Etiket arşivi: Merdan Yanardağ

Taliban şaşkınlığı!

authorMERDAN YANARDAĞ

Afganistan’ı Taliban’a hangi güç ve oryantalist bakış teslim ettiyse, Türkiye’yi de AKP’ye aynı güç ve zihniyet teslim etti. O güç başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerdir.

Taliban şaşkınlığı!

Afganistan ve Taliban konusunda sosyal medyada, bazı televizyon ve gazetelerde yapılan yorumlar ya bir cehalet ya da bilinçli bir çarpıtma içeriyor. Örneğin, ABD’nin Afganistan siyaseti ve küresel hegemonya hesapları ile Sovyetler Birliği’nin Afganistan demokratik yönetimine askeri yardımı bir ve aynı şey gibi anlatılıyor.

Afganistan, bir imparatorluk bakiyesi olan Türkiye’den görece daha geri olsa da neredeyse eş zamanlı bir aydınlanma ve modernleşme girişimini başlatmış bir ülkeydi. Reformcu Emanullah Han liderliğinde 1919 yılında Hindistan ve Pakistan’dan önce İngiliz sömürgeciliğinden koparak bağımsızlığını kazanan Afganistan, Kemalist devrimin yolundan giderek bir modernleşme denemesine girişecekti.

Revalpindi Antlaşması ile 8 Ağustos 1919’da bağımsızlığını kazanan Afganistan, 1921’de Sovyetler Birliği ve Türkiye ile dostluk, 1922’de İran’la saldırmazlık antlaşması yapacaktı. Daha önemlisi, 1921 Türkiye Anayasası’nı örnek alarak hazırlanan Afgan Anayasası, 1923’te yürürlüğe girecekti. Ancak 1928’de başlayan ve Hindistan’daki İngiliz sömürge yönetiminin de desteklediği gerici aşiret ayaklanmaları ile bu süreç kesintiye uğrayacaktı.
***
Modernleşme ve aydınlanma süreci kesintiye uğrasa da bütünüyle tasfiye edilemeyecek, çağı yakalama girişimi yavaş da olsa devam edecekti. Muhammed Davud Han 1973’te Muhammed Zahir Şah’ı devirerek monarşiye son verecek ve cumhuriyet ilan edecekti. Cumhuriyetin ilanı, solun da önünü açacak, birçok sosyalist aydın yönetimde görev alacaktı. Ancak, Davud Han, aşiretlerden gelen baskı nedeniyle 1975 yılında solcuları yönetimden uzaklaştırmak için sert önlemler almaya yönelecekti. Babrak Karmal ve Nur Muhammed Tereki gibi ileri gelen Afganistan Halk Partisi yöneticisi tutuklanarak hapse atılacaktı. Davud Han’ın bu politikası tepkilere neden olacak, aydınların ve ordunun desteğini kaybedecekti.

Marksist eğilimli Nur Muhammed Tereki liderliğindeki Afganistan Halk Partisi’nin öncülük ettiği devrimle 1978’de demokratik, laik ve halkçı bir rejim kurulacaktı. Hapisten çıkan Afaganistan Halk Partisi Genel Sekreteri Nur Muhammed Tereki, devlet başkanı olacaktı. Afganistan Halk Partisi, içinde marksistler de bulunmakla birlikte, esas itibarıyla ilerici, demokratik ve halkçı bir programa sahipti. Ülkenin adı Afganistan Demokratik Cumhuriyeti olarak değiştirildi. Laiklik ilan edilecek, anayasada ve yasalarda kadın-erkek eşitliğini sağlayan düzenlemeler yapılacak, radikal bir toprak reformu programı uygulanmaya başlanacaktı.
***
Afganistan’dan sonra 1979’da İran’da Şah rejiminin yıkılması, ABD ve Batı’yı endişelendirdi. Batı uygarlığı ya da kapitalist ülkelerde, sosyalist dünyaya karşı yürütülen mücadeleyi kaybetmeye başladıkları yolunda büyük bir endişe oluştu. Daha sonra ABD’yi yöneten egemen akım haline gelecek neo-con hareketin ideologları, bunu açıkça yazmaya, lokal nükleer savaşları da göze alan bir karşı saldırı siyasetini savunmaya başlayacaklardı.

Sovyetler Birliği’ni kuşatmak, ilerici dünyanın kazandığı mevzileri geri almak ve kapsamlı bir küresel karşı saldırı başlatmak için geliştirilen siyaset yürürlüğe kondu. İlk etapta, Latin Amerika’da Nikaragua, Honduras ve El Salvador’a karşı, Doğu’da ise Pakistan, İran ve Türkiye’ye yönelik karşı devrimci bir operasyon başlatıldı. Önce 1980 başında Pakistan’da Amerikancı bir darbe yapıldı. Afganistan Halk Partisi ile neredeyse aynı programa sahip olan, -yine Türkiye’nin 1923 laik devrimini izleyen- Pakistan Halk Partisi iktidarı yıkıldı. Parti lideri ve Başbakan Zülfükar Ali Butto idam edildi. Darbeci General Ziya-ül Hak Pakistan’da şeriat ilan etti.

Solun ve sınıf mücadelesinin yükseldiği, sadece yerel iktidarı değil, emperyalizmi de tehdit ettiği -biz pek farkında değildik- Türkiye’de de aynı yıl, 12 Eylül 1980’de General Kenan Evren liderliğinde askeri-faşist bir darbe yapıldı. Cunta da NATO’nun “Yeşil Kuşak” doktrini gereğince Türkiye’de siyasal İslamcı hareketlerin önünü açtı. AKP gerçekte bu sürecin bir ürünü ve sonucudur. Türkiye’deki darbe de küresel karşı saldırının bir parçasıydı. ABD Başkanı J. Carter bir röportajında, “Afganistan ve İran’dan sonra Türkiye’nin kaybedilmesini göze alamazdık” diyecekti.
***
Pakistan cuntası, CIA desteğiyle Afganistan sınırında medreseler kurarak, bu ülkede başlayan gerici aşiret isyanına destek vermeye başladı. Medreselerde yetişen talebeler, silahlandırılarak Afganistan’a saldırtıldı. Taliban (Talaban) medrese öğrencisi (talebe) demekti. Sovyetler Birliği ise, kapitalist-empearyalist blokun saldırısını doğru okuyamadı. Siyasal hedefi belirsiz, soyut ve anlamsız barış kampanyaları yürüttü. Batılı ülkelerdeki komünist ve sosyalist partiler, Regan yönetiminin “Yıldızlar Savaşı” siyasetine karşı, sadece “barış” dedi, başka da bir şey yapmadı.

ABD, Pakistan’daki islamo-faşist cunta aracılığıyla Afganistan toprak ağaları ve ruhban sınıfıyla işbirliği yaparak demokratik rejime saldırdı. CIA bu saldırıları doğrudan organize etti. Sovyetler Birliği, ABD ve Pakistan’ın saldırısına uğrayan Afganistan demokratik hükümetinin çağrısı ile bu ülkeye askeri destek verdi.
Sovyet askerleri, rejimi korumaya çalışan Afgan ordusu ve halk güçleriyle birlikte sadece gerici güçlerle değil, ABD ve Pakistan’a karşı da savaştı.

Ancak, Sovyetler Birliği’nde 1985’te iktidara gelen Gorbaçov, 1988’den itibaren Afganistan’dan Sovyet askerlerini geri çekti. Askerler, halkın katıldığı törenlerle ülkeyi terk etti. Yani ortada ne bir işgal ve ne de bir işgalci güç vardı. Demokratik Afganistan cumhuriyeti kendi gücüyle 1992’ye kadar direndi. Sovyet desteğini kaybeden ülke, sonunda ABD, Pakistan ve gerici aşiretler koalisyonuna yenildi. ABD ve Pakistan destekli İslamcı güçler demokratik rejimi yıkarak 1993 yılında şeriat ilan etti.

  • Özetle bugünün Afganistan, ABD ve Batı’nın ürünüdür. Sovyet desteği ile emperyalizmin arasındaki fark budur.

***
Batı’nın “ulus inşa” etmeye çalıştığı Afganistan’da 300 bin kişiden oluşan ve her türlü gelişkin silahla donatılan ordunun, 70 bin kişilik derme çatma Taliban güçlerine teslim olmasının arkasında da yine Batılı, oryantalist beyaz adam kafası vardır. Taliban, Kabil dahil bütün büyük kentlere neredeyse tek kurşun atmadan elini kolunu sallayarak girdi. Devlet hızla çözüldü. Ordu adeta buharlaştı. Yaşanan büyük şaşkınlığın altında da bu olgu yatıyor.

Neden böyle olduğu bir türlü anlaşılamıyor. Yıllardır eğitilen, ellerinde gelişkin silahlar bulunan, bir ordu ve devlet nasıl oldu da direnemedi? Direnemezlerdi! Çünkü kurulan ordu, iç dinamiklerden beslenen ulusal bir güç değil, emperyalizmin bir oluşumuydu. İşbirlikçilerin savunacakları bir vatanı olmaz. Nitekim olmadı da. ABD ve Batı, Taliban ile anlaşıp çekilmeye karar verince, devlet de ordu da çözüldü. Olay bundan ibarettir.

Son olarak belirtelim                      :

  • Afganistan’ı Taliban’a hangi güç ve oryantalist bakış (siyaset planlaması) teslim ettiyse, Türkiye’yi de AKP’ye aynı güç ve zihniyet teslim etti.
  • O güç başta ABD olmak üzere, emperyalizmdir. O zihniyet ise Batı’lı sömürgeci beyaz adam kafasıdır.

TELE1’e Verilen RTÜK Para Cezası İçin İMECE’ye Çağrı

Dostlar,

Bu yazı, kamuoyunu bilgilendirme
ve ivedi bir İMECE çağrısıdır;

RTÜK’ün TELE1’e verdiği para cezası nedeniyle..

23 Temmuz 2021 gecesi TELE1‘de Sn. Merdan Yanardağ‘ın konuğu olarak 5. Boyut Programına katıldık.
Yaklaşık 12 dk. içinde sorulan sorulara karşılık olarak AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sağlık durumunu irdeledik. Bilindiği gibi Erdoğan, AKP Genel Başkanı sıfatıyla partisine Kurban Bayramı iletisini sunarken, oturduğu yerde konuşması kesilmiş, uyuklamış hatta hafif bir horlama sesi de eklenmişti birkaç saniye. Bu görüntü AA tarafından canlı yayın olarak tüm ülkeye servis edildi.
Durum ciddi idi ve bir hekim olarak sorunu Türkiye gündemine taşımak istedik.
Konuşmamız sırasında da son derece özenli olduk ve sözcüklerimizi dikkatle seçtik. Örneğin;
– Sözlerimizin daha başında profesyonel tıbbi etik – meslek etiği bağlamında davranacağımızı vurguladık.
– Uzaktan tıbbi tanı koymadık; bunun gerekçesini de belirttik.
– Konuşurken uyuklamanın en hafif tıbbi tablo ile “sürmenaj” (ağır yorgunluk) olabileceğini, başkaca patolojilerin belirtisi olması bir yana, aşırı yorgunlukla da olsa bu durumun Erdoğan özelinde kabul edilemeyeceğini söyledik. 90 milyonluk dev bir ülkeyi TEK ADAM yetkisi ile yöneten, başkaca denge – denet olanaklarının olmadığı ucube bir rejimde ne yazık ki böylesi bir tablonun kaçınılmaz olduğunu ama çaresine bakılması gerektiğini belirttik..
– Söylediklerimizi Erdoğan’ın bezer davranışları dünya örnekleri ile destekledik.
– Hiçbir kişilik hakkını zedelemedik.
– Erdoğan’ın sağlığının ülkemizi yönetemeye elverip vermediğinin mutlaka bir sağlık kurulu kararına dayandırılması gerektiğini vurguladık. Kamuoyuna bu bağlamda bir rapor sunmasının Erdoğan için pek çok bakımdan bir yükümlülük, bizler için ise bunu istemenin hak olduğunu açıkladık..
***
Web sitemizde söylediklerimizi özetledik, konuşmamızın youtube kaydının erişkesini (linkini) de ekledik :
TELE1 TV Programımız : Erdoğan’ın Sağlık Durumu – Prof. Dr. Ahmet SALTIK

***
28 Temmuz 2021 günü TELE1’de, “4 Soru 4 Yanıt” programında Sn. Yanardağ’dan, RTÜK’ün bu konuşma nedeniyle para cezası uyguladığını öğrendik. Merdan bey, cezanın peşin ödendiğini, itirazın ardından yapılarak yargıya gidildiğini, uzayan – bıktırıcı yargısal süreçler yaşandığını belirtti bize. Bu kısa ve çarpıcı değerlendirme izlenmeli :

https://tele1.com.tr/merdan-yanardag-rtukun-tele1e-kestigi-uyuma-cezasini-degerlendirdi-440420/

İktidar, bilinçli bir baskı – sindirme politikası uyguluyor. Muhalefetin sesini tümüyle kesebilse, bu memleketi ne güzel idare edecek!

Yapılacak iş belli ve gerçekte basit :

  • Tüm uygar ülkelerde olduğu gibi, şaibeleri kesmek için Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı yapmaya sağlığını elverdiğini kanıtlayacak..
  • Bunu bir tıbbi kurul raporu ile kamuoyuna sunacak; hem de oyalanmadan.
  • Türk Tabipleri Birliği ve Tıpta Uzmanlık Derneklerinden birer uzman hekim bu süreçlerde gözlemci olarak bulunacak..

Tersine her davranış, 2006’dan bu yana 15 yıldır biriken ve artık saklanamayan sağlık sorunları bakımından kamuoyunda ciddi tedirginlik doğuracak. Bu bir ulusal güvenlik sorunudur ve şu ya da bu yöntemle örtülemez, savuşturulamaz, unutturulamaz : Sağlık Kurulu Raporu zorunlu!
***
TELE1’e kesilen ve itiraz edilmeden önce peşin ödenmesi gereken para cezası için bir İMECE daha gerçekleştirmek gerekiyor. Bu amaçla bir tweet iletisi paylaştık. 18 bini aşkın izleyicimiz bu iletiyi gördü.. Ancak akçalı katkı, ceza tutarına (26 bin TL) hala erişemedi…

Tüm yurtseverleri, TELE1’e kesilen hukuksuz para cezasını karşılamak üzere İMECE’ye çağırıyoruz.

Gerekli bilgiler üstteki tweet iletisinde.

Sevgi ve saygı ile. 29 Temmuz 2021, Ankara (güncelleme: 02.08.2021, 17:19)

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

 

 

İktidar her an çözülebilir!

authorMERDAN YANARDAĞ

Saray’da panik havası hâkim. Erdoğan-AKP iktidarı şaşırtıcı bir hızla çözülerek hiç beklenmedik bir anda çökebilir. Çünkü böyle bir iktidarı sürdürebilmenin artık hiçbir tarihsel, maddi ve kültürel dayanağı bulunmuyor.

İktidar her an çözülebilir!

Ülke hızla daha öncekilerden farklı bir kaotik ortama sürükleniyor. Belirsizlik, endişe ve gelecek kaygısı giderek toplumun her kesimini kuşatıyor. Toplumsal anksiyete dönemin karakteristik özelliği haline geliyor. Tedirginlik, her şeye kuşkuyla bakma hali, her an, her şeyin olabileceğine ilişkin inancın yayılmasına yol açıyor.

Akdeniz ve Ege kıyılarını boydan boya saran orman yangınlarının “sabotaj” olduğu konusunda neredeyse genel bir kabul oluşmuş durumda. Dahası, bu yangınları Kürtlerin çıkardığına ilişkin inanç, toplumun kılcal damarlarında, ülkenin karanlık alanlarında tahminimizin ötesinde bir hızla yayılıyor.
Türkiye’de siyasal mimari öylesine kırılgan hale geldi, toplumsal doku öylesine bozuldu ki gerçekten her an her şeyin olabileceği bir iklim oluştu. Öyle ki uzaylılar gelse ve “işleri biz toparlayacağız” dese, kimse şaşırmayacak. Türkiye’nin bütün Akdeniz ve Ege şeridini içine alan orman yangınlarının iktidarı böyle derinden sarsmasının nedeni budur.

Ülke bıçak sırtında bir yolculuk yapıyor. AKP iktidarı aniden çökebilir. İslamcı hareketin örgütsel dokusu hızla çözülebilir. AKP, İslamcı hareketin geleneksel tabanına doğru daralarak, yeniden marjinal bir siyasi hareket haline gelebilir.

Yukarıda çizilen tabloya karşın iktidarı elinde tutmayı sürdüren AKP, gerçekte yolun sonuna gelmiş olduğunu görüyor. Ancak, iktidarı bırakmaya hiç niyeti olmadığını her eylemi ile ortaya koyuyor. Siyasal ömrünü uzatmaya, şerri bir rejimin kuruluşunu tamamlayarak “bin yıl” iktidarda kalmaya çalışıyor.

Toplumsal anksiyetenin giderek siyasal bir panik atak halini almaya başlamasının maddi nedenleri bulunuyor. Çünkü siyasal İslamcı hareketin bir iç savaşı bile göze aldığı, dahası bu yönde hazırlıklar yaptığı görülüyor. Afganistan ve Suriye’den sığınmacıların içinde eriyen cihatçıların böyle bir hazırlığın parçası olduğu bilgisinin neredeyse kesinleştiği anlaşılıyor.

SİYASAL İSLAM’IN İFLASI

Siyasal İslam, bütün hizipleri ve eğilimleriyle hem dünyada hem de bölgede yüz kızartıcı bir iflas yaşıyor. Bütün tezleri çöken, temel iddiaları yaşam tarafından yanlışlanan İslamcıların, Türkiye’de başarılı olmaları için bir neden bulunmuyor. Türkiye’de halen iktidarda olmalarının nedenini ise muhalefette, hatta solda aramak gerekiyor. Çünkü iktidarı almaya hazır ve istekli bir hareket olmadığı sürece kendiliğinden bir siyasal değişikliğin mümkün olmadığını bilmek gerekiyor.

Erdoğan-AKP iktidarının yarattığı en büyük hayal kırıklığı, hem İslamcı hem de demokrat olunabileceği varsayımını dramatik bir şekilde yanlışlamış olmasında yatıyor.

  • İslamcılar, belki de sonsuza kadar bir daha iktidar olamayacakları bir tarihsel döneme giriyor.

Dolayısıyla, AKP ve siyasal İslamcı hareket, iktidar oldukları gibi muhalefet de olabilecekleri “demokratik” bir sistem üzerinde uzlaşmak ve böylece kendi geleceklerini de garanti altına almak yerine, “kutlu dava” için, yani sonsuza kadar iktidarda kalma hesabıyla totaliter bir rejim kurdu. Bütün dünyaya yalan söyledikleri ortaya çıktı. Bu nedenle Saray’da bir panik olduğunu, Erdoğan’ın çevresinin hızla boşaldığını, nitelikli kadroların kendilerinden uzaklaştığı bir süreç başladı.

TARİHSEL TEZLERİ ÇÖKTÜ

Türkiye gericiliği, Cumhuriyetin (esas olarak laik niteliğinin) tasfiye edilmesi ve ılımlı da olsa İslami bir rejimin kurulması isteminin ideolojik ve tarihsel gerekçesi, Müslüman toplumlardaki Batı tipi modernleşme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlandığı varsayımına dayandırıyor.

Muhafazakâr-dinci tarih anlayışının temelini oluşturan bu hipotez, bir dönem ABD ve Batı’da da büyük ölçüde benimsenmiş görünüyordu. Dolayısıyla bu yaklaşımın oryantalist bir tarih tezi olduğunu ve sömürgeciler tarafından geliştirildiğini saptamak gerekiyor. Dolayısıyla bu hipotezi tartışmak, aslında emperyalizmle mücadele etmek ve Batılı beyaz adamın ideolojisiyle tartışmak anlamına geliyor.

Çünkü sözüm ona İslam dünyasının tarihine, kültürüne ve toplumsal dokusuna özgü, ama gerçekte Batı ile uyumlu yeni bir kalkınma ve uygarlık modelinin oluşturulması tezi, gerçekte emperyalist bir tezdir. Batılı beyaz adamın tarih anlayışına dayanır. Avrupa ve ABD de akademik ve siyasi çevrelerde 17-18. yüzyıldan beri ileri sürülen bir yaklaşımdır. İlginç bir şekilde bu emperyalist tez ile İslamcıların cumhuriyet eleştirisi aynı gerekçeye dayanır.

Batılı stratejist ve siyaset yapıcıları, Doğu’da geçen yüzyılın başlarında gerçekleşen ulusal (burjuva) devrimleri ve sosyalizm deneyimleriyle gelişen aydınlanma ve modernleşme süreçlerinin yarattığı bağımsızlıkçı anlayışı, tasfiye etmek istiyor.

Sosyalist devrimlerin de sonuçları itibarıyla Marksist yoldan birer aydınlanma ve devrimi olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü uçsuz bucaksız Asya steplerinde yaşayan halkları, derin Çin coğrafyasının toplumlarını ortaçağdan, hatta yer yer takılıp kaldıkları komünal dönemden alıp 20. yüzyıla taşıyan tarihsel atılımı sosyalist devrimler gerçekleşmiştir.

Bu bağımsızlıkçı-ulusalcı duyarlılığı yüksek toplumlar ve devletlerin, şu ya da bu ölçüde emperyalizmin hareket alanını sınırladığı, en azından onu işbirliğine zorladığı, küresel sermayenin serbest dolaşımının önünde engeller çıkardığı gerçektir. Özetle; emperyalizmin hareket alanını daraltan bir işlev görmektedir.

ILIMLI-RADİKAL İSLAM AÇMAZI

Ilımlı İslamcılık kavramı ve bu kavrama uygun bir model ülke oluşturma stratejisi, yukarıda ifade edilen fikri arka planın ürünüydü. Model ülkenin Türkiye olabileceği düşünülmüştü. İşte AKP’yi kuran kadro bu arayışı gördü ve bu projenin, deyim uygunsa “ben hazırım” dedi ve üzerine atladı. Erbakan’ın “Milli Görüş” hareketini terk etmelerinin nedeni buydu.

İkiyüzlülüğe, yalana ve hileye dayalı (takiye) siyaset tarzının sağladığı manevra yeteneğiyle, önce emperyalistlerin hizmetini görüp, güçlenince de kendi programlarını uygulamayı düşünüyorlardı. Emperyalist odakların ise tek şartı vardı; ABD ve Batı ile ilişkileri bozmayacak nitelikte hükümetlerin işbaşına gelmesini sağlamak… Sorun da burada çıktı.

Batı, ılımlı ve radikal siyasal İslamcılık arasındaki diyalektiği anlayamamış, bu iki akımın bir biriyle etkileşimini görememiş ve her iki akımın aynı teolojik temelden beslendiği gerçeğini ıskalamıştır. Örneğin, IŞİD’in Irak ve Suriye’deki medreselerinde uygulanan müfredat (verilen eğitim, kaynaklar ve kullanılan kitaplar) ile Türkiye’de imam hatip okullarında verilen eğitimin ve referans alanlarının aynı olduğu görülememişti.

YENİ ORYANTALİZM

Yeni oryantalist ideologlara ve politikacılara göre, Müslüman toplumlar laik ülke olma hedefini bir yana bırakmalıdır. Bu hedef gerçekleşemeyecek bir rüyadır. Batıya özgüdür. Doğu’da ancak yumuşatılmış, radikalizm ve Batı düşmanlığından arındırılmış, en fazla sandığa dayalı bir İslami rejimi kurulabilir, daha fazlası değil.

Bu yaklaşıma göre, demokrasi ve laiklik Batı kültürünün ürünüydü. Bu tutum tam anlamıyla, dünyayı yağmalayan ve onu bir enkaz haline getiren, bütün zenginlikleri Kuzey Atlantik (Batı da diyebiliriz) havzasında toplayan beyaz adamın vahşi ideolojisiydi. BOP tam olarak bu anlama geliyordu. Kadere bakın ki kendilerini milli ve yerli sanan İslamcılar, bu projenin üstüne atladı. İşte şimdi Güney’in yoksulları, yıkılan ve enkaza çevrilen ülkelerinden kafileler halinde dünyanın Kuzeyine akıyor.

Yazının başına dönersek; Erdoğan-AKP iktidarı şaşırtıcı bir hızla çözülerek, hiç beklenmedik bir anda aniden çökebilir. Çünkü böyle bir iktidarı sürdürebilmenin artık hiçbir tarihsel, maddi ve kültürel dayanağı bulunmuyor. Bu nedenle her geçen gün daha fazla zor aygıtları devreye sokuluyor.

Mülteciler ve sol

authorMERDAN YANARDAĞ

AKP iktidarı Suriye ve Afganistan’dan askerlerini çekmeli, Türkiye işgalin bir parçası olmaktan çıkmalıdır. Ardından yapılması gereken savaş mağduru, yoksul ve çaresiz mültecilerin insanca yaşama koşullarına kavuşturulmasıdır.

ABD ve Batı, Afganistan’ı bir enkaza çevirdikten, dahası adeta taş devrine iade ettikten sonra o acılı topraklardan çekiliyorlar. Yerel halkı, kanlı bir boğazlaşmanın içine iterek hem de.. Ortada ne bir Afgan ulusu var, ne de modern anlamda bir devlet. Önümüzde bir aşiretler ve kabileler düzeni bulunuyor. İlkel ve vahşi ortam.

Bugün, dünyadan neredeyse 500 yıl geride olan bir ülke kaldı. AKP iktidarı da bu enkazdan sorumlu. ABD’nin işgalinden sonra, Pentagon öncülüğünde oluşturulan NATO Görev Gücü’nde Erdoğan yönetiminin kararıyla Türk askerleri de yer aldı. Yani AKP iktidarı işgalci güçlerin siyasal bileşenlerinden biri. Afgan toplumunun yıkımından 1. derecede olmasa bile sorumlu.

Tablo açık; Suriyeli mültecilerden sonra şimdi de akın akın Afganistanlılar Türkiye’ye geliyor. Ülkemizde mülteci nüfusu 6 milyon sınırını aşmış durumda. Buna karşı bir entegrasyon ve iskan programı yok. Mültecilerin barınması, beslenmesi, eğitimi, dil öğretilmesi ve belli bir program doğrultusunda bütün sosyal haklarıyla birlikte istihdam edilerek üretici olmalarının sağlanması için kayda değer hiçbir plan, proje ve program bulunmuyor. Adeta “saldım çayıra” durumu var.

  • AKP iktidarı mültecileri AB ve ABD ile ilişkilerinde kirli bir pazarlık için kullanıyor.

Batı ile ilişkilerinde elindeki yegane koz şu anda mülteciler. İktidar, yüz kızartıcı bir şekilde “sınırları açarım” tehdidiyle Batı’dan para sızdırmaya çalışıyor. Ortada tam bir ahlaksızlık, insanlığa karşı işlenen bir suç var.

Diğer taraftan, kendi kaderine terk edilen mülteciler, kaçınılmaz olarak bir yeraltı ekonomisi oluşturuyor, suç çeteleri üretiyor, kadınlar fuhuş mafyasının eline düşüyor, çocuklar istismar ediliyor. Ortada büyük bir insanlık dramı var.

HÜMANİST AKP İSLAMCILARI!

Bütün bunlar içimizi acıtan birer olgu. Ancak, ortada başka gerçekler de var;

  • AKP iktidarının kirli ve sinsi siyasal hesapları
  • Ülkenin demografik yapısı değiştirilmeye,
    – gericiliğin sosyal tabanı genişletilmeye ve
    – olası bir iç çatışmada kolayca harcanacak, -Osmanlı ordusunda “Azaplar” denilen türden- feda edilecek vurucu-cihatçı güçler için bir havuz oluşturulmaya çalışılıyor.
    Bu durum dikkatli bir bakışla kolayca görülebiliyor.

Sınırlar elek gibi, kontrolsüz şekilde kolayca geçiş yapılabiliyor… Uludere’de (Roboski’de) gökyüzünden çekilen görüntülerden hareketle “terörist” diye kendi vatandaşlarını vuran iktidar, gelenlerin kimliğine bile bakmıyor. İnsanlar adeta ellerini kollarını sallaya sallaya geçiyor sınırı. Gelenlerin niyeti, amacı belirsiz. Aralarında kadın, çocuk, yaşlı yok. Arkadan gelecekler deniyor, ama böyle bir işaret de yok. Genç ve sağlıklı erkekler geliyor.

Bu durum ister istemez bazı kuşkular yaratıyor.

Ayrıca, insan hak ve özgürlükleri konusunda gerici-faşizan bir tutuma sahip olan AKP ve siyasal İslamcıların birden bire mülteci haklarının savunucusu kesilmeleri hiç inandırıcı değildir. Bu ikiyüzlülük, söz konusu kuşkuları artırmak için yeterli bir neden olarak önümüzde duruyor.

  • İslamcıların özellikle Aleviler, Balkanlardan gelen ve görece aydınlanmış yapılarıyla Türkiye’nin ilerici nüfus potansiyelini oluşturan Rumelili Türkler ile diğer inanç grupları karşısındaki tutumu, gerici olmaktan da öte ırkçıdır. Ama onlar şimdi Afgan ve Suriyeli Vehabi-Selefi inanç tabanlı mülteciler konusunda çok insancıllar, öyle mi?

SOL MÜLTECİLERİ ELEŞTİREMEZ Mİ?

Ancak, sol adına, mülteciler sorununa ilişkin kimi kuşkuların üzerini örtmek ve eleştirilerin geri çekilmesini savunmak büyük ve vahim yanlıştır. Kimsenin bizi siyasi “salak” yerine koymasına izin verilmemelidir.

Birçok sınır komşusu bulunmasına karşın, İran üzerinden geçip Türkiye’ye gelen Afganistanlı genç, sağlıklı erkeklere, “zavallı savaş mağdurları” diye bakmak siyasi saflıktır. Bu göçün bir SADAT organizasyonu olduğuna ilişkin ciddi kuşkular vardır.

Yoksulluğun yayıldığı, gelir adaletsizliğinin derinleştiği ve kendi kendisini besleme yeteneğini bile neredeyse kaybetmenin eşiğine gelmiş bir toplumun, 6 milyonu aşkın bir mülteci kitlesini barındırması mümkün değildir. Bir entegrasyon ve iskan programı da olmadığı için topluluklar halinde yaşayan, gettolar oluşturan mülteciler, kendi yerel ve gerici kültürlerini ve ideolojilerini yeniden üretmektedir. Derin bir yabancılaşma ve düşmanlık psikolojisini mayalayan bu durum toplumsal barışı ve huzuru ciddi ölçekte tehdit etmektedir.

Durum böyle olunca, Türkiye’de toplumun bir kesimi mültecileri kendi yaşam tarzları, kültürleri ve laiklik bakımından bir tehdit olarak görmektedir. Daha büyük bir kesimi ise mültecileri kendi aşına ve işine ortak olmaya çalışan yabancılar olarak değerlendirmekte, tepki göstermektedir.

Bu nedenle, mülteciler konusu hassas bir tartışmadır. Öyle, peşin şekilde her eleştireni “ırkçılıkla” suçlamak, melo-dramatik (romantik değil) dayanışma nutukları atmak kolaycılıktır. İnsancıl olmalıyız, ama siyasal aptallar da değiliz.

TÜRKİYE ÇEKİLMELİ, BM DEVREYE GİRMELİDİR

Öncelikle belirtelim; AKP iktidarı, Suriye ve Afganistan’dan askerlerini çekmeli, Türkiye işgalin bir parçası olmaktan çıkmalıdır. Asıl tutum, bu talebi yükseltmek olmalıdır. Ardından yapılması gereken şey, savaş mağduru, yoksul ve çaresiz mültecilerin barınmasını, beslenmesi, eğitimini sağlayarak insanca yaşama koşullarına kavuşturulmasıdır. Bu insanların ırkçı saldırılardan korunması için mücadele edilmelidir.

Türkiye mülteciler için BM’ye başvurarak birlikte bir insani program oluşturmalıdır. Barınma, eğitim, sağlık ve iş koşullarının oluşturulması gereklidir. Mülteciler insanca bir çalışma ortamında üretim süreçlerine kazanılmalı ve tüketici olmaktan çıkmaları sağlanmalıdır. Suriye ve Afganistan’dan bütün yabancı güçlerin çekilmesi sağlanmalı, bu ülkelerde barış, istikrar için bir onarım programı uygulanmalıdır. Yük, uluslararası toplum tarafından paylaşılmalıdır.

  • Afganistan’da Taliban iktidarının engellenmesi için demokratik bir uluslararası dayanışma hareketi başlatılmalıdır.

Bu gelişmelere bağlı olarak, mültecilerin kendi ülkelerine gönüllü olarak dönmeleri teşvik edilmeli, en azından büyük bölümünün dönüşü sağlanmalıdır.

  • AKP iktidarının, mülteci nüfusu kendi gerici-faşizan politikalarının maddi gücü haline getirmesi konusunda uyanık olunmalıdır.

Böyle bir girişim karşısında toplum da bilgilendirilerek engellenmelidir. Bu nedenle, Afgan ve Suriyeli mültecilere ilişkin her eleştirel tutum takınana karşı “ırkçı” ya da en hafifinden “ulusalcı” gibi suçlamalardan vaz geçilmelidir. Bu arada belirtelim; solcular için pek “ırkçı” denemeyeceği ya da bu suçlama tutmayacağı için, genellikle “ulusalcı” yaftası kullanılıyor. Bu ucuz yaklaşıma da hiç gerek bulunmuyor.

Erdoğan’ın Hastalığı haberi yayılıyor..

Dostlar,

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın hastalığı hakkında dün, 24 Temmuz 2021 akşamı TELE1 TV’de 5. Boyut programında Sn. Merdan Yanardağ‘a yaptığımız açıklamaların yankıları sürüyor. TELE1, bu gün öğleden sonra programın bütününü yeniden yayınladı.

Haber çok geniş yankı uyandırdı özellikle sosyal medya hesaplarında..

Youtube’da doğrudan TELE1 haber programı tıklanarak izleme 400 bini geçti.

SÖZCÜ Gazetesi sanal (internet) ya da fiziksel ortamda yer vermedi.
Sn. Uğur Dündar ve Sn. Yılmaz Özdil‘in bilgilerine sunup, “yer verilecek mi?” diye sormamıza karşın yanıt alamadık.

Bu gün, muhalifyazar.com sitesi, Cumhuriyet Gazetesi portalını kaynak göstererek
(Prof. Dr. Ahmet Saltık’tan dikkat çeken iddia: Erdoğan’ın hastalığı ne? – Prof. Dr. Ahmet SALTIK) alıntıladı haberi.

https://muhalifyazar.com/yazi/prof-dr-ahmet-saltiktan-dikkat-ceken-iddia-erdoganin-hastaligi-ne.html

https://www.or6.net/prof-dr-ahmet-saltiktan-dikkat-ceken-iddia-erdoganin-hastaligi-ne/

Bir de aşağıdaki adreste habere rastladık :
https://m.facebook.com/yenigastecom/posts/1753528018168166?locale2=ne_NP

Yandaş basında, beklendiği üzere, “tek tık” henüz yok..
Resmi kanallardan herhangi bir açıklama da yok..

Sevgi ve saygı ile. 25 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 

 

TELE1 TV Programımız : Erdoğan’ın Sağlık Durumu

Dostlar,

23 Temmuz 2021 Cuma günü akşam 21:00’de TELE1‘de olacağız.. / OLDUK..

Kanalın Genel yayın Yönetmeni Sn. Dr. Merdan Yanardağ‘ın BEŞİNCİ BOYUT programına katılacağız.. / KATILDIK.. 

Konumuz, AKP Gn. Bşk. ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sağlık durumu..

Düşüncelerimizi kapsamlı olarak sunduk. Youtube erişkesi (linki) bize ulaştığında burada paylaşacağız.. Konuşmamızın 10 dakikalık bir bölümü : https://youtu.be/IXoaAM4oftY

***
İsviçreli Doktor Hakkı Açıkalın: Erdoğan epilepsi hastasıdır :
…….

‘ERDOĞAN EPİLEPSİ OLMASINA GÜVENİYOR’

“Erdoğan aslında bugün birazda epilepsi olmasına güveniyor çünkü yarın ülkede bir şeyler değişirde Erdoğan’a yargılama yolu açılırsa, Erdoğan kendisini Epilepsi hastası olmasına dayandırarak savunacak” diyen Açıkalın, Epilepsi hastalığı kanıtlanmış bir kişinin yargı önünde cezalandırılmasının zor olduğunu söyledi.

İsviçreli Doktor Açıkalın: Erdoğan epilepsi hastasıdır – TurkIsh Forum (turkishnews.com)

PDF : Erdogan_epilepsi_hastasidir_Isvicreli_Doktor_Acıkalin
***
Washington Post, 11 mayıs 2021                     :
……
The White House has said more up-to-date information will be released “soon” and, when pressed, said he would do so by the end of the year.

“The President is planning to have a checkup later this year, and the results will be released to the public,” White House spokesman Andrew Bates said.

White House press secretary Jen Psaki has said Biden would “absolutely” be getting a comprehensive health report and releasing it. When asked during three briefings over the past six weeks, she has not said when Biden would schedule his appointment.
….

“I don’t have an update at this moment, but certainly when he has his next medical appointment, we will be transparent about that and provide that information to all of you,” Psaki said on Friday.

None of Biden’s immediate predecessors had released physical results by this point in their presidencies. Biden, 78, vowed as a candidate to be “totally transparent in terms of my health.”

Stuart Jay Olshansky, a professor of public health at the University of Illinois at Chicago who analyzes the longevity of presidents, said he thinks the public should want to know “how our No. 1 employee is doing.” (https://www.washingtonpost.com/politics/biden-health/2021/05/10/a880e38c-af6a-11eb-ab4c-986555a1c511_story.html)

Fransa’da durum : 6 ayda bir Elysee sarayından cumhurbaşkanın sağlık bilgileri kamuya açıklanıyor. Klinik muayene, analizler, nöroloji ve kardiyoloji konsültasyonu.
****
Ülkemizi post-modern sultan yetkileriyle TEK ADAM olarak yöneten AKP’li Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, sakıncalı dedikoduları gidermek için sağlık durumu hakkında bir tıbbi raporu kamuoyu ile paylaşmalıdır. Tam donanımlı bir kamu üniversite hastanesinden kurul raporu almalıdır. Bu rapor sürecine TTB (Türk Tabipleri Birliği) adına ve Tıpta Uzmanlık Dernekleri Birliği adına birer uzman hekim de gözlemci olarak katılmalıdır.

Böylesi bir rapor her yıl düzenli olmalı, gelenekleşmelidir Demokratik hukuk devletinde.

Erdoğan, Kurban bayramı iletisini camdan (prompter) okurken birkaç saniye uyuklamış,  zorlukla bitirebilmiştir. Çekim, Kaçak Sarayda (Külliye!) yapılmış ve resmen servis edilmiştir. Bu olay ilk değildir. Kısa süre önce Ukrayna Devlet Başkanı ile ortak basın açıklamasında da uyuklamış muhatabınca kürsüye vurularak dinlemeye – uyanmaya zorlanmıştır.

Aşırı yorgunluk (sürmenaj) ya da tükenme sendromu da olsa Ülkemizin geleceği için kabul edilemez. Kaldı ki, ucube ve siyasal tarihte örneği – benzeri olmayan bir uyduruk CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİTEMİNDE başka ne beklenebilir??
Tek 1 kişinin olağanüstü geniş – kapsamlı – çooooooooooooooook uzun bir görev – yetki – sorumluluk listesi karşısında biyonik adam verimi sağlaması düşünülemez.

Bu ağır patolojinin kök nedeni, AKP = RTE dayatması hastalıklı yönetim biçimidir.

AKP = RTE‘nin sağlık sorunları bunlarla da bitmiyor… Birkaç yıl önce, Başbakan iken, bir kolon kanseri operasyonu geçirdi, sonuç hakkında hiçbir bilgi verilmedi kamuoyuna.

Seçim öncesi konuşmalarında yer – zaman yönelimi (oryantasyonu) bakımından ürkütücü örnekler görüldü. Örn. İsparta’da Süleyman Demirel Üniversitesini kendilerinin açtığını söyledi, oysa açılışı 1992 idi! Bir yerde daha…  Adnan Menderes havaalanı.. Onu da Erdoğan tuhaf biçimde sahiplenmiş (!?) ve “biz yaptık” diyebilmişti! Oysa gerçek değildi, kendi iktidara gelmeden yıllar önce o havalimanı hizmete girmişti (17 Kasım 1987). Oysa her 2 örnekte de o kurumlar – tesisler  AKP iktidarından önce (3 Kasım 2002) kurulmuştu.

Bir başkası, 24 Mart 2021 günü Rize’de yaşandı. Kovit-19 salgını son derece ağır seyrederken, Rize’de AKP il kongresinde kendi deyimi ile “lebalep” kalabalığı görünce, ağzı kulaklarına varana dek büyük mutlulukla güldü. Oysa o gün ülkemizde 146 “resmi” (indirimli!) Kovit-19 ölümü vardı. Benzer tutum, izleyen Ankara Arena kapalı salon parti kongresinde de yaşandı.

Bu tablolar, aşırı yorgunluk – sürmenaj – tükenme sendromunun ötesinde, bir EMPATİ EKSİKLİĞİ – YOKSUNLUĞU olarak nitelenebilir ve o ülke – halk için büyük talihsizliktir.

2006’da Başbakan iken geçirdiği krizde Ankara Güven Hastanesine zor yetiştirilmiş, zırhı aracın kapıları açılamamış, özel dirençli kurşun geçirmez camlar ancak balyozla kırılabilmişti. O gün Güven Hastanesi resmi kayıtlarında neler vardır? Başbakan Erdoğan’ı gören Nöroloji Uzmanı Dr. Sümer Güllap, bir süre sonra, 42 yaşında gripten ölmüştür!? Otopsi raporu??
***
Erdoğan’ın Kurban bayramı iletisini okurken canlı yayında uyuklaması pek çok değişik tıbbi soruna ikincil (bağlı) olabilir. Aşırı yorgunluk – uykusuzluk (sürmenaj), tükenme sendromu, düzenlen(e)meyen Diyabet, kalp ritm bozuklukları, beyin hastalıkları (örn. geçici iskemik atak – TIA), temporal epilepsi (bir sara türü). Kuşkusuz uzaktan tanı konamaz. Hekim muayenesi ve laboratuvar incelemeleri ile kanıta dayalı olarak tıbbi tanı konur, sağaltım (tedavi) yapılır.

Bunların hiçbiri ayıp değildir, doğaldır, insanidir.
Ancak CUMHUIRBAŞKANLIĞI görevini yürütmesine engel olmamalıdır. İşte bu bilimsel tıbbi kanaat raporudur yıllık olarak AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kamuoyuna sunması gereken. Erdoğan Şubat 1954 doğumlu ve 67 yaşındadır. Devlet memurları emeklilik yaşı 65’tir. Noterler, 65+ yaşta gerek duyarlarsa hekim raporu isterler. Devlet Memuru olabilmek için 657 s. yasanın 48. maddesi gereği Tıbbi Kurul Raporu istenir. Kamu, çalışanlarından gerektiğinde böylesi bir raporu isteyebilir.

TBMM Başkanı, Hukuk Profesörü Sn. M. Şentop Erdoğan’dan, Ulus adına böyle bir rapor isteyebilir mi? Çağrımızdır kendisine, lütfen istesinler.. Ne var ki ucube TEK ADAM REJİMİ / ŞAHSIM DEVLETİ akıldışılığı – hukuk dışılığı bu beklentiyi boşa çıkarıyor.

Muhalefetin istemini dinler mi Erdoğan?
Kamuoyu sistemli istemde bulunabilir mi, hangi örgütlülük ve önderlikle?

Bunlara gerek yok; sorun Erdoğan için etik – moral – politik – insani… sorumluluktur. Halkın BİLME HAKKI söz konusudur İnsanb Haklarına saygılı bir demokratik hukuk devletinde (Anayasa md.2).

Erdoğan, Anayasa md. 20’ye, özel yaşamın gizliliği gerekçesine de sığınamaz, sığınmamalıdır.

İleride yargılanacak olursa, “Epileptik hasta” tanısı alıp TCK md.32’nin ardına kaçmayı da düşünmemelidir. Hukukun en genel ilkelerinden biri İYİNİYET – DÜSÜRÜSTLÜKTÜR; tersine hukuksal sonuç bağlanamaz; Erdoğan’a bu bağlamda hukuksal çıkış yoktur.

Erdoğan’ın ileri derecede “narsisistik kişilikli” olduğu su götürmez bir gerçekliktir. Bu tür kişilik toplumda ender değildir. Geçmişte Erdoğan için “narsisistik kişilik bozukluğu” diyen bir uzman hekim, Cumhurbaşkanına hakaretten 11 ay hapis cezası almıştır. Savcının iddianamesi traji-komiktir :”…. kişilik bı-ozukluğu.. demek suretiyle..” Oysa bu tıbbi antitenin uluslararası adı ve ICD-X kodu aynen budur. Burada “bozukluk” sözcüğü günlük diledeki anlamında olmayıp teknik içerikli ve İngilizce “Disorder” karşılığıdır. Erdoğan’ın ölçüsüz kibiri bu zemindedir.

Sonuç olarak, hiçbir şey ama hiçbir şey, Erdoğan’ın beklentileri…. Türkiye’nin ülkesi ve ulusu ile bölünmez bütünlüğünden daha değerli değildir.

Erdoğan bu tıbbi raporu dürüstçe kamuoyuna sunmalıdır.
Sağlığı görevine engelse, uygarca bırakmalıdır.

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 23 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

Cumhuriyet TV : (226) Prof. Dr. Ahmet Saltık açıkladı: Erdoğan’ın hastalığı ortaya çıktı – YouTube

https://www.krttv.com.tr/gundem/unlu-profesor-cumhurbaskani-erdogan-in-hastaligini-canli-h86171.html 

https://www.egehaber.com/cumhurbaskani-erdoganin-hastaligi-hakkinda-prof-dr-altugdan-flas-aciklama-415378/

 

İç savaş!

author

MERDAN YANARDAĞ
BİRGÜN, 2021.07.11
https://www.birgun.net/haber/ic-savas-351380

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

  • AKP iktidarından kurtulmak için ideolojik mücadele yaşamsal bir önem kazanmıştır.
  • Öznel koşulları yaratmak ise hiç olmadığı kadar bizim ellerimizde.

Sedat Peker’in 8 Temmuz 2021 akşamı sosyal medya üzerinden yaptığı bir dizi yeni açıklama, siyasal bakımdan belki de bugüne kadar ortaya attığı iddialar arasında en önemli olanıydı. Bunun nedenleri üzerinde duracağım. Ama önce, derin devlet yapılanmasında zaman zaman bazı görevler aldığı ve bu yapılanmayı tanıdığı anlaşılan Peker’in ne söylediğini anımsayalım.

Peker, Fethullahçı çetenin 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sırasında İstanbul’da Özel Harp Dairesi’ne ait olduğu sanılan kayıt dışı silahların AKP’lilere dağıtıldığını belirtiyor.

  • Üstelik isim, yer, tarih ve araç plakalarını vererek yapıyor bunu.
  • Silahların verildiği AKP gençlik kolları yöneticilerin adlarını sayıyor.

Nitekim adı geçen ve aynı zamanda İçişleri Bakanlığı görevlisi olduğu açıklanan bir kişi, olayı doğruluyor. Sadece AKP’lilere dağıtılan sandıklarda “silah olup olmadığını bilmiyordum” diyor.

Peker’in yeni açıklamalarının çok önemli bir başka yanı ise, silah dağıtımının 15 Temmuz sonrasında da devam ettiğini söylemesi oluyor. Dağıtılan silahların, hem yakın çatışma hem de muharebe silahı özelliği taşıyan ünlü Kalaşnikof türünde / markasında olduğunu belirtiyor. Şurası açık ki; 15 Temmuz ve sonrasında, eğer İstanbul’un Esenyurt ve Balat semtlerinde AKP gençlik kolları yöneticileri ve siyasal İslamcılara sandık sandık silah dağıtılmışsa, başka semtlerde ve kentlerde de aynı şeyin yapılmış olduğunu tahmin edebiliriz.

NEDEN ÖNEMLİ?

Peker’in bugüne kadar ortaya attığı iddiaların büyük ölçüde doğrulandığı anımsanırsa,

son açıklamasını ciddiye almamak için bir neden bulunmuyor. Bu anlamda, Peker’in yeni açıklamaları aşağıda sayacağım nedenlerle büyük önem taşıyor:

1-AKP iktidarı, başarısız 15 Temmuz darbesinin yarattığı kaos ortamını da bir fırsata çevirerek, bir yandan rejim değişiklikleri ve laikliğin tasfiyesi yolunda dev adımlar atarken, diğer yandan da ciddi düzeyde iç savaş hazırlığı yapmış. İslamcılara ve partililere silah dağıtmış.

2Silah dağıtımı ve savaş hazırlığının nedeni açık; siyasal İslamcıların -düşük yoğunluklu da olsa- bir şeriat rejimi kurmalarının önündeki en önemli engel toplumsal muhalefettir. Bu engeli kaldırmak ve hedefe ulaşmak için, toplumsal muhalefet kesimlerini fiziken de ezmeleri gerekiyor. İslamcılar, aksi halde başarılı olamayacaklarını görüyor.

3-İslamcı hareket, devletin bütün olanaklarını, rant dağıtım enstrümanlarını (AS: araçlarını), baskı ve şiddet aygıtlarını, ideolojik kuşatma araçlarını kullanmasına karşın, toplumun %50’den çoğunu ikna edemedi, edemiyor. Bu nedenle hep asıl amacını gizliyor. Siyasal iktidarı ve devleti ele geçirmelerine karşın, kültürel iktidarı ve ideolojik inisiyatifi kuramıyorlar. Bu nedenle muhalefet güçlerini şiddet yoluyla ezmeden amaçlarına ulaşamayacaklarını düşünüyorlar.

4-Dolayısıyla Türkiye, bir kez daha kaderinin belirleneceği tarihsel bir eşiğe doğru sürükleniyor. Toplum, yüz yıldır ertelenen ve yarım kalan siyasal, tarihsel, felsefi ve kültürel bir hesaplaşmayı tamamlayacağı bir kavşağa doğru akıyor. Peker’in açıklamaları, siyasal İslamcı hareketin durumun farkında olduğunu ve hazırlık yaptığını gösteriyor.

5-Siyasal İslamcılar kutsal davaları için, Allah yolunda cihat ederken her türlü ahlaksızlığı, hırsızlığı, yalanı, pusuyu, hileyi meşru sayar. Onlar kutsal bir dinleri var diye ahlaka ihtiyaçlarının olmadığını düşünür. Bu amaçla cinayet de işlenir, katliam da yapılır. Nitekim bölgedeki İslamcı örgütlerin pratikleri ortadadır. Onların siyaset tarzları budur. Dolayısıyla hile ya da şiddet ile alınan seçim de, herhangi bir başarı da onlar için meşrudur.

Sonuç olarak;

  • Peker’in son ifşaatı, AKP iktidarı ve siyasal İslamcıların bir iç savaşa hazırlandıkları yönündeki daha önce yaptığımız analizleri, tespitleri, ortaya atılan iddiaları doğruluyor.

Verdiği bilgilerin önemi de buradan kaynaklanıyor.
***
Bastırılan 15 Temmuz askeri kalkışmasının yol açtığı krizi fırsata çevirerek kendi darbesini yapan Erdoğan-AKP iktidarı, kurulan fiili rejimi hukuksal bir temele kavuşturarak güvenceye almak için hala çaba harcıyor. Çünkü

  • hile ve sahtekarlıkla alınan 16 Nisan 2017 referandumu ile kurulan düzen dikiş tutmuyor.Referandum sonuçları gerçek olsa bile, tarihte en düşük farkla kabul edilen bir toplum sözleşmesi niteliğindeki 2017 Anayasası ile ülke yönetilemiyor.

    Durum böyle olunca, AKP iktidarı ülkeyi devletin baskı ve şiddet aygıtlarını (adliye ve polisi) harekete geçirerek yönetmeye çalışıyor. AKP eskiyi, bir önceki çağın değerler dünyasını temsil ediyor. Ve bu anlamda çaresiz bir isyanın, ama son derece yıkıcı olabilecek bir orta çağcı karşı devrimin öncülüğünü ve sözcülüğünü üstlenmiş görünüyor. Ancak; eski olan ölüyor, yeni ise doğamıyor. Sorun bizde, bu ülkenin ilerici güçlerinin inisiyatifsizliğinde görünüyor.

    Dolayısıyla Türkiye, toplumsal fay hatlarında biriken gerilim nedeniyle şiddetli bir kırılmanın yaşanacağı tarihsel bir kavşağa doğru sürükleniyor. Sonuçta ülke, herkesin tahmin ettiği, ama gerçekleşeceğini sanmadığı ya da istemediği, ancak müdahale edilmediği takdirde önlenemeyecek bir cinayet anına doğru şuursuzca ilerliyor.

  • Niteliksiz, görgüsüz, bilgisiz bir kadro hile ve tertiple ülkeye el koymuş görünüyor.
  • Bu İslamcı kadro, toplumun en geri, en karanlık, en saldırgan ve en yağmacı kesimlerine dayanak, yaklaşık 200 yıllık derinliğe sahip aydınlanma çizgisinde köklü bir kırılma yaratıyor.Türkiye, vasata teslim olmakla direnmek arasında salınıyor.

    NE YAPMALI?

  • Türkiye bu İslamcı faşizan kuşatmayı kırmak, saldırıyı püskürtmek zorundadır.Bu nedenle ideolojik tutuculuk ve önyargılardan arındırılmış bir perspektifle, toplumun en geniş kesimlerini kapsayan cumhuriyetçi, yurtsever, ilerici ve demokratik bir hat kurulmalıdır.
  • Ülkenin geleceği için yaşamsal bir döneme girildiği bilinmelidir.Öncelikle CHP, cumhuriyetçi muhalefet güçlerinin “amiral gemisi” olmanın yüklediği tarihsel sorumlulukla hareket etmeli, toplumda oluşan tepkiyi sahiplenmelidir. Dahası bu toplumsal tepkiyi iktidara karşı eylemli bir mücadele çizgisine çekerek tezgahı bozmalıdır. Ancak CHP’nin böyle bir tarihsel sorumluluğu alması, ne yazık ki, uzak bir olasılıktır. Bunu yapacak ve zorlayacak olan Soldur.

    Bu nedenle Sol, CHP’ye baskı yaparak onu harekete geçmeye teşvik etmeli, dahası zorlamalıdır. Ancak sol, CHP’yi dışlayarak, suçlayarak, karşıya alarak değil, dinci-faşist diktatörlük girişimine karşı birlikte mücadele etmenin şartlarını yaratacak şekilde hareket etmelidir. Yöneltilecek eleştiri de bu yaklaşımla kurulmalıdır.

  • CHP’nin gericilik karşısındaki en büyük potansiyel güç olduğu unutulmamalıdır.Özetle                                             : 

    AKP iktidarından kurtulmak için bütün nesnel (objektif) şartlar varken, uzun süredir öznel (sübjektif) koşulların hazır olmadığı bir dönem yaşanıyor. Bu durum toplumda çürütücü bir etki yaratıyor. Ülke, kıstırıldığı köşeden çıkamıyor. Toplumsal bir anksiyete (AS: bunaltı) yaşanıyor, gelecek kaygısı, belirsizlik hali, tedirginlik duygusu her şeyin önüne geçiyor.

    Tarih ve toplum acı çekiyor.

    Sınıf mücadelesi, bugün kültürel mücadele dolayımıyla yürümektedir.
    İdeolojik mücadele yaşamsal bir önem kazanmıştır.
    Kurtuluş ya da kaostan çıkış, bu nedenle determinist (AS: deterministik) değil, yakın tarihte hiç olmadığı kadar voluantarist (AS: voluntarist) bir karakter kazanmıştır.
    Öznel koşulları yaratmak (AS: büyük ölçüde) bizim ellerimizdedir.
    ===================================
    Dostlar,

    Sosyoloji Doktoru yurtsever ve yürekli yazar – gazeteci Sayın Merdan Yanardağ dostumuz son derece önemli hatta kritik bir tarihsel irdeleme yapmaktadır yukarıdaki yazısında.

Büyük bir özen ve titizlikle değerlendirilmesi gerekmektedir, hatta zorunludur.

Dr. Yanardağ’ın, CHP’nin bu talihsiz irticacı kuşatmayı yarmada kendiliğinden yeter girişim (inisiyatif) ve çaba içinde olmayacağı / olamayacağı saptaması çok hazin, giderek acı vericidir.

Cumhuriyetin kurucu kadrolarının, Atatürk’ün Partisi CHP‘nin, Cumhuriyet 100. yılına yaklaşırken savrulduğu uçurumun eşiğinde yeniden “kurtarıcı – kollayıcı – karşıdevrimi çökertici” işlevi kendiliğinden ve gecikmeksizin üstlen(e)meyeceği saptaması kahredicidir.

Bir yandan 200 yıla varan Anadolu Aydınlanmasının yetiştirdiği kuşaklar, kazandırdığı kurumlar, değerler, sosyo-kültürel deneyim ve birikimler; bir yandan küresel dinamikler; bir yandan da AKP içi böylesine köktendinci kalkışmaya onay vermeyecek kesimler olmak üzere, ivedilikle oluşturulacak bir meşru direnme koalisyonu girişimi ertelenemez – ötelenemez kerteye erişmiştir. CHP içindeki çekirdek Cumhuriyetçi kadroların böylesine bir meşru savunma hattı örmede Parti’yi yeterince ve gereğince uyarıp – zorlamaları kaçınılmaz bir görev olmuştur.

Son olarak; AKP – Erdoğan iktidarını böylesine bir kanlı çılgınlığa yeltenmemeleri bağlamında bir kez daha uyarmak isteriz. Artık frene basmalarını ve temel kaygıları durumuna gelen ağır suçlara bulaşmış olma karşısında yargılanma korkusunun tutsağı olmamalarını dileriz. Türkiye’ de idam cezası yoktur. İşkence ve başkaca insan onuru ile bağdaşmayacak işlemler de yasaktır. Seçimi yitirdiklerinde Yüce Divan sıfatı ile Anayasa Mahkemesinde koşullar elverir ise, -bu TBMM’de en az 400 üyenin oyunu gerektirir- adil biçimde açık yargılanırlar ve eylemlerinin karşılığı hukuksal yaptırıma uğrarlar. Bu da ağırlaştırılmış müebbet hapis olur. Paşa paşa gider yatarlar. Çok sürmeden yaşlılık – hastalık vb. nedenlerle salıverilirler. Tersi, Türkiye’de yıllarca sürecek çok kanlı bir iç savaş olur ve inanınız AKP = Erdoğan gerici güçleri bu savaşımı yitirirler. En azından, belki uluslararası aracılarla, Türkiye ile uzlaşma zemini aramalıdırlar.

Sağduyu, Türkiye’de hiç bu denli ivedi ve zorunlu olmamıştı belki de; en çok da AKP=RTE için!

Sevgi ve saygı ile. 14 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Sağlık Hukuku Uzmanı
Kamu Yönetimi (Mülkiye) – Siyaset Bilimci
Anayasa Hukuku Doktora Öğrencisi
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

TELE1 TV Konuşmamız – 2 Nisan 2021

Dostlar,

2 Nisan 2021 Cuma günü gece 23:00’te TELE1’e konuk olduk.
Sn. Merdan YANARDAĞ‘ın yönettiği 5. Boyut programına saat 23:00’te katıldık 45 dakika boyunca.

AKP = RTE iktidarının salgını asla yönetemediği, azgınlaşan verilerden, hasta ve ölüm sayılarından apaçık görülmekte.. Üstelik sözde turkuvaz, gerçekte kapkara tablodaki veriler epey makyajlı olsa da..

Kritik bir sorumuz oldu iktidara :

  • Siz salgını yönetmiyor, kulanıyorsunuz; ÖRTÜK GÜNDEMİNİZ NEDİR??

Tüm Türkiye’ye de bir kritik sorumuz oldu :

  • Türkiye işgal altında mıdır; eğer öyle olsa idi, bu salgın bundan daha kötü yönetilebilir miydi??

Lütfen izleyiniz, paylaşınız, iktidarın “denetimli karmaşa” (kontrollü kaos) çemberini kıralım!

(255) İktidar Türkiye’yi nereye sürüklüyor? 5. BOYUT (2 NİSAN 2021) – YouTube
(1:43 – 2:27 saatleri arasındaki bölüm bizim konuşmamız..)

Sevgi ve saygı ile. 04 Nisan 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Zaman daralıyor!

Zaman daralıyor!

author

Kutuplaşmanın bir parçası olmak istemeyen muhalefet, iktidarın kendiliğinden çökmesini bekliyor. Oysa kavga başlamış durumda. Muhalefetin tutumu ağır sonuçları olacak bir yenilgiyi de kaçınılmaz hale getiriyor.

Zaman daralıyor!

Bu tablo; AKP’nin merkez sağda kurduğu hegemonyanın kırılmaya başladığını ve partinin geleneksel İslamcı tabanına doğru daralma sürecine girdiğini gösterdiği gibi, düşük yoğunluklu da olsa bir şeriat düzeni kurmak için hızlanan iktidarın artık merkez sağ kadrolarla yaptığı ittifaka da ihtiyaç duymadığı anlamına geliyordu. AKP, “inşa süreci” ya da “yeniden kuruluş” adını verdiği bu dönemde, daha önce liberal ağırlıklardan kurtulduğu gibi, merkez sağla da yollarını ayırıyordu.

İHTİYACIMIZ OLAN ŞEY CESARET

Kredi kartını “kötü niyetle kullanmanın” bile sınavlarına katılmanın önünde engel sayıldığı Harp Okulları ve Astsubay Meslek Yüksek Okullarına girişteki, “irticai faaliyetlerde bulunmamak” şartının kaldırılması; kadın-erkek eşitliğini pekiştirmeyi ve kadına yönelik şiddeti önlemeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi’nden dini gerekçelerle çıkılması; HDP’nin kapatılması için resmen harekete geçilmesi; devlet kurumlarındaki dinselleştirmenin derinleştirilmesi; Erdoğan-AKP yönetiminin girdiği yolda artık her şeyi göze aldığını gösteriyor.

İslamcı iktidarın son haftalarda üst üste gelen bu hamleleri, artık “Dünya bize ne der” gibi kaygıların bir yana bırakıldığını da gösteriyor. Erdoğan’ın, kongre konuşmasında metin dışına çıkarak, Türkiye’nin 200 yıldır ilk kez “tarihi ve kültürüyle buluşma” fırsatını yakaladığını söylerken, 19. yüzyıldan itibaren girilen modernleşme sürecini tersine çevirme olanağının ellerine geçtiğini ilan etmiş oluyor.

Öte yandan, cumhuriyetçisiyle, sosyal demokratıyla, solun önemli bir kesimiyle muhalefet güçleri, bu tabloyu tam olarak okuyamıyor. Bu durum, siyasal krizi derinleştiren, toplumsal tedirginliği artıran ve tehlikeyi büyüten bir rol oynuyor. Dolayısıyla, ülkenin en önemli sorunlarından birinin, içinden geçilen tarihsel dönemeci doğru okuyamayan muhalefet güçlerinin programsızlığı ile cesaret ve önderlik iradesinin eksikliği olduğunu saptamak gerekiyor.

İÇ VE DIŞ DİNAMİKLER

Gel gelelim, Erdoğan’ın kongre konuşmasının dayandığı, daha önce Yalçın Akdoğan tarafından formüle edilen hipotez, aslında çökmüş durumda. Anımsatalım; AKP programının hazırlanmasında önemli bir rolü olan, “muhafazakar demokrasi” kavramını ortaya atan, Erdoğan’ın danışmanı ve “çözüm süreci” bakanı Doç. Dr. Yalçın Akdoğan, 2007 yılında ortaya çok çarpıcı bir tez atmıştı. Akdoğan, “Cumhuriyetin daha İslami bir rejim doğrultusunda dönüştürülmesi için 200 yıldır ilk kez iç ve dış dinamiklerin birbiriyle örtüştüğünü” belirtiyordu.

Tanzimat döneminde Batının, Hıristiyan toplum kesimleriyle ilgilendiğini ve onlara hamilik yaptığını belirten Akdoğan, “küreselleşme” çağında ise Batı’nın kendilerini (İslamcıları) desteklediğini söylüyordu. Bu durumun, içeride sahip oldukları toplumsal destek ve aşağıdan gelen siyasal taleple de örtüştüğünü ileri sürüyordu. Böylece, kendilerinin ABD’nin “ılımlı İslamcılık” projesinin bir ürünü olduğunu da “yetkin” bir şekilde ifade ve itiraf ediyordu. Kimi çekincelerle belirtirsek; bu saptama, ortaya atıldığı dönem itibarıyla ilk tahlilde doğruydu.

Ancak, tarih ne onların beklediği gibi ne de emperyalizmin bölgesel hesapları doğrultusunda akmadı. Son yıllarda dünyada ve bölgedeki gelişmeler, AKP’yi iktidara taşıyan iç ve dış dinamikler arasındaki örtüşmeyi ortadan kaldıran bir seyir izledi. Uyum bozuldu. Siyasal İslamcılık bütün dünyada ideolojik, kültürel ve ahlaki bakımdan yüz kızartıcı bir yenilgiye uğrayarak iflas etti. Tekbir getirerek insan boğazı kesenlerin, 21. yüzyılda insanlığa önerebilecekleri anlamlı bir gelecek yoktu.

BİR KIVILCIM YETER Mİ!

Ilımlı İslam projesinin radikal İslamcılık ile mücadelede bir çözüm olabileceğine ilişkin beklentinin fantastik bir hayal olduğu ortaya çıktı. Çünkü, Sünni İslam’ın hala davam eden bir ortaçağın içinden geçtiği anlaşılamadığı için, “ılımlı İslamcılık” girişiminin, radikal hareketler için uygun bir zemin oluşturduğu da görülememişti.

Emperyalizm ve küresel gericilik Suriye’de yenilgiye uğradı. İhvancı iktidar Tunus’ta çöktü ve dramatik şekilde Mısır’da devrildi. Her iki ülkede de İhvancı iktidarlara karşı büyük bir toplumsal tepkinin oluştuğunu saptamak gerekli. Sonuç olarak, AKP’nin de organik ilişkilerinin olduğu anlaşılan İhvan-ı Müslümin (Müslüman Kardeşler) hareketinin bölgesel ölçekteki “network’ü çöktü. Çok sayıda siyasal, toplumsal ve kültürel dinamik, tarihin akışını başka türlü ve “ilerleme yasası”na uygun şekilde belirledi. Öyle ya, yeni emperyalizm çağında da olsak, kimse kral iradesi ya da imparator otoritesine sahip değildi.

Son iki haftaya sığan bütün bu adımlar, kaçınılmaz olarak muhalefet ile iktidar ilişkilerinin daha çatışmalı bir döneme gireceğini de gösteriyor. Ancak, sürekli yanlış yapılması, ekonomik krizin derinleşmesi, kamuoyu yoklamalarında AKP ve MHP tabanının daraldığının ortaya çıkması gibi nedenlerle muhalefet, iktidarın kendiliğinden çökmesini bekliyor. Kavgacı bir görüntü vermek ve kutuplaşmanın bir parçası olmak istemiyor. Oysa kavga başlamış durumda. Muhalefetin bu tutumu, hak edilmemiş ve ağır sonuçları olacak bir yenilgiyi de kaçınılmaz hale getiriyor.

Peki bu durum aşılamaz mı? Aşılır! Bu iş, atılacak doğru bir adıma, kuşatıcı bir çağrıya ve zamanın ruhuna uygun bir programa bakar. Toplumların ve tarihin doğası buna uygundur.

Sonuçta                             ;

  • AKP’ye kendi programı ve ideolojik hedefleri ile emperyalizmin bölgesel ve küresel siyasetleri arasındaki uyumun sağladığı iktidar olanağı siyasal ömrünü tamamladı.
  • Erdoğan yönetiminin hırçınlığının da sertleşmesinin de nedeni budur.
  • Bu topraklarda güzel bir söz vardır; korkunun ecele faydası yoktur. Bu söz, hem iktidar hem de muhalefet için geçerlidir.

TELE1 TV Programımız – 12 Şubat 2021

Dostlar,

Bu gün, 12 Şubat 2021 Cuma günü
saat 22:00’de TELE1’de
Sn. Merdan Yanardağ’ın konuğu olacağız / OLDUK.. (5. Boyut Programı)..

Kısa ve vurucu bir bölüm üstte..

Tüm program erişkesi (linki) (48. dakikadan sonra yaklaşık 45 dk. bizim konuşmamız..):

Bilgi ve ilginize sunarız.. (Güncelleme : 13 Şubat 2021, 19:49)

Sevgi ve saygı ile. 12 Şubat 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik