Etiket arşivi: BAYAZIT İLHAN

Tıpta uzmanlık eğitiminde ne durumdayız?

Bayazıt İlhan

Bayazıt İlhan

Güncel 21.07.2023 BİRGÜN

Hekimlerin kendilerinin de sağlık hizmeti alırken kaygılandığı, arkadaşlarından referans aradığı bir döneme girdik. Neden mi? Tıp eğitiminin seviyesindeki düşmeye en çok kendileri tanık oluyorlar da ondan!

  • Bugün 91 devlet ve 37 vakıf olmak üzere toplam 128 tıp fakültemiz olmuş.

Bu 91 devlet tıp fakültesinden 43’ü Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarından önce kurulmuş ve tümünün kendi hastanesi var. 2002 yılından bu yana kurulan 48 devlet tıp fakültesinin ise yalnızca üçünün (Tekirdağ Namık Kemal, Yozgat Bozok ve Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakülteleri) kendi hastanesi var. İki fakülte aktif değil. Halen öğrenci alan 11 tıp fakültesi yeterli altyapısı ve öğretim üyesi olmadığı için eğitim başka fakültelerde sürüyor. Yeni tıp fakültelerinin nasıl kurulduğu konusunda fikir veriyor mu?

PROGRAMLAR ve KONTENJANLAR

Uzmanlık eğitimine dönelim.

  • Türkiye’de tıpta 42 ana dal ve 46 yan dal olmak üzere 88 uzmanlık alanı var.

Ankara Tabip Odası’nın güncel verilerine göre Türkiye’de uzmanlık eğitimi vermek üzere kurulmuş 4612 program var. Bu programların yeterlikleri ne durumda?

Bunların 4023’ü halen uzmanlık eğitimi verme yetkisine sahip. Diğerlerinin yetkileri kaldırılmış, askıya alınmış ya da hiç yetkilendirilmemiş. Yetkisi kaldırılan 262 ve askıya alınan 122 program önemli, çünkü çoğunlukla buralardaki öğretim üyeleri ayrıldıkları için uzmanlık eğitimi verilemez duruma geliniyor. Buralarda eğitime başlayan asistan hekimler ciddi mağduriyet yaşıyorlar. Kars’taki Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin durumu çarpıcı. Varolan 24 programın yalnızca 9’u eğitime devam edebiliyor, 14 programın yetkisi kaldırılmış, birinin askıya alınmış durumda.

Programların dağılımı ve hangi hastanelerde neye göre kurulduğu konusunda da bilimsel sistematiğe uymayan pek çok konu dikkat çekiyor. Bazı tıp fakültelerinde iç hastalıkları, çocuk sağlığı ve hastalıkları, genel cerrahi, kadın hastalıkları ve doğum temel dallarında eğitim verme yetkileri oluşturulmadan diğer dallarda uzmanlık eğitimi programları oluşturulduğu gözleniyor. Ana dal eğitimi olmayan hastanelerde yan dal uzmanlık eğitimi verilenler ilginç durumlar oluşturabiliyor. Örneğin Kayseri Şehir Hastanesi, tıbbi mikrobiyoloji eğitim programı yokken tıbbi mikoloji yan dal eğitim programı var.

Asistan kontenjanlarına bakınca da ülkemizdeki uzmanlık eğitimine yaklaşım konusunda önemli verilere ulaşabiliyoruz. Cumhurbaşkanı’nın “varsın gidiyorlarsa gitsinler, bizler de üniversiteleri yeni bitiren doktorlarımızı buralarda istihdam ederiz” açıklamasından sonra asistan hekim kontenjanlarının bir anda fırladığını görüyoruz. Eylül 2021 Tıpta Uzmanlık Sınavı’nda (TUS) 5655 olan asistan kontenjanı Mart 2022’de 12233 oldu. Bunların dışında yabancı uyruklu ve KKTC kontenjanları da var. Bunun için gerekli hoca kadrosu ve altyapı var mıydı? Ne yazık ki hayır. Pek çok klinik kapasitenin üzerinde asistanla doldu. Bu asistanlar yeterince eğitim alamıyor, yeterince hasta görüp takip edemiyor, cerrahi branşlarda yapmaları gereken ameliyatları yapamıyor. Hocalarımız asistan hekimlerin gerekli yetkinlikte yetişememelerinin sıkıntısını yaşıyor.

Şehir hastaneleri ve bu süreçte kapatılan hastaneler nedeniyle de uzmanlık eğitiminde önemli aksamalar devam ediyor. Tez hocası değişmek zorunda kalan asistanlar, danışmanlık yaptığı asistanın sınavına giremeyen hocalar oldu.

  • Zaten şehir hastaneleri şirketlerin kârlılığı üzerine kurulu bir sistem olduğu için,
    asistan eğitimi sıklıkla geri planda kalmakla eleştiriliyor.

SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ

Bu üniversitemiz özellikle üzerinde durulmaya değer. Dünyada benzeri var mı, bilemiyorum. İstanbul merkezli bu Üniversite’nin ikisi yurt dışında (Buhara ve Cerablus), dokuzu yurda yayılı 11 tıp fakültesi var. Türkiye’nin her yerinde, Sağlık Bakanlığı’nın 61 eğitim ve araştırma hastanesi ile birlikte kullanım protokolü var. 2015 yılında bir yasayla kurulan bu üniversite, uzmanlık eğitiminde Türkiye’nin köklü üniversitelerinin önüne geçti, en çok söz sahibi üniversite oldu. Örneğin son Nisan 2023 TUS’da bu üniversite ile ortak kullanımdaki hastanelere, T.C. uyruklular için 3425 asistan hekim kontenjanı verilirken, 73 devlet üniversitesi tıp fakültesinin toplamına (bunlar da Sağlık Bakanlığı adına olmak üzere) 4912 kontenjan verildi.

Peki tüm bu programların oluşturulmasında, kontenjanların belirlenmesinde bir planlamadan, ülkenin ihtiyaçlarına göre yapılandırmadan söz edebiliyor muyuz? Ne yazık ki hayır. Örneğin Türkiye’nin nasıl bir sağlık hizmeti sunum modeli ile, önümüzdeki 5-10-20 yılda kaç aile hekimine, çocuk hekimine, göz hekimine, plastik cerraha, beyin cerrahına, kardiyoloğa ihtiyacı vardır? Bunlara ilişkin hiçbir çalışma göremiyor, plansız kontenjan artışları ile baş başa kalıyor, ülkenin sağlığını ve genç hekimlerin geleceğini tehlikeye atıyoruz.

Doğrusu mu?
– Sağlık Bakanlığı ve YÖK,
– başta TTB ve uzmanlık dernekleri olmak üzere
– alanın ilgili kurumlarını kattığı bir çalışmayı gecikmeden yapmalıdır.

Tıp ve uzmanlık eğitiminin, kontenjanların planlamaları bilimsel çalışmalarla yapılmalıdır. Uzmanlık derneklerinin eğitim programlarını akredite ettiği çalışmalar çok değerlidir ve Sağlık Bakanlığı tarafından desteklenmeli, teşvik edilmelidir.

İnsan sağlığı bu, ciddiye alınmalı ve bilimin gereklerinden sapılmamalıdır.

Acınası köksüzlüğümüz

Bayazıt İlhan

Bayazıt İlhan
Güncel 07.07.2023, BİRGÜN 

Pek çok örneği var. Heinrich Schliemann Truva’yı baştanbaşa kazıp içindeki hazineleri götürürken, Bergama Zeus Sunağı parça parça Berlin’e taşınırken seyreden bir geçmişimiz var. Üzerinde yaşadığımız toprakların tarih boyunca biriktirdiği o kadar çok değer var ki, ne kadarının farkındayız ve sahip çıkıyoruz? Ya da o değerlere ne kadar katkımız oluyor?

Türkiye’nin en köklü hastanelerine yapılanlara bakınca da umursamadığımız, sağlık alanındaki değerimizi para ve beton sevgisine, kent rantına kurban vermekten geri durmadığımız anlaşılıyor. Şehir hastanelerine verilen hasta ve hizmet alım garantileri nedeniyle kapatılan, çürümeye terk edilen, küçültülen, içi boşaltılan hastanelerimizin başına gelenlere bakın. Türkiye’nin dört bir yanında örnekleri var : Ankara Numune Hastanesi’nin, Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi’nin, Bursa Memleket Hastanesi’nin durumlarına bakın. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne, Şişli Etfal Hastanesi’ne bakın. Ülkemiz tıbbının en önemli temellerini oluşturan Gülhane Askeri Tıp Akademisi dahil asker hastanelerine yapılanlara bakın. Şimdi Ankara’da Dışkapı ve Sami Ulus Hastaneleri’nin yıkılması gündemde, ihaleler yapılıyor. İzmir’de Tepecik, Bozyaka, Suat Seren, Alsancak Devlet hastaneleri için de kaygılar sürüyor. Bu hastanelerimizin her birinin ayrı önemi, tarihi var. Buralarda yetişen, çalışan hekimler tıp tarihimize yön verdiler, ülkenin dört bir yanında hizmet ettiler, hocalar yetiştirdiler, üniversiteler kurdular.

  • Hastanelerimizin gelecekleri konusunda karamsarlık var.
  • Yapılanlara bakınca nasıl olmasın?

6 Şubat depremlerinden sonra köklü hastanelerimizin yıkılması için yeni gerekçe oluşturuldu. Hastanelerimiz eski ve depreme dayanıksızdı, o halde yıkılmalıydı. Yerine yenisi yapılır mı? Bu hastanelerin çok değerli arazilerine bakınca mevzuyla ilgili herkes kaygı duymadan edemiyor. En günceli Cerrahpaşa’nın durumu ile Dışkapı ve Sami Ulus Hastaneleri için yapılan ihaleler.

Bizde 50-60 yıllık hastaneler “eski” diye yıkılıyor. Dünyada nasıl oluyor bu işler, eski hastaneler yıkılıp yerleri ranta mı açılıyor? Doğrusunun yapıldığı çok örnek var. Size Paris’teki iki hastaneyi anlatayım, siz karar verin.

HÔTEL-DİEU

Tanrı’nın Evi anlamına geliyor. Kuruluş için 651 tarihi (yılı) veriliyor. Neredeyse 1400 yıllık geçmişi olan bir hastaneden söz ediyoruz. Kuşkusuz yıllar içinde işlevlerinde dönüşümler olmuş, yıkılmış, yanmış, hep yeniden yapılmış ve sağlık hizmetleri sunmaya devam etmiş. Savaşlara, isyanlara veba salgınlarına, devrimlere tanıklık etmiş. Kimi zaman kalabalığıyla, kötü koşullarıyla tartışılmış ama bir biçimde sahip çıkılmış ve geliştirilmiş. Tıp tarihine geçen katkıları var. Son olarak 1867-1878 arasında yenilenmiş. Bugün aciller dahil, Paris’in sağlık hizmetlerinde önemi sürüyor. Yeri mi? Notre-Dame Katedrali’nin yanında, Seine Nehri’nin kıyısında. Ne diyeyim, sanırım arsa değeri pek yüksek. Kimsenin aklına burayı AVM ya da otel yapmak, hastaneyi de kent dışına taşımak gelmiyor.

PİTİÉ-SALPÊTRİÈRE

Sorbonne Üniversitesi’nin eğitim hastanesi. Yine kentin çok değerli bir yerinde geniş bir araziye kurulu. Eski bir barut fabrikası, 1656 yılında bakımevine, Fransız Devrimi’nden sonra hastaneye dönüştürülmüş. Modern psikiyatrinin kuruluşunda söz sahibi olan Philippe Pinel 1794’te buranın başhekimi olmuş, girişte bronz heykeli var. Hastanenin tarihinde dünya tıbbına yön veren nörolog ve psikiyatristler var. Hepsini yazmaya imkân (olanak) yok, yazamadıklarıma haksızlık olacak, yine de bazılarını yazayım: Guillaume-Benjamin-Amand Duchenne, Jean-Martin Charcot, Georges Gilles de la Tourette, Sigmund Freud, Joseph Babinski. Burası tüm dünyadan hekimlerin eğitim almak için uğradıkları bir merkez olmuş. Hastane halen Paris’in en önemli sağlık merkezlerinden biri olarak hizmet ve eğitim faaliyetlerine devam ediyor. Hastanede çalışanlar burada emek vermiş hekimlerle, hocalarla, tedavi olmuş ünlülerle, hatta tıp tarihine geçmiş hastalarıyla övünüyor. Bizim hastanelerimiz, hekimlerimiz, hocalarımız, çalışanlarımız, hastalarımız bunları hak etmiyor mu? Elbette hak ediyor.

  • Bizim de birikimlerimize sahip çıkıp geleceğimizi kurmamız gerekiyor.

Hastanelerimizi ve onlarla birlikte tarihimizi yaşatmamız çok önemli. Yeni hastane yapmak, olanları yenileyip geliştirmek mi? Elbette hep gerekli. Ama bunu bilime göre, doğru planlamayla, alanın uzman kuruluşlarından katkı alarak, kent dokusuna saygı göstererek ve mevcut (varolan) hastanelerimizi tarihsel yapılarıyla, isimleriyle (adlarıyla) koruyarak yapmak gerekiyor.

Diyeceksiniz ki; bunu önündeki Sıhhiye Meydanı’na adını veren güzelim tarihsel binasından ayrılıp, Bilkent’te dışı cam kaplı yapıya kiracı olan Sağlık Bakanlığı mı yapacak?

Olsun, ben yine de umutluyum. Doğrunun galip (baskın) geleceğine ve bu ülkeyi yönetenlerin de doğruya yöneleceğine inanmak istiyorum.

Hekimler demokrasiye ve bilime çağırıyor

26.05.2023, BİRGÜN

Türkiye tarihinde bir ilki ve pek çok yönden en kritik seçimi önümüzdeki Pazar günü yapacağız. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu. Şakası yok, Türkiye bir yol ayrımına geldi. Seçim, iktidarın tüm devlet olanaklarını istediği gibi kendi kampanyası için kullanmasından tutun seçmen sayısının açıklanamayan artışına kadar pek çok antidemokratik özellikler taşıyor. Bu da yetmiyor, cami imamları silahlanma çağrıları yapıyor.

  • Bunlara hiç bakmadan oylarımızı eksiksiz kullanmamız ve sandıklara sahip çıkmamız gerekiyor.

Neleri oylayacağımıza bakalım. Zenginlik mi, yoksulluk mu? Emeğe saygı mı, sadaka kültürü mü? Adalet mi, hukukun ayaklar altına alınması mı? Demokrasi mi, otoriterleşme mi? Cumhuriyet mi, tek adam rejimi mi? Kadınlara, çocuklara korkmadan eşit yaşayacakları ülke mi, “bir kereden bir şey olmaz” diyenler mi? Sağlık mı, hastalık mı? Barış içinde bir arada yaşam mı, çatışma mı? Laiklik mi, dinbazlık mı? Eğitimde fırsat eşitliği mi, paran kadar eğitim mi? Liyakat mı, adam kayırma mı? Doğanın korunması mı, ranta kurban gitmesi mi? Depreme dayanıklı kentler mi, enkaz altında kalmak mı? Şeffaflık mı, yolsuzluk mu? Bilim mi, şarlatanlık mı? Gerçek mi, yalan mı?

Daha çok var. Burada durup, tüm bunları gören yerden hekimlerin çağrısına bakalım.

UMUT VEREN DURUŞ

Bu hafta içinde ülkenin yüz akı uzmanlık dernekleri, TTB Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu ve 28 uzmanlık derneği tarihsel bir açıklama yayımladılar. Açıklamada hekimler sağlıklı yaşamın koşullarını sıralıyorlar: Bilimi kılavuz edinen bir siyaset, düşünce özgürlüğü, demokratik toplum, gelir başta olmak üzere eşitlikçi bir toplumsal hayat. COVID-19 salgınının ortaya çıkardığı, bilimsel düşünce ve yaklaşımın toplumların geleceği için hava kadar, su kadar yaşamsal olduğu gerçeği hatırlatılıyor. Bilimsel ve tıbbi gelişmelerin ancak özgürlüklerin olduğu ortamda mümkün olduğu belirtiliyor.

  • Totaliter ülkelerde bireysel ve toplumsal sağlığın da kötü olduğu vurgulanıyor.

Bunlardan hareketle hekimler mesleklerinin gereğini ilan ediyor:

  • “Biz uzmanlık dernekleri olarak; bilimin ve tıbbi gelişmenin ön koşulu olan özgürlükten ve sağlıklı işleyen çoğulcu bir demokrasiden yana taraf olduğumuzu beyan ediyoruz.”
  • Kadın bilim insanlarının ve hekimlerin başarılarına değinerek kadınların tarihsel kazanımlarının ellerinden alınmasına itiraz ediyorlar:
  • Toplumsal cinsiyet eşitliğinden yana taraf olduğumuzu, bilimin ve tıbbın geleceğinden kadınların kovulmasına izin vermeyeceğimizi beyan ediyoruz.”

Dahası var. Hekimler kişisel ve toplumsal erdemlere, eşitliğe, özgürlüğe, demokrasiye sahip çıktıklarını vurgulayıp herkesi insan olmanın gereğini yerine getirmeye çağırıyor. Bu ülkenin insanları hekimleriyle ne denli övünse azdır. Böylesine baskıcı bir dönemde bu onurlu duruşları tüm dünyaya örnek teşkil edecek (oluşturacak) niteliktedir. Devlet hastanelerinden bir türlü alınamayan randevuları parayla alıp pazarlayanların peydahlandığı bozuk sağlık sistemimizi düşününce, bu uzmanlık derneklerimizin duruşu başka bir yerdedir. Ülkemizin geleceği için umut vermektedir.

Şimdi sıra halkımızda. Unutmayalım, oyumuzu bu ülkenin çocuklarına, gençlerine, kurduna kuşuna, ağacına çiçeğine yaşanabilir bir ülke bırakmak için vereceğiz.

KIVRAK ZEKÂ

Hekimler bilime, doğruya çağrı yapadursun, Türkiye bu seçimlere meydanlarda gösterilen montajlanmış videolar ve rakip siyasal parti adına üretilen sahte broşürlerle gidiyor. Üstelik Cumhurbaşkanı, mitinglerinde gösterdiği, seçimdeki rakibini terörle ilişkili gösteren videoların montaj olduğunuiyelik bir video” olarak tanımlıyor. Oysa Türkiye’nin ihtiyacı bu değil. Gençlerin kıvrak zekâsını doğrudan, bilimden, ahlaktan yana kullanmasını ve ülkeyi yönetenlerin bunu teşvik etmesini bekliyoruz. Mümkündür; çünkü aklını iyilik, doğruluk, güzellik için kullanan gençlerimiz var, onlarla gurur duyuyoruz.

Seçime giderken gereken en önemli şeyi büyük şairimiz Can Yücel yazmış zaten:

Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.

Bayazıt İlhan

Bayazıt İlhan
12.05.2023, BİRGÜN

Türkiye’nin seçimine iki gün kaldı.
Yıllardır sağlık ve yaşam hakkı için mücadele veriyoruz. Hekimler ve sağlık emekçileri emeklerinin değerinin bilindiği, laik, demokratik, barış içinde bir ülkede, güvenli koşullarda, nitelikli sağlık hizmeti vermek istiyorlar. Bunu başarabilecek miyiz?

SAĞLIK HAKKI MI, PİYASA KURALLARI MI?

O kadar da karmaşık değil. Sağlığınızı piyasanın çarkları, çıkar odaklarının zenginleşme çabaları mı, yoksa hak olarak gören bir anlayış mı belirlesin? Temel olarak vereceğimiz karar budur.

Günlerce telefon ya da internet başında sıra bekleyip beş dakikalık muayeneyle nitelikli sağlık hizmeti alıyor muyuz? Başka çare? Özel sağlık kurumlarından hizmet almak olabilir, yalnız çok paranızın olması gerekiyor. En güzel cevabı son depremlerde enkazdan 138 saat sonra çıkarılan yaralı yurttaşımız verdi: “Kurban olayım beni özel hastaneye götürmeyin, param yok.” Ona cankurtaranda yardım etmeye çalışan hekim “özel hastane sana kurban olsun” diyordu, olur mu?

Şehir hastanelerinin ilk müjdesinin nasıl verildiğini hatırlatayım size.

Tarih 26 Ocak 2005. Dönemin Başbakanı Erdoğan bir özel hastanenin açılışında patrona şöyle sesleniyordu:

  • “Şişli Etfal’i verelim, bir de yer gösterelim.
  • Orada modern bir hastane kur.
  • Şişli Etfal’i de istersen alışveriş merkezi yap.”

Sonrasını gördük. Bütün itirazlara rağmen Kamu Özel İşbirliği denilen yöntemle, devletin kendi arazisinde özel şirketlere hastane inşaatı yaptırıp 25 yıl kira ödediği, hizmetlerin çoğunu ve ticari alanların gelirlerini şirketlere verdiği modelle hastane inşaatlarına başlandı. Başlangıçta 34 proje vardı, büyük kamu zararı konusunda oluşturduğumuz farkındalık sayesinde 18 hastanede kaldı, diğer projeler genel bütçeden finansman modeline geçti, şu ana kadar 15’i açıldı. İtirazlarımız, hukuk mücadelemiz sayesinde mevcut devlet hastanelerinin ihaleyi alan şirketlere devrini durdurduk. Ancak pek çok ilde 30’a yakın devlet hastanesi ya kapandı ya küçültüldü, işlevsizleştirildi. Kurduğumuz Hastanemi Açın Platfotmu ile hastanelerimizi korumaya, kapanmaktan, yıkılmaktan kurtarmaya, yeniden açtırmaya, geliştirip güçlendirmeye çalıştık. Ankara’da olduğu gibi önemli başarılarımız da oldu, pek çok hastanemizi kapatılıp yıkılmaktan kurtardık. Bu hastanelerimiz halkındır, onlara emanettir. Sandıkta tüm bunlar oylanacak.

YOKSULLUK, PRİM, KATKI VE KATILIM PAYLARI

Genel Sağlık Sigortası (GSS) ile tüm yurttaşların sağlık sigortasına kavuştuğu söylendi. Ancak sayısı tam olarak açıklanmamakla birlikte yaklaşık 10 milyon yurttaşımızın primlerini ödeyemediği için sağlık hizmeti alamama riski ile karşı karşıya kaldığı ve yıllık uzatmalarla durumun idare edildiği görülüyor. Geliri asgari ücretin üçte birinden az olduğu için primi devlet tarafından ödenen yurttaş sayısı ülkedeki fakr-u zarureti gözler önüne seriyor.

En çarpıcısı Şanlıurfa’da, SGK Ocak 2023 verilerine göre seçmen sayısı 1 milyon 221 bin 522, primi devlet tarafından ödenenlerin sayısı 784 bin 980. Halkın %64,2’si primini ödeyemeyecek kadar yoksul.

GSS primini ödemeniz de sizin parasız sağlık hizmetine erişiminizi sağlamıyor.

Hastanede, eczanede, tıbbi cihaz aldığınız yerde, gözlükçüde sayısız katkı ve katılım payı ödemeniz gerekiyor. Tamamlayıcı sağlık sigortası ya da özel sağlık sigortası yaptırmaya teşvik ediliyorsunuz. Parasını ödemeye razı olsanız da ulaşamadığınız yüzlerce ilaç var.

SAĞLIK EMEKÇİLERİNİN DURUMU

Hekimler, sağlık çalışanları şiddetten, değersizleştirilmekten bıktı. İnsanlar sağlık hakkından “doktor dövme” hakkını anlar oldular. Hekimler akın akın yurt dışına gidiyor. Geçtiğimiz yıl 2 bin 685 hekim yurt dışına gitmek için TTB’den belge aldı. Her ay büyük bir tıp fakültesinin yıllık mezunu kadar hekim yurt dışına gitme girişiminde bulunuyor.

Giderlerse gitsinler mi?

Bugün Hemşireler Günü. En önemli sağlık emekçilerinden hemşirelerimiz yoksulluk, zor ve güvensiz çalışma koşulları içinde debeleniyor. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası Ankara Şubesi hemşireler arasında yeni bir çalışma yaptı. Buna göre genç hemşire ve ebelerin de %75’i yurt dışına gitmek istiyor. Hemşirelerin %64’ü mobbinge maruz kalıyor, %94’ü iş barışının bozulduğunu düşünüyor. Kamudaki hemşirelerin %95’inin aylık toplam geliri 20 bin TL’nin, %30’unun 16 bin TL’nin altında. Özel sektörde ücretler çok daha düşük. Bu koşullarda nitelikli sağlık hizmeti mümkün mü?

Pazar günü oyumuzu savaş değil barış diyenlere, çevreyi, doğayı, kentleri katledenlere değil korumaya kararlı olanlara vereceğiz. İnsanların evlerinin başına yıkılmadığı, enkaz altında günlerce yardım beklemedikleri, ayazda kalmışken yardım kuruluşlarının çadır satmadıkları bir ülke için oy vereceğiz. Çocuklara, gençlere, bu ülkenin kurduna kuşuna, ağacına çiçeğine yaşanabilir bir ülke bırakmak için oy vereceğiz.

Yurttaş sorumluluğu hepimizi oy vermeye ve sandıklara sahip çıkmaya çağırıyor.

Çernobil’in yıldönümünde nükleer yakıt müjdesi

Güncel 28.04.2023, BİRGÜN

Kulağa tuhaf geliyor, değil mi? Dünya tarihinin gördüğü en büyük nükleer kaza olan Çernobil faciasının 37’nci yıl dönümü. Ölen, hastalanan, göç etmek zorunda kalan yüzbinlerce insan oldu, doğaya sayısız zararları hala sürüyor. Bu günlerde Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) inşaatına Rusya’dan gelen “taze” yakıtın müjdesini alıyoruz. Üstelik süreç her yönüyle tartışmalı açıklamalar eşliğinde sürüyor. İnsanlar yıllardır yaşam için, çocukların, doğanın, börtü böceğin geleceği için mücadele ediyor. Onları susturmak için Rusların yapıp işleteceği, yüksek maliyetli ve alım güvenceli projeye yine Rusya’dan gelecek yakıtın haberi “Türkiye’nin enerji bağımsızlığına büyük katkı sağlayacak proje” olarak duyuruluyor. İnsan aklıyla alay ediliyor. Bu yatırımın enerjide dışa bağımlılığı azaltacak ne yanı var? Daha geçen yıl proje inşaatında Rusya’nın aldığı karar nedeniyle iki ülke arasında ciddi ihtilaf (anlaşmazlık) yaşandığını unutmayalım.

Peki, böylesi bir dönemde, Rus şirketin sorumluları birinci reaktördeki inşaat çalışmalarının 2023 yılı üçüncü çeyreğinde tamamlanabileceğini, ondan sonra0 ekipmanı (donanımı) ve yakıtı reaktörde test edebileceklerini söyledikleri halde, bu acele niye?

  • Belli ki Akkuyu NGS de seçim öncesi, Karadeniz doğal gazı, TOGG
    gibi bir propaganda aracına dönüşmüş durumda.

NÜKLEERE İNAT YAŞASIN HAYAT

Projenin maliyeti, Rus şirkete sağlanan imtiyazlar (ayrıcalıklar) yıllardır tartışılıyor. Kamuoyunu rahatlatan hiçbir gelişme olmadı. Nükleer enerji ile ilgili sorunlar, elektrik enerjisi üretimindeki payının dünyada azalması, çözülemeyen atık sorunu ısrarla göz ardı ediliyor. Türkiye’nin cennet bir köşesinin, Akkuyu’nun ne duruma geldiğini en iyi Mersinliler biliyor. Anadolu Ajansı’nın haberine göre; bugüne dek 140 bin ton inşaat demirinin kullanıldığı ve 1,3 milyon metreküp betonun döküldüğü santralin yapımında 1300’den çok iş makinesi görev yapıyor. Güzelim koyun tümden betonla kaplanmış olduğu görülüyor. Sinop’ta da NGS ısrarı sürüyor.

Nükleer Karşıtı Platform (NKP) tüm bunlardaki sıkıntılara değinerek nükleer sevdasından vazgeçilmesi gerektiğini anlatıyor. Akkuyu NGS’nin “Yap, İşlet, Sahip ol” modeliyle dünyada benzersiz olduğunu ifade ediyor. Gelinen noktada bile projenin iptali ile atık yakıt çubuklarının ve çalışma süresinin bitiminde santralin bertarafından, ekosisteme, canlılara, insan sağlığına, tarıma, balıkçılığa verilecek zararlardan kurtulacağımızı vurguluyor. Böylece projenin iptalinden doğacak ekonomik yitik ile karşılaştırılamayacak ölçüde kârlı çıkacağımızı anlatıyor. Önceki gün İstanbul, Mersin ve Sinop’tan tekrar seslendiler,

Nükleer felaket yaşamı durdurmadan sen onu durdur!” dediler.

DÜNYA HEKİMLERİ NÜKLEERE KARŞI TOPLANIYOR

Bu günlerde Nükleer Savaşı Önlemek İçin Hekimler Örgütü (IPPNW) Kenya’nın Mombasa kentinde 23’üncü Dünya Kongresi’ni yapıyor. Ukrayna Savaşı’nın sıcaklığını koruduğu ve nükleer silah kullanma tehditlerinin havada uçuştuğu bir dönemde yapılan bu toplantı çok önemli. Türkiye’den Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği’nin (NÜSED) temsilci olduğu toplantılarda ana tema “Silahsızlanma, iklim krizi ve sağlık.” Kimi zaman nükleer silahlanma ile nükleer enerjinin ilgisinin olmadığı, “barışçıl nükleer enerji” gibi kavramların dillendirildiği oluyor, ancak sorunun öyle olmadığı uzmanlarca dile getiriliyor. Bunlar ne yazık ki birbirini besleyen teknolojilere dönüşebiliyor. Kongre’nin başlıkları da zaten bu sıkıntılı ilişkiyi dünyanın gündemine getiriyor: “Nükleer silahlar ve sağlık”, “enerji tercihleri, nükleer santraller ve uranyum madenciliği”, “iklim değişikliği ve sağlık”, “militarizm, gelişme ve sağlık”, “Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması’nın (TPNW) evrensel kabulü.” Kongre’de Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya’nın nükleer silahlanma konusunda geri adım atmalarını ve TPNW’yi imzalamalarını sağlayıcı girişimler de tartışılıyor.

Türkiye pek çok yönüyle kritik bir seçime gidiyor. Hepimizin yaşam hakkımıza ilişkin istemleri yükseltmemizin, gerçek dışı propagandalara itiraz etmemizin zamanıdır. Enkaz altında kalmış bir ülke olarak, bilim insanlarının tüm uyarılarına karşın, sağlam binalar yapıp canlarımızı koruyamamanın, günlerce yaralılarımızı çıkaramamanın, bugün hala yüzbinlerce yurttaşa insanca barınma olanağı sağlayamamanın acısını yaşıyoruz. Bunlar ne denli yaşamsal ise nükleer dahil çevre ve doğa sorunları da o ölçüde yaşamsaldır.

İşte bunun için NKP gibi örgütlerimiz bu ülkenin yüz akıdır. İktidara aday tüm siyasal partilerin dikkate alması gerekiyor. Aksi durumda neler olduğunu zaten görüyor, bilim dışılığın, akıl dışılığın cezasını canlarımızla ödüyoruz.

Seçimlere giderken sağlık

GÜNCEL31.03.2023, BİRGÜN

 

Türkiye her yönüyle önemli bir seçime gidiyor. Bir seçimle, hele böyle ne kadar demokratik olduğu tartışmalı seçimle ülkenin kaderinin belirlenmesi ne kadar sağlıklıdır? Siyasal iktidarın medyadan seçim organlarına, tarafsızlığını kaybetmiş yöneticilere, bürokrasiye kadar hakimiyetini derinleştirip şekillendirdiği ülke ortamında seçimlere gittiğimizi düşünürsek, ne demek istediğim anlaşılacaktır. Seçime giren tarafların maddi olanaklarına gelince; bir tarafın aldığı çok yüksek devlet yardımları, sermaye çevreleri ile yakın ilişkisi ve tüm devlet olanaklarını elinde tutması seçimdeki adaletsizliğin açık göstergesi.

Tüm bu eşitsizliklere rağmen, halkın yıllardır sürdürdüğü

  • Adil, demokratik, laik, emeğin değerinin bilindiği, özgür bir ülke mücadelesi
    tüm diriliği ile sürüyor ve bu seçimde belirleyici olacak.

Daha yaşanabilir ülke talebi yükseliyor ve her alandan somut biçimde dile getiriliyor.

Sağlık alanında da yurttaşların, hekimlerin, tüm çalışanların yaşadığı önemli sorunlar ve beklentiler var. Haklı olarak değişim ve çözüm umudu dillendiriliyor. Bir yandan da seçime iki aydan az zaman kalmışken siyasal iktidarın sağlıkta önemli kararları alma eğilimi dikkat çekiyor. Dün TBMM’de pek çok değişiklik öngören yasa Komisyonda görüşülmeye başlandı. Sağlık Bakanı 28 Nisan’da, yani seçimden 2 hafta önce “Dışkapı, Sami Ulus hastanelerini yıkıp yerine, Ankara Onkoloji Hastanesi’nin ise yanına yapacağız” dediği hastanelerin ihalelerini duyurdu. Tüm bunların bilimsel gerekçelerini, raporlarını sorduğumuz halde öğrenemiyoruz. Öte yandan bunların yeni seçilecek iktidar tarafından, uzmanların, halkın, meslek kuruluşu ve çalışanların temsilcilerinin görüşü alınarak planlanması ve yapılması gerektiği çok açık.

UZMAN KURULUŞLARIN ÇABALARI

Türk Toraks Derneği bu hafta, seçime girecek siyasal partilere uzmanlık alanlarına ve genel olarak sağlığa dair tespit (ilişkin saptama) ve önerilerini yazılı olarak gönderdi. Çok önemli noktalar var. Siyasal partilerin bunları dikkatle değerlendirip programlarına alması gerekiyor. Temel bir tespit özellikle vurgulanıyor;

– sağlık sistemimiz tedaviye endeksli,
hizmet sunumu niceliğe dayanıyor,
sağlığın sosyal bileşenleri göz ardı ediliyor.

  • Oysa sağlık dediğimizin temelinde hastalanmamak olmalı,
  • insanları ve doğayı “iyilik durumunda” tutmak öncelenmeli.
  • Koruyucu sağlık hizmetlerinin önemi, hastalandığımızda ise basamaklandırılmış sağlık sisteminin gerekliliği vurgulanıyor.

Sağlık hizmetlerini bozan temel etmenlerden birine, performans-teşvik sistemine değiniliyor ve niceliğe değil niteliğe bakılması gerektiği anlatılıyor.

  • Hastaya yeterli zaman ayrılamaması çok büyük sorundur, özellikle vurgulanmış durumda.

Covid-19 pandemisi, sorun olmayı sürdürürken tüberküloz, tütün denetiminde geriye düşmemiz, hava kirliliğine bağlı ölümleri azaltmada Avrupa’daki en başarısız ülkelerden biri olmamız, işçi sağlığı ve iş güvenliği konularındaki başarısızlığımız ve çözüm önerileri titizlikle özetlenmiş. Göğüs hastalıkları uzmanı hekimler dahil, hekimlerin çalışma koşullarına ve taleplerine dair (istemlerine ilişkin), ücretlendirmeden geçici görevlendirme zulmüne, çalışma saatlerinden odaların havalandırmasına ve büyüklüğüne dek çok önemli vurgular var.

Türk Toraks Derneği’nin bu çalışması ve girişimi çok değerli. Öbür uzmanlık derneklerinin yanında sağlık alanındaki meslek örgütleri ve sendikaların da sorun başlıklarını ve çözüm önerilerini benzer biçimde maddeler halinde siyasal partiler ve kamuoyuyla paylaşmaları yol gösterici olacak.

SAĞLIĞA ÖNEM VERİYOR MUYUZ?

Bunun pek çok göstergesi var, en önemlilerinden biri kamu kaynaklarının ne kadarını sağlığa ayırdığınızdır. Önceki hafta 2021 yılı Sağlık Bakanlığı Sağlık İstatistikleri yıllığı, iki yıldır olduğu gibi gecikmeli olarak yayımlandı. 2020 ve 2021 yılları pandeminin en yoğun olduğu dönem olduğu için farklı özellikler de taşıyor. İnsanların salgın hastalıktan öldüğü, tüm yaşamın etkilendiği böylesi dönemlerde sağlığa ayrılan paranın artmasını beklersiniz değil mi?

  • Cari sağlık harcamalarının Gayrisafi Yurt İçi Hasıla (GSYH) içindeki payına baktığımızda hem 2020 hem de 2021 yıllarında %4,6 ile OECD ülkeleri içinde sonunculuğu koruduğumuz görülüyor.

OECD ortalaması %9,7 ve Avrupa Birliği ortalaması % 9,1 dersem uçurumu görürsünüz.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara geldiği 2002’de cari sağlık harcamalarının GSYH içindeki payı %5,1 idi. 2009 yılına giderken %5,9’a dek çıkan bu oranın sonra düşme eğilimine girdiği, bugün diplerde kaldığı, salgında insanlar ölürken bile artış yapılmadığı görülüyor. Bu paranın doğru harcanmaması ve piyasacı mantığa teslim edilmesi ise öbür önemli konudur.

Bu yalnızca bir örnektir.

  • Pek çok veri Türkiye’nin sağlığa, sağlıklı kalmaya önem veren bir ülke olmadığını gösteriyor.

Yapılması gereken çok şey var. Yüzü gerçekten halka dönük bir iktidarı kurmak için seçimler önemli mücadele alanı ve fırsat olacak.

Pandemiyi yok saymak çözüm mü?

authorBAYAZIT İLHAN
GÜNCEL20.01.2023, BİRGÜN

Türkiye aylardır pandemiyle mücadeleyi rafa kaldırdı. Hastalık yok gibi davranıyoruz, çünkü insanlara o mesaj verildi. Bir zamanların her yere yazılan mesajı “maske – mesafe – temizlik” unutuldu. COVID-19 ile ilgili verilerin doğruluğu tartışılırken, 14-27 Kasım 2022 haftasından sonra hiç veri yayınlanmaz oldu. Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) altı aydır Türkiye’den veri gitmediğini öğreniyoruz. Test sayılarının, aşılamanın çok azaldığını gözlemliyoruz. Bu koşullarda yeni varyantların Türkiye’de görülüp görülmediğini sormak zaten akla ziyan, belli ki bu tür bilimsel saptamalara gereksinimimiz yok.

Hatırlatalım, söz konusu olan insan yaşamıdır ve dünya salgınları yok saymanın ölümcül sonuçlara yol açtığını deneyimleyerek öğrendi. COVID-19 salgını bu gerçeğin güncel tanığı olarak ortada duruyor. Bilanço ağır, dünyada vaka sayısı 670 milyonu, ölümler 6 milyon 700 bini geçti. Yaklaşık 22 milyon aktif vaka olduğu bildiriliyor. Bunun yalnızca verileri bildiren ülkelerden toplandığını, Türkiye gibi ülkelerden veri gelmediği için bu rakamların gerçeğin ancak bir bölümünü gösterdiğini akılda tutmalıyız.

VİRÜS YOLUNA DEVAM EDİYOR

COVID’in yeni varyantı, halen bir Omikron varyantı olarak tarif ediliyor, XBB.1.5 adını aldı. Ancak bilim insanları “Kraken” de diyorlar. Kraken, İskandinav folkloründe saldırgan bir deniz canavarı. DSÖ şu ana kadarki en bulaşıcı varyant olarak bildiriyor. Vakaların çoğu ABD ve İngiltere’den. Hastalık şiddeti ve aşı ya da hastalık ile elde edilen antikorlardan ne denli kaçabildiği konularında veri toplanmaya çalışılıyor.

DSÖ verilerine göre en son 12 Aralık 2022 – 8 Ocak 2023 arasında 14 milyon COVID-19 vakası bildirildi ve 49 bin kişi yaşamını yitirdi. Bu dört haftada önceki dört haftaya göre hasta sayısında % 10, ölümlerde % 22 artış var. Son bir ayda Çin’de 60 bin, Japonya’da 9 bin, ABD’de 12 bin can yitiği oldu. Bunlar Çin ve Japonya için ne yazık ki pandeminin başından beri en çok can yitiği anlamına geliyor.

Yalnızca COVID-19 değil, grip ve öbür solunum yolu enfeksiyonları da yaygınlaşmış durumda. COVID-19’un uzun süreli sağlık sorunlarına neden olduğunu da görüyoruz. Pandemi boyunca ertelenen sağlık hizmeti gereksinimleriyle birleşince, ülkemizde hastanelerdeki kalabalıkların, sağlık çalışanları üzerinde artan iş yükünün, hastanelerden bir türlü randevu alınamamasının bir nedeninin de burada yattığını anlayabiliyoruz.

NE YAPMALI?

Bu sorunun yanıtını İnsan denen “akıllı” canlının içtenlikle aradığı konusunda kuşkuluyum. Ülkemizin içine sürüklendiği kuraklığa, iklim değişikliğine, meraların ve tarım arazilerinin bile yapılaşmaya açılmasına, bir yanda yoksulluğa bir yanda aç gözlülüğe bakılırsa ne demek istediğim görülecektir.

Tüm bunlar bir yana, “Hastalığı ve ölümleri sınırlamak için bugün ne gerekiyor??” derseniz, DSÖ’nün geçtiğimiz hafta maske, tedavi ve hasta bakımı konularında güncellediği önerilerine bakabiliriz. Maske hastalığın yayılmasını önlemedeki anahtar rolünü sürdürüyor. Hastaların yakınmaların başlamasıyla 10 gün yalıtımda (izolasyonda) olması, başka kişilerle temas etmemesi gerekiyor. Türkiye’de artık bu izlem neredeyse hiç yapılmıyor.

Aşılanma çok önemli, ancak orada da sorunumuz var. İlk çıkan virüsle birlikte Omikron’u da içeren ikili (bivalan) aşı ile hatırlatma dozu öneriliyor, ancak ülkemizde bu aşılar yok. Yapılan çalışmalar, Türkiye’de yapılagelen inaktif aşıların özellikle risk kümesindekiler için yeterli olmadığı yönünde. Hem anımsatma dozlarının hem de yenilerinin mRNA aşılarıyla yapılması öneriliyor.

Bağışıklık sistemi baskılanmış olanların 5. doz, 50 yaş üstü ve süregen (kronik) hastalıklar gibi risk kümesinde olanların 4. doz mRNA aşılarını tamamlamaları öneriliyor.

  • Aşılar hastalığı tam önlemese de, ağır hastalık ve ölümleri büyük oranda azaltıyor.
  • Pandemi sürüyor ve bir çeşit salgınlar çağındayız.

Bugüne ve geleceğe ilişkin iyi düşünmemiz ve ona göre tutum almamız gerekiyor.

Gelin, 2023’ü ve seçimleri daha yaşanabilir bir Türkiye ve dünya için sorumluluklarımızı bilerek değerlendirelim.

2023’e girerken sağlık

authorBAYAZIT İLHAN 
GÜNCEL23.12.2022, BİRGÜN

Sağlıkta eşitsizlikler tüm dünyada belirgin sorun olmaya devam ediyor. Hem ulusal hem de uluslararası ölçekte sağlık sistemi, ekonomik, siyasal, toplumsal eşitsizlikler sağlığımızı bozuyor. Salgınlar, savaşlar, iklim krizi sıkıntıları büyütüyor. Bunları azaltmak ve sağlıklı olmayı temel bir insan hakkı olarak kabul ettirebilmek bitmeyen bir mücadele konusu. Sorunların temelini sınıfsal çelişkiler oluşturuyor.

Ortaya atılan yeni kavramların, hedeflerin de ne kadar çözümleyici olduğu tartışmalı.12 Aralık, Birleşmiş Milletler’in (BM) kabul ettiği Evrensel Sağlık Kapsayıcılığı (Universal Health Coverage) günü idi. Evrensel Sağlık Kapsayıcılığı ile tüm insanların, her yerde, ihtiyaç (gereksinim) duydukları kaliteli (nitelikli) sağlık hizmetlerini finansal sıkıntı yaşamadan alabilmelerinin hedeflendiği ifade ediliyor. Buradaki “finansal sıkıntı yaşamadan” ifadesi, parayı kimin ödeyeceği sorusunun temel çelişki olmaya devam ettiğini gösteriyor.

2000 YILINDA OLMADI, 2030’DA OLUR MU?

Dünya Sağlık Örgütü’nün 1977 yılındaki 30. Genel Kurulu’nda kabul ettiği ve bir yıl sonraki, 1978 Alma Ata Bildirisi’ne giren “2000 Yılında Herkese Sağlık” hedefi bir dönemin temel sloganı olmuştu. O dönemde Sovyetler Birliği içinde Kazakistan’da toplanan Temel Sağlık Hizmetleri Konferansı’nın sonunda yayınlanan Bildiri “2000 Yılında Herkese Sağlık” hedefine ulaşılabilmesi için gerekli ilkeleri ilan ediyordu. 2000 yılını çoktan geride bıraktık, olmadı, hedeflerin pek çoğu kâğıt üzerinde kaldı. Bu arada Sovyetler Birliği dağıldı, dünyada eşitsizlikler azalmadı, arttı.

2000 yılında bu kez BM, 2015 yılına dek gerçekleşmesi çağrısıyla Milenyum Hedefleri ilan etti. BM’nin 2015 raporlarında kimi eksikler olsa da hedeflere büyük ölçüde ulaşıldığı söylendi. Oysa temel eğitim ve sağlık hedeflerine ulaşılamadığı, derin yoksulluğun, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin devam ettiği görülüyordu. BM 2015’te ise 2030 yılına dek gerçekleşmesi için doğrudan ya da dolaylı olarak sağlığımızı ilgilendiren 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi’ni kabul etti. Bunlar açlığın, yoksulluğun ortadan kalkmasından eğitime, temiz su, hijyen, halk sağlığı, iklim, barış ve adalet istemine dek geniş yelpazede tanımlanmış durumda.

İşte DSÖ de bu çerçevede 2030 yılında Evrensel Sağlık Kapsayıcılığı ve Herkese Sağlık hedeflerini tarif etti. Bu kavramların Alma Ata Bildirisi’nin 40. Yılında, 2018’de bu kez Kazakistan’ın Astana kentindeki İkinci Temel Sağlık Hizmetleri Konferansı Bildirisi’ne de girdiğini görüyoruz. Türkiye 40 yıl önceki ve sonraki konferansların katılımcısıdır.

Okuyunca iyi hissettiren bu hedefleri gerçekleştirebilecek “ulusal ve uluslararası irade, akıl, örgütlülük var mı” sorusu önümüzde duruyor. Olmadığını ne yazık ki önceki hedeflerin çoğuna ulaşılamamasından anlıyoruz.

YENİ YÜZYILDA SAĞLIK

Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni yüzyılına ülkenin geleceği için çok önemli olan seçimlerin arifesinde giriyoruz. Uluslararası kurumların, konferansların metinlerine konu olan pek çok sorunun ülkemizde de yaşandığını biliyor ve çözümleri için kendimizi sorumlu hissediyoruz. Çok açık, 2023 seçimleri ülkemizin sağlığından eğitimine, çocuk istismarından kadın cinayetlerine, adaletten doğa mücadelesine, yoksulluğun, eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına, yurtta ve dünyada barış istemine dek pek çok konuda belirleyici olacak.

  • Sağlığın bir hak olmaktan çok tüketim nesnesine dönüştüğü,
  • kamudan sağlık hizmeti almanın giderek zorlaştığı,
  • hastaların randevu alamayıp aylarca beklediği ya da acil servisleri doldurduğu,
  • hekimlerin, sağlık çalışanlarının eğitimlerinden çalışma koşullarına ve özlük haklarına sayısız sorunla boğuştuğu,
  • sağlık kurumlarında kalabalık, kargaşa ve şiddetin önlenemediği,
  • genel bütçede sağlığa ayrılan payın büyümediğikoşullarda Cumhuriyet’in yeni yüzyılına giriyoruz.

Tüm bunların çözümünü tartışmalı, daha iyi bir ülke ve daha iyi bir sağlık sistemini (dizgesini) hep birlikte kurmalıyız. 2023 seçimlerine giden ortam bunun için uygundur, ülkemizin bunu başaracak birikimi ve deneyimi vardır.

Eczacıların çığlığı

GÜNCEL30.09.2022, BİRGÜN

Türkiye’de sağlık alanındaki sorunlar büyürken hak kayıplarına uğramayan meslek grubu kalmadı. Geçtiğimiz pazar Dünya Eczacılar Günü idi, ancak eczacılar kutlayacak bir şey bulamadılar. Türk Eczacıları Birliği yaşanan zorlu sürece dikkat çekerek eczacıları, eczane çalışanlarını, eczacılık fakültesi öğrencilerini ve tüm ailelerini 16 Ekim’de Ankara’da yapılacak Büyük Eczacı Mitingi’ne davet etti.

Eczacılar yıllardır yaşadıkları sorunları anlatıyorlar. Bırakın çözüm bulmayı işlerin kötüye gitmesiyle canları daha çok yanıyor. Mevcut iktidarın ortaya koyduğu piyasacı sağlık politikaları ilaçta da etkisini gösterdi.

  • Sağlık hizmetlerinin çok “tüketilmesi” ve hasta olmak üzerine kurulu sistem, ilacı da bir tüketim nesnesine dönüştürdü.

Kişi başı yıllık ilaç tüketimi 2002 yılında 10 kutu iken bugün 30 kutuya çıktı. Sistemin yurttaşlar ya da eczacılara değil çok uluslu ilaç şirketlerine yaradığı anlaşılıyor.

SAĞLIK, İLAÇ, ECZACILAR

Eczaneler halkın sağlığı açısından çok önemli görevleri yerine getiriyorlar. Yalnızca ilaç ve aşı sağlanması olarak düşünmeyin. Yurttaşların hemen yakınlarında, mahallerinde en kolay ulaşabildiği sağlık danışmanı konumundalar. Bunun ne denli önemli olduğunu pandemi döneminde açıklıkla gördük. Canı pahasına kesintisiz sağlık hizmeti veren eczanelerde 77 eczacı ve 24 eczane teknisyeni Covid-19’a yakalandı ve yaşamını yitirdi.

Serbest eczaneler gittikçe düşen kârlılık oranlarından ve artan maliyetlerden bunalmış durumda. Kârlılık oranlarında ilaç fiyatlarına göre azalan tarife uygulanıyor. Ancak şaka gibi, bu tarifeyi belirleyen fiyat aralıkları 2004 yılından bu yana güncellenmemiş durumda. 2009 yılında ve geçtiğimiz temmuz ayında kâr paylarında yüzde bir ile üç arasında iyileştirmeler yapılsa da, eczacıların uğradıkları kayıpları karşılamıyor.

Kabaca açıklamam gerekirse; ilaç fiyatları arttıkça daha çok ilaç, kâr oranlarının düştüğü 100-200 TL ve 200 TL’den yüksek kategorisine giriyor. Oysa TÜFE’ye göre bu aralıklar güncellenseydi 2021 yılı için 100 TL olan sınır 375,36 TL, 200 TL olan sınır 750,71 TL olacaktı. Bu yıl enflasyona göre bu rakamları %80 daha artırmamız gerekiyor.

  • Kısacası eczacıyı enflasyon ve dövizdeki artışlar karşısında ezdiren bir model ile karşı karşıyayız.

Hesaplamalara göre eczanelerin brüt kâr oranları 2002 yılında % 17,2’den 2019 yılında %13,8’e gerilemiş durumda. Aynı dönemde karşılanan reçete sayısı ise 113 milyondan 401 milyona çıktı. Yani iş yoğunluğu ve eczane giderleri katlandı.

  • Pek çok eczane kapanma tehlikesi ile karşı karşıya.

Kamuda çalışan yaklaşık dört bin eczacı ise yıllardır yok sayılıyor. Son yayınlanan ek ödeme yönetmeliğinde büsbütün mağdur edildiler. Hakkaniyete uymayan ve çalışma barışını bozan bu durumu günlerdir Sağlık Bakanlığı’na anlatmaya çalışıyorlar ama muhatap bulamıyorlar.

Artan ilaç yoklukları ciddi bir sorun ve eczacıları da hastaları da büyük sıkıntıya sokuyor. Fiyat farkı çıkarmayan ilaç neredeyse kalmamış durumda ve farklar her geçen gün katlanıyor, hastalar cebinden karşılıyor. Bu durum eczanelerde tahsil edilen katılım payları ve reçete bedelleriyle birleşince hastalarla eczacıları sık sık karşı karşıya getiriyor.

Denetimsiz açılan eczacılık fakülteleri bir yandan eczacılık eğitiminin niteliğini düşürürken, bir yandan da genç eczacılar için işsizlik sorununu ortaya çıkarıyor, mesleğe zarar veriyor.

HEKİMLERİN KAYGILARI

Tam da bu tartışmaların içinde, Dünya Tabipler Birliği tarafından yayınlanan bir tutum belgesinde, çok uluslu şirketlerin artan gücünün ve kârı önceleyen politikaların ilaçların niteliğini ve güvenliğini olumsuz etkilediği belirtildi. İlaç üretim, dağıtım ve depolama süreçlerinde kimi zaman asgari güvenlik standartlarının karşılanmadığı vurgulanan belgede, bunların düzeltilmesi için ülke yönetimlerine ve tabip birliklerine önerilerde bulunuldu.

Eczacıların ve hekimlerin uyarıları ortada….

Sağlıklı olmak, ilaca, aşıya güvenle ulaşmak istiyorsak eczacıların çığlığına kulak vermeli ve haklarının arkasında durmalıyız.

Sağlık dikiş tutmuyor

GÜNCEL19.08.22, BİRGÜN

Yeni düzenlemeler yapıldıkça başka sorunlar ortaya çıkıyor. Geçtiğimiz hafta çıkan ek ödeme yönetmeliği Sağlık Bakanı tarafından çok iddialı biçimde sunuldu, ileride şöyle denecekmiş: “Bir gün bir yönetmelik okuduk. Türkiye’de doktor olmanın anlamı değişti.

İnanılır gibi değil, Sağlık Bakanlığı, “taban ödemesi” adı altında bir miktar döner sermaye ödemesiyle Türkiye’de hekimliğin anlamını değiştirdiğini ilan ediyor. Dahası bunun bir “Beyaz Reform” olduğunu anlatıyor. Yıllardır döner sermaye ödemesi alamayan yüzbinlerce sağlık çalışanının yalnızca bir bölümüne değişen miktarlarda yapılacak bir ödemeden söz ediyoruz. Durumu biraz olsun rahatlayanlar olacaktır ama sağlıkta biriken devasa sorunlara bakınca, Beyaz Reform olarak tanıtılabilecek nesi var, belli değil.

Sağlık Bakanı yönetmeliği şöyle duyuruyor: “Kitap gibi sağlam yönetmelik! Tıkla oku”. Zamanın ruhu mu demeli, Yönetmelik bir halkla ilişkiler, PR çalışması haline geliyor.

FİŞİ ÇEKİLEN NE?

Sağlık Bakanı “Bir süredir bitkisel yaşamda olan Performans Sistemi’nin fişi çekildi” diyor. Oysa “bitkisel hayatta” dediği performans sistemi, iktidarın bir süredir dillendirmekten vazgeçtiği, vaktiyle üzerine makaleler yazıp dünyaya örnek gösterdiği Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın ana ögelerinden biriydi.

Aslına bakarsanız performans mantığından vazgeçildiği yok, mesai içi ve dışı çok çalıştırıp puan toplatmaya yönelik çaba sürüyor. Yalnız adı değişip “teşvik ek ödemesi” olmuş.

Yönetmeliğe titizlikle konan tanımlara bakınız: Bireysel hedef katsayısı, hizmet etkinlik katsayısı, hizmet verimlilik katsayısı, kurum hedef katsayısı, teşvik ek ödemesi dönem ek ödeme katsayısı, kaynak kullanım verimliliği, finansal sürdürülebilirlik, kurum hedeflerine ulaşma…

  • Her biri devlet hastanesinin bir işletmeye dönüşmesinin kanıtlarıdır.

Yıllardır Türkiye’de sağlık bu mantıkla yönetiliyor ancak işlerin iyi gitmediği, yurttaşlara yaramadığı belirginleşiyor.

Yönetmelik salt devlet hastanelerinde çalışanların bir bölümünü kapsıyor. Farklı kurumlarda hekimler, sağlık çalışanları devre dışı. Değişik meslek kümelerine yapılan ödemeler yeni huzursuzluk kaynağı oluşturuyor; memurlar, hemşireler, eczacılar mutsuz.

ÇOK ÇALIŞ Kİ TEŞVİK ALASIN

Artırımlı ücret alacak personelin tanımına bakınız: “Mesaisini tamamlayan, 32 saat ve üzeri nöbet tutan ve karşılığında izin kullanmayan personel”. İşte hekimlere, sağlıkçılara “hayatınız değişecek” diye sunulan budur.

Yönetmelik kendince kurallar, katsayılar, tanımlar getirmede eşsiz (!).

Ücretiniz kesilmeden yıllık izin kullanma hakkınız 12 gün, rapor hakkınız 7 gün olarak tanımlanıyor. Zaten hekimler döner sermaye alamayacakları için yıllardır izinlerini kullanamıyorlar, sıkıntının büyüyeceği görülüyor. Dinlenme hakkına bir saldırı da oradan geliyor.

Sağlık Bakanlığı hizmetten ne anladığını “doğrudan gelir getiren faaliyet” olarak ortaya koyup, koruyucu sağlık hizmetlerini ve temel bilimleri değerli görmediğini bir kez daha gösteriyor.

  • Sistem çok hastalık, çok muayene, çok ameliyat ve tıbbi işlem, nihayet çok puan denklemi üzerine kurulu.

Sıkıntıları Sağlık Bakanı’nın da kısa sürede fark ettiğini şu ifadesinden anlıyoruz:

  • “Yönetmelik geri bildirimlere göre düzenlenebilen esnek kurgusu sayesinde mevcut veya doğabilecek pek çok sorunu çözme iradesi veriyor.”

Buradan bir slogan da üretilmiş durumda: “Beyaz reform yeni bir statüko değildir, sürekli reformdur”.

Yönetmelik iktidarın sağlığa bakışını gösteriyor. Hekimlere, sağlık çalışanlarına güvenceli, emekliliklerine yansıyacak, hakkaniyetli ödeme sistemi getirmemekte ısrar ediyorlar. Sürekli yeni tanımlar, karmaşık formüller, ödemelerde kaydırmalarla günü kurtarmaya, sağlık çalışanlarında oluşan huzursuzluğu yatıştırmaya çalışıyorlar. Şiddet, iş yükünün fazlalığı bezdirmiş durumda. Yurttaşlar ise bir türlü randevu alamamak, gereksinim duyduğu sağlık hizmetine erişememek nedeniyle bunaldı.

İçtenlikten uzak her düzenleme, birlikte başka sorunlara yol açıyor.

  • Sağlık sistemi alarm veriyor,
  • yeniden bilimsel, akılcı ve sağlık hakkını gözeten biçimde ele almak gerekiyor.