tümden göz ardı edildiğini görüyoruz.

Türkiye’de de Atatürk döneminde İslam dininin asıl özünü oluşturan bu ilkeler hep ön planda tutuluyorken, Cumhuriyet karşıtlarının dış ve iç destekle yeniden başlarını kaldırıp yıkıcı eylemlerini sürdürmeye koyulmalarından bu yana, demokrasiye, insan haklarına, hukuk üstünlüğüne inançsız siyasal iktidarlarca hiç anılmaz olmuştur.

Bu 99. Yıldönümünde laik Cumhuriyetin tarikat, tekke ve medreseleri kapatmasının, onların yerine kurduğu eğitsel, toplumsal, siyasal ve kültürel kurumların ise hem Türk ulusu, hem İslam dini için ne denli KURTARICI olduklarını, Atatürk’ün bu yasal ve kurumsal düzenlemeleri açıklamak üzere yapmış olduğu uyarılar ortaya koyuyor:

  • “BÜTÜN DÜNYA VE EY ULUS! İYİCE BİLİNİZ Kİ TÜRK ULUSU ŞEYHLER, DERVİŞLER, MÜRİTLER, MANSIPLAR TOPLULUĞU OLAMAZ.”
  • “BİR TEK TARİKAT (YOL) VARDIR: UYGARLIK TARİKATI! UYGARLIĞIN DIŞINDA YOL-GÖSTERİCİ ARAMAK, AYMAZLIKTIR, SAPKINLIKTIR.”

“(Bin yıldan beri, Ö.O.) TÜRK ULUSU ARAPÇA ÖĞRENMEDİKÇE ALLAHA NE DEDİĞİNİ BİLMEYECEKTİ. BU DURUM KARŞISINDA TÜRK ULUSU BİRÇOK YÜZYILLAR NE YAPTIĞINI, NE YAPACAĞINI BİLMEKSİZİN, DÜPEDÜZ BİR SÖZCÜĞÜNÜN ANLAMINI BİLMEDİĞİ HALDE KUR’ANI EZBERLEMEKTEN BEYNİ SULANMIŞ HAFIZLARA DÖNDÜLER. BAŞLARINA GEÇEBİLMİŞ OLAN AÇGÖZLÜ KOMUTANLAR, TÜRK ULUSUNCA KARIŞIK, HOCALAR AĞZIYLA ATEŞ VE ACIDAN KURULU, KORKUNÇ BİR BİLİNMEZLİK OLARAK KALAN DİNİ, TUTKULARINA VE SİYASETLERİNE ARAÇ EDİNDİLER.”

“NE YAZIK Kİ GERÇEK DURUM ŞUDUR Kİ, YERYÜZÜNDEKİ YÜZ MİLYONLARCA MÜSLÜMAN YIĞINLARI ŞUNUN YA DA BUNUN TUTSAKLIK VE AŞAĞILAYICILIK ZİNCIİRLERIİ ALTINDADIR. ALDIKLARI MANEVİ EĞİTİM VE AHLÂK, ONLARA, BU TUTSAKLIK ZİNCİRLERİNİ KIRABİLECEK İNSANLIK NİTELİĞİNİ VERMEMİŞTİR, VEREMİYOR. ÇÜNKÜ EĞİTİMLERİNİN HEDEFİ ULUSAL DEĞİLDİR.”

Bu uyarıların ne denli yerinde olduğunu, BOP – AKP işbirliği döneminde Türkiye’ye hep din sömürüsü eşliğinde yaşatılagelen yıkımlar kanıtlayagelmiş bulunuyor:

• ulusal egemenliğin, yani Cumhuriyet düzeninin olmazsa-olmaz kurumu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin etkisiz kılınması;
• başta “tek adam” egemenliği kuran anayasa ve bunun oylanmasındaki yasa- ve hukuk-dışılıklar;
• partici yönetim; yetenek ve yeterlik yerine iktidar partisi yandaşlığı koşulunun aranması;
• Korkunç boyutlara varan ve yasal yaptırımlar dışında kalan yolsuzluklar;
• AKP – FETÖ işbirliği ve hâlâ gerçek niteliği aydınla(tıl)nmamış kanlı 15 Temmuz darbe girişimi,
• Demokratik düzende meşru yerleri olmayan tarikatların tüm olumsuzluklarıyla, kendilerine ortam sağlayan siyaset bağlantıları yoluyla toplumda her alanda yıkıcılıklarını yürütmesi,
• Laik eğitimin yıkılması; imam-hatip, Kur’an ve hafızlık kursları başta olmak üzere dinsel nitelikli okulların genel eğitim kurumları olacak ölçüde yaygınlaştırılması; ve bu yaygın okullarda “demokrasi düzeni”nin değer, ilke, kurum ve kurallarının öğretilmemesi.

EKONOMİK AÇIDAN …
Biliyorum, yazı uzun olacak ama, bu çözümlemenin EKONOMİK BOYUTU da belirtilmelidir: İslam’ın “parlak” denilen dönemlerinde ekonomi de çağın en ileri teknolojisiyle ÜRETEN EKONOMİ idi. Müslümanlar çalışan ve üreten insanlardı.
Acıdır ki, İslamın belirttiğim özgürleştirici ilkelerinden sapılan uzun dönemler boyunca müslüman kitleleri üreten insanlar olmaktan da çıkarılmıştı. Rönesans, reformasyon, coğrafi keşifler, bilimsel buluşlar ve aydınlanma devrimlerinin dışında bırakılan müslüman kitleleri, 19. yüzyıla gelindiğinde, artık çağın gerektirdiği SANAYİ teknolojisiyle üreten insanlar olma trenini de kaçırmış, günümüze değin ham madde üretip yapılmış mal alan insanlar/kitleler olarak kalma durumuna düşürülmüşlerdir. 21.yüzyılda artık hammadde bile üret(e)memek, kol-işçisi düzeyinde kalmak, müslüman toplumlarda nüfusun başat özelliği olmuştu.

Atatürk Türkiye’si, bu kısır döngüyü de kırarak, yani Türkiyeyi sanayileştirerek ulusu çağın teknolojisine uygun biçimde üreten insanlar toplumuna dönüştürmeye başladı. Asıl kurtuluş, yani bir daha iç ve dış sömürgenin pençesinde yozlaştırılmaktan “kurtulmak” anlamındaki kurtuluş sanayileşmeyle olanaklıdır.

Acıdır ki Türk devrimine, yani hem Türk ulusunun gerçek ve tam kurtuluşuna, hem de müslüman dünyasına böyle tam bir “kurtuluş” örneği vermesine vurulan en ağır darbe, TÜRK SANAYİLEŞMESİNİN de engellenmesi olmuştur.

Üstelik Atatürk’ün demokratik devletçiliği, yalnız İslam dünyasının değil; hem kapitalizmi, hem de sosyalizmi demokrasinin en temel ölçütleri açısından aşan niteliği ile tüm insanlık için kurtarıcı nitelik taşımaktayken ve günümüzde de bu nitelikte ekonomik düzenlemeye yaşamsak gereklilik süregitmesine karşın, engellenegelmiş bulunuyor.

Cumhuriyeti kuran CHP başta olmak üzere siyasal partilerin, laik cumhuriyet ilke ve kurumlarının ve demokratik devletçi ekonomi modelinin yalnız Türkiye için değil, tümüyle İslam dünyası için de kurtarıcı olduğunun, çünkü İslam dininin özgürlük, bilim, sorumlu yönetim ilkelerini gerektirdiği bilinciyle davranmamalarının da bu yıkımlardaki payına işaret etmek gerekir.

Bknz.:
CUMHURİYET ÇINARI: MUSTAFA KEMAL’İ “ATATÜRK” YAPAN UYGARLIK TASARIMI, (CEM Yay.)
ATATÜRK ve LAİKLİK, (CEM Yay.)

DÜZGÜN TV Programımız : 3 Mart 1924 : Hilafetin Kaldırılması ve Devrim Yasaları

Dostlar,

Güncelleme                                                                        :

Geçen yıl, 3 Mart 2022 günü, Halifeliğin Kaldırılması ve 3 Mart 1924 Devrim Yaslarının 98. yıldönümü nedeniyle yaptığımız bir TV konuşmasını ve kullandığımız yansıları (slaytları), içeriğin güncelliğini koruması nedeniyle, 1 yıl sonda bu gün, 3 Mart 2023’te, 99. yılda bir kez daha paylaşmak istiyoruz..

Dr. Ahmet SALTIK
================================================

Dostlar,

Birkaç gün gecikme ile de olsa, 4 Mart 2022 günü Avusturya’da yayın yapan DÜZGÜN TV‘de
Sn. Kazım Balaban ile yaptığımız söyleşiyi paylaşmak istiyoruz.

Konumuz,

  • 3 Mart 1924 : Hilafetin Kaldırılması ve Devrim Yasaları idi..


Kapsamlı biçimde konuyu bilimsel temelde irdeledik.

Halifelik kurumunun siyasal yöneticilikten kutsallık yüklenerek dinselleştirilmesi ve dinci sömürü aracı yapılmasını anlattık.
Muhammet peygamber ölünce Allah’ın elçisi olma görevi sonlandı. Kuran’ın tebliği bitti.

  • Peygamber’in yerine halef / halife atamak Tanrı’nın iradesine şirk koşmaktır; din dışıdır.

Hele Osmanlı’da Halife’yi bir de ZILLULLAH (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi) düzeyine yükseltmek tümü ile şirktir ve yapan din dışı kalır. Allah’ın yeryüzünde bir Gölgesini bulundurmaya gereksinimi mi vardır! O, zamandan – mekandan münezzeh değil midir eyyy müslümanlar??

Halifeliğin Kuran’da da yeri – karşılığı yok ayrıca…
İslam’da ruhban sınıfı yok; Tanrı ile insan arasında ilişki doğrudan ve gönülden gönüle!

DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı) açıkça Anayasa dışına savrulmuştur ve Devletin bir organı olacakken, Devlete ortak ve onu dönüştürmeye çalışan hukuk dışı bir zemindedir.
Bu durum kabul de edilemez, sürdürülemez de..

İslamiyet bu üstteki fotoğraf değil.. Bu düpedüz dini siyasete alet ederek insanları sömürme! Kapitalizm ekonomo-politik ideolojisi ile İslamiyet de inanç istismarı ile insanları sömürmekte ve Aydınlanma‘yı önleyerek insanın insanlaşmasına engel olmakta.

  • İslam, Reformunu yapmadığı sürece Hıristiyan dünyasınca pataklanması (sömürülmesi!) sürecek.
  • Asla unutulmasın; Batı, günümüz konumunu DİNDE REFORMA = LAİKLİK DEVRİMİNE borçlu..

87 yansı ile konuyu ayrıntılı aktardık.. Yansıları izlemek için lütfen tıklayınız..

3_Mart_2022_Düzgün_TV_Avusturya

Sevgi ve saygı ile. 10 Mart 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

 

 

OHAL’de seçime hayır!

SİYASET02.03.2023, BİRGÜN

 

8 Şubat 2023’te TBMM’de, 3 ay süre ile OHAL ilanına ilişkin kararın 1 aya indirilmesine ilişkin önergeyi TBMM başkanı oya sundu:

AKP’lilerin de oylarıyla kabul edildi.

Uğultular başladı ve -genellikle olduğu üzere oylama sırasında salona akın eden- AKP’lilerin, neye oy verdiklerinin ayırdında olmadıkları anlaşılır anlaşılmaz oylama, İçtüzük çiğnenerek yinelendi ve AKP oylarının rengi birkaç saniyede değişti. Böylece, 2023 seçimlerine de OHAL gölgesinde gitme riski doğdu.

“SEÇİMLER, 18 HAZİRAN’DA YAPILACAK”

Seçimler, “beş yılda bir yapılır” (Anayasa md.77) gereği, seçim tarihi 18 Haziran 2023.

Buna karşılık, madde 116 çerçevesinde erken seçim CHP, HDP ve İyi Parti gibi özellikle TBMM’de temsil edilen demokratik muhalefet partilerince sürekli istendi.

AKP ve MHP Genel Başkanlarının, erken seçim isteklerini geri çevirmek için “seçimler 18 Haziran’da yapılacak” yanıtı, otomatik bir söyleme dönüştü.

Beş yıllık “18 Haziran’da yapılacak” nakaratı, seçimlere beş ay kala terkedildi ve “14 Mayıs” dillendirilmeye başlandı.

14 MAYIS’A ALINABİLİR Mİ?

TBMM’ye ve Cumhurbaşkanı’na seçimleri yenileme yetkisini tanıyan madde 116 gerekçesi, “sistem tıkanıklıklarının milli iradeye müracaatla çözümü”, yasama ve yürütme arasında “kriz oluşması halinde halkın hakemliğine başvurma” neden ve amacına dayanır. Bu çerçevede, seçimlerin 1 ay 4 gün öne alınmasını haklı kılacak hiçbir neden yok.

Anayasal dayanaktan yoksun bulunması ötesinde, ortam ve koşullar bakımından; seçim takviminin 3 aylık OHAL süresi ile örtüşmesi nedeniyle sakıncalı olduğu gibi, enkazlar altındaki binlerce depremzedeye henüz ulaşamamışken, kurtarılanların barınma sorunları giderilememişken seçim mühendisliği yapmak, yaşamını yitiren yurttaşlarımıza ve yakınlarına saygısızlıktır.

DEPREM “FIRSATI”!

OHAL ilanına karşı şu iki soru öne çıkmıştı:

-Neden ilk 6 saat değil de 36 saat sonra?

– Hangi yasal hükümler hızlı ve etkili önlemlere engel?

Bu vb. sorular yanıtsız kaldı; ama OHAL ilan edildi. Ne var ki, yine etkili ve hızlı önlemler alınmadığı için eleştirilere karşı, önce “namussuz” vb. sözlerle muhalefet partilerine hakaret Cumhurbaşkanı, acı gerçekler karşısında ise, “helallik” istendi. Oysa aslolan, yargı önünde hesap vermektir. Siyasal sorumluluktan bağışık tek kişili yürütme karşısında, “hükümet istifa” çağrısının hiçbir karşılığı yok.

Bu nedenle, planlama, imar ve yapı hukukunda düzenleme-denetleme ve yaptırım zincirini işletmeyen yetkili ve görevli makam ve kişilerin sorumluluğunu öne çıkarmak gerekiyor.

2017 kurgusunun sonucu kişi+parti+devlet birleşmesi, AFAD’dan KIZILAY’a kadar resmi kurumlar bütününü çürüttü. Deprem, sanal olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak adlandırılan tek kişi yönetiminin de aslında bir enkaz yığını olduğunu teşhir etti.

OHAL BİLE KURTARAMAZ

Uyarımız, deprem sırası ve sonrasında alınacak önlemler için afet bölgesi ilanının ve afet mevzuatının yeterli olduğu idi.

OHAL ilanı durumunda ise, OHAL Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri (CBK) yerine OHAL Kanunu’nun yeterli olacağı idi.

  • Mera ve ormanları talan riski yaratan OHAL CBK-126,
    Anayasa dışı ve keyfi düzenlemeye tipik örnek.

Görünen o ki, OHAL CBK dizisi, OHAL bölgesi ile sınırlı tutulmayacak; demokratik muhalefeti bastırmak amacıyla kullanılacak.

Zamanında seçim, OHAL’den (8 Şubat- 8 Mayıs) 40 gün sonra; buna karşılık, 14 Mayısa çekilirse seçim, OHAL’in sona ermesinden yalnızca 5 gün sonra yapılmış olacak.

Seçim, gün değil, süreçtir; bu nedenle 14 Mayıs’a hayır demek gerek.

Cumhurbaşkanı, Anayasa’ya aykırı olarak parti genel başkanı olduğu için, siyasal partiler arasında eşit olmayan yarışma koşulları, OHAL uygulamalarıyla daha da bozulacak.

Bu nedenle, 18 Haziran olan resmi seçim tarihini 14 Mayıs’a çekmek, ne meşru ne de anayasal.

Son umut olarak yine OHAL’e sarılan Cumhur İttifakı’nın olası dayatmasına karşı, Millet İttifakı, “sizi OHAL bile kurtaramaz” tavrı yerine, daha kararlı bir biçimde karşı koyabilmeli.

Access to Health Care

Dear Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School


All medical students,

Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 03rd March 2022, we’ll conducted a 2 hours lecture on line (by MS-TEAMS) for Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School with a title / topic of

Access to Health Care

Here are the 43 power point slides having a rich and up to date content.. (PDF 4 MB)

Access_to_Health_Services^J Ahmet SALTIK

We wish to be usefull for all..

With respect and love. 03rd March 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
LLM in Health Law
BSc in Political Sciences & Public Administration
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       twitter  @profsaltik

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 1 Mart 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

HESAPLAŞMA

RTE, depremdeki can kayıplarında kusuru, ihmali, kastı olanlar varsa hukuk önünde hesabını soracaklarını, kimsenin gözünün yaşına bakmayacaklarını söyledi.

İmar affına imza atan, riskli bölgelerin statüsünü kaldıranın göz yaşları dahil mi?…

AHLAKSIZ

T.C. Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan AKP’li RTE, “Kızılay nerde?” diye isyan edenlere,
”namussuz, ahlaksız, adi” gibi hakaretler etti.

Yakışıyor…

YASSAK

AKP’nin hoşuna gitmeyenleri yazan – söyleyen her yer, her şey yasak.

Ekşi Sözlük de kapatıldı. TV’lere ceza yağdı.

Demokrasinin ırz düşmanları…

KIZILAY

Hayır kurumu Kızılay deprem olduktan sonra bile çadır satmaya devam etti.

İnsani yardım insanlara özgüdür…

BAŞARI

Kızılay Başkanı’na istifa edip etmeyeceği sorulduğunda başarılı olduğu için istifaya gerek olmadığını söyledi.

Milletin öfkesini üzerine çekmedeki başarısı!..

ACELE

Yer bilimcilerin uyarılarına karşın artçı depremler sürerken Nurdağı‘nda birileri inşaat başlatıldı.

Deprem bölgesindeki enkazın molozları ihale yapılmadan taşınmaya başlandı.

“Bizimkiler kazansın, ölen ölür” AKP’si…

ÖRNEK

Nurdağ Belediye Başkanı ile yaptığı bütün binalar çöken iş ortağı belediye meclis üyesi ve imar sorumlusu olan müteahhit tutuklandılar.

AKP döneminin özeti …

İSTİFA

Bahçeli, Beşiktaş taraftarının hükümete istifa çağrısı yapması üzerine BJK üyeliğinden istifa etti.

Ne mutlu Beşiktaşlılara. Darısı FB’ye (Divandaki birileri var ya)…

ÇÖZÜM

Bahçeli Bey, maçlarda hükümet aleyhine tezahürat yapılması üzerine kulüplerin tedbir almasını aksi takdirde maçların seyircisiz olmasını istedi.

İşte demokrasi budur!..

KALKAN

İçişleri Bakanı Soylu, önce Fenerbahçe ardından da Beşiktaş tribünlerinden yükselen “Hükümet istifa” sloganına, “Deprem meselesine gömüldüğümüzü zannedenler, güvenlik meselesinde kalkanlarımızı kaldırmayacağımızı zannetmesinler. Mesaimizi bölmek isterlerse rahat böleriz. Hodri meydan” dedi.

Gömüldü, doğru.

Seyirci o kalkanı indirir…

HELALLİK

RTE Adıyaman’daki konuşmasında depremdeki gecikmeler için vatandaştan helallik istedi.

Hayattakiler karar verir de, ölenlerin hakkı ne olacak?

Hukuk devletinde helallik değil yargı kararı alınır…

Barbarlık ve gaddarlık

Mine G. Kırıkkanat
Mine G. Kırıkkanat
kirikkanat@mgkmedya.com
26 Şubat 2023, Cumhuriyet

Uygarlığın karşıtı barbarlıksa eğer, uygarlık ile barbarlık arasında saymakla bitmeyecek farklar olmalıdır. Ancak uygarlığın barbarlıktan yola çıktığı ya da -bizim son 21 yılda yaşadığımız gibi- uygarlıktan barbarlığa dönüldüğü düşünülecek olursa; iki olgu arasındaki fark, değişik olmak anlamında değildir. Temeli aynı bir durumun evrimi içinde beliren aykırılık biçiminden anlaşılmalıdır.

Gereksiz konulara nedense epeyce kafa yoran biri olarak, uygarlıkla barbarlığı ayıran en önemli özelliğin, “ölüm” karşısındaki tutum olduğunu düşünmüşümdür hep.

Uygarlık yaşama saygı duyar ve yüceltir, ölümden korkar ve önlemeye çalışır. Barbarlık ise yaşam ve ölüme hayvan içgüdüsüyle yaklaşır. Yaşamak için çok kolay öldürür. Hatta yaşamak için olmasa da öldürür. Öldürmek, yaşamın bir parçasıdır, barbarlıkta.

Öldürmek kolay olunca, ölmek de basitleşir. Yaşam ve ölüm iç içedir barbar toplumlarda. Birine asılırken ötekinden de pek çekinilmez.

HA TABUT HA TAHT!

Yıllardır yaza yaza doyamadığım, gerçek bir tarih öyküsünü sizlerle yine paylaşmak istiyorum:

1888 yılında idamların elektrikle olmasına karar veren New York ilinin ihale çağrısı üzerine, elektrikte doğru akımı bulan Thomas Edison ile alternatif akımı bulan Nikola Tesla elektrikli iskemle icadında yarışa girdiler. Edison haliyle doğru akımla idamın daha kolay olacağını savunuyordu, Tesla ise alternatif akımla. Tabiidir ki ikisinin de yaklaşımı “hümanist”, yani mahkûmun en hızlı, en acısız biçimde ölümünü sağlamaktı!

Sonuçta ihaleyi George Westinghouse’un desteklediği Nikola Tesla’nın alternatif akımlı projesi kazandı, üretim lisansını Westinghouse şirketi aldı.

Düşünün ki ilk elektrikli iskemle ahşaptı ve 1890’da yapılan ilk infazda, idam mahkûmu William Kemmler; 1000 voltla ölmeyince 2000 voltla ikinci kez şoklanmak, dakikalarca can çekişmek ve öteki dünyaya önden gönderdiği karısının yanına, kebap halinde intikal zorunda kaldı.

Ama bu durum ne yetkilileri rahatsız etti, ne de iskemle üreticilerini. Hatta Westinghouse şirketi, Amerikancaya “infaz edildi” yerine “Westinghoused” deyişini yerleştirmek için PR çalışması yaptı, ama tutturamadı.

Tüm dünya basınının ilgiyle izlediği yeni tür idam ve infazı, 1889’da Habeşistan tahtına oturan “imparator” İkinci Menelik de duymuştu. Menelik’in sonradan Etiyopya diye anılacak ülkesinde durum çok karışık ve çok insan öldürmek gerekiyordu. Yepyeni bir aletle kansız infaz, iyi gösteriş olurdu. Westinghouse’a hemen iki elektrikli iskemle sipariş etti, Menelik. İskemleler heyula gibi geldiler ABD’den. Menelik ve saray erkânı, görünüşlerinden çok etkilenmişlerdi.

Artık nasıl çalıştırmaya kalktılar, üstüne kimi oturttular da ölmedi bilemiyorum; ama sonunda Menelik ve adamları iskemlenin durup dururken infaz yapmadığını anladı. Aletin çalışması için elektrik gerekiyordu, oysa Habeşistan’da henüz elektrik yoktu! Bu arada, iskemlelere dünya kadar para ödenmişti. Menelik, adamlarına emir verdi: İskemlelerden biri Westinghouse’a geri gönderilecek, ikincisini ise kendisi… taht olarak kullanacaktı.

Böylece krallar kralı Haile Selasiye’ye kadar, hatta bir süre daha Habeşistan İmparatorluğu’nun iktidar tahtı, bir elektrikli iskemleydi, sevgili okurlarım…

İKTİDAR İÇİN ÖLMEK!

Kanlı iç çekişmeler sonucu Haile Selasiye’nin yetkilerini elinden alan Marksist Leninist Yüzbaşı Mariam Mengistu da ilginç bir karakterdi. “Cüce” lakabıyla anılan ve kısa boyunu gizlemek için topuklu ayakkabılar giyen Mengistu; kukla imparator Haile Selasiye’nin akrabası tüm erkekleri öldürttü, haremini de sarayın yedi kat dibindeki zindanlara tıktı. Mengistu, yetkisiz imparatorun 1975 yılındaki ölümü (ya da katlinden) sonra Haile Selasiye’nin cenazesini; üstünde tepinmek ister gibi saraydaki çalışma masasının altına gömdürdü. Ve yıllarca, bir mezarın üstünden yönetti Etiyopya’yı…

Gördüğünüz gibi, uygarlık yolunda ilerlemeye çalışan barbar toplumlarda ölümle iç içe yaşamak iktidarları rahatsız etmiyor.

Galiba iktidar için ölmeye hazır olmak, iktidar için öldürmeyi de göze almak demek.

Barbarların “ölümüne iktidar” tutkusu, ölenlere ilgisiz, can kaybına duyarsız olmalarını sağlıyor ve hatta katliam gibi afetleri de olağan kılıyor. Barbarlar, işte böyle gaddarlaşıyorlar.

Deprem fırsatçısı darbeciler

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
27 Şubat 2023, Cumhuriyet

Deprem fırsatçıları sadece talanda, dolandırıcılıkta, borsa işlemlerinde, inşaat sektöründe ve emlak piyasasında karşımıza çıkmıyor!

Bu fırsatçılara siyasette de rastlanıyor!

AKP’nin kurucularından Bülent Arınç’ın, depremden dolayı seçimlerin ertelenmesinin bir zorunluk olduğunu açıklaması, açık bir darbe çağrısıdır!

  • Anayasaya göre seçimler sadece, bir savaş durumunda TBMM’nin onayıyla ertelenebilir.

Doğal afet seçim erteleme gerekçesi olamaz. Bunun aksini uygulamak, anayasal düzene ve halkın egemenliğine karşı gerçekleştirilmiş bir darbedir.

Bülent Arınç’ın bunu savunurken, şeriatçı ve teokratik bir bakış açısıyla, “Anayasalar kutsal metinler değildir” ifadesini kullanması ise anayasaya ikinci kez meydan okumaktır!

  • Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamı anayasaya uymakla yükümlüdür!

Öte yanda, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamı, dindarlar tarafından kutsal olarak algılanan metinlere uymak zorunda değildir!

Demokratik laik bir hukuk devletinde tartışmalı, öznel ve göreceli olan metin anayasa değildir, “kutsal” metinlerdir!

Demokratik laik bir hukuk devletinde vatandaşlar, Kuran, İncil, Tevrat gibi metinlere, anayasayla çelişki içine düşmemek koşuluyla, uyup uymamakta özgürdürler.

Ancak anayasa, bir devletin siyasi düzenini belirleyen temel metin olduğu için, o devletin vatandaşı olan herkes, o anayasaya uymak zorundadır!

Anayasanın değiştirilemez olan temel ilkelerine, örneğin demokratik laik hukuk devleti ilkesine karşı çıkan, onun yerine teokratik bir din devletinde yaşamak isteyen kişi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarak İran veya Suudi Arabistan vatandaşlığına geçebilir. Ancak bu kişi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kalmak istiyorsa, demokratik, laik, hukuk devleti ilkesine uymakla yükümlüdür.
***
Bülent Arınç’a karşı AKP hükümeti içinden kesin bir itirazın ortaya konmaması daha da vahimdir!

AKP hükümeti sözcüsü Ömer Çelik, “Şu anda seçimle ilgili herhangi bir şey konuşmayı çok yanlış buluruz”, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, “Bizim seçim ertelemek gibi bir gündemimiz yok”, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “Önümüzdeki günlerde aksi yönde bir siyasi mutabakat olmadıkça eğilim, seçimin vaktinde yapılması yönünde” gibi muğlak ve yoruma açık ifadeler kullandılar.

İbrahim Kalın bununla da yetinmedi, deprem bölgesinde seçim yapılmasıyla ilgili olarak oluşabilecek “teknik sorunlara” değindi ve “10 şehirde seçim olup olmayacağına Yüksek Seçim Kurulu karar verecek” dedi!

Oysa, seçim işlerinden anlayan herkes, deprem bölgesindeki vatandaşların güvenli bir biçimde oy kullanmasını sağlayabilecek birçok teknik ve lojistik önlemin, 2 aylık bir çalışmayla alınabileceğini bilir.

Deprem bölgesindeki vatandaşların seçime katılmasına engel olmak da, o bölgedeki halkın egemenliğine ve demokratik düzene karşı gerçekleştirilmiş bir darbedir!

Hükümet, 81 il yerine 10 ilde darbe yaparak, darbecilikten kurtulmuş olmaz!

Şu anda Türkiye’de en büyük mağduriyeti yaşayan halk kesiminin, demokratik katılımdan ve geleceğini belirlemekten mahrum (yoksun) bırakılması, milyonlarca vatandaşın oy kullanma hakkının gasp edilmesi, anayasaya ve hukuka aykırı olduğu gibi, ahlakla, erdemle, adaletle ve vicdanla da bağdaşmaz!

FLASH HABER TV ve ARTI TV Konuşmalarımız

Dostlar,

24 Şubat 2023 Cuma günü 2 TV konuşmamız olacak../ OLDU..

FLASH Haber TV konuşmamızı izlemek için lütfen tıklayınız : https://youtu.be/Ra_YUH6iv5o

İzlemek için tıklayınız (21 – 47. dakikalar arasında)

https://www.youtube.com/live/rurUqLVsH0k?feature=share

https://youtu.be/rurUqLVsH0k

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin yerine getirilmesi dileğiyle.

Bilgi ve ilginize sunarız..

Sevgi ve saygı ile. 24 Şubat 2023, Ankara
(Güncelleme : 26.2.23, 20:43)

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

OKUMA ALIŞKANLIĞI ve ZEVKİ NASIL KAZANILIR?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor :

Hocam, ben okumaktan zevk alamıyor, uzun yazılar, hele kitaplardan çok çabuk sıkılıyorum. Ancak okumak istiyorum. Bu zevki nasıl kazanabilirim?

Size ve sizin gibi olanlara çok kısa olarak yanıtım şöyle olacaktır :

Okumak, cehaletten kurtulabilmek, yaşam savaşında yenik düşmemek için, uygarlık ışığıyla birlikte, uygarlık rotasında sürekli yolculuktur.

Okuma zevki, kitap sayfaları üzerinde amaçsız ve hedefsiz gezinmelerle değil, kitaplarla yani bilgiyle, felsefeyle ve bilimle muhabbet etmeyi (söyleşmeyi), yoğunlaşmayı ve hatta kitaplarla sevişmeyi öğrendikten sonra kazanılabilen bir alışkanlıktır.

Hiç kuşkusuz, İnsan yaşamının en yararlı alışkanlık ve kazanımlarından biri de kitaplarla ömür boyu ve aralıksız olarak dost kalmayı başarabilmektir.

Hele kendinize doğru ışık saçan yararlı kitaplar, yani güzel sevgililer seçebilirseniz, bu muhabbet ve sevişmenin zevki hiç tükenmez.

Ancak okuma alışkanlığı ve okuma zevkini edinebilmek, bilgisizliğin derin eksikliğini, yeni şeyler, yeni keşifler yapma ve öğrenmenin büyük mutluluğunu yakalayabilmek için uzun erimli ve ısrarlı denemeler yapmak gerekir.