Etiket arşivi: MONTRÖ SÖZLEŞMESİ

126 eski devlet görevlisinden ‘Kanal İstanbul’ manifestosu

126 eski devlet görevlisinden ‘Kanal İstanbul’ manifestosu

MONTRÖ DUYURUSU

Milli Gazete, 31 Ocak 2020
https://www.milligazete.com.tr/haber/3624189/126-eski-devlet-gorevlisinden-kanal-istanbul-manifestosu

Kanal İstanbul‘ projesinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin çıkarlarını zedeleyeceğini bildiren 126 eski devlet görevlisi, ortak açıklama yaptı.

‘Kanal İstanbul’ projesinden vazgeçilmesi için aralarında emekli büyükelçi, eski MİT mensubu, eski Dışişleri Bakanlığı müsteşarlarının da bulunduğu eski devlet görevlileri, Montrö Sözleşmesi’ne ilişkin olarak ortak bir açıklama yaptı.

Möntrö Duyurusu‘ başlıklı yazılı açıklamada bulunan 126 eski devlet görevlisi “Lozan Antlaşması’ndan sonra en büyük diplomasi başarısı olan Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması Türkiye’nin İstanbul-Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi üzerindeki mutlak egemenliğinin kaybedilmesine yol açar” diye ifade etti.

Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenliğinin ‘Kanal İstanbul’ projesiyle zarar göreceğini vurgulayan eski devlet görevlileri, şu açıklamayı yaptı:

“Kanal İstanbul, Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açacaktır. Atatürk Türkiye’sinin, Lozan Antlaşması’ndan sonra en büyük diplomasi başarısı olan Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması ise Türkiye’nin İstanbul-Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi üzerindeki mutlak egemenliğinin kaybedilmesine yol açar.

Montrö, Türkiye Cumhuriyeti’nin, ülkenin askerden arındırılmış, uluslararası yönetime ve denetime bırakılmış son parçası üzerinde mutlak egemenliğini tescil eden belgedir.

Montrö, Boğazlar üzerinde yüzyıllar süren ve Osmanlı Devleti’nin ortadan kalkmasına varan tarihi sürecin tekrarlanmasını önleyecek dayanağımız, kozumuzdur.

Montrö, Türkiye’nin herhangi bir savaşta, savaşan taraflardan birinin yanında istemeden savaşa girmesini önleyen bir sözleşmedir.

Montrö, Rusya’nın da güvenliğinin temel bir belgesidir. Rusya, 1936’nın koşullarında, zamanın Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa ve Dünya siyasetindeki konumu, ağırlığı ve güvenilirliği nedeniyle güvenliğini Türkiye’nin ihtiyarına ve kararına bırakabilmiştir. Ancak, Sözleşme’nin imzasını takiben, Boğazlarda daha fazla söz sahibi olabilmek için Türkiye’yi ikili bir yardımlaşma anlaşması yapmaya zorlamak istemiştir. Atatürk, İnönü ve T. Rüştü Aras, Montrö varken başka anlaşmaya gerek olmadığı ve Montrö’yü tartışmaya açmanın, Türkiye’ye kazandıklarını kaybettireceği düşüncesi ile bunu kabul etmemişlerdir. Rusya Boğazlar üzerindeki iddia ve beklentilerinden bugün de vazgeçmemiştir.

Montrö Sözleşmesi’ne taraf olmayan ve Sözleşme’yi Karadeniz’e dilediği gibi çıkmasının önünde engel olarak gören müttefikimiz ABD, yıllardır Montrö’yü ortadan kaldırmaya veya kendisinin de taraf olacağı yeni bir sözleşme yapılmasını sağlamaya çalışmaktadır. Kanal İstanbul ve ÇED Raporu’nda sözü edilen Çanakkale Kanalı, ABD’nin Montrö’yü tartışmaya açmak amacına hizmet edecektir.

  • Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması, Türkiye’ye bütün bu kazanımlarını kaybettirebilecek yaşamsal bir egemenlik ve güvenlik, kısacası gerçek bir beka sorununa yol açacaktır. Türkiye Cumhuriyeti üzerinde çeşitli emelleri olan devletlerin çıkarına hizmet edecek olan Kanal İstanbul’dan vazgeçilmelidir.

Kamuoyuna saygıyla duyururuz.”
======================================
*Be Süha Umar, Başkonsolos Engin Ansay, Be Yalım Eralp, Be Ergün Pelit, Be Ömer Ersun, Be Önder Özar, Be Oya Tuzcuoğlu, Be Selçuk İncesu, Be Yusuf Buluç, Be Umur Apaydın, Be Tuluy Tanç, Be Çınar Aldemir, Be Halil Akıncı, Be Aydan Karahan, Be Ali Yakıtal, Be Varol Özkoçak, Be Duray Polat, Be Sina Baydur, Be Erhan Öğüt, Be Pulat Tacar, Be Ümit Pamir, Be Murat Bilhan, Be Barlas Özener, Be Mengü Büyükdavras, Be Ahmet Banguoğlu, Be Murat Sungar, Be Dicle Kopuz, Be Sevinç Dalyanoğlu, Be Ömür Orhun, Be Osman Korutürk, Be Sencar Özsoy, Be Oktay Aksoy, Be Engin Türker, Be Mustafa Akşin, Be Mehmet Görkay, Başkonsolos Betin Yiğit, Be Senbir Tümay, Be Nuri Yıldırım, Be Feryal Çotur, Be Numan Hazar, Be Rıza Türmen, Be Ali Hikmet Alp, Be Sumru Noyan, Be Süha Noyan, Be Mümin Alanat, Be Turan Moralı, Be Ali Nazım Belger, Be Celalettin Kart, Be Ali Arsın, Be Selahattin Alpar, Be Ateş Balkan, Be Faruk Loğoğlu, Be Oğuz Özge, Be Teoman Sürenkök, Be Sönmez Köksal, Be A. Ferit Ülker, Be Nazmi Akıman, Be Kurtuluş Taşkent, Be Ertuğrul Kumcuoğlu, Be Namık Tan, Be Tahsin Burcuoğlu, Be Uğur Arıner, Be İzzet Zincir, Be Nurettin Karaköylü, Be Orhan Aka, Be Volkan Vural, Başkonsolos Beyza Üntuna, Be Tugay Uluçevik, Be Fatih Ceylan, Başkonsolos Erol Etçioğlu, Be Akın Alptuna, Be Altan Güven, Be Filiz Dinçmen, Be Üstün Dinçmen, Be Selim Karaosmanoğlu, Be Uluç Özülker, Be Ömer Altuğ, Be Mehmet Ali İrtemçelik, Be Ahmet Arda, Başkonsolos Alev Selamoğlu, Be Kaya Türkmen, Be Doğan Akdur, Be Kadir Hidayet Eriş, Be Osman Ulukan, Be Koray Taygay, Be Taner Baytok, Be Güner Öztek, Be Şule Soysal, Be Veka İnal, Be Naci Sarıbaş, Be Temel İskit, Be Bilge Cankorel, Be Adnan Başağa, Be Gün Gür, Be Onur Öymen, Be Ferhat Ataman, Be Şükrü Elekdağ, Be Ercüment Ahmet Enç, Be Naci Akıncı, Be Kemal Gür, Be Ünal Maraşlı, Başkonsolos Ayşe Esen Öğüt, Başkonsolos Gönül Dalyanoğlu, Be Vefahan Ocak, Be Ünal Ünsal, Be Bahattin Gürsöz, Direktör (Bm) Üner Kırdar, Be Tomur Bayer, Be Erdoğan Aytun, Be Erdinç Erdün, Be Nazım Dumlu, Be Uğur Ergun, Be Haluk Ilıcak, Be A. Hakan Okçal, Be Erdoğan İşcan, Be Erhan Yiğitbaşıoğlu, Be Önder Alaybeyi, Be İlhan Yiğitbaşıoğlu, Be Kenan Tepedelen, Be Mithat Rende, Be Burhan Ant, Be Erkan Gezer, Be Hüseyin Pazarcı, Be Şakir Fakılı, Be Hüseyin Çelem, Be Özdem Sanberk.
Be : Büyükelçi

MİLLİ MERKEZ’den KAMUOYUNA DUYURU

MİLLİ MERKEZ’den
KAMUOYUNA DUYURU

Kanal İstanbul, Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açacaktır.

Atatürk Türkiye’sinin, Lozan Antlaşması’ndan sonra en büyük diplomasi başarısı olan
Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması ise Türkiye’nin İstanbul-Çanakkale
Boğazları ile Marmara Denizi üzerindeki mutlak egemenliğinin yitirilmesine
yol açar.

Montrö, Türkiye Cumhuriyeti’nin, ülkenin askerden arındırılmış, uluslararası yönetime
ve denetime bırakılmış son parçası üzerinde mutlak egemenliğini tescil eden belgedir.
Montrö, Boğazlar üzerinde yüzyıllar süren ve Osmanlı Devleti’nin ortadan kalkmasına
varan tarihsel sürecin yinelenmesini önleyecek dayanağımız, kozumuzdur.
Montrö, Türkiye’nin herhangi bir savaşta, savaşan taraflardan birinin yanında
istemeden savaşa girmesini önleyen bir sözleşmedir.
Montrö, Rusya’nın da güvenliğinin temel bir belgesidir. Rusya, 1936’nın koşullarında,
zamanın Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa ve Dünya siyasetindeki konumu, ağırlığı ve
güvenilirliği nedeniyle güvenliğini Türkiye’nin ihtiyarına ve kararına bırakabilmiştir.
Ancak, Sözleşme’nin imzasını izleyerek, Boğazlarda daha çok söz sahibi olabilmek için
Türkiye’yi ikili bir yardımlaşma anlaşması yapmaya zorlamak istemiştir. Atatürk, İnönü
ve T. Rüştü Aras, Montrö varken başka anlaşmaya gerek olmadığı ve Montrö’yü
tartışmaya açmanın, Türkiye’ye kazandıklarını kaybettireceği düşüncesi ile bunu kabul
etmemişlerdir. Rusya Boğazlar üzerindeki iddia ve beklentilerinden bugün de
vazgeçmemiştir.

Montrö Sözleşmesi’ne taraf olmayan ve Sözleşme’yi Karadeniz’e dilediği gibi
çıkmasının önünde engel olarak gören müttefikimiz ABD, yıllardır Montrö’yü ortadan
kaldırmaya veya kendisinin de taraf olacağı yeni bir sözleşme yapılmasını sağlamaya
çalışmaktadır.

Kanal İstanbul ve ÇED Raporu’nda söz edilen Çanakkale Kanalı,
ABD’nin Montrö’yü tartışmaya açmak amacına hizmet edecektir.

Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması, Türkiye’ye bütün bu kazanımlarını
kaybettirebilecek yaşamsal bir egemenlik ve güvenlik, kısacası gerçek bir beka
sorunudur.

  • Türkiye Cumhuriyeti üzerinde çeşitli emelleri olan devletlerin
    çıkarına hizmet edecek olan Kanal İstanbul’dan vazgeçilmelidir.

Kamuoyuna saygıyla duyururuz. (25.01.2020)

Montrö’nün bilinmeyen hikâyesi ve değeri

Montrö’nün bilinmeyen hikâyesi ve değeri

Image result for Süha Umar Büyükelçi

Süha Umar
Büyükelçi (E)
Cumhuriyet 17.01.2020

Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması, Türkiye’nin İstanbul-Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi üzerindeki mutlak egemenliğinin tartışmaya açılmasına ve kısmen de olsa kaybedilmesine yol açabilecek bir adımdır.

  • Kanal İstanbul’un Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açması ise kaçınılmazdır. 

Şu Kanal İstanbul nelere kadir! Türkiye Cumhuriyeti’nin en gizemli sayfalarından birini tarihin karanlıklarından alıp getirdi ve gündemin başköşesine oturttu. Gün geçmiyor ki yazılı ve görsel basında her meslekten, her kesimden bir “Montrö uzmanı!” konuşmasın. Eh bu kadar bilen olunca, “bir bilene soralım” demek kimin aklına gelecek? Kimsenin tekerine çomak sokmak istemem ama “bu kargaşada ben de bir çift laf edeyim” dedim. Neden mi? Montrö’nün tüm tarihçesini, üstelik bire bir Dışişleri Bakanlığı’nın telgraflarına dayanarak araştırıp, yazmış bir kişi olarak, bunun belki bir işe yarayacağını düşündüğüm için.*

Montrö herhangi bir uluslararası sözleşme değildir.

  • Montrö, Türkiye Cumhuriyeti’nin, ülkesinin askerden arındırılmış, uluslararası yönetime ve denetime bırakılmış son parçası üzerindeki mutlak egemenliğini tescil eden belgedir.

Tartışmaya açılırsa, Türkiye’nin “Türk Boğazları” olarak bilinen, İstanbul-Çanakkale Boğazları ve Marmara Denizi üzerindeki egemenliği tartışmaya açılacaktır.

En önemli dayanak

  • Montrö, Boğazlar üzerinde yüzyıllar süren ve sonuçta Osmanlı Devleti’nin ortadan kalkmasına varan tarihi bir sürecin tekrarlanmaması için en önemli dayanağımız, kozumuzdur.

Tartışmaya açılırsa, geçmişin İngiltere-Rusya çekişmesi, bu kez ABD-Rusya Federasyonu arasında yaşanacaktır. Bugünün dünyasında, bugünün Türkiye’si, bu çekişmeden Montrö ayarında bir güvence belgesi ve konumu ile çıkamaz.

  • Montrö, Türkiye’nin herhangi bir savaşta, istemeden, savaşan taraflardan birinin yanında savaşa girmesini önleyen bir sözleşmedir.

Nitekim II. Dünya Savaşı’nda bu niteliğini ve yararını kanıtlamıştır. Montrö tartışmaya açılırsa Türkiye, altından kalkamayacağı yükümlülükler üstlenmek ve günü geldiğinde istemediği bir savaşa girmek tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır.

Saflıktan öte olur

Montrö, Rusya’nın da güvenliğinin temel bir belgesidir.

Rusya, 1936’nın koşullarında ve o zamanın Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa ve dünya siyasetindeki konumu, ağırlığı ve güvenilirliği nedeniyle, güvenliğini Türkiye’nin ihtiyarına ve kararına bırakabilmiştir.

  • Montrö tartışmaya açıldığı takdirde, bugünün dünyasında Rusya Federasyonu’nun bunu kabul edeceğini düşünmek ürkütücü bir aymazlıktır.

Bugün dünyanın en saldırgan ve “Önce ABD” diyen ülkesi, yıllardır Montrö’yü ortadan kaldırmak, en azından kendisinin de taraf olacağı yeni bir sözleşme yapılmasını sağlamak için akla gelmeyecek yollara başvurmakta, bahaneler yaratmaya, maraza çıkarmaya çalışmaktadır.

  • Montrö tartışmaya açılacak olursa, Türkiye’nin ABD’nin önünde durabileceğini düşünmek ancak masal dünyasında yaşayanlara özgü bir saflıktır.

1936’da, Montrö’ye gitmeden, sözleşme taslağı üzerinde görüşbirliğine vardığımız Rusya, konferans görüşmeleri sırasında bu tutumunu değiştirmiş ve Karadeniz’e kıyısı bulunmayan devletlerin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesini engellemeye; Sözleşme’ye, Boğazları Türkiye ile Rusya’nın birlikte savunmalarını sağlayacak hükümler konmasına çalışmıştır. O zaman, “önce Türkiye’nin güvenliği” diyen ve bunu sağlayacak yeni bir sözleşme taslağı sunarak, Rusya’nın önüne dikilen İngiltere’nin bugün yerini alan ABD’nin, İngiltere gibi davranacağını beklemek gerçekçi değildir.

Atatürk tartıştırmadı!

Montrö Sözleşmesi’nin imzasını takiben Rusya, Sözleşme ile alamadıklarını alabilmek, Boğazlarda diğer devletlerden daha fazla söz sahibi olabilmek için Türkiye’yi ikili bir yardımlaşma anlaşması yapmaya zorlamak istemiştir. Atatürk, İnönü ve T. Rüştü Aras** buna yanaşmamışlardır. Gerekçe olarak, Montrö varken başka anlaşmaya gerek olmadığını göstermişler ama daha da önemlisi, böyle bir ikili anlaşmanın Montrö’yü tartışmaya açacağını ve Türkiye’ye kazandıklarını kaybettireceğini değerlendirmişlerdir.

Montrö ile Boğazların ve Marmara Denizi’nin egemenliğinin mutlak biçimde Türkiye’ye bırakılmış olması, Boğazlar üzerinde asırlara dayanan iddia ve beklentilerinden bugün de vazgeçmemiş olan Rusya için de, Montrö’yü Karadeniz’e dilediği gibi çıkmasının önünde engel olarak gören ABD için de büyük rahatsızlık konusudur. Montrö tartışmaya açılacak olursa bu iki ülke önce bu rahatsızlıklarından kurtulmak isteyeceklerdir.

Yaşamsal sorun olur

İşte bu nedenlerledir ki;

  • Montreux Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması,
    Türkiye için yaşamsal bir egemenlik ve güvenlik sorunudur.

Buna kendi elimizle yol açılması ise ulusça akıl tutulmasına uğradığımıza işaret eder.

  • Montrö’nün tartışmaya açılması, Türkiye’nin İstanbul – Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi üzerindeki mutlak egemenliğinin tartışmaya açılmasına ve kısmen de olsa kaybedilmesine yol açabilecek bir adımdır.
  • Kanal İstanbul’un Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açması ise kaçınılmazdır. 

Bütün bunları bilmeyenlerin, öğrenmeyi de reddedenlerin, “Montrö de neymiş ya. Biz onu da düşündük. Önce bir bakmak lazım. Türkiye Montrö ile ne kazanmış ne kaybetmiş” demelerine ise şaşırmamak gerek.

*Montrö ve Savaş Öncesi Yıllar. Dışişleri Bakanlığı Siyaset Planlama Dairesi yayını. 1973. Kitabın Montrö bölümü tarafımdan yazılmıştır.

**Atatürk Cumhurbaşkanı, İnönü Başvekil, Aras Dışişleri Bakanı ve Montrö Türk Heyeti Başkanı’dır.

KANAL

KANAL

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Değerli arkadaşlar,

Karadeniz ve Marmarayı birleştiren Kanal Projesi gerçekleştirilirse, neler olur; kısaca gözden geçirelim :

Rivayete göre, bu proje en önce Osmanlı döneminde dile getirilmiş…ancak bu iddianın mantıklı bir açıklamasını 😉 bulmak olanaklı değil; proje belki de “made in usa” dır; bunu gizlemek için bu “Osmanlı öyküsü” eklenmiş de olabilir. önemli değil, gelelim günümüze;

Görüntüdeki amacı ne olursa olsun, bu proje, her şeyden önce Savaş gemilerinin geçişine kısıtlar getiren Montrö Sözleşmesi‘ni tartışılır duruma getirmiştir.

Karadeniz’i bir iç deniz kabul etmeyen, uluslararası su statüsünde gören ABD, kendi donanmasına rahatlıkla geçiş yolu sağlayan bu Kanal projesinin mimarı olmasa (?) bile, gerçekleşmesini can-ı gönülden destekleyecektir.

Projenin Siyasal, Askeri, Sosyal, Çevresel, Ekonomik ve Finansal sakıncaları yansız uzmanlarca günlerdir konuşuluyor, tartışılıyor; ben yinelemeyeyim; kabaca 10 yıl sürecek ve 20 milyar Dolara mal olacak bu proje gerçekleşirse ortaya çıkacak son resme bakalım…

İstanbul Boğazı ve Kanal arasında 1000 km2’lik bir ADA oluşacaktır. 200 km2 Orman alanı, 2 havaalanı, 44 km’lik Kanal üzerinde en azından 5 büyük köprü, limanları ile uluslararası ticari ulaşım ağının ortasında* “hub” konumunda ve üzerinde 8 milyon insanın insanın yaşadığı bir Mega Kent!

Değerli arkadaşlar,

Bu ADA Küresel Finans-Kapital sistemi tarafından öyle “sıradan bir ada” olarak kendi haline bırakılmaz; er ya da geç Singapore veya Hong-Kong benzeri özerk bir Devletçik oluşturulur. (hem de referandum falan yaparak) vs. vs… arkasından Trakya’nın geri kalanı

yani,

  • yalnızca Montrö değil, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü güvenceleyen Lozan bile tehlikeye girmiş olur.

Gözü para ve iktidar hırsı ile kör olanlara, nasıl anlatılabilir ki?

derin kaygılarımla. æ
_____________
* İstanbul Çin’e 7 bin, Kore’ye 8 bin, Japonya’ya 9 bin km. uzaktadır; ancak Kuzey Afrika, Ortadoğu, Kafkasya, Rusya, Ukrayna, AB Ülkelerinin hemen tümü İstanbul merkezli, 2500 km. çapında bir dairenin içinde kalır.

Fotoğraf açıklaması yok.

GÜNÜMÜZDEKİ SORUNLAR

GÜNÜMÜZDEKİ SORUNLAR

Prof. Dr. Rona Aybay 
Cumhuriyet
, 03.01.2010

Ulusal çıkarlarımız, Türkiye’ye çok önemli kazanımlar getirmiş Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açabilecek davranışlarda bulunmayı değil, Montrö’yü tartışma dışında tutmaya özen göstermeyi gerektirir.

Bir önceki yazımızda (AS: 02.01.2020, Cumhuriyet, bu yazıyı da sitemizde yayınlamıştık), Türk Boğazlarıyla ilgili kimi özet tarih bilgileri vermiştik. Bugün konunun Montrö Sözleşmesi’yle ilgili ve güncel yönlerini inceliyoruz.

1936 Montrö Sözleşmesi ne getirmiştir? 

Kurtuluş Savaşı’ndan yani çıkmış TBMM Hükümeti’nin, Lozan Konferansı’nda kabul etmek zorunda kaldığı “kısıtlayıcı” düzenlemeler, Türk hükümetlerinin ustaca diplomatik taktiklerinin sonucunda 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle kaldırılmıştır. Diplomatik alanda bu olanağın ortaya çıkmasında, Avrupa’da faşist yönetim altındaki Almanya ve İtalya’nın ve Uzakdoğu’da Japonya’nın dünya için tehlike yaratacak ölçüde silahlanmasının yarattığı kaygıların da rolü vardır.

Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne oranla, Türkiye’nin kazanımları övünç vericidir ve Sözleşmeyi Türkiye için yaşamsal duruma getirmiştir. Bunlar şöyle özetlenebilir:

Türk Boğazları üzerinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği kesin olarak kabul edilmiştir. Ticaret gemilerine geçiş serbestliği tanınması konusunda Türkiye’nin kabul ettiği yükümlülük, Boğazlar üzerinde egemenlik yetkisini ortadan kaldırmaz. Türkiye’nin uluslararası yükümlülüğü, bizim Boğazlar Tüzüğü’nde “uğraksız geçiş” olarak adlandırılmış sui generis ( AS: kendine özgü) bir geçiş özgürlüğünü tanımaktan ibarettir.

– Uluslararası denetim organı olarak Lozan Konferansı’nda kurulmuş olan Boğazlar Komisyonu kaldırılmış, konuyla ilgili yetkiler Türk Hükümetine geçmiştir. Bu da, Boğazlar üzerindeki Türkiye Cumhuriyeti egemenliğinin bir göstergesidir.

– Boğazlar Bölgesi’ne Türk askerinin girmesini önleyen düzenlemeye son verilmiş olması da, bu bölgenin Türkiye Cumhuriyeti ülkesinin herhangi bir parçasından farklı olmadığını doğrulamaktadır.

– Savaş gemilerinin geçişleri için, Savaş zamanı-Barış – zamanı, Türkiye’nin savaşan devlet olup – olmaması, Türkiye’nin kendini yakın bir savaş tehdidi altında hissetmesi gibi durumlar için ayrıntılı kısıtlayıcı hükümler getirilmiştir. Bu düzenlemelerde, özellikle Karadeniz’e kıyısı olmayan devletler için engelleyici düzenlemeler vardır. Örneğin belli bir sayı ve toplam tonaj üzerinde gemilerin geçememesi, bu kurallara uygun olarak geçmiş olsalar bile Karadeniz’de 21 günden çok kalamaması gibi.

– Türkiye, dünyada bütün bu kısıtlayıcı kurallarla bağlı olmayarak, Boğazlarımızdan dilediğince askeri gemi geçirebilen tek devlettir. Bu da Montrö Sözleşmesi’yle Türkiye’nin egemenliğinin tanınmış olduğunun açık bir göstergesi olmaktadır.

– Türkiye’ye, Boğazlardan geçen gemilerden sağlık, fener, tahlisiye hizmetleri için belli bir ücret alma hakkı da tanınmıştır.

Sonuç

Montrö Sözleşmesi, ticaret gemileri için barış zamanında tam geçiş serbestliği ilkesini koymuştur. Dolayısıyla, Sözleşme yürürlükte olduğu sürece, gemileri başka bir kanalı kullanmaya zorlamak, uluslararası hukuka aykırı olur. 2. Dünya Savaşı sonrasının karışık ortamında, galip devletlerce dile getirilmiş bir iki değiştirme girişimi olmuşsa da, bunlar kısa sürede unutulmuş ve Montrö Sözleşmesi yürürlüğünü sürdürmüştür. 20 yıllık bir süre için yapılmış Sözleme 1956 yılında sona ermiş olabilirdi ama bunun için taraf devletlerden böyle bir bildirim gelmesi gerekiyordu. Ama, 60 yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına karşın hiçbir devlet böyle bir istekte bulunmuş değildir. Bu durum, Sözleşmenin en yakından ilgili devletlerce uygun bulunduğunun bir göstergesidir. ABD Sözleşmeye taraf olmadığı için böyle bir bildirimde bulunamaz; ancak örneğin Romanya gibi bir devletin girişimde bulunmasını sağlayabilir. Gerçi, bu bildirimle Sözleşmenin hemen yürürlükten kalkması söz konusu olmayacak, iki yıl beklemek gerekecek; durumu görüşüp yeni bir karar oluşturulması için de taraf devletlerin katılacağı bir konferans düzenlenecektir. Sözleşmenin değiştirilmesi için de, yine bir konferansın toplanması gerekecek, bu toplantıda kararların oylanmasında da Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin ağırlığı olacaktır.

Montrö Sözleşmesi yürürlükte iken, özellikle Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’a gelerek Kanaldan geçecek savaş gemilerinin durumu çok özenli yorumlar yapmayı gerektiren bir durumdur. Sözleşmenin imzalandığı tarihte böyle bir kanalın varlığı söz konusu olmadığı için doğal olarak konuyla ilgili bir hüküm konulmuş değildir. Uluslararası Antlaşmalar Konusunda Viyana Sözleşmesi’ne göre, antlaşmaların “konusunun ve amacının ışığında, iyi niyetle yorumlanması” gerekmektedir.

  • Karadeniz’de yabancı askeri gemilerin varlığını sınırlamak, Montrö’nün temel amaçları arasındadır.

Bu nedenle, Boğaz’a koşut bir kanal açarak buradan Montrö’ye göre geçmemesi gereken savaş gemilerinin geçişine izin vermenin, uluslararası ilişkiler açısından sorun yaratacak ve hukuk açısından savunulması güç durumlara yol açabileceği dikkate alınmalıdır.

Sonuç olarak; bugünkü uluslararası ortamda, “Kanal İstanbul” gibi bir projeyle ortaya çıkmak ve bunu “Montrö’ye bir seçenek” gibi sunmak, kanımca, çok sakıncalıdır. Ulusal çıkarlarımız, Türkiye’ye çok önemli kazanımlar getirmiş Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açabilecek davranışlarda bulunmayı değil; Montrö’yü tartışma dışında tutmaya özen göstermeyi gerektirir.
=====================================================
AS: Yazının ilk bölümü için tıklayın : http://ahmetsaltik.net/2020/01/03/kanal-istanbul-ve-montro-bogazlar-sozlesmesi-i-tarihsel-durum/

REJİMİN OTORİTER BİR YÖNETİME DÖNÜŞTÜĞÜNÜN GÖSTERGESİ

REJİMİN OTORİTER BİR YÖNETİME DÖNÜŞTÜĞÜNÜN GÖSTERGESİ

Image result for celal topkan

Celal Topkan
TBMM 20. Dönem CHP Adıyaman Milletvekili

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Demokratik Rejim (yönetim): Halk egemenliğine dayanan, kararların çoğulcu ve katılımcı bir anlayışla halkla tartışılarak alındığı yönetimdir.

Otoriter Rejim (yönetim): Tek kişinin kayıtsız şartsız egemenliğine dayanan, Meclisin olduğu ama yönetim yetkisinin tek kişide olduğu, bireyin yaşamının her yönüyle tek kişinin otoritesine bağlı olduğu yönetimdir.

Bilim İnsanları, Kanal İstanbul Projesi’nin, Türkiye’nin altına imza attığı Montrö Sözleşmesine aykırı bir proje olduğunu, Türkiye’yi Karadeniz sınırlarına komşu olan ülkelerle kavgalı bir ülke yapacağını, depremi tetikleyeceğini, İstanbul’da yaşamı ve İstanbul’un geleceğini tehlikeye sokacağını…. söylüyorlar. Projeye açıkça karşı çıkıyorlar.

İstanbul’da yaşayan halk, Kanal İstanbul Projesi’nin deprem kuşağında yer alan İstanbul’da deprem fay hatlarını tetikleyeceğini, İstanbul’a içme suyu sağlayan iki barajı yok edeceğini, İstanbul’da içme suyu sorunu yaratacağını, tarım yapılan alanları yok edeceğini, İstanbul’un ve İstanbul’da yaşayanları geleceğini zora sokacak bir proje olduğunu görerek, projeye karşı çıkıyorlar. Halk oylaması (Referandum) yapılmasını, halkın görüşü alınarak karar verilmesini istiyorlar.

  • AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kanal İstanbul Projesi için;
  • isteseniz de istemeseniz de Kanal İstanbul yapılacaktır” diyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul’da yaşayan halkın (milyonlarca nüfuslu) iradesini yok sayması, bilim adamlarının görüş, düşünce ve önerilerini yok sayması, tek başına aldığı kararla isteseniz de istemeseniz de kanal İstanbul yapılacaktır” dayatması;

– Türkiye’nin yönetiminin demokratik bir yönetim olmadığının,
– Tek kişinin kayıtsız şartsız egemenliğine dayanan, Meclisin olduğu ama yönetim yetkisinin tek kişide olduğu,
– Bireyin yaşamının her yönüyle tek kişinin otoritesine bağlı olduğu otoriter bir rejim (yönetim) olduğunun açık ve somut göstergesidir.
===============================
Dostlar,

Değerli dostumuz Sn. Topkan, eksik bile yazmış!

Türkiye’de AKP = Erdoğan rejimi yalnızca otoriter değil aynı zamanda totaliterdir. Otoriter rejimlerde yönetim erki tek 1 kişide değil, bir kuruda, organda.. da olabilir. Ne var ki Türkiye’de tüm yetkiler, muazzam bir tahkimat ile TEK ADAM’a sunulmuştur. Bunun adı Totaliterizmdir.

83 milyonluk bir ülkenin geleceği, kim olursa olsun tek bir kişiye asla bırakılamaz, bırakılmamalıdır!

Çoğulcu yönetim ve halk egemenliğinin korunması – etkin kılınması için kurumsal düzeneklerin etkili çalışması ve denge – denet (check  balance) sisteminin sorunsuz çalıştırılması zorunludur.

Güçler ayrılığı, örneğin ABD’de olduğu gibi güçlendirilmeksizin, tek adam yönetimleri hızla ve kaçınılmaz biçimde, güç sarhoşluğu hatta zehirlenmesi ile totaliterliğe kaymaktadır. Türkiye’de olan da budur.

  • Hatta Türkiye’nin rejiminin despotizme, faşizme kaydığı da yaygın olarak dile getirilmektedir.
  • Üstelik AKP iktidarı, dini siyasete ölçüsüz ve sorumsuz biçimde alet etmektedir;
    ülkemiz dinci – faşizme doğru hızla sürüklenmektedir.

Bu Parti, Anayasa Mahkemesince, laikliğe karşı eylemlerin odağı olarak suçlanarak hüküm giymiş sabıkalı bir anti-laik dinci partidir ve laik rejimi, anayasayı açıkça çiğneyerek dönüştürmek istemektedir.

Dolayısıyla, dünyada örneği görülmeyen ucube cumhurbaşkanlığı hükmet sisteminin, yukarıda vurgulanan dinci – faşizan dönüşümü Türkiye’ye dayatmak için kurgulu olduğunu düşünüyor, görüyoruz.

  • AKP = Erdoğan yönetimi, bu bağlamda, Türkiye için açık, stratejik ve yakın bir tehlike ve tehdit durumuna gelmiştir.
  • Demokratik muhalefet yolları iktidar tarafından giderek tıkanmaktadır.

Demokratik – laik hukuk devleti, AKP = Erdoğan tarafından zorla – fiili darbe ile ya da hile-i şeriye dönüştürülmeye devam edilirse, neler olabileceğini hayal bile etmek istemiyoruz.

Ancak bu durumda da meşru çareyi yine Anayasa, Başlangıç bölümünde (3. ve son bent) açıkça gösteriyor:

“Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;..”

“TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet  sevgisine emanet ve tevdi olunur.”

Bu çözüm; halkın, meşruluğunu yitiren bir yönetime karşı “MEŞRU DİRENME HAKKINI KULLANMASI” dır ve salt Anayasal dayanaklı olmayıp, tarih boyunca kadim bir pratik olup, meşruiyeti kendinden menkuldür.

Sevgi ve saygı ile. 29 Aralık 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Montrö Sözleşmesi Türkiye’nin güvenliği ve savunması için yaşamsal önem taşıyor!..

Montrö Sözleşmesi Türkiye’nin güvenliği ve savunması için yaşamsal önem taşıyor!..

Uğur Dündar
SÖZCÜ, 21.12.19

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan Kanal İstanbul ve Montrö Sözleşmesi konusunda çarpıcı tespitler:

Sevgili okurlarım;

Tarafsız uzmanlar Kanal İstanbul Projesi‘nin gerçekleşmesi halinde İstanbul ve çevresi için felaket boyutunda ekolojik sorunlara neden olacağını öne sürüyor.

Ayrıca bu projenin uygulanmasıyla son derece ağır demografik ve ekonomik sıkıntıların ortaya çıkacağını iddia ediyorlar. Projenin bir ihtiyacı karşılamadığını, amacının rant yaratmak olduğunu vurguluyorlar. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da bilimsel bulgular ışığında bu projeyi “ihanetin ötesinde, bir cinayet” olarak niteliyor. Bugün, tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile yapacağım söyleşide, konunun stratejik önem taşıyan güvenlik boyutunu ele alacağım. Zira, Kanal İstanbul’un, Türkiye’nin savunmasında kritik öncelik taşıyan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin son bulmasına veya aleyhimize değişikliklere uğramasına yol açacağı hususunda ciddi endişeler dile getiriliyor.
★★★
UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Elekdağ, söyleşimize ABD ile Rusya arasında küresel bir mücadele alanı haline gelen Karadeniz havzasındaki gelişmeleri ele alarak başlayalım.

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Sözünü ettiğiniz mücadelenin temelinde, NATO’nun doğuya doğru genişleme stratejisi ile Rusya’yı tekrar bir süper güç haline getirmek isteyen Putin’in Rusya’nın Sovyetler Birliği dönemindeki etki alanlarını tekrar kazanma politikasının çatışması var… Sovyetler Birliği döneminde Karadeniz’in Türkiye sahilleri dışındaki tüm kıyılarında Sovyet hakimiyeti vardı. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve ardından NATO’nun genişleme dalgasıyla Karadeniz sahillerinin büyük bir kısmı NATO üyesi Romanya ve Bulgaristan ile bağımsız ve Batı yanlısı Ukrayna ve Gürcistan’ın hakimiyetine girdi. Rusya, Soçi- Novorossiysk arasındaki 300 kilometrelik bir sahil şeridine sıkışıp kaldı. Bu ortamda Moskova’nın baskısından kurtulmak isteyen Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO’ya alınması, ittifakın 2008 Bükreş Zirvesi’nde gündeme geldi ve bu iki ülkeye üyelik sözü verildi. İşte kıyamet bundan sonra koptu… Rusya böyle bir gelişmeyi önlemek için önce Gürcistan’ı parçaladı, sonra da Kırım’ı ilhak edip Ukrayna’yı bölme operasyonuna giriştiHalen Karadeniz havzasında ABD/NATO ile Rusya, çatışma rotasındalar. NATO’nun 70’inci yılını kutladığı Londra’daki zirve toplantısında Türkiye de dahil, ittifakın 29 üyesi Rusya’yı Batı dünyasının esas düşmanı olarak ilan ettiler. Ukrayna’nın egemenlik ve toprak bütünlüğünün korunmasına verdikleri önemi vurguladılar. Ayrıca Kırım’ın Rusya tarafından işgalini asla kabul etmeyeceklerini açıkladılar. Karadeniz havzasında soğuk savaş yıllarında olduğu gibi çok gergin bir hava hakim… Bu gergin durumun ufak bir kıvılcımla tehlikeli biçimde tırmanması ihtimali göz ardı edilemez.

ABD, MONTRÖ’YÜ DELMEK İÇİN YOLLAR ARIYOR

(U.D.): Bir de ABD’nin Karadeniz’e kalıcı bir NATO deniz gücü oluşturulması projesi var…

(Ş.E.): ABD’nin, Rusya’yı kuşatma stratejisi uyarınca NATO kisvesi altında Karadeniz’de kalıcı ve etkin bir deniz kuvveti bulundurmak istediği ve böyle bir projeyi engelleyen Montrö rejimini delmek için yollar aradığı doğru… Fakat bu husustaki girişimlerini kendisi öne çıkarak değil, vesayetine giren Romanya’yı kullanarak yapıyor. Nitekim, Haziran 2016’daki NATO Savunma Bakanları Toplantısında Romanya, Karadeniz’de Ukrayna, Bulgaristan, Romanya, Türkiye ve ABD’nin katılacağı daimi bir NATO filosu oluşturma fikrini ortaya attı. Bu öneriye göre, ABD savaş gemileri NATO filosuna rotasyonla katılacaklar ve bu şekilde kıyıdaş olmayan ülke savaş gemilerinin Karadeniz’de 21 günden fazla kalamayacakları hakkındaki Montrö Sözleşmesi hükmüne riayet etmiş olacaklardı. Ukrayna ve Bulgaristan öneriyi kabul ettiler. Ancak bilahare, Bulgaristan’ın Moskova’nın baskısıyla öneriye karşı çıkması nedeniyle proje gerçekleşmedi. Fakat bu proje yine de gündemden düşmüş değildir.

Elekdağ, Montrö’yü hatırlattı, “Bu itibarla Boğazları kullanan gemileri Kanal İstanbul’dan geçmeye zorlamaya hakkımız yoktur.” dedi.

(U.D.): Şimdi, Montrö Sözleşmesi’nin Türkiye’ye güvenlik açısından neler sağladığını ve feshedilmesi (sona erdirilmesi) halinde neler kaybettireceğini inceleyelim.

(Ş.E.): Sözleşme Boğazlardan geçişte Karadeniz’e sahildar (AS: kıyıdaş) olmayan devletlere birçok kısıtlamalar getirmek suretiyle, Türkiye’nin güvenliği için gerekli koşulları yaratacak ve Rusya’nın güvenlik ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde dizayn edilmiştir. Karadeniz’de kıyısı olmayan devletler barış zamanında en az 8 gün önceden Karadeniz’e gidecek savaş gemilerinin sayısını, tipini ve geçiş tarihini Türk yetkili makamlarına bildirmeye mecburdurlar. Bu devletlerin Boğazlardan aynı anda transit geçecek gemilerinin sayısı 9’u ve tonajı da 15 bin tonu geçemez. Keza, kıyıdaş olmayan devletlerin Karadeniz’de bulunduracakları gemilerinin toplam tonajı 30 bin tonla sınırlıdır. Tek bir devlet için bu tonaj 20 bin tonu geçemez. Ancak, Karadeniz’deki en güçlü donanmanın tonajı sözleşmenin imzalandığı tarihteki en güçlü donanmanın tonajını 10 bin ton aşarsa 30 bin tonluk limit 45 bin tona çıkarılabilir. Bu durumda bugünün koşullarında söz konusu limit 45 bin tondur. Boğazlardan uçak gemileri ve denizaltılar geçemez. Karadeniz’e kıyıdaş devletlerin barış zamanındaki hakları çok daha geniştir. Sözleşme’ye göre savaş halinde, Türkiye tarafsız ise muharip devletlerin gemileri Boğazlardan geçemez. Türkiye muharip ise savaş gemilerinin Boğazlardan geçişini istediği gibi düzenler.

TÜRKİYE’NİN BOĞAZLARDAKİ DENETİMİ ORTADAN KALKAR

(U.D.): Peki, şimdi sözleşmenin yokluğunda Türkiye’nin nasıl bir durumla karşılaşacağını inceleyelim…

(Ş.E.): Montrö Sözleşmesi 20 Temmuz 1936’da, Türkiye, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği, Japonya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya tarafından imzalanmıştır. İtalya da 1938’de sözleşmeye katılmıştır. Sözleşmenin 28. maddesine göre, bu devletlerden biri tarafından fesih başvurusu yapılırsa, bu başvuru tarihinden itibaren sözleşme iki yıl daha yürürlükte kalacak ve taraf devletler yeni bir sözleşmenin hükümlerini saptamak üzere bir konferansta bir araya geleceklerdir. Bu konferansta yeni sözleşmenin 1982 Birleşmiş Miletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) hükümleri temelinde oluşturulmasının önerilmesi kesindir. Türkiye’nin, Boğazlar üzerindeki kontrol ve denetimini ortadan kaldıracak bu yoldaki önerilere kuvvetle karşı çıkması beklenmelidir. Rusya’nın tutumu da aynı doğrultuda olacaktır. Bu konferanstan bir sonuç çıkmayınca IMO’nun yardımıyla bir müzakere süreci başlayabilir. Ancak, böyle bir süreçten, Türkiye’nin karşısındaki denizci devletlerin hem adetçe çok hem de daha etkili olmaları nedeniyle ülkemizin güvenliğini ve çıkarlarını koruyabilen bir sözleşme çıkabilmesi mümkün değildir. Zira, karşımızdaki çoğunluk, Türkiye’ye BMDHS’nin 38. maddesinin 2. fıkrasındaki “transit geçiş rejimi” hükümlerini dayatacaklardır.

TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİ ARKA PLANA İTİLECEKTİR

(U.D.): Transit geçiş rejimi çok mu aleyhimize?

(Ş.E.): Evet!.. Bu rejimin uygulanması halinde geçişlerde Türkiye’nin güvenliğinin korunması arka plana itilecektir… Şöyle ki: Askeri gemilerin geçişlerine yönelik önceden bildirim usulü, transit geçiş sırasında ve Karadeniz’de bulundurulabilecek tonaj sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemeler ile Karadeniz’de kalış süresi üzerindeki sınırlama ortadan kalkacaktır. Yani, her tip ve tonilatoda savaş gemisi – uçak gemileri ve denizaltılar da dahil – hiçbir bildirime ve sınırlamaya tabi olmadan Boğazlardan geçecek ve süresiz Karadeniz’de kalacaktır. Yabancı savaş uçakları da Boğazlar üzerinden transit geçişte bulunacaklardır.

(U.D.): Bu felaket bir senaryo!.. Boğazlar yol geçen hanına dönüyor!..

(Ş.E.): Evet!.. Bu koşullarda, ABD,  istediği büyüklükte ve nükleer başlıklı balistik füzelerde donatılmış bir askeri deniz gücünü Boğazlardan geçirebilecek ve Romanya’da deniz üsleri kurabilecek. Karadeniz’i NATO/ABD gölüne dönüştürecek böyle bir gelişme, Rusya-ABD gerginliğini had safhaya taşıyacak ve global istikrarı tehlikeli şekilde bozarak bir kriz ortam oluşturacaktır. Rusya da en az Türkiye kadar böyle bir ortamın oluşmasını istemez. Bu münasebetle burada, Türk kamuoyuna pek iyi anlatılmayan bir hususu belirtmek isterim:

  • Montrö Sözleşmesi’nin aynen devamı Türkiye’nin güvenliği ve savunması için yaşamsal önemdedir. Sözleşme, dünya barış ve istikrarı için de paha biçilmez değerdedir. 

(U.D.): Böyle bir ortamda ABD, sözleşmenin feshini ister mi?

(Ş.E.): Montrö Sözleşmesi’ne taraf olmayan ABD, müttefiki Romanya vasıtasıyla fesih başvurusunu yaptırabilir. Ancak, ABD’nin bu yoldaki kararı, kendisiyle Rusya arasında her an sıcak gelişmelere yol açabilecek aşırı riskli bir kriz sürecine “angaje” olmayı göze almasını gerektirecektir. Ben bugünün koşullarında, özellikle Boğazların bekçiliğini NATO’ya üyeliği süren bir Türkiye yaptığı müddetçe ABD’nin sözleşmenin feshi yolunda bir girişimde bulunarak aşırı riskli bir kriz süreci yaratacağı kanısında değilim.

KANAL İSTANBUL ZORLAMASI MONTRÖ’YÜ İHLAL SAYILIR

(U.D.): Peki, Kanal İstanbul’un gerçekleştirilmesinin Montrö Sözleşmesi üzerinde ne gibi etkileri olur?

(Ş.E.): İktidar tarafından ve yandaş medyadan gelen seslere bakılırsa Boğazlardan geçen ticaret gemilerinin tümünün veya bir bölümünün Kanal İstanbul’a yönlendirileceği planlanıyor ve alınacak geçiş ücretlerinin 8 milyar doları bulacağı hesaplanıyor. Oysa, Montrö Sözleşmesi’ne göre, barış zamanında her devletin ticaret gemileri bayrak ve yükü ne olursa olsun Boğazlardan serbestçe geçebilecektir. Bu itibarla Boğazları kullanan gemileri Kanal İstanbul’dan geçmeye zorlamaya hakkımız yoktur. Türkiye tarafından vuku bulacak herhangi bir zorlama, Montrö Sözleşmesi’nin ihlali sayılacak ve durumu fırsat bilen Yunanistan sözleşmenin feshini gündeme getirecektir. Gemi geçişlerinden 8 milyar dolar ücret tahsil edileceği iddiasına gelince…
Bu rakamı 2017’de Boğazlardan geçen gemi sayısı olan 43 bine bölünce, her gemiden 180 bin dolar tahsil edilmesi gerekeceği gibi bir saçmalık ortaya çıkıyor.

(U.D.): Peki Montrö Sözleşmesi’ne göre geçişten ücret alınıyor mu?

(Ş.E.): Sözleşme Türkiye’ye “fener, tahlisiye ve sağlık resmi” alma yetkisi veriyor. Türkiye bu tahsilattan yılda 150 milyon dolar gelir elde ediyor. Geçiş ücretleri sözleşmede 1936’da 1.20 olan altın/frank kuru üzerinden belirlenmiş ve bu kur Türkiye tarafından 1982’ye dek değiştirilmeden uygulanmıştır. 1982’de belirlenen gerçek kur üzerinden hesaplanan ücretlerin reel olarak 10 kat arttığı görülmüştür. Ücretler buna göre saptanınca Yunanistan, İngiltere ve Rusya’nın itirazları başka devletler tarafından da benimsenmiş ihtilaf IMO’ya intikal etmiş. Burada tartışmanın büyüyüp Boğazların denetiminin Türkiye’den alınıp uluslararası bir komisyona devri önerisi gündeme gelince, Türkiye geri adım atarak reel ücretin % 25’ini almayı kabul etmiştir. 1994 yılında tekrarlanan ücretlerin güncelleştirilmesi girişimi aynı akıbete uğramıştır. Uzmanlarca yapılan hesaba göre, geçiş ücreti güncel altın kuru üzerinden belirlendiği takdirde Türkiye yılda 2.4 milyar dolar elde edebilecektir. Boğazlar trafiğini Kanal İstanbul’a yönelterek ücretleri güncelleştirmeyi amaçlayan bir girişimin daha öncekilerin akıbetine uğraması mukadder olduğu gibi, sözleşmenin feshinin tartışılmaya açılması riskini taşıdığı da vurgulanmalıdır.

(U.D.): Bir eksiğimiz kaldı. Bu da sözleşmenin tadiline ilişkin prosedür…

(Ş.E.): Montrö Sözleşmesi’nin 29. maddesindeki tadil prosedürü, Türkiye ile Rusya’ya Karadeniz güvenliği konusunda çıkarlarının örtüşmesi nedeniyle birlikte hareket ettikleri takdirde aleyhlerine olacak her kararı engelleme imkanını vermektedir.

 

MİLLÎ MERKEZ BASIN AÇIKLAMASI : KANAL İSTANBUL PROJESİNE HAYIR!

MİLLÎ MERKEZ BASIN AÇIKLAMASI :
KANAL İSTANBUL PROJESİNE HAYIR!

Türkiye Cumhuriyeti, dört denizde kıyıları ve sahil şeritleri olan bir coğrafyaya sahiptir. Bu nedenle Anayasa’nın 43. maddesi kıyılar ve sahil şeritlerini özel koruma ve güvence altına almıştır. Bu madde 1961 Anayasasından bu yana önemini ve etkinliğini korumuştur. Hiçbir Anayasa değişikliğinde itiraz, değişim konusu olmamış, kelimesine bile dokunulmamıştır.

Ülke coğrafyasının kıyı ve sahil şeritlerini delen, değiştiren Kanal İstanbul Projesi’nin “yap, işlet devret” kuralı ve genel uygulaması ile yapılması, ÇED raporu düzenlenmesi, Anayasa’nın 43. maddesine esastan aykırıdır. Projeye göre, Karadeniz kıyısındaki kıyı kenarını delerek başlayan, İstanbul Boğazı’ndan daha uzun bir deniz yolu Marmara Denizi ve Çekmece Gölleri kıyılarını yeniden oluşturacaktır.

Açılacak kanal; geçtiği bölgelerde, kimi barajları, akarsuları aşarak kıyı ve sahil şeritlerini temelden değiştirecektir. Bu deniz yolu üzerinde, denize elverişli taşıtlar yük, yolcu taşıyacak, indirme-bindirme işlemleri yapacaklardır. Kanal kıyılarında, genel güvenlik ve deniz hukukuna uyarlı tesisler kurulacaktır.

Bu kanalın geçeceği denizyolu üzerinde Küçükçekmece Gölü, Prehistorik dönemin insan yaşamı bulguları, Yarımburgaz Mağarası, binlerce yıllık eski yerleşim bölgesi izlerini taşımaktadır.

Kanalın geçeceği bölgede tarihi köprüler, tabyalar, koruganlar yer almaktadır. Ayrıca yerleşik birinci derecede askeri gizli veya açık bölgeler, karargâhlar bulunmaktadır. Açılacak kanalın batısında bulunan askeri birliklerimizin ikmal ve takviyesi zorlaşacağı için Trakya’nın savunulması zafiyete uğrayacaktır. İki denizin birbirine bağlanması; birçok bilimsel çalışmayla açıklandığı üzere bölgede geri dönülmez biçimde büyük bir çevre tahribatı yaratacak, ayrıca Marmara Denizi’nin hızla kirlenmesine yol açacaktır.

Montrö Sözleşmesi yürürlükte olduğu sürece, Boğazlardan geçecek hiçbir ticari veya askeri gemi kanaldan geçmeye zorlanamaz. Bu nedenle kanal geçişlerinden milyar dolarlık gelir sağlanması hayalden ibarettir. Gelir sağlamayacak bir kanalın yapım maliyeti ise ülkemizin güçlükler içindeki ekonomik yapısının kaldıramayacağı ölçüde büyük bir yük ve darbe olacaktır.

Kanalın kıyıları, Haliç ve İstanbul Boğazı’nın kıyıları ve bütün sahil şeritlerinin tâbi olduğu bilimsel ve hukuksal koşullarla örtüşecektir. Bu nedenle işlemin başlaması aşamasından sonlandırılmasına dek; bütün koşulları, olasılıkları, ayrıntıları yöneten bir organik kanun gerekmektedir. Bu deniz yolunun açılmasından sonra, iktisadi ve siyasal yönetiminin ve otoritenin de bu yasayla kurulması şarttır.

Anayasa’nın 43. maddesinin son fıkrası, iki kavramı önemle saptama ve koruma altına almıştır. Eski ve yeni kıyılar ile sahil şeritleri; kamu yararı ve kişilerin bu yerlerden yararlanma olanak ve koşulları ile sağlanacak ve kurulacaktır.

Anayasa’nın buyruğu dikkate alınarak; sürekliliği olan, güvenceler içerecek bir “Kanal İstanbul” yasası çıkarılmadan ÇED raporu geçersiz ve hükümsüzdür.

  • Çıkarılacak yasada, kanalın Montrö Sözleşmesi ve rejimi ile hiçbir ilişkisin olmayacağı,
  • Montrö Sözleşmesi’nin geçerliliği de açık ve net şekilde yer almalıdır.

Bu kanalın açılması, Melen Barajından İstanbul’a su taşıma işine benzemez.

Anayasa kuralı, Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinden normlar hiyerarşisi yönünden önde gelir.

Bir anımsama da yapmalıyız :

Montrö Sözleşmesi’nin imza töreninden sonra 1936 yılında dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras diyor ki:

  • “Montrö Sözleşmesi dünyada yeni bir umut alevi yakmıştır.”

Bu alevi söndürmeyelim.

İşaret ettiğimiz sakıncalar nedeniyle, Kanal İstanbul Projesine HAYIR diyoruz.

Değerli kamuoyumuzun bilgilerine sunarız. Saygılarımızla,

Haluk DURAL
Millî Merkez Genel Sekreteri

MONTRÖ SÖZLEŞMESİ

Dostlar,

Bilindiği gibi Lozan görüşmelerinde Türk tarafıın 2 temel kırmızı çizgisi
Batı’nın Kapitülasyonların sürdürülmesi istemi ve Doğu Anadıolu’da
Ermeni yurdu kurulması idi. Mustafa Kenal Paşa’nın, Dışişleri Bakanı ve
Başdelege İsmet Bey‘e yönergesi bu yönde idi. Öbür sorunlar zamanla çözülebilirdi. Kaldı ki, askeri barındıracak bir “dam altı” bile elde kalmamıştı. Bu bakımdan makul
ve hızlı bir barışa el mahkum idi.

Atatürk‘ün gerçekçiliğini tarih 1 kez daha kanıtladı. 1936’da, yaklaşan 2. Büyük Paylaşım Savaşı koşullarının Batı’yı ve müttefikleri Sovyetleri Almanya karşısında sıkıştırması nedeniyle, Montrö Boğazlar Sözleşmesi büyük ölçüde Türkiye’nin istemlerine uygun olarak bağıtlanabildi. Hatay sorunu da  Yüce Atatürk’ün yaşamda iken üstün ve usta çabaları ile çözüm yoluna girdi ve kendisinin Hak’ka yürümesini izleyen yıl (1939) Hatay Cumhuriyeti anavatan Türkiye’ye katılma kararı aldı.

Yüce Atatürk‘ü ve en yakın dava ve silah arkadaşı İsmet İnönü ile tüm
Kurtuluş Savaşı şehit ve gazilerini, emek verenlerini sonsuz bir şükranla anmaktayız..

Aşağıda, 20 Temmuz 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin 77. yılında, deneyimli ve birikimli dşplomat Sayın Onur Öymen’in yazısını paylaşıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
20.7.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================

MONTRÖ SÖZLEŞMESİ

portresi2

 

ONUR ÖYMEN
E. Büyükelçi

 

 

Türk boğazları, taşıdıkları stratejik önem dolayısıyla daima büyük devletlerin ilgisini çekmiştir. Karadeniz’e kıyısı olmayan devletler Boğazlardan sınırsız geçiş hakkına sahip olmak istemişler, başta Rusya olmak üzere Karadeniz’e kıyısı olan devletler, diğer devletlerin savaş gemilerinin boğazlardan geçmesini engellemek istemişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme dönemine kadar genel kural, padişahın fermanı olmadıkça boğazların bütün yabancı devletlerin gemilerine kapalı olacağı kuralıydı.
Büyük Petro döneminden itibaren Rusya, dünyaya egemenliğini yayma hedefi doğrultusunda sıcak denizlere açılma politikası izlemeye başladı.
Bunun en önemli yollarından biri Türk Boğazlarına hakim olmaktı.

Çariçe Katerina zamanında, 1774 yılında Osmanlı İmparatorluğu’yla Rusya arasında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması Boğazlarla ilgili eski düzeni değiştirdi. Osmanlı İmparatorluğu artık eski gücünü kaybetmekte ve büyük devletlerin taleplerine karşı direnç gösterememekteydi. Küçük Kaynarca Antlaşmasına göre Rus gemileri istedikleri zaman Boğazlardan geçebilecekler ve Osmanlı limanlarında konaklayabileceklerdi.

18. Yüzyılın son yıllarında Napolyon‘un Doğu Akdeniz için bir tehdit oluşturmaya başlaması üzerine Osmanlı İmparatorluğu  ile Rusya arasında 1805 yılında  imzalanan bir sözleşmede Karadeniz’in bütün yabancı savaş gemilerine kapatılması kuralı yer aldı. Bu kuralın ihlali savaş sebebi sayılacaktı. Ancak bir yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu Batı Avrupa ülkelerinin talepleri doğrultusunda bu sözleşmeyi iptal etti.
1809 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere arasında imzalanan Sözleşmeyle Osmanlı İmparatorluğunda başından beri uygulanan ve yukarıda sözü edilen kurala dönüldü.

1833 yılında durum yeniden değişti. Rusya’nın ağırlığı arttı. O yıl Osmanlı İmparatorluğu’yla Rusya arasında imzalanan Hünkar İskelesi Antlaşmasıyla Çanakkale Boğazı yabancı savaş gemilerine kapatıldı. Bu Rusya’nın kendi güvenlik çıkarları için öteden beri hedeflediği bir durumdu. Osmanlı İmparatorluğu zayıfladıkça bu gibi taleplere karşı koyamaz hale gelmişti.

Mısır’da Mehmet Ali Paşa isyanının bastırılmasına yardımcı olan İngiltere’nin baskısıyla bu defa Boğazlarla ilgili yeni bir düzenleme getirildi. Osmanlı  İmparatorluğuyla İngiltere arasında 1840 yılında imzalanan Londra Antlaşması ve bir yıl  sonra, 1841’de Fransa’nın da katılımıyla imzalanan
“Boğazlar Sözleşmesi” ilk defa olarak Boğazlardan geçiş rejimi çok taraflı bir antlaşmaya bağlandı. Artık Boğazlardan geçiş  uluslararası kurallara göre düzenlenecekti.

Bu sözleşmeye göre;
Boğazlar Osmanlı egemenliğinde kalacak, ancak, savaş zamanında bütün devletlerin savaş gemilerine kapalı, ticaret gemilerine açık olacaktır.

Bu sözleşme de çok uzun ömürlü olmadı. Rusya’nın Eflak Boğdan‘ı işgal etmesi üzerine Batı Avrupa devletleri savaş gemilerini Boğazlar üzerinden Karadeniz’e gönderdiler. Rusya bunun 1841 tarihli Boğazlar Sözleşmesinin ihlali olarak gördüğünü ilan etti  ve bunu Kırım Savaşı için bir bahane gibi kullandı.. Osmanlı İmparatorluğu’nun İngiltere ve Fransa’yla beraber Rusya’ya karşı kazandığı Kırım Savaşı’ndan sonra

1856 yılında Paris Sözleşmesi imzalandı.

Bu Sözleşmenin önemli maddeleri arasında bölgesel güç dengelerini en çok etkileyen, Karadeniz’i tümüyle askerden arındıran madde olmuştur. Osmanlı’nın eski kuralı olan ve 1841 Boğazlar sözleşmesiyle pozitif hukuk kuralı haline gelen, yabancı savaş gemilerinin Boğazlara girişinin yasaklanması da 1856 Antlaşmasını imzalayan ülkeler tarafından tekrar onaylandı.

1856 ile 1870 yılları arasında Avrupa’daki güç dengeleri değişmeye başlamıştı. Değişen dünya koşullarında İngiltere artık Osmanlı İmparatorluğuna karşı mesafeli bir politika izlemekteydi. Rusya Balkanlarda daha da güç kazanmış Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da Osmanlı İmparatorluğuna karşı baskıcı bir politika izlemeye başlamıştı. Aslında, Rusya Karadeniz’in tekrar askerden arındırılmasını istiyordu. Ancak bu ülkelerin Boğazlarla ilgili beklentileri farklıydı. Bu nedenle 1871 yılında imzalanan Londra Sözleşmesi’nde Osmanlı İmpartorluğu’nun eski  kuralı yeniden kabul  edildi. Osmanlı Devleti kendi güvenliği açısından gerektiğinde istediği gibi
“dost veya müttefik” güçlerin savaş gemilerine Boğazları açabilecekti.

Birinci Dünya Savaşı bütün dengeleri yeniden değiştirdi. İngiltere açısından
bu savaşta Almanya’ya karşı müttefiki olan Rusya’nın lojistik ve askeri açıdan desteklenmesi büyük önem taşıyordu. Bunun için Çanakkale geçilmeliydi..
Çanakkale savaşları Osmanlı İmparatorluğu açısında dünyanın en büyük devletlerin donanmalarına ve silahlı kuvvetlerine karşı verdiği büyük bir savaş oldu. Düşman kuvvetlerini Boğazlardan geçirmemeye kararlı olan Türkler, Atatürk’ün askeri dehası sayesinde büyük bir zafer kazandı. Bu savaşta her iki tarafın toplam kayıpları
yarım milyona yaklaştı,

Osmanlıların Boğazları bütün gemilere kapatmış olması, Rusya’yı da, ona yardım göndermek isteyen müttefik ülkeleri de zor durumda bıraktı. Rusya’nın deniz gücü  de fiilen Karadeniz’e hapsedildi.

Osmanlı İmparatorluğu Çanakkale’de kazandığı zafere rağmen Birinci Dünya Savaşının mağlupları arasında yer aldı. Artık Boğazlar İngiltere’nin ve müttefiklerinin kontrolüne geçmişti. Savaştan sonra Osmanlı İmparatorluğu ile galip devletler arasında imzalanan Sevr Antlaşması tarih boyunca Osmanlılara karşı dayatılmış en aşağılatıcı antlaşmaydı. Sevr Anlaşması’nın Boğazlar ile ilgili hükümleri 37-61. maddelerde
yer alır. Bu maddelerde şu hükümler bulunmaktadır:

Çanakkale ve İstanbul Boğazı Marmara da dahil olmak üzere, Boğazlardan geçiş barışta ve savaşta, hangi devlete ait olursa olsun, her türlü harp ve ticaret gemilerine açık olacaktır,

Bu geçiş serbestliğinin sağlamması için, Osmanlı İmparatorluğu  Boğazların denetimini çok geniş yetkileri olan bir Boğazlar Komisyonu’na bırakmayı kabul etmiştir. Komisyonun bağımsız bir bayrağı ve yönetimi olacaktı. Komisyon üyeleri İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya’dan oluşuyordu. Rusya, Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan da Milletler Cemiyeti‘ne üye olurlarsa Komisyona girebileceklerdi. Komisyon Başkanı,
iki yılda bir dört büyük devlet arasında değişecekti ama Türkiye Komisyon Başkanı olamayacaktı. Fransa, İngiltere ve İtalya, Türk Boğazları dolaylarındaki silahtan arınmış bölgede müştereken asker bulundurabileceklerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun Boğazlar üzerindeki egemenlik hakları fiilen sona ermişti.

İşte İstiklal Savaşı sonunda kazanılan zafer Türklerin kötü talihini yenmelerini sağladı ve Sevr Antlaşması bir bütün olarak tarihin çöplüğüne gönderildi.

Sevr Antlaşmasından yalnızca üç yıl sonra imzalanan Lozan Antlaşması dengeleri tümüyle değiştirdi. Lozan, 1. Dünya Savaşında mağlup olmuş bir ülkenin galiplerle
tam eşitlik koşullarında imzaladığı ve isytemlerini büyük ölçüde kabul ettirebildiği
tek antlaşmadır.

Lozan’da imzalanan Boğazlar Sözleşmesi, Antlaşmanın 23. maddesine göre genel antlaşmanın bir parçası sayılmıştır. Lozan’a taraf olmayan Rusya ve Bulgaristan da
bu Sözleşmeyi imzalamışlardır. Lozan’ın eki olan Boğazlar Sözleşmesinde özetle
şu hükümler yer almaktadır:

Ticaret Gemileri ve uçakları barış zamanında Türk Boğazlarından geçiş serbestliğine sahip olacaklardır. Savaş gemileri ve uçakları barış zamanında Boğazlardan geçiş serbestisine sahiptir; ancak Karadeniz yönüne geçişte savaş gemileri için sınırlama vardır. Savaş zamanı: Türkiye, Savaşan taraf değilse tarafsızlık haklarını geçişi engelleyecek şekilde kullanamaz; Türkiye Savaşan taraf ise; tarafsız devletlerin
ticaret gemileri düşmana yardım götürmemek şartıyla geçebilirler; savaştığı devletin gemilerine karşı Türkiye, her türlü hakkını kullanabilir.

Boğazlar çevresinde belirli bölgeler askerden arındırılmıştır.
Antlaşmanın öngördüğü düzene uyulmasını başkanının Türk olduğu bir komisyon denetleyecektir.

Lozan’da sağlanan sonucun yukarıda özetleyen yüz yıldaki gelişmelerin ışığında değerlendirilmesi halinde bunun büyük bir başarı olduğu görülecektir.
Gene de bu koşullar Türkiye’nin egemenlik hakları açısından kısıtlamalar getiriyordu.  Boğazlar Bölgesi askerden arındırılmaktaydı ve bu bölgenin
nasıl savunulacağı belli değildi.

Türkiye bu belirsizliğin giderilmesi ve egemenlik haklarının güçlendirilmesi için büyük bir diplomatik mücadele verdi. Yeni bir dünya savaşının yaklaşmakta oluşu ilgili ülkelerin Türkiye’nin talep ve beklentileri doğrultusunda yeni bir sözleşme imzalanmasını
kabul etmeleri sonucunu doğurdu.

20 Temmuz 1936 tarihinde İsviçre’nin Montrö kentinde, 20 Temmuz 1936 tarihinde Türkiye, Bulgaristan, Fransa, İngiltere,Yunanistan, Japonya,Romanya, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya tarafından imzalanan Montrö Sözleşmesi özetle şu hükümleri içeriyordu:

Taraflar, Boğazlar’da ticaret gemilerinin geçiş özgürlüğü ilkesini kabul ederler.
Barış zamanında, ticaret gemileri, gündüz ve gece, bayrak ve yük ne olursa olsun,
hiçbir formalite olmaksızın, Boğazlar’dan geçiş özgürlüğünden yararlanacaklardır.
Bu gemiler transit geçerlerken, Sözleşmede öngörülen vergilerden ve harçlardan başka, hiçbir vergi ya da harç ödemeyeceklerdir. Savaş zamanında, Türkiye savaşan taraf değilse, ticaret gemileri, bayrak ve yük ne olursa olsun, Boğazlar’dan geçiş özgürlüğünden yararlanacaklardır.

Savaş zamanında, Türkiye savaşan tarafsa Türkiye ile savaşta olan bir ülkeye bağlı olmayan ticaret gemileri, düşmana hiçbir biçimde yardım etmemek koşuluyla, Boğazlar’da geçiş özgürlüğünden yararlanacaklardır. Bu gemiler Boğazlar’a gündüz girecekler ve geçiş, her seferinde, Türk makamlarınca gösterilecek yoldan yapılacaktır.
Barış zamanında, hafif su üstü gemileri, küçük savaş gemileri ve yardımcı gemiler bayrakları ne olursa olsun, Boğazlar’dan geçiş özgürlüğünden yararlanacaklardır.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen sınıflara giren gemiler dışında kalan savaş gemilerinin ancak Sözleşmede öngörülen özel koşullar içinde geçiş hakları olacaktır.
Karadeniz’e kıyıdaş Devletler, Sözleşmede öngörülen tonajdan yüksek bir tonajda bulunan savaş gemilerini Boğazlar’dan geçirebilirler; ancak bu gemiler Boğazlar’ı ancak tek başlarına ve ençok iki torpido eşliğinde geçerler.
Karadeniz’e kıyıdaş Devletler, bu deniz dışında yaptırdıkları ya da satın aldıkları denizaltılarını, tezgaha koyuştan ya da satın alıştan Türkiye’ye vaktinde haber verilmişse, deniz üslerine katılmak üzere Boğazlar’dan geçirme hakkına
sahip olacaklardır.

Söz edilen Devletlerin denizaltıları, bu konuda Türkiye’ye ayrıntılı bilgiler vaktinde verilmek koşuluyla, bu deniz dışındaki tezgahlarda onarılmak üzere de Boğazlar’dan geçebileceklerdir. Gerek birinci gerek ikinci durumda, denizaltıların gündüz ve su üstünden gitmeleri ve Boğazlar’dan tek başlarına  geçmeleri gerekecektir.

Savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçmesi için, Türk Hükümetine diplomasi yoluyla
bir önbildirimde bulunulması gerekecektir. Bu önbildirimin olağan süresi sekiz gün olacaktır; ancak, Karadeniz kıyıdaşı olmayan Devletler için bu sürenin 15 güne çıkartılması öngörülmüştür.

Boğazlar’dan transit geçişte bulunabilecek bütün yabancı deniz kuvvetlerinin en yüksek toplam tonaji 15.000 tonu aşmayacaktır. Bununla birlikte, bu kuvvetler 9 gemiden çok gemi içermeyeceklerdir. Boğazlar’da transit olarak bulunan savaş gemileri, taşımakta olabilecekleri uçakları hiçbir durumda, kullanamayacaklardır. Karadeniz kıyıdaşı olmayan Devletlerin barış zamanında bu denizde bulundurabilecekleri toplam tonaj aşağıdaki gibi sınırlandırılmıştır.

Sözü geçen Devletlerin toplam tonaji 30.000 tonu aşmayacaktır; Karadeniz’in en güçlü donanmasının tonajı işbu Sözleşmenin imzalanması tarihinde bu denizde en güçlü olan donanmanın tonajini en az 10.000 ton aşarsa 30.000 tonluk toplam tonaj aynı ölçüde ve ençok 45.000 tona varıncaya değin arttırılacaktır.

Karadeniz’e kıyıdaş olmayan Devletlerden herhangi birinin bu denizde bulundurabileceği tonaj, yukarıdaki toplam tonajin üçte ikisiyle sınırlandırılmış  olacaktır.
Bununla birlikte, Karadeniz kıyıdaşı olmayan bir ya da birkaç Devlet, bu denize insancıl bir amaçla deniz kuvvetleri göndermek isterlerse, toplamı hiçbir varsayımda 8.000 tonu aşmaması gerekecek olan bu kuvvetler, Sözleşmede öngörülen önbildirime gerek duyulmaksızın, belirli koşullarda Karadeniz’e girebileceklerdir.

Karadeniz’de bulunmalarının amacı ne olursa olsun, kıyıdaş olmayan Devletlerin
savaş gemileri bu denizde 21 günden çok kalamayacaklardır.

Uluslararası Komisyon’un yetkileri Türkiye Cumhuriyeti’ne devredilmiştir.
Bu hükümlerin de gösterdiği gibi, Montrö Sözleşmesi Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenlik haklarını daha da geliştirmiştir.