Etiket arşivi: Dünya Ekonomik Forumu

2 Ay içinde 40 Milyon İnsanımız Omicron’a Yakalanabilir!

Dostlar,

Önceki gün Cumhuriyet gazetesinden Sn. Deniz Ogan bizimle bir telefon söyleşisi yaptı.

1 milyonu aşkın insanın okuduğu cik (tweet) iletimiz nedeniyle arıyordu. Sorularını yanıtladık. 18 Ocak 2022 günü Cumhuriyet‘in 8. sayfasında aşağıdaki gibi yer aldı. Gazetenin internet portalında daha kapsamlı olarak yer verildi.

Beyaz Saray Baş Tıbbi Danışmanı ve ABD’nin en yetkili enfeksiyon hastalıkları uzmanı Dr. Anthony Faucci, Omicron varyantının

  • Covid salgınında son dalga” olup olmadığını söylemek için çok erken olduğunu belirtti.

Video konferansla gerçekleşen Dünya Ekonomik Forumu’nda konuşan Dr. Anthony Faucci, hızla bulaşan Omicron’un sürü bağışıklığına neden olma ihtimaliyle ilgili

  • “Umarım durum budur. Ancak bu, bir önceki varyantın oluşturduğu bağışıklıktan kaçan yeni bir varyant çıkmadığı sürece gerçekleşebilir.” dedi. (https://t24.com.tr/haber/beyaz-saray-bas-tibbi-danismani-dr-fauci-omicron-un-covid-salgininda-son-dalga-oldugunu-soylemek-icin-cok-erken,1008898)

Biz, meslektaşımız Dr. Faucci’den önce aynı uyarıyı yaptık. Demecimiz daha kapsamlı olarak aşağıda :
***

Prof. Dr. Ahmet Saltık’tan korkunç Omicron öngörüsü:

‘2 ay içinde 45 milyon insan hastalanacak’

İçişleri Bakanlığı son yayımladığı PCR testiyle ilgili genelgeyle büyük tepki toplamaya devam ediyor. Bakanlığın geri adımından sonra Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, Türkiye’de açıklanan vaka sayısının en az 5’te 1’i olduğunu ifade ederken, “Önümüzdeki iki ay içinde her gün 700 bin kişi Omicron varyantına yakalanacak” dedi.

Cumhuriyet, 18 Ocak 2022

İçişleri Bakanlığı tarafından aşısız olan veya aşı sürecini tamamlamayan kişilere PCR testi uygulanmasına gerek olmadığına ilişkin valiliklere genelge gönderildi. Bakanlık, gelen tepkilerin ardından ‘geri adım’ atarak yeni genelge yayımlandı.

Yeni genelgeye göre, aşısız veya aşı sürecini tamamlamayan ve son 180 gün içinde hastalığı geçirmemiş kişilerin, belirli alanlara girişlerinde veya toplu ulaşım araçlarıyla seyahatlerinde azami 48 saat öncesine ait negatif PCR testi istenmesine karar verildi.

“45 MİLYON, 2 AY İÇİNDE HASTALANACAK”

PCR testlerinin Omicron varyantındaki patlama nedeniyle oluşacak panik yüzünden kaldırıldığını dile getiren Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, durumu Cumhuriyet‘e değerlendirdi.

Bilim dışı olan genelgeden geri adım atıldığını dile getiren Saltık, Delta varyantına göre 70 kat daha bulaşıcı Omicron varyantında korkunç bir patlama olacağını ve her gün 700 bin kişinin bu varyanta yakalanacağını ifade etti. Saltık, 

  • “DSÖ’nün geçen haftaki uyarısına göre, önümüzdeki 6-8 hafta içinde Avrupa’nın yarısı Omicron’a yakalanacak. Bu 250 milyon yeni hasta demektir. Türkiye de bunun dışında kalmayacak.
  • 90 milyon nüfusun yarısı 45 milyon insan önümüzdeki 2 ay içinde hastalığa yakalanacak.” dedi.

“Bu öngörüde, 8 hafta dersek, 45 milyon insandan her hafta 5 milyon yeni hasta demektir” diyen Saltık, “Türkiye’de her gün 700 bin kişi yeni Omicron varyantına yakalanacak” ifadelerini kullandı.

“YÜKSEK RAKAMLARINI DUYURMAK İSTEMİYORUZ”

Sağlık Bakanlığı’nın her gün açıkladığı vaka sayısının gerçeğin en az 5’te 1’i olduğunu ifade eden Saltık, “Yakalayamıyoruz, yakalamıyoruz, yakalamak istemiyoruz. topluma yüksek rakamları duyurmak istemiyoruz” dedi.

PCR testlerinin yüksek vaka sayısı nedeniyle panik havası yaratmaması için kaldırıldığını savunan Saltık, şöyle devam etti:

  • “Günde 700 bin yeni Omicron hastasını ilan etmek iktidar için iyi bir şey değil. Bunu gördüler ve PCR testleri İçişleri Bakanlığı’nın genelgesiyle tuhaf bir biçimde kaldırıldı. Devlet neredeyse çökme durumuna sürükleniyor. Halının altına süpürmekten başka bir durum değil. Bu, deve kuşu politikasıdır”

Dünyadaki Omicron varyantına bağlı olarak vaka sayısındaki patlamalara ilişkin ABD, AB ve DSÖ’nün savaş hazırlığı yapar gibi hazırlandığını ifade eden Saltık,

  • “Dünya diken üstünde Türkiye pervasız” dedi. 

“TEPEDEKİ ADAMIN DÜNYADAN HABERİ YOK”

Salgın yeni bir evrede. Adına Bilim Kurulu denilen sözde kurul da, Bakan’ın kendisi de, Sağlık Bakanlığı’nın kadrosu da saldım çayıra mevlam kayıra politikasıyla tam bir teslimiyet içinde” diyen Saltık, sözlerini şöyle sonlandırdı:

“Tepedeki adamın dünyadan haberi yok. O, varını yoğunu iktidarda kalmaya ayırıyor. İstanbul Sağlık Müdürü’nün söylemleri ise tam bir aymazlık örneği”
***

Sevgi ve saygı ile. 20 Ocak 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       twitter : @profsaltik

TÜSİAD Başkanı : Yolsuzluk iş yapma maliyetini %10 artırdı


TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Dinçer,

Dünya genelinde yolsuzluğun iş yapma maliyetini %10 artırdığını söyledi

Dinçer “İş dünyasının yolsuzluk algısını ölçmek amacıyla İstanbul genelinde bir anket gerçekleştirdik. Anket bize bir kez daha teyit etti, Türkiye’de yolsuzluk var ve yolsuzluk algısı artma eğiliminde” diye konuştu.

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı
Haluk Dinçer, iş dünyasının yolsuzluk algısını ölçmek amacıyla İstanbul genelinde
bir anket gerçekleştirdiklerini belirterek, “Sonuç büyük ölçüde beklediğimiz gibi oldu. Anket bize bir kez daha teyit etti;

  • Türkiye’de yolsuzluk var ve yolsuzluk algısı artma eğiliminde.” dedi.

Sabancı Center’da gerçekleştirilen “İş Dünyası Bakış Açısıyla Türkiye’de Yolsuzluk” seminerinin açılışında konuşan Dinçer, rüşvet ve yolsuzluğun zaman ve coğrafyadan bağımsız olarak, bütün ülkelerin öncelikli sorunlarından biri olduğunu vurguladı.

Dinçer, Dünya Ekonomik Forumu’nun yaptığı çalışmalara göre, yolsuzluğun Dünya genelinde iş yapma maliyetini %10 artırdığı ve yolsuzluğun maliyetinin
küresel GSYH’nin (AS: Bu saçma bir kavram.. Küresel Gelir demeli.) %5′ini oluşturduğu bilgisini verdi.

Avrupa Komisyonu’nun şubat ayında yayımladığı AB Yolsuzlukla Mücadele Raporu’na göre de yolsuzluğun AB ekonomisine yıllık kestirilen maliyetinin 120 milyar avro olduğunu aktaran Dinçer, Dünya genelinde yılda rüşvete ödenen paranın
1 trilyon doların üzerinde olduğunun tahmin edildiğini bildirdi.

Dinçer, şöyle konuştu:

  • “Ancak ilgili literatür gösteriyor ki, yolsuzluğun maliyeti ödenen rüşvet tutarlarının çok daha ötesinde. İş dünyası özelinde rüşvet ve yolsuzluk, bir yandan piyasada rekabeti bozarak verimliliği düşürürken, öbür yandan sosyal yapıda uzun süreli hasarlara, hukuk devleti güveninde erozyona ve elbette ülkelerin itibar kayıplarına neden oluyor. Yolsuzluğun neden olduğu bu tür finansal, hukuksal ve itibar riskleri yatırımları da olumsuz etkiliyor.”

G-20 liderlerinin önceki günlerde yolsuzlukla mücadeleyi kalıcı bir konu olarak gündemlerine kattıklarını hatırlatan Dinçer, Türkiye’nin 2015 yılında G20 dönem başkanlığını devralacak olmasını bu açıdan önemli bir fırsat olarak gördüklerini söyledi.

Dinçer, “Başbakanımız Sayın Davutoğlu’nun Türkiye’nin G20 başkanlığı döneminde yolsuzlukla mücadeleye ilişkin bir stratejisinin olacağı yönündeki açıklamasını
son derece önemli bir açılım olarak görüyor ve takdir ediyoruz.

Kamuoyuyla paylaştığımız “Türkiye 2015 G20 Dönem Başkanlığı Önerileri için
İş Dünyasının Öncelikleri” raporu çerçevesinde 6 ülkede yaptığımız araştırma,
iş dünyasının yolsuzlukla mücadeleyi G20′nin ilk üç önceliği arasında görmek istediğini ortaya koydu. TÜSİAD olarak G20′nin iş dünyası ayağı olan B20′deki aktif rolümüzle
bu konuda her türlü desteği sağlayacağız” şeklinde konuştu.

“TÜRKİYE’DE YOLSUZLUK VAR VE ARTMA EĞİLİMİNDE”

İş dünyasının yolsuzluk algısını ölçmek amacıyla İstanbul genelinde bir anket gerçekleştirdiklerini dile getiren Dinçer, ankette iş insanlarının yolsuzluğa bakış açısının yanı sıra gelecek beklentilerini ve çözüm önerilerini sorduklarını ifade etti.
Dinçer, sonucun büyük ölçüde bekledikleri gibi olduğunu belirterek,
“Anket bize bir kez daha teyit etti, Türkiye’de yolsuzluk var ve yolsuzluk algısı artma eğiliminde.” dedi.

Yolsuzluğun nedeni olarak yalnızca belirli kişi veya kurumları hedef göstermeyi
doğru bulmadıklarını vurgulayan Dinçer, şöyle devam etti:

  • “Yolsuzluğun yalnızca dönemsel değil, çok uzun zamandır var olduğunu biliyor, ancak sistematikleşme ve içselleştirilme ihtimalinden de büyük rahatsızlık duyuyoruz. Bugün gelinen durumun, tüm toplum kesimlerinin doğrudan veya dolaylı payı olabileceğini düşünüyoruz. Siyasal rant veya kişisel çıkar için kamu kaynaklarını kötüye kullanan bazı siyasetçilerin, kendi çıkarları için
    adil rekabeti, çevreyi ve içinde bulundukları toplumu hiçe sayan

    kimi
     iş insanlarının, etik değerler ile bağdaşmayan ve yolsuzluğu ve rüşveti
    belirli koşullarda mazur gören anlayışın, bu süreçte payı olsa gerek.
    İşte bu nedenle bireylerden kurumlara, özel sektör, kamu ve sivil toplumdan toplumun tüm kesimlerine herkes yolsuzlukla mücadelede gerekli iradeyi göstermedikçe ve elini taşın altına koymadıkça başarıyla ulaşmak
    mümkün gözükmüyor.”

Dinçer, TÜSİAD olarak iş dünyasını, kamuyu ve sivil toplumu, bir araya gelerek
çözüm önerilerini tartışmaya ve iş birliği yapmaya davet etti. (AA,)

Yeni Yıla Girerken Kadın ve Çağdaşlık


Yeni Yıla Girerken Kadın ve Çağdaşlık

portresi

 

Prof. Dr. Taciser Onuk

 

 

TUİK’ e göre genel nüfusumuzun yaklaşık yarısı kadındır.
Tanrı, yaratıcı gücünü kadınla paylaşarak ona özel bir statü kazandırmıştır.
Kadın, insanlık yapısının en önemli direği ve temelidir.
Kadın evrenin kaynağı olan yaratıcı gücün yarısıdır.

Yüce Atatürk’ün en büyük yapıtı olan laik-demokratik Türkiye Cumhuriyetimiz, her yönüyle ileriye dönük, ulusu kadın-erkek bütün dinamikleriyle devletin temelinde buluşturan büyük bir toplumsal değişim ve gelişim projesidir.

Ulusumuzun ölüm kalım savaşı verdiği milli mücadele döneminde
Türk kadını, vatanın kurtarılması için yardım toplamak, insanların cesaret ve mücadele gücünü artırmak için mitingler, toplantılar yapmak, dernek-vakıf-birlikler kurarak birlikteliği ve ortak güç sağlamak azmini ayakta tutma çabası ve başarısı içinde olmuştur.

Cephede doğrudan çarpışan kadınlar olmakla birlikte, cephe gerisinde de her alanda erkeklerin yanında bulunarak ülkemizin kurtarılmasında çok büyük katkılar sağlamışlardır. Kadını ve erkeğiyle omuz omuza kazanılan Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Ulusun çağdaş ve demokratik bir yönetime kavuşmasının başlangıç noktası olmuştur.

Atatürk 1923’teki

  • “Bizim toplumumuzun başarılı olamamasının nedeni,
    kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlik ve kusurdan doğmaktadır.

sözüyle çağdaş toplumun yaratılmasında kadının toplumdaki yeri ve önemini bir kez daha vurgulamıştır. Atatürk’e göre;

  • “Bir toplumun kültür düzeyini, o toplumda o kültürde kadının ulaştığı düzey belirlemektedir. Türkiye Cumhuriyetinde kadın en saygın yerde, her şeyin üstünde
    ve en şerefli varlıktır.”

Kadınlar ancak Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte siyasal, toplumsal haklarına
yasal olarak kavuşabilmiştir. Başta laik eğitim sistemi ve Aydınlanma düşüncesi olmak üzere her alanda gerçekleştirilen Devrimler, kadının yasal ve yapısal yönden konumunun yükseltilmesi ve hak ettiği yere gelmesini sağlamıştır.

Atatürk’ten sonra toplumda kadın gücünün yeterli kullanılamamasının sonunda,
başta laik eğitim sistemi ve aydınlanma düşüncesi olmak üzere Türk Kültürünü oluşturan değer ve kurallar giderek yok olmuştur.

Sorunlar şiddet yoluyla çözülmeye başlanmış, insanlar ve ülkeler arasında iletişim bozulmuştur.

  • Toplumda özellikle kadına yönelik her türlü şiddet, gericilik, bölücülük, şeriatçılık, tarikatçılık giderek artmıştır.

“Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine İlişkin Yasa”ya karşın dünyada kadınlara şiddet uygulayan ülkelerin başında geliyoruz.

Kadına yönelik tecavüz, dayak, cinayet ve şiddetin her türlüsü olanca yabanıllığı (vahşiliğiyle) sürüyor. Töre kurbanı kızlar artıyor, biz Ulus olarak seyrediyoruz.

Başta cinsel taciz olmak üzere, bir yılda 28 bin kadın saldırıya uğramıştır.
Özellikle aile içi şiddet yüzünden her yıl yüzlerce kadın yaşamını yitiriyor. 2013 yılının ilk dokuz ayında 136 kadın öldürüldü. 50 binden çok kadının eşlerine mahkeme kararıyla evden uzaklaştırma ve uyarı gibi önlemlerle koruma sağlandı.
Mayıs 2013’e dek şiddete uğradığı için polis korumasına alınan kadın sayısı
11 bini geçmiştir. Kadına şiddet olanca hızıyla sürüyor.

Dünya Ekonomik Forumu‘nun 134 ülkede yaptığı “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” araştırmalarına göre Türkiye ne yazık ki 129. sırada. (Rahmi Turan, SÖZCÜ)

Sonuç olarak    :

Atatürk’ün ulusçuluğunu, demokrasi anlayışını, laikliği, eğitim anlayışını,
kültür politikasını, Türk kadınına verdiği hakların önemini ve değerini anlayamadık, anlatamadık.

Allahın bir lütfu, en büyük şansımız Atatürk, gençlere kadınlara ve tüm ulusa
hedef olarak çağdaş uygarlığı yakalamayı ve hatta en önlerde yer almayı göstermiştir.

Kemalist Devrim her şeyden önce bir kültür devrimidir.
Amacı, çağın gereklerine uygun yeni insanlar yaratmaktır.
Atatürk, on beş yılda ümmetten çağdaş ve özgür bir ulus yaratmıştır.
Ölümünden sonra gelen veya getirilen hiçbir önder O’nun gösterdiği yoldan gidememiştir.
(A. Saltık: “yeterince” gidememiştir denebilir,  fazlası en başta İ. İnönü‘ye haksızlık..)

Çözüm gene Atatürk’çü düşünce ile her çağda çağdaşlıktır.
Çağaş kadın çağdaş toplum yaratır.
Uygar olmayan toplumlar, uygar olan toplumların yönetimine mahkumdur.

=========================

Teşekürler,
Cumhuriyet kadını Sayın Prof. Dr. Taciser Onuk..

İyi yıllar..

Sevgi ve saygı ile.
7.1.14, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

19 MAYIS 2013; GENEL DURUM ve GÖRÜNÜM


19 MAYIS 2013; GENEL DURUM ve GÖRÜNÜM

portresi2

 

 

 

 

Suay Karaman

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nın 94. yılını siz değerli dostlarla birlikte Konya’da kutlamaktan mutluluk duymaktayım ve bu anlamlı etkinliği düzenleyen başta CHP Konya Selçuklu İlçe Başkanlığı olmak üzere 19 Mayıs Platformu’nun
tüm bileşenlerine teşekkürlerimi sunuyorum.

1. Dünya Savaşı’ndan yenilerek çıkan Osmanlı Devleti, koşulları çok ağır olan
Sevr Antlaşması‘nı imzalamak zorunda bırakılmıştı. Ordusunun elinden silahları ve cephanesi alınmıştı. Anadolu işgal edilmişti. Uzun savaş yılları boyunca millet yorgun
ve yoksul bir durumda kalmıştı. Ülkeyi yöneten hükümet aciz, haysiyetsiz ve korkaktı. Padişahın ise kendini ve tahtını korumaktan başka bir düşüncesi yoktu.

Bu koşullar altında Mustafa Kemal Paşa’nın yapacağı tek şey vardı; emperyalist güçler tarafından bağımsızlığı yok edilmek istenen bir ulus için kurtuluş savaşına başlamak. İşte bu nedenle 19 Mayıs 1919 tarihi, vatanın kurtulması için örgütlenen
Anadolu insanının bağımsızlık mücadelesinin başlangıcıdır.

Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da bir ulusun yazgısını ve tarihin akışını değiştiren savaşımı başlattığında 38 yaşındaydı. 29 Ekim 1923’te çürümüş ve çökmüş bir imparatorluğun sömürgeye dönüşmüş topraklarında emperyalistlere karşı bağımsızlık savaşını kazanarak, tam bağımsız çağdaş bir cumhuriyet kurduğunda,
42 yaşındaydı. Hiç kimsenin hayal bile edemediği devrimleri yaparken, 50’li yaşlardaydı. Yaptıklarının hepsini ulusu için ve 15 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleştirdi.
57 yaşında yaşama veda ederken, mutluydu; çünkü başarmıştı.

Yapılan Kemalist devrimlerle, ülkenin aydınlanması, kalkınması, gelişmesi ve çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkartılması amaçlanmıştı. 1923 – 1938 arasında gerçekleştirilenler, Kemalist Devrim’in büyük başarılarla oluşturduğu yapılanmanın eseridir. 1923 yılında kurulan genç Türkiye Devleti, halkının büyük çoğunluğu yoksul ve eğitimsiz, sanayi kuruluşları yok denecek ölçğüde az ve sermaye birikiminden yoksun, geri kalmış bir ülke konumundaydı. Üstelik iktisadi açıdan Osmanlı İmparatorluğundan devraldığı “Düyun-u Umumiye” borçlarını da ödemek zorundaydı.

Atatürk’ün fiilen ekonomiyi yönlendirdiği dönemde gerçekleştirdiği somut ekonomik girişimler, on beş yıl gibi kısa bir zamanda çok büyük bir kalkınma atılımına girişildiğini göstermeye yeterlidir. Bu girişimleri şöyle sıralayabiliriz:

Türkiye İş Bankası açılmış ve böylece ulusal bankacılığın ilk adımı atılmıştır.
– Başta Eskişehir, Uşak, Alpullu olmak üzere birçok yerde şeker fabrikaları kurulmuştur.
Kayseri’de uçak fabrikası kurulmuştur.
– Bünyan Dokuma Fabrikası açılmıştır.
– Ereğli ve Nazilli Bez Fabrikası ile Kayseri İplik ve Bez Fabrikası açılmıştır.
– Gemlik Suni İpek Fabrikası,
– Bursa Merinos Fabrikası,
– İzmit Kağıt Fabrikası …

gibi pek çok kurum ve kuruluş oluşturulmuştur.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kurulmuştur.

1930’da Sanayi Kongresi,
1931’de Ziraat Kongresi toplanmıştır.
Birinci ve İkinci Kalkınma Planları oluşturulmuştur.

Dünyadaki ilk demokratik kalkınma planları; 1931’de Türkiye’de uygulamaya konulan ekonomik reform hareketleridir. Bu kalkınma planları, eldeki kıt kaynaklarla
halkın gereksinimlerinin en iyi biçimde karşılanmasına yönelik hazırlanmıştır ve temel amacı, hammaddesi Türkiye’de olmasına karşın dışalım (ithal edilmek) zorunda kalınan ürünlerin ülkemizde üretilmesini sağlamaktı.

1933’te Sümerbank kurularak, devletin iktisadi yaşama girişi gerçekleşmiş ve doğrudan doğruya devlet işletmeciliği başlatılmıştır. Ardından, büyük bölümü yabancıların elinde bulunan demiryolları, Tramvay ve Tünel Şirketi, Zonguldak Kömür Şirketi, İzmir Telefon Şirketi millileştirilmiş ve kamulaştırılmıştır. 1935’te yeraltı kaynaklarının araştırılması için Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA), elektrik ve enerji kaynaklarının değerlendirilmesi için Elektrik İşleri Etüd İdaresi,
madencilik işletmelerini kurmak ve işletmek amacıyla da Etibank kurulmuştur.

1. Kalkınma Planı döneminde Toprak Reformu yapılarak, tarıma teşvik sağlanmış ayrıca hammaddesi yurtiçinde bulunan malları işleyecek sanayi kuruluşları ile
devletçe finanse edilmesi mümkün olan kuruluşların kurulmasına öncelik verilmiştir. Planlı ekonomi uygulamaları sonucunda başarılı sonuçlar alınmış ve hedeflere ulaşılmıştır. Ancak 2. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte kalkınma planlarına
geçici süre ara verilmiş ve Devlet, savaş ekonomisine uygun kimi önlemler almıştır.

Atatürk zamanında yapılan tüm bu işler kolay başarılmamıştı elbette.
Planlanan hedeflere ulaşmak için; sınırsız yurt sevgisi, inanç ve özveriden başka,
bilinçli, kararlı, örgütlü ve devrimci bir tavır sergilenmişti.

Bu tavırlar sonuçlarını kısa sürede göstermiştir. 1922-1925 arasında fiyatlarda artış oranı yılda %3, 1925-1927 arasında ise %1 olmuştur. Kimi fiyatlarda ucuzlama görülmüştür. Türk parası yabancı paralar karşısında değer yitirmemiş, aksine kimilerine karşı değer kazanmıştır. 1923’te kişi başına düşen ulusal gelir yalnızca 45 $ iken, 1940’lı yılların ilk yarısında 400 dolara yaklaşmıştır.

1923-1938 arasındaki 11 yıl, gelir ve giderin eşit olduğu denk bütçe; 3 yıl, gelirin giderden çok olduğu bütçe fazlası gerçekleştirilmiştir. Yalnızca, Cumhuriyet’in ilk bütçesi olan 1924 bütçesi, %8’lik bir açık vermiştir. 1924 dışında, 1923 – 1946 arasında
dışsatım (ihracat) hep dışalımdan (ithalattan) çok olmuştur.

1929-1939 arasında bütün dünyada sanayi üretimi %19 artarken, genç Türkiye Cumhuriyeti’nde %96 artmıştır. Dünyada ortalama kalkınma hızı %4-5 düzeyindeyken, Türkiye’de %10 olmuştur. Tarım üretimi 1923-1930 arasında %10, 1930-1940 arasında %5 artmıştır.

1923’te 140 olan fabrika sayısı, 1933’te 2 bin 500’e ulaşmıştır. 1923’te 600.000 ton olan taşkömürü üretimi, 1940’ta 3.000.000 ton olmuştur. 1923’te üretimi olmayan çimento, 1940 yılında 270.000 ton üretilmiştir. 1923’te kağıt üretimi yoktur, 1940’ta 10.000 ton üretilmiştir. 1923’te demir – çelik üretimi yoktur, 1940’te 40.000 ton üretilmiştir. 1923’te 50 milyon kwh olan elektrik enerjisi üretimi, 1940’ta 400 milyon kwh olmuştur. 1923’te 3.700 km olan toplam demiryolu uzunluğu, 1940’ta 7.500 km olmuştur. 1923’te şeker üretimi yoktur ama 1940’ta 90.000 ton şeker üretilmiştir.

1923’te %5 olan okuma-yazma oranı, 1940’ta %25 olmuştur. 1920’lerin başında ortaçağ karanlığında yaşayan bir toplum, bugün 21. yüzyılın aydınlığına
öbür İslam ülkelerinin hepsinden çok daha fazla ulaşmıştır.

Bütün bu veriler herkes tarafından bilinirken, bu gurur verici geçmişi yok saymak için, demokratik ve laik cumhuriyetle hesaplaşmak için bekleyen kendini bilmezler,
karanlıkta boğulacaktır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde on beş yıl gibi kısa sürede (1923-38) yaratılan gurur verici tablonun ardında;

1. Cumhuriyetçilik,
2. Ulusalcılık,
3. Devletçilik,
4. Halkçılık,
5. Laiklik,
6. Devrimcilik ilkeleri, yani “6 Ok” bulunmaktaydı.

Atatürk’ün tam bağımsızlık, emperyalizm karşıtlığı ve “yurtta barış, dünyada barış” ilkeleriyle bütünleşen kararlı yönetimi sayesinde gelişen Türkiye Cumhuriyeti,
ne yazık ki O’nun ölümünden sonra bu gelişmeyi sürdürememiştir.

Yıllardır Türkiye’yi yöneten siyasi iktidarlar, Atatürk’ün ölümünden sonra özellikle
çok partili düzenle birlikte Kemalizm’in ilkelerinden ödün vermiştir. Bu süreçle birlikte emperyalist güçlerin yeniden ülkemizi kuşatması, Aydınlanmanın şeriatın karanlığı tarafından bastırılması, ülkeyi içinden çıkılması güç koşullara getirmiştir. Yıllardan beri dinci örgütlenmelere ortam hazırlanmış; bugün laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletini terk etmek konumuna gelinmiştir. Ne yazık ki gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunan yöneticiler, emperyalist güçlerin desteğiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin parçalanmasına, bitirilmesine ve paylaşılmasına aracılık etmektedir.

Yıllardır siyasal iktidarlar, ABD ve AB emperyalizmine kucak açmış, Avrupa Birliği’ne üye olmak adına tam bağımsızlığımızı ve onurumuzu feda etmek istemektedirler.

UNESCO,  üye  156  ülkenin  oybirliği  ile  1981  yılını,  Atatürk Yılı  ilan  ederken,  kararın  gerekçesinde,  Atatürk  şöyle  tanımlanıyordu:

  • ”Uluslararası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan
    ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, insanlar arasında  renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen, eşsiz devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurucusu……”

UNESCO’nun bu tanımından sonra, sömürge valisi edalarıyla ülkemize gelen AB’nin ve ABD’nin yetkilileri, olur olmaz her konuda fikir vermektedirler. Atatürk’ün resimlerinden korkan, Kemalizm’i terk etmemiz gerektiğini söyleyen bu yüzsüzler, ülkemizin bölünmesi için büyük çaba harcamaktadırlar. Bu Sevr özlemcileri, bölünmemiz ve bağımsızlığımızı yitirmemiz için, yerli işbirlikçileriyle birlikte her yola başvurmaktadırlar. Dıştan ve içten gelen her türlü Kemalizm karşıtı saldırılar, Türkiye’de ulusal devleti çökertmek amacını taşımaktadır.  Ancak, Mustafa Kemal’in cumhuriyeti emanet ettiği Türk gençliği bütün olumsuzlukları yenecek güçtedir ve Kemalizm’e her zaman
sahip çıkacaktır.

Bugün ülkemizin ulusal kuruluşları “babalar gibi” satılmaktadır. Yeraltı ve yer üstü zenginliklerimiz emperyalist güçlere pazarlanmaktadır. Tarım ve hayvancılığımız bitirilmiş, sanayimiz çökertilmiş, yolsuzluk, yoksulluk ve talan en üst düzeye ulaşmıştır. Günümüz Türkiye’sinde 8 milyon kişi asgari ücretle çalışmakta, 11 milyon kişi işsizlikle boğuşmaktadır. Çalışanların %70’i yoksulluk sınırının altında ücret almaktadır.
Memurun, işçinin, emeklinin, esnafın, çiftçinin düşürüldüğü acıklı durum herkes tarafından görülmektedir. Terör ülkemizi vurmuş ve terör örgütüyle pazarlık aşamasında “yeni anayasa” yapılmak istenmektedir. Günümüz Türkiye’sinin getirildiği konum içler acısıdır.  Genel durum ve görünüm şimdilik parlak değildir.

Dünya Ekonomik Forumu’nun raporlarına göre Türkiye, 134 ülke arasında ekonomik açıdan incelemede genel sıralamada 125. sıradadır. Siyasal iktidarın dünyanın
17. büyük ekonomisi dediği Türkiye’nin gerçekleri yoksulluktur, açlıktır, işsizliktir. Gemiciği ve villacığı olanlara teğet geçen ekonomik kriz, halkımızı delip geçmektedir. Dünya Ekonomik Forumu Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’na göre kadın – erkek eşitliğinde Türkiye 135 ülke arasında 121. sıradadır. Türkiye basın özgürlüğünde 138 ülke arasında 135. sırada, yargı bağımsızlığında ise 82. sırada yer almaktadır.

Ülkeyi yöneten siyasal iktidar, kendi ülkesinin ordusunu düşman olarak görmektedir ve hangi koşulda olursa olsun her istediğini yapmak için uğraşmaktadır. Bunun anlamı, ülkede sivil darbe yapıldığıdır. Sivil darbe, hukuk dışı yasalar çıkartılarak, tüm devlet kurumlarını ele geçirmek için sistemli bir şekilde kadrolaşmak ve kendilerine karşı olanları bir biçimde yargılayıp, susturmaktır.

Silivri’de zulüm altında tutularak, hayali suçlamalarla yargılanan yurtsever
ve Kemalist aydınlar, yıllardır onur savaşımı (mücadelesi) vermektedirler.

  • Laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla kesinleşen siyasal iktidarın amacı, ülkemizde rejim değişikliği yapmaktır.
    Türkiye’yi İslam cumhuriyetine dönüştürme çabaları sonuç vermeyecektir.

Bugün geldiğimiz ortamı eşsiz önderimiz Atatürk, 20 Ekim 1927’de,
CumhuriyetiTürk Gençliğine emanet ederken anlatmıştı:

  • “Bütün bu durumlardan daha acı ve daha korkunç olmak üzere,
    yurdun içinde yönetim başında bulunanlar; aymazlık, sapkınlık ve üstelik
    hainlik içinde bulunabilirler. Dahası, yönetim başında bulunan böyleleri,
    kişisel çıkarlarını, yurduna girip yayılmış olan dış düşmanların
    siyasal amaçlarıyla birleştirebilirler.”

“10 Kasım’da yaygara kopartıldı”, “Ata’ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok” diyen ve ulusal bayramlarımızı yasaklayan karanlık zihniyetler
ne yaparlarsa yapsınlar; başaramayacaklardır. Çünkü bu topraklarda
Mustafa Kemal Atatürk’ün özgürlük rüzgarları esmektedir.

Ulusal kurtuluş mücadelemizin başlangıcından 94 yıl sonra, ülkemizde genel durum ve görünüm çok parlak değildir. 94 yıl önce bugünlerde 19 Mayıs, bağımsızlığı yok edilmek istenen bir ulusun kurtuluş savaşına başlangıcını müjdeliyordu. Vatanın kurtulması için örgütlenerek, güçbirliği yapan Anadolu insanının bağımsızlık mücadelesini müjdeliyordu. 94 yıl sonra Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı ve 19 Mayıs’ı, bugünkü siyasal ortamla birlikte düşünürsek umutsuzluğa kapılabiliriz. Ancak içinde Atatürk sevgisi taşıyanlar için umutsuzluğa yer yoktur, Atatürk’ün gençleri için umutsuzluk diye bir olgu söz konusu değildir. Atatürk’ün ilkelerini özümseyerek, bilinçli ve kararlı bir biçimde
tüm yurtseverlerin örgütlenerek yapacağı haklı ve demokratik bir mücadele ile umuda ve aydınlığa doğru yeniden yol alınacaktır.

Bunun için tüm yurtsever güçlerin bir araya gelip örgütlenmesi, güçlerini birleştirmesi gerekmektedir. Çözümün Kemalizm’in muhteşem “6 Ok”unda olduğunu bilerek il il, ilçe ilçe, köy köy, mahalle mahalle dolaşarak bütün bu olumsuzlukların, ülkemizin üstündeki kara bulutların topluma anlatılması gerekmektedir.
Atatürk’ün gençlere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza dek yaşatılması için,
hepimizi büyük görev ve sorumluluklar beklemektedir.

“Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı” kararlı ve bilinçli olarak yeniden savaşmanın zamanı gelmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaş uygarlık yolunda sürekli ileriye doğru gideceğimiz ışıltılı günlerin özlemiyle, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başlangıcı olan,
19 Mayıs’ın 94. yılı kutlu olsun!

Hepinizi saygıyla selamlıyor ve teşekkür ediyorum.

(İlk Kurşun Gazetesi, 20 Mayıs 2013)

Türkiye’nin Gelişmişlik Derecesi

Türkiye’nin Gelişmişlik Derecesi

Doğan HASOL

Başta Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) olmak üzere birçok kurum ülkelerin “ekonomik gelişmeleri” ile “insani gelişme” derecelerini belirleyen raporlar yayımlıyor.

O raporlara göre;

Türkiye ekonomisi ulusal gelir büyüklüğü itibarıyla dünyanın 16’ncı büyük ekonomisi.

Türkiye 1998 yılında 200.5 milyar $ tutarındaki gayri safi hasılası ile 110 ülkeyi geride bırakarak 22’nci olmuştu. O zaman nüfusu 63 milyon kadardı. Ekonomik gelişme fena görünmüyor. Zaten bu nedenle G20’ler arasında yer alıyoruz. Ancak ne var ki iş ekonomiyle bitmiyor; ekonomik büyüklük bir ülke halkının refah düzeyini göstermiyor. Başka göstergeler de var ki, bunlar ülkelerin gerçek düzeyini belirliyor. İşte, bir süreden beri çeşitli kaynaklardan derlediğim o göstergelerden bazıları…

UNDP’nin 2011 İnsani Gelişme Raporu’nda 187 ülke arasında 92’nci sıradayız. 2007’de 79’uncu, 2010’da 83’üncü idik. Daha da gerilemişiz.

• Refah düzeyini kişi başına ortalama gelir gösterir. AB ülkeleri ve aday ülkeler arasında kişi başına gelir sıralamasında Türkiye 35 ülke arasında sondan 3’üncü, 31 OECD ülkesi arasında ise sonuncu.

Dünya Bankası’na göre Türkiye’de nüfusun %18.1’i, kırsal kesimin %34’ü yoksulluk sınırının altında. Nüfusun en üstteki % 20’lik bölümü gelir ya da tüketimin % 45’ini elde ediyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2011 yılı Gelir ve Yaşam Koşulları araştırmasına göre de Türkiye’de her 100 kişinin 16.1’i yoksul. Toplamda 12 milyon yoksulumuz var.

Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre Türkiye 2011 yılında 77 milyar 89 milyon $ cari açıkla, 473.4 milyar $açık veren ABD’nin ardından 2’nci sırayı aldı.

Dünya Ekonomi Forumu’nun (WEF) Küresel Rekabet Gücü 2012-13 Endeksi’nde rekabet gücü açısından Türkiye dünyada 43. sırada; buna karşılık Fikri Mülkiyet Hakları bakımından 144 ülke arasında 86’ncı.

Economic Intelligence Unit’in 2010 raporuna göre Türk demokrasisi, “tam demokrasi” ve “kusurlu demokrasiler”den sonra gelen “hibrid (melez) rejim”ler sınıfına giriyor. Seçim notu 7.9. Buna karşılık demokrasi kültürü 5, katılım 3.9, hak ve özgürlükler 4.7. Yani Türkiye’de seçimler oldukça dürüst yapılıyor; ancak özgürlükler sınırlı, katılım zayıf, demokrasi kültürü iyi değil.

Freedom House 2012 Basın Özgürlüğü raporunda Türkiye “kısmen özgür” ülkeler arasında yer aldı; 197 ülke arasında 117’nci oldu. Raporda, “Türkiye’nin dünyada en fazla tutuklu gazetecinin bulunduğu ülkelerden biri olduğu” vurgulandı. Raporda 62 puanın altındakiler “özgür olmayan ülkeler”den sayılıyor; Türkiye’nin puanı 55.

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 2011-12 basın özgürlüğü sıralamasında Türkiye 148’inci sırada.

• Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verilerine göre, “adil yargılanma ihlalleri”nde 47 ülke arasında Türkiye birinci. AİHM’ye yapılan başvurular konusunda Türkiye, Rusya’nın ardından 2’nci sırada. Bu veriler T.C. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı raporuna da girmiş.

OECD’nin her yıl okul dönemi başında yayımladığı “Bir Başka Eğitim” raporuna göre G20 ülkelerinin 2010 yılı verilerine göre 15-29 yaş arasındaki kadınların hem eğitim hem de işgücünden en uzak kaldığı ülke Türkiye.

Kadın hakları bakımından, Dünya Ekonomik Forumu’nun raporuna göre Türkiye, kadınların eğitiminde 134 ülke arasında 109’uncu, cinsiyet eşitsizliğinde 126’ncı durumda.

• Uluslararası Save The Children (Çocukları Koru) örgütünün yayımladığı

“Dünyada Annelerin Durumu 2012 Raporu”na göre annelerin hayat koşulları bakımından Türkiye 170 ülke arasında 91’nci sırada.

• Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) basına sızan Mutluluk Endeksi raporuna göre, 34 ülkenin durumu incelenmiş ve yaşları 11-15 arasında değişen gençler arasında öfke sıralamasında Türk gençleri ilk sıraya yerleşmiş.

• Son olarak da şunu ekleyelim:

Türkiye dünyanın en zengin ülkesi değil ama benzini en pahalı kullanan ülke. Hiç değilse yalnızca bir konuda da birinciliğimiz olsun, değil mi(!).

Karnemiz böyle… İnsani gelişmede 187 ülke arasında ne yazık ki 92’nci sıradayız.

Bu durum bize yakışmıyor. Boşuna övünmek yerine aklımızı başımıza toplayıp kırık notlarımızı düzeltmemiz gerekir. (Cumhuriyet 08.10.2012)