Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.ne

TTB Merkez Konseyi Başkanı’ndan 14 Mart mesajı

TTB Merkez Konseyi Başkanı’ndan
14 Mart mesajı

 

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, 14 Mart dolayısıyla bir mesaj yayımladı. Tüm hekimlerin ve sağlık çalışanlarının 14 Mart’ını kutlayan Tükel, “Tüm meslektaşlarımızı, birlikteliğimiz ve dayanışmamızdan gelen güçle, hekimlik değerleri ve etik ilkeler ışığında sağlık alanındaki mücadelemizi yükseltmeye davet ediyorum.” ifadelerine yer verdi.

Tüm hekimlerin ve sağlık çalışanlarının 14 Mart’ı kutlu olsun!

Birlikteliğimize olan inançla ve dayanışmayla…

Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP), uygulamaya başlanmasından bu yana geçen 15 yılda, Türkiye’de sağlık ortamını birçok açıdan etkilemiş; sorun çözme iddiası ve çeşitli vaatlerle gelen bu program sağlık alanında birçok yeni soruna yol açmıştır. SDP, kamu hastanelerinin yapısını değiştirmeyi, onları “idari ve mali özerkliğe sahip” biçimde yapılandırarak rekabete açık sağlık işletmeleri haline getirmeyi amaçlıyordu. 2004 yılında Sağlık Bakanlığı hastanelerinde “performansa dayalı ek ödeme sistemi”ne geçilmesiyle başlayan bu sürece, Kasım 2011’de çıkartılan bir KHK ile (AS: 663 s. KHK) Sağlık Bakanlığı teşkilat yapısında köklü bir değişikliğe gidilerek devam edildi. Kaynakların “etkili ve verimli” kullanılacağı iddiasıyla getirilen, ayrı tüzel kişiliğe sahip ve idari yönden özerk olan Kamu Hastane Birlikleri yapılanması, 6 yıl dolmadan, Ağustos 2017’de başka bir KHK ile kaldırılırken SDP’nin bu alandaki başarısızlığı da belgelenmiş oldu.

1 Ocak 2012 tarihinden bu yana uygulanmaya başlanan Genel Sağlık Sigortası (GSS)  sisteminde, prim ödeyemediği için sigorta kapsamı dışı kalan, bu nedenle kamusal sağlık hizmetlerinden yararlanamayanların sayısı 4.5 milyonu geçti. Aylık olarak ödenen GSS primi dışında, hastaneye başvurulduğunda ayrıca, muayene katılım bedeli, ilaç katılım bedeli, tıbbi malzeme katılım payı gibi 14 ayrı kalemde sağlıkta katkı payı ödeniyor.

SDP’nin bir başka ayağını 13 Aralık 2010 tarihinde tüm Türkiye’de uygulanmaya başlanan aile hekimliği sistemi oluşturuyor. Bireysel ve toplumsal sağlık hizmetini birbirinden ayırarak Birinci Basamak sağlık hizmetlerini parçalı hale getiren, bölge tabanlı değil aile hekimine kayıtlı nüfusa dayalı sağlık hizmetinin verildiği, performans sistemi üzerinden sözleşmeli çalışmanın dayatıldığı, aile hekimlerinin koruyucu sağlık hizmetlerinden uzaklaşılıp polikliniklere hapsedildiği bu sistemde, sorunlar giderek artıyor.

Sağlık alanında ciddi bir tahribata yol açan, eğitim, araştırma, kamu sağlığı gibi öncelikleri geri plana düşürüp “verimlilik ve kârlılık” söylemleri ile ticari bir anlayışı hâkim kılan SDP, çalışanların haklarının da baskılanmasını getirdi. Bu nedenle, 14 Mart sürecindeki ilk talebimizi, hekimlerin emeklerinin karşılığı olan, emekliliğe yansıyacak, güvenceli, görev tanımına ve liyakata uygun, tek işte çalışarak insanca yaşamaya yetecek bir ücret elde etmeleri ve emekli hekim ücretlerinin artırılması oluşturuyor.

Sağlık çalışanları açısından, sürekli hastalarla ve hastalıklarla ilgileniyor olmak, bir anlamda onlarla yaşamak fiziksel ve psikososyal çeşitli sorunların ortaya çıkmasına yol açıyor. Sağlık çalışanları olarak, 2014 yılından bu yana talep ettiğimiz “fiili hizmet süresi zammı” için yasal bir düzenleme acilen yapılmalıdır.

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti artıran ögelerden biri de, şiddeti uygulayan kişilerin cezalandırılmayacakları ya da ciddi bir yaptırımla karşılaşmayacakları düşüncesidir. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddete hoşgörü gösterilmeyeceği, şiddet suçlarının mutlaka cezalandırılacağı düşüncesinin yerleştirilmesi ve önleyicilik açısından, TTB Sağlıkta Şiddet Yasa Tasarısı bir an önce yasalaşmalıdır.

Mecburi hizmet yapmak üzere sağlık kuruluşlarına ataması yapılan çok sayıda hekim, haklarında yapılan güvenlik soruşturması tamamlanmadığı gerekçesiyle aylarca göreve başlatılmamakta; giderek artan sayıda meslektaşlarımızın ise güvenlik soruşturmaları olumsuz olduğu gerekçesiyle hekimlik yapmaları engellenmektedir. Hukuksal bir dayanağı olmayan güvenlik soruşturmaları kaldırılmalı; güvenlik soruşturmaları nedeniyle bekletilen ve bu soruşturmalar olumsuz geldiği için ataması yapılmayan tüm hekimler görevlerine başlatılmalıdır.

Yıllardır sağlık çalışanlarının sorunlarını dile getiriyoruz; her 14 Mart’ta taleplerimize uygun düzenlemeler yapılacağına ilişkin sözler veriliyor. Ancak, bugüne kadar Sağlık Bakanlığı ve hükümet yetkilileri tarafından, özellikle de 14 Mart dönemlerinde “Hekimlere müjde” başlığı altında verilen sözler tutulmadı. Taleplerimizi bu 14 Mart’ta bir kez daha dile getiriyor, acilen karşılanmasını istiyoruz.

Meslektaşlarımızın ve tüm sağlık çalışanlarının 14 Mart’ını kutluyor; hepimiz için yaşanabilir bir doğa, barış içinde bir yaşam, iyi hekimlik yapabildiğimiz bir sağlık ortamı diliyorum. Tüm meslektaşlarımızı, birlikteliğimiz ve dayanışmamızdan gelen güçle, hekimlik değerleri ve etik ilkeler ışığında sağlık alanındaki mücadelemizi yükseltmeye davet ediyorum.

Prof. Dr. Raşit Tükel
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı
===============================================
Dostlar,

Meslektaşımız Sayın Dr. Tükel‘in iletisi son derece dengeli ve temel sorunları işleyen içerikte.
Kamuoyu ve siyasal iktidar tarafından da anlaşılmasını, iyi kabul görmesini ve gereklerinin yerine getirilmesini biz de içtenlikle dilemekteyiz. Ne yazık ki sağlık sektörümün her geçen gün daha derin  bir bunalıma itilmektedir.

Öncelikle altını çizelim ki, SDP (Sağlıkta Dönüşüm Programı), AKP = Erdoğan’ın diline doladığı içimde “millli ve yerli” değildir; apaçık DB – IMF dayatmasıdır (Health Transfomation). AKP = Erdoğan, Batı emperyalizmi tarafından kandırılmakta, tehlikeli biçimde yönlendirilmektedir. Gelinen yer, ŞEHİR HASTANELERİ ile TALANIN sürdürülmesidir. BU konular web sitemizde yıllardır değişik boyutları ile işlenmekte de öneriler sunulmaktadır. Ancak, AKP = Erdoğan’ın, tüm ağır olumsuzluklara karşın eleştiri ve önerileri dikkate almayışı çok düşündürücüdür.

  • Bağlayıcı bir siyasal angajman mı yapılmıştır Küresel güç odakları ile?

Yüzlerce milyar Dolar servetimiz, yerli – yabancı sağlık sektörü tekellerinin kasalarına akmaktadır. Tablonun bu denli acıtıcı olduğunu iktidarın gör(e)mediği düşünülemez.. O zaman bu muazzam rantlara iktidar ortak mıdır? Gelişmeleri böylesi çıplak bir soruyu kaçınılmaz olarak gündeme taşımaktadır.

2018 bütçesinde SGK’ya aktarılacak 133 milyar TL, bütçenin (borç alınmadan) tutarının 1/5’ine yakındır. 2017’de SGK 30 milyar TL dolayında açık vermiştir. Bütçe açığı ise 47 milyar TL olup, SGK açık vermese ve bu tutar merkezi yönetim bütçesinden kapatılmak zorunda kalınmasa idi, Bütçe açığı 17 milyar TL dolayında olacaktı.. Her geçen yıl SGK kara delikleri büyümektedir,.. giderek artan kamu borçlandırmasını dayatarak.. Bu tablonun finansal olarak sürdürülebilmesi rasyonel zeminde kalarak olanak dışıdır!

Bir kez daha uyaralım : Sağlıkta Dönüşüm Programı bir soygun, rant alma operasyonudur. AKP = Erdoğan bu kanatıcı senaryonun neresindedir??

Bu soruların yanıtı giderek daha yükselen tonda istenecektir.
AKP = Erdoğan, bu olağanüstü yanlış – yıkıcı ülkemizi soyan oyunu artık görmeli ve son vermelidir. Ülkemiz uzmanlarının sağlayacağı milli – yerli sağlık planlarına dayanmalıyız..

Sevgi ve saygı ile. 14 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
TTB Ankara Tabip Odası Üyesi  (1992-96 Yüksek Onur Kurulu Üyesi)
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Hekimler Şehir Hastaneleri Konusunda Kaygılı

Hekimler Şehir Hastaneleri Konusunda Kaygılı..

  • 19/02/2018, http://www.ato.org.tr/news/show/316 

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır…)

Kamu-Özel Ortaklığı modeli ile yaşama geçirilen Şehir Hastaneleri Türkiye genelinde teker teker tamamlanarak hizmet sunumuna başlıyor. Ankara özelinde ise yapımları devam eden Bilkent ve Etlik Şehir Hastanelerinden birinin içinde bulunduğumuz   yıl, öbürünün de  önümüzdeki yıl faaliyete geçeceğini biliyoruz.

Şehir Hastaneleri yüklenici firmalara bedelsiz tahsis edilen devlet arazileri, bu firmalara verilen hazine garantileri, işletme gelirleri ve 25 yıllık kira bedelleri ile çok kez gündeme geldi. Türkiye genelinde sağlık sunumunda ve halkın sağlığa erişiminde köklü değişikliklere yol açacağını da öngördüğümüz bu hastanelerde hekimlerin çalışma koşulları ve özlük haklarındaki olası değişiklikler bir bilinmeyen olarak karşımızda duruyor.

Ankara Tabip Odası olarak Şehir Hastaneleri sürecini hukuksal açıdan yakından izliyor ve meslektaşlarımızı bilgilendirmeye yönelik çeşitli araştırmalar yapıyoruz. Bu çalışmalardan biri de 22 Aralık 2017’de başlattığımız Şehir Hastaneleri Anketi oldu.

Üyelerimize gönderdiğimiz ve bilimsel olarak ölçtüğümüz bu anketin sonuçlarını paylaşmak isteriz. Ankette yöneltilen 7 soru, Ankara’nın farklı hastane ve sağlık kuruluşlarında görevli toplam 530 hekim tarafından yanıtlanmıştır.

Hekimlerin %73’ü şehir hastanelerinde çalışmak istemediklerini belirtirken, hekimlerin şehir hastaneleri konusunda yeterince bilgi sahibi olmadıkları ezici bir çoğunlukla %96 oranında ortaya çıktı. Bunun yanında, hekimlerin %86’sı şehir hastaneleri ile ilgili bilgilendirme toplantısı yapılmasını talep ediyor.

Hekimlerin yarıdan fazlası özlük haklarında kayıp olacağını düşünürken, %64’ü ise iş yüklerinin artacağı fikrine sahip.

Şehir hastanelerine ulaşımın büyük zorluk yaratacağı endişesinin haklılığı hekimlerin bu soruya verdikleri %86 evet cevabıyla kanıtlanırken, hekimlerin %66’sı Şehir hastanesinde göreve başladıktan sonra, hastalara şu anda verilen hizmete kıyasla, daha nitelikli bir sağlık hizmeti verilemeyeceğini düşünüyor.

Şehir hastaneleri anketinin sonuçlarını incelemek için tıklayınız :
ATO’nun_hekimlere_SEHIR_HASTANELERI_Anketi

=============================================
Dostlar,

Biz de bu anketi yanıtlayan “kaygılı” hekimlerden biriyiz..
Hatta çooooooooooook kaygılıyız çooooooooooooook…
Sözde “kamu – özel ortaklığı / işbirliği” ile yürütülüyor bu proje..
Emperyalizmin küreselleştiği günümüzde, “yepyeni” (!) bir postmodern sömürü aracıdır!

Devletin bu hastanelerin binalarını yapacak parası yok – muş!
Bunca adaletsiz vergi alınıyor, VERGİMİZ NEREDE??? (2018 bütçesinde 599 milyar TL)
Hem maddi gücün yok bu 5 yıldızlı otel standardında hastaneleri yapmaya, hem kefil oluyorsun yerli – yabancı sermaye ortaklıklarının dış borcuna Kur garantisi bile vererek!
(SAĞLIK BAKANLIĞINCA KAMU ÖZEL İŞ BİRLİĞİ MODELİ İLE TESİS YAPTIRILMASI, YENİLENMESİ VE HİZMET ALINMASI İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN (6428 sayılı yasa; RG 28582, 09 Mart 2013)

Üstelik bu binalarda sağlık hizmetinden de çekiliyorsun büyük ölçüde; satın alacaksın..
SGK her yıl genel bütçe açığının yaklaşık yarısı düzeyinde açık verirken nasıl öder bu bedeli?

Yandaş yerli – yabancı sermaye ileriye dönük 25-30 yıl halkın sırtından zengin edilecek, halkımızın ise salt yaşayanları değil, çocukları – torunları bile iktidar eliyle sermayeye borçlandırılacak… Küreselleşen vahşi kapitalizm artık günü kurtarmakla yetinmiyor; sermaye birikimi ve maksimum kâr “tunç yasaları” nı geleceğe yayıp uzatıyor..

  • Gelişmekte olan ülkelerde başa getirdiği siyasal kadroları da bu acımasız, kalleş
    TALAN DÜZENİNE taşeron olarak memur ediyor!

Ayrıntılı bilgi için tıklayınız : ŞEHİR HASTANELERİ TALANI

Uyan eyyyyyy necip millet, uyan artık bu ölümcül gaflet uykusundan…

Sevgi ve saygı ile. 23 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Tabip Odası Üyesi
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

TTB Merkez Konseyi Üyelerinin Gözaltı Sürecine İlişkin Bilgi Notu

TTB Merkez Konseyi Üyelerinin Gözaltı Sürecine İlişkin
Bilgi Notu

(AS : Bizim yorumlarımız yazının altındadır.)

TTB Merkez Konseyi tarafından 24 Ocak 2018 tarihinde yayımlanan ve halen TTB web sayfasında yer alan basın açıklaması üzerine İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Sen tarafından suç duyurusu yapılmasının ardından, bugün 30 Ocak 2018 saat 06.30’da TTB Merkez Konseyi yöneticilerine yönelik gözaltı, Merkez Konseyi binasında arama ve el koyma işlemleriyle karşılaştık.

1- 29 Ocak 2018 tarihinde TTB avukatları tarafından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ile görüşme yapılmış, basından soruşturma başlatıldığının öğrenildiği söylenerek, Savcılığın talebi halinde Merkez Konseyi üyelerinin istendiği zaman ifade için gelebilecekleri, talep edilen belge ve bilgileri savcılığa verebilecekleri bildirilmiştir.

2- Ne yazık ki, yukarıdaki bilgiye rağmen, savcılık 6 ayrı ilde ikamet eden Konsey üyelerinin gözaltına alınmasını “uygun” bulmuştur!

3-  Polisler saat 06.30 civarında bina görevlisi ile birlikte çilingir ile içeri girmiş, henüz avukatlar gelmeden aramaya başlamıştır. TTB avukatları daha sonra Merkez Konseye ulaşmış ve bu aşamadan sonra aramaya nezaret edebilmişlerdir.

4- Saat 08.00’den itibaren TTB binasına gelen çok sayıda TTB/oda yöneticisi ve milletvekili ısrarla talep etmelerine rağmen içeri alınmamışlardır.

5- Arama sırasında suçlama konusu açıklama ile ilgisi olmayan kanıtların toplanmasının, bütün bilgisayarların hard-disklerinin sökülmesinin hukuka aykırı olduğu TTB avukatlarınca belirtilerek itiraz edilmiştir. Buna rağmen TTB’de bulunan bütün bilgisayarların hard-disklerinin kopyası alınmak üzere hepsine polis tarafından hukuka aykırı olarak el konulmuştur. Bu işlemle birlikte TTB tarafından hekimlere ve kurumlara yönelik dijital ortamda yapılabilen hizmetler yapılamaz hale gelmiş, kanunla kurulmuş bir meslek birliğinin görevlerini yapabilmesi fiili olarak engellenmiştir.

6- Saat 14.00 civarında arama işleminin sona ermesi üzerine, TTB avukatları tarafından arama ve el koymayla ilgili hukuka aykırılıklar tutanakta belirtilmiştir.

7- Sabah 06.30’da başlayan gözaltı işlemi saat 14.00 civarında 11 Merkez Konseyi üyesi için tamamlanmış, Ankara dışında ikamet eden 7 üyenin Ankara’ya getirilecekleri öğrenilmiştir.

8- Bu açıklamanın yapıldığı saat itibarıyla Ankara dışından 4 Konsey üyesi daha Ankara’ya ulaşmış olup, toplam 8 Konsey üyesi Ankara’da gözaltında bulunmaktadır.

9- 07.30 civarında başlayan hekim ve destek amaçlı kurumsal ziyaretler sürekli artmış ve saat 09.30, 11.00 ve aramanın bitmesiyle saat 14.00’de bina önünde 3 ayrı basına ve kamuoyuna açıklama yapılmıştır.

10- Gözaltı işlemlerine itiraz yapılmış, mevcut sağlık durumları ve yakın zamanlı geçirmiş oldukları tıbbi operasyonlar nedeniyle risk taşıyan durumlar bildirilmiş, özellikle erkek konsey üyelerinin koşullarının bütünüyle olumsuz olduğu belirtilerek bilgilendirme yapılmıştır. Kuşkusuz gözaltı işleminin derhal sonlandırılması talebi öncelikli olmak üzere girişimler yürütülmektedir.

11- Konsey üyelerinin mevcut sağlık durumları yerinde olup, gerek TTB avukatları gerekse de dayanışma amaçlı gelen avukatlarca yapılan bir organizasyonla hukuki süreç ve yapılabilecek girişimler yakından takip edilmekte ve kendileri ziyaret edilmektedir.

12- Aile hekimi olan iki üyemizin ASM’deki hizmetleri yürüttükleri bilgisayarlara da el konulmuştur. Bu uygulama takipli hastaların bilgilerine, aşılama, gebe izlemi gibi bilgilere ulaşılamamasına, dolayısıyla sağlık hizmetinin sürdürülememesine ve olası telafisi mümkün olmayan sorunların doğmasına yol açabilecektir. Benzer uygulamanın diğer konsey üyelerinin işyerlerindeki bilgisayarlara da yapıldığı öğrenilmiştir.

13- Bilindiği gibi TTB, Türkiye sağlık ve hekimlik ortamı için vazgeçilmez ve sadece kendisi tarafından yürütülen hizmetler yerine getirmektedir. Yurtdışına çıkmak isteyen üyelerinin hakkında soruşturma olmadığına dair evrak verilmesi, bilirkişilik eğitimleri, sürekli tıp eğitimi etkinliklerinin kredilendirilmesi, özel sağlık hizmetleri ve TBMM’de yer alan milletvekillerinin sağlık hizmetlerini ücretlendiren hekimlik uygulama işlemlerinin yürütülmesi bunlardan akla gelen bazılarıdır. Ayrıca hatırlatmak isteriz ki, Yüksek Onur Kurulu’nca yürütülen faaliyetleri ilgilendiren ve gizliliği olan yazışmaları da içeren hard-disklerin alınmış olması, soruşturmanın amaç ve kapsamı dışında bir kasta yöneldiği kanaatini doğurmaktadır.

14- Sabah erken saatlerden başlayarak tüm gün boyunca ve halen gerek yurtiçi gerek yurtdışından çok sayıda hekim, hekim kuruluşu/sağlıkçı-sağlık kuruluşu, sivil toplum örgütü, dernek, meslek birliği, sendika ve siyasi parti temsilcileri/milletvekilleri dayanışma, destek amaçlı gelmişler, aramışlardır. Yapılabilecekler konusunda her türlü desteğe hazır olduklarını iletmişlerdir. Kendilerine teşekkür ediyoruz.

15- Dayanışma amacıyla TTB Merkez Konseyi binası önüne gelen ve bekleyen gruba saat 11.00 sularında polisce müdahale edilmiş, dar bir merdivenden aşağıya iterek, meslektaşlarımızın bir kaçının yere düşürülmelerine sebep olunmuştur.

16- Aramanın sonlandırılmasıyla, saat 14.00’ü takiben bina önünde bekleyen çok sayıda hekim ve dayanışma amacıyla gelen kurum temsilcileri içeri girmişlerdir.

17- Bina içerisine girdiğimiz andaki durumun özeti aşağıdaki fotoğrafla bilginize sunulmuştur:

18- Yukarıda sunduğumuz bilgiler göz önüne alındığında ve suçlama konusu açıklamanın halen TTB web sayfasında yer aldığı düşünüldüğünde, bunun dışında herhangi bir kanıtın toplanmasına gerek olmadığı tartışmasızdır. Dolayısıyla yürütülen süreç bütünüyle gayri hukukidir.

19- TTB önünde toplanan ve gün boyu 3 kez yapılan açıklamayla kamuoyuna da söylendiği gibi 24 Ocak 2018 tarihinde yapılan açıklama, bütünüyle tarihsel hekimlik birikiminin içinde yaşadığımız günler itibarıyla çok özlü bir şekilde hekimlik tutumu olarak ifade edilmesi, hatırlatılmasıdır. Bu açıklamaya eklenecek ya da çıkartılacak hiçbir sözcük, satır olmadığı gibi hekimlerin alacakları ne farklı bir tutum ne de söyleyebilecekleri farklı bir söz vardır.

20- TTB Merkez Heyetinin seçimle göreve gelmiş organlarından Yüksek Onur Kurulu ve Denetleme Kurulu üyeleri başta olmak üzere, TTB kurumsallığı görevinin başındadır.

21- Gün boyu yapılan arama ve el koyma faaliyeti boyunca verilmiş olan fiziki hasar/eksik hard-disk vb. sorunların giderilmesi için adımlar atılmıştır, en kısa sürede günlük olağan iş ve işleyişin yerine getirilmesi sağlanacaktır.

22- Yoğunluk nedeniyle zaman zaman erişimde aksamalar yaşanmakla birlikte TTB web sayfası ulaşılabilir durumdadır.

23- Türkiye’de son 10 yıl içerisinde yaşadığımız deneyimler çok sayıda insanın gerçek olmayan, bütünüyle hayal ürünü ve zorlama suçlamalarla haksız yere ve hukuk dışı olarak gözaltına alınıp hatta tutuklandığını, yargılandığını göstermektedir. Öyle ki suçlananlar birçok ilgisiz örgütle ilişkilendirilip, olmayan deliller varmış gibi haberleştirilerek, medya mahkeme olarak kullanılmaktadır. Şu anda gözaltında bulunan Konsey üyelerimizin 20-30 yıllık hekim olduklarını, her gün hastane, muayenehane ya da aile sağlığı merkezi, işyeri vb. görev yerlerinde hizmet sunduklarını biliyoruz ve her türlü suçlulaştırma çabasını reddediyoruz.

24- TTB Merkez Konseyi 1980’lerden bu yana olan öyküsünde hekimlik değerlerini insan haklarına hürmet eden bir zeminde savunması nedeniyle 12 Eylül’de de benzer soruşturmalarla karşılaşmış ve hepsinden de hekimlik sembolü olan beyaz önlüğünün akıyla çıkmıştır. Bugün ise bütün öncekilerden çok daha hoyratça, çok daha nobran, hiçbir değer tanımayan bir saldırı yaşanmıştır. Bu kez de beyaz önlüğümüzü ve temsil ettiği kadim değerleri sahiplenmemizle sonucun benzer olacağına kuşkumuz yoktur. Çünkü bir hekim birliği olarak TTB’nin dönemsel/konjonktürel değil, tarihsel süreçten süzülerek gelen ilkeleri vardır. TTB yönetiminin yaptığı bu ilkelerin hatırlatılmasıdır.

25- Basın açıklamasını takiben yaşananlar ve bugün üzerine eklenenler hekimliğe ve
özel olarak da TTB’nin kurumsal kimliğine yönelik bir saldırıdır.

26- Dileğimiz, seçimle gelmiş yöneticilerimizin “hekimleri temsil etmediğine” dair açıklama yapan, bu akıl ve hukuk dışı faaliyeti organize eden yetkililerin en kısa sürede sakinleşerek, aklın ve hukukun olması gereken sınırlarına dönmeleri, gözaltındaki yöneticilerimizin derhal serbest bırakılması beklentisini yerine getirmeleridir.

27- Kuşkusuz ki, Türkiye hekimlik ortamı ve TTB’nin kurumsal kimliği, gözaltındaki meslektaşlarımızın derhal serbest bırakılması için seferberdir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur. 30 Ocak 2018
=============================================
Dostlar,
Değerli meslektaşlarımız,

CHP’nin Açıkladığı Belgelerin Hukuksal Niteliği

CHP’nin Açıkladığı Belgelerin
Hukuksal Niteliği

Mahmut Esen ile ilgili görsel sonucuMahmut ESEN
Mülkiye Başmüfettişi (E)

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Bankalar aracılığıyla doğrudan (gişeden)  yapılan tahsilat/ödemelerde her işlem karşılığında bir örneği de müşteriye ıslak imzalı olarak verilmekte olan dekontların asıl/suret/fotokopi şeklinde olmasının fazla bir önemi bulunmamaktadır.

Bu konularda önemli olan işlemin banka aracılığıyla yapılmış olup/olmadığıdır. Banka aracılığıyla yapılan işlemlerde dekontlarının gerçekliği konusunda duraksama yaşanması veya banka kayıtlarıyla uyumsuzluk hallerinde bankalardaki kayıtlar esas alınmaktadır.

Bankalarca ayrıntılı olarak tutulan muhasebe kayıtları uzun yıllar muhafaza edilmektedir. İstense bile sonradan bu kayıtlarda değişiklik yapılması kolay değildir.

Bu yüzden açıklanan veriler/banka dekontlarının doğruluğunun saptanması bakımından ilgili bankaya başvuruda bulunulması gerektiği açıktır.

Yetkili mercilerce arzu edilmesi halinde, kısa bir süre içinde, ilgili bankadan, üzerinde durulan dekontlara ilişkin bilgiler bir yana, söz konusu ana hesaba belli dönemde yatırılan/çekilen tüm paralara, para yatıran/çeken kişilere ilişkin bilgi/belgelere ulaşılması/elde edilmesi olanaklıdır. Üstelik, şüpheli olmasa dahi, bankaların belli rakamların üzerindeki işlemleri yetkili mercilere bildirmeleri gerekmektedir.

Dolaysıyla işin esası yerine dekontların niteliklerinin (gerçek/sahte) tartışılması anlamsız kalmaktadır.

Not: Man Adası Hükümeti’nde 01.08.2011’de kurulmuş olan BELLWAY Limited Şt.i hakkında bazı yıllık getirileri de dahil toplam 11 belgeye ücret karşılığı aşağıda adres üzerinden erişim olanaklı görülmektedir.

https://services.gov.im/ded/services/companiesregistry/viewcompany.iom?Id=330812

==========================================
Dostlar,

Bu sitede değerli dostumuz Sayın Mahmut Esen’in epey yazısına yer verdik ve çok şey öğrendik O’ndan. Sn. Esen ile bir ortak yanımız da Mülkiyeli olmamız. Ancak Sayın Esen yıllarca Mülkiye Başmüfettişliği gibi çok zor erişilen bir görev ünvanı ve yetkisi – yetkinliği ile yıllarca görev yürüttüğünden, değerlendirmeleri elbette çok değerli.

Çırpınmalar boşuna ve çaresizlik içinde debelendikçe daha da batmak kaçınılmaz.
Yolun sonu artık daha net görünüyor..
Kaldı ki, CHP yönetimi tüm belgelerin bunlar olmadığını, açıklananların gerçek olduğunu, arkasının geleceğini ve savlarının (iddialarının) ardında sonuna dek duracaklarını kararlılıkla açıklamakta. 05 Aralık 2017 Salı günü daha da ciddi “bomba” ların bulunduğunu belirtiyorlar.

Musa Eroğlu’nun “yolun sonu göründü”.. nakaratlı nefis şarkısının ezgileri (nağmeleri) kulaklarımızda çınlayarak yankılanıyor..

Sağduyulu AKP’lilerin çıplak ve acı gerçekleri gördükleri ve gereğini “ar-tık” yapacakları umudumuzu koruyoruz. Ayrıca, batan geminin en önce terkedeni olacakları da görüyoruz.

CHP web sitesinde tüm belgeler 148 sayfa olarak yayınlandı.. İncelemek aşağıdaki erişkeyi (linki) için tıklayınız..

http://chp.org.tr/public/0/folder/man_adasi_belgeleri.pdf 

Sevgi ve saygı ile. 03 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

BİLİRKİŞİ, ARABULUCU, UZLAŞTIRICI

BİLİRKİŞİ, ARABULUCU, UZLAŞTIRICI..

erdem akyüz ile ilgili görsel sonucu

Av. A. Erdem Akyüz

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Mahallemizdeki “Adalet Teyze” süslenip püslenip, misafirliğe gidiyor. Biz ülkenin temeli olan adaleti, soyup soğana çevirip, sokağa atıyoruz.

         Adaletin organları parçalara bölündü. Başkent Ankara’da tümüyle göçmen durumuna düştü. Bırakın Adalet binası olmayı, sağlıklı yaşama koşulları bile olmayan çeşitli binalara taşındı. Şimdi de bu bölünme; “bilirkişi, arabulucu, uzlaştırıcı” evrelerine girdi.

         Adalet güzelleşmedi ama özelleşti. Bunun sakıncaları uzun vadede görülecektir.

         BİLİRKİŞİLİK

         Bilirkişilik kurumu esasen çok eleştirilen, çok sakıncaları görülen ve hatta terkedilmek istenen bir kurumdu. Her davada, hukuki değerlendirmelerde bile dosya çeşitli kereler bilirkişilere yollanıyordu. Çelişkili raporlar veriliyordu.

         ARABULUCUK

         Yetmedi, üstüne “arabulucuk” eklendi. Yeni İş Mahkemeleri Kanunu ile işçilerin, çalışanların haklarını talep etme ve korunmaları daha çetrefil ve zor hale getirildi. Mahkemeler devreden çıkarıldı, yargı özelleştirildi. Devreye yeni ve özel bir kurum olan “arabulucu denen kişiler” sokuldu.

UZLAŞTIRICI

Bu da yetmedi, işin tuzu biberi gibi, üzerine “uzlaştırmacı” tozu serpildi. Üstelik, bir yargı organı gibi çalışıp karar verecek olan uzlaştırmacılar, hukuk kökenli olmayabilecek.

Marka ve patent Avukatlığında”, hukukçuların önüne engeller konulmuştu, şimdi ikinci, üçüncü engeller geliyor.

Okuduğu Siyasal, İşletme, İdare, İktisat gibi bir diğer üniversitede veya açıköğretimde, “iki tane” hukuk dersini okumuş olmak, uzlaştırmacılık için yeterli görülüyor. Şaka değil, iki tane hukuk dersi yeterli görülüyor.

Uzlaştırıcılar 36 saat teorik, 12 saat uygulama olmak üzere toplam 48 saat örgün veya uzaktan eğitim görecekler, al sana uzlaştırmacı. Sürücü kursları bile daha zor ve ciddi bir eğitim isterken, uzaktan veya videolu eğitim ile adalete hizmet yeterli görülüyor.

Fazlasına gerek yok. Avukata, Savcıya, Hakime gerek yok.
O zaman “kapatın mahkemeleri” gitsin.
Taraflar uzlaşsa da, uzlaşmasa da, uzlaştırmacı parayı alıyor ve ücretini devlet ödüyor.
Yani olaydan hiç haberi olmayan manav Hüseyin veya çiftçi Mehmet Ağanın cebinden para çıkıyor. Uzlaştırmaya yollanacak 600.000’den çok dosya var.

Yapılan hesaplara göre; ayda 40 dosya alan bir uzlaşmacı, hiç başarı sağlamasa bile ayda 6.000 TL, tamamını uzlaştırırsa ayda 16.000 Tl. para kazanacak. Maalesef bu kurumlar “ekmek kapısı gibi” görülüyor. Tabii uzlaştırmacının seçimi, kişiliği, niteliği, tarafları nasıl uzlaştıracağı, neleri önereceği; sanığın, suçtan zarar görenin nasıl tatmin edileceği hepsi bilinmeyen ucu açık konular.

Üstelik özel bir nitelik taşıyan bu uygulamalar “zorunlu” hale getiriliyor.

Adalet, “Adalet Teyze” gibi güzelleşmedi ama “özelleşti.”
Sokağa düştü..
================================
Dostlar,

AKP adaleti de özelleştirmekte!..

Zaten harçlar, mahkeme giderleri… çok artmış, gariban yurttaş yargıya da başvuramaz duruma düşürülmüştü…

Türkiye’nin temeli çatırdıyor.. Artık Adalet ülkenin temeli değil mi) !?

Anayasa md. 36 :

XIII.  Hakların korunması ile ilgili hükümler

  1. Hak arama hürriyeti

   Madde 36 – Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.

Böylece arkadan dolanarak Anayasa’nın 36. maddesi de hükümsüz bırakılmış oluyor..

Yazık…

Sevgi ve saygı ile. 27 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Not : Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgile Fakültesi’nde (Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü) 2 değil 10’u aşkın hukuk dersi aldık :

1. Hukukun Temel Kavramları
2. Anayasa Hukuku
3. Borçlar Hukuku
4. Medeni Hukuk
5. Eşya Hukuku ve Miras Hukuku
6. Ceza Muhakemeleri Hukuku
7. Ceza Hukuku
8. İdare Hukuku (2 yarıyıl)
9. Vergi Hukuku
10. Devletlerarası Özel Hukuk (Vatandaşlık Hukuku)
11. Uluslararası Hukuk
12. İdari Yargılama Usulü Hukuku (2 yarıyıl)

TTB COP23 toplantısına katıldı

TTB, COP23 toplantısına katıldı

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 23.Taraflar Konferansı (Conference of Parties, COP23) 6-17 Kasım 2017 tarihlerinde Fiji’nin başkanlığında Almanya’nın ev sahipliğinde Bonn’da gerçekleştirildi.

COP23’e Sağlık ve Çevre Birliği’nin (Health and Environmental Alliance, HEAL) daveti üzerine 10-14 Kasım tarihlerinde Türk Tabipleri Birliği (TTB) temsilcisi olarak Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala katıldı. Pala, hem konuşmacı olduğu ve Türkiye Pavilyonunda gerçekleştirilen panelde, hem de başta Dünya Sağlık Örgütü tarafından düzenlenen etkinlikler olmak üzere katıldığı oturumlarda TTB’nin hava kirliliği ve iklim değişikliğine ilişkin görüş ve önerilerini uluslararası toplumla paylaştı. Pala, toplantılarda TTB’nin önerilerini şöyle sıraladı:

1.      Türkiye’de yeni kömürlü termik santraller yapılmamalı,
2.      Tüm ülkelerde hava kirliliği sınır değeri olarak Dünya Sağlık Örgütü hava kalitesi rehberlerinde yer alan sınır değerlerin kullanılması benimsenmeli,
3.      Endüstriyel tesislerin kurulmasına karar verilemeden önce sağlık etki değerlendirmesi (SED) yapılması zorunlu tutulmalıdır.

Pala’nın HEAL tarafından 11 Kasım günü düzenlenen “Energy Policies and Public Health in Turkey” adlı panelde “Energy policy and public health: An assessment for Turkey” başlığıyla yaptığı sunum için lütfen tıklayınız :

http://www.ttb.org.tr/userfiles/files/Energy%20policy%20and%20public%20health.pdf
=============================
Dostlar,

Küresel ısınma ve ona ikincil iklim değişikliği ile türev sonuçları son derece ağırdır ve insanlığın son zamanlardaki en önemli sorunları arasında belki de başında gelmektedir.

Ve de sorun İVEDİ boyutlara tırmanmış, ALARM verir düzeydedir.

Önceki yıl sitemizde şu yazıya yer vermiştik (üstünde tıklayarak okuyabilirsiniz) :

COP 21;
Küresel İklim Değişikliği için bir umut mu?

Küresel Isınma – İklim Değişikliği.. Aşırı Sıcaklarla Nasıl Başetmeli?” konulu bir söyleşiyi de TRT Kent Radyo-Ankara (Fatih Şahin ile) 09 Ağustos 2017’de yapmıştık.

COP-23 Bonn toplantısı son fırsatlardan biridir. Etkin sonuçlara varılması yaşamsal önemdedir.

Onümüzdeki birkaç on yılda Türkiye’de tahıl üretiminin bu yüzden %20 dolayında düşeceği kestirilmektedir. Türkiye geçen yıl 3,5  milyon yon buğday dışalımı yaptı. Nüfusunun ekmek gereksinimi bile karşılayamayan, dışa son derece bağımlı bir ülke durumuna geldik. Üstelik dev dış açıklar vererek.. Türkiye COP-23 kararlarına uyarken, nüfus artış hızını mutlaka frenlemelidir.

  • HER AİLEYE 1 ÇOCUK! Başka yolu kalmamıştır..
    Son derece tasarruflu yaşayarak enerji tüketimini düşürmek
    Ve yenilenebilir kaynaklardan enerji üretimine ağrılık vermek… başlıca çözüm yolları..

Konunun kritik derecede önemi nedeniyle bu uluslararası toplantıya önem vererek “Küresel Isınma – İklim Değişikliği” konulu toplantıya katılan ve sorunun Halk Sağlığına olumsuz etkilerini sunan meslek örgütümüz Türk Tabipleri Birliği’ne ve saygın meslektaşımız Prof. Dr. Kayıhan Pala’ya teşekkür ediyoruz. Dr. Pala’nın sunumunun yansılarının özenle incelenmesini öneririz..

Sevgi ve saygı ile. 21 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

AKP-MHP bloku yenilebilir!

Arşivimizden…

AKP-MHP bloku yenilebilir!

AKP-MHP bloku yenilebilir!
ABC Günün Analizi
http://www.abcgazetesi.com/akp-mhp-bloku-yenilebilir-39799h.htm 15.01.2017
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Totaliter başkanlık anayasası, referandum değil, faşizan bir plebisit (yani tek seçenekli oylama) ile topluma kabul ettirilmek isteniyor. Ülkenin sokulmak istendiği bu yola ‘hayır’ demek, belki tek başına adaleti, özgürlüğü ve eşitliği sağlayıp acılarımızı dindirmeyecek, ama bu ‘hayır’ Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar yükselen gerici karşı devrim dalgasını kırmak anlamına gelecektir. Bu faşist başkanlık anayasasına karşı koymak, demokratik hak ve özgürlüklere ilkesel düzeyde sahip çıkmak demektir.

Plebisitten, “kıl payıyla” bile olsa ‘hayır’ sonucunun çıkması, rovanşist bir kinle ülkenin boğazını sıkan siyasal İslamcı hareketin yenilgisi olacaktır. Bu dinci saldırıya direnmek, insanlığın ilerici birikimini savunmak ve halkın hukukunu korumaktır. Bu gerici kalkışmaya ve saldırganlığa ‘hayır’ demek, toplumu uçurumunun kenarından çekip almak, yıkıcı bir iç savaş felaketini önlemektir.  Bu anayasaya ‘hayır’ demek insanların rahat bir nefes almasını sağlamak demektir.

Bildiğiniz gibi faşist başkanlık anayasası Meclis’te görüşülmeye başladı. İktidar, toplumun tartışmaları izlememesi için olağanüstü bir çaba sergiledi. Meclis TV ilk gün yayın yapmadı, yandaş ve yanaşma medya yeniden “Penguen” belgeseli günlerine döndü. Aralarında Kültür Türk (Tele 1) TV’nin de olduğu sadece üç kanal, Halk TV ve Ulusal Kanal Meclis’in kapalı devre yayınlarını CHP’li milletvekillerinin yardımıyla internet üzerinden alarak tartışmaları canlı olarak yayınladı. CNN Turk, NTV, Haber Turk gibi sözde “merkez” ya da “ana akım” medya kanalları utanç verici bir sessizliğe büründü.

CHP’liler, MHP’nin bir kanadı ve HDP Meclis’te bu totaliter başkanlık anayasasına direndi. Özellikle CHP’nin direnişi, Deniz Baykal’ın partisi adına yaptığı kapsamlı ve toplumu uyarıcı konuşma önemliydi. Ancak, CHP’nin toplumu harekete geçirmek yerine, insanları televizyonlarının başına çağırmak ve nasıl mücadele ettiklerini izlemelerini istemesi anlaşılır gibi değildir.

Meclis’te sergilenen direniş elbette önemlidir, ancak sokakta, halkın harekete geçirilerek direnişin toplumsallaştırılması da en az Meclis’te sergilenen direniş kadar yaşamsaldır. Hatta toplumun bu faşist başkanlık anayasasına hukuksal haklarını kullanarak direnmesi, sonucu etkileyecek ve diktatörlük girişimini yenilgiye uğratılmasını sağlayacak asıl etkendir. Bu kader günlerinde halkı “seyirci” haline getirmek doğru olmayacaktır.

Şimdiden direnmeye başlamazsak, Erdoğan-AKP yönetiminin kendi milletvekillerine de baskı yaparak, sonuç almaya çalışacağı açıktır. AKP, geleneksel siyaset yapma tarzını sonuna kadar kullanacak, hile, sahtekarlık ve yalanı en önemli mücadele aracı olarak bir kez daha kullanmaktan kaçınmayacaktır. Dini inançları istismar edecek, tehlikeli bir mezhepçi çizgi izleyecek ve her ne pahasına olursa olsun başkanlık anayasasını Meclis’ten ya da referandumdan geçirmeye çalışacaktır.
================================
Dostlar,

AKP = RTE ve BUZ TANGOSUNUN SONU..

Bilindiği gibi bu köşe yazılarını Sayın Merdan Yanardağ kaleme almakta.
Yukarıdaki makalenin tarihi 15 Ocak 2017.
26 Nisan 2017 sözde referandumuna Türkiye koşar adım sürüklenirken, çok başarılı bir siyasal irdeleme ve isabetli bir öngörüyü yansıtmakta. Özelikle şu saptama kritik ve neredeyse bire bir gerçekleşti :

  • AKP, geleneksel siyaset yapma tarzını sonuna kadar kullanacak; hile, sahtekarlık ve yalanı
    en önemli mücadele aracı olarak bir kez daha kullanmaktan kaçınmayacaktır
    .

Nitekim mühürsüz zarflar ve oy pusulaları 298 sayılı yasanın 101. maddesi açıkça çiğnenerek “geçerli” sayılmış ve sayısı saptanamayan ancak kestirilebilen 1 milyondan çok oy “evet” e sayılarak kıl payı ile anayasa değişikliği kabul edilmiştir (!). Bu durum apaçık hukuka aykırıdır ve bilge hukukçu, Yargıtay önceki başkanlarından Prof. Sami Selçuk başta olmak üzere namuslu ve yetkin hukukçularca “yok hükmünde” (keenlemyekün) nitelenmektedir. Bu çok ağır bir durumdur ve 26 Nisan 2017 sonrası yapılan tüm idari işlemlerin geçersizliği demektir! Bu hukuksuz işlemler nasıl geri alınabilecek ve önceki duruma geri dönülebilecektir? Önemli miktarda yönetsel (idari) işlemin geri alınması eylemli (fiili) olanaksızlık taşımaktadır.

AKP = RTE sayesinde;

– Türkiye Cumhuriyeti temel anayasal değerlerinden büyük ölçüde koparılmış ve
– hukuk devleti olmaktan çıkarılmıştır.
– Ülke – Devlet, kritik biçimde hukuk dışına savrulmuştur.

Gelinen tablonun temelli bir onarımı (restorasyonu) kaçınılmazdır. Tarihte örnekleri vardır ve az değildir. Örn. Çin’de “Meigi Restorasyonu” dönemi.. Uzağa gitmeyelim; Türkiye’de Cumhuriyetin ilanı ve aydınlanmacı Atatürk devrimleri, Osmanlı dönemi yıkımının hatta yokoluşun eşiğinden döndürülerek onarımıdır.

AKP = RTE gidicidir, eğik düzlemde durdurulamayan ve durdurulamayacak olan kaçınılmaz bir politik kayış içindedirler. 2 gün sonra 16. yılına girecek olan tek başına iktidarların döneminde sergilenen tüm hukuk dışı işlem ve eylemlerin hesabı yargı önünde kesin olarak sorulacaktır. Bundan kaç(ın)manın tek çaresi yurt dışına kaçarak, önceden hazırlanan ilişkiler bağlamında bir ülkeden sığınma istemi olacaktır; eğer öne çekilmez ise 2019 seçimleri kazanılamazsa..

Her şey öylesine açık ki… AKP = RTE vargüçleriyle OHAL hatta sıkıyönetim ilan ederek 2019’a hazırlanmaktalar. Bu kez çok tehlikeli 2 silaha daha var ellerinde :

1. Seçim yasasını değiştirerek dar bölge sistemine geçiş
2. YSK yasasında değişiklikle bu stratejik kurumu tümüyle ele geçirme…

Özellikle ilkinin bilgisayar ortamlarında benzeşim(simülasyon) modelleri denenmektedir. Buna göre, Siyasal Partiler Yasasında bir değişiklikle partilerarası seçim işbirliğini (ittifakını) olanaklı kılıp MHP ile dayanışmak ve barajı gerektiği ölçüde aşağı çekip bu partiyi TBMM dışı kalmaktan kurtararak bütünüyle uydulaştırmak bir başka girişim. Bu arada ya HDP barajı geçerse??

AKP = RTE‘nin bu ölüm – kalım savaşımında (mücadelesinde) B, C, D.. planlarının olduğu kesin! Kamuoyu yoklamaları, ekonominin feci durumu, iç – dış konjonktür ve sıcak çatışma çıkarma dahil hepsi masada. Bu olasılıklar iç güvenlik – barışı ve ekonomiyi daha da kırılgan kılıyor ve bir kısır döngüye girilme riski giderek büyüyor..

Zarrab sorunu Başbakanın uzatmalı ABD pazarlıklarında çözüme bağlanabildi mi acaba? Yanıt evet ise ne(ler) karşılığında??

Başbakanın ailesinin off shore bankacılık hesapları konusu nasıl kapatılacak?

Atatürk maskesi takma bekleneni verebilecek mi AKP = RTE’ye?

Ekonomi, dünyanın en kırılgan 5 ülkesi içinde Standard & Poors’ raporunda.. Seçim yasasında değişiklik yaparsanız, üzerinden 1 yıl geçmeden yapılacak seçimlerde uygulayamazsınız :

Anayasa md. 67/son :Seçim  kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz.

AKP + MHP, halkoylamasına sunulmasına gerek bırakmayan anayasa değişikliği için gerekli 367’ye sahip değil. 330’u geçerlerse halkoylamasına sunulması zorunlu. Yarın başlasanız en hızlı 3-4 aydan önce sonuç almanız olanaklı değil. Halk ne der bu 67/son fıkradaki Anayasal süre 1 yılın kaldırılmasına (ya da çoook kısaltılmasına), belirsiz. Salt Siyasal Partiler Yasasında değişiklik yapsanız, kendinizi bağlayarak bu kez 1 yıl bekleyebilecek misiniz bıçak sırtı ekonomi ve siyasal topludurum (konjonktür) ile..

ABD ile pazarlık – uzlaşma – güvenilir anlaşma.. buz dansı gibi..

Bir de Suudi Arabistan Vahhabi İslamı bırakıp “ılımlı İslam”a geçmez mi?!
Üstüne üstlük Hicri takvimi bırakıp miladi takvime geçmez mi?
Kadınlara motorlu araç kullanma ehliyeti dahil yeni haklar tanımaya gidilmez mi?
(Bu konuda sitemizde 3 makale yayınladık geçen hafta..)
……
Yandı gülüm keten helva.. Artık Türkiye’de “şeriat rejimi” olasılığı hiç mi hiç kalmadı.. Hatta Tayyip bey Riyad saati ile örtüşmek için dayatmasını Ekim 2018’de sözde sessizce kaldıracak!

Zor dostum zor…

Bir de, yüzlerce odalı sarayda güvenlik kaygısıyla her gece başka bir odada yatmak yok mu! Yediği – içtiğinin güvenliği, yakın çevresini Brutus korkusuyla iyice boşaltarak yalnızlaşmak.. Başta kendisi olmak üzere AKP kadrolarında pek çok bakımdan mutlak “metal yorgunluğu..”

Yıkım (tahribat) çoooook büyük ama onarılmaz değil.. Anadolu halkı ve artık bir Çağdaşlaşma  – Aydınlanma sistemine dönüşen Mustafa Kemal ATATÜRK mitosu AKP = RTE’nin 15 yıllık Donkişotvari saldırısını boşa çıkardı..

Sahi, giderayak elde ne kaldı AKP – RTE? Yoksa bunu adı da Pirus zaferi mi??
Oysa bu sitede ne çok yazdık, ne çok uyardık, ne çok yol gösterip öneri sunduk!
Hep teenni, sağduyu, hukuk devletine saygı, Cumhuriyet’in temel değerleriyle çatışmasızlık … önerdik. Siyasetbilimi verileri uyarınca deterministik idi önermelerimiz..

Dileriz anlaşıldı!?

Sevgi ve saygı ile. 16 Kasım 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İŞTE ALTANGİLLERİN KABARIK SİCİLİ

Altan kardeşler ve Ilıcak'a tahliye yokAltan kardeşler ve Ilıcak’a tahliye yok


https://www.aydinlik.com.tr/altan-kardesler-ve-ilicak-a-tahliye-yok-turkiye-kasim-2017

AYDINLIK, 13.11.2017

Altan kardeşler ve Nazlı Ilıcak’ın yargılandığı davada mahkeme heyeti tahliye taleplerini reddederek sanıkların tutukluluk durumunun devamına karar verdi.

İŞTE ALTANGİLLERİN KABARIK SİCİLİ

Seni iyi tanıyoruz Ahmet Altan!Seni iyi tanıyoruz Ahmet Altan!

https://www.aydinlik.com.tr/medya/2017-haziran/seni-iyi-taniyoruz-ahmet-altan
AYDINLIK, 24.6.2017, ERCAN DOLAPÇI 

Tutukluluğuna devam kararı verilen Ahmet Altan ‘gazetecilik’ pozlarına devam ediyor ancak neyse ki arşiv unutmuyor! İşte Altangillerin kabarık sicili

‘Darbeye teşebbüs’ ve ‘FETÖ’ye üye olmak’ suçlamasıyla 23 Eylül 2016 günü tutuklanan ve 22 Haziran 2017 günü hakkında açılan davanın ilk duruşmasına çıkan “gazeteci” Ahmet Altan, Ergenekon ve Balyoz kumpaslarını savunmayı sürdürdü. “Ergenekon bir katiller sürüsüdür. Ben bu çetelerin ortaya çıkarılmasını kesinlikle destekliyordum, bugün de destekliyorum” ifadesini kullanan Altan, “Balyoz haberleri gibi haberleri yayınlamak bir gazetecinin en önemli görevlerinden biridir” iddiasında bulundu. FETÖ’nün medya yapılanmasına yönelik, aralarında Nazlı Ilıcak, Altan kardeşler, Ekrem Dumanlı, Emre Uslu ve Tuncay Opçin’in de bulunduğu 17 sanıkla birlikte İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hâkim huzuruna çıkan Altan, bir de meydan okudu ve “Kumpas diyenlerden hesap soracağım” dedi.

Ahmet Altan’ı Türkiye Ergenekon tertibi sırasında yazdıkları ve Taraf gazetesinde attıkları manşetlerden tanıyor. Orduyu hedefe koydukları günlerde “Fatih camii bombalanacaktı” şeklindeki manşetleri hâlâ hafızalarda.

TERTİBİN GAZETESİNİ YÖNETTİ

Hürriyet, Güneş, Milliyet ve Yeni Yüzyıl gibi gazetelerde uzun yıllar yazarlık yapan Ahmet Altan, 15 Kasım 2007 günü Fethullah Gülen’in gizli finansıyla kurulan Taraf gazetesinini Genel Yayın Yönetmenliği koltuğuna oturtuldu. Köşe yazarlığına da devam etti. 2012 yılında da tertip mahkeme aşamasında çökmeye başlayınca, Taraf gazetesinde sıkıntılar başladı ve Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar’la birlikte 15 Aralık 2012 günü gazeteden ayrıldı. Altan, gazetede yayımlanan ‘son yazı’sında, “Ee, her hikâyenin bir sonu var. Muhteşem bir macera yaşadım. İçinde insana ait her duygu vardı. Komediden trajediye kadar insanlık yelpazesinde bulunan her rengi burada birarada, birlikte gülüp, birlikte ağlayarak gördük. Ama artık gitme vakti. Asıl işime, romanıma dönüyorum” ifadesiyle veda etti.

Altan’ın ardından gazetede uzun yıllardır yazan Murat Belge ile röportajlar yapan Neşe Düzel de ayrıldı. Gazetenin sahibi Başar Arslan, istifaların ardından yaptığı açıklamada, “Altan ve ekibi çok önemli işler yaptı. Ama geldiğimiz noktada bir anlayış farkı oluştu” dedi.

Altan’ın gazeteden ayrıldığı gün, gazeteci Nuh Gönültaş attığı twitte şunları paylaştı: “Taraf gazetesi misyonunu tamamladı. Taraf Ergenekon davası için özel olarak kurulmuştu. Taraf bu görev için kurulmuş bir koalisyondu.”

‘TARAF BİR PROJEYDİ’

Taraf gazetesinde bir dönem Genel Yayın Yönetmenliği yapan Oral Çalışlar ise, 2014 yılında gazete hakkında CNN Türk’e yaptığı açıklamada “Taraf bir projeydi. Ayda 1,5 milyon zarar ediyor. Sahibinin başka bir geliri yok ama 7 yıldır yayında…” ifadesini kullanmıştı.

Altan uzun yıllardır yazdığı Hürriyet gazetesinden ayrılarak Taraf gazetesini çıkarmak için 2007 Ekim’inde harekete geçti. Altan, Taraf’ın hazırlık aşamasında 4 Kasım 2007 tarihli Sabah’a yaptığı açıklamada, “Gazetecilik artık göstermekten ziyade saklıyor! Diğer gazeteler çok zorlanacak çünkü medyanın sakladığı her şey Taraf gazetesinde olacak, biz bu gazeteyi bunun için çıkartıyoruz.” dedi. “Türkiye tehlikeli bir dönemeçte, bu süreçte sesimizi çıkarmalıydık” sözlerini de sarf eden Altan, gazetenin mali destekçisi konusunda işe şunları söyler: “Gazetenin perde arkasında hiç kimse yok.”

Ahmet Altan, Taraf gazetesinde Fetullahçı Gladyo’nun ürettiği sahte belge ve bilgileri her gün manşetlere taşıyordu. Uluslararası çevrelerde de ‘başarı’ ödülü aldı. Gazetenin muhabiri Mehmet Baransu da bavullarla bunları yargıya taşıdı. Bu dönemin gözde tetikçi gazetesi oldu.

AYDINLIK’A TERTİP YAPTILAR ALTINDA KALDILAR

Ahmet Altan’ın yönettiği Taraf, Aydınlık gazetesi ve Vatan Partisi’ni de hedef alan uydurma haberler yaptı. 21 Mart 2008 gözaltıları sırasında İşçi Partisi genel merkezinde Yargıtay krokisinin çıktığını iddia etti. Bu asılsız iddia için açılan davada Taraf, Nusret Senem’e 8 bin TL tazminat ödemek zorunda kaldı. Ayrıca 2011’de gazetemiz imtiyaz sahibi Mehmet Sabuncu’nun gözaltına alındığı günlerde de yaptığı haberle bizi hedef gösterdi. Sözde 19 Ağustos 2011 tarihli bir aramada, Aydınlık’ta sahte e-mailler bulunmuş! Bunlardan birisi de Taraf gazetesi yazarı Yasemin Çongar adına düzenlenmiş. Adı kullanılmış. Daha sonra bunların düzmece olduğu ve F tipi polislerin benzer yöntemlerle başkalarına da operasyon yaptığı ortaya çıktı. Sabuncu serbest bırakıldı. Ahmet Altan da 7 Aralık 2011 tarihli yazısında şunları yazdı: “Aydınlık Gazetesi’nin bürosunda bazı mailler yakalanmış… Yayımlamayı düşündükleri sahte mailleri hazırlamışlar.”

Konuyu ele alan Aydınlık, “Mehmet Altan ve Yasemin Çogar Aydınlık’a tertibin neresinde?” diye sormuştu.

İKİNCİ CUMHURİYETÇİLERİN AKİL ADAMI

Kardeş Prof. Dr. Mehmet Altan da yazı ve televizyon konuşmalarında, Ergenekon tertibi çerçevesinde vatanseverleri hedef aldı. 1965 yılının TİP Milletvekili, ateşli hatip ve yazar Çetin Altan’ın oğulları olan Altan kardeşlerin en önemli özellikleri, İkinci Cumhuriyet fikri çerçevesinde Ordu ve Cumhuriyet karşıtlığı yapmalarıydı. Bu nedenle gerici çevrelerde çok sevildiler. El üstünde tutuldular. AKP döneminde zirveye çıktılar… Ancak 2002’de verdikleri AKP desteği, ABD’nin Türkiye’yi hedef aldığı günlerde AKP karşıtlığına dönüştü. Oysa Altan, 24 Mart 2008 tarihli Yeni Şafak’a verdiği mülakatta, “AK Parti dik durursa İttihatçı zihniyet biter” demişti. Dönekliğiyle meşhur baba ve oğul Altanlar, AKP’ye de sırt çevirerek ABD ve Fethullah tertiplerinde rol aldılar.

GÖREV MİSYONLARI NEYDİ?

15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra kapatılan Taraf gazetesi, 9 yıl içinde özellikle 21 Mart 2008 günü dalgalar halinde başlayan Ergenekon ve Balyoz gibi FETÖ’cü tertiplerin basın ayağını oluşturdu. Bunun için çıkartıldı. 4 ay sonra başlayan operasyonlarda Türk Ordusu’nu, İsçi/Vatan Partisi’ni ve vatansever aydınları hedef aldı. Onlara ilişkin karalama haberler yaptı. Kişiliklerine yönelik FETÖ’cü polis ve savcıların hazırladıkları sözde rapor ve iddianamelerdeki iftiraları ‘haber’ yaptı.

2009’da Abdullah Gül’ün ‘Güzel şeyler olacak’ dediği PKK açılımına destek verdi. Bu çerçevede hazırlanan ve milli kuvvetleri hedef alan iftiraları yayımladı. PKK ile mücadele eden subayları hedef aldı. Onları katliam yapmakla suçladı. Bununla ordunu direncini kırarak ‘Açılım’ adı altındaki teslimiyeti kabul ettirmeye çalıştı. PKK’yı barışçı gösterdi. PKK ve HDP yöneticilerinin açıklamalarını manşetlerden ‘barış’ söylemleriyle sundu. Yazarları da bu politikalara köşelerinden destek verdi. ABD dayatmalarını kabul ettirmek için psikolojik haberler yaptı. Cumhuriyet devriminin şahsiyetlerine ve devrimin kazanımlarına saldırdı. Devrimcileri ‘diktatör’lükle suçladı. FETÖ’nün 17/25 Aralık 2013 ve MİT tertibinde hükümeti hedef aldı. Hükümetin bu tarihden sonra FETÖ’ye yönelik operasyonlarında FETÖ’cülerin sözcüsü oldu. Operasyonları yıpratmaya ve durdurmaya çalıştı. 28 Aralık 2011’de Uludere’de ABD’nin verdiği istihbaratla kaçakçı konvoyunun vurularak 35 vatandaşın hayatını kaybettiği olayda, saldırıyı TSK’nın yaptığını iddia etti. ABD parmağını gizledi.

Suriye tertibinde ABD politikalarını destekledi. Ali Tatar gibi intihar eden subayları bile suçlayan haberler yaptı. Türkiye’yi Ermeni ve Dersim meselesinde ‘katliamcılık/soykırımcılık’la suçladı. Aynı yalanı PKK’ya yönelik de geçmişteki faili meçhul cinayetlerde sürdürdü. Bu çerçevede E. Albay Hasan Attila Uğur’u hedef aldı. Tatar’ın intihar haberini bile, “Suikast zanlısı yarbayın intiharı” şeklinde verdi. FETÖ’nün işlediği Danıştay ve Hrant Dink gibi cinayetleri Ergenekon tertibinde içeriye atılan vatanseverlerin üzerine atmaya çalıştı. Ordu’ya yönelik tertiplerde üretilen sahte belgelerle Türk Ordusu’nun darbe yapacağı iftirasını attı. Oysa 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde görüldü ki darbeyi asıl FETÖ’cü çete yapacaktı.

AHMET ALTAN NELER YAZMIŞTI?

Yüz yıllık temizlik: 1923’te kuruldu 2008’de arınıyor: “Bu toplum neredeyse bir asır boyunca ‘devletin çıkarı’ için adam öldürmeyi ‘kutsal bir gelenek’ olarak benimseyenleri sessizce izlemek zorunda kaldı. Şimdi ilk kez ciddi bir davayla karşı karşıyayız. İlk kez hukuk İttihatçı zihniyetin mirasçılarını sanık sandalyesine oturtuyor.” (Taraf, 26 Temmuz 2008)

Orgeneral Başbuğ’un iyi çocukları: “Yeni genelkurmay başkanı Ergenekon sanığı orgenerale ziyarete bir korgeneral gönderdi. İftihar ettik. Ordu bu resmi ziyaretle kendisini Ergenekon sanıklarına bağladı.” (Taraf, 4 Eylül 2008)

Başbakan dürüstçe açıklasın: “Can Dündar dün Başbakan’a çok yakın bir kaynağa dayanarak Aktütün belgelerinin Taraf’a ABD ya da İsrail’den sızdırıldığını yazdı. Başbakan ya çıkıp açıkça ‘Evet bunu ben söyledim’ desin. Ya da yanındaki o yalancının kimliğini açıklasın.” (Taraf, 12 Kasım 2008)

Yalanlama ve kafes: Ne kadar çok yalanlama gördük. Dağlıca’dan bu yana. Aktütün, Lahika, Poyrazköy’deki ‘mühimmat’, ‘kâğıt parçası’ ilk aklıma gelenler. Bunu yapan Genelkurmay ne yazık ki birçok konuda halkına doğruyu söylemiyor. Açıklamalarından anladığım kadarıyla, her hukuksuz eylemin ortaya çıkarılmasını bir ‘komploya’ bağlıyor.” (19 Kasım 2009)

Askerliği kaldırın: “Fatih Camii bombalanacaktı” manşetinin atıldığı gün: “İş, ‘bizim ordu böyledir canım, kendini memleketin sahibi sanır’ dalgacılığın çok ötesine geçmiş durumda. Herhalde hepsi değil ama generallerin büyük çoğunluğu hastalanmış gibi gözüküyor. Neredeyse her yıl yeni bir darbe plânı hazırlıyorlar. Bizim bugün yayımladığımız darbe planı, bugüne dek görülenlerin en kapsamlısı, binlerce sayfadan oluşuyor, her aşaması en ince ayrıntısına kadar hazırlanmış.” (Taraf, 20 Ocak 2010)

Görevleri suç: “Bu darbe merakı ‘bozuk bir gen’ gibi kuşaktan kuşağa aktarılıyor anlaşılan. 2003’teki Balyoz Planı’ndaki isimlerden bir kısmının daha sonra ‘Kafes Planı’nın da içinde yer aldığını görüyoruz. Bir tür ‘takıntı’ bu, generallerde. Yıllar geçiyor, generaller değişmiyor ama ‘hastalık’ orada duruyor. Ve, askerler ‘hastalandıklarını’ bile fark edemiyorlar.” (Taraf, 21 Ocak 2010)

Kırılma: “Şimdi cumhuriyet değişiyor. ‘Diktatörlük’ dönemi bitiyor. Darbeciler gözaltına alınıyor, adaletin önüne çıkarılıyor. Bu, halk iradesinin güçlenmesi, bir dönemi sona erdirme arzusunun hayata geçirilmesidir. Türkiye’yi bu ülkede yaşayan insanların seçtiği siyasetçiler yönetecek, halkın talepleri siyasete yansıyacak, Kürtlere eşit haklar verilecek, kızların türbanına karışılmayacak.” (Taraf, 23 Şubat 2010)

Balyoz ve anayasa: “Herkes gerçek yüzüyle, fikriyle, kimliğiyle, tarafıyla ortaya çıkıyor. Balyoz’da ‘savaşın’ en kızgın olduğu bölge. Çünkü Balyoz’la ilgili belgeler çok bol, çok net, çok ayrıntılı ve çok kesin.” (Taraf, 6 Nisan 2010)

Dikkatli bakın: “Sadece Türkiye tarihinde değil, dünya tarihinde de pek rastlanılmamış olaylar yaşıyoruz. Bir ordunun generallerinin neredeyse onda biri ‘darbe’ suçlamasıyla tutuklanıyor. Bunca kalabalık bir general kadrosunun ‘darbe’ işlerine bulaşması dehşet verici ama bunun kadar dehşet verici başka gerçekler de var. Generallerin tutuklanmasına neden olan darbe planları ne zaman yapılmış? 7 yıl önce. Bu darbe girişimi nasıl ortaya çıkmış?” (Taraf, 25 Temmuz 2010)

Geriden muhalefet: “Genelde bütün Türkiye’nin, özelde ise demokratların ortak bir çıkmazı var. AKP, bugün Türkiye’nin en ‘demokrat’ partisi. Ama AKP yeterince demokrat değil. Deli gömleği gibi zihinlerin en dinamik, en açık kafalı, en özgürlükçü kesimi olması gereken gençler bile ’emekli generallerin’ laflarına benzer laflarla muhalefet ediyor.” (Taraf, 10 Aralık 2010)

Hay huy: “Bugün ‘fuhuş ve askeri casusluk’ davasının iddianamesini okuyacaksınız bizim gazetede. Bir ülkenin kendi ordusundan subayların, iktidarı ele geçirebilmek için neler yapmış olduğunu gördüğünüzde dehşete kapılacağınıza eminim.” (Taraf, 25 Şubat 2011)

Bu gidiş iyi gidiş değil: “Ergenekon sanıkları hapiste, onların görüşlerinin takipçilerinin düzenlediği mitingin başında ise Ergenekon’un ‘hedefi’ olan AKP’nin bakanı. Nasıl bir politika, nasıl bir strateji, nasıl bir hesabı bulunuyor? Ben AKP’nin ne yaptığını ne yapmak istediğini tam anlamıyorum, ‘beyaz şapkalı’ cenayet heveskârlarıyla böyle kol kola girmekten nasıl bir hayır bekliyor?” (Taraf, 28 Şubat 2012)

Operasyon Balyoz: “Tunceli’de 7 gerillayı öldürünce Kürt meselesi mi çözülecek, PKK silah mı bırakacak, niye bu ölmeler öldürmeler şimdi? Sonu yok ki bunların.” (Taraf, 29 Nisan 2011)
====================================
Dostlar,

Arşivler unutmuyor görüldüğü gibi…
Biz yine de herkesin adil ve saydam yargılanmasını diliyoruz.
Mahkemelerin mutlaka ADİL kararlar vermesini diliyoruz.
Yargılama süreci devam ederken de hukuka uygun davranılmasını diliyoruz.
Tutuklu yargılanma hukuka uygun olarak zorunlu değilse tutuksuz yargılama diliyoruz.
Kuşku yok bu davanın sanıkları Ahmet – Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak için de..
Yukarıdaki tüm “kabarık sicil” lerine karşın..

Sevgi ve saygı ile. 13 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Vahdettin Dosyası (8) Kırk Bin Altın Yalanı

Dostlar,

Büyük ATATÜRK‘ün aramızdan bedensel ayrılışının / Hak’ka yürüyüşünün 79. yılında O’nu, değerli tarihçi Sayın Sinan Meydan’ın bir yazısıyla da anmak istiyoruz. Bilindiği gibi Mustafa Kemal Paşa’yı yaveri olarak Anadolu’ya Vahdettin’in gönderdiği ve de 40 (kırk) bin altın ödenek verdiği rivayet edilir..  1999’da Cevizkabuğu’nda katıldığımız bir programda uzun uzun bu konuyu tartışmıştık. Mustafa Kemal Paşa doğrudan kendisi kaleme aldırdığı anılarında bu olayı anlatmakta ve hiçbir biçimde bunca altından söz etmemektedir.. Oysa pek çok ayrıntı vermektedir bu anılarında. Örn. Vahdettin’in kendisiyle konuşurken gözlerini kıstığını, başka yönlere baktığını, riya (ikiyüzlü) dolu bir ses tonu ile adeta kendisini İstanbul’dan uzaklaştırarak Anadolu’nu bağrında yok olmasını.. tasarladığını yazar. Nitekim Kemal Paşa Anadolu’da Vahdettin’in isteği ile İngiliz işgalcilerine direnen Türk milislerin üstüne yürümeyip tersine Kongrelerle Kurtuluş Savaşını örgütlemeye başlayınca geri çağırır, Mustafa Kemal Paşa dönmeyince de görevden alarak 8 Temmuz 1919 günü hakkında idam fermanı yayınlar..

Mustafa Kemal Paşa 23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi’ne rütbesiz – ünvansız – boynunda idam fermanı ile kendi deyimi ile sine-i millette ferd-i mücahit (Ulusun bağrında tek başına savaşçı) olarak katılır!, Bu gelişme bile tek başına Vahdettin’in yurtseverliği balonunu patlatmaya yeter.

Kurtuluş Savaşımızı Vahdettin ve sarayı baltalayıp Sevr Anlaşması’na da imza koyarak devletin parçalanmasına ve Anadolu’nun bile 2/3’ünün işgaline izin verir. Oysa 23 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’da topladığı ilk Meclis Sevr’i yırtarak tanımadığını açıklar ve Vahdettin’i vatan haini ilan eder..

Öbür önemli ayrıntıları sayın Meydan’dan okuyalım :

Sevgi ve saygı ile. 12 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com
===================================

Vahdettin Dosyası (8) Kırk Bin Altın Yalanı

Sinan MEYDAN

http://www.guncelmeydan.com/pano/vahdettin-dosyasi-sinan-meydan-t33557.html
http://ataturk.org.au/gazete-makaleleri/sinan-meydan/vahdettin-dosyasi/  10 Haziran 2012

Cumhuriyet tarihi yalancılarının sıkça söyledikleri yalanlardan biri de Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak için Anadolu’ya giderken Vahdettin’in Atatürk’e 40.000 altın verdiği iddiasıdır.

Örneğin, Nihal Atsız, “Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa’ya teşkilat yapması için 40.000 altın vermiştir. Bu paranın önemli kısmı, eskiden beri beslediği değerli yarış atlarını satmak suretiyle elde edilmiştir.” demiştir. Ancak Vahdettin’in at beslediğine ilişkin en ufak bir belge veya bilgi yoktur. İyi bir binici olduğu da (bu at besleme hikayesi için) sonradan kurgulanmıştır. Vahdettin’in, Atatürk’e, 40.000 altın verdiği iddiası, Necip Fazıl’dan, Kadir Mısıroğlu’na kadar bütün Vahdettinci yazarların dört elle sarıldıkları bir yalandır. 4

Vahdettin’in, Atatürk’e 40.000 altın verdiğini iddia eden Vahdettinci yazarların her şeyden önce matematik biliminden ve fizik kurallarından habersiz oldukları anlaşılmaktadır. Bu matematik ve Fizik cahili yazarlara Turgut Özakman, “40.000 altının nasıl taşındığını” sormuştur? Bir altın 7.6 gram olduğuna göre 40.000 altın 304 bin gram, yani 304 kilo eder. Doğal olarak altınların sandıklara yerleştirilmesi gerekir.
Her sandık 50 kilo olsa, 304 kilo altın 6 sandık eder. “Altı sandık dolusu altın saraydan Şişli’deki eve, Şişli’den Galata rıhtımına, rıhtımdan motora, motordan Bandırma gemisine, gemiden Samsun rıhtımına, oradan Mıntıka Palas oteline, oradan Havza’ya, Amasya’ya, Erzincan’a, Sivas’a, Erzurum’a, Kırşehir’e, Kayseri’ye, Ankara’ya nasıl taşınır? Kimler taşır? Hiç kimsenin ilgi ve merakını çekmez, biri bile ‘bunlar nedir’ diye sormaz mı? Mesela Refet Paşa, K. Karabekir Paşa, Rauf Bey, bu esrarlı sandıklardan neden hiç söz etmiyorlar? Mustafa Kemal sandıklarda altın olduğunu arkadaşlarına söylediyse neden hiçbiri bugüne kadar bu altınlar konusuna değinmedi? Neden gerektikçe altınları harcamayıp da ona buna muhtaç oldular?” 5

Atatürk ve arkadaşlarının yanında üç küçük döküntü otomobil vardır. Sadece 3-4 kişinin binebildiği bu araçlara, ayrıca özel eşyaların, tüfeklerin ve dosyaların da konulduğu düşünülecek olursa 40 ton, yani 6 sandık altın nereye nasıl konulmuştur? 6

Bandırma vapurunu arayan İngilizler bu altınları neden görememiştir? Bandırma vapurunda bulunan 23 kişiden herhangi biri ve daha sonra Kurtuluş Savaşı boyunca Atatürk’ün yanında yakında yer alan yüzlerce kişiden hiçbiri neden bu altınlardan söz etmemiştir?

Atatürk’e verildiği iddia edilen 40.000 altın yalancı tarihçiler tarafından açık artırma misali sürekli artırılmış ve en sonunda çok uçuk bir rakama, 400.000 altına kadar çıkmıştır.

Şehzade Mahmut Şevket Efendi, 1967 yılında Murat Sertoğlu’na verdiği bir röportajda, Vahdettin’in Atatürk’e 400.000 altın verdiğini iddia etmiştir. 7

Atatürk’e Dahiliye Nezareti ödeneğinden 1000 lira ile 23 karargâh mensubunun 3 aylık maaşları, yollukları ve yüzde 50 zam verilmiştir. 8

Ayrıca değişik ihtiyaçlar için de 25.000 lira verilmiştir. 9

Atatürk ve 23 kişilik kuruluna verilen bu paranın ne kadar yetersiz olduğunu anlamak için bir örnek verelim: 1920’de Sadrazam Damat Ferit, birkaç kişilik heyetiyle Paris Barış Görüşmeleri’ne giderken kendisine 70.000 lira verilmiştir. 10

Atatürk, Anadolu’ya geçtikten sonra büyük para sıkıntısı çekmiştir.

Örneğin, Erzurum’dan Sivas’a giderken yaşanan para sıkıntısı Binbaşı Süleyman Bey’in verdiği 900 lirayla çözülmüştür. 11

Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri de kendi aralarında topladıkları 1000 lirayı Atatürk ve heyetine vermişlerdir. 12 Otomobillerin benzini Sivas-Amerikan okulunca karşılanmıştır. 13

Sivas Osmanlı Bankası Müdürü’nden 1000 lira ödünç alınmıştır. Hacı Bektaş Dergâhı Şeyhi Cemalettin Efendi de Atatürk’ün heyetine bir miktar yardım yapmıştır. 14

Atatürk ve heyeti Sivas’tan Ankara’ya hareket ederken tam anlamıyla “yoksulluk” içindedir. Bu yoksulluğu, Mazhar Müfit Kansu, “Bütün paramız, yol için yirmi yumurta, bir okka peynir ve on ekmeğe yettiğinden bunları aldırdık.” diyerek ifade etmiştir. Ayrıca, aylarca sabahları bir bardak çay ile bir dilim ekmek yediklerini belirten 15Kansu, “Ekmekçilere bile verecek paramız kalmamıştı… Benim bir kürküm vardı. Erzurumlu Nafiz Bey’e müracaat ederek sattırılmasını rica ettim. Nafiz Bey, ‘Ocak ayı içindeyiz, ne giyeceksin?’ diye satmamakta ısrar ettiyse de ne olursa olsun kulağıma giremezdi. Aç mı kalacaktık? Nihayet onu da sattık. Kimsede satılacak bir şey kalmadı. Paşa ile bu hususta bir çare bulamayarak, ‘Hele sabah olsun’ diyerek odalarımıza çekildik. Ankara’ya geldiğimiz zaman hemen bir hafta bizi belediye

besledi” diyerek yaşadıkları “yoksulluğu” gözler önüne sermiştir. 16

Atatürk, Samsun’a çıktıktan yedi buçuk ay sonra Ankara’ya geldiğinde yaşadığı “para sıkıntısından”, Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi’nin Ankara tüccarından toplayıp kendisine verdiği 1000 lirayla biraz olsun kurtulmuştur. 17 Paranın geldiği gün et ve helva ziyafeti verilmesine karar verilmiştir. Her zaman çorba içilmesine alışık olanlar, et yemeği gelince şaşkınlıklarını gizleyememişlerdir. Atatürk, Ankara’da TBMM açılırken yeni sivil elbisesi olmadığı için Erzurum Valisi Münir Bey’in sivil elbiselerini giymiştir. Ancak elbise biraz üstünden akar gibidir. İstanbulin denilen uzun ceket biraz büyük gelmiştir, reye pantolon uzun ve iğreti durmaktadır. En kötüsü de pek sevilmeyen ciğer rengindeki festir. 18

Atatürk’ün, yeni Türkiye’nin kuruluşlunu simgeleyen TBMM’nin açılışına, “emanet” elbiseyle katılması yaşadığı ekonomik sıkıntının en açık kanıtlarından biridir. Atatürk, 3 Mayıs 1920’de Kazım Karabekir’e çektiği telgrafta “Elde beş para bulunmadığı malum-u devletleridir. Şimdilik içerde bir kaynak da bulunmuyor” demiştir. 19

Rauf Orbay anılarında, Atatürk’ün İstanbul’dan hareketinden önce kendisine, “Para meselesini ne yapacağız? Girişeceğimiz işlerde şüphesiz ki paraya ihtiyacımız olacak. Fakat biliyorsun bende biraz para vardı, hepsini Minber (gazetesi) yuttu. Sen de benden farklı değilsin. Aylıklarımızla ne yapabiliriz” dediğini anlatmıştır. Rauf Orbay bu “para meselesini” Topçuoğlu Nazmi Bey’e açmış, Nazmi Bey de hiç tereddüt etmeden Rauf Bey’e 5000 lira vermiştir. Rauf Bey, “Biz Amasya’dan itibaren her işimizi bu para ile gördük. Bu para bitince, Sivas Kongresi’ne giderken Erzurum Müdafaa-i Hukuk Heyeti bize bin lira kadar para temin etmişti” diyerek para sıkıntısına dikkat çekmiştir. 20

Ayrıca Kılıç Ali de, Ali Galip olayında el koydukları 6000 altını Atatürk’e teslim etmiştir. Atatürk, o para yokluğunda duyduğu sevinci, “Bu çok büyük bir para. Bizimkilere öyle birdenbire söyleme yüreklerine iner!” diyerek ifade etmiştir. 21

Atatürk, Anadolu’da bir ara konuklarına kahve ikram edemez derecede parasız kalmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın hangi ekonomik güçlüklerle kazanıldığını görmek isteyenlerin Atatürk’ün, Sakarya Savaşı öncesinde 8 Ağustos 1921 tarihinde yayınladığı Tekalif-i Milliye Emirleri’ne bakmalarını öneriyorum: Atatürk, ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için, çarıktan çoraba, iç çamaşırdan iğne ipliğe, ekmekten çiviye kadar her şeyi halktan istemiştir. 22

Siz bütün bu gerçekleri bir yana bırakarak utanıp sıkılmadan hangi 40.000 altından söz ediyorsunuz? Siz bu milletle dalga mı geçiyorsunuz?

Turgut Özakman’ın dediği gibi, “İstanbul’dan o kadar altınla yola çıktılarsa neden oradan buradan yardım almak zorunda kalmışlar? Mustafa Kemal ne yaptı o kırk bin ya da yüz binlerce altını? Sakın Samsun’daki otelin bodrumuna ya da Havza’daki termal hamamın havuzunun altına gömmüş olmasın! Definecilere duyurulur!” 23

Atatürk Anadolu’ya giderken kendisine sadece 1000 lira verenler, Atatürk’ü yok edip Milli harekete son vermek için kurdukları Kuvayı İnzibatiye’ye tamı tamına1.250.850 lira ödenek ayırmışlardır. 24

Vahdettin’in İngilizlere sığınması

Vahdettinci yazarlarca, “Kurtuluş Savaşı kahramanı” olarak gösterilen Padişah Vahdettin, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından derin bir üzüntüye kapılmış, Türk ulusunun kazandığı bu zaferden fena halde rahatsız olmuştur. Bu öyle bir rahatsızlıktır ki, Padişah Vahdettin, yapılan tüm önerilere karşın Mustafa Kemal Atatürk’e “kutlama telgrafı” göndermeye karşı çıkmıştır. 25

İngiliz Yüksek Komiseri Rombald, 26 Eylül 1922 tarihinde Londra’ya gönderdiği bir yazıda, “Padişah, Mustafa Kemal’e bir kutlama telgrafı göndermeye zorlandığını ama bunu reddettiğini dolaylı biçimde bilgime sunmuştur” demiştir. 26 Ancak yakınlarının ısrarı üzerine, “son savaşta” yaşamlarını yitirmiş olanların ruhuna Fatiha okumak amacıyla 15 Eylül 1922’de Fatih Sultan Mehmet Camii’nde yapılan dini törene katılmıştır. 27

TBMM, 11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya Ateşkes Antlaşması’nı imzalayarak, kesin zaferi perçinlemiş, dahası İstanbul, Boğazlar ve Doğu Trakya’yı savaş yapmadan kurtarmıştır. Barış görüşmelerinin İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılmasın karar verilmiştir. O günlerde Sadrazam Tevfik Paşa’nın meşru hükümet olarak Türkiye’yi Lozan’da İstanbul Hükümeti’nin temsil edeceğini belirtmesi üzerine harekete geçen TBMM 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırmıştır. haberguncel.blogspot.com

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra Sadrazam Damat Ferit, 22 Ekim 1922’de İngiliz polislerinin koruması altında Orient Ekspresi ile Avrupa’ya kaçarak Fransa’nın Nice şehrine yerleşmiş ve İstanbul’un kurtarıldığı 6 Ekim 1922’de orada ölmüştür.

Sadrazam Tevfik Paşa, 5 Kasım 1922’de görevinden çekilerek yönetimi İstanbul’da bulunan TBMM temsilcisi Refet Paşa’ya bırakmıştır.

Damat Ferit’in ve işbirlikçilerin kaçarak İngilizlere sığınması, saltanatın kaldırılması, Tevfik Paşa’nın istifa ederek İstanbul’u TBMM temsilcisi Refet Paşa’ya bırakması, İzmit’te Ali Kemal’in linç edilmesi, İstanbul’da tramvaylara “Kahrolsun Vahdettin” yazılması ve gibi gelişmeler Padişah Vahdettin’i korkutmaya başlamıştır. 28

“Büyük zafer İstanbul’da büyük şenliklerle kutlanıyordu. Halk gündüzleri meydanlara toplanıyor, her yerde heyecanlı nutuklar söyleniyordu. Padişaha karşı yer yer en ağır sözler sarf ediliyor, hakaretler yağdırılıyordu. Aynı gün kalabalık bir grup Yıldız Sarayını önüne gelerek padişahlık aleyhine gösteriler yapmıştı. Mevlit gecesi ise tramvayların üzerine tebeşirle, ‘Kahrolsun Vahdettin’ sözleri yazılıyordu. Saraydaki görevlilerin, memurların çoğu korkudan gelmiyordu.” 29

Padişah Vahdettin Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasına ve saltanatın kaldırılmasına karşın önceleri hâlâ İngilizlerden “yardım” beklemekte, İngilizlerin Kemalistleri etkisizleştireceğini düşünmekte ve hâlâ tacını ve tahtını koruyacağını zannetmektedir. Ancak bir süre sonra tacını ve tahtını bir kenara bırakarak “canının” derdine düşmüştür.

Son İhanet

Vahdettin, 6 Kasım 1922’de İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold ve Baştercüman Ryan’ı kabul ederek onlarla uzun bir görüşme yapmıştır. Vahdettin, bu uzun görüşmenin sonunda İngiliz makamlarının yakın bir tehlike halinde şahsını korumak için her şeyi yapacaklarına dair 1920’de verdikleri sözü hatırlatmıştır. Kendisini, güvenli bir yere götürüp götüremeyeceklerini, götüreceklerse Mısır’a mı, Kıbrıs’a mı götüreceklerini sormuştur. Rumboldi Mısır’a gitmesinin imkânsız olduğunu ama geçici olarak 10-15kişiyle birlikte her yere gidebileceğini söylemiştir. 30

Vahdettin, bu görüşmede, Bolşevik olarak tanımladığı Kemalistlerin bir azınlık oluşturduklarını, bunun bir Kemalist darbe olduğunu ve İtilaf devletlerini de ilgilendirdiğini iddia ederek, İtilaf devletlerinin Ankara hükümetinin meşruluğunu tanıyıp tanımayacaklarını, barış sonuçlanıncaya kadar Ankara Hükümeti’nin İstanbul’la ilgili iddialarını kabul edip etmeyeceklerini ve İstanbul’u sıkıyönetim altına alıp almayacaklarını sormuştur. 31

Bu soruya Rumbold, İstanbul Hükümeti’nin ortadan kalkmış olduğu, İtilafların konferansta bir “güçle” görüşmeleri gerektiği; bunun da ancak Ankara yönetimi olacağı cevabını vermiştir.

Bu sırada İngilizler bir kere daha Padişah Vahdettin’i kullanmayı denemişlerdir. İngiltere Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden Ronald Lindsay, 6 Kasım1922 kaleme aldığı bir yazıda şöyle demiştir:

“Fırsattan yararlanarak Padişaha Kıbrıs’ta siyasi barınak önersek veya ona görevinden istifa etmemesini telkin ederek, İslam ülkelerinin gözünde saygınlığımızı yükseltme olanağını incelemekte yarar olabilir. Halifenin, İngiltere tarafından Türkiye’deki ulusçulara ve cumhuriyetçilere karşı korunması, Hindistan ve öteki İslam ülkelerinde pek etkili olabilir.”

İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Crowe, bu öneriyi şöyle yorumlamıştır: “Padişaha siyasi barınak verme önerisi dikkatle incelenmelidir. Ona barınak olarak belki Hindistan’ı öne rebiliriz; ama bu denli bir öneri Hindistan’da Halifeye karşı bir soğukluk yaratabilir.”

  1. Curzon da bu konuya kafa yormuştur: “Padişaha siyasi barınak veririm; ama ona bu nerede verilebilir? Lütfen bu konuyu tartışınız.”33

Bu yazışmalardan açıkça görüldüğü gibi İngiltere, kaçacak delik arayan, kullanılmaya çok müsait bir durumda bulunan Padişah Vahdettin’i, daha doğrusu Vahdettin’in “Halifelik” yetkilerini kullanmak istemiştir. Halifenin, özellikle Hindistan’daki Müslümanların ayaklanmalarının bastırılmasında işe yarayacağını düşünen İngiliz yetkililer, bir ara ciddi ciddi Vahdettin’i Hindistan’a götürmeyi düşünmüşlerdir. Ama yine karşılarına Mustafa Kemal Atatürk çıkmıştır; çünkü biraz incelediklerinde Hindistanlı Müslümanların halifeden çok Atatürk’e bağlı olduklarını görmüşlerdir. Kurtuluş Savaşı’ndaki kahramanlığından dolayı Mustafa Kemal Hindistan’da, “Allah’ın kılıcı!”“İslamın son mücahidi!”gibi adlarla anılmakta ve büyük saygı görmektedir. 34

Bu gerçeği, Hindistan Kral Naibi, 10 Kasım 1922’de Hindistan Bakanlığı’na bir gizli telgrafla şöyle bildirmiştir: “Padişahın halifeliği dışında, kendisi Hindistan’da pek az tanınmıştır ve Türkiye’nin işgali sırasında, onun İngilizlerin aleti olduğundan kuşkulanılmaktadır. Dolayısıyla, genel eğilime göre onun tahttan indirilmiş olması Hindistan’da ilgisizlikle karşılanmıştır. Mustafa Kemal ise ülkesinin kurtarıcısı ve İslamın şampiyonu olarak görülmektedir.” 35

Kurtuluş için Atatürk’e bir “kutlama telgrafı” çekmeyen Vahdettin, iyice sıkışınca Atatürk’le temas kurmak istemiş ama başarılı olamamıştır. 36

Kaynaklar                               :
Atsız. Türk Ülküsü, s.86.
Özakman, age, s.275.
age, s.276.
Kısakürek. Vatan Haini Değil. Büyük Vartan Dostu Sultan Vahdettin, s.204.
Özakman, age. s.276.
age. s.276.
Tercüman, 6 Temmuz 1967; Özakman, age, s. 277.
özakman, age, s.279; Selek, age, s.137. Atatürk’ün imzaladığı bu 1000 liralık makbuzun klişesini, eski Dahiliye Nazırı Mehmet Ali yayınlamıştır. Ayrıca, Atatürk’ün bu paranın sarfı ile ilgili telgrafı 28 Mayıs 1919’da Vekiller Heyeti’ nde görüşülmüş, gereğine karar verilmiş, karar tutanağına yazılmış, yani devletin kayıtlarına geçmiştir. ortada gizli saklı hiçbir şey yoktur. Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, C.I, s.84.
Selek, age, s.137. Ancak bu 25.000 lira iddiası da şimdiye kadar belgelenememifltir. Özakman, age, s. 281.
10 inal, age, s.2059; Özakman, age, s. 278; Gökbilgin, age, CII, s.403.
11 Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.I, s.-173.
12 Cevat Dursunoğlu, Milli Mücadelede Erzurum, Ankara, 1964, s. 138.
13 Atatürk, kendisine ayrılan üç otomobilin Anadolu’da benzini bitince İstanbul’dan benzin istemiştir. Bunun üzerine alınan 1000 litre benzin Samsuna gönderilmemiş ya da gönderilememiş-tir. Yücer, age, s.135.
14 Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, C.I, 4.bs, istanbul, 1969, s.204.
15 Kansu, age, s.449, 481, 487.
16 age, s.506-508.
17 age, s.506-508; Selek, age, s.136,137.
18 age, s.40,41.
19 Karabekir, istiklal Harbimiz, s.658.
20 Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söylemedikleri ile Rauf Orbay, istanbul, 1965, s. 33
21 Turan, age, s.219.
22 Meydan, age, s.545.
23 Özakman, age, s.280, dipnot 227.
24 Berber, age, s.75.
25 Sonyel, Gizli Belgelerle Mustafa Kemal Vahdettin ve Milli Mücadele, s. 189.
26 FO, 37117901IE10729: Rumbold’tan Curzon a gizli ve özel mektup. İstanbul, 26.9.1922; Sonyel, age, s.191.
27 İkdam, Sabah, 16.9.1922.
28 özakman, age, s.61. i
29 Çetiner, age, s.258.
30 Jaeschke, age, s.248, 249.
31 age, s.248,249.
32 FO, 371I7912IE12647; Rum-bold’tan Curzon ayazı, 7.11.1922; Sonyel, age, s.197.
33 FO, 37117910IE, 12293; Sonyel, age, s.198.
34 Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında İslam dünyasındaki saygınlığı hakkında bkz. Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, “Bir Ömrün Öteki Hikayesi”, 3.bs, İstanbul, 2009, s.374 vd.
35 FO, 37117913IE12699; Kral Naibinden Hindistan Bakanlığına ivedi, özel ve gizli telgraf, 10.11.1922; Sonyel, age, s.198.
36 Jaeschke, age, s.250.

Namık KEMAL :
Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK :
Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.

Suudi’de olanlar 3. dönem sancısı

Suudi’de olanlar 3. dönem sancısı

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

SUUDİ Arabistan’daki ayak sesleri aslında Kral Selman bin Abdülaziz’in veliahdını belirlemesiyle başladı.

Alışılagelen yöntemle yeğeni Muhammed bin Nayif’i tahtın yeni vârisi ilan etmesi beklenen Kral, oğlu Muhammed bin Selman’ı veliaht olarak açıkladı.

Böylece iki nesildir süregelen “kardeşten kardeşe tahtın el değiştirdiği”yöntem son buldu, “babadan oğula” sistemine geçildi.

Haziranda yeni veliaht açıklanandan bu yana da Suudi Arabistan’da değişime tanıklık ediliyor.

Önce kadın haklarında önemli bir adım atıldı, otomobil kullanmalarına izin verildi.

Ardından da ülkenin “2030 vizyonu” adı altında yeni yol haritası çizildi; istikrarsız bir yön çizen petrole dayalı ekonomi yerine, yenilenebilir enerjiye dönmeye karar verildi.

Veliaht Prens Bin Selman da geçen ay yenilenebilir enerjiye dayalı NEOM adını verdiği 500 milyar dolarlık dev enerji projesini açıkladı.

Bunu yaparken sosyal hayat ve teröre ilişkin de önemli mesajlar sıraladı.

TERÖRDEN TEHLİKELİ

Asıl vurgu yaptığı alan ise “Teröristten çok daha tehlikeli” diye nitelediği “yolsuzluk ve devlet kaynaklarını çalanlara” karşı mücadeleyi başlattığını duyurmasıydı.

Hafta sonu da beklenen oldu… Suudi Arabistan üzerine çalışmalarıyla tanınan Dr. Esra Tüylüoğlu, “yaşananların saray darbesi olarak okunmaması” gerektiğini söyledi.

“Havadan para kazanmak için kraldan çok kralcılık yapanların devrinin kapanmasının yarattığı gelişme” dedi.

Suudi Arabistan’da olanları ise “Kurucu Kral Abdülaziz’in ardından oğullar tahta gelmişti, şimdi üçüncü nesil torunlara devrediyorlar; bunlar da 3. nesil torun dönemi sancısı” deyip ekledi:

“Ülkede kurucu Kral soyundan gelip kendisini kraldan daha kralcı hisseden 7 bin kişi var. Veliaht Prens bu kadar çok yetkili istemiyor. 100 bin dolarlık çantayı koluna takıp gezen prensesler de istemiyor.”

Sebepsiz zenginleşenlerin uyarıldığını, ancak kaynağı belirsiz, ülke varlıklarıyla zenginleşen kişilerin buna aldırmadığını da anımsattı.

Bugün bu kişilerin yolsuzluk ve rüşvet kapsamında tutuklandıklarını belirtti.

Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın halkından, bölge ülkelerinden ve Batı’dan ciddi destek bulduğunu da söyledi.

TERÖR KONSEPTİ

Bin Selman’ın bir süre önce dile getirdiği “ılımlı İslam ve terörle mücadelede yeni konsept” söylemlerini de anımsattım.

Dr. Tüylüoğlu, “Ilımlıdan kastı sıhhi anlamındaydı; yani Peygamber dönemindeki gibi Yahudi komşusuna da yemek veren İslam’dan söz ediyor” açıklaması getirdi.

Dine dayalı aşırı terör örgütlerini finanse edenlere de ülkede izin vermeyeceğini belirtti.

Tutuklu 11 prens ve şu an görevde 4 bakan ile 38 eski bakan, komutanlar, işadamları tutuklamalarının da rüşvet, yolsuzluktan kaynaklı olduğunun altını bir daha çizdi.

Yakın geçmişte Suudi Arabistan’ın önemli isimlerinden biriyle Ankara’da “yazılmamak” üzere yaptığımız sohbette de benzer cümleleri işitmiştim.

“Suudi Arabistan’ın teröre destek verdiğini bundan böyle kimse söyleyemeyecek, yeni döneme geçtik” demişti.

Anlaşılan o ki Suudi Arabistan’daki değişim Arap Baharı sonrası bölgede yeni bir dönemin kapısını da aralayacak.
===========================================
Dostlar,

Suudi Arabistan çağdışı bir krallıktır..
Suud ailesi bir karabulut gibi bu ülke halkının boynuna binmiştir..
Metrelerce yükseklikteki saray duvarlarının gerisinde her türlü “pislik” olağandır..
Fuhuştan uyuşturucuya, alkolden ölçüsüz zevk-ü sefaya dek..
Bu surların dışında ise halka zulüm ve şeriat baskısı vardır..
Zorla namaz kıldırmak, oruç tutturmak, kadını çarşafa sokup yaşamdan dışlamak..

  • Ve İslam’ın vahşi – ilkel – akıl ve Kuran dışı vehhabi yorumu..

Bölgede emperyalizmin acımasız ve çok güçlü silahlı bekçisi..
Ülkenin petrolünü ABD’ye peş keş çeken çokuluslu – ABD güdümlü ARAMCO şirketi..
Saymakla bitmez..
Dileriz, 21. yy. dünyasına,, uygarlığına yakışmayan bu çağdışı rejim artık tasfiye edilsin..
Tarihin diyalektiği işte böyle birşey…
Koşulları oluştuğunda devrim – karşıdevrim ikilisi kaçınılmaz biçimde bir yeni bireşime (senteze )varıyor..

Mustafa Kemal Paşa da bu kadim gerçekliği vurucu biçimde dile getirmemiş miydi??
“Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki ona kayıtsız kalanları yakar mahveder.”

Sevgi ve saygı ile. 08 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com