Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

THY direnişinde 250. gün!


THY direnişinde 250. gün!

Direnişlerinin 250. gününde cumartesi eylemlerinin 19.’sunu gerçekleştiren
Hava-İş üyeleri, sendika binası önünde bir araya geldi.

 

İstanbul – Yolu trafiğe kapatarak, sloganlarla Bakırköy Özgürlük Meydanı’na yürüyen işçilere çevredekiler alkışlarla, yoldan geçen araçlar da korna çalarakdestek verdi. Yürüyüşe, Zonguldak’tan gelen Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) ve çok sayıda sivil toplum örgütü üyeleri de katıldı. Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda ise İşçileri, Kristal-İş, Yol-İş ve Tez Koop-İş üyeleri karşıladı.

Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin, “Bütün özgürlükleri kelepçeleyerek cezaevi duvarlarıyla örülürken, özgürlük savaşçıları bir bir içeri atılırken, Bakırköy Özgürlük Meydanı ve bu kürsü tüm ezilenlerin kürsüsüdür” dedi.

Ayçin, ancak işten atılan işçilerin işe geri alınmasıyla sorunun bitmeyeceğini kaydetti. Ayçin, asıl sorunun sendikalar yasası, taşeronlaşma, Ulusal İstihdam Stratejisi olduğunu ifade etti.

3 Şubat 2013, Cumhuriyet

TÜRKİYE’YE YÖNELİK TEHDİTLER ve TÜRKİYE MİLLİ BİRLEŞİK CEPHESİ’nin İNŞASI


Türkiye’ye Yönelik Tehditler ve Türkiye Milli Birleşik Cephesi’nin İnşası

Erol BİLBİLİK
Araştırmacı-YazarSon dönemde, Türkiye’ye yönelik tehditleri açıklarken tespitlerimizi 9 ana başlık altında toplayabiliriz:

1) David Makovsky, İsrail-ABD Suriye’in Nükleer Reaktörünü imha etti diyor. 5 Eylül 2007’de gece yarısından hemen önce İsrail Hava Kuvvetleri üslerinden kalkan dört F15 ve dört F16 savaş uçağı, radarlara yakalanmadan Suriye-Türkiye sınırını izleyerek, Suriye hava savunma sistemin işlemez hale getirmiştir. Fırat Nehri’ne dokuz yüz metre uzakta ve Suriye-Türkiye-Irak sınırın kesiştiği noktaya yakın bir yerde bulunan Al-Kibar nükleer reaktörünü 17 ton bomba ile imha etmiştir.


Saldırıdan bu yana, Beşar Esat yönetimi halkı ile birlikte ABD-İsrail saldırganlığına beş yıldır direnmektedir. Ortadoğu ve Filistin-İsrail Barış Süreci uzmanı olan Makovsky, Dünya basınında ilk defa, Amerika’da 17 Eylül 2012 tarihli The New Yorker adlı dergide yayınlanan, Suriye’ye Sessiz Darbe başlıklı makalesinde, ABD-İsrail’in Suriye ve İran’a askeri müdahalesinin olasılık dışı olduğunu yazmıştır.
2) Joseph Biden, Kuzey Irak’a asker gönderirim diyor. ABD Başkan yardımcısı Biden, Maliki ile bir telefon görüşmesi yaparak Kuzey Irak’ta operasyonlar yapan Dicle Ordusu’nu acilen geri çekmesini, aksi taktirde bölgeye ABD askerlerini konuşlandıracaklarını ifade etti. Maliki ise, kesin bir dil kullanarak kuvvetlerini çekmeyeceğini belirtti.

3) James L. Jones, Kuzey Irak’tan Türkiye’ye petrol boru hattı inşa edilecek diyor. Eski NATO Başkomutanı, Obama’nın 2. dönemi Ulusal Güvenlik Konseyi Danışmanı ve Deloitte LLP’nin başdanışmanı olan Jones; ABD-Kürdistan
İş Konseyi
kapsamında Erbil’e gitmiştir. Burada yaptığı konuşmada
“Türkiye nihayetinde Kuzey Irak’a petrol boru hattı inşa edecektir.” demiştir.

Jones Erbil’de bir haber sitesinde yaptığı konuşmada asıl kritik dönemin ilerleyen süreçte ortaya çıkacağını, Exxon Mobil ve Chevron’un mutlaka
ham petrol pompalayacağını, bu safhadan sonra Türkiye’nin inşa edeceği Suriye petrol boru hattına ihtiyaç olacağını ifade etmiştir.

4) John Kerry, Suriye muhafeleti iktidarı ele almalı diyor. Kerry, “Biz Suriye muhalefetinin bir an önce başa geçerek Besar Esad’ın görevi bırakmasının gerektiğini düşünüyoruz. Rusya ile işbirliğini sürdürmekten yanayız.” diyerek Obama yönetiminin amacını ortaya koymuştur. İlk ziyaretini şubat ayında Türkiye’ye gerçekleştireceğini ifade etmiştir.

5) Victoria Nuland, Maliki’nin onayı olmadan Irak’tan petrol ihraç edilemez diyor. Eski ABD-NATO büyükelçisi ve NATO konusunda ABD’nin önde gelen uzmanlarından ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Nuland, Ocak 2013’ün ilk haftasında Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Türkiye üzerinden ham petrol ihracatına başladığı duyurulurken şu açıklamada bulunmuştur:

“Amerikan şirketleri ve Türk hükümetine söylüyoruz. Irak federal yetkililerinin onayı alınmaksızın Irak’ın herhangi bir bölgesinden ham petrol ihracatını desteklemiyoruz.”

6) Webster Griffin Tarpley, “Türkiye Suriye’de tampon bölge kuracak” diyor. ABD’li saygın yazar ve tarihçi Tarpley, 2012 Nisan ayında bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada Türkiye’nin savaş tehditlerine dikkat çekerken Türkiye’nin Suriye’de tampon bölge kurması (Suriye’den geçecek petrol boru hatlarını ABD’nin koruması amacıyla) halinde bunun modern Türkiye’nin parçalanmasına yol açacak, büyük çapta bölgesel savaşa doğru dev bir adım olacağını ifade etti. Tarpley, Ocak 2013 ortalarında Türkiye ziyaretinin ardından yaptığı açıklamada İngiltere ve Amerika Türkleri Suriye’ye karşı kullanacaklar ve çatışmayı modern Türkiye’yi yok etmek için kullanacaklar.

Korkarım Obama’nın aldattığı Erdoğan ve Davutoğlu bu psikoloji ile kendi çukurlarını kazıyorlar. Kazanacakları hiçbir şey yok ve kaybedecekler. Şu bilinmelidir ki, Suriye güvenlik güçleri isyancılara karşı başarılı bir harekat yürütüyorlar, isyan bastırılıyor. Tarpley, şu anda Türkler güney bölgelerinin tamamını CIA’ya terk ettiler. Orada CIA başıboş, kontrolsüz dolaşıyor. İskenderun otellerinde cirit atıyor. Oteller El-Kaide teröristleri ile dolu. CIA İncirlik üssünden bölgeye getirdikleri teröristleri kullanıyor ve bunun Türkiye’ye faturası çok büyük olacak.

7) Exxon Mobil ve Chevron petro-kan emicileri, Davos’tan silah gösteriyor. Barzani, ABD’nin petrol devleri Exxon Mobil ve Chevron ile petrol anlaşmaları imzaladı. Maliki bu anlaşmaları kabul etmedi. ABD’den Kürt Bölgesel Yönetimi ile Irak Merkezi Yönetimi arasında bir seçim yapmasını istedi. Exxon Mobil ve Chevron, Bölgesel yönetimle imzaladıkları anlaşmayı, Bağdat yönetiminin Petrol Bakanlığı imzalamadı. Bunun Üzerine Exxon Mobil’in başkanı Rex Tillerson, Chevron başkanı John Watson, ülkenin güneyindeki Batı Kurna-1 sahasında daha önce durdurulan faaliyetlerine devam etmek için Maliki ile görüştü.

Tillerson, Maliki ile görüşmeye gitmeden önce Davos’a uğradı ve Mesut Barzani ile bir görüşmede bulundu. Böylece Davos’un çok gizli olarak yapılan toplantılarında Exxon Mobil ve Chevron’un talepleri Kuzey Irak ve Suriye konuları gündemin en önemli maddesi oldu. Tillerson ve Watson’un iştirak ettiği bu toplantının başkanının Henry Kissinger olduğu gözden kaçırıldı. Josep Biden, James Jones, Victoria Nuland ve John Kerry’nin, Irak’tan, Suriye’de oluşturulan Kürt Petrol Koridoru üzerinden geçecek olan petrolün boru hatları ile Türkiye’ye akıtılması konusundaki dayatmaları Exxon Mobil, Chevron ve Kissinger gücünün yansımalarıydı.

8) Henry Barkey, Türkiye ABD’nin Suriye’ye girmesini talep ediyor dedi. Barkey, Türkiye’nin ABD’nin askeri açıdan Suriye’ye girmesini istediğini ama ABD’nin buna yanaşmadığına dikkat çekti. Barkey, seçimlerden önce Suriye’ye karşı temkinli davranan ABD’nin bu tutumunun seçimler sonrasında değişmesini beklemediğini belirterek, “herkesin gördüğü gibi ABD’nin büyük bir bütçe problemi var. Başkan Obama’nın aslında ülke içi konulara daha çok önem vermesi lazım ve dolayısıyla Suriye’de yeni bir askeri maceraya girmek istemeyecek” dedi.

9) Peter GalbraithTürkiye’nin ağabeyliğinde Kürdistan kuralım diyor.
Eski ABD Hırvatistan Büyükelçisi, Bağımsız Kürdistan Anayasası’nın yazarı ve Bağımsız Kürdistan fikrinin en kuvvetli lobicisi Galbraith, Demokratik Parti’nin Vermont Senatörüdür. John Kerry ile yıllardır yakın temasta olan Galbraith, Hürriyet’ten Tolga Tanış’a verdiği röportajda Bağımsız Kürdistan planını
şöyle açıklıyor.

      • Bağımsız Kürdistan Türkiye’yi Bölmez:
      Bugün Türk Dışişleri Bakanlığını dinlediğinizde Irak’ın bütünlüğü “esastır” değil, “tercih edilir” diyorlar. Bu konunun kırmızı çizgi olmamakla beraber, sadece tercih edilir olması bir değişimi gösteriyor. Türkiye, Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürdistan olmasının, buna Türkiye ve Suriye’den de Kürt bölgelerinin dahil olacağı anlamına gelmediğini anladı.
      • Kürtler Toprak Tavizi Verecek:
      Kürtlerin bağımsızlığı için önce toprak meselesinin çözülmesi gerekecek. Musul en kolayı. Kürtler Musul için hak iddia etmiyorlar. Ancak en büyük problem Kerkük. Kürtler toprak konusunda tavizler vermek zorundalar. Kerkük için bir petrol paylaşımı anlaşması düşünülebilir. Bu müzakere sürecinde Türkiye de olumlu bir rol oynayabilir. Mesela Erbil’i vereceği tavizler konusunda ikna etmek gibi.
      • PKK Meselesini Türkiye Kendi Çözmek Zorunda:
      PKK ne istiyor? Kürtlerin isteklerinin üç başlık altında toplayabiliriz.
      Af,
      politik sürece katılmak ve
    Kürtlerin sivil hakları.
    Bunlar Türkiye’nin yapabileceği şeyler.

Galbraith’in söylediği şu; “Kürdistan kaçınılmaz ama Türkiye’yi bölmez.”
Zaten, Galbraith otuz yıldır aynı şeyi söylüyor. Onun bu konudaki görüşlerini şöyle özetleyebiliriz. “Türkiye’yi federatif bir yapının parçası haline getirmeyin. Türkiye üniter devlet olmaya devam etsin. Ama Kuzey Irak’ta kurulacak Kürt Devleti’ni Türkiye himaye etsin. Hasmı değil koruyucusu olsun. Zannediyorlar ki bu Kuzey Irak’a verilmiş bir tavizdir. Hayır. Türkiye’nin bütünlüğünü sağlamaya yönelik bir çözümün ifadesidir.”

Bu çözümü Joseph Biden ile Richard Holbrooke daha başlangıçta kabullenmişlerdi. Şimdi de yeni Obama yönetimi de bu konuda birleşmiş görünüyor. Ama bu çözüm ABD-İsrail tezgahıdır. Sonunda Türkiye Kürtlerini de içine alan Büyük Kürdistan inşasının tezgahıdır.

 

  • Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgenin tamamında,
    kanlı iç savaşlar yaşanması gündemdedir.
Yukarıda sıraladığımız 9 tespit, açık ve net olan bir tehdidin varlığı ve tanımlanması için yeterlidir.

Bu tablo içinde, ABD-İsrail emperyalizminin BOP Eşbaşkanlığı iktidarına öngördüğü görev, bir yandan savaş çığırtkanlığı yaparak, Beşar Esat iktidarını, Suriye Ordusunu ve ekonomisini çökertmek, diğer yandan PKK sorununu çözmek adına, içte açılımlar yaparken, dışta bölgesel Kürt güçlerini ABD-İsrail’in istekleri konusunda ikna edip Kürt yapısının yaşatılması konusunda garantiler vermesidir.
Fakat günümüzde tek kutuplu bir dünya yok artık. Güç dengesi batıdan doğuya kaymıştır. Türkiye’de ayağa kalkan Milli Güçler bunların tümünü boşa çıkaracak potansiyele sahiptir.

Türkiye Milli Birleşik Cephesi’nin (TMBC) İnşa Edilmesi

Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu hayati tehlikelerden kurtulmasının tek yolu BOP Eşbaşkanlığı iktidarının yıkılmasıdır.


Yıkılabilir mi? Evet.

Çünkü AKP iktidarı bölünme anayasası dahil,
bu tehditlerin hiçbirini gerçekleştirecek güce sahip değildir.
Yıkmanın görülebilen tek yolu politik mücadeleye yönelik işlevsel bir yapılanmanın inşa edilmesidir. Böyle bir yapılanmanın hayata geçirilmesi tehditlerin yok edilmesi için gereklidir.

Bu yapılanma; Cumhuriyetin değişmez ilkeleri, tam bağımsızlık ve özgürlük ortak paydasında birleşen kadrolarla oluşturulacak ve faaliyette bulunacak olan “Türkiye Milli Birleşik Cephesi (TMBC)” adlı yapılanmadır.

TMBC, Milli Anayasa Forumu (MAF) düşünce ve pratiği temelli olarak en geç dört ay içinde oluşturulmalıdır. Milli İktidar hedefli olmalıdır. Gölge Kabinesi’nin yer aldığı özgün bir programla Ankara’da Türk Halkına açıklanmalıdır.

TMBC, Başkanını, siyasi, iktisadi, dış politika stratejisi, güvenlikten sorumlu başkan yardımcılarını ve basın sözcüsünü seçerek görevlendirmelidir.

David Makovsky, Suriye’de Sessiz Darbe adlı makalesinde Suriye ve İran’a yönelik bir ABD-İsrail saldırısının olasızlığını yazmış ise de hızla değişen uluslararası ortama bağlı olarak çok zor duruma düşmüş olan BOP Eşbaşkanı, Suriye’ye karşı savaş başlatabilir ve başta Türkiye olmak üzere bölgeyi
kanlı iç savaşların içine çekebilir. Bu nedenle de TMBC’nin dört aylık bir zaman diliminde hayata geçmiş olması bir şart olarak önümüzde durmaktadır.


Erol BİLBİLİK, 2 Şubat 2013

 

ATATÜRK ve ATATÜRKÇÜLÜK’E SALDIRILAR

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen’in

ATATÜRK ve ATATÜRKÇÜLÜK’E SALDIRILAR” 

başlıklı kapsamlı irdelemesini (9 sayfa) aşağıda pdf olarak sunuyoruz.

Okunması, okutulması, paylaşılması dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile.
3.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

portresi

ATATÜRK ve ATATÜRKÇÜLÜK’E SALDIRILAR

yazıyı okumak için lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

ATATÜRK VE ATATÜRKÇÜLÜK’E SALDIRILAR

“Türk Ulusu”, “Kürt milliyeti”ne Eşit midir??


“Türk Ulusu”, “Kürt milliyeti”ne Eşit midir??

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim Kurulu Yazmanı
Ankara Üniv. Tıp Fak.
www.ahmetsaltik.net
03 Şubat 2013, Ankara

Sayın Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, CHP İzmir Milletvekili seçilmeden önce Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde öğretim üyesi idi.

Yıllarca bu konuları derslerinde işledi, kitaplar ve makaleler yazdı, bildiriler sundu
bilimsel toplantılarda.

Bosna’dan ülkemize gelen, Boşnak kökenli bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Türk’tür.
Ülkemizin Yugoslavya gibi etnik temelde ayrıştırılmasını, birbirini boğazlayarak
mezbahaya dönüşmesini ve iç savaşla parçalanmasını istemiyor doğallıkla.
Bu vahim tehlikeye altını çizerek dikkat çekiyor..

Batı emperyalizminin “nation building” kaması ile “çevre ulus devletleri” parçalama oyununa işaret ediyor. Dikkat buyurulsun, “çevre ulus devletleri” diyoruz, ”merkez kapitalist ulus devletleri” değil!

En büyük ulus devlet ABD, 52 eyalette 52 milliyeti sentezleyerek AMERİKAN ULUSU-MİLLETİ oluşturmuştur. Kaya gibi bir blok.. Tek resmi dil, tek bayrak, tek devlet.. Her “milliyet”, örneğin “Ben İtalyan kökenliyim ama Amerikan’ım” diyor; “Amerikalıyım” değil, “Amerikan’ım” diyor.. Gönüllü birliktelikle  Amerikan ulus devletinin eşit bireyleri durumundalar. Anayasalarında da “Amerikan milleti-ulusu” kavramı-nitelemesi var.

“Amerikan” kimlik kartı ve pasaportu taşıyorlar. Nüfusun yarısına yakınının Hispanik (İspanyol kökenli) olduğu güney eyaletlerinde bile sosyal-kültürel alanda İspanyolca çok yaygın iken, kamusal alanda resmi dil tek ve İngilizce. Bu gerçeği bizzat biz, yerinde gördük, tanık olduk.

ABD yurttaşı olmanın en temel koşullarından biri, yeterli İngilizce bilmek!

20. yy (1900′ler) başında dünyada başlıca 50-60 devlet vardı. Bu yy. sonunda 200 devlet oluştu. Küresel emperyalizmin hedefi, 21. yy. sonunda 1000 (bin!) “devletçik”! Yani, Latince “Divida et impera” bağlamında “Böl ve yönet”! 20. yy. başında 50-60 dolayındaki devlet sayısı, yüz yılda 200’ü aştı. Daha da artırılarak bin devlet(çik) hedefleniyor egemen emperyalistlerce. Daha sonra, hepsini postmodern yöntemlerle yeniden sömürgeleştirerek tek dünya devleti kurmak Elit’in stratejik ereği!

  • “ Dünyada bin (1000) devlet oluşturduğumuzda modern dünya daha mükemmel ve daha istikrarlı olacaktır. Halkların kendini yönetme hakları artık dünya bankerleri ve entellektüelleri olan Elitin otoritesi altına girecektir. Yüzyılımızda izleyeceğimiz strateji budur! ” (Arthur Schlesinger, CFR Dergisi Foreign Affairs, 1995)

Bir kez daha dikkat çekelim, merkez kapitalist ülkeler kaya gibi ulus devletler..
Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya, Çin, Hindistan, Rusya … daha onlarcası.

Bizim gibi ülkelerin ise parçalanması gerekiyor! Sevr ile başarılamayan, şimdilerde bu tür etnik (ve de dinsel) ayrıştırma oyunlarıyla gerçekleştirilmeye çalışılıyor.

Çok ilginç bir çelişki : AB örneği

Türkiye’yi milliyetler / etnisiteler temelinde federe devletlere ayrıştırmayı planlayanlar,
27 ülkeyi, 27 farklı milleti-ulusu bir araya getirerek “Avrupa Birleşik Devletleri” kurmaya çabalıyorlar. Anımsayalım, 1950′ler başında Kömür-Çelik Birliği ile yola çıkan birkaç ülke zamanla AET’ye (Avrupa Ekonomik Topluluğu) dönüştü. Üye sayısı giderek artarken “E” harfi atıldı ve “Ekonomik Topluluktan” siyasal birliğe dev bir adım atılarak “Avrupa Topluluğu” AT’ye dönüştü. Yetmedi, son durumuyla “Avrupa Birliği” (AB, European Union, EU) statüsüne dönüştü 27 ülke.
Tek bayrak, tek parlamento, tek para..

Niçin ? Nedir bu derin çelişki ? Kendileri birleşirken bizleri neden ayrıştırıyorlar?

Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene!” sözü niçin çarpıtılmakta?

Bu bir ULUS DEVLET olma, ULUSLAŞMA, emperyalizme karşı birlik olarak güçlenme ve lokma olmama çağrısı değil midir? Etnik kimliklerinizi koruyun, sosyal-kültürel alanda yaşatın ama kamusal alanda tek parça-blok olun, birlikten güç doğar ve bu yolla da “Türk’üm” deyin, hep birlikte mutlu olun.. anlamında değil midir?

Atatürk’ün sağ kolu İsmet İnönü, bizzat Kürt kardeşlerimizce Kürt İsmet olarak  sahiplenilmiş  değil midir? Lozan heyetine yazılan mektupta vurgulanmamış mıdır?

Mustafa Kemal Paşa Türk milleti tanımını şöyle yapmamış mıdır ?

  • Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına
    (ahalisine, Türkiye’de yaşayan herkese!) Türk milleti denir.”

Bu tanım, dünyada 4000′e yakın etnisiteyi / milliyeti kucaklayan yaklaşık 200 devlet için geçerlidir. Biyolojik ırkçılıkla uzaktan yakından ilgisi yoktur.

Bu bakımdan, Anayasa’nın 66. maddesinde yer alan tanım korunmalıdır :

I. Türk vatandaşlığı

Madde 66 – Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.

Kürt ya da başkaca etnik kökenli yurttaşlarımıza (milliyetlere) ülkemiz,
AB’ye üyelik sürecinde Kopenhag Ölçütleri kapsamında tüm hakları tanımıştır. Bundan ötesi ayrışma, parçalanma getirir.

  • Artık ayrılıklarımızı değil ortaklıklarımızı pekiştirme zamanıdır. 

Türkiye, Batı güdümünde sokulduğu bu yapay tartışmaları aşarak asıl gündemine dönmelidir.

Yoksullukla, işsizlikle, dengeli bölgesel kalkınma ile, dev borçlarla, dış güvenlik sorunlarıyla…. çağdaşlaşma ile meşgul olmalıdır.

Birgül Ayman Güler hoca bilimsel doğruları dile getirmiştir.
Asla ırkçılık, ayrımcılık yapmamıştır.

“Türk ulusu ile Kürt milliyeti eşit değildir.” sözü bilimsel bir anlatımdır.

“Türk ulusu” nitemi (sıfatı) ülkemizdeki 80 milyon insanın ortak sıfatıdır.

“Kürt milliyeti” ise Kürt kökenli yurttaşlarımızı, bütünün bir parçasını tanımlıyor.
Bu bakımdan, “parça bütüne eşit olabilir mi?” Söylenen budur.

Başta Başbakan RT Erdoğan olmak üzere, BDP’li Vekil Sırrı Sakık vd. bilerek ve isteyerek, kasıtlı olarak Sayın Prof. Ayman’ın sözlerini çarpıtmışlardır. Bu, ucuz ve çirkin bir popülizmdir.. Ülkemize yakışmamaktadır. Eğitimi yetersiz halkın kafasını karıştırmaktan yarar ummak erdemli ve ülkemize yararlı bir davranış değildir.
Bu tehlikeli hatadan ve politik sömürüden vazgeçilmelidir.

Şimdi, 1920′lere gidelim ve Said Nursi‘nin bir makalesine değinelim :

Said Nursi’nin İkdam’da yer alan makalesi7 Mart 1920 (22 Şubat 1336, sayı: 8273) :

– Kürdlük davası pek mânâsız bir iddiadır.. 
– Kürdistan’a verilecek muhtariyetten bahsediliyor…
Kürdler, ecnebî himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense,
ölümü tercih ediyorlar.
Eğer Kürdlerin serbestii inkişafını düşünmek lazım gelirse;
bunu Boğus Nubar ile Şerif Paşa değil, Devlet-i âliye düşünür.
– 
Hülâsa: Kürdler bu hususta kimsenin tevassut ve müdahalesine muhtaç
  değildirler..
– Hakiki Kürdler, kimseyi kendilerine vekil-i müdafaa olarak kabul etmiyorlar.”

SONUÇ                       :

  • Türk-Kürt kardeştir! Altın kural budur!!
  • Emperyalizmin tarihi boyunca hiçbir halkı, etnisiteyi….
    özgürlüğüne kavuşturduğu görülmemiştir.
  • Emperyalizmin tunç yasası : “BÖL/PARÇALA-YÖNET-SÖMÜR” dür!
  • Kürt kardeşlerimizin en yakın dost ve müttefiki Türklerdir. Biz birbirimizin
    doğal müttefikiyiz. 
    Aradan ABD-AB emperyalizminin maşası PKK’yı çıkarmalıyız.
  • Kalan sorunlarımızı oturur, dostça ve insanca çözeriz, buna inanın..
  • Emperyalizmle işbirliği yaparak özgürlük savaşı yapılabilir mi?
    Kürt kardeşlerimizi bu onursuzluktan tenzih etmek istiyoruz.

Prof. Dr. Birgül Ayman Güler‘in söylemini ve web sitesinde yer verdiği  (www.baguler.blogspot.com) 4 makalesini doğru (bizim sitemizde de yayımladık; http://ahmetsaltik.net/prof-dr-birgul-ayman-gulerin-yeni-anayasa-hakkinda-4-makalesi-ve-gorusumuz/), bilimsel, ülkemizin yararına buluyor
ve bu gerekçelerle açıkça destekliyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
03 Şubat 2013, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

Prof. Dr. Birgül Ayman Güler’in Yeni Anayasa Hakkında 4 Makalesi ve görüşümüz..

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, CHP İzmir Milletvekili seçilmeden önce
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde öğretim üyesi idi.

Yıllarca bu konuları derslerinde işledi, kitaplar ve makaleler yazdı, bildiriler sundu bilimsel toplantılarda.

Bosna’dan ülkemize gelen, Boşnak kökenli bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Türk’tür.

Ülkemizin Yugoslavya gibi etnik temelde ayrıştırılmasını, birbirini boğazlayarak mezbahaya dönüşmesini ve iç savaşla parçalanmasını istemiyor doğallıkla.

Bu vahim tehlikeye altını çizerek dikkat çekiyor..

Batı emperyalizminin “nation building” kaması ile “çevre ulus devletleri”
parçalama oyununa işaret ediyor. Dikkat buyurulsun “çevre ulus devletleri” diyoruz, “merkez kapitalist ulus devletleri” değil!

En büyük ulus devlet ABD, 52 eyalette 52 milliyeti sentezleyerek AMERİKAN ULUSU-MİLLETİ oluşturmuş. Kaya gibi bir blok.. Tek resmi dil, tek bayrak, tek devlet..
Her “milliyet”, örneğin “Ben İtalyan kökenliyim ama Amerikan’ım” diyor.. “Amerikalıyım” değil, “Amerikan’ım” diyor.. Gönüllü birliktelikle  Amerikan ulus devletinin eşit bireyleri durumundalar. Anayasalarında da “Amerikan milleti-ulusu” kavramı-nitelemesi var.
“Amerikan” kimlikkartı ve pasaportu taşıyorlar. Nüfusun yarısına yakınının Hispanik (İspanyol kökenli) olduğu güney eyaletlerinde bile sosyal-kültürel alanda İspanyolca çok yaygın iken, kamusal alanda resmi dil tek ve İngilizce. Bu gerçeği bizzat biz, yerinde gördük, tanık olduk. Yurttaş olmanın en temel koşullarından biri, yeterli İngilizce bilmek!

20. yy (1900’ler) başında dünyada başlıca 50-60 devlet vardı. Bu yy. sonunda 200 devlet oluştu. Küresel emperyalizmin hedefi, 21. yy. sonunda 1000 “devletçik”! Yani, Latince “Divida et impera” bağlamında “Böl ve yönet”!

20. yy. başında 50-60 dolayındaki devlet sayısı, yüz yılda 200’ü aştı. Daha da artırılarak bin devlet(çik) hedefleniyor egemen emperyalistlerce. Daha sonra, hepsini postmodern yöntemlerle yeniden sömürgeleştirerek tek dünya devleti kurmak Elit’in stratejik ereği!

  • “ Dünyada bin (1000) devlet oluşturduğumuzda modern dünya daha mükemmel ve daha istikrarlı olacaktır. Halkların kendini yönetme hakları artık dünya bankerleri ve entellektüelleri olan Elitin otoritesi altına girecektir. Yüzyılımızda izleyeceğimiz strateji budur! ”
    (
    Arthur Schlesinger, CFR Dergisi Foreign Affairs, 1995)

Bir kez daha dikkat çekelim, merkez kapitalist ülkeler kaya gibi ulus devlet..

Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya, Çin, Hindistan, Rusya … daha onlarcası.

Bizim gibi ülkelerin ise parçalanması gerekiyor!
Sevr ile başarılamayan, şimdilerde bu tür etnik ayrıştırma oyunlarıyla
gerçekleştirilmeye çalışılıyor.

Çok ilginç bir çelişki de, AB örneğidir.

Türkiye’yi milliyetler / etnisiteler temelinde federe devletlere ayrıştırmayı planlayanlar, 27 ülkeyi, 27 farklı milleti-ulusu bir araya getirerek “Avrupa Birleşik Devletleri” kurmaya çabalıyorlar. Anımsayalım, 1950’ler başında Kömür-Çelik Birliği ile
yola çıkan birkaç ülke zamanla AET’ye (Avrupa Ekonomik Topluluğu) dönüştü.
Üye sayısı giderek artarken “E” harfi atıldı ve “Ekonomik Topluluğun” siyasal birliğe
dev bir adım atılarak “Avrupa Topluluğu” AT’ye dönüştü. Yetmedi, son durumuyla “Avrupa Birliği” (AB, European Union, EU) statüsüne dönüştü 27 ülke.
Tek bayrak, tek parlamento, tek para..

Niçin ? Nedir bu derin çelişki ? Kendileri birleşirken bizleri neden ayrıştırıyorlar?

Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene!” sözü niçin çarpıtılmaktadır?

Bu bir ULUS DEVLET olma, ULUSLAŞMA, emperyalizme karşı birlik olarak güçlenme ve lokma olmama çağrısı değil midir? Etnik kimliklerinizi koruyun, sosyal-kültürel alanda yaşatın ama kamusal alanda tek parça-blok olun, birlikten güç doğar ve bu yolla da “Türk’üm” deyin, mutlu olun.. anlamında değil midir?

Atatürk’ün sağ kolu İsmet İnönü, bizzat Kürt kardeşlerimizce “Kürt İsmet” olarak sahiplenilmiş  değil midir? Lozan heyetine yazılan mektupta vurgulanmamış mıdır?

Kemal paşa Türk milleti tanımını şöyle yapmamış mıdır ?

  • Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına
    (ahalisine, Türkiye’de yaşayan herkese!) Türk milleti denir.”

Bu tanım, dünyada 4000’e yakın etnisiteyi / milliyeti kucaklayan yaklaşık 200 devlet için geçerlidir. Biyolojik ırkçılıkla uzaktan yakından ilgisi yoktur.

Bu bakımdan, Anayasa’nın 66. maddesinde yer alan tanım korunmalıdır :

I. Türk vatandaşlığı
Madde 66 – Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.
Kürt ya da başkaca etnik kökenli yurttaşlarımıza (milliyetlere) ülkemiz,
AB’ye üyelik sürecinde Kopenhag Ölçütleri kapsamında tüm hakları tanımıştır.
Bundan ötesi ayrışma, parçalanma getirir.Artık ayrılıklarımzı değil ortaklıklarımızı pekiştirme zamanıdır.Türkiye, Batı güdümünde sokulduğu bu yapay tartışmaları aşarak asıl gündemine dönmelidir. Yoksullukla, işsizlikle, dengeli bölgesel kalkınma ile, borçlarla, dış güvenlik sorunlarıyla…. çağdaşlaşma ile meşgul olmalıdır.Birgül Ayman Güler hoca bilimsel doğruları dile getirmiştir. Asla ırkçılık, ayrımcılık yapmamıştır.

“Türk ulusu ile Kürt milliyeti eşit değildir.” sözü bilimsel bir anlatımdır.

“Türk ulusu” nitemi (sıfatı) ülkemizdeki 80 milyon insanın ortak sıfatıdır.

“Kürt milliyeti” ise Kürt kökenli yurttaşlarımızı, bütünün bir parçasını tanımlıyor.
Bu bakımdan, “parça bütüne eşit olabilir mi?” Söylenen budur.

Başta Başbakan RT Erdoğan olmak üzere, BDP’li Vekil Sırrı Sakık vd. bilerek
ve isteyerek, kasıtlı olarak Sayın Prof. Ayman’ın sözlerini çarpıtmışlardır.
Bu, ucuz ve çirkin bir popülizmdir.. Ülkemize yakışmamaktadır. Eğitimi yetersiz
halkın kafasını karıştırmaktan yarar ummak erdemli ve ülkemize yararlı bir davranış değildir. Bu tehlikeli hatadan ve politik sömürüden vazgeçilmelidir.

Şimdi, 1920’lere gidelim ve Said Nursi‘nin bir makalesine değinelim :

Said Nursi’nin İkdam’da yer alan makalesi, 7 Mart 1920 (22 Şubat 1336, sayı: 8273) :

Kürdlük davası pek mânâsız bir iddiadır.. 
– Kürdistan’a verilecek muhtariyetten bahsediliyor…
Kürdler, ecnebî himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense,
ölümü tercih ediyorlar.

Eğer Kürdlerin serbestii inkişafını düşünmek lazım gelirse;
bunu Boğus Nubar ile Şerif Paşa değil, Devlet-i âliye düşünür.

– 
Hülâsa: Kürdler bu hususta kimsenin tevassut ve müdahalesine muhtaç değildirler..
Hakiki Kürdler, kimseyi kendilerine vekil-i müdafaa olarak kabul etmiyorlar.

*****

  • Türk-Kürt kardeştir! Altın kural budur!!
  • Emperyalizmin tarihi boyunca hiçbir halkı, etnisiteyi…. 
  • özgürlüğüne kavuşturduğu görülmemiştir.
  • Emperyalizmin tunç yasası : “BÖL/PARÇALA-YÖNET-SÖMÜR” dür!
  • Kürt kardeşlerimizin en yakın dost ve müttefiki Türklerdir.
  • Biz birbirimizin doğal müttefikiyiz. 
  • Aradan ABD-AB emperyalizminin maşası PKK’yı çıkarmalıyız.
  • Kalan sorunlarımızı oturur, dostça ve insanca çözeriz, buna inanın..
  • Emperyalizmle işbirliği yaparak özgürlük savaşı yapılabilir mi?
    Kürt kardeşlerimizi bu onursuzluktan tenzih etmek istiyoruz.

Sayın Prof. Dr. Birgül Ayman Güler‘in söylemini ve aşağıda verdiğimiz 4 makalesini (http://www.baguler.blogspot.com/) doğru, bilimsel, ülkemizin yararına buluyor ve bu gerekçelerle açıkça destekliyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
3.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Prof. Dr. Birgül Ayman Güler’in Yeni Anayasa Hakkında 4 Makalesi

portresi
1.  Makale :Vatandaşlık Ulusal mı Olmalı Anayasal mı?

Türkiye’nin toplumsal geleceğini çizecek iki siyaset var.

Bunlardan biri ulusal vatandaşlık ilkesi derken,
diğeri anayasal vatandaşlık ilkesi diyor.

Bu iki görüş, güncel “yeni anayasa” çalışmalarının bel kemiğini oluşturuyor.

Birincisi, yaklaşık yüz yıl önce benimsediğimiz “Türk vatandaşlığı sistemi”ni uygun ve gerekli görmek demektir. İkincisi ise “TC / Türkiye vatandaşlığı” ya da sıfatsız yalnızca “vatandaşlık” demeyi önermektedir.

İlk görüş CHP ve MHP resmi görüşleridir; ikincisi AKP ve BDP resmi görüşleridir.

Partilerin tümünde diğer görüşün sesli ya da sessiz savunucularına rastlanabilir.
Konuyu olanca ayrıntılarıyla bilmek, özellikle bu geçişkenlikler nedeniyle kritik önem taşımaktadır. Savunucular arasında bir de dinci çevrelerin bulunduğu bilgisini eklemeliyiz.

Ulusal – Anayasal Vatandaşlık Ne Demektir?

Ulusal vatandaşlık ilkesini benimseyenler, refah içinde diri bir geleceği güvence altına almak amacıyla dünyanın ve Türkiye’nin güncel ortamıyla koşulları
kaynak göstermektedirler. Düşünsel dayanakları ulusal devlet deneyimidir.

  • “Türk” bir etnisite değildir.

Türkmen, Yörük, Tahtacı … gibi etnisiteler vardır; ama Türk adı taşıyan bir etnik grup yoktur. Türk, kültürel kavim adlandırmasıdır; Anadolu’da bin yıllık Türkçe ortaklığı ve
yüz yıllık Cumhuriyet’le yaşanan uluslaşma süreci, Türk kavramını her türlü etnik aidiyetten kurtarmıştır.

Ulusal vatandaşlık, topluluk kimliklerini yani etnisite ve milliyet bölünmelerini aşmayı sağlayan ulus kimliğinin ürünüdür.

Bu sistem, toplumu toplulukların değil bireysel temelde yurttaşların eşitliği üzerinde yükselir. Böyle bir eşitlik, her türlü etnisite; inanç grubu; cinsiyet gömleklerini yırtar ve bireysel özgürleşme sağlanır.

Anayasal vatandaşlık ilkesini benimseyenler, farklılıkların altını çizmek ve
“ötekini savunmak” amacıyla dünyada yaşandığı varsayılan (dünyanın değil) “küreselleşme”nin gerekleri ile Türkiye’deki alt toplulukların (Türkiye’nin değil) istemlerini kaynak göstermektedirler. Düşünsel dayanakları küresel emperyalizmin felsefecisi Alman Jürgen Habermas’tır:

Vatandaşlık “ulus” üzerinden değil, yalnızca “anayasa” sözleşmesi çerçevesinden kurulmalıdır. Şimdi ulus ve vatandaşın adı olan “Türk”, bir etnisite/ırk adıdır. Türkiye’de yaşayan kimi vatandaşlar bu isimden rahatsızdır; Türk adlandırmasının kendilerini ifade etmediği ve dışladığı düşüncesindedirler.
Anayasal vatandaşlık, “eşit”lik sağlamalıdır. İlkenin tam adı “eşit anayasal vatandaşlık”tır. Bu sistem, bireyleri değil toplulukları bir arada tutacaktır.
Ulus kimliğinden kurtuluş, topluluklar kimliklerinin tanınmasını mümkün kılacaktır. İşte bu farklı kimlikler arasında eşitlik sağlanması gerekir.
Bu özellikler sayesinde, anayasal vatandaşlık sistemi, toplumdaki her farklı topluluğu anayasanın koruması altına almış olacaktır. Tüm topluluklar, kendi varlıklarını sürdürebileceklerdir. Bunun yolu, farklı topluluklara hukuksal tanıma sağlamaktan geçer. Anayasal vatandaşlık ilkesinin en önemli “yeni bir sistem” özelliği de burada ortaya çıkar. Toplumdaki etnik ve inanç/din temelli topluluklar, toplumsal ve siyasal yaşamda “kendi” adlarına etkinlik gösterme gücüne kavuşturulmuş olurlar. “Kendi” dillerinin resmi dil olarak kabulü, “kendi” eğitim sistemleri, “kendi” temsilcilerinin siyasal yarışı, “kendi” sinemaları, evlilikleri, gömü törenleri ve mezarlıkları….. Devletin yapması gereken, her topluluğa “eşit haklar” tanıyıp bu temelde davranmasıdır.

Kısaca anayasal vatandaşlık, toplum ve siyaset için tek ulusal yaşamdan vazgeçilip cemaatler ve milliyetler yaşamı vaat eder. Toplum ve devlet ulusal değil “cemaatler ve milliyetler dünyası olacaktır.

Bizim İçin Hangisi?

Anayasalar, kişi ya da toplulukların psikolojik doyumlarını sağlamaktan daha fazlasını yapar. Bir ülkenin tüm yönetim sisteminin yapı ve ilkelerini kurar. Yapı ve ilkeler, şimdiki gibi tarihsel dönüm noktalarında bütün bir ülkenin ve halkın varlık – yokluk sorunudur. Şimdi söz konusu olan Türkiye’nin ve Türk Ulusu’nun geleceğidir. Bu nedenle, “hangisi” sorusuna yanıtımızı politik / taktik nedenlerle değil tarihsel / stratejik nedenlere dayanarak vermek zorundayız.

İki sistemden birini yeğleyebilmek için sorulması gereken temel sorular şunlardır:
“Ulusal vatandaşlık” bizi geleceğe eskisinden daha güçlü bir biçimde taşıyabilir mi? Bunun için bin yıllık oluşum ve yüz yıllık kuruluş dönemleri temel alınıp eleştiri süzgecinden geçirilmeli mi?

“Eşit anayasal vatandaşlık” ilkesine göre kurulacak bir yönetim sistemi,
ülke olarak ‘bir Türkiye’nin varlığını ortadan kaldırma sonucu yaratır mı?
Bu ilke, tüm halkın refahının artmasına hizmet edebilir mi?

Bize gereken nedir? Ve elbette tarihsel – toplumsal koşullar bakımından değerlendirdiğimizde mümkün olan hangisidir?
Ulusal devlet mi yoksa milliyetler devleti mi?

=================================================

2. Makale :

Anayasal Vatandaşlık ve Nurcu – Gülenci Kesim

“Yeni Anayasa” tartışmalarında AKP, BDP, kendi partisinin resmi görüşü farklı olmakla birlikte bu cenahta yer tutan bazı siyasetçiler ve Nurculuk, Gülencilik gibi çeşitli dinci çevreler, Türkiye’nin yönetimi için “anayasal vatandaşlık” öneriyorlar.

Hedeflerini tümüyle dinsel referanslara dayandırdıklarını ileri süren dinci siyasal kesimler, “milli” olanın “dini” olanı yok ettiği düşüncesindedir. Bu nedenle çıkış yolunu Osmanlı Devleti’nin hilafetçi örgütlenme kodlarında aramaktadırlar. Bunlardan biri, düşünsel gücünden çok sahip olduğu dünyevi servet ve zengin küresel müttefikleri sayesinde ülkemizde başlıca iktidar odaklarından biri haline gelmiş olan
Nurcu – Gülenci siyasettir.

Nurcu – Gülenci kesim, Nesil Yayınlarından Ocak 2011’de Demokratik Açılım Üzerine Düşünceler – Çözüm Mümkün / Çareseri Mimkune başlıklı bir kitap çıkarmıştır. Kitap biçiminde, ama gerçekte Türkçe, Kürtçe, İngilizce, Arapça dillerinde kaleme alınmış bir bildirge içeren bu yayında, “anayasal vatandaşlık” savunusu yapılmaktadır. Saidi Nursi’yi temel alan Nurculuğun bildirgesine göre anayasal vatandaşlık yapısal çözümdür.

Bildirge 4 maddede şöyle özetlenebilir:

1. “Milliyetçilik bir bilinç çarpılmasıdır ve aslında dinle bağdaştırılması mümkün olmayan bir şeydir. Eğer biz kendimizi etnik kimliğimizle tanımlarsak Türk ile Kürt hakiki kardeşliğini hissedemez… Ama asli kimliğini Müslüman olarak görürse, hangi milliyetten hangi dilden hangi coğrafyadan olursa olsun hangi sosyal sınıftan olursa olsun bütün müminleri bu kimliğin içine koyabilir.” (s. 32)

2. “Sadece Türk etnik kimliği temelinde tanımlanmış bir millet anlayışı, Türkiye toplumu açsısından problemleri çözücü bir yaklaşım değildir… milli kimlik tanımlamasının etniklikten arındırılması bir zorunluluktur….. Anayasal vatandaşlık olarak adlandırılan, devletin vatandaşıyla kurduğu ilişkinin esas itibarıyla hukuki bir ilişki olması gerektiğini söyleyen yaklaşımı temel alarak bir üst kimlik inşa etmeliyiz.” (s. 22-23) “Türk kimliği yerine, bir üst kimlik olarak anayasal vatandaşlığın ikame edilmesi gerekir.” (s. 38, 48)

3. “Dün Kürtler ile Türkler veya Kürtler ile devlet arasında bir sorun olduğunda, bunu Islam’a göre çözmek mümkün olmakla birlikte, seküler milliyetçiliğin iki tarafta da egemen olduğu bugünün vasatında, böyle bir imkanımız mevcut değildir. Dolayısıyla mesele, .. insan hakları anlayışı çerçevesinde çözülme durumundadır. İnsan hakları çerçevesi içerisinde ise temel haklar, sosyal haklar ile kültürel haklar, kolektif haklar ve siyasal haklar yer almaktadır.” S. 49

4. “Ref’i imtiyaz lazım”…. (s. 50). Bu anlayışa göre, ulusal yapılanmaya ait ne varsa, toplumda bir kesime tanınmış imtiyaz özelliği taşımaktadır. Dil, bayrak, eğitim, kısaca toplumsal yaşamın her alanında Türk ulusu kimliğine ait her şeyin temizlenmesi gerekmektedir. İşte birkaç örnek:

Anayasanın başlangıç kısmında Atatürk milliyetçiliğinin esas alınması… önemli bir soruna işaret etmektedir…. kesinlikle değiştirilmesi…”

Ülke genelinde birden fazla resmi dil ya da bölgesel düzeyde birden fazla resmi dil kabul edilebilir. (s. 35-36)

“Mesele [Kürt meselesi değil] öncelikle bir Türk meselesidir.” (s. 41). Ulusal/resmi tek dil kaldırılmalı; kültürel çoğulluk, yerel özerklik, “Türk figürlerinin yanında Kürt, Arap ve diğer etnik kimliklerden figürlerin de pozitif şekilde yer aldığı çocuk kitapları, ….” (s. 55)

“Sorun Türk Sorunudur”

Bildirge’nin en önemli ve en kestirme cümlesi, Türkiye’de yaşanan sorunun “Kürt Sorunu Değil Türk Sorunu” olduğunu dile getiren cümledir. Dinci çevreler, kendi iktidarlarının ulusal mücadelelerle sona erdiğini hiç unutmamakta; Osmanlı’da hilafete son verilmesini suçların en büyüğü saymaktadırlar. Çünkü bu devrimle birlikte “dini devlet” ortadan kalkmış ve yerine “ulusal devlet” geçmiştir. İşte bunu yapan Cumhuriyetçi kadroyu, Mustafa Kemal’i, Kemalizmi, Atatürkçülüğü ve Türk vatandaşlığı sistemini öfke ve nefretle karşılamaktadırlar.

Günümüzde “İslam ittihadı” hedefiyle yol alamayacaklarını görüp gerçekçi davranmakta ve kendileri için en korunaklı limanın Batı kaynaklı “evrensel insan hakları sistemi” olduğunu kavramış bulunmaktadırlar. Bunu da yukarıda (3). maddede yapılan aynen aktarmadan görüleceği gibi açıkça dile getirmekten kaçınmamaktadırlar. Bu, kendi varlığını “İslam” üzerine kurduklarını ileri sürenlerin “Hristiyanlık” ile nasıl kolayca iç içe geçtiklerine ilgi çekici bir örnek oluşturmaktadır.

Bunun kadar ilginç bir diğer şey de, İslamcı olduğunu söyleyenlerin, kendi hedeflerine hizmet eden bu yolu, küreselciliğin Alman filozofu Jürgen Habermas’a borçlu olmalarıdır. Nurcu – Gülenciler bu konu bakımından Habermascıdır!
Neden “Yeni Anayasa”? Neden anayasal vatandaşlık?…

Dinci çevreler, 1923’te yaşadıkları büyük yenilgiyi yüz yıl sonra zafere dönüştürmeye çalışıyorlar. Bunun için yeni anayasa, bunun için anayasal vatandaşlık istiyorlar diyebiliriz.

Ya da daha kısaca: ‘Krizi fırsata dönüştürüyorlar’.

==================================================

3. Makale          :

Anayasal Vatandaşlık ve Kürtçü Yaklaşımlar

“Yeni Anayasa” tartışmalarında vatandaşlık sisteminin değişmesini ve sistemin “anayasal vatandaşlık” görüşüne göre tanımlanmasını isteyen kesimlerden biri de Kürt milliyeti çerçevesinde siyaset yapanlardır.[1]

Katılımcı Demokrasi Partisi (KaDeP) ile Hak ve Özgürlükler Partisi (HAKPAR) üniter devlete karşı federalizm talebinde bulunurken, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ‘demokratik özerklik’ etiketiyle üniter devlete değil ulusal devlete karşı konumlanmıştır. Bu iki talep, Anayasa’nın “devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü” ilkesinin ortadan kaldırılmasını gündeme getirir.

Anayasa’da benimsenmiş olan “bölünmez bütünlük ilkesi” şöyledir:

“MADDE 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı “İstiklal Marşı”dır. Başkenti Ankara’dır.”

Anayasal bölünmez bütünlük ilkesi, tartışmalarda farklı anlamlar yüklenerek konuşulur. Bu ilkeye karşı olanlar, ilkenin içeriğinden rahatsızdır. Ama bir de, bu ilkenin ‘duygusu’ndan rahatsızlık duyanlar vardır. Rahatsızlık daha çok ‘vatanın bölünmez bütünlüğü’ sesinin 12 Eylül faşizmini hatırlatmasındandır.

Ne var ki, konuyu gerçek niteliğiyle anlayabilmek için, sözkonusu ilkenin matematiksel haline odaklanmakta büyük yarar vardır. Devletin ‘ülkesi ile’ bölünmezliği üniter devlet ilkesinin benimsendiğini; ‘milleti ile’ bölünmezliği de ulusal devlet ilkesinin temel alındığını gösterir. Buna göre, Türkiye’de devletin coğrafyaya göre toprak üzerindeki örgütlenişi üniter/tekçidir; federal olamaz. Yani yasa yapma ve yasaları uygulama gücü, ülkenin parlamentosu ile hükümetindedir; bunun dışında siyasal karar ve yürütme organı yoktur. Diğer bütün kurumlar, valilik ve kaymakamlıklar, yerel yönetimler siyasi değil, idari nitelik taşır. Yine buna göre, devletin insana/topluma göre örgütlenmesi “ulus” esasına dayanır; milliyetler devleti olamaz. Tüm vatandaşlar etnik kökeni, inancı, cinsiyeti ne olursa olsun Türk vatandaşıdır. Devlet ve hukuk karşısında vatandaşlara ne birey ne de topluluk olarak hiçbir ayrıcalık ya da dışlama sözkonusu olamaz; vatandaşların eşitliği esastır.

FEDERALİZM YA DA ANAYASAL VATANDAŞLIK! 

  • Kürtçü siyasetin KDP ve HAKPAR kanadı devletin ülkesi bakımından,
    BDP kanadı ise milleti bakımından bölünmesini talep etmektedir.

KDP ve HAKPAR gibi yapılar, Türkiye’de devletin toprağa göre federalizm esasına göre örgütlenmesini talep ederler; bu talep parti programlarında açıkça yazılmıştır. Öncülüğünü Şerafettin Elçi’nin yürüttüğü (KDP) Programı’nda şöyle denir: “4- Sorunun çözümünde farklı formüller tartışılabilir. Partimizin çözüm formülü özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı, laik, demokratik federal sistemdir.” Başkanlığını Kemal Burkay’ın yaptığı HAKPAR Programı’ndaki ifade ise şöyledir: “Parti, üniter devleti reddeder. Kürt sorununda ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını ilkesel olarak benimser. Sorunun çözümü için, Türkiye’nin Kürt ve Türk halkının eşitliğine dayalı demokratik ve federal bir tarzda yeniden yapılandırılmasını savunur.”

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Programı’nda ulusal devletin ortadan kaldırılması talebi yer alır: “Tek ırk, tek dil, tek din, tek kültür ve erkek egemen anlayış yerine toplumdaki bütün etnik, kültürel, inançsal ve cinsiyet farklılıklarını kapsayacak şekilde, “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” esas alınacak ve anayasal yurttaşlık olarak bu üst kimlikle tanımlanacaktır.” BDP için sorunun çözümü, “Türk ulusu” ve “Türk vatandaşlığı” sisteminin ortadan kaldırılmasındadır. Öngördüğü “TC vatandaşlığı”nın nasıl bir yapı getireceği konusunda ise açıklık yoktur. Partinin savını daha çok çoğulculuk, katılımcılık, özgürlük, evrensel insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayanmak gibi genel kurallarla savunduğu görülmektedir.

FEDERALİZM ile ANAYASAL VATANDAŞLIK BİRBİRİNİ TAMAMLAR! 

İki çözüm birbiriyle çelişir mi? KDP – HAKPAR’ın toprağa dayanan –ülkesi bakımından- federalizm talebiyle BDP’nin topluluğa dayanan –milleti bakımından- federalizm [anayasal vatandaşlık] birbirine karşıt mıdır, değil midir?

Bu soru, Rızgari Dergisi’nde 2007 yılında İbrahim Güçlü tarafından şöyle yanıtlanmıştır:[2] “Türkiye’nin federalleşmesi ile anayasal vatandaşlık arasında bir paradoks değil, birbirini tamamlayan, birbirinin “olmazsa olmaz” şartlarındandır”. Rızgari yazarı, Said-i Nursi gibi “ref’i imtiyaz lazım’ demektedir. Ona göre de “Türk vatandaşlığı” ülkemizde etnik gruplardan birine tanınmış bir ayrıcalıktır:

“Anayasal vatandaşlık, …. tanımı, etnik ve ulusal, dinsel ve mezhepsel, kültürel bir öğeye dayanmaz. Bu anayasal vatandaşlık tanımında, öncelikli ve imtiyazlı herhangi her hangi bir ulus ve etnik grup yoktur. Yani Türkiye’de vatandaş olan herkesin Türk kabul edildiği bir anlayış, Türk ulusal ve etnik yapıya tanınan imtiyaz, anayasal vatandaşlık konseptine aykırıdır. [Devlette]… bütün grupların kolektif hakları güvence altına alınır.”
Rızgari yazısı, anayasal vatandaşlık kavramının Alman Jürgen Habermas tarafından Avrupa Birliği’nin inşası için geliştirildiği bilgisini vermektedir. Çok farklı bir sorun için ortaya atılmış olan kavramı, yapı ve sorunların birbirine benzemezliğine aldırmadan büyük bir hızla kabul edilebilir görmüştür. Yazara göre, “anayasal vatandaşlık, Türkiye Cumhuriyeti gibi çok uluslu ve etnikli topluluklar için daha çok anlamlı bir vatandaşlıktır.”

DEĞERLENDİRME

Anlaşılıyor ki, Nurcu – Gülenci kesim için olduğu gibi Kürtçü kesim için de sorun gerçekte Kürt sorunu değil, “Türk sorunu”dur. Bu nedenle elele verip bizi –Türk vatandaşlığı güzeldir diyenleri- ikna etmeye çalışıyorlar. Bütün “empati programları” buna yönelik. Oysa biz “biz-onlar” karşıtlığı içinde değiliz. Dolayısıyla ortadaki sorunu “empati”yle değil, ancak, hepimiz için yerli yerinde bir dünya ve Türkiye analiziyle çözebiliriz.

Anayasal vatandaşlık, siyasal yapılanma düşüncemizi “birey – toplum” ekseninden “topluluklar – toplum” eksenine sürüklemeye çalışıyor. Bu geri adımı da unsurları topluluklar değil ulusal devletler olan bir AB için imal edilmiş; gelişmiş Batı ülkelerinde yaşanan “göçmenler ve vatandaşlık” sorunları için uygulanabilirliği soruşturulmuş bir kuramdan esinlenmeyle atıyor.

Eldeki kuram bir Alman’a; 1990’lı yıllara; ve Avrupa Birliği’nin inşası amacına dönüktür. “25 ayrı ulusal devletten Avrupa Birliği’ni nasıl yaratırız?” sorusu için ortaya atılmış bir kavramın, bin yıllık tarihle yüz yıllık uluslaşma sürecine sahip Anadolu için uygun bulunmasını anlamak, tarihsel ve mantıksal olarak olanak dışıdır.

Nurcu – Gülenci kesimde olduğu gibi bu kesimde de tarihsel ve mantıksal koşullar, bir çırpıda ideolojik ve siyasal sabitlere kurban edilmiştir. Üstelik bu işlem yalnızca bir “dışalım” da değil, aynı zamanda tarihin çok özel örneklerinden biri olan AB için yapılmış bir kuramın dışalımıdır. Bu tür bir tarihsel – kuramsal tutarsızlık, Türkiye’ye çıkış gösterebilir mi?

Bu formül çıkıştan çok, çıkmaz sokak girişidir.

================================================

4. Makale          :

Anayasal Vatandaşlık ve “Ne Var ki Bunda!”

“Yeni Anayasa”nın en önemli tartışmalarından biri, vatandaşlık tanımı.
AKP –çevresindeki cemaatler- ve BDP ile diğer Kürtçü siyasetler, “anayasal vatandaşlık” olsun diyorlar. Bunun anlamı, “ulusal vatandaşlık” ilkesinin terk edilmesi. Somut söyleyişle, anayasal vatandaşçılar vatandaşlığa “TC / Türkiye vatandaşlığı” densin istiyorlar. CHP ve MHP ulusal vatandaşlık sürmelidir, yani “Türk vatandaşlığı ilkesi kalmalıdır” diyorlar.

Bazılarımız da, “ne var ki bunda!” duygusu içindeler. Bu duygunun içinden konuşanların ileri sürdükleri başlıca savları beş maddede toplamak mümkün görünüyor:
• Vatandaşlığın anayasada yazılması kötü bir şey mi? Tabii anayasal olsun, anayasada belirlensin!

Önerilerden birinin “anayasal vatandaşlık” diye adlandırılmış olması, böyle bir karışıklığa yol açmaktadır. Gerçekte, her iki tür vatandaşlık da anayasada tanımlanır. “Anayasal vatandaşlık”, bu kurumun anayasada belirlenmesi anlamına gelmez. Vatandaşlığın “ulusa göre” tanımlanmaması, bunun yerine devlete (TC) ya da toprağa (Türkiyelilik) göre tanımlanması anlamına gelir. Yani bu terim, farklı bir vatandaşlık sistemini ifade eder.

• Madem bazı vatandaşlar kendilerini “Türk” diye adlandırmak istemiyorlar,
o zaman daha geniş adları kabul edelim; onlar da kendilerini bu ülkeye ait hissetsinler. Bu kavga da bitsin!

Anayasalar yalnızca aidiyet duygusuna karşılık veren metinler olsa, bu olabilirdi.
Ne var ki anayasalar, içerdikleri her cümle bakımından bir mekanizma öngören
hukuk metinleridir. Türk vatandaşlığından vazgeçmek, bireysel haklara dayanan yurttaşlık sisteminden topluluk haklarına dayanan bir toplumsal – siyasal sisteme
geçiş yapmak demektir. Birkaç örnek vermek gerekirse, Başbakan’ın dile getirdiği
36 etnik grup temelinde okullaşma ve eğitim sistemleri; birden çok dilin resmi dil olarak kabulü; farklı inanç grupları için farklı mezarlıklar; siyasal seçimlerin topluluklara kota uygulamasıyla yapılması; vb… demektir. Devletin bireylere değil topluluklara göre örgütlenmesi, hak ve özgürlükleri hepimiz için genişletmeye hizmet etmez. Aksine, bugün ulaşmış bulunduğumuz ulusal bütünleşmeden yapay biçimde geri adım atmak, bireysel özgürleşmeyi etnik kimliklere sıkıştırarak adeta dinamitler. Böyle bir sistem “kavga” bitirme gücü taşımaz; aksine “kavgalar” yaratır.

• “Eşit anayasal vatandaşlık”, buna nasıl karşı çıkılabilir ki?
Hem eşitlik hem anayasallık, bunlar iyi şeyler!

Anayasal vatandaşlığın anayasallığı nasıl “anayasaya yazma” anlamına gelmiyorsa, bunun eşitliği de yurttaşlar arasında eşitlik anlamına gelmez. Buradaki eşitlik bireyler arasında değil, grupların/toplulukların birbirine eşitliğidir. Başka bir söyleyişle “eşit anayasal vatandaşlık”, ülkedeki inanç ya da etnik temelli gruplar arasında eşitlik sağlanması talebi demektir. Buna göre, örneğin, her topluluğun dili devlet yaşamında yer bulmalı; resmi dil olabilmelidir. Aksi halde, tek dil resmi dil olursa, o dilin etnik grubu diğer etnik gruplara göre üstünlük elde etmiş, “eşit anayasal vatandaşlık” bozulmuş olur. Yine örneğin eşitlik gereğince, her topluluk kendi kimliğiyle yer alacağı toplumsal – siyasal yaşamda bir diğer topluluğa “eşit olarak” temsil edilmelidir. Bürokraside ve siyasette makam ve sandalyelerin dağılımı, topluluklar arasında eşitlik gözetilerek yapılmalıdır. Kısacası bu anlayışın tasarladığı yapı, cemaatler ve milliyetler devletidir. Formülün “iyi” olup olmadığına, bu içeriğe bakılarak karar verilmesi gerekir.
• Anayasa’da vatandaşlığa Türk denmişti de ne oldu? Anayasaya yazmak, fiili durumun öyle olacağı anlamına gelmez ki! Bunda arıza çıkarmaya ne gerek var?

Karşısında bir şey söylenmesi en güç ‘yorum’ bu! Eğer böyleyse, “neden anayasa var’ ve ‘bu kadar insan yıllardır neden anayasa üzerine vakit yitirmişler ki?’ diyebiliriz herhalde. Böyle bir düşüncenin, ‘eşit anayasal vatandaşlık’ formülüyle yapılmak istenen işlere yeşil ışık yakmak anlamına geldiği açıktır.

• ABD ‘anayasal vatandaşlık’ ilkesine dayanıyor; kendilerine Amerikalı diyorlar. Parçalanmadıkları gibi dünyanın da süper gücü olmuşlar!

ABD’nin vatandaşlık sistemi ulusal vatandaşlık ilkesine dayanır. Bu ülkedeki 50 eyalette yaşayanların tümü tek resmi dil kullanırlar. Farklı etnik gruplar toplumsal ve siyasal yaşamda “kendi kimlikleri” ile eşit topluluklar olarak değil, eşit bireyler olarak varlık gösterirler. Bu örnek, konunun basit bir isim değişikliği olmadığını güzel bir biçimde göstermektedir.

“Ne Var ki Bunda”cılık

Anayasal vatandaşlık formülü, vatandaşlık sisteminde isim değişikliği yaratmaktan ibaret değildir. Ardında hem toplumun hem devletin başka tipte örgütlenmesini gerektiren kapsamlı bir mekanizma taşır. Sistemi birey olarak yurttaşların eşitliğine göre değil, etnik ve inanç gruplarının eşitliğine göre kurar. “Ne var canım bunda!” tavrı, ya ‘bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak’ durumu ya da başkalarını kandırma amaçlı bir tavır tercihidir.

Atatürk ile ilgili güzel bir sunu..


Dostlar
,

Sevgili ATATÜRK’ümüzün kendi sesinden 10. Yıl Söylevi ve çok etkileyici fotoğraflarla etkileyici bir sunu..

Doğal akışında, arkaplan fon müziği ile izlenmeli..

Lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız ??

muhteem

Sevgi ve saygı ile.
2.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

TEK ADAMLA DEMOKRASİ


Rifat Serdaroğlu

portresi3

TEK ADAMLA DEMOKRASİ

Türkiyeli Başbakan için;

Lâiklik; “Benim referansım İslam’dır. Bir insan hem lâik hem Müslüman olamaz!

Yasama; Grup Başkanvekillerine; “Benim onayım olmadan kimse parmağını oynatmasın, ben ne dersem o, tamam mı?”

Yürütme; “Söyleyin o Bakanları bana, onları hemen kapının önüne koyayım.”

Yargı; “Bürokratik oligarşi bunlar. Sizin işiniz bize engel çıkarmak değil.

Bizim atadığımız adamlar, bizi denetleyecekler. Böyle iş olur mu?

Basın; “Bunların tasmaları vardı, ben çıkarttım. Terörist bunlar, banka soyguncusu.

Sivil Toplum Örgütü; “Herkes kendi işine baksın. Bitaraf olan bertaraf olur.”

Başkanlık Sistemi; “Biraz ondan biraz bundan alırız, Türk işi Başkanlık yaparız.”

Belediyeler; “Ya benimsin ya da mahpushanenin.”

Türkiyeli Başbakan için Demokrasi demek, onun kafasındaki gibi bir rejim demektir!

Lâiklik, O’nun istediği gibi uygulanacak. Hukuk, O’na ve adamlarına dokunmayacak ama O’nun adına siyasi rakiplerini “yok etme aracı” olarak kullanılacak. Sosyal Devlet, yalnızca sadaka verir gibi yardım dağıtan devlet demektir. Seçim yoluyla millet iradesinin sandığa yansıması demek, “Seçsis” gibi sabıkalı bir bilgisayar programında ısrar etmek demektir. Hesap sormak var, hesap vermek yoktur.
Kim ki eleştirir, iktidara biat etmez, devletin polisi-savcısı-vergi müfettişi tepesine biner…

İktidar ona babasından miras kalmış gibi, padişahmış gibi demokrasiyi de istediği kalıba sokabileceğini, herkesi kandırabileceğini zanneder. Sonucu önceden belli yandaş anketlerle avunur.

Hâlbuki Evrensel Demokrasinin olmazsa olmaz şartları vardır. Bunlardan biri olmadı mı, sizin rejiminizin adı “Demokrasi” olmaktan çıkar, “Debokrasi” olur.
Herkes de sizle alay eder.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türkiye Raportörü Durrieu,
hazırladığı raporunda şunları söyledi:

  • “Türkiye demokrasi ve lâiklikten ayrıldı.
  • AKP Hükümetinin eylemleri ve niyetleri farklıdır.
  • Türkiye daha kişisel bir sisteme gidiyor..”

Yani elin oğlu, Türkiyeli Erdoğan’a diyor ki;

“Arkadaş, bu hali ile senin rejiminin adı demokrasi değildir.
Sende tek adam faşizmi var. Gidişin gidiş değil.
Bu kafayla gidersen, seninle selamı-sabahı keseriz. Ayağını denk al.”

Türkiyeli Erdoğan, İngiltereli Şimşek ve Avrupa’dan sorunlu Amerikalı Bağış balığa çıkmışlar. Çok balık yakalamışlar. Ertesi gün yine balığa çıkarlarken
Erdoğan, bakanlarına sormuş;

“Ha uşaklar, dün balık tutuğumuz yere işaret koydunuz mu?”

İngiltereli, “Kayığın orta yerine çarpı işareti koymuştum.” demiş.

Amerikalı; “Yuh be, ya başka kayıkla balığa çıksaydık ne yapacaktık?”

Türkiyeli; “Ulan size kalsak yönümüzü şaşıracağız yahu. Bereket tedbirimi alıp,
dünkü yere şapkamı bırakmıştım. Korkmayın dümen bende…”

Değerli Okurlar;

Türkiye’nin kötülüğünü isteyen bir ekibi yıllarca arasanız, bunlar gibisini bulamazsınız.

Allahtan memleketin mayası sağlam da tümüyle bozamadılar.

Her gittiğim yerde, bunlara oy veren var mı, diye soruyorum.
Bir Allahın kulunun çıkıp da, göğsünü gere-gere “ben verdim” diyenine rastlamadım.

Peki, Türkiyeli Erdoğan nasıl “oyumuz % 54” diyor?

Adam köy kahvesinde otururken, dağa doğru bakıp,
“Bu yıl armut çok mahsul verecek” demiş.

Nereden bildin, demişler. Adam cevap vermiş; “Canım öyle istiyor!..”

Sağlık ve başarı dileklerimle.
01 Şubat 2013

GİDEN SAĞLIK BAKANI BAŞARILI MIYDI?

Dostlar,

Hacettepe Tıp’tan sınıf arkadaşımız sevgili Doç. Dr. Paşa GÖKTAŞ,
aşağıdaki değerlendirmesini iletmiş.

Biz de büyük ölçüde katılarak sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Eski Sağlık Bakanı Dr. Recep Akdağ’ı çok uyardık..
En kapsamlısı Kızılcahamam’da Mayıs 2004 sonunda idi.
Kurmaylarının önünde, kamera kayıtları altında 17 dakika konuşarak uyardık.

“Politikalarınız dış kökenli, sözcük sözcük IMF-DB emirleri..
Baskı altında mısınız, bu politikalar sizin mi?
Baskı altında iseniz ima edin, hep birlikte size destek verelim..” demiştik özde.

Bakan Akdağ, göz göre göre gerçek dışı bildirimle “baskı alrtında değiliz, bunlar bizim politikamız..” demişti.. Acı acı gülerek “vebali günahı boynunuza..” demiştik.

Genel Sağlık Sigortası’nın (GSS) “matematiksel çıkmazı” nı kendisine 2 dakikada anlatma dileğimizi de TTB Genel Kurulıunda kabul etmemişti. Kartımızı verip,
uygun zamanınızda davet edin, bu kabusu size anlatalım.. dedik.. Ne gezeeer??

Bu gün gelinen yer, GSS’nin “matematiksel çıkmazı” dır.
Ülke borca batırılmış, kamu kaynakları verimsiz biçimde yerli-yabancı sermayeye aktarılmıştır.

2 elimiz Dr. Recep Akdağ’ın yakasındadır.
Ülkeye tahribi tarifsiz düzeydedir.

Yazıklar olsun..

Sevgi ve saygı ile.
1.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

SAĞLIK BAKANI’NIN DEĞİŞİMİ GEREKLİ MİYDİ?

GİDEN SAĞLIK BAKANI BAŞARILI MIYDI?
Hangi cepheden baktığınızla ilgilidir.
Vatandaş cephesinden baktığınız zaman, başarılı imiş gibi görünür.
Politikacılar yönünden bakarsanız da başarılıymış gibi görünür.
Çünkü, sınırsız bir populizm ve sınırsız harcamalar ile, halka hoş gelecek uygulamalar yapıldı. Kendisine ciddi oy desteği de kazandırdı.
Bu yönlerden bakarsanız, başarılıdır.

Ama, olaya Türkiye bütçesi yönünden, Maliye yönünden ve SGK yönünden bakarsanız, durum tam bir felakettir. Eski Bakan, Türkiye bütçesini, Maliyeyi ve SGK’ yı çok zor duruma, neredeyse finansal uçuruma sürüklemişdurumdadır.
Ancak halk ve kamuoyu bunun farkında değildir. 
Yani işi teknokrat bakışıyla irdeleyenlerin gözünde, yararlı değil, ülke açısından oldukça riskli ve ürkütücü bir yönetici örneği durumundadır.
SAYIN ESKİ SAĞLIK BAKANI’NIN POLİTİKASININ HATALI YÖNLERİ
Bunlar şöylece özetlenebilir:

1. Kamu Sağlık Harcamaları Altından Kalkılamaz Boyutlara Sürüklenmiştirİleri derecede populizm uygulandı. Kamu Sağlık harcamaları, 2002’ deki 6-7 milyar TL’ den 2012’de 70 milyar TL’ lik bir boyuta yükseldi. Hem harcamaların boyutu çok artırıldı, hem de harcamaların çok büyük çoğunluğu kamunun ve özellikle de SGK‘nın sırtına yüklendi. Hem Türkiye bütçesi, hem Maliye, hem de SGK altından kalkamayacakları yüklere sürüklendi.

Tam bir harcama makinesi gibi davranıldı denilebilir. O’nun politikasına, Türkiye bütçesinin dayanması olanaksızdı. Zincir bir yerde kopacaktı. Bu nedenle gidişi, muhtemelen öncelikle ülke bütçesi, Maliye ve SGK yönünden tam bir nefes alma sonucunu doğurmuştur denilebilir.
2. Üniversite Hastaneleri Çıkmaza Sürüklendi

Üniversite hastanelerinin çıkmaza girmesinin baş sorumlusu sayılmaktadır. Politikalarıyla, üniversite hastanelerinin fiyatlama- bütçeleme özgürlükleri yok edildi ve sıradan hastaneler durumuna sürüklendiler. Kadroları atıllaştı, küstürüldüler ve verimsiz hale getirildiler. Ayrıca, bu hastanelerin ekonomik çıkmaza sürüklenmesine neden olundu.
Çoğu üniversite hastanesi, ekonomik olarak fiilen iflas durumuna geldi.
3. Diyalog Neredeyse İmkansızdı

Sağlık alanında bulunan çoğu kişi, Eski Sağlık Bakanlığı ile diyalogdan umudunu kesmiş durumdaydı.Öneriler dinlenmiyordu. İletişime ve diyaloğa tamamiyle kapalı bir profil çizilmekteydi. Konuşulamaz hale gelinmişti.
4. Hukuka Saygı Gösterilmedi

Sayın Eski Sağlık BakanıDöneminde, çıkarılan birçok yasa ve yönetmelik Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve yerel mahkemeler gibi yargı kuruluşlarından döndü. Buna rağmen, bu yargıkararları hiçe sayılarak, neredeyse aynı yönetmelikler yeniden çıkarıldı. 
Genelde yargı kararlarına uyulmadı ve saygı gösterilmedi. Bu durum da, yönetime inancı ve saygıyı ortadan kaldırdı.
5. Hekimler İle Diyalog Bozuldu

Üniversite öğretim üyeleri ile zıtlaşmaya gidildi. Klinik Şefleri’nin ünvanları alındı.Eğitim hiyerarşisi ortadan kaldırıldı. Hekimlerin çoğu ile kavgalı hale gelindi. Hekimlerle pozitif bir diyalog, işbirliği ve memnuniyet yerine, zorlama ve baskı ile iş yapma yoluna gidildi. Bu durum da yaygın bir memnuniyetsizlik ve isteksizliğe yol açtı. Hekimlere rağmen sağlık politikasınıyürütmek yolu seçildi.
6. Çalışma Özgürlüğüne Saygı Gösterilmedi

Hekimlere, hiçbir meslek grubuna uygulanmayan akıl dışı kısıtlamalar getirildi. Serbest çalışan hekimlerin çalışma yerleri ile ilgili, akıl dışı ve uygulanamaz hükümler getirildi. Neredeyse, serbest çalışabilme olanaksız hale getirildi. Hekimleri işsizliğe ve açlığa mahkum edecek zorlamalar ortaya konuldu. Çalışma özgürlüğü ortadan kalkacak boyutlara getirildi.
7. Adaletsiz Performans Sistemi Uygulaması

Sağlık Bakanlığıhastanelerinde, performans sistemi adıyla garip bir sistem ortaya konuldu. Doktorların asıl ücretleri düzeltileceği yerde, asıl ücretlerinin 4- 8 katıgibi garip ve dengesiz bir sistem uygulamaya konuldu. Hekimler arasında büyük adaletsizlikler ortaya çıktı. Hoşnutsuzluk yayıldı.
8. Kamu- Özel Arasında Eşitsizlik

Kamu ve özel sağlık kuruluşları arasında çifte standarda dayalı uygulamalar yaygınlaştı. Özel sağlık kuruluşları, çifte standarttan yaygın olarak rahatsız oldular.
9. Fark Kısıtlaması Özel Kuruluşları Çıkmaza Sürükledi

Kamu sağlık kuruluşları,genel bütçeden % 120- % 150 arasında destek alırken, özel kuruluşlara SGK ücretlerine ek olarak yalnızca % 30- % 90 arasında fark alabilme hakkıgetirilmesi, özellikle % 30 farktan fazla alamayan tıp merkezleri gibi ayaktan sağlık kuruluşlarını ve küçük- orta boyutlu özel hastaneleri çıkmaza sürükledi. Kapanma ve devirler yaygınlaştı.
10. Yanlış Sağlık Modeli İzlendi

Daha ekonomik, yaygın ve kolay erişilebilir sağlık sisteminin yolu, ayaktan tanı ve tedavi kuruluşlarınıdesteklemek- yaygınlaştırmaktan geçerken, tam tersine, fazla gereksinim olmayan abartılı hastane yapımlarına destek sağlandı. Dolayısıyla, giderler ve sağlık bütçesi önlenemez biçimde tırmandı.
11. Hem Hakem, Hem Oyuncu

Sağlık Bakanlığı’nın kural koyucu ve denetleyici tarafsız bir üst kurum olarak kalacağıöngörülmüş iken, tam tersine, aynı zamanda en büyük hizmet sunucu haline de gelmesi, tarafsız hizmet sunmasını zorlaştırdı. Sağlık Bakanlığı ile diğer sağlık kuruluşları arasında, uygulamada çifte standart oluşmasına yol açtı ve hoşnutsuzluk yayıldı.
12. Domuz Gribi Skandalı

Dünyada bazı bölgelerde ortaya çıkan domuz gribi vakaları nedeniyle, Türkiye’ de alınan abartılıönlemler ve yapılan ölçüsüz aşı stoklarının değerlendirilememesi ve yüzlerce milyon TL’ lik kayıplar oluşması gibi yanlış adımlar da bu dönemde not edilen hatalar hanesine yazıldı.
SONUÇKamuoyu, eski Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ’ ın başarılı olduğu ve neden gönderildiği konusunda hayret içindeymiş gibi görünmektedir.

Populizm uygulayan politikacılar, populizmin verme döneminde hep çok başarılıymış gibi görünürler. Sayın Recep Akdağ da, kamu kaynaklarını alabildiğince kullanarak, populizmin verme dönemini yaşadı. Bu nedenle de, halk ve kamuoyunda başarılıBakan imajını taşıyarak ayrıldı.

Eğer kalsaydı, muhtemelen populizmin yıkıcı sonuçlarını yaşayacaktı. Çünkü, populizmin bu şekilde sürdürülmesi olanaksızdı. Muhtemelen de, çok eleştirilen ve imaj kaybeden Bakan olacaktı. Bu yıpranma sürecinden kurtulmuş oldu. Bu yönden şanslı sayılır.

Ancak, olaya genel ülke çıkarları, ülke ekonomisi, devlet sorumluluğu ve doğru işletmecilik kuralları yönünden bakan ve ucuz populizm politikasına itibar etmeyen çevrelerin gözünde, Sayın
Recep Akdağ‘ın bakanlık dönemi tepeden tırnağa hatalarla dolu, Türkiye’ nin genel çıkarlarına hizmet etmeyen ve geleceğini zora sokmuş olan, sorumlu olmayan bir yöneticilik dönemi olarak değerlendirilmektedir.
Bu zorlukların bedelini, muhtemelen yeni gelen Bakan ve yönetimler ödemek zorunda kalacaktır. Çünkü populizm politikasının geri alma, yıkım ve hayal kırıklığıdönemi bir olumsuz ihale olarak maalesef yeni yönetime kalmış bulunmaktadır.Yeni yönetime Allah kolaylık versin. İşlerinin kolay olmadığını söylemek zorundayız.
Doç. Dr. Paşa Göktaş
1.2.13

Fazıl Hüsnü Dağlarca şiiri : Kişilik

Fazıl Hüsnü Dağlarca şiiri : Kişilik

portresi_siiriyle

KİŞİLİK

En eski adamlar benzerdi hayvanlara
Örtünmeleri çok azdı
Görünürlerdi daha çok
Daha çok ayakları
Daha çok elleri vardı

Eski adamlar
Yalan söylemezdi aydınlığa karşı
Dediklerinden dönmezlerdi
O yedi yıldıza karşı

Ağu içerlerdi eski adamlar
Baş eğmemek için
Gerçeği yaşatmak için
Nedir bu mırıldanma

Eski adamlar hayvandı desene

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

divider_yesil_fiyonk

İçimdeki Şiir Hayvanı
,
Norgunk Yayınları, s.13, 2007