Etiket arşivi: COVID-19 salgını

Türk Tabipleri Birliği Uyarıyor

Erinç Yeldan

Türk Tabipleri Birliği Uyarıyor

09 Eylül 2020, Cumhuriyet
İnsan mı, ekonomi mi?
Covid-19 salgınının patlak verdiği günlerden bu yana yedi ay geçti. Siyaset, bu ortamda hâlâ insan yaşamının her tür çıkar kaygısının üstünde olduğu ve olması gerektiği gerçeğini kabullenebilmiş değil. Bu satırların yazıldığı sırada dünyada toplam olgu sayısı 27 milyon 436 bin kişiyi aşmış; virüs nedeniyle yaşamını kaybedenlerin sayısı 896 bin kişiye ulaşmış idi. 7 Eylül itibarıyla, Sağlık Bakanlığınca yayımlanan resmi verilere göre, ülkemizdeki aktif olgu sayısı 281 bin 509 kişi; yaşamını kaybedenlerin sayısı ise 6 bin 730 idi.
Türkiye, dünyanın en kalabalık 17. ülkesidir. Aynı tarih itibarıyla, ülkemiz dünyada Covid-19 doğrulanmış¸ olgu sayısında 18. sırada, Covid-19 doğrulanmış¸ ölüm sayısında 22. sırada, milyon kişi başına düşen doğrulanmış¸ olgu sayısında 76. sırada (3331), milyon kişi başına düşen doğrulanmış¸ ölüm sayısında ise 58. sırada (80) yer almaktaydı.

Covid-19 pandemisinin ülkemizde de görülmeye başlandığının resmi olarak açıklanmasının üzerinden yaklaşık altı ay geçmiş durumda. Ancak, özellikle haziran başından bu yana izlenmiş bulunan resmi yaklaşım, salgının yayılmasına karşı alınmış olan önlemlerin “ekonominin gerçekleri doğrultusunda” gevşetilerek, hastalıkla mücadelede vatandaşın birincil derecede sorumlu ilan edilmesi ve salgınla baş başa bırakılması stratejisine dönüştü. Nitekim, bu gerçekler ışığında Türk Tabipleri Birliği (TTB) ne yazık ki bizimle şu satırları paylaşmak zorunda kalmış idi:

“… ülkemiz genelinde ne çalışma yaşamı, ne sağlık, ne eğitim ne de üniversite vb. herhangi bir alana yönelik olarak bütünlüklü, bilimsel bilgiye dayalı ve toplumsal gereksinimleri önceleme özelliklerini birlikte taşıyan herhangi bir kamusal düzenleme gerçekleştirildi.” 

TTB, 26 Ağustos tarihinde Cumhurbaşkanlığı tarafından yayımlanan “COVID-19 Kapsamında Kamu Çalışanlarına Yönelik Tedbirler” genelgesine yönelik olarak, Salgın Çalışma Yaşamında Ayrım Yapmıyor! uyarısını yapıyor ve şu tespitleri bizlerle paylaşıyordu:

“Genel bütçeden doğrudan kamusal mali destek kararıyla işverenler öncelenirken, tüm emekçiler, esnaf ve işsizler görmezden gelindi. Çalışma koşullarına ve çalışanlara yönelik düzenlemelerde de özel sektör, tarım sektörü ve kayıt dışı alanlar yok sayıldı. 

Hükümet, sorumluluğunu yerine getirmekten, sermaye gruplarıyla karşı karşıya gelmekten salgının yayılması, ölümlerin artması pahasına ısrarla kaçınıyor. … Çalışma koşulları ile çalışanlara yönelik olarak, pandeminin gerektirdiği nitelik ve nicelikteki düzenleme ile denetimler özel sektör söz konusu olduğunda yok sayılmaya devam ediliyor.” 

Türk Tabipleri Birliği, salgının ülkemizde denetim altına alınamamasının önemli nedenlerinden bir tanesinin bu tutumun sürdürülmesi olduğunun altını çizmektedir. TTB “… hem çalışma koşulları hem de çalışanların özlük haklarına ve sağlıklarına yönelik bütünlüklü, bilimsel bilgiye dayalı ve toplumsal gereksinimleri önceleme özelliklerini birlikte taşıyan düzenlemelerin zaman geçirilmeden yapılması” gerekliliğini vurgulamakta; sağlık emekçilerine yönelik olarak da şu tedbirlerin ivedilikle alınmasını talep etmektedir:

1. COVID-19 hastalarıyla ilgili birimlerde görevli çalışanların çalışma saatleri ve iş yükleri fiziksel ve ruhsal sağlıklarını koruyacak şekilde düzenlenmelidir.

2. Sağlık çalışanı ebeveynlere, çocuğunun bakımı ve sağlığı ile mesleğini icra etme ve geçimini sağlayabilme arasında seçim yapmaya zorlamadan ücretsiz kreş, çocuk bakım desteği ya da ücretli idari izin gibi olanaklar sağlanmalıdır.

3. Temel ücretlerinde emekliliğe de yansıyacak şekilde düzenleme yapılmalı; performans ödemeleri Ocak 2021’e kadar en üst seviyeden ödenmeli, çalışanların hastalık izni ve rapor nedeniyle ücretlerinde kesinti uygulamasına son verilmelidir.

4. COVID-19 hastalığı, bütün sağlık çalışanları için meslek hastalığı olarak kabul edilmelidir. Düzenleme geriye dönük olarak da geçerli olmalıdır.

Yazımızı bitirirken ilk satırlara geri dönmek elzem: Önce insan!

CHP’li vekilden korkutan ‘Gerçek vefat ve vaka sayısı’ açıklaması

CHP’li vekilden korkutan ‘Gerçek vefat ve vaka sayısı’ açıklaması

CHP Ordu Milletvekili Mustafa Adıgüzel, “Koronavirüsten Türkiye’de gerçek vefat sayısı 23 bindir. Türkiye’nin genelinde vaka sayısı ise 980 bindir” dedi.

09 Eylül 2020, Cumhuriyet

CHP'li vekilden korkutan 'Gerçek vefat ve vaka sayısı' açıklaması(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Dr. Adıgüzel, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, Covid-19 salgınının ülkeyi kasıp kavurduğunu ifade etti.

Şu anda TBMM’de her 30 milletvekilinden 1’inin hasta olduğunu, hasta olup, tedavi gören belediye başkanları, siyasi parti liderleri bulunduğunu belirten Adıgüzel, Türkiye’de her apartmana Covid-19’un girdiğini söyledi.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya, “sanal bakan” dediğini ifade eden Adıgüzel, “Sağlık Bakanı, ‘bugün ne verelim’ diye düşünüp taşınıp bir sayı belirleyip, onu da Twitter’da yayınlamaktan öteye gitmeyen bir sağlık bakanıdır. Sağlık Bakanı, bu işleri artık bırakmalıdır.” ifadelerini kullandı.

Koca’nın açıkladığı vaka sayılarının gerçek tabloyu yansıtmadığını ileri süren Adıgüzel, bugün açıklanacağını iddia ettiği koronavirüs tablosunu basın mensupları ile paylaştı.

Gerçek koronavirüs tablosunun bu olmadığını öne süren Adıgüzel, “Bu, Türkiye’nin dört bir tarafından meslektaşlarımızdan, Sağlık Emekçileri Sendikasının üyeleri, büyükşehir belediyeleri ve CHP’li belediyelerden aldığımız verilerle oluşturduğumuz bir tablodur” diyerek, kendisinin hazırladığı yeni tabloyu gösterdi.

Adıgüzel, bugünkü hasta sayısının 105 bin test yapılacaksa 16 bin olduğunu iddia ederek, her yapılan bin testin 150’sinin pozitif geldiğini söyledi.

“VAKA SAYISI 980 BİN”

Koca’nın vaka sayılarında bir sıfırı attığını ileri süren Adıgüzel, sözlerini şöyle sürdürdü:

“16 bin yeni vakamız vardır. Bakan bir sıfır atmaktadır. Bu vefatlar da beş büyük ilimiz İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Antalya’nın salgının başından beri toplam vefat sayıları, belediyelerimizin kayıtlarında mevcuttur. Toplam vefat sayısı 8,850’dir. Bu kentlerde 30 milyon insanımız yaşamaktadır. 30 milyon insanımızda 8,850 ise bunu 82 milyon insanımızla oranladığımızda, Türkiye’de gerçek vefat sayısı 23 bindir. Türkiye genelinde vaka sayısı ise 980 bindir. Bu da, Bakan’ın açıkladığı 285 bin rakamının yaklaşık 4 katıdır. Türkiye’de her 40 kişiden birisi Covid ile tanışmış durumdadır.”

Adıgüzel, Milli Eğitim Bakanlığının yüz yüze eğitime imkan vermesi durumunda yıl başına kadar her eve Covid gireceğini iddia etti.

Bir suç duyurusunda bulunmak istediğini ifade eden Adıgüzel,

  • “Sağlık Bakanı’nı ve Hükümetin başını ölüme sebebiyet vermekten, can kaybına sebebiyet vermekten suç duyurusunda bulunmak istiyorum.” diye konuştu.

Sağlık Bakanlığının sağlık çalışanlarına talimatlarını, resmi evrak ile değil what’ s up ile gönderdiğini, Milli Eğitim Bakanlığının da çocuklarını okula göndermek isteyip istemediğini velilere soracağını belirten Adıgüzel, her iki bakanlığın da “topu taca attığını” savundu.

Hükümete yakın firmaların, başka sektörde çalışan fabrikalarını maske üreten fabrikalara çevirdiğini ileri süren Adıgüzel, vatandaş maske ararken, hükümete yakın çevrelerin yurt dışına maske gönderip, bunun rantını elde ettiğini iddia etti.

Adıgüzel, çağrı merkezi çalışanlarının evlerinden çalışırken kamera ile takip edildiğini ileri sürdü.
========================
Dostlar,

Meslektaşımız Dr. Mustafa ADIGÜZEL yürekli açıklamalar yapıyor salgın hakkında. Çıkarımları doğrudur. Biz de geçtiğimiz günlerde CHP Genel Başkanı Sn. Kemal Kılıçdaroğlu’nu telefonla arayarak konuyu görüştük ve önerilerde bulunduk, ardından da yazılı not olarak ilettik :

  • “Ülkemizdeki salgın kötü yönetiminin yumuşak karnı GİZLENEN ÖLÜM SAYILARI..
    Oysa gerçek 1 adım ötede… 1397 belediyeden 536 + kayyım atadıkları 64 olmak üzere 600’ü AKP elinde, 145’i MHP’nin. Kalan 652’si ise muhalefet partilerinin. Bu 652 belediye nüfus olarak Türkiye’nin %70’ine yakın. Mezarlıklar müdürlüklerinden salgından bu yana toplam ölüm rakamları toplanır, ilan edilen göstermelik korona ölümleri düşülür; farkın kaynağı iktidardan YÜKSEK SESLE kamuoyu önünde sorulur.. İktidar partileri belediyelerinin de toplam rakamı açıklaması istenir.Neden saklıyorsun bunca ölümü??‘ denir!!… Denmezse suça ortak olunur.. CHP Gn. Bşk. Kemal Kılıçdaroğlu’na da 7 Eylül 2020 günü telefon ederek söyledim.. TV’lerde de çok kez uyardım.. Dr. Ahmet SALTIK”

Son 2 günde, CHP Genel Merkezinden örgütlere ulaştırılan iletiyi de öğrendirk :

  • “Sayın Yetkili,
    Mart ayından bu yana kentinizde yaşanan vefatlarda korona, zatürre, solunum yetmezliği ve çoklu organ yetmezliğinden defnedilen kişi sayısını tarafımıza ivedilikle bildirmenizi rica ederiz.
    Yerel Yönetimler”

Üstüne gidildiğinde, kısa sürede acı gerçekler ortaya çıkacaktır.
Öbür muhalefet partilerinin de ortak davranması dilek ve beklentimizdir.

Sevgi ve saygı ile. 09 Eylül 2020, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Hekim, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF)
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

TTB Heyeti, COVID-19 salgını konusundaki görüş ve önerileri ile sağlık çalışanlarının taleplerini Sağlık Bakanlığı’na iletti

TTB Heyeti, COVID-19 salgını konusundaki görüş ve önerileri ile sağlık çalışanlarının taleplerini Sağlık Bakanlığı’na iletti

Adıyaman ve Azap’ın giderek artan sayıda hekim ve sağlık çalışanının COVID-19 nedeniyle yaşamını yitirmesinden duyulan üzüntüyü ifade etmek ve kayıplara dikkat çekmek amacıyla siyah giysi ve maskelerle katıldıkları görüşmede hekim ve sağlık çalışanlarının içinde bulundukları koşullar ve tükenmişlik, hekim ve sağlık çalışanlarının maaşları ve COVID-19’a yakalanan sağlık çalışanlarının maaşlarında yapılan kesintiler, tarama testleri, grip ve pnömokok aşıları, COVID-19 aşısı çalışmaları, COVID-19 ile ilgili Türkiye verileri ile Tabip Odası yöneticileri ve hekimlere yönelik baskılar konuşuldu.

Prof. Dr. Sinan Adıyaman, görüşmeden sonra yaptığı açıklamada bir gün önce Sağlık Bakanlığı tarafından TTB Merkez Konseyi ve COVID-19 İzleme Kurulu’na randevu verildiğini; TTB Merkez Konseyi, TTB Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu (UDEK) ve Uzmanlık Dernekleri temsilcileri adına TTB tarafından istenen randevunun ise önümüzdeki günlerde gerçekleştirileceğini söyledi.

Pandeminin geldiği noktada kontrolün elden kaybedildiği yönündeki görüşlerini ilettiklerini belirten Adıyaman, Bakan Koca’ya sağlık çalışanlarının sorunlarını aktardıklarını bildirdi. Aile Sağlığı Merkezlerinde (ASM) çalışan aile hekimlerinin hasta oldukları ve rapor aldıkları zaman maaşlarından kesinti yapıldığını belirten Adıyaman, Sağlık Bakanının bu sorunun en kısa zamanda çözüleceğini ve hekim maaşlarıyla ilgili bir düzenlemeye gidileceğini söylediğini aktardı. Adıyaman, bu gelişmenin memnuniyet verici olduğunu belirterek, “TTB yalnız hekimlerin değil tüm sağlık çalışanlarının yanında olmaya devam edecek” diye konuştu.

TTB’ye gelen COVID-19 verilerinin Bakanlığın açıkladıklarından tümüyle farklı olduğunu söylediklerini belirten Adıyaman, Bakanlığın açıkladığı rakamları gerçekçi bulmadıklarını, gerek virüsün yarattığı yükü gösterebilmek ve gerekse bilim insanlarının bu verilerden yararlanarak birtakım öngörüler geliştirebilmelerini sağlamak için kendilerine gelen rakamları açıklamaya devam edeceklerini de sözlerine ekledi.

TTB COVID-19 İzleme Kurulu üyesi Prof. Dr. Özlem Kurt Azap da, Bakan Koca’nın COVID-19’un meslek hastalığı kabul edilmesine ilişkin olarak diğer bakanlıklarla çalışma yürütüldüğünü söylediğini aktardı ve “Bunun takipçisi olacağız” diye konuştu.

Bakan Koca’nın tarama testleriyle ilgili olarak özellikle riskli alanlarda çalışanlarla ilgili bir çalışma yürütüleceğini ve testlerin rutin pratikte uygulanmak üzere bir hazırlık yapılacağını söylediğini belirten Azap, Bakan’ın bunun talimatını da görüşme sırasında verdiğini aktardı.

Prof. Dr. Azap, sağlık çalışanlarının yaşadığı sıkıntılar ve tükenmişlik durumuna ilişkin tespit ve gözlemlerini paylaştıklarını, sağlık çalışanlarının moral desteğe gereksinimlerinin olduğunu ve kişisel koruyucu ekipman (KKE) eksiklerinin herhangi zorlukla karşılaşmadan giderilmesini istediklerini söyledi. Azap, Koca’nın KKE eksiği yaşanmayacağını, bununla ilgili hazırlık yürütüldüğünü ve yine grip ve pnömokok aşısında sıkıntı yaşanmayacak şekilde hazırlık yapıldığını söylediğini bildirdi.

Azap, Türkiye’de COVID-19 ile ilgili yürütülen faz 1 aşamasında aşı çalışması olduğunu, bunun dışında yurt dışında yürütülen bazı aşıların faz 3 çalışmasının da Türkiye’de gerçekleştirileceğini söylediğini bildirerek, “Bundan sonraki çalışmaların şeffaflıkla bizlerle ve kamuoyu ile paylaşılmasını bekliyor ve diliyoruz.” diye konuştu.

Giresun Sel Felaketi

Giresun Sel Felaketi: Şehirlerimizin yıkımının ve 6 yurttaşımızın ölümünün gerçek nedeni iktidarların politik tercihleridir!

2020 Haziran ayından bu yana ülkemizin Ankara, Burdur, Artvin, Rize, Van, Trabzon ve Ağrı illerinde yaşanan sel felaketleri birçok yurttaşımızın yaşamını yitirmesine ve büyük mal kayıplarına neden olmuştu. Son olarak 22 Ağustos 2020 günü akşam saatlerinde Karadeniz bölgemizde sel, birçok bölgede ölümcül sonuçlar doğurarak şehirleri ve çevre yerleşim yerlerini vurdu. Giresun ilinin Dereli, Doğankent ve Yağlıdere ilçelerinde büyük hasara neden olan sel felaketi, yıkıcı etkisi ile önemli soruların ve sonuçların doğmasına yol açmalı, politikacıların demagojik söylemleri ile unutulmaya terk edilmemelidir.

Yüzlerce evi, işyerini, ekili alanı, yolları, köprüleri tahrip eden, ilçelerle merkez bağlantısının kesen bu felakette ne yazık ki can kayıpları da oldu. Alınan son bilgilere göre 6 yurttaşımız hayatını kaybetti. 12 kişiyi arama-kurtarma çalışmaları da devam ediyor. An itibariyle selden dolayı 118 köy yolu ulaşıma kapanmış ve Dereli ve Doğankent ilçelerine elektrik ve su verilememektedir.

  • Ülkemiz insanlarının canını değersiz gören, doğasını ve şehirlerini rant için talan eden politikalara ve bunları uygulayan iktidarlara sessiz kalınmamalıdır.  

Giresun’da yaşanan sel felaketinde hayatını kaybeden yurttaşlarımızın  yakınlarına baş sağlığı; geride kalanlara geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Bu tür önlenebilir doğa olaylarının bir daha yaşanmayacağı, yurttaşlarımızın canlarının ve mallarının korunabileceği, insan ve doğa odaklı politikaların benimseneceği bir ülkede yaşayacağımız günlere dair özlemimizi sürdürüyoruz.

  • Öncelikle, felaketi doğaya değil, doğanın yasalarına kulak asmayan iktidarlara / yerel yönetimlere bağlamak gerekiyor.

Sel felaketlerinin, can kayıplarının, yıkımın kökenine ulaşmaya çalıştığımızda karşımıza, doğa-insan ilişkisini katleden kapitalist kar için doğanın talan edilmesi mantığı çıkmaktadır.

Küresel iklim krizinden dolayı yağışlar dönem dönem aşırı olabilir; bu doğal sayılabilir; doğal olmayan, bu yaşananlarının olumsuz sonuçlarını kontrol edebilecek kapasiteye sahipken bunu yapmayıp, yaşananları afete dönüştüren iktidarların politik tercihleridir.

Ülkemizi yönetenler bu felaketi hem küresel iklim krizinin sonuçları ile açıklamakta hem de küresel iklim krizinin oluşmasına neden olan politikaları savunmaktadırlar.

Paris İklim Anlaşmasının gereğini yerine getirmemesi bu samimiyetsiz politikaların çarpıcı bir örneğidir.

Tüm dünyada “doğal nedenli olağandışı durumlara” bağlı ölümlerin yarısından fazlası sellere bağlıdır. Ülkemizde de ölüme yol açan doğal nedenli olağandışı durumlar arasında seller 2. sırada yer almaktadır. Sellerin, yol açtığı toplam maddi zarar açısından doğal nedenli olağandışı durumlar arasında 2. sırada olduğu görülmektedir. Seller; etkilediği toplam kişi sayısında ise olağandışı durumlar arasında ülkemizde 3. sıradadır.

Ülkemiz açısından son derece önemli bu sel riskinin oluşumunun arkasında yatan nedenlerle ilgili meslek örgütlerinin görüşü;

  • Sellerin doğal afet değil, çarpık kentleşmenin bir sonucu olduğu!” şeklindedir.

Yaşadığımız şehirler, plansız ve bilinçsiz yerleşimler ile yanlış arazi kullanımı sonucu, sellere daha fazla maruz kalmaktadır. Bu bağlamda

  • Ülkemizde yaşanan sel felaketlerinin çoğunun arkasında yatan temel nedenin kentleşmenin denetimsiz biçimde yaygın ve başta yeşil alanlar olmak üzere çevreyi yok ederek büyümesi olduğunu söyleyebiliriz.

Dolayısıyla sellerle mücadele sürecinde çözüm önerileri geçici söylemlerle değil, doğrudan kentleşmenin düzenlemesi işinde aranmalıdır. Güncel COVİD-19 salgınının denetim altına alınamamasında da çarpık kentleşme etkin bir faktör (AS: etmen) olduğu bilinmelidir.

Karadeniz’de yaşanan sel olaylarında üç ortak noktanın öne çıktığını gözlemliyoruz:

İlki dere yataklarındaki yapılaşma,
ikincisi Karadeniz Sahil Yolu’nun oluşturduğu setin derelerin Karadeniz’e ulaşmasına engel olması,
üçüncüsü de HES’ler nedeniyle derelerin akış rejiminin bozulmasıdır.

Bu üç temel sorun çözüme kavuşturulmadan, bölge halkının can ve mal güvenliğinin sağlanmasının mümkün olmadığını Giresun sel felaketi bir daha göstermiştir.

Pek çok  olağandışı durumda olduğu gibi sellerde de çevre sağlığı hizmetleri, sağlık hizmetleri yönetiminde önceliğe sahiptir. Her zaman özenle yürütülmesi gereken koruyucu sağlık hizmetleri, sel sonrasında da  aksatılmadan sürdürülmelidir. Diğer taraftan; Giresun’da yaşanan sel felaketi, içinde bulunduğumuz Covid-19 pandemi sürecinin bölgedeki yönetimini daha zorlu ve sorunlu hale getirecektir.

Giresun’da selden sonra belli bölgelerde su ve kanalizasyon sistemlerinde bozulma olacağı öngörülmelidir. Bu da biyolojik ve kimyasal kontaminasyon oluşturabilir. Sel suları ile dağılan atıklar kirliliğe sebep olarak enfeksiyon riskini artırabilir. Sellerden sonra vektör üreme alanları genişleyecektir. Temizleme çalışmaları sırasında yaşanan çeşitli travmalar, emosyonel ve fiziksel stres sonucu miyokard enfarktüsü, elektrik çarpmalarına bağlı ölüm ve bulaşıcı hastalıklara yol açabilecektir.

Tüm bu sorunların giderilebilmesi için ivedilikle risk analizi yapılmalı, sel riski olan bölgede, hangi sağlık sorunlarının yaşanabileceği önceden değerlendirilmeli, hastalık / sağlık sorunlarının erken belirlenmesi için düzenli bir bilgi toplama sistemi oluşturulmalı, selden etkilenen evlerde yaşayanlar her gün ziyaret edilerek sağlık sorunları izlenmeli, günlük temiz su sağlanmalı, klor tabletleri dağıtılmalı, fare ve benzeri kemiricilerin risk durumu değerlendirilmeli, aşılama hizmetleri aksatılmadan sürdürülmeli, özellikle gebe ve çocukların rutin aşıları aksatılmamalıdır. Sel sırasında toprak, çamur, vb. ile kirlenmiş, derin yarası olanların tetanos bağışıklaması yapılmalıdır.

Sele bağlı önlemlerin yanı sıra COVİD-19 pandemi sürecine ilişkin çalışmalar da unutulmadan, aksatılmadan ve  gevşetilmeden daha ayrıntılı ve özenli yapılmak zorundadır.

Türk Tabipleri Birliği olarak, gerek Halk Sağlığı Kolumuz gerekse başta Giresun Tabip Odamız olmak üzere yerel Tabip Odalarımızla birlikte her türlü katkıyı vermeye hazırız.

Halkımızın can ve mal güvenliğini tehdit eden olağandışı durumlarda koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetleri başta olmak üzere her türlü desteği koşulsuz vereceğimizden; doğayı ve kentlerimizi kar ve rant hırsı ile talan eden politikalara karşı mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğimizden hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Dünya Sağlık Örgütü’ndan koronavirüs aşısı açıklaması

Dünya Sağlık Örgütü’ndan koronavirüs aşısı açıklaması

Dünya Sağlık Örgütü – DSÖ’den koronavirüs salgınında umut ışığı olan aşı çalışmaları ile ilgili flaş bir açıklama geldi. Peki dünya aşıyı bulmaya ne kadar yakın.

DSÖ, Covid-19 aşısı için umut olduğunu söyledi. Kurumun başkanı Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, basın toplantısında konuyla ilgili “sorunu çözecek sihirli anahtar henüz yok belki de hiçbir zaman olmayacak” ifadelerini kullandı.

Dr. Tedros, tüm dünyadaki insanların sosyal mesafe başta olmak üzere önlemlere uymasını, elleri yıkayarak, maske takmaya devam etmesini istedi. Küresel çapta Covid 19 tanısı konanların sayısı 18 milyona çıktı. Can kaybı sayısı ise 700 bine yaklaşmış durumda.

Kurumun Cenevre’deki merkezinde konuşan Ghebreyesus, bağışıklık sistemi üzerindeki çalışmalara ilişkin şunları söyledi:”Birden fazla aşı çalışması şu anda klinik testlerdeki üçüncü aşamaya geçmiş durumda. Hepimiz, enfeksiyonları önleyecek birden fazla aşıya sahip olmayı umuyoruz. Ancak sihirli bir anahtar henüz bulunmuş değil, belki de hiçbir zaman bulunmayacak.”

Dr. Tedros, koronavirüs tanısı konan annelerin de çocuklarını emzirmeye devam etmeye cesaretlendirilmeleri gerektiğini de savundu.

Toplam 165 aşı çalışması devam ediyor

Dünyada şu anda temel olarak iki farklı aşı çalışması yürütülüyor. Birinci kategoride, virüsün genetik kodu üzerinden aşı üretilmesi amaçlanıyor. Diğerinde ise Uzmanlar farklı aşı çalışmalarının başarılı olmasının da önemini vurguluyor. Olası aşıların, farklı insan grupları üzerinde enfeksiyon oluşumunu önleme görevi görebileceği değerlendiriliyor. DSÖ verilerine göre Covid-19 için 24 Temmuz 2020’de aralarında Türkiye’nin de olduğu 10’dan çok ülkede toplam 165 aşı çalışması sürüyor. Türkiye’den Boğaziçi, Ege, Ankara, Ortadoğu Teknik, 9 Eylül, Selçuk, Acıbadem, Erciyes ve Bezmialem Vakıf üniversiteleri de aşı geliştirme yarışına dahil.

Dünyada 3. faza geçen salt 5 aşı adayı var 

Henüz klinik araştırma aşamasında olan bu aşıların bir kısmı DNA bazlı, bir kısmı da öldürülmüş ya da zayıflatılmış virüs kullanıyor. Çalışmalarda sağlıklı gönüllülere ilk fazda onlarca, 2 fazda yüzlerce, 3. fazda ise binlerce kişi üzerinde testler yapılıyor. Özellikle üçüncü faz, nüfustaki çeşitliliği temsil edebilmesi için çeşitli yaş gruplarını, sağlık sorunu olan insanları, hamileleri ve bebekleri de kapsıyor. Aşının muhtemel etkilerinin gözlemlendiği bu fazlar aşı çalışmalarında en kritik bölüm. Tümüyle sağlıklı kişilerin bu test süreci boyunca enfekte olması beklendiği için bu fazlar uzun sürüyor. Etik nedenlerle bu insanlara kasıtlı olarak hastalık bulaştırılmıyor. Dünyadaki aşı çalışmaları arasında, binlerce gönüllü ile gerçekleştirilen 3. faza geçen yalnızca 5 aşı adayı var:

Oxford/Astrazeneca: Viral vektör türünde geliştirilen bu aşı virüsteki ‘Spike Protein’ diye adlandırılan bölgeyi hedef alarak virüsün hücreye tutunma ve kendini çoğaltma yetisini kırma.

Daha önceki SARS ve MERS salgınlarında öğrenilen ve bir yere kadar geliştirilen bu teknik, Covid-19 aşı çalışmalarına başlandığında epeyce vakit kazandırdı ve daha şimdiden yüzlerce milyon doz sipariş aldı.

Astra-Zeneca ile ortak yürütülen aşı çalışmasıyla ilgili 20 Temmuz’da yayınlanan makalede 2. faz sonuçlarının umut verici olduğu ve istenen bağışıklığı sağladığı duyuruldu.

CanSino: Çin merkezli bir başka aşı çalışması olan Cansino da viral vektör türünde aşı geliştiriyor. Çin ordusunda 3. Faz denemelerine başlanan aşının da daha önceki fazlardaki etkisi The Lancet dergisinde incelenmişti.

Sinovac: Eski bir yöntem olan ‘inaktif virüs’ tekniğine göre hazırlanan bu aşıda, enfekte etme özelliğini yitirmiş olan virüs vücuda verilerek, vücudun hastalığa bağışıklık kazanması hedefleniyor. Haziran ayında 1. ve 2. fazda kritik bir yan etki gözlemlenmediğini açıklayan şirket, 3. faz çalışmalarına Brezilya’da süreceğini duyurdu. Bu yöntemin dezavantajı, üretiminin uzun ve maliyetli olması. Zayıflatılmış ya da öldürülmüş virüs ile üretilen aşılarda bu virüslerin çoğaltılması için milyarlarca tavuk yumurtası gerekli.

Sinopharm: Çin merkezli bir başka aşı çalışması olan Sinopharm da ‘inaktif virüs’ yöntemini kullanıyor. Şirket 3. faz çalışmalarını Abu Dabi’de yürütüyor.

Moderna: ABD’de geliştirilen bu aşı, daha önceki aşılardan farklı olarak virüsün kendisinin değil, genetik materyalinin (RNA) vücuda enjekte edilerek bağışıklık oluşturmayı amaçlayan bir yöntemi kullanıyor. Üretimde büyük avantajlar sağlayacak bu yöntemin başarılı olması halinde aşı teknolojisinde çığır açabileceği bilim çevrelerince öngörülüyor. Moderna şirketi de 3.faz çalışmalarına geçtiğini duyurdu.

Covid-19 aşısında nasıl zaman kazanıldı? 

Dünyada Covid-19 salgınını daha hızlı sürede kontrol altına almak için bazı aşamalar eş zamanlı yürütülüyor. Bazı şirketler ise henüz klinik araştırma sürecinin başındayken bile üretim ve lojistik için ön çalışmalara başlamış durumda.

Covid-19 aşısı çalışmaları başladığında bazı kurumlar daha önceki çalışmalarını (SARS, MERS) bu yeni tipteki Koronavirüs (SARS-CoV-2) için uyarlayabildi ve araştırma aşamalarını rekor sürede geçebildi. Çünkü COVID-19 , daha önce aşı çalışmaları başlayan diğer koronavirüslerle aynı aileden.

Kazanılan zamana karşın aşının tüm dünyaya ulaşabilmesi için biraz daha beklemek gerekecek. Bu aşı adayları insanlar üzerindeki deneyleri başarıyla tamamlasalar bile onay ve üretim sürecinin de belli bir süre alabileceği düşünülüyor.

Bunun yanında, salgın tüm dünyaya yayıldığı için tarihte ilk kez bu ölçekte bir lojistiğe ihtiyaç duyulacağı için, aşı için gerekli hammadde temini ve aşının dünyaya dağıtımı da şimdilik soru işaretleri ile dolu.

Aşılar nasıl üretiliyor? 

Günümüzde modern aşıların geliştirilmesi için iki temel kriter var; güvenlik ve etkinlik. Bir aşının tehlikeli bir yan etkisinin olmadığını ve hedeflenen hastalığa karşı bağışıklık sağladığını gösteren bu iki kriterin sağlanabilmesi için çok titiz ve uzun bir çalışma süreci gerekiyor.

Akademik araştırma ile başlayan bu süreç, laboratuvar ortamında yapılan araştırma ve deneylerle devam ediyor. Klinik deneyler ve ardından onay ve üretim aşamaları, en nihayetinde dağıtım ve aşılama aşamaları ile son buluyor. Uzun ve zahmetli olan bu süreç ortalama 10-15 yıl olarak kabul ediliyor.

Tarihte daha önce geliştirilen aşılara bakıldığında en hızlı üretilen aşının 4 yılda geliştirilen kabakulak aşısı olduğunu görüyoruz. Bazı aşıların geliştirilme süreci devam ediyor. Örneğin HIV’e karşı 40 yılı aşkın süredir etkili bir aşı henüz bulunamadı.

Salgın gibi olağanüstü durumlarda aşı üretim sürecinin kısaltılması için çok ciddi maddi kaynağa ve araştırmacıya ihtiyaç duyuluyor. Maddi yetersizlik ya da salgının yavaşlaması süreyi uzatıyor.

Covid-19 salgınının, kullanılan yeni tekniklerle, tarihte daha önce görülmemiş bir araştırma ve üretim sürecinin yaşanmasına neden olduğu ve aşı üretiminde yeni bir çığır açacağı bilim çevrelerince öngörülüyor. (https://www.hurriyet.com.tr/haberleri/koronavirus, 4.8.20)

İstihdamın Çöküşü

İstihdamın Çöküşü

Ulusal ekonomide sanayi üretiminin nisan ayında % 40 ile 60 arasında daralmış olduğu, 3.5 milyon işçinin “kısa çalışma ödeneği” programı altında “istihdam ediliyor” diye nitelendirildiği koşullar altında TÜİK’in paylaşmakta olduğu “açık” işsizlik verileri, işgücü piyasalarında yaşananları açıklamaktan uzaktır. Türkiye ekonomisi ne yazık ki karşılaştırmalı gelişmekte olan piyasa ekonomilerine görece Covid -19 salgınının yarattığı ekonomik ve sosyal krizden en derin etkilenen ülkeler arasındadır. Resmi veriler ise “Avrupa standartları” ve benzeri savlarla ulusal ekonomide yaşanan tahribatı istatistik tanımlarının ardına gizlemektedir.

İşgücü piyasalarına ilişkin alternatif istatistiksel hesaplamalar, bağımsız araştırmacılar yanında DİSK’in Araştırma Dairesi tarafından da düzenli paylaşılmaktadır. DİSK-AR uzmanları en son olarak Birleşmiş Milletler Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) Covid -19 salgınının yarattığı iş kayıplarını yakından izlemek üzere geliştirdiği metodolojiyi kullanmaktadır. Buna göre Covid -19 nedeniyle çalışılmayan su¨reler istihdam kaybı olarak hesaba katılmakta ve salgın nedeniyle meydana gelen toplam fiili iş kayıpları bulunmaktadır.

Bu metodolojinin ulaştığı sonuçlar çarpıcıdır:

  • Covid -19 nedeniyle meydana gelen fiili iş kaybı 9.4 milyon kişidir. Böylelikle, nisan ayı itibarıyla yeniden hesaplanan geniş tanımlı işsiz sayısı (tam zamanlı istihdam kaybı dahil) son bir yılda 10 milyon 759 artış göstermiş ve 17 milyon 722 bin kişiye yükselmiştir.  

  • İstihdamdaki daralma cinsiyet eşitsizliklerini de beraberinde yansıtmaktadır. DİSK uzmanlarının bulgularına göre geniş tanımlı işsizlik oranı erkeklerde Nisan 2019’da %16.5 iken 2020’de %25.9’a, kadınlarda ise Nisan 2019’da %26.5’ten 2020’nin nisan ayında %34.1’e yükselmiştir. 

  • Kadın emeği, işgücüne katılmaktan giderek vazgeçerken bir yandan da evde artan sosyal sorumluluklarla baş etme uğraşındadır. Nitekim kadınlarda Nisan 2019’da toplam işgücüne katılma oranı %52.9 iken, Nisan 2020’de bu oran % 47.2’ye değin gerilemiş durumdadır.

Resmi verilere geri dönersek, son derece dar kapsamlı tanımlamalar altında dahi TÜİK verileri Nisan 2019’da 28 milyon 199 bin olan toplam istihdamın, son bir yılda 2 milyon 585 bin kişi azalarak 25 milyon 614 bine gerilemiş olduğunu belgelemektedir. Gerçekten işbaşında olanların sayısı ise bir yılda tam 7 milyon 100 bin kayba uğrayarak, 20 milyon 456 bin kişiye gerilemiştir.

  • 80 milyon nüfuslu “yeni” Türkiye, nüfusunun sadece dörtte birini işbaşında tutabilmektedir!

Türkiye ekonomisinin sorunları sadece dövize indirgenemeyecek kadar derin ve karmaşık

Türkiye ekonomisinin sorunları sadece dövize indirgenemeyecek kadar derin ve karmaşık

Prof. Dr. Erinç Yeldan: “Krize karşı ulusal ekonominin sadece daha bol kredi ve hanehalklarını daha da yoğun borçlandırmaya dayalı tüketim üzerinden canlandırılabileceği düşüncesi tehlikeli bir yanılsamadır.”

Şehriban Kıraç 22 Haziran 2020, Cumhuriyet

Bilkent Üniversitesi İktisat Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Erinç Yeldan ile Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) İktisat Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ebru Voyvoda’ya göre, Türkiye koronavirüs krizinde en çok etkilenen ülkelerden biri. Önlem alınmazsa ekonomi %27 küçülecek ve işsizlik oranı %34’e fırlayacak. Yeldan, Türkiye ekonomisinin sorunlarının salt dövize indirgenemeyecek ölçüde derin ve karmaşık olduğunu vurgulayarak, “Bu da swap ya da benzeri gelip geçici, kısa vadeli yapay müdahalelerle çözülemeyecektir.” dedi.

Voyvoda da, krizin çok boyutlu olduğunu, yalnızca makroekonomik değil toplumun hemen her alanına, bölgesel, etnik, cinsiyet temelinde gelir eşitsizliği ve sosyal parçalanma olarak yansımasının da olacağını vurguladı. Covid-19 Salgınının Türkiye Ekonomisi Üzerine Etkileri ve Politika Alternatiflerinin Makroekonomik Genel Denge Analizi’ne imza atan Prof. Yeldan ve Prof. Voyvoda ile araştırmalarını ve koronavirüsün Türkiye ekonomisine etkilerini konuştuk.

SORUÇLARI AĞIR OLACAK

– Yaptığınız analize göre, koronavirüs nedeniyle ekonomi %27 küçülecek, TL %30.5 değer kaybedecek. Şimdi Covid-19’da 2. dalga konuşuluyor, önlem alınmazsa bu tahminleriniz nereye varır?

YELDAN: Aslında daha “2. dalga” salgınından önce, Türkiye haziran ayı itibarıyla dünya ölçeğinde krizden en çok etkilenen ekonomiler arasında yer almakta. Bizim çalışma, salgına karşı alınan izolasyon ve öbür kısıtlama tedbirlerinin ekonominin bütününe yayılmış tüm etkilerini izlemeyi amaçlıyor. Modelimizin öngörüleri sanayi sektörlerinde %30’u aşan bir daralma ve işsizlikte de %34’lük bir krize işaret ediyor.

VOYVODA: Çalışmamız salgına karşı herhangi bir önlem alınmadığı durumda ortaya çıkabilecek yıllık ortalama kayıplara işaret ediyor. Genel olarak elbette salgınların uzaması ve önlemler ile birlikte etkilerinin uzun vadeye yayılması da ortaya çıkabilecek sonuçları daha ağır hale getiriyor.

– Pandeminin ekonomik boyutu ne kadar derin olacak?

YELDAN: Bizim öngörülerimiz sektörel bazda %60 ile %10 arasında daralmalara işaret ediyor. Bütçe açığının milli gelire oranının %12’ye kadar büyüyebileceğini gösteriyor. Yine modele göre, kısıtlama tedbirleri sonucu hanehalkı gelirleri %26.5 geriliyor, toplam özel tüketim harcama talebi %23 azalıyor ve yatırım harcamaları %66.7 düzeyinde daralıyor. Küçük ve orta boy işletmelerin böylesi bir şoka karşı durmalarını bekleyemeyiz.

VOYVODA: TÜİK’e göre, Nisan 2019’a göre Nisan 2020’de tekstil ve giyim eşyasında %60, imalat sanayisinde %33, içecek sektöründe %36’ya varan düşüşler tespit ediyor ki; bu veriler bizim çalışmamızın “ilk an” etkileri ile oldukça uyumlu. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı verilerine göre Nisan 2020’de otomotiv üretimi bir önceki yıla göre %90’ın üzerinde azalma gösteriyor, elektrik talebindeki daralma %16 dolayında. Bu ilk göstergeler krizin ne kadar derinleşebileceğine ilişkin de önemli ipuçları içeriyor.

GERÇEKÇİ ADIMLAR ATILMALI

– Pandeminin yol açtığı hasarları en aza indirebilmek için hangi adımlar atılmalı?

VOYVODA: Ya ekonomi ya sağlık gibi bir ikileme düşmeden kriz karşısında önceliklendirilmiş ve soruna en iyi şekilde müdahale eden gerçekçi adımlar atmak gerekiyor. Öncelikle ücretli emek ve kendi hesabına çalışanlar ile küçük esnaf gelirlerinin korunması amaçlanmalı. Çalışmamızın Covid-19 salgınının etkilerini izleyen sonuçları, “ilk-an” etkisi ile 2019 yılıyla karşılaştırmalı olarak ücretli emek gelirlerinde yıllık % 45’lik bir reel kayba karşılık gelebilecek bir kayıp öngörmekte. Bu kayıp, salgına yönelik izolasyon tedbirlerinin bir sonucu olarak toplam istihdamın %22.8 gerilemesi demek.

YELDAN: Bütçe açığının milli gelirin %3’üne ulaştığı, yüksek enflasyon ve dövizde belirsizliğin hüküm sürdüğü bu ortamda, etkili kamu politikalarının uygulanması için manevra alanı daraldı. Şu ana kadar ekonomi idaresinin almış olduğu tedbirler çoğunlukla ucuz kredi ve borçlanmayı teşvik ederek talebi borçlanarak canlandırmak ve işini kaybedenler için ise şirketlere gene kredi borçlandırması yoluyla kaynak aktararak aslında sermayeyi kurtarmaya yönelik politikalardan oluşmaktadır. Bütün kurgunun ana amacı özellikle inşaat ve finans sermayesini gözetmesidir. Oysa, krize karşı ulusal ekonominin yalnızca daha bol kredi ve hanehalklarını daha da yoğun borçlandırmaya dayalı tüketim üzerinden canlandırılabileceği düşüncesi tehlikeli bir yanılsamadır. Dahası bu tür rastgele tedbirler kamu kaynaklarının israfına yol açmakta, ekonomide güveni sarsmaktadır.

YAPAY MÜDAHALELERLE ÇÖZÜM OLMAZ

– Türkiye’nin ekonomide ana sorunu dolar-kur gibi yansıtılıyor, sizce Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik sorun yumağının temelinde neler var?

YELDAN: Döviz kuru, kuşkusuz ki nihayetinde ulusal ekonomideki dengesizliklerin bir yansımasıdır. Kısmi olarak bir yerde dengesizlik varsa, sistemin bütününde bunun mutlaka yansıması olacaktır. Döviz piyasalarındaki krizin aslında yurtiçinde tüketim ve üretim dengesizliğinin, tasarruf – yatırım açığının sonucu olduğunu; enflasyonun ise nihayetinde işgücü piyasalarındaki parçalı ve yapısal tıkanıklıkların yarattığı maliyetlerin bir uzantısıdır. Türkiye ekonomisinin sorunları bu yüzden sadece dövize indirgenemeyecek kadar derin ve karmaşık görünümdedir. Bu da swap ya da benzeri gelip geçici, kısa vadeli yapay müdahalelerle çözülemeyecektir. Swap ve benzeri işlemler, yapıları gereği, kısa döneme yönelik ve çoğunlukla da özünde finansal piyasalarda işlem yapan “yatırımcıların” güvenini sağlamaya yönelik uygulamalardır. Bu tür uygulamalar yoluyla kalıcı döviz girişi sağlanması ve reel sektörlere fon sağlanması beklenmez. O yüzden dövizin ihracat geliri ya da doğrudan yatırım yoluyla Türkiye’ye kazandırılması esastır.

DİRENİŞLER GÜNDEMDE OLACAK

– Eşitsizlikler, hayat pahalılığı arttı, sosyal bir patlama olur mu?

YELDAN: Sosyal olaylar tarihte hiçbir zaman önceden planlı, kusursuz bir plana dayalı biçimde adım adım gerçekleşmiyor. 15/16 Haziran’ın 50’nci yıldönümünü kutladığımız şu günlerde emeğin sosyal hak ve kazanımlarını korumaya yönelik yepyeni direnişler; öğrencilerin üniversiteleri üzerindeki akademik baskılara karşı direnişler, doğanın acımasız tahribatı karşısında geliştirilecek direnişler hepsi birden kuşkusuz ki Türkiye’nin gündeminde olacak.

VOYVODA: Covid-19’la ortaya çıkan kriz hali, dünya ekonomilerinin önemli bir kısmını olduğu gibi Türkiye ekonomisini de işgücü piyasalarında, gelir dağılımında hem fonksiyonel, hem bölgesel, hem de cinsiyet bazında derin eşitsizliklerin var olduğu; kamusal hizmetlere erişimin ticarileştirildiği ve dolayısıyla, gelir eşitsizliğine bağlı olarak yoksulluğun sosyal dışlanma ile birlikte yaşanmakta olduğu bir ortamda gerçekleşmekte. Önümüzdeki dönemde salgının farklı toplumsal kesimlere eşitlikçi değil ama ayrıştırıcı etkisini ve sosyal devletin, sağlık hizmetleri başta olmak üzere tüm kamusal hizmetlere erişimin bu etkinin azaltılmasındaki rolünü tartışıyor olacağız.

PAHALILAŞMA KAÇINILMAZ

– Türkiye yeni dönemde nasıl bir ekonomi modeli tasarlamalı?

YELDAN: Türkiye dış borçlanmaya ve içeride her ne pahasına kredi yaratarak özellikle inşaata dayalı spekülatif nitelikli büyüme modelini terk etmelidir. Kamunun üretim ve teknolojik yatırımlarının öncülüğünde ulusal geliri ve ulusal tasarrufları üretken sektörlere aktaran bir planlama modeli geliştirmelidir. Yabancı yatırımcının güveni ancak böylesi bir modelin parçası olarak sağlanabilir

– Koronavirüs sonrası Türkiye ekonomisini ve yurttaşı nasıl günler bekliyor olacak?

YELDAN: Zaten dengesiz ve kırılgan nitelikli ulusal piyasalarda enflasyon ve dövizde de daha yüksek çaplı bir pahalılaşma kaçınılmaz durmakta. İstihdam yaratma kapasitesi zaten çok yıpranmış olan ulusal ekonomide işsizliğin ve/veya düşük ücretlerin süregeleceğini tahmin etmek güç gözükmüyor.

VOYVODA: Krizin çok boyutluluğu ve sonuçları sadece makroekonomik değil ama sağlık sistemlerine erişimdeki eşitsizlikler, yaygın işsizliğin ve gelir kayıplarının yaratacağı yoksullaşma, gelir dağılımının toplumun hemen her alanına-bölgesel, etnik, cinsiyet, bazında gelir eşitsizliği ve sosyal parçalanma olarak yansıması gibi sonuçlar doğuruyor.

TTB’den 5 Haziran Dünya Çevre Günü açıklaması:

TTB’den 5 Haziran Dünya Çevre Günü açıklaması:

Sağlıklı bir çevrede yaşam hakkımızı savunmaya devam edeceğiz

05.06.2020 786http://www.ttb.org.tr/605yi5l

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, bu yılki teması “biyoçeşitliliğin korunması” olarak belirlenen 5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla açıklama yaptı.

Bugüne kadar Dünya Çevre Günlerinde yürütülen kampanyaların gerek dünyada gerekse ülkemizde olumlu sonuçlar verdiğini söylemenin zor olduğuna yer verilen açıklamada, pandemi günlerinde bile sermaye çevrelerince para uğruna doğal ve tarihi kaynaklara yönelik, anayasadan kaynaklanan “herkesin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı”na sistemli saldırının sürdüğüne dikkat çekildi.

Açıklamada, TTB’nin dün olduğu gibi, bugün de, yarın da toplum ve kamu yararı ilkesinden ayrılmadan, çevre ve insan sağlığı mücadelesini sürdüreceği ve toplumun yanında olmaya devam edeceği vurgulandı. Açıklama şöyle:

  • SAĞLIKLI BİR ÇEVREDE YAŞAM HAKKIMIZI
    SAVUNMAYA DEVAM EDECEĞİZ

Bilindiği gibi Birleşmiş Milletler tarafından 1972 yılında Stockholm’de düzenlenen ‘İnsan Çevresi Konferansı’nda çevre sorunlarını küresel boyutta ele alarak, Birleşmiş Milletler Çevre Programının (UNEP) kurulmasına ve her yıl 5 Haziran tarihinin ‘Dünya Çevre Günü’ olarak belirlenmesine karar verilmiştir. 1973’den bu yana her yıl ayrı bir ülkenin ev sahipliğinde ve belirlenen çevre temaları ile sürdürülen Dünya Çevre Günü etkinliklerinin bu yılki teması ise ‘Biyoçeşitlilik’…

Ancak bugüne kadar Dünya Çevre Günlerinde yürütülen kampanyaların gerek dünyada gerekse ülkemizde olumlu sonuçlar verdiğini söylemek çok zor. Yaşadığımız pandemi günleri nedeniyle dünyanın çok sayıda ülkesinde uygulanan karantina koşulları; özellikle fosil yakıt tüketiminde azalmalara bağlı olarak hava kalitesinde düzelmelere, kimyasal ve tehlikeli atık miktarında azalmalara neden olmuş ve türleri tehlikede olan birçok canlının tekrar ortaya çıkmasını sağlamıştır. Ancak tüm bu yaşanan küçük olumlu gelişmelere karşın karantina günlerinin bitmesiyle birlikte dünya üzerinde başta hava kirliliği olmak üzere çevre sorunları dört ay önce kaldığı noktadan tekrar yaşanmaya başlamıştır. Nadir görülen ve bu dönem ortaya çıkan canlı türleri ise tekrar görülmez olmuştur.

  • Üstelik 2020 yılı için Dünya Çevre Günü için belirlenen tema biyoçeşitliliğin korunmasıdır.

Ülkemiz için ise durum çok daha iç karartıcıdır. COVID-19 salgını nedeniyle başta karantina olmak üzere ülkemizde alınan önlemleri ve tüm dikkatlerin salgın üzerinde toplanmasını fırsat bilen

  • sermaye çevreleri para uğruna doğal ve tarihi kaynaklara saldırılarını sistemli bir biçimde artırmışlardır.

Bu durumun çok sayıda örneği vardır. Pandemi günlerinde, meslek odaları tarafından açılan davalar sürerken, yangından mal kaçırırcasına maske ve eldivenli ihale komisyonları tarafından Kanal İstanbul ile ilgili çeşitli ihaleler yapılmaya çalışılmıştır. Çanakkale’de Kaz Dağları’nda Kirazlı altın madeni girişimine karşı aylardır ‘Su ve Vicdan Nöbeti’ tutan çevre gönüllülerine Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü tarafından 57 bin lira para cezası kesilmiş; bununla da yetinilmemiş; bölgede yeni altın madeni ruhsatları kamuoyunca çok iyi tanınan bazı mütteahitlere verilmiştir.

İzmir’de Çeşme ve Urla ilçelerinde acele kamulaştırma ile arazilere el konarak bazı ‘turizm yatırımcılarına’ devredilmek istenmiştir. Yine Çeşme’de bölgenin yaşadığı su sorununa rağmen, çok su gerektiren golf sahaları kurulmaya çalışılmaktadır. Selçuk ilçesindeki Meryem Ana Tabiat Parkı sit alanı olmaktan çıkarılmış ve yapılaşmanın önü açılmıştır. Ayrıca ülkemizdeki elektrik enerjisi arzı yeterliyken salgın döneminde de kömürlü termik santrallerin çevresel etki değerlendirme süreci hızlandırılmaya çalışılmıştır.

  • Yukarıda saydıklarımız yaşadığımız olağanüstü pandemi günlerinde bile sermaye çevrelerince para uğruna doğal ve tarihi kaynaklarımıza; insanlarımızın anayasamızdan kaynaklanan ‘sağlıklı bir çevrede yaşam hakkına’ sistemli saldırıların sürdürüldüğünü göstermektedir.

Dünya Çevre Gününde; 5 Haziran 2020’de bir kez daha uyarıyoruz :

  • Çevre ve insan yaşamı bir avuç insanın sömürüsüne kesinlikle terk edilmemelidir.Türk Tabipleri Birliği (TTB) olarak; tüm Tabip Odalarımızla birlikte tek vücut olarak ülkemizin her noktasında tıpkı 26 Ağustos 2019’da Çanakkale’de yaptığımız gibi yaşam ve çevre savunucularının yanında olacağız.

    TTB dün olduğu gibi; bugün de, yarın da üzerine düşenin toplum ve kamu yararından ayrılmamak olduğunun bilinci ile çevre ve insan sağlığı mücadelesinin içinde ve toplumun yanında olmaya devam edecektir.

Yaşadığımız pandemi günlerini fırsat bilerek; dikkatimizin dağıldığını düşünen ve doğa katliamına neden olan güçler önümüzdeki günlerde çevre ve insan sağlığı için geçmişten daha kararlı olarak bilimsel ve hukuksal mücadeleyi sürdürdüğümüzü göreceklerdir.

Her 5 Haziran Dünya Çevre Günü; çevre ve sağlıklı doğada yaşam hakkımızı savunma kararlılığımızı artırmamızı sağlamaktadır.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

Ünlü profesörlerden korkutan uyarı

Ünlü profesörlerden korkutan uyarı

Prof. Dr. Erinç Yeldan ve Prof. Dr. Ebru Voyvoda’ya göre, koronavirüs nedeniyle ekonomi %27 küçülecek, işsizlik %34’e fırlayacak. TL %30.5 değer kaybedecek.

cumhuriyet.com.tr 04 Haziran 2020
(Raporun tümü 35 sayfa, 1,2 MB pdf):

Bilkent Üniversitesi İktisat Bölümü öğretim üyesi ve Bilim Akademisi üyesi Prof. Dr. Erinç Yeldan ile Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) İktisat Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ebru Voyvoda’nın araştırmasına göre

  • koronavirüs salgını nedeniyle bu yıl 2019 sonuna göre GSYH %27 azalacak.
  • İşsizlik %34’e yükselecek ve bütçe açığının GSYH’ya oranı ise %12’ye dek büyüyecek.

Prof. Erinç Yeldan ile Prof. Ebru Voyvoda’nın hazırladığı “Covid-19 Salgının Türkiye Ekonomisi Üzerine Etkileri ve Politika Alternatiflerinin Makroekonomik Genel Denge Analizi”ne göre, Türkiye’de işsiz sayısı 4.7 milyon kişiden 11.7 milyona yükselecek. Voyvoda ve Yeldan’a göre, yatırım harcamalarındaki daralma ise %67’yi bulabilir.

Kısıtlanan sektörlerden kaynaklanan şok dalgaları toplam istihdamın (2019 sonuna görece) %22.8 azalarak, 28.2 milyondan 21.8 milyona gerileyebilir. Böylelikle hanehalkı özel kullanabilir geliri %26.5 gerileyecek ve toplam özel tüketim harcama talebinin %23 düşmesine neden olabilir.

TL %30.5 DEĞER KAYBEDEBİLİR

Prof. Erinç Yeldan ve Prof. Dr. Ebru Voyvoda yaptıkları araştırmada şu tespitlere yer verdi:

* Salgına yönelik tedbirlere bağlı olarak toplam ihracat gelirlerinde %27.8’lik bir kayıp gösteriyor. İthalat talebi de %29. 5 geriliyor. Ancak mevcut dış borç faiz ve kâr transferleri yükümlülükleri ile birlikte turizm gelirlerinde beklenen gerilemeler cari dengedeki iyileşmeyi çok sınırlı tutuyor.

* Böylelikle döviz piyasasındaki baskılar döviz kurunun da yükselmesine neden oluyor. Model, Covid-19 salgını altında TL’nin Amerikan Doları karşısındaki reel aşınma oranını %30.5 olarak hesaplıyor.

ÇOK BOYUTLU SİSTEMATİK KRİZ

* Covid-19 krizi arz, talep ve finans şoklarının eş anlı oluşmasına dayalı, çok boyutlu sistemik bir kriz olarak yaşanıyor.

* Kriz Türkiye’yi, 2018 finansal krizinin etkilerinin tümüyle çözümlenmediği ve ulusal ekonominin yıpranmış dengelerinin henüz onarılmamış olduğu bir konjonktürde etkiliyor.

– Bütçe açığının milli gelirin %3’üne ulaştığı,
yüksek enflasyon ve dövizde belirsizliğin hüküm sürdüğü bu ortamda,
– etkili kamu politikalarının uygulanması için manevra alanı daraldı.

ANLIK SİYASİ ÇIKAR HESABI YAPILIYOR

* Krize karşı ulusal ekonominin yalnızca daha bol kredi ve hanehalklarını daha da yoğun borçlandırmaya dayalı tüketim üzerinden canlandırılabileceği düşüncesi bir yanılsamadır. Kamu kaynaklarının israfına yol açmakta, ekonomide güveni sarsmakta.

* Ekonomi idaresinin şu ana değin uygulamakta olduğu destekleme politikaları dağınık görünümde.

* Maddi kaynakları rastgele oluşturulmuş ve anlık siyasi çıkar hesaplarına dayandırılmıştır.

* 2019 sonunda işsizliğin %13.6; enflasyonun % 11 düzeyinde seyrettiği Türkiye ekonomisi, IMF’nin WEO Nisan 2020 raporundaki projeksiyonlara göre Covid-19 krizi nedeniyle 2020’de %5 daralma içine sürüklenecek. Türkiye için 2020 yılına ilişkin projeksiyonlar işsizlik oranının %14-15 düzeyinde süregeleceğini gösteriyor.

* Çalışmamızda Covid-19 salgınına yönelik tedbirlerin sonuçlarıyla ilgili şu varsayımları yapıyoruz:

– Öncelikle “kısıtlanan” hava yolu taşımacılığı, konaklama ve yiyecek hizmetleri ve turizm sektörlerinde ilk talep şokunun (özel tüketim ve ihracat) neden olduğu daralma %61.

– Kısıtlama önlemlerinden göreceli olarak daha az (ancak gene de yoğun) etkilenmesi beklenen sektörler- tekstil ve giyim, petrol ürünleri, makine ve beyaz eşya sanayisi, otomobil – motorlu kara taşıtları, perakende ticaret ve kara taşımacılığı sektörlerinde özel tüketim ve ihracat talebindeki daralma %26.

– Salgınla mücadele boyunca sağlık hizmetlerine olan talepteki artış %20 civarında.

“EMEK GELİR DESTEĞİ” ÖNERİSİ

Covid-19 virüsünün yol açtığı krizin, Türkiye ekonomisinin makroekonomik dengelerinin görece zayıf olduğu ve özellikle kamu kesiminde bütçe açığının görece yüksek ve sabit sermaye yatırım performansının görece durgun, hatta gerilemekte olduğu bir konjonktürde yaşandığına dikkat çeken Voyvoda ve Yeldan, “Bu durum, Türkiye’nin krize karşı uygulayabileceği politika önlemlerinin etkinliğini de kısıtlamaktadır” ifadelerini kullandılar. Voyvoda ve Yeldan bu tespitlerden hareketle, çalışanların ve işsizlerin doğrudan desteklenmesini öneren Emek Gelir Desteği (EGD) önerisinde bulundular. EGD, ücretlilerin ortalama ücretinin % 50’sine karşılık gelecek sürekli bir gelir aktarımı ile desteklenmesi; küçük ve orta boy şirketlerin ve kendi hesabına çalışan kesimine destek sağlanması ve kamunun tüketim harcamalarının % 20 düzeyinde artırılmasını öngörüyor. Analizde, EGD uygulandığında şu sonuçların elde edileceği ifade ediliyor.

* Model sonuçları EGD paketinin mali yükünün 2019 sabit fiyatlarıyla 123.5 milyar TL düzeyinde olacağını ve 2019 milli gelirinin %2.9’una ulaşacağını gösteriyor. Böylesi bir paketin uygulanması neticesinde hanehalkları kullanılabilir ücret geliri kayıplarının %85’i telafi ediliyor ve yurtiçi gayrı safi hasıla Covid-19 salgınının yaratması olası düzeye görece %60’lık bir kazanım sağlıyor.

HANEHALKI GELİRİNDE %69 TELAFİ

* EGD programı hanehalkları emek gelirlerinde Covid-19 salgınında oluşan sonuçlara görece %68.9 oranında telafi sağlıyor.

* Ekonomik canlanmaya bağlı olarak yaşanan dolaylı etkilerle birlikte kamunun bütçe gelirleri Covid-19 ortamına görece %45 artış gösteriyor ve bütçe açığı 217 milyar TL olarak gerçekleşiyor. Dolayısıyla, Covid-19 dengesindeki 275 milyar TL’ye göre, uygulanan paketin yarattığı canlanma sayesinde paket maliyetinin neredeyse 58 milyar TL’si (274 milyar – 217 milyar) geri kazanılıyor. Böylelikle bütçe açığının ulusal gelire oranı Covid-19 salgını altında olası %12.3’ten, EGD paketi uygulaması altında %6.3’e geriliyor.

* Model sonuçları, Covid-19’a görece üretim vergi gelirlerinde %59; dolaylı tüketim vergilerinde de %51’lik artış gösteriyor.

Bilime vurulan pranga

Bilime vurulan pranga

Dr. Ceyhun Balcı
16 Mayıs 2020
(https://veryansintv.com/bilime-vurulan-pranga/ adresinde de yayınlanmıştır.)

Hemen her kurumu kendisine uydurma konusunda bitip tükenmez istekle yanıp tutuşan iktidarın nerede duracağını kestirmek neredeyse olanaksız. Üniversiteler bilim kurumları olarak bu hevesin önde gelen hedeflerinden birisi olmuştu. Sayıları 200’e yaklaşan (AS: aşan!) üniversitelerin ele geçirilmesi süreci büyük ölçüde tamamlandı. Rektörü, dekanı, müdürü, şefi ya da aklınıza gelebilecek her düzeyden yetkilisi olabildiğince kapıkuluna dönüştürüldü. Başka yapılacak şey kalmadı diye mırıldanırken yanıldığımızı anladık!

Son günlerde bu çalışmaların karşılığı olarak Türkiye’deki olgu sayılarının yatay çizgide ilerlemeye başladığını hoşnutlukla izler olduk. Çabaların karşılığını alması hiç kuşkusuz ülkemiz ve milletimiz için sevindirici.

Bilime dönersek!

İktidarın akademiye ilişkin yapacaklarının bitmediğini şaşırarak ve epeyce de üzülerek gördük.

Covid-19 salgınıyla baş etmeye çalışan hekimler ve özellikle de Türk akademisi deneyimlerini bilimsel yayına dönüştürme aşamasında engelleniyor. Hiç kuşkusuz bilimsel bir yayının başlatılması için de bir dizi aşamanın tamamlanması gerekiyor. Etik kurul onayı da bunlardan birisi. Ancak, ne dünyada ne de bu ana dek Türkiye’de Sağlık Bakanlığı onayı diye bir gereklilik yoktu.

Gerekçesi ne olursa olsun yapılanın adını koymak gerekir. Bilime pranga vurmak!

Ege Öğretim Elemanları Derneği (EGÖDER) de bu önemli konuya tepki olarak bir basın açıklaması yapmış. Son derece yerinde ve doğru saptamalar içeren açıklamaya bağlantıdan erişilebilir. (AS: biz de web sitemizde yayınladık..)

http://www.egoder.org.tr/tr/icerik/271/ozgur-bagimsiz-ve-tarafsiz-bilim-konusunda-kamuoyu-aciklamasi

EGÖDER’in açıklamasına eklenmesi gereken bir başka önemli noktayı da göz ardı etmemekte yarar var.

İnsanlığın Covid-19 etkeni korona virüsle tanışması henüz çok yenidir. Birkaç aylık geçmişi olan bu tanışma henüz tamamlanmış da değildir. Virüs başlangıçtan bu yana farklı dönemlerde ve farklı ülkelerde farklı davranışlar sergilemiştir. Sergilemeyi de sürdürmektedir.

Bir hekim olarak fazlasıyla farkında olduğum önemli bir noktaya değinmekte yarar görüyorum. Covid-19 salgını sürecinde bu konuya ilişkin bilimsel yayınların alışılmış bilimsel süreçlerden daha kısa sürede akademik ortamla buluştuğunu gözlemliyoruz.

İlk bakışta akademik eğilimlere aykırı gibi görünse de bunun son derece haklı bir gerekçesi var.

İvedilik!

Hastalık hızla yayılma eğiliminde. Durum böyle olunca çok sayıda insanın hastalığa yakalanması ve dolayısı ile ölümcül tablolarla karşılaşması söz konusu olabiliyor.

Covid-19’un ne aşısı ne de yüzde yüz etkili bir sağaltımı var!

Aşı söz konusu olmamakla birlikte sağaltım olarak verilen ilâçların hiçbiri Covid-19 için özgün değil. Bazıları başka virüsler için kullanılan virüs öldürücü ilâçların yanı sıra sıtma ve romatizma sağaltımında kullanılan bir başka daha ilâcın Covid-19 sağaltımında yoğunlukla kullanıldığı biliniyor. Hatta, bu ilâçlardan birisinden milyon kutu istiflemiş olmak Sağlık Bakanı için övünç gerekçesi olabiliyor.

Böylesine bilinmeyenleri bilinenlerinden fazla olan bir hastalıkla ilgili olarak bir yandan baş etme çabaları sürdürülürken öte yandan da hastalıkla ilgili deneyimlerin akademik ortamla hızla paylaşılması göz ardı edilemeyecek denli önemlidir.

Türkiye’de akademik ortamın bu görevi yerine getirmesinin önüne geçilmesi çabaları bu bakımdan da irdelenmelidir.

Bu arada, Türkiye Bilim Akademisi Üyesi Prof. Dr Önder Ergönül’ün çığlığını duymazdan gelmemek gerek. Prof Dr Ergönül Sağlık Bakanı Dr Fahrettin Koca’ya sesleniyor :

  • “Çalışmaların engellenmesinden Avrupa Klinik Mikrobiyoloji ve Bulaşıcı Hastalıklar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi olarak utanıyorum.”

Son haftalarda Türkiye’nin çok sayıda ülkeye kişisel koruyucu donanım başta olmak üzere Covid-19 salgınıyla baş etmede gerekli çeşitli araç ve gerecin gönderildiğini basından öğreniyoruz. Eleştirilecek yanları olsa da ülkemizin bu zor günlerde dünyayla dayanışma içinde olması kuşkusuz üzüntü gerekçesi de olamaz.

Bilimsel yayınlar aracılığıyla Türk hekimlerinin Covid-19’la baş etmedeki başarılı deneyimlerinin insanlıkla paylaşılması son derece önemli bir başka görevdir.

Yasakçı anlayışın akademik ortamda kök salmaya başlaması hepimizi utandırması ve kaygılandırması gereken bir gelişmedir.

Son olarak bu uygulamanın Anayasa’ya aykırı olmasına değinelim. Anayasa’nın pek çok kez delik deşik edildiği günümüzde bu aykırılığın ne denli önemli olduğunu kestirmek zor olsa da Anayasaya aykırılığın bilim ortamına bu şekilde taşınmış olması da tarihe düşülmesi gereken bir başka nottur.

Bilime prangaya vurulmasına hayır demek güncel görevdir.