Günlük arşivler: 13 Ağustos 2014

Su sorunu : İstanbul için B planı devrede


Su sorunu : İstanbul için B planı devrede


Orman ve Su İşleri Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu
,
kentlerin içme suyu durumları ile ilgili açıklamalarda bulundu.

Orman ve Su İşleri Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu, İstanbul Afet Koordinasyon Merkezi’nde (AKOM) düzenlediği basın toplantısında son dönemde yaşanan kuraklık ve kentlerin içme suyu durumları ile ilgili açıklamalarda bulundu. Eroğlu,
“B planı devreye girdi. Gerekirse C planını devreye sokarız. Bu yıl İstanbul için herhangi bir sıkıntı olmayacak.” dedi.

Eroğlu ”Ülkemiz su zengini bir ülke değil. Ülkemizde yılda ortalama yaklaşık olarak 642 mm yağış düşmekte. Ülkemizin yüz ölçümüyle çarparsak neticede ortalama 500 milyar m3 yağış düşüyor. Kimi yıllar bundan az, kimi yıllar çok düşüyor. Yağan yağmurun bir bölümü buharlaşıyor, bir bölümü toprağa sızıyor, bir bölümü denizlere akıyor, bir bölümü da sınırları terk ediyor. Hesabımıza 112 milyar m3 suyu kullanabilir bir durum söz konusu. Ama şu ana dek, yılda, geçen yıl olarak söylüyorum; 44 milyar m3 su kullanıyoruz. Bu suyun %73’ünü çok büyük oranda sulamada kullanıyoruz. Yaklaşık 32 milyar m3 suyu sulamada kullanıyoruz. 7 milyar m3 suyu da %16’sına karşılık geliyor, içme-kullanma suyu. 5 milyar m3’ü de sanayide kullanıyoruz.” diye konuştu.

‘268 BARAJLA REKOR KIRDIK”

Türkiye’nin yarı kurak iklim bölgesinde olduğunu belirten Eroğlu,
“Türkiye’de kuraklığa karşın su veriyoruz, vermeye devam edeceğiz. Yaptığımız tesislere güveniyoruz, Cenab-ı Allah’ın rahmetine güveniyoruz. Türkiye’de baraj, gölet yapılması keyiften değil, teknik bir zorunluktan doğuyor. Suyu biriktirmemiz gerekir. Bunun için baraj ve gölet yapılması bir zorunluktan kaynaklanıyor. Şu ana dek 268 barajla rekor kırdık ve 1001 tane göletle tarihsel rekora imza attık.” dedi.

“VATANDAŞLARI TEDİRGİN ETMEYİN”

Türkiye’de istatistiklere göre 7 yılda bir kuraklık yaşandığını anlatan Bakan Eroğlu,
kimi basın mensuplarının Alibeyköy barajına giderek kuraklığa ilişkin çekim yapmasını eleştirdi. Eroğlu, “Bu kuraklığa karşın Alibeyköy barajının fotoğrafını çekiyorlar.
Bu fevkalade yanlış.” diye konuştu.

Enerji amaçlı barajların %41.7 oranında dolu olduğunu ifade eden Eroğlu, “Vatandaşları tedirgin etmeyin. Tedirgin olacaksak biz olalım. Kalkıp da Alibeyköy barajından fotoğraflar gönderip vatandaşları kandırmayın. Alibeyköy barajı daha önce aktarma barajıydı. Terkos’taki su yukarı tepeye kadar basılır, aşağıdan Alibey deresine bırakılır, Alibey barajında birikir, Kağıthane’deki arıtma tesislerine basılırdı. Tabii arada su kirlenir. Alibey barajını transfer barajı olmaktan kurtardık. Bu yüzden kendi havzasındaki suyu topluyor. Bir miktar su varsa bile iyi bir şey. Burada vatandaş tedirgin oluyor.” ifadesini kullandı.

”BÜTÜN ŞEHİRLERİN 2040-2050-2060’a DEK SU SIKINTISI OLMAYACAK”

Sulama amaçlı barajların %40 dolu olduğunu belirten Eroğlu, “76 büyük yerleşim yerinde su sıkıntısı vardı. Onlar yapılmasaydı bugün İzmir, Mersin, Şanlıurfa, İstanbul susuzdu. 39 tane daha tesisimiz inşaat halinde. 3-5 yıl sonra su gereksinimi olacaksa onu kabul etmiyoruz. 30 yıl sonrasının gereksinimlerini karşılayacak biçimde yaptığımız zaman yeterli kabul ediyoruz. 39 tane proje sürüyor. 18 milyon kişiye su sağlayacağız ve bütün kentlerin 2040-2050-2060’a dek su sıkıntısı olmayacak.” dedi.

“GEREKİRSE C PLANINI DEVREYE SOKARIZ”

İstanbul’da günde 2.5 milyon m3 su kullanıldığını ifade eden Veysel Eroğlu, İstanbul’daki su sorununu çözmek için B planını devreye soktuklarını, gerekirse C planını devreye sokacaklarını söyledi. Eroğlu “B planı devreye girdi. Gerekirse C planını devreye sokarız. Bu yıl İstanbul için herhangi bir sıkıntı olmayacak. ’15 günlük su kaldı’ diye bir şey yok. Başka kaynaklar da var. Biz hesabımızı yaptık, bu yıl
bir su sıkıntısı yok.” dedi.

İNŞAATI SÜREN YA DA BİTEN 1500 TANE HES VAR

HES’lerin denetimine ilişkin ise Bakan Eroğlu, “HES’lerle ilgili bir ağaç kesildiği zaman en az 5 katı ağaç dikilmesi zorunluğunu koyuyoruz. Atıklarını dere yatağına atarsa ruhsatını iptal ediyoruz. İnşaatı süren ya da biten 1500 HES var. Bunların içinde birkaçı hata yapmışsa, onun ruhsatlarını iptal ettik, durdurduk. Cansuyu denilen suyun bırakılması için gerekli önlemleri alıyoruz. Geçtiğimiz hafta HES’lerin denetimi ile ilgili bir madde geçti. Daha sıkı denetim için DSİ ve mühendislik firmaları da devreye girecek. HES’ler yararlı ama yeterince denetlenmesi gerek. Çevreye, derelere, balıklara zarar vermemesi gerek.” biçiminde konuştu. (Kaynak: DHA, 13.8.14)

========================================

Dostlar,

Keşke biz de Orman ve Su İşleri Bakanı Sayın Prof. Dr. Veysel Eroğlu ölçüsünde iyimser olabilsek..

Aylar sonra B planı hakkında bir – iki tümce öğrenebildik.
C planı hakkında hala hiçbi fikrimiz yok..

Sayın Bakan 2060’lara dek su sıkıntısı olmayacağını öngörecek ölçüde de hünerli!
Oysa tüm dünyada yaşanan ciddi hatta alarm verici düzeyde bir iklim değişikliği ve küresel ısınma yaşanmakta..

“Profesör” ünvanlı bir Bakan’ın, küresel gerçekleri dikkate almadan 2060’lara dek
su konusuda “aşırı iyimserliği” için doğrusu uygun sözcük bulamıyoruz..

Sayın Bakanın hayal gücü oldukça yüksek..

Vatandaş tedirgin olacaksa olsun..

Çok sınırlı ve giderek daha da sınırlanacak su kaynaklarını en üst düzeyde tasarruflu kullanmak için ulusal eğitim gerek.. Kamu duyuru ve uyarıları ile TV’lerde bu kampanya hemen başlatılmalı. Gelecek kuşaklara sorumluluğumuz unutulmamalı.
Mirasyedi değil emanetçiyiz…

Sevgi ve saygıyla.
13.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

 

 

Türker ERTÜRK : TAK TAK TAK


TAK TAK TAK

portresi_adiyla


 

Türker ERTÜRK


Ekmeleddin İhsanoğlu’nun “Çatı adayı” olarak tutmayacağı o kadar belliydi ki,
Akşehir Gölü’nü mayalayıp yoğurt olmasını beklemek daha akıl karı olabilirdi!

Ayrıca Ekmeleddin’in adaylığı çok tehlikeliydi ve korkulan da oldu. Çünkü Erdoğan’ın
12 yıldır ülkemizi felakete doğru sürükleyen tasarruflarına tepki duyan ve her geçen gün büyüyen ama birleşmeye çalışan muhalefeti, Atatürkçüleri, Ulusalcıları ve Milliyetçileri böldü.

Seçim bitmiş olmasına karşın suçlamalar hala sürüyor. Sandığa gitmeyenleri, gidip de kasten geçersiz oy kullananları Atatürkçü olmamakla ve hain olmakla suçluyorlar. Demek ki, Türkiye’yi işbirlikçileri eliyle dönüştürmeye, başkalaştırmaya ve bölmeye çalışan irade maksadına ulaşmış gözüküyor. Eski bir taktik olan “Böl ve yönet”
(AS: Divida et impera!) burada da taşeronlar eliyle sahneye konmuş gözüküyor.

Boykot değil isyan vardı!

Oy vermek gibi oy vermemek, kendisine sunulan seçeneksizliğe isyan edip yukardakilerden hiçbiri demek de bir demokratik tercihtir ve saygıyı hak eder.
Yaklaşık 15,5 milyon seçmen yani 4 seçmenden biri hatta daha fazlası sandık başına hiç gitmemiştir. Bunu duyarsızlıkla ve tatille açıklamak olanaklı değil. 10 Ağustos’ta yapılan son seçim dışında 2002’den bu yana yapılan seçimlerde katılım ortalaması %83, son seçimde ise %73’e düşmüş; bunun bir anlamı yok mu?

Seçimlerde örgütlü bir boykot kesinlikle yoktu. Zaten geniş halk kesimlerinde karşılığı olan hiçbir örgüt boykotu savunmadı. Medyamızın % 98’i sandığa gidilmesini istedi ve propagandasını yaptı. Yalnızca iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda yazar ve aydın aksini savundu. Seçime katılım oranının öncekilere göre fahiş bir şekilde düşük olmasının nedeni, halkın kendisine sunulan seçeneksizliğe ve anti-demokratik dayatmaya karşı içten gelen bir isyandı!

Yüzde kaçı yürekten!

10 Ağustos günü benim önümden oy vermek için kapalı bölüme giren kadının mührü tak tak tak şeklinde vurarak salonda yankılanması seçeneksizliğe ve dayatmaya itirazın açık bir belirtisiydi. Elinizi vicdanınıza koyun ve kendinize sorun; Ekmeleddin’e “evet” diyenlerin yüzde kaçı yürekten evet demiştir? O zaman niçin Ekmeleddin aday yapıldı?

Seçimlerden önce CHP’li bir okurum, “Bugüne dek Allah kahretsin diyerek oy veriyordum ama şimdi Allah belanızı versin diyerek oy vermeyeceğim.” dedi.
Bunun terbiye sınırlarını zorlayan bir haddini bilmezin ifadesi olarak görür ve değerlendirirseniz sorunu anlamamışsınız demektir.

Esas tepki duyulması gereken Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimidir.
Onlar bulundukları yere emperyal bir operasyonla gelmişlerdir. Operasyonun nedeni Türkiye’nin dönüştürülmesi çalışmalarında Erdoğan ve AKP’ye zorluk çıkarmamak, ülkemiz adım adım bölünüyor olmasına karşın sert muhalefet etmemek ve
halkı uyutmak misyonunu CHP’ye yüklemekti. Y-CHP ise bunun adıdır.

Riskin hesabını vermeli!

Ekmeleddin adı aracılar vasıtası ile Kılıçdaroğlu’nun kulağına okyanus ötesinden üflenmiştir. Ekmeleddin, değil geniş halk kesimlerini ve CHP ile MHP’yi birleştirmesini, CHP grubunda bile birleştirici olamamıştır. Parti kurullarına ve örgütüne danışmadan Kılıçdaroğlu kararı tek başına almış ve “risk aldım” demiştir.
Şimdi bu riskin ve oynadığı kumarın karşılığını vermeli, hesabını ödemeli ve
derhal istifa etmelidir.

Başka bir aday daha, mesela Emine Ülker Tarhan da aday olsa şimdi karşımızda başka bir tablo olacaktı. Ama Tarhan’ın adaylığı ceberutlukla, anti-demokratik yöntemlerle ve korku imparatorluğu ile engellenmiştir.

Halen ülkemiz için kötüye giden süreci tersine çevirebilmek için Cumhuriyetimizin kurucu kalesi CHP emin, enerjik, genç, kurucu ideolojimizle barışık, Atatürk sevgisini yüreğinde hisseden, hesap verebilir bir geçmişe sahip siyasetçilere
teslim edilmelidir. CHP örgütüne düşen görev bunun gereğini yapmaktır. Yoksa şu anda yaşanan hayal kırıklığı 2015 Genel Seçimlerinde yaşanacakların yanında çok hafif kalacaktır.

Saygılar sunarım.

========================================

Dostlar,

Türker beyin eleştirilerine genelde katılıyoruz.
Ancak ölçü kaçırılıyor galiba…
Kemal Kılıçdaroğlu ekibi için

– halkı uyutmak misyonunu CHP’ye yüklemek
– Kılıçdaroğlu’nun kulağına okyanus ötesinden üflenmiştir.

tümcelerini çok abartılı ve kanıtsız buluyoruz.

Ayrıca Türker bey, kendisinden 20 yaş kadar büyük olan birisini adıyla anmak yerine, “Ekmeleddin Bey” nitemini (sıfatını) kullanmalıydı. Her ne denli hoşlanmasa da,
enaz (asgari) terbiye ve nezaket kuralları bunu gerektirir.

Sevgi ve saygıyla.
13.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

Temmuz ayında 123 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi !


Dostlar,

Türkiye’de adına iş kazaları denmesi sürdürülen (?!) “İŞÇİ CİNAYETLERİ” nedeniyle ölümler hız kesmeden sürüyor..

Haziran’da 141 olan kurban sayısı Temmuz 2014’te 123 olarak kayıtlara girdi.
Bunlar kayıtlara girenler..
Kayıt dışı çalıştırılan emekçinin “iş kazasından” söz edilebilir mi?

Dün, Zonguldak’ta kaçak kömür madeninde göçük yaşandı ve 9 emekçi enkaz altında kaldı. Saatlerce saklanan göçük, enkazda kalan işçi yakınlarından birinin olayı öğrenmesi ve polisi araması ile gündeme girebildi.

Çalışma Bakanlığı açıklama yaparak, aylar önce bu ocağın mühürlendiğini bildirdi.
Ama bu ocak çalışmayı sürdürüyordu. Sorularımız yalın ve özlü :

1. Çalışma Bakanlığı kaçak ocakları mühürler bırakır mı? Sonra izlemez mi?

2. Uçan kuştan haberli olan güvenlik güçlerimiz, T.C. sınırları içinde Zonguldak taşkömürü havzası adlı avuç içi kadar ve bildik – sabıkalı coğrafyada kaçak çalışan ocaktan habersiz nasıl olabilir? Göz yumuldu ise kimler ve ne karşılığında??

3. Zonguldak Çalışma İl Müdürlüğü, Emniyet Müdürlüğü ve Valiliği yıllık çalışma planlarında ve yıl sonu etkinlik raporlarında kaçak madenler ve öbür iş yerlerinin denetimi ve engellenmesi kapsamında hangi içerikler yer almaktadır?
Ya da bu bağlamda hiç içerik yok mudur = sorun görmezden mi gelinmektedir?

4. İşveren TV’lerde, göçen kömür ocağında bir sorun olmadığını, işçilerin sigortalı olduklarını ve primlerinin yatırıldığını söyledi. Çalışma izni olmayan, mühürlenmiş,
kaçak bir iş yerinde çalışanlar nasıl kayıt içi, sigortalı olur ve primleri yatırılabilir?
Apaçık yalan söyleyen ve yasaları, insan yaşamını hiçe sayan bu işveren hakkında
ne gibi yasal işlem yapılacaktır? Bu işveren bu bağlamda sabıkalı mıdır?

5. Devlet gerçekten işçi cinayetlerini önlemeye kararlı mıdır;
yoksa sermayenin baskı ve güdümünden sıyrılamamakta ve
“ne şiş yansın ne de kebap” politikası mı gütmektedir??

Devlet kimin devletidir; sermayenin mi, halkın mı??

  • Veee, Türkiye yıllardır ölümlü iş kazalarında (=işçi cinayetleri!) Avrupa 1. liğini, Dünya 3. lüğünü bırak(a)mamaktadır. Bu utanç ve acı kimindir, kimlerindir??

Türkiye işvereni, Adam Smith’ten kalma 3 yüzyıllık “maksimum kâr” ilkelliğinden
ne zaman ve nasıl kurtulacaktır??

Yaşamın pek çok alanında “optimizasyon” süreçleri geçerli iken;
kapitalist = semayedar ” maksimum kâr” dan “optimum kâr” a ne zaman ve
nasıl geçmeyi planlamaktadır?

Yabanıl (vahşi) kapitalizm inat ve ısrarla bu ilkelliğini ve insanlıkdışılığını
sürdürecek midir; bir parça olsun evrimleşerek insancıllaşma çabası gösterecek midir?
Sermaye, ilkelliğinde – çağdışılığında inat ve ısrar edecekse yaşamda barış
nasıl sağlanacaktır?

İş ve ekmek yoksa barış nicedir?

Küresel sermayeye tarihsel çağrımız ve uyarımızdır                             :

“Kâr maksimizasyonu” John Locke’tan, Adam Smith’ten kalma nostaljik bir galattır.
Artık “Sürdürülebilir” değildir; İngilizce de söyleyelim iyice anlaşılsın;
“un-sustainable” dır..

Reformcu (!) Sermaye bir reform da bu bağlamda yapsın ve üretim süreçlerinin çıktılarını emekçi ile paylaşımda vahşi ve ilkel “maksimum kâr” dan vazgeçerek; emekçilere de insanca yaşayabilecekleri bir ücret ve iş sağlığı – güvenliği ortamı sağlamayı esas bilsin..

Gene çoook çok kâr eder ama hiç olmazsa düzen bir süre daha “sürdürülebilir” kalır..

Ne buyurursunuz sermaye baronları?

Sevgi ve saygı ile.
13 Ağustos 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===============================================

Temmuz ayında 123 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi !

Temmuz ayında Türkiye’de yaşanan işçi cinayetleri sonucu 123 işçi yaşamını yitirdi. En çok ölüm tarım ve orman iş kolunda yaşandı.
Sol – 11 Ağustos 2014

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin yayınladığı rapora göre,
Türkiye’de Temmuz ayında en az 123 işçi, iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi.

Meclisin yayınladığı verilere göre, Temmuz ayında iş cinayetleri en çok tarım, inşaat, metal, belediye / genel işler ve gıda iş kollarında yaşandı.

Raporda yaşanan ölümlerin iş kollarına göre sayıları şöyle sıralandı:

– Tarım, orman iş kolunda 42 işçi;
– İnşaat, yol iş kolunda 24 işçi;
– Metal iş kolunda 9 işçi;
– Gıda, şeker iş kolunda 7 işçi;
– Belediye, genel işler iş kolunda 7 işçi;
– Madencilik iş kolunda 6 işçi;
– Ticaret, büro, eğitim, sinema iş kolunda 6 işçi;
– Taşımacılık iş kolunda 5 işçi;
– Enerji iş kolunda 4 işçi;
– Çimento, toprak, cam iş kolunda 3 işçi;
– Konaklama, eğlence iş kolunda 3 işçi;
– Ağaç, kağıt iş kolunda 2 işçi;
– Sağlık, sosyal hizmetler iş kolunda 2 işçi;
– Petro-Kimya, lastik iş kolunda 1 işçi;
– Gemi, tersane, liman iş kolunda 1 işçi
– Savunma, güvenlik iş kolunda 1 işçi

Raporda işçilerin ölüm nedenleri ise şöyle sıralandı:

– Trafik, servis kazası nedeniyle 33 işçi;
– Ezilme, göçük nedeniyle 26 işçi;
– Diğer nedenlerden dolayı (kalp krizi, intihar, yıldırım düşmesi, saldırı vb.) 19 işçi;
– Düşme nedeniyle 13 işçi;
– Elektrik çarpması nedeniyle 11 işçi;
– Patlama, yanma nedeniyle 10 işçi;
– Zehirlenme, boğulma nedeniyle 7 işçi
– Nesne düşmesi, çarpması nedeniyle 4 işçi

Gazete Vatan Emek
Twitter@GazeteVatanEmek
Facebook: https://www.facebook.com/Gazetevatanemek
AYDINLIK BİR GELECEK, çocuklarımıza bırakacağımız en değerli miras…
http://www.gazetevatanemek.com

12. Cumhurbaşkanı Seçiminin İstatistiksel Çözümlemesi : Boykot olmasaydı Seçim 2. Tura kalacaktı


12. Cumhurbaşkanı Seçiminin İstatistiksel Çözümlemesi :
Boykot olmasaydı Seçim 2. Tura kalacaktı

Portresi_gulumseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

Değerli arkadaşlar,

Kesin resmi sonuçlar YSK tarafından henüz açıklanmadı ama, 12. Cumhurbaşkanı
(AS: Yarıbaşkanı!) seçim sonucu hemen hemen belli oldu sayılır. Buna göre,
40,3 milyon geçerli oyun %51,8’ini alan RTE, Türkiye’nin 12. Cumhurbaşkanı oldu.

Muhalefetin Çatı adayı Ekmel Bey %38,5 oy aldı ve HDP adayı S. Demirtaş %9,7’de kaldı. Geçersiz oy oranı da %1,8 olmuş.

Toplam seçmen sayısı 54,7 milyon olduğuna göre, sandığa giden 41,0 milyon seçmenle
katılım oranı %75 demektir. 30 Mart 2014 yerel seçiminde katılım oranı %89 olmuştu…

Parlamenter Demokrasinin ve Laik Cumhuriyetin geleceği açısından yaşamsal önemde gördüğümüz bu seçimde de hiç olmazsa %85 katılım beklenirdi. 30 Mart 2014 yerel seçiminde oy kullanan seçmenlerin 6 milyon kadarı maalesef bu kez sandığa gitmemiştir ki, bu seçmenlerin %95’inin muhalefet seçmeni olduğunda kuşku yoktur. Yani en az
5,6 milyon “boykotçu muhalif” seçmen olduğunu söyleyebiliriz.

Peki bu 5,6 milyon “boykotçu”seçmen sandığa gitseydi ve Ekmel Bey’e oy verselerdi
bugünkü durum ne olurdu? Geçerli oy sayısı 40,3 + 5,5 = 45,8 milyon olurdu ve RTE 20,9 milyon oyla % 45,6’da kalırdı. Ekmel Bey %45,8 ve S. Demirtaş %8,6 oy almış olurlardı ve seçim kesinlikle 2. tura kalırdı. 2. turda RTE’nin seçimi kazanma şansı azalırdı.

Türkiye, Cumhuriyete Sadık KADROLARLA yoluna devam etme şansını elde ederdi.

NOT :  ”Kürt” oylarına gelince.. 2014’te nüfusumuzun %20 kadarı “Kürt” kökenli yurttaşlarımızdır. Dolayısıyla Türkiye genelindeki Kürt oyunun yarısından çoğu
AKP adayına gitmiştir !

=================================================

“Boykotçu” yurttaşlarımızı selamlıyoruz..

Bu “zafer” ülkeye – millete hayırlı olsun..

Faturasını ödemede de ilgililerine kolay gelsin…

“Politik akıl” ve “duygusal tepkiler..” ayırt edilemeyince sonuç böylesine yıkıcı!

Sevgi ve saygı ile.
13 Ağustos 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

Prof.Dr. İzzettin Önder : “Dinsel referans” eleştirisine yanıtımdır


Dostlar
,

Prof. İzzettin Önder hoca (Robert Kolej mezunu), İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü öğretim üyesi idi ve yakın yıllarda emekli oldu (2007). Türkiye’nin yetiştirdiği en nitelikli ve yurtsever aydınlardan biridir.
Yıllarca Cumhuriyet‘teki köşesinde bizleri eğitmiştir.

Türk Tabipleri Birliği’nin Prof. Dr. Nusret Fişek adına verdiği “BİLİM ÖDÜLÜ” ne yaraşır bulunmuştur (2005; belleğimiz bizi yanıltmıyor ise biz de jüri üyesiydik..).

Yıllar önce, “Faiz dışı fazla” kavramını sorduğumuz birkaç iktisatçıdan doyurucu yanıt alamamış (bizim kabahatimiz elbette!), ancak İzzetin hocadan bir çember üzerinde çizimle ne olduğunu kavramıştık. Ülkenin bütçesinden öncelikle borçlarının faizi ayrılacaktı. Kalan bölümden de taştan kan çıkarırcasına tasarruf (!?) edilecek ve borçların takvimlenen bir bölüm ana parası da ödencekti. 2014 bütçesi için bu rakamlar biraz çaba ile bulunabilir ve iktisadi durumumuzun gerçekte ne denli ürkünç (vahim) olduğu görülebilir. Biz yıllarca bu rakamları da vererek konferanslarımızda halkımızı aydınlatmaya çabaladık. “Devlet büyük, küçültülsün..” diyen gafil ve sapkınlara,
hatta kimi hainlere, bu 2 kalemi düştükten sonra devletin bütçesiyle denetlediği fonların
ulusal gelirin 1/4’ünü bile bulamadığını açıkladık. Oysa OECD ülkeleri için bu oran ortalama %45-46 dolayında idi. Türkiye’de ise hemen hemen yarısı.. Bu çarpıcı gerçeği bilmeden iktisatçı olunabilir mi? Ekonomi yazarlığı yapılabilir mi??

Prof. İzzettin Önder’in aşağıdaki yazısı da tam bir beyefendilik ve derinlikli bir entellektüellik örneğidir.

(http://www.odatv.com/n.php?msg=commentsaved&n=ne-akp-ne-cemaat-hicbirine-hakkimi-helal-etmiyorum-2707141200)

İyi ki varsınız Prof. İzzettin Önder hocamız..

Sevgi ve saygı ile.
13 Ağustos 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

===================================================

“Dinsel referans” eleştirisine yanıtımdır  

portresi

 

 

Prof.Dr. İzzettin Önder
Odatv.com, 13.7.14

 

Geçen haftaki “Helal Etmiyorum” başlıklı yazıma bir dosttan, dini referanslar kullandığım iddiası ile fevkalade nazik ifadeler de içeren, bir itiraz geldi. Bu dostu, tatilde olduğumdan teşekkürlerimle ancak kısa olarak yanıtlayabildim. Ancak, hem yanıtımı biraz daha genişletebilmek, hem de itirazı ve yanıtımı diğer dostlarla da paylaşabilmek için bugün yukarıdaki başlıkla bir yazı yazmaya karar verdim. İtiraza konu olan
“Helal Etmiyorum” başlıklı son yazımı, sanırım, burada tekrarlamaya gerek olmadan, doğrudan yanıtıma geçeceğim.                                                                
 
Medya bir iletişim aracı olması hasebiyle, tüm kesimlere hitap edebilmeli, tüm kesimlere ulaşabilmelidir, diye düşünürüm. Böylece, toplum kesimleri arasında fikir alış verişi olur ve bu yolla toplumun parçalara ayrışması ve kutuplaşması önlenebilir. Bunun anlamı,
her fikre eğilmek değil, fakat her fikirdeki insanlarla iletişim kurmaya hazır olmaktır. Bunun aksi tam da AKP zihniyetinin yapmaya çalıştığının bir benzeridir. Farklı kesimlerle iletişime girmeyi reddetmek, bir anlamda onları baskılamakla eş anlamlıdır. Belki de bundan dolayıdır ki, İdris Küçükömer hocanın “Düzenin Yabancılaşması” adlı eserinin çarpıtılarak, bir solcu öğretim üyesinin hangi siyasi grubu sol hangisini sağ olarak nitelediğini yalan-yanlış anlatımlarla toplumun zehirlediğine tanık olmaktayız.

 
Toplumun bir tanımı da kültür(ler) yığını olduğudur. Bir grubun başka bir grupla temas kurması kültürlerin barikatlar olarak kullanılmaması koşuluna bağlıdır. Kültürler barikatlaştıkça toplumlar zıtlaşma ve/veya parçalanma yaşar, bir kesim, diğerini ezer, toplumsal sembiyotik yaşam gerçekleşemez. Bu bağlamda bir noktayı aydınlığa kavuşturmalıyım. “Başörtüsü” sözcüğüne yüklenen anlamla başörtüsüne bu mantıkla karşıyım. Şöyle ki; başörtüsü kavramı, kafaya koyulan eşarp vb. gibi örtü anlamında olmayıp, beynin düşünce kanallarının önündeki engel olarak alındığında, fikirlerin engellenmesi yaşanacağından buna karşı olmak gerekir, diye düşünmekteyim. Beyni baskı altına alan böylesi yasaklayıcı ideoloji, kendisine dogma olarak aşılanan fikirler dışında hiçbir farklı düşünceye açık olamaz. Bu ideolojiye karşı olmalıyız, çünkü bu yöntemle emre itaate hazır kurşun askerler yetiştirilir; bunlar tüm mekanik becerilere sahip olabilmekle beraber, ruhu olmayan askerlerdir!    
 
BİR SİLAHA KARŞI AYNI SİLAHLA MUKABELE EDİLİR    
 
Evet, son yazımın dinsel referans içerdiği iddia edilebilir. Ama biraz dikkatlice okununca, yazıda ele alınan konu dinsel tema ile teğette tutulurken, aslında Aydınlanma ve kişisel sorumluluklara ağırlık verilmiş olduğu görülür. Bir silaha karşı aynı silahla mukabele edilir. Erdoğan devamlı olarak dinsel referanslarla yolunu açmaya çalışırken, yaptığının yanlış olduğu kendi referansları ile anlatılmalı, diye düşünürüm. Bunun da ötesinde, hak ihlali konusu salt dini referans olarak görülmemelidir. Liberalizmin ana kurucularından John Locke, daha 17. yüzyılda bu konuyu piyasa adaleti temelinde incelemiştir. Günümüzde AKP kadrolarının üst kademesi “insan hakkı” yiyerek dünyalığını yaparken, belediye kademelerinde alt-orta kademe elemanları ise, muhtemelen henüz gereği kadar kapitalistleşmemiş ve gözü açılmamış olduğundan olacak, insan hakkı yemiş olmamak için vatandaşa bire-bir hizmette kusur etmemeye çalışmakta ve maalesef, AKP buradan oldukça paye almaktadır.        
 
Yazımdan iki pasaj alarak, hafızamızı tekrar yenilersek, yazının salt dinsel içerikli olmadığı (kaldı ki, akademik anlamda olabilirdi de!) ve işi “vicdan” a bağlayarak,
dinsel söylemle halkı kandırmaya çalışmada dahi nasıl ciddi hata işlendiğini
anlatmaya çalıştığımı göstermek isterim.          

 
Helallik siyasi bir manevra aracı değildir; ciddi bir hesaplaşmadır: Bu hesaplaşmada, karşıtlarla olduğu kadar, hatta ondan da öte, insanın kendi vicdan ve kutsal duyguları ile yapılır. Acaba topluma saçılan bunca usulsüzlük ve telefon konuşmalarının vicdani ve duygusal hesaplaşması nasıl yapılabilir? Hak ihlalini bu denli sık gündeme getirmenin tek mantıklı açıklaması, vicdanların kaynıyor olması ve derin korku ve dehşet algılamasıdır: İktidardan düşersek başımıza ne gelir?”         
 
Vicdan kaynaması ancak tek şekilde sonlandırılır. Bir insanın, kim olursa olsun,
ister cumhurbaşkanı, ister başbakan vicdanını rahatlatmanın tek yolu 
YARGIYA GİTMEKTİR! Yargıyı çeşitli siyasi oyunlarla atlatmak ya da yargıyı vicdanından soyutlamak belki o insana zaman kazandırır, ama vicdanı cehenneme sokar.”      
 
Toplumda sembiyotik yaşam koşulu karşılıklı saygı ve anlayıştır. Ancak bu yöntemle, laiklik ve herkesin duygu ve inancına göre yaşama koşulları garantiye alınmış olabilir.
Bu anlayışta din olgusu, ne farklı çıkar sınıflarından oluşan toplum kesimlerini Thomas H. Marshall’ın 
“yurttaşlık” bilinci benzeri dokusal yapı içinde birleştiren, ne de Marksist yaklaşımda verildiği şekliyle bireylere ve toplumlara narkoz olarak aşılanan bir ideolojik doku olarak değil, daha çok Carl G. Jung’un “Psikoloji ve Din” başlıklı kitabında anlatımı çerçevesinde yorumlanarak ele alınmıştır. Umuyorum değerli eleştirel dostumuzu ve muhtemel diğer eleştirel yaklaşım yapan dostları tatmin edebilmişimdir.

ADD Genel Merkezi : CUMHURİYET SAHİPSİZ DEĞİLDİR!


Dostlar,

ADD Genel Merkezi, Genel Başkan Tansel Çölaşan imzasıyla aşağıdaki
basın açıklamasını yayımladı.

ADD Genel Merkezince yapılan bu değerlendirmeye genel olarak katılıyoruz..

Ancak son paragrafta yer alan aşağıdaki anlatım dikkatimizi çekiyor..

  • “Kurucu ilkeleri bugünün sorunlarını çözecek biçimde geliştirmek, yaratıcı ve cesur adımlarla Cumhuriyetimizi yeniden çağdaşlık hedefine yöneltmek için Cumhuriyetimizin kurucu siyasal ilkeleri yeterli ve değerlidir.”

Burada “kurucu ilkelerin bugünün sorunlarını çözecek biçimde geliştirilmesinden”
söz edilmektedir.

ADD Genel Merkezi, kurucu ilkelerin günümüz sorunlarını çözmede yetersiz olduğunu mu düşünmektedir?

Bu “yetersizlik” hangi ilkelerde ve ne ölçüdedir ve ADD Genel Merkezi ne yön ve içerikte, derinlikte “geliştirme” düşünmektedir?

Yine bu paragrafta sözü geçen “yaratıcı ve cesur adımlar” dan ne kastedilmektedir? CHP’de olduğu gibi ADD de “Y-ADD” ye mi evrilecektir?

Ayrıca aynı paragrafın son tümcesinde

“.. Cumhuriyetimizi yeniden çağdaşlık hedefine yöneltmek için Cumhuriyetimizin kurucu siyasal ilkeleri yeterli ve değerlidir.”

denilerek ilk tümce ile çelişkiye düşülmektedir. İlkinde bu ilkelerin “geliştirilmesi” gereği vurgulanmakta, “cesur ve yaratıcı adımlar” geliştirme aracı olarak önerilmekte,
sonunda da bu ilkelerin “yeterli ve değerli” olduğu belirtilmektedir.

ADD Genel Başkanını bilemeyiz ama ADD’nin kurumsal kimliği adına bu tür tehlikeli düşünsel karmaşalar bizi üzüyor ve endişelendiriyor..
Açıklama Genel Başkan imzasını taşıyor.. Acaba GYK bu görüşleri paylaşıyor mu?
İmzada “GYK adına” notu yok.. Anlaşılan Bn. Çölaşan’ın kişisel açıklaması..

Keşke bu tür önemli metinler birkaç kişilik kurul eliyle hazırlansa..
Bu hususu daha önce de önerdik..
Metinde başkaca da ufak tefek eksikler var.. Ayraç içinde düzelttik.
Dili de çok eski!? Nerede kaldı Atatürk’ün Dil Devrimi ??

Sevgi ve saygı ile.
13 Ağustos 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=====================================================

ADD_logosu

 

 

CUMHURİYET SAHİPSİZ DEĞİLDİR!

 

 

Recep Tayyip Erdoğan %75 katılımlı bir seçimde,
geçerli oyların %51,8’ini almış ve 12. Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

Bu durum, Cumhuriyet değerleriyle hesaplaşmak,
Atatürkçü Düşünce’den rövanş almak olarak özetlenebilecek devrim karşıtı hayaller için aslında BAŞLANGICIN SONU OLACAKTIR.

Türkiye’nin laik ve demokratik bir hukuk devleti olduğu, parlamenter demokrasiyle yönetileceği, seçilen her cumhurbaşkanının bağlılık yemini edeceği Anayasa gereğidir.

Anayasa’da cumhurbaşkanı için öngörülen ayrıcalıklar ve yetkiler, otokratik bir başkanlık sistemi zorlamasına olanak vermez. Cumhurbaşkanının resen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa (AS: Mahkemesi) dahil, yargı mercilerine başvurulamaması (Any. 105/2); Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemlerin yargı denetimi dışında olması (Any. 125/2) hukuk devletine meydan okumayı meşrulaştırmaz.

Ancak Recep Tayyip Erdoğan’ın gerektiği hallerde Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmesi (Any. 104/12) toplumsal muhalefeti bastırmak için şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’nde dava açılamayacak kanun hükmünde kararnamelerin çıkarılacağı olağanüstü hal ve sıkıyönetim dayatmalarına
ortam oluşturamaz.

Başbakanın seçim sürecindeki söylemlerinden, bu yolların zorlanacağı görülmektedir.

12 yıllık iktidarı boyunca toplumun refah düzeyini artırdığı, “açılım süreciyle”
toplumsal barışı sağladığı, ülkeyi ekonomik istikrara kavuşturduğu ve uluslar arası ilişkilerde ülkenin saygınlığını artırdığı yönündeki söylemlerle geniş toplum kesimlerini yanıltmış olması, muhalefetin ise bu önemli konularda seçenek üretmemesi ve
seçim sürecinde bu konuları işlememesi, seçimin bu şekilde sonuçlanmasına
katkı sağlamıştır.

Öyle ki; Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanı olan birinin cumhurbaşkanı olmasının ülkeyi ne tür tehlikelerle baş başa bırakabileceği konusu, hiç ele alınmamıştır.
Bu nedenle siyaset kurumunun tavizkar (AS: ödüncü) ve teslimiyetçi anlayışı
iflas etmiştir.

Sonuç olarak; devletin tüm olanaklarını reklam ve propaganda amacıyla kullanan RTE, hem muhalefetin, hem de seçime katılmayan kesimlerin katkıları sayesinde cumhurbaşkanı seçilmiştir. Önümüzde bizleri bekleyen olasılıklar şunlardır :

1- Bu kişi kendisinin de ifadesiyle, tarafsız bir cumhurbaşkanı olmayacaktır.
Partizan bir anlayış ile, siyasal iktidarın başında bulunmaya devam edecek,
yalnızca kendisine destek verenlere yönelik politika geliştirecektir.

2- Çatışmacı dili ve ötekileştirici tavrıyla, milletin birliğini tehdit etmeye
devam edecektir.

3- Genel sorumluluk alanlarının dışına çıkarak, devlet organları arasında uyumu sağlamaktan çok, tartışmayı, çatışmayı körükleyecektir.

4- Anayasa değişikliği ile parlamenter sistem yerine başkanlık adı altında tek adam diktasını getirmek ve barış, açılım sürecin söylemleriyle vatanı bölme planlarına devam etmek isteyecektir. (Ancak Başkanlık Sistemi’ne geçmek için Anayasa değişikliğine gerek olduğu, dolayısıyla Anayasa’nın üçte ikisinin değişmesi gerektiği, bunun da ancak TBMM üye tamsayısının en az beşte üç çoğunluğunun (330 oy) gizli oyuyla (AS: ve ek olarak halkoylaması ile) sağlanacağı, şayet 2015 Genel Seçimleri sonucunda AKP TBMM’de bu oy çoğunluğuna sahip olmazsa Başkanlık Sistemi’ne kolay kolay geçilemeyeceği, dolayısıyla 2015 Genel Seçimlerinde Türk halkının ve muhalefet partilerinin önünde hâlâ tarihsel bir fırsat bulunduğu unutulmamalıdır.)

5- Başkomutanlık sıfatıyla, ülkemizi komşu ülkelerle savaşın eşiğine getirecek, hepimizin yaşamını tehdit edecektir.

6. Üniversitelere rektör atamaları ve başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere
yargıya yapacağı atamalarla kendi otoriter rejim anlayışını dayatacaktır.

Ayrıca, Türkiye’yi ciddi bir ekonomik krizin beklediğini her kesimden ekonomistler dile getirmektedir. Dış politika krizi de dış siyasetimizi yönetilemez noktaya getirecektir. Bu durumda kriz ile erken seçim olasılığı güçlenebilir ve siyasal iktidar seçimi
krizin etkisi baş göstermeden bitirmek isteyebilir.

İstisnasız bütün kesimleri etkileyecek olan ekonomik krizi en son hissedecek olan
geniş halk yığınlarıdır. İlk olarak ise bankalara özellikle dövizle borçlu olanlar olacaktır.
İlk planda dövizin yükselmesine ihracatçı geçinenler sevinse bile, büyük ölçüde hammadde açısından dışa bağımlı olduklarından, bir sonraki aşamada onlar da etkilenecektir. Dolayısıyla “istikrar sürsün” söylemi çökecektir.

Bu durum karşısında, ülkenin Cumhuriyetçi güçlerinin birlikte mücadele etmesi, kurucu ilkelerin günümüz sorunlarına çözüm üretme noktasında geliştirilip yaygınlaştırılması ve siyaset kurumları ile toplum nezdinde (AS: katında)
güç odağı durumuna gelinmesi gerekmektedir.

Milleti, daha önce olduğu gibi yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

Seçeneksizliklerle, dayatmalarla, peş peşe alınan seçim yenilgileriyle umutsuzluğa kapılan, yorulan veya küsen yurttaşlarımızı bu çerçevede silkelenmeye davet ediyoruz.

Unutmayalım;

Kurucu ilkeleri bugünün sorunlarını çözecek biçimde geliştirmek, yaratıcı ve
cesur adımlarla Cumhuriyetimizi yeniden çağdaşlık hedefine yöneltmek için
Cumhuriyetimizin kurucu siyasal ilkeleri yeterli ve değerlidir.

Egemenlik iktidarların değil ulusundur! 

ADD Genel Merkezi
13 Ağustos 2014

Hamza Saykan : ATALARDAN DERS!


Dostlar,

Çok değerli arkadaşımız, ADD’de dava yoldaşımız, ADD Batıkent Şubemizin
çok özverili ve çok üretken emekçisi…. Sayın Hamza Saykan,
Ankara Yenimahalle Gazetesi‘nde yazdığını bize ulaşan bu iletisinden yeni öğrendik..

Söz konusu yazısını izinleriyle paylaşmak isteriz..
(http://www.yenimahallegazetesi.org/content.asp?Mode=251&Yazar=25, 11.8.14)
Bundan sonra da yazılarına sitemizde yer vermek bize güç katar..

Sayın Saykan Matematik öğretmenidir.. Us yürütürken (Reasoning)
“matematiksel düşünce” yi kullanır ve sağlıklı – bilimsel sonuçlara ulaşır.

Bu yazısında bir dizi Atasözünü seçerek yapıyor benzer eylemi..
Okuyalım ve üzerinde düşünelim, sonuçlar çıkaralım diye..
Herkes kendine düşen dersi bu sözlerden alsın diye..

Sanırız çok değerli bulduğundan olacak,

“- Bitli baklanın kör alıcısı olur.” atasözünü 2 kez yazmış..

*****

Sn. Saykan ile çok değer verdiğimiz ve unutamadığımız bir anımızı paylaşmak isteriz..
Kendileri Batıkent ADD Şubemizin yönetiminde iken, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı
anmalarında bölgede bir ilköğretim okulunda konferanslar vermemiz bizden istendi :

  1. Cumhuriyet Ne Demek?                                                     Batıkent ADD, 19.10.06  Kentkoop İlköğr. Okulları 7. sınıflara
  2. Cumhuriyet Ne Demek?                                                     Batıkent ADD, 19.10.06
    Kentkoop İlköğr. Okulu 8. sınıflara

Yukarıdaki 2 konferans için adı geçen okuldaydık. İlgili sınıflar okulun konferans salonunda toplanmıştı. Biz de onların yaş ve eğitim durumlarını gözeterek, görsel ağırlıklı ve somut örneklere dayalı bir içerikle power point yansıları hazırlamıştık.
Ama çocuklar” başlamamız için gerekli sessizliği sağlayamıyordu.. Ya da birkaç dakika sonra kendi aralarında konuşmalarla yükselen gürültü, uğultu .. anlatımımızı sürdürme olanağı vermiyordu. Bizim de bu yaş dilimine eğitim konusunda çok eksiklerimiz vardı.
Bizim eğitim kitlemiz tıp fakültesi öğrencileri idi veya yetişkin halk kitleleri idi.
Çok zorlanıyorduk.. Küçük öğrenciler “ricalarımızı” dikkate almıyordu!??

Derken, bir okul yöneticisi gök gürültüsü gibi yüksek tonda gürledi ve salon tümden sessizleşti.. “Buruklukla” sevindik.. ancak yine çok sürmedi.. Çaresiz kalmıştık ve sürdüremeyeceğimizi düşünüyorduk ki; Sayın Hamza Saykan bizden mikrofonu rica etti ve çocuklara yumuşak bir tonla, sevecenlikle şunları söyledi (aklımızda kalan özüyle) :

– Sevgili çocuklar, ben Matematik öğretmeniniz Hamza Saykan..
Lütfen 1 dakika beni dinler misiniz?? 

Salon sessizleşti ve Hamza öğretmenimiz sözlerini sürdürdü :

– Bu gün burada Cumhuriyetimizin 83. kuruluş yıl dönümü için toplandık.
  Profesör Ahmet SALTIK öğretmenimizi size Cumhuriyetimizi anlatması için biz
davet ettik. O şimdi bizlerin konuğu. Siz evlerinizde konuklarınıza nasıl saygılı
oluyor iseniz, burada da konuğumuza aynı saygıyı ve özeni göstermemiz
gerekir değil mi? 

Salondan hep bir ağızdan “eveeet..” yanıtları yükseldi ve Sn. Saykan taşı gediğine koydu:

– O halde şimdi O’nu nasıl sessizce dinleyeceğinizi bana gösterir misiniz??

Salonda çıt çıkmıyordu.. Sn. Saykan devamla:

– Çok güzel.. Size teşekkür ederim.. Şimdi lütfen bu saygınızı sessizce dinleyerek
sürdürünüz, zaten çok uzun sürmeyecek.. 

Böylesi bir pedagojik diyalog ile Hamza öğretmenimiz bilgi ve deneyimi ile sorunu çözdü.

Biz de çok uzatmadan 15-20 dakika içinde sunumumuzu bitirdik..
Doğrusu çoook zor dakikalardı.

2 farklı öğretmenin tümüyle birbirine zıt yaklaşımlarının farkını düşünmek ise bizi terletiyordu..

Teşekkürler Sn. Saykan, 8 yıl sonra bir kez daha teşekkürler.
Bu örneği zaman zaman uygun ortamlarda paylaştığımızı da belirtelim.

Sevgi ve saygı ile.
13 Ağustos 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================================

ATALARDAN DERS!

Hamza Saykan
Matematik Öğretmeni
10 Ağustos akşamı ay tam da dolunaydı. Işıl ışıl bize bakıyordu. 
Sanki gülüyordu halimize.
“Sizi bu kadar aydınlatmaya çalıştım; bundan sonrası sizin bileceğiniz iştir..”
der gibiydi.
Bu yazımı atalarımıza ayırdım. Bakalım atalar neler demiş?
Herkes kendine düşeni alabilir!…*****

– Kendi düşen ağlamaz.
– Denize düşen yılana sarılır.
– Aç tavuk kendini buğday ambarında sanır.
– Mahkeme kadıya mülk değil.
– Taşıma su ile değirmen dönmez.
– Minareyi çalan kılıfını hazırlar.
– Görünen köy kılavuz istemez.
– Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli.
– Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.
– Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.
– Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer.
– Baykuşun kısmeti ayağına gelir.
– Keskin sirke küpüne zarar verir.
– Akıllı düşman akılsız dosttan hayırlıdır.
– Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.
– Bitli baklanın kör alıcısı olur.
– Atı alan Üsküdar’ı geçti.
– Armut piş, ağzıma düş.
– Sen ağa ben ağa, bu ineği kim sağa.
– Son pişmanlık fayda etmez.
– Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli.
– Sabrın sonu selamettir.
– Adam kıtlığında keçiye Abdurrahman Çelebi derler.
– Abdal ata binince bey oldum sanır, şalgam aşa girince yağ oldum sanır.
– Adam adamdır olmasa da pulu, eşek eşektir olsa da çulu.
– Araba devrilince yol gösteren çok olur.
– Arayan Mevlasını da bulur, belasını da.
– Başa gelen çekilir.
– Başını acemi berbere teslim eden cebinden pamuğunu eksik etmesin.
– Korkunun ecele faydası yoktur.
– Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.
– Son pişmanlık fayda etmez.
– Bir musibet bin nasihatten yeğdir.
– Çok mal haramsız, çok laf yalansız olmaz.
– Çürük tahta çivi tutmaz.
– Balık baştan kokar.
*****

Prof. Dr. Tolga Yarman : CUMHURBAŞKANI SEÇİM SÜRECİ BİTMEDİ!


Dostlar
,

Sn. Prof. Dr. Tolga YARMAN, 12. CB / Yarı başkan seçiminde aday oldu.
Ancak YSK başvuruyu reddetti.
Sn. Yarman da sorunu AİHM’ne taşıdı..
Bu ilginç öyküyü kendi ağzından paylaşalım (yolladığı e-ileti ile).
Metin sanırız İngilizce klavye ile yazılmış, Türkçe Abece’ye uygun değil.
Yer yer düzelttik ama tümünü değil..

Tolga hoca çok emin ve aşağıdaki vurguyu yapıyor..
Tüm kalbimizle umduğu gibi gelişmeler olmasını diliyoruz..

  • “..AİHM’nin istemimi KABUL EDECEĞİNİ ve CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ’NİN bu nedenle YİNELENMEK ZORUNDA kalınacağına
    kuvvetle inanıyorum… “

Tolga hoca iletisine 5 tane de ek koyarak dilekçe metinlerini paylaşmış..
Tümünü okumakiçin lütfen tıklayınız..

CUMHURBASKANI_SECIM_SURECİ_BITMEDI

Sevgi ve saygı ile.
13.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

==============================================

CUMHURBAŞKANI SEÇİM SÜRECİ BİTMEDİ!

portresi

 

Tolga Yarman, Prof. Dr.

 

 

Değerli Dostlar, Sevgili Yurtseverler..

10 Agustos 2014 gunu yapilan Cumhurbaskani Secimi sonuclari belli oldu.
Bir defa secmenin; onune konulan seceneklere, bunlar “antidemokratik” olarak ve fena halde sinirlandirilmis olsa da, verdigi oya, saygi duydugumu, ifade etmek isterim. Oyle ya da boyle, secmenin teveccuhune muhatap olmus adaylari, bu cercevede kutlarim. Basta secmenin duyarliligini kutlarim…

Fakat, “SURECİN” KATİYEN BİTMEDİGİNİ, kimilerini ciddi olarak muteessir edecek olsam da, ifade etmek, zorundayim.

Once, sunu isaret etmeliyim:

Prof. E. Ihsanoglu’nun (Sahsi’na ve muktesebatina duydugum saygi sakli olarak, devam ediyorum), “cati adayligi” aciklandiginda, siddetli bir hayal kirikligi yasamis, bu baglamda, basta uyesi olmaktan onur duydugum, ana muhalefet partisinin yonetimi olmak uzere, olusumun mimarlarina, gonul koymustum.

Bu cercevede, dusuncelerimi, kaygilarimi, onerilerimi, ekteki 18 Haziran 2014 tarihli ve “Zurnanın Zart Dediği Noktadayız, Ama, TÜRKİYE SAHİPSİZ DEĞİLDİR!”, başlikli, birinci yaziyla, kamuoyuna duyurmustum. Bu yazi, ne guzel ki, cok olumlu yansimalarin odagi, oldu.

Buradaki ongorulerimde, hemen hic yanilmamis bulundugum, teslim buyrulacaktir.

“Cumhurbaskani” olarak, destekledigim adaylar arasinda, Milletvekili Arkadaslarim, Onceki Bakan ve Meclis Baskani, Dostlar, vardi… Bu isimleri, katildigim platformlarda kuvvetle telaffuz ettim… Onlar’a destek oldum, destek saglamaya calistim…

Demeye kalmadi… “Cati adayi” geldi, karsimiza…

Buna karsilik bilhassa, ana muhalefet partisi bunyesinde, TBMM’de, bir “hareketlenme” oldu. Sevgili Emine Ulker Tarhan’in adayligi, gundeme geldi. Gerekli sayida imzayi bulamayacagini, yanilmayi dileyerek tahmin etmis, telaffuz etmistim… Ayni cizgide, eger aday olursa, O’nu destekleyecegimi de, ifade etmistim.

Ongordugum gibi, oldu… Maalesef, Sevgili Emine Ulker Tarhan, aday olamadi.

**

BİR SEY YAPMAK GEREKİYORDU.

Yol boyu, hem partili arkadaslarimdan, hem demokratik kitle orgutlerinden, dostlar, omuzdaslar, beni taclandirarak, aday olmaya davet edegeliyorlardi. Ancak boyle bir yaklasimin, o asamada, sonuc vermesinin mumkun olmadigini goruyor, onerilere, olumlu yanit veremiyordum.
Nedir ki, SEÇENEKLER TÜKENİNCE, İŞ BAŞA DÜŞTÜ.

Yuksek Secim Kurulu (YSK) Baskanligi’na, adaylasmanin, ilan edilmis son gunu olan
3 TEMMUZ 2014’te şu yazıyı yolladım:

YÜKSEK SEÇİM KURULU BAŞKANLIĞI

Ankara

Bu memlekette, Kurtuluş Savaşları, bir yalnız adamın Samsunlar’a çıkmasıyla başlar. Nedir ki, O Adam gerçekte, katiyen yalnız değildir. Arkasında milyonlarca kahraman, vatan evladı, zaten vardır. Türkiye hiç bir biçimde sahipsiz değildir.“Demokrasi” yaveleri ortamında, bize dayatılan “tabldotu” yemek zorunda değiliz.

Halkımızı, bu çerçevede, seçeneksiz bırakmamak üzere ve gerekli vasıflardan fazlasını yerine getirmiş olmanın onuruyla, en önce ise, şahsımın odağı dolayına yığılmış umutları geriletme hakkına sahip bulunmayıp, CUMURBAŞKANLIĞI’NA ADAY OLUYORUM.

Bilgilerinize, güzel dilekler, sevgi ve derin saygılarımla sunuyorum…

Tolga Yarman, Prof. Dr.

**

YSK’ya, 5 Temmuz 2014 tarihli izleyen yazimla, secim takvimine uygun olarak, basvuru icin, istenen belgeleri, bilgileri yolladim.

YSK’nin, 20 milletvekili imzası – sekil sarti yuzunden, talebimi reddedecegi belliydi.

Oyle oldu. YSK’nin yazisi elime 17 Temmuz 2014’te gecti.

Şu ki, 20 milletvekili imzası – sekil sarti, Anayasal bir yaptirim olmakla birlikte, ANTİDEMOKRATİK, KİSİTLAYİCİ, AYİRİMCİ BİR ŞARTTI. Avrupa Toplulugu Muktesebati’na, hic uygun degildi. Bir defa demokratik Anayasamizin bünyesine uygun degildi. Anayasa’da yer alamazdi. Anayasa’nin 90. maddesi ayrıca, her türlü yasamizin uzerinde, Avrupa Toplulugu Muktesebati’nin bulundugunu varsayiyordu.

Bunun uzerine, 18 Temmuz 2014’te, yani, YSK’nin karari tarafima ulastiktan hemen sonra, bu karari, AVRUPA INSAN HAKLARİ MAHKEMESİ’NE (AIHM), GOTURDUM.

YSK’ya, o arada, yine secim takvimi zemininde, 7 Temmuz 2014 tarihli ikinci bir yazimla, Prof. Ihsanoglu’nun, yururlukteki mevzuata dahi uygun olarak gelismemis olan adayligina, itiraz ettim. Ayni baglamda, Kurul’un, adayligimi, 20 milletvekili imzasi – sekil sartinin, bariz bicimde, antidemokratik olmasi nedeniyle, muhakkak, kabul etmesi gerektigi, hususunu, yineleyerek hatirlattim…

Buna yanıt, bekledigim gibi, yine olumsuz geldi. YSK, isteklerimi, tartismaksızin, verdigi kararlarin kesin oldugu gerekcesiyle, reddediyordu. YSK’nin yazisi elime gecer gecmez (6 Agustos 2014), calismaya koyuldum… Onceki gibi, bu yaziyi da, AIHM’ne, iptali talebiyle tasidim. Tarih: 9 Agustos 2014.

**

Ekte sirasiyla, YSK’na yolladigim, 3-5 ve 7 Temmuz 2014 tarihli yazilarimi, ikinci ve ucuncu dosyalar olarak, ekliyorum.

İzleyen iki dosya AIHM’ne, yolladigim dosyalardir. Bunlarin onundeki “Fransizca Ozetler”, Okur’u, olumsuz etkilememelidir. Devamlarinda, cunku, Turkce ve asıl metinler bulunmaktadir.

**

Konu tarafimdan ANAYASA MAHKEMEMİZ’İN BİLGİSİNE, AYRİCA TAŞINMIŞTIR.

ÖZETLE SAVIM ŞUDUR                   :

o YSK, seçimin güvenliğinin ve her hal-u karda, demokratik cereyanın teminatı olmak, gerekirken; seçimi kendi eliyle, hukuksuzluğa ve antidemokratik bir serencama, duçar etmektedir.

o Söz konusu “en az yirmi milletvekili tarafından aday gösterilme gerekliliği”, fevkalade antidemokratiktir, kısıtlayıcıdır, ayırımcıdır. Bu yaptırım, Anayasa’da yer alsa dahi, demokratik bir anayasa kavramıyla, seçme ve seçilme haklarını, ciddi olarak hırpaladığı için, açıkça çelişmektedir.

o Seçmensiniz, ama aday olamıyorsunuz, yirmi milletvekili, imza vermezse, aday gösterilemiyorsunuz, kendiniz ya da üyesi olduğunuz demokratik kitle örgütleri yönetim unsurları olarak, birisini aday gösteremiyorsunuz, sakilliklerini bildiğiniz bir adaya itiraz edemiyorsunuz…

o Bu demokrasi degil, tam anlamıyla, erki ellerinde tutanların, hile yoluyla yutturmaya calıştıkları, çarpık çurpuk, uyduruk, olsa olsa (secmenin oyuna saygim sakli olsa da), bir çadır demokrasisidir.

o Söz konusu, yirmi milletvekilinin imzasinin istihsal edilmesi koşulu, demokratik bir anayasada bulunamaz.

o Böylesi bir şart, Avrupa Komisyonu müktesatına, tümüyle, aykırıdır.

o Anayasa’nın hiçbir maddesi, Avrupa Komisyonu müktesebatına aykırı olamaz. Bu koşul, Anayasamız’ın 90. maddesi’nde yaptırımsallaştırılmıştır. Oysa, 20 milletvekili imzasının üstelik Anayasamız’a, adaylaşmada bir gerekirlik olarak rapt edilmesi, Avrupa Komisyonu müktesebatına, açıkça aykırıdır.

o YSK, yirmi milletvekilinin imzasının istihsal edilmesi, “şekil şartına” hapsolmuştur; bu çerçevede, dilekçemin özüne, hatasını idrak ettiğini ihsas etse de, girmemistir.

o Oysa isteğim dogrultusunda, pekalâ esasa girebilir ve re’sen (yirmi milletvekili imzasının işaret ettiği, “şekil şartı”, tartışmasız antidemokratik olduğu için), adaylığımın uygunluğuna, doğrudan, karar verebilirdi.

o Olmadı, isteğim uzantısında, Anayasa Mahkememiz’den, görüş sorabilirdi.

o Hatta, söz konusu anayasal yaptırımı; “demokratik anayasa” ile bağdaşmadığı gerekçesiyle ve iptali istemiyle, Anayasa Mahkememiz’e, rahatlıkla, taşıyabilirdi.

o Bunları yapmamakla kalmamış, önüne gelen yeni verileri ve muhkem bir savunmayı, hatasının bilincine varmış olsa da, önceki kararlarından cayamayacağı gibi, kabul edilemez bir gerekçeyle reddetmeye sıkışmıştır.

o Böylelikle “adil yargılama” yapmamış olmakta, “seçme seçilme haklarımızda” bariz ihlale, sebebiyet vermiş, bulunmaktadır.

o Seçilme hakkım, daha vahimi, şahsımı seçmeyi dileyecek milyonlarca seçmenin seçim hakkı, açıkça gaspedilmistir.

o YSK özetle, 7 Temmuz 2014 tarihli dilekçem uzantısında, adaylığımı, kabul etmesi gerektiğini idrak ettiğini ihsas etmesine karşın, adaylığımı önceden reddetmiş olması gibi abes bir gerekçeyle, kabul edemeyeceğini, ifade etmeye, daralmaktadır.

o Süreç, dediğim gibi, bütünüyle, Avrupa Komisyonu Müktesebatı’na aykırıdır.

o “Anayasa”; gelişigüzel ve her bir yaptırımı ayrı ayrı izlenmek zorunda olan bir metin, değildir. Buraya ilave edilecek herhangi yeni bir yaptırım, buradaki ana felsefeyle bağdaşıyor olmalıdır. Anayasa’nın, 90. Maddesi itibariyle, bunun üzerinde “Avrupa Komisyonu müktesebatı” olduğuna gore, ilave herhangi bir yaptırmın bu müktesebatla uyumlu olması gerekir.

o Bir kez, böyle mi, değil mi, bu denetlenmelidir, ki, örneğimizde, böyle bir soru gündeme dahi getirilmemiştir.

o Anayasa, bir “Dernek Tüzüğü” katiyen değildir, olamaz; yirmi milletvekilinin imzasının, Cumhurbaşkanı Adayı olmak uzere toplanması zorunluluğu, abestir. Kaldı ki, bir Dernek Tüzüğü’nde dahi böylesi abes bir yaptırım bulundurulamaz. Ayrıca, Cumurbaşkanı Adayı, milletvekili peşinde, imza için mi, koşar!..

o Her hal-u kârda, söz konusu türden bir yaptırım, hele anaysanın, içinde, zinhar olamaz. Demokratik anayasada, bir defa, antidemoktarik hüküm bulundurulamaz.

o Adaylaşmaya saygısı olmayanın, demokrasiye saygısı yoktur.

o Avrupa İnsan Hakları Makemesi’nin, Sejdic Vefinci’nin açtığı dava zemininde verdiği, 22 Aralık 2009 tarihli ve 27996106 sayılı, Bosna Hersek’teki, Yasama Organı / Cumhurbaşkanı Seçimi’nde, her türlü ayırımcılık ve kısıtın kaldırılması yönünde olarak verdiği abide karar, davamda, emsal teşkil edecek, davamızın olumlu olarak sonuçlandırılmasına, kolayca rehberlik edecektir.
**

Niye bu gune kadar durdugum, girisimlerimizi kamuoyuna duyurmadigim, sorgulanabilir.

Yanit basit:

AİHM’ne, son yazımı (elime, 6 Agustos 2014’te gelen YSK karari uzantisinda), ancak
gecen Cumartesi gunu, 9 Agustos 2014’te, tamamlayabildim, AİHM’ne, yollayabildim.

  • AİHM’nin istemimi KABUL EDECEĞİNİ ve CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ’NİN bu nedenle YİNELENMEK ZORUNDA kalınacağına
    kuvvetle inaniyorum…
     

Seçimin, çesitli yönlerine dönük görüşlerimi açıklamaya devam edeceğim…

**

Bu asamada yalniz, su kadarini, soylemek isterim: CHP Yonetimi, cok uzgunum, zaten İFLAS ETMİSTİ; simdi ise artik TAMAMEN BİTMİSTİR.

Ama asıl soyleyecegim sudur ki (milyonlarca oya ve onlarin gittigi oznelere derin saygim sakli olarak ifade ediyorum); bugunku hezimette imzasi olan hicbir basiret ozurlu, CHP Ust Yonetim mensubu, bundan sonrasina donuk olarak – halisane tavsiye ederim – burnunu, sutre gerisinden cikartmasin!…

**

Omuzdaşlarımı temsilen, dikkatlerinize, güzel dilekler, sevgi ve saygılarımla sunuyorum…

Mustafa Sönmez : Şimdi neler olacak?


Dostlar
,

Değerli arkadaşımız, SÖZCÜ Gazetesi yazarlarından Sn. Mustafa Sönmez‘in
(Van Atatürk Lisesi’nden arkadaşımız) güncel bir yazısını paylaşalım..

Herkes güncel gelişmeleri çok merak edierken Sn. Sönmez’in kimi yanıtları var
bu yaygın soruya..

Ancak.

“…. CHP’­yi ger­çek bir sos­yal de­mok­rat par­ti kim­li­ği­ne ka­vuş­tur­ma, ör­ne­ğin
Kürt so­ru­nun­da çö­züm üre­ten bir par­ti­ye dö­nüş­tür­me..”

bağlamında sonlarda yazdıklarına katılmak olanaklı değil. CHP apaçık
“AÇILIMI DESTEKLİYORUZ… ASIL BİZ GERÇEKLEŞTİRECEĞİZ…” demedi mi??
Daha fazlası neresidir ve niyedir? Bu bilinçli yükseltgenmiş beklentinin / politik manevranın anlamı nedir?

CHP üzerinde bu bağlamda bunca psikolojik baskı kurmak etik midir ??

Sevgi ve saygı ile.
13.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================================

Şimdi neler olacak?

Mustafa Sönmez

Mustafa Sönmez

SÖZCÜ, 12 Ağustos 2014
RTE’­nin Köşk se­çi­mi ka­zan­ma­sı sür­priz ol­ma­dı.
Şim­di me­rak edi­len, RTE son­ra­sı AKP yö­ne­ti­mi ve Baş­ba­kan­lık, eko­no­mi yö­ne­ti­mi… Bu­nu Tür­ki­ye­’ye pa­ra ya­tır­mış ve bel­ki da­ha da ya­tır­mak is­te­yen fi­nans ka­pi­tal ka­dar, on­la­rın içe­ri­de­ki uzan­tı­la­rı da me­rak­la so­ru­yor­lar. He­men be­lir­te­lim ki, bu se­çim so­nu­cu, AKP baş­ta ol­mak üze­re -bel­ki HDP dışında- tüm si­ya­sal par­ti­ler­de, yi­ne sür­priz ol­ma­yan bir iç mü­ca­de­le­yi de baş­lat­mış du­rum­da. Tek tek üs­tün­den gi­de­lim…


AK­P’­de iç çe­kiş­me…

RTE’­nin gön­lün­de uzun sü­re­dir ya­ta­nı bi­li­yo­ruz; Köş­k’­e çık­mak, o hız­la ge­nel se­çim­ler­de Ana­ya­sa­’yı de­ğiş­ti­re­cek bir se­çim za­fe­ri ka­zan­mak ve Ana­ya­sa­’ya Baş­kan­lık sis­te­mi­ni ge­ti­ren de­ği­şik­lik yap­tı­ra­rak “Baş­ka­n” ol­mak…

Bu ol­ma­dı, ga­li­ba ol­ma­ya­cak da. Çün­kü, 2013 Ge­zi is­ya­nı ya da 2013 Ha­zi­ran
ayak­lan­ma­sı
 or­ta­ya çı­kar­dı ki; RTE AK­P’­si, ne ka­dar yol al­mış, san­dık des­te­ği bul­muş olur­sa ol­sun, bu ül­ke­ye tek ba­şı­na baş­kan­lık sis­te­mi­ni ge­ti­re­cek bir ço­ğun­lu­ğa ula­şa­mı­yor. Yük­se­li­şi, ye­ri­ni ini­şe bı­rak­tı Ge­zi ile. Ar­dın­dan ce­ma­at ile da­laş­ma­sı baş­la­dı.
30 Mart 2014 se­çim­le­ri­ne bir di­zi rüş­vet-yol­suz­luk suçlama­la­rıy­la gir­di. Baş­la­tıl­mış
ope­ras­yon­la­rı bas­tır­mış bir hü­kü­met­ti so­nuç­ta ve oy ora­nı %43’ü ge­çe­me­di.
10 Ağus­to­s’­ta (2014) san­dık­tan RTE­’ye çı­kan oy mik­ta­rı ile 30 Mar­t’­ta çı­kan fark­lı de­ğil; 20 mil­yon kü­sur. De­mek ki bir iler­le­me yok, ge­ri­le­me de var de­ne­mez. Bel­ki, 2015
ge­nel se­çim­le­rin­de AK­P’­nin ala­ca­ğı oy yi­ne bu dolay­da ola­cak­tır… Bu da Baş­kan­lık
sis­te­mi­ne olanak ta­nı­ya­cak bir oy des­te­ği­ne sa­hip ol­ma­yı olasılık dı­şı­na atı­yor.
O za­man ne ka­lı­yor RTE için? Fii­li baş­kan­lık… Na­sıl ola­cak bu? CB’­na eldeki
Ana­ya­sa­’da ta­nın­mış yet­ki­le­ri, di­bi­ni ka­zı­ya­rak, so­nu­na dek zor­la­ya­rak kul­lan­mak yoluyla hü­kü­me­ti yö­net­mek; araç ola­rak kul­la­na­ca­ğı bir baş­ba­kan ve ka­bi­ne kurmak…

Gül Pla­nı…

Bu­na AK­P’­nin üst kad­ro­la­rın­dan bir bölümünün rı­za gös­ter­me­ye­ce­ği­ne ilişkin çok
işa­ret­ler çık­tı or­ta­ya. Hat­ta, “R­TE­’yi Çan­ka­ya­’ya tek­me­le­yip AK­P’­yi res­to­re et­me pla­nı­” da de­nil­di bu­na. Bu pla­na gö­re he­def, AK­P’­nin ba­şı­na Da­vu­toğ­lu ya da RTE’­nin çok emin ol­du­ğu bi­ri­nin ge­ti­ril­me­si­ne kar­şı, AK­P’­yi Gül ile res­to­re et­mek, 3 yı­lı
do­lan­lar için­den Ba­ba­ca­n’­a eko­no­mi­nin ba­şın­da kal­ma­sı­na olanak sağ­la­ya­cak bir
dü­zen­le­me­ye git­mek… Amaç­la­nan, RTE’­nin iyi­ce ger­di­ği ku­tup­laş­tır­dı­ğı Tür­ki­ye­’yi
ye­ni­den AKP eliy­le yö­ne­te­bi­lir ha­le ge­tir­mek. Bu de­ği­şim­le bir­lik­te dış al­gı­yı
de­ğiş­tir­mek, dış ser­ma­ye­ye gü­ven ver­mek, hu­kuk­suz­luk savla­rı­nı dik­kate alıp bi­raz
hu­kuk mak­ya­jı yap­mak, en önem­li­si RTE’­nin te­le­fon­la­rı­na çık­ma­yan Oba­ma­’ya,
so­ğuk dav­ra­nan Mer­ke­l’­e ye­ni­len­miş bir AKP ve RTE’­siz Tür­ki­ye ima­jı sat­mak…

Gül pla­nı, ge­le­nek­sel bü­yük ser­ma­ye­nin TÜ­Sİ­AD’­ı ve onun med­ya­da­ki uzan­tı­sı kesimlerce de onay gör­mek­te; bu Pla­nın iler­le­me­si ha­lin­de AK­P’­nin Gü­len
Ce­ma­ati ile sulh ol­ma­sı­nın yo­lu­nun bu­lu­na­ca­ğı­na da ina­nıl­mak­ta.

Ça­tış­ma?

Kuş­ku­suz bu plan, RTE­’yi mut­lu ede­cek bir plan de­ğil. O’nu ade­ta Çan­ka­ya­’da blo­ke
et­me pla­nı­dır, ama iki yan da ken­di oyun pla­nı­nı uy­gu­la­mak is­te­ye­cek­tir; bu açık.
Bu­ra­dan kim ga­lip çı­kar, ne tür kı­rı­lıp dö­kül­me­ler olur, bi­li­ne­mez. Dos­tum Ne­ca­ti
Doğ­ru­’nun dün­kü ya­zı­sın­da­ki gü­zel anlatımıyla “Halk ba­ba­sı­nı bul­du­” bul­ma­sı­na ama, bi­li­nen, yö­ne­til­mek is­te­nen Tür­ki­ye­’nin ko­lay yö­ne­ti­lir bir ül­ke ol­mak­tan çık­tı­ğı­dır.
Dış ya­tı­rım­cı­lar açı­sın­dan “en risk­li ül­ke­” ola­rak not­lan­dı­ğı ve önün­de çok zor
so­run­lar ol­du­ğu­dur.

He­le ki je­opo­li­tik risk­le­rin hız­la yük­sel­di­ği bir kon­jonk­tür­de

10 Ağus­tos se­çim­le­ri ile bir kez da­ha “R­TE ve AK­P” di­yen seç­me­nin iş-aş bek­len­ti­le­ri sür­mek­te­dir. Yük­sel­mek­te olan enf­las­yon, iş­siz­lik so­run­la­rı­na çö­züm bek­le­ni­yor; dur­gun­la­şan pi­ya­sa­la­rın açıl­ma­sı ve dış rüz­gar­la dö­nen es­ki AK­P’­nin yük­sek bü­yü­me yıl­la­rı öz­le­ni­yor. Bun­la­rın ge­cik­me­si, ho­mur­tu­la­rı ve be­ra­be­rin­de seçenek ara­yış­la­rı­nı da ar­tı­ra­cak­tır…

Mu­ha­le­fet…

10 Ağus­tos se­çim so­nuç­la­rı CHP ve MHP yö­ne­tim­le­rin­de de bir sor­gu­la­ma­yı ge­ti­re­cek, ba­şa­rı­sız­lı­ğın so­rum­lu­la­rı­nın he­sap ver­me­le­ri is­te­ne­cek­tir. Ka­pı­da ge­nel se­çim­ler ol­du­ğu için bu mu­ha­se­be­nin bir an ön­ce ya­pıl­ma­sı is­te­ne­cek­tir. AKP kar­şı­sın­da 2015 ge­nel se­çim­le­rin­de de yitir­mek de­mek, hem CHP hem de MHP için önem­li ge­ri­le­me­le­ri ge­ti­re­cek­tir.

CHP’­nin varolan çiz­gi­sin­den da­ha so­la kaymak ye­ri­ne, hem si­ya­sal hem eko­no­mik
ola­rak sa­ğa çekil­me­si, Par­ti­’ye sü­rek­li kan kay­bet­tir­mek­te­dir. Oy­sa, son Ge­zi Ra­po­ru­’nu ya­zan bir CHP de var­dır CHP için­de. An­cak bu da­mar, CHP’­yi ger­çek bir sos­yal de­mok­rat par­ti kim­li­ği­ne ka­vuş­tur­ma, ör­ne­ğin Kürt so­ru­nun­da çö­züm üre­ten bir par­ti­ye dö­nüş­tür­me, ne­oli­be­ral po­li­ti­ka­la­ra kar­şı üre­ti­ci-sos­yal po­li­ti­ka­lar üret­me ko­nu­la­rın­da des­tek ve alan bu­la­ma­mak­ta­dır. Bun­lar ya­pı­la­ma­dı­ğı öl­çü­de de CHP ku­ru­mak­ta, kit­le­ler­den kop­mak­ta­dır.

Ve HDP…

HDP üs­tü­ne ay­rı­ca yaz­mak ge­rek­li, ama yi­ne de bir­kaç cüm­le ku­ra­lım. 10 Ağus­tos se­çim­le­rin­den he­de­fi­ne ne­re­dey­se ulaş­mış si­ya­set HDP’­dir. Bu­nu da par­ti­ye egemen olan Kürt un­sur­lar, “ay­rı­lık­çı-bö­lü­cü­” id­di­ala­rı­nı ters­yüz eden, ez­ber bo­zan “Tür­ki­ye­li bir par­ti­” gü­ve­ni kurarak ba­şar­dı­lar. De­mok­ra­tik hak ve öz­gür­lük­ler, fark­lı kim­lik­le­re ve
renk­le­re say­gı, in­san hak­la­rı, eşit­lik­ler ko­nu­sun­da ba­şa­rı­lı bir söy­lem geliştiren
S. De­mir­taş, par­ti­si­ne ve Tür­ki­ye so­lu­na azım­san­ma­ya­cak bir ze­min aç­mış ol­du.
Bu ze­mi­nin üs­tü­ne da­ha güç­lü bir bi­na in­şa et­me­nin, en azın­dan po­tan­si­ye­li el­de­dir.
Uma­lım ya­zık edil­me­sin…

(http://sozcu.com.tr/2014/yazarlar/mustafa-sonmez/simdi-neler-olacak-575605/, 12.8.14)