Kategori arşivi: Hekim Saltık

SGK 2012 YILI İSTATİSTİKLERİNİ AÇIKLADI


Dostlar,

SGK bu yıl biraz erken verdi önceki yıl istatistiklerini.
Özeliikle meslek hastalıkları (MH) verileri 2 yıl geriden gelirdi.
SGK’nın ilgili Kurullarında hukuksal sürecin tamamlanması 2 yılı bulurdu.
Sanırız şimdi olan, “bitirilen” dosyaların sonuçlarını vermek biçiminde..

SGK_logosu
Nitekim meslek hastalığı sayısı 2012 için yalnızca 395‘tir. 2011 verisi 697’dir. Tüm zamanların rekoru ise 1208’dir (2007). Almanya’da her yıl 80 bin, ABD’de ise
400 bin dolayında yeni meslek hastalığı olgusu kayda girmektedir (insidens; prevalans havuzuna o yıl
yeni katılan!
)

Temmuz 2013’te kayıtlı çalışan işçi sayısı 11,63 m olup, bilimsel yazına (literatüre) göre yıllık beklenen meslek hastalığı hızı %o 4 – 12 arasındadır (Harrington) .

Buna göre, söz konusu emekçi kitlesinden, 2011 yıl-ortası (30 Haziran) işçi sayısı
11 milyon kabul edilerek 44 – 132 bin arasında yeni meslek hastalığı olgusunun
kayda alınması gerekeceği hesaplanabilmektedir. Yasal “İşçi” statüsü dışında çalışan yaklaşık 15 milyon kayıt içi “öbür” emekçiler (memur, 657 4b, bağımsız çalışanlar vd.) dışarda tutulmuştur. Gerçekte MH’nın (ve de iş kazalarının!) öznesinin salt “yasal işçiler” olmayıp “tüm çalışanlar” olduğu tartışma dışıdır. Yine de salt yasal işçilerde 44 bin – 132 bin arasındaki yıllık “yeni” olgu beklentisi yerine “395cikle” yetinmek olası mıdır?

Buzdağı benzetmesi durumu betimlemeye (hali tasvire) olanak vermiyor sanırız. Sorunun %10’u bile değil ki su üstünde olan. Bir başka etkili benzetme bulmalı..
Belki “devede kulak” olabilir!

İş kazaları da öyle.. ILO (International Labor Organisation – Uluslararası Çalışma Örgütü)  verilerine göre ölümcül (fatal) iş kazalarında dünya ortalamasının 1,5 katı ile ILO veri tabanında Hindistan ve Rusya sonrası dünyada 3., Avrupa’da ise 2. sıradayız… (yüzbinde 21!) Bu konumumuzu en az 15 yıldır istikrar ve başarı ile sürdürüyoruz (!)..

Özetle; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (ÇSGB) öncelikle, iş sağlığı – güvenliği sorun alanının 2 temel epidemiyolojk göstergesi olan İŞ KAZALARI ve MESLEK HASTALIKLARI için yeterli – güvenilir – güncel – sürekli veri toplamayı – işlemeyi ve yaymayı sağlayacak bir yapı ve işleyişe kavuşturulması gerektiği kanısındayız. Yasalar her 2 durumun da 3-10 gün içinde Kuruma (SGK) bildirimini zorunlu kılıyor (5510 md 13 ve 14; 6331 md. 14). Özellikle 30.6.12 tarihli 6331 sayılı yeni İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası, işvereni “kusursuz sorumlulukla” yükümlüyor, kusur kabul etmeden sorumlu tutuyor.

Akla geliyor : MH sayısının 697’den 395’e inivermesi “sıkıyönetim yasası” 6331’e
tepki midir?

İlgili 2 Bakanlık (Sağlık ve Çalışma) bir ulusal kurultay toplayarak veri toplama dizgesinin (sistematiğinin) ülkede nasıl yaşama geçirilebileceğinin yollarını araması uygun olur.

Eldeki verilerin, üzgünüz ama, hiçbir Epidemiyolojik (bilimsel diyelim..) değeri yoktur!
Bu verilere dayalı hiçbir epidemiyolojik çıkarım yapılamaz.
Bu verilerle “kanıta dayalı” hizmet planlaması ve sorun / risk yönetimi olanaksızdır.

Sorunu bilimsel bir makale  / rapor olarak da -bir kez daha- sunacağız..

Sevgi ve saygı ile.
27.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

SGK 2012 YILI İSTATİSTİKLERİNİ AÇIKLADI

Bedri TEKİN
A Sınıfı İş Güvenliği Uzmanı
POZİTİF İŞ GÜVENLİĞİ

SGK’nın AÇIKLADIĞI RAKAMLARA GÖRE, İŞ KAZASI SONUCU ÖLÜM SAYISINDA
2011e GÖRE %56 AZALMA OLDU

2012’de TOPLAM 74.871 SİGORTALI İŞ KAZASI GEÇİRDİ

2012’de toplam 74.871 işçi kaza geçirdi, iş kazası geçirenlerin 69.090’ı (%93) erkek,
5.781’i (%7) kadın

İŞ KAZASI SAYISINDA BİR YIL ÖNCESİNE GÖRE % 8 ARTIŞ OLDU.

2011’de 69.277 iş kazası görülmüştü, dolayısı ile iş kazası sayısında bir yıl öncekine göre %8 artış gözlendi.

2012’de İŞ KAZALARINDA 744 KİŞİ YAŞAMINI YİTİRDİ

SGK tarafından açıklanan istatistiklere göre, 2012’de görülen iş kazalarında 744 işçi
yaşamını yitirdi. Yaşamını yitirenlerin 735’i erkek, 9’u kadın.

İŞ KAZASI ÖLÜMLERİNDE BİR YIL ÖNCESİNE GÖRE % 56 AZALMA OLDU

2011’de oluşan iş kazaları sonucu 1.700 kişi yaşamını yitirmişti, dolayısıyla iş kazası sonucu ölümlerde % 56 oranında azalış oldu.

SGK’nın açıkladığı rakamlar her yıl tartışmalı olmakla birlikte,
2012 yılı rakamlarının da çok tartışılacağı açık.

İŞ KAZASI SIKLIK HIZI DA, İŞ KAZASI AĞIRLIK HIZI DA AZALDI

Kayda giren iş kazalarının hem ülke içinde, hem sektör içinde, hem de dünya ülkeleri ile
karşılaştırılmasında iş kazası sıklık hızı ve iş kazası ağırlık hızı gibi hızlar kullanılmaktadır.

İş kazası sıklık hızı hesaplanırken, 2 yöntem kullanılmaktadır.
1. yöntemde, 1.000.000 çalışma saatinde meydana gelen iş kazası sayısı hesaplanmakta, 2. yöntemde her 100 kişiden kaza geçiren işçi sayısı hesaplanmaktadır.

2011’de her 1.000.000 çalışma saatinde meydana gelen iş kazası sayısı
(iş kazası sıklık hızı) 2.61, her 100 kişiden iş kazası geçiren işçi sayısı
(iş kazası sıklık hızı) 0,55 idi.

2012’de her 1.000.000 çalışma saatinde meydana gelen iş kazası sayısı (iş kazası sıklık hızı) 2.43, her 100 kişide iş kazası geçiren işçi sayısı (iş kazası sıklık hızı) 0,55 olarak gerçekleşti.

İş kazası ağırlık hızının hesaplanmasında da 2 yöntem kullanılmaktadır.
İlk yöntemde, 1.000.000 çalışma saatinde kaç iş gününün iş kazası nedeniyle yitirildiği, 2. yöntemde çalışılan her 100 saatte kaza nedeni ile kaç saat yitirildiği hesaplanmaktadır.

2011’de iş kazası 1.000.000 çalışma saatinde yitirilen iş günü sayısı (iş kazası
ağırlık hızı) 721, her 100 saatte iş kazası nedeni ile yitirilen iş saati (iş kazası ağırlık hızı) 0,58 olarak gerçekleşmişti. 2012’de iş kazası 1.000.000 çalışma saatinde yitirilen iş günü sayısı (iş kazası ağırlık hızı) 395, her 100 saatte iş kazası nedeni ile yitirilen
iş saati (iş kazası ağırlık hızı) 0,32 olarak gerçekleşti.

İŞ KAZALARI SONUCU ÖLÜM 2008 YILINDAN DA AZ

2008’de yaşanan iş kazalarında 865 işçi yaşamını yitirmişti, artış eğilimi 2011’e dek sürmüş, 2011’de iş kazası sonucu 1.700 emekçi yaşamını yitirmişti. 2011’de iş kazası sonucu yaşamını yitirenler, 2008’e göre % 87 daha çok idi.

MESLEK HASTALIKLARINDAN 1 KİŞİ YAŞAMINI YİTİRDİ

SGK istatistiklerine göre 2012 yılında meslek hastalıkları sonucu 1 kişi yaşamını yitirdi.
2011’de meslek hastalıkları sonucu 10 kişi yaşamını yitirmişti. Meslek hastalığı sonucu yaşamını yitiren işçinin “Taşıma için depolama ve destek faaliyeti işkolunda” çalışıyor
olması da, öbür sektörler konusundaki kuşkuyu daha da artırır nitelikte.

2012’de İŞ KAZALARI SONUCU 2.036, MESLEK HASTALIKLARI SONUCU
173 KİŞİ OLMAK ÜZERE TOPLAM 2.209 KİŞİ
“SÜREKLİ İŞ GÖREMEZ”
DURUMA GELDİ

2012’de iş kazaları sonucu 2.036, meslek hastalıkları sonucu 173 işçi olmak üzere
toplam 2.209 emekçi “sürekli iş göremez” duruma geldi. 2011’de iş kazaları sonucu 2.093, meslek hastalıkları sonucu 123 çalışan olmak üzere toplam 2.216 işçi
“sürekli iş göremez” duruma gelmişti. Dolayısıyla toplam iş göremezlik sayısı
hemen hiç değişmezken, meslek hastalığı sonucu sürekli iş göremezlikte
% 50’ye yakın bir artış oluştu.

2012’de görülen iş kazaları sonucu sürekli iş göremez duruma gelenlerin 2.140’ı erkek,
69’u kadın.

İŞ KAZALARININ EN ÇOK KÖMÜR MADENCİLİĞİNDE OLMASI
GELENEĞİ BOZULDU

2012’de EN ÇOK İŞ KAZASI İNŞAAT SEKTÖRÜNDE GÖRÜLDÜ.

2012’de kayda giren iş kazlarından 9.209’’u (%12,3) inşaat sektöründe meydana gelirken, 8.828′si (%11.79) kömür madenciliğinde, 7.045’i metal ürünleri üretiminde oluştu.

2011’de meydana gelen iş kazlarından 9.217′si (%13.30) kömür madenciliğinde, 7.749′u (%11.85) inşaat sektöründe, 7.268′i metal ürünleri üretiminde, 5.272′si ana metal sanayisinde görülmüştü.

EN ÇOK ÖLÜMLÜ İŞ KAZASI YİNE İNŞAAT SEKTÖRÜNDE

ÖLÜMLÜ HER 3 İŞ KAZASINDAN 1’İ İNŞAAT SEKTÖRÜNDE!

En çok ölümlü iş kazasının inşaat sektöründe görülmesi geleneği 2012’de de sürdü,
İş kazaları sonucu yaşamın yitiren 744 kişiden 256’sı inşaat sektöründe çalışıyordu.
Yani 2012 yılında da iş kazası sonucu görülen her 3 ölümden 1’i inşaat sektöründe.
2011’de inşaat sektöründe meydana gelen iş kazaları sonucu 570 kişinin yaşamını yitirdiği göz önünde bulundurulursa, inşaat sektöründe de iş kazası sonucu ölümde 2011’e göre, % 56 azalma olduğu görülmektedir.

SGK istatistiklerine göre, iş kazası sonucu yaşamını yitirenlerden 83’ünün çalıştığı işkolu bilinmezken, ölümlü iş kazalarının 73’ü kara taşımacılığı ve boru taşımacılığında oldu.

YARATICI SANAT FAALİYETLERİNDE 2011’de İŞ KAZASI SONUCU 118 KİŞİ YAŞAMINI YİTİRMİŞTİ!

2012’de YARATICI SANAT FAALİYETLERİNDE İŞ KAZASI ile
YAŞAMINI YİTİREN YOK!

2011 yılı SGK istatistiklerini değerlendirirken; “SGK’nın 2011 istatistiklerine göre,
iş kazaları sonucu ölümün 118′i aralarında canlı tiyatro, opera, bale, müzikal, konser vb. yapımların sahneye konulması faaliyetleri, orkestra ve bandoların faaliyetleri,
bağımsız müzisyen, ses sanatçısı, konuşmacı, sunucu vb. faaliyetlerinin de yer aldığı; yaratıcı sanat etkinliklerinde ortaya çıkmış.

Hem SGK’nın hem Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Tehlike Sınıfları Tebliği’nde Az Tehlikeli İşyeri sınıflamasında yer alan bu sektörde, 118 kişinin
iş kazası sonucu yaşamını yitirdiğine ilişkin istatistiksel veri ilginç olsa gerek.” demiştik, 2012’de söz konusu işkolunda ölümlü iş kazası yok.

Ev içi çalışanlarda yalnızca 2 iş kazasının görülmüş olması, kaza geçirenlerin 2’sinin de, erkek olması, 2012’ye ilişkin ilginç saptamalardan.

EN ÇOK İŞ KAZASI DA, ÖLÜMLÜ İŞ KAZASI DA İSTANBUL’DA GÖRÜLDÜ

SGK istatistiklerine göre, 2012’deki iş kazalarının 9.450’si İstanbul’da, 9.303’ü Bursa’da, 7.596’sı İzmir’de, 7.227’si Manisa’da, 3.081’i Ankara’da, 2.628’i Denizli’de, 1.568’i Antalya’da, 1.068’i Adana’da, meydana gelmiştir.

İş kazası sonucu ölümlerin 147’si İstanbul’da (2011’de iş kazaları sonucu İstanbul’da 302 emekçi yaşamını yitirmişti), 52’si Ankara’da, (2011’de Ankara’da görülen iş kazalarında 172 işçi yaşamını yitirmişti) 42’si İzmir’de (2011’de İzmir’de görülen iş kazaları sonucu 127 işçi yaşamını yitirmişti), 30’u Bursa’da (2011’de iş kazası sonucu 50 emekçi yaşamını yitirmişti).

ÇORUM, HAKKÂRİ, IĞDIR’DA 2012’de HİÇ İŞ KAZASI GÖRÜLMEMİŞ!?

SGK istatistiklerine göre, 2012’de Çorum, Hakkâri, Iğdır’da hiç iş kazası görülmemiş.
2011’de 205 iş kazasının meydana geldiği Çorum’da, 2012’de hiç iş kazasının görülmemesi, bilim insanlarınca incelenmeye, sonuç çıkartılmaya değer bir veri olsa gerek.

İŞ KAZASI GEÇİRENLERİN % 44’ü 25-34 YAŞ ARALIĞINDA

2012’de iş kazası geçirenlerden 16.308’i 29-34 yaş aralığında, 16.038’i 30-34
yaş diliminde idi. Dolayısıyla %44’ü 25-34 yaş aralığında idi.

İŞ KAZALARINA ÖNEMLİ BİR BÖLÜMÜ MAKİNELERİN NEDEN OLDUĞU KAZALAR

2012’de görülen iş kazalarının 13.401’i “makinelerin neden olduğu kazalar”,
11.088’i “düşen bir cismin çarpıp devirmesi”, 8.541’i “kişilerin yüksek bir yerden düşmesi”, 5.461’i “kişilerin hemzemin ortamda düşmesi” biçiminde gerçekleşti.

İŞ KAZALARINDA ZARAR EN ÇOK EL ve PARMAKLARDA OLUŞUYOR

2012’de görülen iş kazalarının 16.547’si el yaralanması ile sonuçlanırken,
12.440’ı parmak yaralanması ile sonuçlandı.

MESLEK HASTALIKLARININ %62’si SİLİKOZ!

2012’de 40.000 dolayında meslek hastalığı saptanması beklenirken 395 olgu belirlenebildi. Kayda alınan meslek hastalıklarının 246’sı (%62.2) silikoz.

2012’de ülkemizde yalnızca 2 işitme yitiği yaşandı. Kimyasalların neden olduğu
toplam meslek hastalığı sayısı 78, bunun da 26’sı kurşun tozlarının neden olduğu hastalıklar.

Meslek hastalıklarının 221’i Zonguldak’ta kayda girerken, 61’i Ankara’da, 21’i İstanbul’da, 20’si İzmir’de, 11’i Kocaeli’de meydana gelmiş, Eskişehir, Adana, Antalya’da hiç meslek hastalığı görülmemiş, Denizli’de ise 1 meslek hastalığı kayda girmiş.

İŞ KAZALARI ve MESLEK HASTALIKLARI NEDENİ ile YAKLAŞIK
24.000.000
İŞ GÜNÜ YİTİRİLDİ

SGK’nın 2012 istatistiklerine göre, ayakta sağaltımda (tedavide) 1.599.618, yatarak sağaltım nedeni ile 50.632 iş günü olmak üzere, geçici iş göremezlik nedeni ile
toplam 1.650.250 iş günü yitirildi. İş kazaları ve meslek hastalıkları sonucu 745 emekçi yaşamını yitirirken, 2.209 işçi sürekli iş göremez duruma geldi.

Her 1 ölüm ve sürekli iş göremezlik için 7.500 iş günü yitirildiği kabul edilirse,
ölüm ve sürekli iş göremezlik nedeni ile 22.155.000 iş gününün,
toplam olarak 23.805.250 iş gününün yitirildiği görülmektedir.

Sorgulanamayan İnançlar Neye Mal Oluyor?


Dostlar
,

Sayın Prof. Coşkun Özdemir, uluslararası bilimsel üne sahip bir tıp doktorudur ve bizim de İstanbul Tıp Fakültesi’nden hocamızıdır.. Sonraları ise onur duyduğumuz dostu ve savaşım arkadaşı.. Halen Kasder (Kas Hastalıkları Derneği) başkanı ve İstanbul’da emeklilik sonrası 15 yılı aşan bir süredir bu zor hastalığın kurbanlarına karşılıksız hizmet vermekte.. Çoook nitelikli emeği ve 60 yıllık hekimlik birikimiyle.
Yeşilköy’deki alçakgönüllü kiralık binada..

İstanbul Büyükşehir belediyesi her yıl taciz ediyor kira sözleşmesinin yenilenme(me)sinde.. Oysa belediyenin, kamu yararına çalışan bu tür dernek – vakıflara kendiliğinden destek olması gerek yasası gereği (5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, md. 24/n).

Yandaş cemaat dernek – vakıflarına her türlü belediye olanağı cömertce (!?)
peş keş çekilirken, Coşkun Hocanın derneğine gerçek bedelle kiralanan binanın her yıl boşaltılması baskısı yapılıyor.. Hem taciz hem de yandaşlara ikram borcu / iştahı!?

Bu sitede, sık olmasa da, elimize geçen yazılarına sevinçle yer veriyoruz.
(http://ahmetsaltik.net/2013/08/29/akp-milletvekillerine-2/, 29.8.13;
http://ahmetsaltik.net/2013/09/13/kas-hastaliklari-dernegine-destek-olalim/, 13.9.13)

85’e dayanan kronolojik yaşına karşın, O, Cumhuriyet’in Büyük Atatürk‘ün Cumhuriyeti kutsal bir emanet bıraktıklarından -Türk Gençliği’nden- sayıyor pek haklı ve gururlu olarak..

21 Ekim 2013 günlü Cumhuriyet’in 2. sayfasında yer verilen 2 makale de hekimlere ait..
Dostluklarından övünç duyduğumuz Cumhuriyet Devrim’inin ürünü 2 hekim hocaya..
Onlar (Prof. Coşkun Özdemir ve Prof. Çağatay Güler) Büyük Atatürk‘ün

“Beni Türk hekimlerine emanet ediniz..”

buyurduğu ulusumuzun hekimlerinden..
(Prof. Güler’in sitemizde yer alan 2 yazısı için lütfen tıklayınız :
– http://ahmetsaltik.net/2013/10/22/nefret-etsinler-ama-yeter-ki-korksunlar/, 22.10.13
–  http://ahmetsaltik.net/2013/10/09/yoksul-ve-kor-bir-halk-saglikcisi/, 9.10.13)

Sevgi ve saygı ile.
22.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Sorgulanamayan İnançlar Neye Mal Oluyor?..

portresi
Prof. Coşkun ÖZDEMİR

“Türkiye’de bilgi ve yeteneklerle ilgisi olmayan bir politik yazın ortamı var. Çerçevesini politik kavgalar ve cehalet saptıyor. Gelişmiş ülkelerde entellektüel söylem,
politik söylemi etkileyebilir. Türkiye’de bu olası değil.
İslam potası içinde bir politik kültür çöküntüsü içindeyiz.”

Kurtuluş savaşımızın kahramanlarından Rauf Orbay saltanatın kaldırılmasına karşı çıkmış, “Boğazımdan saltanatın lokmaları geçmiştir. Yok edilmesine razı olamam.” demiştir. Mustafa Kemal’in silah arkadaşları Keçiören’de O’nu sorguladılar:

“Senin Cumhuriyet ilan edeceğin söyleniyor. Bu doğru mu?” diye.

Kaygılıydılar bu inanç sahibi kahramanlar. Mareşal Fevzi Çakmak
Köy Enstitülerine karşı durdu
Nâzım Hikmet’in 30 yıl mahkûmiyetini onayladığı gibi. dini bütün bir muhafazakârdı Atatürk’ün yanı başında yer alan mareşal. DP iktidarının ilk icraatı Arapça ezanı geri getirmek olmuştur. İnançlara saygılıydılar,
sandık demokrasisi başlamıştı. Demirel, sağcı ve solcu çocuklar sokaklarda birbirini vururken “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” diye televizyona çıkıp
her türlü şiddeti kınamayı reddetmiştir.

İnanç sahibiydi o günün başbakanı. Darbeler geldi sol akımlara karşı, yeşil kuşak
(green belt) teorisinin etkinlik kazandığı ortamda. Sömürüye, emperyalizme karşı çıkan solcu gençleri asmayıp beslemek olmazdı. Asıldılar birer birer bu yiğit çocuklar. Nakşibendi kimlikli Özalın ardından Erbakan şeriat özlemi içinde

Olacak ama bakalım kanlı mı kansız mı?” diyordu.

Nihayet en radikal inanç sahipleri geldi iktidara. Liderleri,

  • “Cumhuriyet dönemi sona ermiştir artık, topluma İslami esaslar
    egemen olacaktır, İslama aykırı yasalar kaldırılacaktır,
    halk onaylarsa laiklik elbette kalkacaktır.” 

diyorlardı.90 yıllık cumhuriyet dönemi artık sona ermeliydi.

AKP iktidarı müziğin her türlüsünü günah sayan, örtünmeyen kadınları fahişe olarak damgalayan, İslami bisiklet ve İslami teknoloji yaratmayı amaçlayan muhteşem (!) profesörler yetiştirdi. Bir emekli profesör de rüyasında Nakşibendi şeyhini görüp bakanlığa, ciddiye alınarak işlem gören ve şeyhin ikazlarını içeren yazı yazdı.

Laikleri şişe geçireceğim; anlayacaklar laikliğin faziletini.”
Elin o…su bile kalkıp laikim diye çalım satıyor..
” diyen ajans müdürlerimiz oldu.

Üniversitelerimizde laikliğe, aydınlanmaya (akla da diyebiliriz), Darwin’e karşı
çok sayıda Prof. unvanlı öğretim üyemiz var. Diyanet işleri başkanı faylardan söz eden bilim insanlarını eleştirerek “Fizik söylüyorsunuz, hani söylemlerinizde metafizik nerede, Tanrı depremle kulları için bir sınav yapıyor..” buyuruyor.

Diyanet İşleri başkanı, İzmir’in irfan noksanlığını ele aldığı gibi henüz dünya bilim âleminde kabul görmemiş kök hücre tedavisi konusunda da fetva veriyor ve inanç sahibi hâkimlerimizle (kararı mahkeme veriyor) birlikte Sağlık Bakanlığı ve yerli bilim insanlarını aşarak bu tedavinin uygulanmasını sağlıyor. Güçlü inanç sahipleri
Türkiye’yi bir darül harp bölgesi olarak ilan ediyorlar.

Türbanlı iki genç kızımız Atatürk’ü değil Humeyni’yi sevdiklerini söyleyerek
dinlerini yaşamayı özgürlük ve bağımsızlıktan çok daha üstün tuttuklarını,
sömürgede bu olasılığın daha yüksek olabileceğini bildiriyorlar.

Bir başka genç kızımız “7.4 yetmedi mi siz inançsızlara?” diye soruyor açtığı pankartla.

Ergenekon ve Balyoz davalarında yüzlerce gazeteci, öğrenci, bilim insanının tutukluluk ve mahkûmiyet kararlarında sorgulanamayan güçlü inançların önemli
rol oynadığı sanırım yadsınamaz (eski Genelkurmay başkanına verilen
müebbet hapis cezasını az gören savcı
yı hatırlayınız).

Bir Başbakan’ın “Dindar ve kindar gençler yetiştireceğiz” deyişini de
başka türlü açıklayamayız. Ülkemizin yüzakı iki büyük hümanist eğitimci ve sanatçısı
Türkan Saylan ve Fazıl Say’ayöneltilen küfür ve karalamalarına da başka bir yorum getiremezsiniz.

Ekranlarda boy gösteren ve milyonlara “çalışan kadın ailesini dağıtır, eş yok eşitlik yoktur, hamile kadının sokaklarda görünmesi terbiyesizliktir..” diye öğüt veren muteber (!) konuşmacıya ne diyelim?

Müslüman kardeşler liderlerinden Seyyid Kutuptan (Allah’ın nizamını gaspeden demokrasidir) ilham alan inançlı İslamcılarımız da yakında
kahrolsun demokrasi” diye pankart açtılar.

Saçlarının teli görünürse günah olacağına inanan genç kızlarımız (kim bilir ne güzel saçları vardır) türban özgürlüğü (!) ile büyük sevinç yaşayıp Erdoğan’a teşekkür ettiler. Ama bu kızlar, bu inanç önceliği ve iktidar politikaları yüzünden kamplara bölünmüş, bilimden, sanattan uzaklaştırılmış iç karartıcı memleket manzaralarını göremiyor, fark edemiyorlar. Türban devrimi (!) her şeyi unutturuyor. Onlarla birlikte ülkeyi yöneten ve onun yazgısına egemen olanlar inançlara dayalı politikalarını yürütürken geçmişin akla, felsefeye öncelik veren İslam bilginlerini, akademi kuran
El-Memun’u, İbni Rüşt ve İbni Haldun’u, İbni Sina’yı hatta C. Şengör’ün
ısrarla anlattığı Fatih Mehmet’i okumuyor, anlamıyor ya da umursamıyorlar.

Bugün ülkemizde farklı bir İslam, farklı bir Kuran yorumu yapan ilahiyatçılar var.
Onlar da göz ardı ediliyor.

Soru soran doğruları, iyiyi güzeli arayan insanlar için birbirinden aydınlatıcı yazılar yazan bir bilge insan Doğan Kubanı da okumadıklarına eminim.

Gözlerini, yurtseverler için kahredici gerçeklere kapayıp kayıtsız şartsız
AKP’nin ileri demokrasi masalını övenler,
Nagehan ve Nazlı’lar, Türköne’ler, Metiner’ler vb. ekran gülü ayrıcalıklı konuşmacılar da okumaz O’nu.

Bakınız ne diyor son yazısında Kuban:

Türkiye’de bilgi ve yeteneklerle ilgisi olmayan bir politik yazın ortamı var.
Çerçevesini politik
 kavgalar ve cehalet saptıyorGelişmiş ülkelerde entellektüel söylem politik söylemi etkileyebilir. Türkiye’de bu olası değil.

İslam potası içinde bir politik kültür çöküntüsü içindeyiz.”

Son Söz                   :

Toplumsal bilinç temel insan haklarına, laiklik ve aydınlanmaya göre biçimlenmemişse orada demokrasi gelişemez, hukuk var olamaz ve çalışamaz.

Dr. Reşit Galip Hakkında Başbakanın Gerçekdışı Yakıştırmaları


Dr. Reşit Galip Hakkında Başbakanın Gerçekdışı Yakıştırmaları

 

Resit_Galip_jpg


Dostlar
,

Eğitimbilimci Sayın Mutafa Gazalcı, belgelere dayanarak Dr. Reşit Galip hakkında gerçekleri “Dr. Reşit Galip Bunları Hak Etmiyor” başlıklı yazısında aktarmış (http://ahmetsaltik.net/2013/10/17/dr-resit-galip-bunlari-hak-etmiyor/, 17.10.13). Kalemine sağlık.

*****

Bizzat Başbakan’ın kin ve intikam kokan bir eda ile, kendi nitemiyle şiddet – nefret söylemiyle kamuoyu önünde tarihsel gerçekleri saptırması ve az okuyan / okumayan / seyreden ve duyduğuna inanma eğiliminde olan milyonları yanlış yönlendirmesi, ayrımcılığa koşullandırması, Sn. Gazalcı’nın nezaketli söylemi ile “ne kadar acı” olmanın ötesinde ayıptır, utanç vericidir, iftiradır ve sözde uğruna anlamsız bir savaş verdikleri “dinleri” (?!) adına da ağır bühtandır..

Bu tür “düşman” yaratma politikası, öteden beri demokratik olmayan yönetimlerin
klasik aracıdır, oyunudur.

“AKP’nin RTE’si ve RTE’nin AKP’si” nin de Türkiye’de “din karşıtı” bir sanal kitle – umacı -düşman yaratmaya elleri mahkumdur. Bunun üzerinden din ticareti yapacak, milyonlarca inançlı masum dindar kitlenin duygularını sömürecekler ve siyasete
alet edeceklerdir. Bu sayede “cambaza bak” oyunu oynayacaklardır halka karşı..

Hele kendisini savunamayacak bir faninin ardından..

*****

“Türkçe ezan” ın neresi zulüm ??

Arap ülkesinde insanlar Arapça olarak namaza çağrılmaktadır.
Ezan bir çağrıdır, araçtır, kutsallık yüklemek ya aptallıktır ya da kasıtlıdır.
Türk ulusalcılığını Arap milliyetçiliğine kurban eden ümmetçi teslimiyetçiliğin özgüvensizlği, sığlığı ve zavallılığıdır.

Hıristiyan dünyasında Kiliseye çağrı sözsüzdür..
Kilisenin çanları “zarif zarif” çalar ve çağrısını nahifçe kitlelere iletir;
asla gürültü kirliliği oluşturmaz.. Zaten sembolik ve nostaljiktir bu edim:
İnsanların günlük etkinliklerini zamanlayacakları, alarm kuracakları saatleri,
cep telefonları vb. teknik gereçler yaygınlaşmıştır..

Günde 5 vakit, çok sayıda camiden, olabildiğince yüksek sesle (özellikle sabah ezanı hastaları, bebeleri ürküyle uyandırıyor!), hiçbir mevzuat dinlemeden
Arapça ezan, şekilcilik ötesinde eziyet, bir güç gösterisi değil midir?

Üstelik eş zamanlı olunamamakta, bant kayıtlarından seslendirilmekte (playback!),
sıklıkla detone de olunmaktadır..

Tanrı’nın insanlar ile iletişimi insanların geliştirdiği yeryüzü dilleriyle midir?

Eğer böyle ise önce insanlık milliyetlere – etnisitelere ayrılacak, binlece dillerini – lehçelerini.. geliştirecek, sonra da Dinler gelecek Peygamber – Nebiler aracılığı ile
ve o dilde Tanrı insanlarla iletişim kuracaktır..

Oysa, “tüm canlıları Tanrı yarattı” denmiyor mu?

Evrim’e canhıraş karşı çıkılmıyor mu?

Dolayısıyla, bu saçmalıkları bir yana atalım ve Tanrı ile insan arasındaki iletişimin
bir “gönül dili”, gönülden gönüle olduğunu belirtelim. Zaten Kuran’da da

” İyice anlayasınız diye biz, onu Arapça bir Kur’an yaptık.” denmiyor mu? (“ZUHRÛF suresi, 3. ayeti” tefsiri)

Ayrıca Çünkü Biz ona şahdamarından daha yakınız. denmiyor mu?
(Kaf suresi 16. ayet)

Apaçıktır ki, namaza çağrı ezan, bir biçim ögesidir (şekli unsur).
İslam şekilcilik midir?
Dinin özü nerededir?
Her tür tartışmaya şiddetle ve bağnazlıkla karşıt olmak din içinde olmak mıdır?

Kilise Aforoz’u yüzlerce yıl önce bıraktı..

  • İslamcılar İNFAZI = KATLİ VACİPTİR fetvasını ne zaman terk edecekler??
  • Allahu-ekber (Allah büyüktür) diye kafa kesmek, yetmedi göğsünü yarıp
    kalbini yemek hangi yazılı İslam kaynağında emredilmektedir?
    Yazılı kaynak yoksa bu vahşet ötesi davranışın kökeni nedir?
    İslam Dünyası bu eylemi lanetlemiş midir? 
  • 8-9 yaşında kız çocuğuyla gerdeğe girip kanamadan öldürmek, 
  • Ölen kadın eş ile 6-8 saat daha cinsel ilişkide bulunabilmek?! 
  • Suriye’ye “cihad seksi” için kadın yollamak…

Tüm bunlar Batı’da olabildiğince şiddetli bir İSLAMFOBİ – İSLAM KORKUSU
hatta nefreti
doğurmaz da ne doğurur??

*****

Neden ezan Türkçe okunmasın ve şiddeti de desibel olarak mevzuata uygun,
uygar bir düzeye çekilmesin?

Martin Luter İncil’i Kilisenin “Derini yüzeriz” tehdidini göğüsleyerek 16. yy. başında (İNCİL’in toplanmasından 12 yy. sonra) Latinceden Almancaya çevirdi.
Yanlış mı yaptı??

Türkler ise Avrupa’dan 400 yıl sonra 1932’de (Kuran’ın inişinden 13 yy. sonra)
Büyük Atatürk‘ün Elmalı’lı Hamdi Yazır adlı din bilginine cebinden on bin TL ödeyerek, Kuran’ın Türkçe mealini (8 cilt) (enterpretasyon, yorum, çeviri) edinebildi..

  • Sıra “Türkçe Kuran” da mıdır?
  • Atatürk’ün “Türkçe Kuran zulmü”demeye mi hazırlanmaktadır Başbakan RT Erdoğan??

Bunları tartışabileceğimiz “dinci” değil ama “dindar”, akılcı – bilimci insanları
bu sistem hiç yetiştirmemekte midir, yetiştirmeyecek midir?? Niçin ??

Uyaralım                             :

  • İslam dinine en büyük kötülüğü cahil – cühela bağnaz İslamcılar yapıyor.

Müslüman nüfus oranı Dünyada sürekli geriliyor.. (Halen % 16-17!)

Petrol de 30 -40 yıla varmaz bitince Şeriatçı rejimler ne yapacaklar??

*****

Dr. Reşit Galip’in Kafatası ölçümleri..

Kendisi Tıp Doktoru olduğu için, tümüyle bilimsel Fizik Antropometrik,
tıbbi – anatomik
 çalışmalardır.

Bu tür ölçümler günümüzde de yaygın olarak kullanılmaktadır.

Bu sayede elbise, şapka, ayakkabı, eldiven, bina yükseklikleri, kapılar, merdiven trabzanları, tıp araç – gereçleri, otomotiv…. hemen hemen yaşamın her alanında
bu standartlar istatistik dağılım hesaplarıyla geliştirilmektedir.

Toplumların boy ortalamaları uzadıkça ve bedende organ oranları değiştikçe standartlar güncellenmektedir. Örn. çene, el ve ayaklar küçülmekte; gözler ve baş büyümektedir.

Kaldı ki, Arkeolojik buluntularda yapılan Fizik Antropometrik ölçümler ile
tarihsel zamanlarda farklı ırkların yaşam alanları, göçleri, kaynaşmaları…
inceleme aracıdır.

Tabii bunlar bilimsel bilgilerdir.
Biraz – epey matematik ve muhakeme… ister, zahmetlidir; ezberle olmaz..

Okullarda Arapça, Siyer, Fıkıh, Ahlak-Din Kültürü (??!!).. Felsefe – Mantık – Matematik – Yabancı diller – Sanat – Estetik’in önüne geçerse,
böylesi sorgulamayan bağnaz (fanatik) kafalar yetişir.

O kafalar ki, Afganistan’da heykelleri parçalayan anlayıştan daha vahşi
ve ilkel biçimde heykellerin kafalarını “Allahu ekber” nidaları eşliğinde keser!.

  • Türkiye,
    – insanlık tarihinde ender görülen bir dinci karanlığa ve
    – etnik boğazlaşmaya sürükleniyor..

    Başlıca vebal de AKP ve Başbakan RT Erdoğan’ın omuzlarında..

Tarih, Başbakan RT Erdoğan‘ı ne yazık ki bu yönleriyle de kaydedecektir.

***************

Meslektaşımız;

– gerçek yurtsever ve devrimci,
– yurt savunmasında tıbbiyeye ara veren 20’li yaşlarında bir öğrenci kahraman,
1933 Üniversite Reformu‘nun mimarı,
Mustafa Kemal Paşa ile Sofra’sında yüzüne cesaretle ve edeple tartışmasını bilen
– ve o Büyük Mustafa Kemal ki, kendisindeki cevher fark edilerek Milli Eğitim Bakanı yapılan bir değer… (çoğu lider bu tür davranışlar göstereni aforoz ederdi
değil mi!?)
 olan

ANDIMIZ’ın söz yazarı
………………….

Saygın ve sevgin (aziz) Dr. Reşit Galip‘i derin hürmet, şükran ve minnetle anıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Yozgat, 17.10.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

KURBAN BAYRAMI ve SAĞLIĞIMIZI KORUMAK..

Dostlar,

Gelenek bozulmadı ve İstanbul Boğazı gene kana bulandı!

featured image
İstanbul Boğazı, 16 Ekim 2013..

İstanbul’da bir grup hayvan kesimini protesto etti..

Kadıköy, 16.10.13

‘Kesilen hayvan her gün tabağında’ yazılı pankart açan grup,
‘Katliam varsa direniş var’, ‘Ağaca, hayvana, yeryüzüne özgürlük’ şeklinde slogan attı.

Kadıköy Boğa Heykeli’nde toplanan grup burada bir basın açıklaması yaptı.
Grup adına basın açıklamasını okuyan Gülce Özen Gürkan, “Veganlık bir yaşam biçimi sürdürmek ve böylece bu düzene dahil olmamak hayatımızı bu şiddet ve kıyım endüstrisine alet etmemek, yeterince çoğaldığımızda ise hayvan sömürüsüne
son vermek elimizde. Bugün burada kurban bayramının bayram kısmını hep birlikte kutlarken, gözler önüne serdiği hayvan kıyımına da aynı gün, bir öncesi, ve bir gün sonrasında devam eden görünmez hale getirilmiş kıyımla birlikte protesto ediyoruz.” diye konuştu. Grup basın açıklamasının ardından olaysız bir şekilde dağıldı.

*****

Geçen yıl yazdığımız “KURBAN BAYRAMI ve SAĞLIĞIMIZI KORUMAK..”
başlıklı yazımızı güncelleyerek  ilginize sunuyoruz..

Klasik söylemi yineleyelim : İyi bayramlar Türkiye!

Sevgi ve saygı ile.
16.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

KURBAN BAYRAMI ve SAĞLIĞIMIZI KORUMAK..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
www.ahmetsaltik.net

Hayvanlardan insanlara geçebilen iki yüz dolayında hastalık vardır. Bunlara Zoonoz
ya da Zoonotik Hastalık denmektedir. Kurban Bayramlarında Türkiye’de yaklaşık
3 milyon dolayında hayvan kesimi yapılmaktadır. Dolayısıyla, kurban kesimi sırasında değişik nedenlerle yaralanmaların yanı sıra, Zoonoz tehlikesi de artmaktadır. Fakat
bu hastalıklar, yaralanmalar gibi hemen can yakıcı akut sorunlar doğurmadığından,
gözden kaçabilmekte ve bu yüzden de ne yazık ki gereği gibi önemsenmemektedir.

Ancak, kuluçka dönemi tamamlandıktan sonra belirti veren başta Şarbon, Brusellozis, Salmonellozis, kist hidatik.. olmak üzere kimi parazit hastalıklarının bir bölümüne
tanı konabilmektedir. Haliyle, kurban kesiminden bir süre sonra yalnızca bir bölümüne tanı konabilen bu hastalıkların kurban kesimiyle ilişkisi ve hastalık etmeninin o sırada alındığı unutulmaktadır. Kurbanlık hayvan etleriyle; Askariyazis, Teniyazis, Giardiyazis, Hidatidozis, Amipli Dizanteri gibi parazit hastalıkları; Hepatit A, Hepatit E, Çocuk Yaz İshali gibi virüs hastalıkları ve Tifo, Basilli Dizanteri, Gıda Zehirlenmesi, Tüberküloz, Brusella, Şarbon.. gibi bakteri hastalıkları geçebilmektedir…

Tıbbi adı Creutzfeldt Jakob Hastalığı [nvCJD] olan Deli Dana Hastalığı, İngiltere’de hayvan yemlerinin, özelleştirme sonrasında kâr hırsıyla yetersiz ısı ve sürede pişirilmesi ve denetimsizlik yüzünden çıkmış, 140+ insan ölümüne yol açmıştı. Onbinlerce sığırın yok edilmesi zorunlu olmuş ve milyarlarca dolar yitiğe yol açmıştı. “Kirleten öder” sözü (retoriği) boşa çıkmıştı.. “Asıl olan kirletmemektir” ilkesini benimsemek gerekir.

Dolayısıya gıda güvenliği kritik bir kamusal alandır.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, başta 5996 sayılı yasayla yüklendiği görevleri eksiksiz yürütmelidir. Kurbanlık hayvanların kaynakta, yolda ve kesildikleri alanlarda izlenmesi zorunludur. Unutmamak gerekir; Kırım Kongo Kanamalı Ateşi denen
ve ülkemizde son birkaç yılda elli’ye yakın can alan hastalık da bir zoonozdur ve
temel nedeni hayvan hijyeninin eksikliğidir. Hastalığın biyolojik vektörü kenelerdir ve
şu can alıcı soruyu sorarak mutlaka yanıtlamak ve gereğini yapmak zorundayız :

  • Türkiye hayvanları neden kene kaynamaktadır ??

Benzer sorun, yine bir zoonoz olan Kuş Gribi’nde de geçelidir. Yapılması gereken, ülkenin veteriner hekimlik örgütünün, göçmen kuşları sürekli izlemesidir (Sürveyans). Sulak alanlarda konakladıklarında, yılda 2 kez, bu hayvanlardan uygun örnekler alınarak kapsamlı mikrobiyolojik ve toksikolojik tarama (assay) yapılması zorunludur.
Bu yapılırsa olası hastalık etmenleri önceden saptanır ve önlem alınır
(proaktif – öngelen koruyucu sağlık hizmeti).
Yoksa acı sonuçla boğuşulur, bu itfaiyeciliktir!

     Kurban Kesim görevlileri…

      Bu görevliler kurban kesimini, Belediyelerin göstereceği temiz yerlerde yapmalıdır. Yetki belgeleri olmalıdır. Uygun iş elbisesi, çizme ve eldiven giymeli, ağız-burun maskesi takmalıdırlar. Kullanacakları kesim araçları temiz ve teknik olarak
uygun olmalıdır. Kasaplar odasından yetki belgesi sorulması uygun olur.

  • Çocuklar, kurban kesimini kesinlikle izlememelidir.
  • İdeal olarak kesimler, belediyelerin – özel sektörün kesimevlerinde yapılmalıdır.

Kurbanlık hayvanın Veteriner Hekim uygunluk raporu aranmalıdır.

Önemli bir konu da kurbanlık hayvan etlerinde ilaç kalıntılarıdır. Hayvanlara değişik nedenlerle ne yazık ki düzensiz biçimde kimi ilaçlar verilmektedir. Hayvanların hastalanmaması için kimi antibiyotikler, hızlı büyüyerek ete dönüşmesi için anabolizan hormonlar (östrojen türevleri) başta gelmektedir. Bu ilaçların, özellikle kurbanlık hayvanların beklenen kesim tarihleri bilindiğinden, uygun süre önce mutlaka durdurulması zorunludur. Bu amaçla büyükbaşlar için 90 günlük süre öngörülmektedir (wash out period).

Aksi halde, söz konusu maddeler hayvan etleriyle insanlara geçmekte;
alerjiden tutunuz, hiç kullanılmayan antibiyotiğe direnç geliştirmeye dek uzanan
bir dizi istenmeyen olumsuz tıbbi sakıncaya neden olmaktadırlar.

Kurbanlık hayvanların kaynak ve kimliği de önemlidir. Bu amaçla Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, hayvanların kulaklarına küpe takmak dahil olmak,
başta 5996 sayılı yasa ve bağlı mevzuat kapsamında tüm güvenlik önlemlerini
özenle almak zorundadır. Yeterince gıda laboratuvarını Bayramda nöbetçi bırakmalıdır. Sağlık Bakanlığı da aynı Yasa ile kimi yükümlülükler altındadır,
2 Bakanlığın eşgüdümü beklenir..

Ayrıca AB normları da kurbanlık hayvan kesimi ile ilgili önemli ve yararlı kurallar içermektedir. Bunlara uyarak daha uygar, daha temiz, daha insancıl, hayvanlara
daha saygılı ve güvenli bir Kurban Bayramı geçirebiliriz.

     Kurban ve çevre sağlığı

Yoğun kentleşme ve apartman yaşamının getirdiği sorunlar nedeniyle, kurbanın özellikle sağlık yönü giderek önem kazanmıştır. Çevre sağlığının öneminin ayırdına varılmış olan günümüzde, kurbanlık hayvanların sokaklarda dolaştırılması, açık alanlarda bekletilmesi, satın alınan hayvanların evlerin bahçelerinde, balkonlarda tutulmaları ve
bu yerlerde kesilmeleri halk sağlığı açısından ciddi tehdit kaynağıdır. Bu durum,
kesim sırasında ortaya çıkan kan, mide ve bağırsak içeriği ile sakatat (iç organlar) bakımından yüksek risk taşır.

Bu maddeler çevreye rastgele asla atılmamalı; akarsulara dökülmemeli, sızdırmaz uygun çöp torbası ya da kapaklı kaplarda toplanarak Belediye temizlik görevlilerince alınması sağlanmalıdır. Atıkların taşıyabilecekleri çok çeşitli hastalık etkenleri ile
bu kentsel yaşam ortamları kirletilebilir ve zoonotik hastalık bulaştırılabilir.

     Belediye Çevre Sağlığı ve Temizlik birimlerinin bu dönemde “alarm” düzeyinde çalışmaları, kurban kesim alanlarını düzenlemeleri ve yoğun olarak denetlemeleri gerekir. Evsel atıkların toplanmasında kesinlikle gecikilmemeli, hatta günde 1 kez yerine 2 kez toplama yoluna gidilmelidir. Kesim alanlarının, katı-sıvı atık biriktirme ve uzaklaştırma alanlarının sodyum hipoklorit (çamaşır suyu) ile dezenfeksiyonu sağlanmalıdır. Piyasada var olan % 5’lik stok çözeltiler 1/10 sulandırılarak (hâlâ klor kokusu alınabilmelidir!), etkin ve ekonomik biçimde bu temizlik güvenle sağlanabilir. Aksi takdirde, hayvan kaynaklı insan hastalıklarının (Zoonoz) yayılmasına,
çevrenin kirletilmesine ve çevre sağlığının bozulmasına yol açılabilecektir.

Tüm belediyeler, Bayram süresince su kesintisi olmaması için her türlü önlemi almalıdır.

     Gıda enfeksiyonları ve zehirlenmeleri

Kurbanlık hayvanlar; deri, tırnak, kıl ve mide-bağırsak içeriği ile çok değişik tür mikrocanlıları kesim yerlerine taşırlar. Bu bağlamda normal bağırsak florası, yemler ve topraktan gelen mikrocanlılar en önemli bulaş kaynağıdır. Ayrıca hayvanların ağız ve burun boşluğunda, yemek ve soluk borusunda, cinsel organlarında da mikrocanlılar bulunabilir. Öte yandan kurbanlık hayvanlar, yukarıda değindiğimiz zoonotik hastalık etkenlerini taşıyabildiklerinden, insanlarda gıda enfeksiyon ve zehirlenmeleri görülmesine neden olurlar.

Et, bileşimi ve besin ögeleri içeriği nedeniyle mikrocanlıların üremesi için çok uygundur.

Biyolojik kökenli besinsel sağlık zararlarının % 70’inde kaynak, et ve et ürünleridir. Özellikle Staph. aureus ile olan ve sık görülen besin zehirlenmesinde neden,
temel hijyen eksikliğidir. Bu bakteriler büyük bir hızla çoğalır ve birkaç saat içinde hastalık yapacak düzeye ulaşırlar! Bulaşlı etleri yiyenlerde kuluçka süresi 1 saate dek düşebilir. Hastalık tablosunda ateş yükselmez, hatta düşer (Hipotermi)..
Bu durum, hastalığın önemsenmemesine ve tanısının konamamasına neden olabilir.

Gıda kökenli hastalık oluşmasında payı olan etmenler ve sorumluluk oranları aşağıdadır :

–  Yetersiz depolama ısıları : % 37 (Buzdolapları sürekli +4 derecede çalıştırlmalıdır.)
–  Yetersiz kişisel hijyen, başta el yıkama, el temizliği : % 22
–  Yetersiz pişirme : % 17
–  Bulaşlı gıda işleme donanımı : % 10
–  Güvenilir olmayan kaynaktan sağlanan gıda : % 7
–  Öbür etmenler : % 7..

Dolayısıyla bu etmenlere özen göstermek gerekir..
Özellikle mide-bağırsak içeriği etlere bulaştırılmamalıdır.

ABD’de, nüfusun ¼’ü her yıl en az 1 kez gıda kökenli hastalığa yakalanmakta, 325 bini aşkın insan bu yüzden hastanelere yatırılmakta ve 5 bin dolayında insan da ölmektedir! Ülkemizde yeterli ve güvenilir sayısal veri yoktur ancak, sorunun ciddi boyutlarda olduğu konusunda uzmanlar görüşbirliği içindedir.

Kurbanlık hayvan etleri temiz suyla yıkanarak temiz kaplarda buzdolabına kaldırılmalı, en az 1 gün dinlendirilmelidir.

Pişirmede, yağda kızartma yerine elektirikli (kömür değil!) ızgara ya da basınçlı (düdüklü) tencere seçilmelidir. Çocuklar, gebe kadınlar, yaşlılar, bağışıklık sistemi bozuk olanlar özellikle risk altındadır.

  •  İyice pişirilmemiş etler,
    kedi ve köpeklere de kesinlikle yedirilmemelidir
    .

Ülkemizin, geçmiş yıllara göre daha uygar ve temiz, sağlıklı bir Kurban Bayramı geçirmesini diliyoruz. Fakat 16 Ekim 2013 günü de  TV ve basından izliyoruz kaçan kurbanlık hayvanları ve ilkel – vahşi kovalamaları, kendini yaralayan acemi kasapları..

Unutulmasın ki, zorlanan ve strese sokulan hayvanların dokularında (özellikle kaslarında) stres hormonarı birikmekte ve etin bileşimini, kalitesini bozmaktadır.

Bu tablolar Cumhuriyetin 90. yılınde Türkiye Cmhuriyeti’ne hiç yakışmıyor..

S o n u ç                                    :

Temel kurallara uyarak pek çok hastalık ve yaralanmadan korunmak ve
Bayramı zehir etmemek olanaklıdır.

Kurbanlık hayvan derilerinin, etlerinin başta Türk Hava Kurumu olmak üzere Mehmetçik Vakfı’na bağışlanması halkımızdan beklenen bir davranıştır.

  • Dahası, Kurban kesmek yerine; eşdeğer parasal bağışın,
    uygun görülen kurumlara verilmesi de çok saygın bir yoldur.

Kurban Bayramınız kutlu ve mutlu olsun dileriz..

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Hükümet’ten Hastane Patronlarına Bayram Hediyesi: Fark Ücretleri İki Kattan Çok Arttı!


Hükümet’ten Hastane Patronlarına Bayram Hediyesi:
Fark Ücretleri İki Kattan Çok Arttı!

alt

Dün (AS : 12.10.13), uzun bayram tatilinin ilk gününde, vakıf üniversiteleri ile
özel hastanelerde yurttaşlardan alınacak ek ücreti Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) ödediği miktarın %90’ından %200’üne çıkaran Bakanlar Kurulu Kararı
Resmi Gazete’de yayınlandı.

TTB_logosu

13 Ekim 2013

BASIN AÇIKLAMASI

Hükümet’ten Hastane Patronlarına Bayram Hediyesi: Fark Ücretleri İki Kattan Fazla Arttı!

Artık yurttaşlarımız da sağlık çalışanları da biliyor;
uzun tatiller tehlikelidir.

Bu tatillerin ilk günü bir “güzellik” yapılması ihtimali çok yüksektir.

Yurttaşları rahatsız edecek düzenlemeler, “ceplere el atma” işleri bu zamana getirilir ki tatilin arasında kaynasın, tepki az olsun.

Ne yazık ki yine aynısı oldu.

Dün, uzun bayram tatilinin ilk gününde, vakıf üniversiteleri ile özel hastanelerde yurttaşlardan alınacak ek ücreti Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) ödediği miktarın %90’ından %200’üne çıkaran Bakanlar Kurulu Kararı Resmi Gazete’de yayımlandı.

Anlıyoruz ki; Bakanlar Kurulu kararı 16.9.2013 tarihinde alınmış ama malum nedenlerle uzun tatilin ilk günü yayınlanmış!

Aslına bakarsanız Bakanlar Kurulu’na ek ücretleri iki katına dek artırma “yetkisi” veren yasa geçtiğimiz (2012) Mayıs ayında çıkarılmıştı ve özel hastane patronları
Bakanlar Kurulu kararını dört gözle bekliyorlardı, Bayram’a yetiştirdikleri anlaşılıyor.

Yurttaşlarımız yaşıyorlar, %90 farka uyulmadığına ilişkin yakınmalar çok fazlaydı, yöneticilerin sözde uyarılarına, cezalarına karşın özellikle kimi büyük sermaye gruplarına bağlı hastanelerde çok daha fazla fark ücretleri alınıyordu.
Daha da fazla alınabilmesinin önü açılmış durumda.

Gittikçe daha çok özel sağlık kurumlarından hizmet almaya zorunlu bırakılan yurttaşlarımız, ceplerinden çok daha fazla ödeme yapmak zorunda kalacaklar,
ya da yeni türetilen “tamamlayıcı” sağlık sigortasına ek primler ödeyecekler.

Bu ülkede sağlık hizmeti alabilmek için;

Bu ülkenin yurttaşı, bu devletin verdiği nüfus cüzdanına sahip olmanız yetmiyor.

Bu devlete vergi vermeniz yetmiyor.

Genel Sağlık Sigortası primi (AS : = ek vergi!) ödemeniz yetmiyor.

  • Katkı payları ödemeniz de yetmiyor!
  • Artık SGK’nın ödediğinin iki katını cepten ayrıca ödeyeceksiniz.

(Aldığınız hizmet “istisna” sayılıyorsa 3 kat para ödeyeceksiniz.)

Özel hastanelerden sigortalıların sağlık hizmeti alabilmesi AKP’nin
Sağlıkta Dönüşümü’nün flaş işlerindendi. İktidar partisinin iddiasına göre;
artık yurttaşımız “muayenehane çilesinden”, “bıçak parasından” kurtulacak,
isteyen istediği yerden “özgürce” sağlık hizmeti alacaktı!

Genel Sağlık Sigortası Kanunu ilk çıktığında özel hastanelerde “ek ücret” yoktu.
Yani, özel hastanelere giden sigortalı hastalar % 0 (yazı ile yüzde sıfır)
ücret ödeyeceklerdi.

Sonra, ilk olarak, % 30 “ek ücret” getirildi. O zaman da uyarmıştık, zamanla artacak demiştik. “Yok” deniyordu, “% 30’un lafı mı olur?”

Ne diyordu Başbakan: “Ben de SSK’lıydım, beni de muayenehaneye çağırdılar.”

Ne diyordu AKP’li (sabık) Sağlık Bakanı (AS : Dr. Recep Akdağ) :

“Doktorların eli vatandaşın cebinde!”
“Bıçak parası dönemi bitti.”
“Artık vatandaşı tuzu kuru öğretim üyesine soydurmayacağız.”

Peki, şimdi ne oldu?
Kimin eli kimin cebinde?
Kim kimi soyuyor?
Kim kimi soyduruyor?

Özel hastanelerdeki “ek ücret”, “bıçak parası” değil de nedir?

(“Vergilendirilmiş bıçak parası kutsaldır” mı diyeceksiniz yoksa?)

Devletin 629 TL ödediği bademcik ameliyatına siz cebinizden özel hastaneye ayrıca 1.258 TL (AS : 629 TL x 2 = 1258 TL) ödüyorsanız, devletin 1.510 TL ödediği
prostat ameliyatına siz ayrıca 3.020 TL ödüyorsanız kimin kimi “soyduğu” açık
değil mi?

Kime geldi bu bayram hediyesi?

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

Bu da Oldu: Hekim Olmayan Başhekim

TTB_logosu


Bu da Oldu: Hekim Olmayan Başhekim

alt

Türkiye’de öyle olaylar oluyor ki, hepimize “Daha neler göreceğiz?” dedirtiyor.

Bunlara son örnek geçtiğimiz hafta Düzce Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Başhekimliği’ne hekim olmayan bir başhekimin atanmasıyla yaşandı.
Bu hastanede görev yapan yüzün üzerinde öğretim üyesi meslektaşımız varken Rektörlüğün başhekimliğe “mevzuata uygun” gerekçesiyle hekim olmayan bir
öğretim üyesini getirmesi şaşkınlık ve öfke yarattı. “Mevzuata uygunluk” tartışması
bir yana, tanımlanan görevlerin niteliği ve ayrıca başhekimin hekim olmasının doğallığı ortadayken böylesi bir idari tasarrufa (AS : işleme) gidilmesi kamuoyundan
yoğun tepki çekti.

Konuyu yakından takip eden Türk Tabipleri Birliği dava açma hazırlıklarına başladı.
Bu süreçte 11 Ekim 2013 günü Başhekim olarak görevlendirilen Doç. Dr. Recep Özmerdivenli’nin kamuoyundaki tepkiler üzerine istifa ettiği, yerine Psikiyatri Anabilim Dalı’ndan Doç. Dr. Adnan Özçetin’in görevlendirildiği haberi geldi.

Sevinsek mi bilemiyoruz. Böylesi bir yönetim anlayışını kabul etmiyor,
bu ülkede idari görevlerde bulunanları hekimlik mesleğine ve sağlık alanının
son derece önemli özelliklerine hürmete davet ediyoruz.

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

By-pass’ta ihtilal yapan Türk : Doç. Dr. Haldun Karagöz


By-pass ve büyük kalp ameliyatlarında ‘Evrensel çığır” açan 
Doç Dr.Haldun Karagöz …

Dostlar,

Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi’nden emekli kardiyolog Sayın Prof. Dr. Siber Goksel <siber.goksel@gmail.com> hocamızdan ulaşan iletiyi sevinçle paylaşıyoruz..

Kalp cerrahisinde çığır açan yeni yöntem..

* Genel anestezi yapmadan
* Göğüs duvarında 3 cm’lik bir kesiden..
* Yarımsaat içinde..
* Ve ertesi gün eve, işe, dışarıda akşam yemeğine…

İnanılır gibi değil!

Meslektaşımız Doç Dr. Haldun Karagöz‘ü gönülden kutluyoruz..

Dileriz geliştirdiği yöntemin patent haklarını da resmen alır, yurt dışında da kabulünü sağlar..

Yine dileriz, bu süreçte yetkili resmi Türk yetkelerinden (otoritelerinden)
gerekli destek verilsin..

Sevgi ve saygı ile.
14.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

By-pass’ta ihtilal yapan Türk : Doç. Dr. Haldun Karagöz

TÜRK tıbbının parlak beyinlerinden biri olan Doç. Dr. Haldun Karagöz,
kalp ve damar cerrahisinde, özellikle by-pass ve büyük kalp ameliyatlarında
‘Evrensel çığır açan’ bir dizi tekniğe damgasını vurdu.

Ankara’da Özel Güven Hastanesi’nde çalışan Karagöz, ‘dünyada ilk’ olan,
kendi özgün tekniği ile hastayı uyutmadan ameliyat ediyor.
Hastanın göğsünü baştan aşağı yarmadan açtığı üç santim çapındaki bir delikten
büyük kalp ameliyatlarını yapabilen Karagöz, ‘
‘Ameliyat yarım saat sürüyor.

Hasta ertesi gün işine veya akşam eşi ile yemeğe çıkabilir.
Yoğun Bakım’a alınmıyor. Göğsü açılmadığı için hastada çok küçük iz kalıyor’’ dedi.

Bugüne kadar gazetecilerin röportaj tekliflerini geri çeviren,
fotoğraf çektirmekten bile kaçınan Karagöz,
başta Amerika olmak üzere, tıbbın en geliştiği birçok Batı ülkesine bu tekniği öğretti.
22 Temmuz’da ise Japonya Ulusal Cerrahi Derneği‘nin davetlisi olarak gidip,
Doğu’nun Süper Gücü’ne de özgün tekniğini öğretecek.

ABD’nin dünyaca ünlü gazetesi The New York Times,
ABD’de 54 yaşındaki bir taksi şoförünü genel anestezi uygulamadan ameliyat eden bir ABD’li doktorun görüşlerine yer verdi.
ABD’li doktor, New York Times’a esin kaynağının Karagöz olduğunu söyledi.

BİLİME EN BÜYÜK KATKI 

Karagöz, geliştirdiği ameliyat yöntemini ilk kez dünyanın en seçkin kalp cerrahlarının katıldığı Hollanda’nın Utrech kentindeki Uluslar arası Toplantı’da tanıttı.
Dünya çapındaki otoriteler Karagöz’ün tekniğini,

‘‘Bu son yıllarda evrensel bilime yapılan en büyük katkıdır’’ diye yorumladılar.

SESSİZCE UYGULUYOR 

1996’dan başlayarak açık kalp ameliyatını göğsü yarmadan yapmaya başladığını bildiren Karagöz,

“Tecrübemiz arttıkça, hastaları narkozla uyutmaya da gerek yok diye düşündük.
Eylül 1998’de dünyada ilk kez koroner by-pass ameliyatını uyanık hastada,
göğsü açmadan yaptık. Bu, uluslar arası bilimsel platformlarda büyük yankı yaptı.” dedi.

YARARI ÇOK 

Karagöz’ün tekniği, narkozu ve tehlikelerini, kalp ve akciğer  makinasını ve tehlikelerini ortadan kaldırıyor.

Hastayı soğutup tekrar ısıtmayı ve onun risklerini de ortadan kaldırıyor.
Ameliyat yarım saatte bittiği için zamandan kazandırıyor.
Tıkanan damarlar, ‘sıfır kilometre’ ile görev yapıyor.
Karagöz’ün deyişiyle, ‘‘Hasta artık kalp hastası değil.’’
Ameliyat maliyetini düşürüyor, döviz kaybını önlüyor.

NASIL YAPIYOR 

Karagöz, ‘‘Bu lokal anestezi değil. Boyuna bir katetar yerleştirip, bütün göğüs bölgesinin hissiz ve hareketsiz kalmasını sağlıyoruz. Bu konuda kendi özgün yöntemimizi geliştirdik. Başka işler için yapılan anestezi yöntemlerini, bu ameliyata uyguladık.
Bu tekniği dünyada başka yapan yok.’’ diye anlattı.

ÖĞRENMEK İÇİN DÜNYA KUYRUKTA:

En son Ocak’ta Society of Thoracic Surgeons‘da (Kalp Cerrahları Cemiyeti)
yaklaşık 2 bin kalp-damar ve anestezi uzmanına bu tekniği gösteren Karagöz,
tüm ülkelerin kalp cerrahisi derneklerinin ortak internet kuruluşu CDS-Net aracılığıyla
buluşunun videosunu tüm insanlığın hizmetine sundu.

By-pass ameliyatı yapılan hastanın, ameliyat sırasında uyanık olduğunu
video görüntülerden izleyen Karagöz’ün meslektaşları, gözlerine inanamadılar.

Karagöz anlatıyor   :

‘‘Mart 2000’de Hindistan’a davet edildim, iki konferans verip anlattım.
Geçen hafta, Almanya’da, Avrupa Kalp Cerrahisi Birliği‘nin toplantısına davetli olarak gittim ve anlattım.
Ocak’ta Amerika’da, Mart’ta dünya kongresinde anlattım.
ABD’ye çok kez gidip anlattım.
Uluslararası planda çok büyük ilgi gördü.
Her gittiğiniz toplantıda ‘Ne zaman gelip öğreneyim’ diye 15-20 kişi talepte bulunuyor.
Önümüzdeki hafta bir Almanya’dan, bir İtalya’dan iki meslektaşım bu iş için gelecekler.’’

Bugün ameliyat ol, yarın işine git, akşam da eşinle yemeğe çık …

Annem hep sorar,
Annem hep, ‘damarı kalbe nasıl dikiyorsunuz’ diye sorar.
Ben de ‘ iğne, iplikle bayağı dikiyoruz’ diyorum, bana inanmıyor.
New York Times’ta çıkan yazı da onlardan biri.
Bana her gün en az 10-15 e-mail geliyor, ya da telefon ediyorlar bu konuda.
Şunu nasıl, bunu nasıl yapıyorsun diye.
Onlara yardımcı oluyor, bazen arkadaşlarımızı gönderiyoruz, bazen ben gidiyorum.

Avantajı
Normal bir kalp ameliyatı 2-3 saat sürüyor.
Narkozdan uyanma süreyi uzatıyor.
Ardından bir-iki gün yoğun bakımda, 4-5 gün hastanede gözlem altında kalıyor.
Kendini toparlaması 1-2 ayı buluyor.
Karagöz’ün ameliyatı ise yarım saat sürüyor.
Ameliyattan Yoğun Bakım Servisi’ne değil, yatağına alınıyor.
Birkaç saat gözleniyor. Her şey yolundaysa, evine gönderiliyor.

Mucize ameliyat internette

Doç.Dr. Haldun Karagöz’ün hastayı uyutmadan ve göğsünü açmadan gerçekleştirdiği by-pass ve büyük kalp ameliyatlarına ilişkin bir örnek tüm Türkiye’nin olduğu gibi
bütün dünyadaki  meslektaşlarının bilgilenmesi ve yararlanması için internette bulunuyor.

Doç. Karagöz’ün internetteki adresi şöyle:
www.sts.org/doc/

Artık Türkiye’ye geliyorlar

Karagöz’ün tekniğini öğrenmek isteyen Batı’lı bilim adamları akın akın Türkiye’ye geliyor. Bu konuda övünmenin ayıp olacağını vurgulayan Karagöz,
‘‘Etik olarak, hassas bir nokta. Bu durum halk nezdinde belki hoş!..
Ama, biz dar bir çevrede yaşayan bilim adamlarıyız.
Birbirimizin yüzüne bakıyoruz. Bugün o buraya geliyor, yarın ben oraya gideceğim’’ diyor.

Tekniği öğretmede hiç kıskanç olmadığını belirten Karagöz,
‘‘Biz bunu çok insana öğrettik. Türkiye’den yanında eğitim alınmak için gidilen
yurtdışındaki çok çok meşhur cerrahlar bize geliyorlar’’ diye ekledi.

Ameliyat edilemez hasta yok

Bizim burada yaptığımız ameliyatların %30’u başka yerlerde ameliyat edilemez denilenler. By-pass’ta sadece atardamar kullanıyoruz, bacaktan falan damar almıyoruz.
Bu hastalar için avantajlı. Yurtdışında bunları da anlatıyoruz.
Yani normalde, göğsün içinden bir ana damar kullanılır, geri kalanlar bacaktan alınır.
Biz, çok istisnai durumlar dışında hemen hemen hiç damar kullanmıyoruz.
Onun dışında çok kötü, hiç dokunulmayacak hastalara çok başarılı ameliyatlar yapıyoruz. Biraz önce gösterdiğim 93 yaşındaki adam örneğinde olduğu gibi.
Bu tabii, narkoz, kalp- akciğer makinesi risklerini ortadan kaldırmakla mümkün oluyor.

Dr. Kemal Beyazıt’ın öğrencisi
Doç. Dr. Haldun Karagöz, 1958’de Ankara doğdu.
1976’da Ankara Koleji’ni, 1982’de  Ankara Tıp Fakültesi’ni bitirdi.
Yüksek İhtisas Hastanesi’nde Kemal Beyazıt’ın yanında kalp cerrahisi ihtisasına başladı. 1994’ten beri Güven Hastanesi’nde çalışıyor.

Karagöz, bu noktaya gelişini anlatıyor  :

‘‘Beni Dr. Kemal Beyazıt yetiştirdi”.

“O’nun öğrencisi olduğumu gururla söylüyorum.
Yurtdışında bana sorulan soruların ortak noktası,
‘Amerika’da nerede kaldınız, yurtdışında kimin yanında yetiştiniz?’ şeklinde.
Ben, hepsine gururla, ‘Ben sıfırdan, Dr. Beyazıt tarafından yetiştirildim.’ dedim.
Dr. Beyazıt, dünyada yaşayan en büyük üç kalp cerrahından biri.
Yetiştirdiği son adam olarak kendimi çok şanslı hissediyorum.
Yurtdışında bu işin yapıldığı birçok ülke ve merkeze gittim.
Ama, her keresinde, Kemal Bey’in yanında çalışmakla ne kadar şanslı olduğumu gördüm.’’

Karagöz, yaklaşık 7-8 bin ameliyatta bulundu.
Son tekniği ile uyanık hastada 27, göğsü açmadan uyutarak ise 300’ü aşkın ameliyat yaptı.

Türkiye Psikiyatri Derneği 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü Basın Açıklaması


Dostlar
,

“Türkiye Psikiyatri Derneği’nin 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü
Basın Açıklaması”
son derece doyurucu, kapsamlı ve uzunca bir metin..

Bu metni bir Halk Sağlığı Uzmanı hekim – öğretim üyesi olarak biz de,
hemen hemen aynen benimsemekteyiz.

Psikiyatrist ve Nörolog meslektaşlarımızın ve Uzmanlık Derneklerlnin
Toplum – Halk Sağlığı açısından gösterdikleri duyarlık çok sevindiricidir.

Özellikle sonlarda yer verilen

  • “… ancak Türkiye’de uygulamaya konulan neo-liberal sağlık politikaları nedeniyle günde en az 60-70 hasta muayene edildiğinde
    kâr elde edileceği düşünülen bir sağlık sisteminde…”

vurgusu ayrı bir önem taşımaktadır.

TÜİK‘in 2009’dan günümüze sağlık harcamaları rakamları alarm vericidir.

Sağlık giderleri başdöndürücü bir hızla artmakta ve
büyük ölçüde özel sektöre akıtılmaktadır.

Kamunun harcamadaki payı geri çekilmekte, yurttaşın cepten harcamaları artmaktadır. 2012’de 75 milyar TL’yi aşan toplam harcama,
Ulusal Gelir’in (GSMH) %5’ini aşmaktadır ve son derece ciddi bir tutar ve orandır.
Ancak bunca harcamaya karşın toplumsal sağlık düzeyi göstergelerimiz hâlâ çok geridir (yaklaşık 90. sıralardayız dünyada..).

Bunun, bu verimsiz kaynak kullanımının başlıca nedeni SAĞALTICI – TEDAVİ EDİCİ sağlık hizmetine yönelik ve SERBEST PİYASACI olmasıdır.

Türkiye’nin böylesi bir lüksü olmadığı gibi, bu hovardalığı sürdürecek kaynakları da yoktur.. SGK çok ciddi açıklar vermektedir. Harcamalarının kabaca yarısını
prim = ek vergi olarak toplayabilmekte, kalanı Merkezi Yönetim Bütçesinden aktarımla (transfer) dengelenmektedir. Ancak bu 70 milyar TL’yi bulan ve her yıl artan devasa açığın kapatılması bu kez Merkezi Yönetim Bütçesinde ciddi açık nedeni olmaktadır (2013’te genel bütçenin yaklaşık 1/5’i; 2014’te öngörülen 77 / 436 milyar TL =%18 ) ve
borçlanarak aktüaryal denge sürdürülmeye çabalanmaktadır.

Teknik dille söylemek gerekirse, zorunlu Genel Sağlık Sigortası (GSS) finansal açıdan sürdürülebilir (sustainable) değildir!

Ne adına?
Niçin?
Dünya Bankası – IMF – AB – ABD – KüreselleşTİRmecilein “gül hatırı” na mı ??

Yapılması gereken;
sonu ağır hüsran olacağı kesin vahşi neo-liberal sağlık politikalarını terk ederek öncelikle,

  • HER-KE-SE hemen; etkin – yaygın – sürekli – kamusal ödemeli
    koruyucu sağlık hizmetleri sunumudur.

Büyük ATATÜRK,
sağlık hizmetlerini devletin “EN BİRİNCİ VAZİFESİ” saymaktadır.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 11.10.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================

Turkiye_psikiyatri_dernegi_logosu

Türkiye Psikiyatri Derneği
10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü
Basın Açıklaması, 10 Ekim 2013

Siz de yaşlanacaksınız; peki ruh sağlığınız ne olacak?
10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü, bu yıl “yaşlı ruh sağlığı”na  adandı.
Çünkü her ne kadar ülkemizde yaşlıları sokaklarda pek göremesek de, tüm dünyada
yaşlı sayısı artıyor. 2013 yılı itibarıyla dünyada 60 yaş üstü kişi sayısının
800 milyon olduğu tahmin ediliyor ve bu rakam tüm dünya nüfusunun
%11’ini oluşturmaktadır. 2050 yılı itibarıyla ise bu oranın % 22’ye çıkması beklenmektedir. 
İlerleyen yıllarda nüfusunda en fazla oranda yaşlı artışını yaşayacak ülkeler, Türkiye gibi orta gelişmişlik düzeyine sahip ülkeler olacaktır.
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2005 yılında 65 yaş üstü nüfusun
tüm nüfusa oranı %5.7 iken 2012 yılında % 7’ye yükselmiştir. 2050 yılında ise
bu oranın %17.6 olacağı tahmin edilmektedir. 
Yaşlıların sayısının artmasıyla birlikte yaşlı sağlığı ve de yaşlı ruh sağlığı giderek artan bir önem kazanmaktadır.
Genel olarak kültürümüzde yaşlılar, saygı duyulan ve sözü dinlenilen kişiler olarak düşünülse de  toplumda yaşlılara karşı pek çok gizli önyargı bulunmaktadır.
Yaşlıların fiziksel olarak zayıf oldukları, çalışamayacakları, zihinsel açıdan zayıf oldukları şeklinde önyargılar olduğu yapılan çalışmalarda gösterilmiştir.
Medya ve yazılı basında da yaşlıların daha çok bunamış, eski kafalı ya da
huysuz kişiler olarak karikatürize edilmesi de bu önyargıları desteklemektedir.
Oysa yaşlılığa karşı bu önyargılar aslında ırkçılık, cinsiyetçilik gibi yasalarla
önlem alınması gereken durumlar olarak kabul edilmelidir.
Çünkü yaşlılar ile diğer yaş gruplarının arasında sosyal bir duvar oluşmasına
yol açmakta; 
yaşlıların toplumda yeterli yer almasına engel olmakta ve
yaşlının ruh sağlığını da dolaylı olarak etkilemektedir.
Yaşlı ruh sağlığını etkileyen ve toplumda çok konuşulmayan, göz ardı edilen bir sorun da yaşlı istismarıdır. Yaşlı istismarı, Dünya Sağlık Örgütü tarafından “yaşlı bir kişiyle güven ilişkisi içinde olması gereken bir kişi tarafından yapılan fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik ve hak istismarı gibi zarar verici ya da uygun olmayan  davranışlar”  olarak tanımlanmaktadır.  Yaşlının fiziksel bakımının,
sağlık kontrolleri ve hastalık tedavilerinin yeterli yapılmaması da yaşlı istismarıdır. Gelişmiş ülkelerde yaşlılarda istismar %4-6 oranında bildirilmekte ise de,
aslında daha yüksek oranlarda görüldüğü ancak bildirilmediği ve tespit edilemediği düşünülmektedir. Türkiye’de  yapılan bir çalışmada, İzmir ilinde 204 yaşlının %1.5’inde fiziksel istismar, %2.5’inde finansal istismar ve %3.5’inde de
ihmal bulgusu saptanmıştır
(Keskinoğulları, 2004); ancak Türkiye’de de
bu rakamların gerçekte daha yüksek oranda olduğunu tahmin ediyoruz.

Yaşlıyı genellikle istismar eden kişiler yakın akrabaları olmaktadır.
Yaşlı istismarı ve ihmali ruhsal açıdan yaşlıyı mutlaka etkileyecektir ve
yaşlıda kaygı ve depresyon belirtilerinin çıkmasına yol açacaktır.
Aktif yaşlanmanın sağlanmasında ilk basamak yaşlılığa karşı toplumun önyargılarını azaltmaktan geçmektedir. Toplumun yaşlılığa karşı önyargılarını azaltmada en önemli görev kamu spotları gibi medya üzerinden sivil örgütler ve derneklerin yapacağı bilgilendirme ve ilkokuldan başlayarak toplumun bilinç düzeyini artırmaya yönelik girişimler olmalıdır. Özellikle yerel yönetimler tarafından yaşlıların
sosyal etkinliklere katılmasını teşvik eden düzenlemeler 
yapılması,
yaşlıların sokaklarda daha çok ve daha rahat dolaşmalarını sağlamak için
yaşanan ortamların, kentlerin “yaşlı dostu” hale getirilmesi,
yaşlılara karşı önyargıları azaltmak için kuşaklararası iletişimi artırmaya yönelik programlar yürütülmesi, yaşlı istismarını engellemeye, fark etmeye yönelik
yaşlılara hizmet verenlere eğitimler 
verilmesi ve yaşlıya verilen
sağlık hizmetlerinin kapsamının ücretsiz olması 
gibi uygulamalar
dolaylı olarak yaşlı ruh sağlığını da olumlu yönde etkileyecek hizmetlerdir ve
sosyal devlet olmanın da zorunluluğudur.
Yaşlının ruh sağlığının korunması öncelikle aktif ve sağlıklı bir yaşlanmanın desteklenmesinin, genel ülke politikası haline getirilmesiyle olacaktır.
Yaşlılık politikalarına bakıldığında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından
2007 yılında “Yaşlanma Ulusal Eylem Planı”nı ve 2013 yılında da
Yaşlanma Ulusal Eylem Planı Uygulama Programı“nı açıklanmış,
ancak tam olarak hayata geçirilememiştir. Yaşlılık Ulusal Eylem Planı
‘nın uygulamaya geçirilmesi, yeterli maddi olanağı olmayan 60 yaş üstü kişilere ödenen “yaşlı aylığı” uygulaması ya da özellikle yerel yönetimler tarafından
yaşlıların evde bakımına yönelik hizmetler belirgin fark yaratabilecek uygulamalar
dır. Yaşlının ruhsal ve fiziksel sağlığını korumak için başta
yaşlı yoksulluğunu azaltmaya yönelik
sosyal politikalar olmak üzere, yaşlıların sosyal ortamlarını artırmaya,
aktif yaşlıların yapabileceği iş olanaklarını artırmaya yönelik  düzenlemeler
 gerekmektedir.
Yaşlılarda  genel sağlığın bozulması, bağımlığın artması, eş kaybı,
emeklilikle birlikte ortaya çıkan yalnızlık, maddi durumun kötüleşmesi, hareket kaybı gibi sebeplerle, ruhsal hastalıklara yatkınlık, diğer yaş gruplarına göre daha fazladır. Özellikle depresyon ve demans (bunama) yaşlı ruh sağlığının en çok üzerinde durulması gereken konularıdır. Yaşam süresinin uzamasıyla demans olgularının sayısı artacaktır. Demans için önemli bir risk etmeni olan depresyonun yaşlılarda erkenden tanınması ve iyi tedavi edilmesi; bu hastaların demans açısından izleme alınması
önleyici psikiyatrik yaklaşımlar olarak değerlendirilmektedir.
Ancak yaşlılar hem yaşlanmanın doğal bir süreci gibi düşünüp unutkanlık ya da moralsizlik gibi yakınmalarını hekime anlatmamakta hem de hekimler yaşlılarda
ruhsal hastalıkları tanımakta zorlanmaktadırlar. Hekimler açısından bakıldığında
yaşlı muayenesi bilgi, eğitim eksikliği ve yaşlı muayenesinin uzun sürmesi nedeniyle zahmetli bir süreç olarak görülebilir. Gerek tıp fakültesi gerek psikiyatri uzmanlık eğitiminde yaşlı nüfusun artışına uyum sağlayabilecek değişiklikler yapılması
gereği açıktır
Birinci Basamak hekimlerinin yaşlı  ruh sağlığına yönelik eğitimler alması,  depresyon, demans  gibi yaşlılıkta sık görülen hastalıklara karşı  farkındalık düzeylerini artıracak; böylece yaşlılarda görülen psikiyatrik hastalıkların
hem önlenmesine hem de yeterli tedavi edilmesine katkı sağlayacaktır.

Toplum Sağlığı Merkezleri içinde kurulmaya başlanan ve şimdiye dek sayıları
25’i bulan Geriatri Birimleri yaşlıların 1. Basamakta daha iyi değerlendirilmeleri
ve izlemlerini sağlayacak önemli bir hizmettir.
Bu nedenle sayılarının artırılması yönünde çalışılmalıdır.
Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu tarafından
“Yaşlı Sağlığı  Eylem Planı ve Uygulama Programı” taslak olarak hazırlanmaktadır ancak Türkiye’de uygulamaya konulan neo-liberal sağlık politikaları nedeniyle günde en az 60-70 hasta muayene edildiğinde kâr elde edileceği düşünülen
bir sağlık sisteminde, uzun süren ve ayrıntılı değerlendirme gerektiren
yaşlı muayenesinin ne denli yeterli ve doğru yapılabildiği de
önemli bir sorun olarak önümüzde durmaktadır.
Yalnızca yaşlılar, yakınları ve bu alanda çalışan hekimler değil;
bugün 65 yaşın altında olanlar yarın yaşlandığında yoksullukla boğuşmayan, geleceğinden endişe etmeyen, ruhsal ve fiziksel olarak yaşını sağlıklı ve aktif yaşayan,
bir hekime başvurduğunda yeterli sürede ve iyi muayene edileceğini bilen,
yasalar tarafından korunan, ruh sağlığı iyi yaşlılar olmak için,
tüm ülke olarak sosyal ve sağlık politikalarımızın
şu an yaşlılara sunduğu hizmetlerin izlemcisi olmalıyız.
Doç. Dr. Eylem Şahin-Cankurtaran
Prof. Dr. Işıl Baran Kulaksızoğlu 
TPD Geriatrik Psikiyatri ÇB
Prof. Dr. Tunç Alkın
Türkiye Psikiyatri Derneği Genel Başkanı
 
Prof. Dr. Peykan Gökalp
Türk Nöropsikiyatri Derneği

Dr. Reşit GALİP ve ANDIMIZ


Dostlar
,

Dr. Reşit Galip, büyük Atatürk‘ün Milli Eğitim Bakanı, yiğit bir devrimcidir.
Tıp doktorudur ve İstanbul tıbbiyesinde öğrenci iken, eğitimine ara vererek,
gönüllü olarak 1. Dünya Savaşı’na katılarak Kafkas cephesinde vatan savunmasına koşan bir yurtseverdir.

AKP’nin, PKK – BDP üzerinden gerçekte Batı ile yaptığı açık – örtük mide bulandıran pazarlıklar sonucunda kaldırılması planlanan ANDIMIZ‘ın sözlerinin yazarıdır.

Bu sözler bir Türk ırkçılığı ve asimilasyon amaçlı değil; Batı emperyalizmi karşısında mazlum Anadolu halkının uluslaşarak kenetlenmesi çağrısıdır.

Tersi durumda SEVR yürürlük alacaktır.

Anadolu halkı / ahalisi hep birlikte savaşarak ana vatanını – özyurdunu işgalden kurtarmış ve sıra kuruluşa gelmiştir.

Bu amaçla, Büyük Atatürk‘ün tarihsel çağrısı gündeme alınarak,

“Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk Milleti denir.” tanımı yapılmıştır.

Bu tanımı sosyolojik – tarihsel bir ittifak çağrısıdır emperyalizme karşı.

  • – “ABD’yi kuran Amerika halkına Amerikan milleti denir.”
  • – “Fransa’yı kuran Fransa halkına Fransız milleti denir.”
  • – “Almanya’yı kuran Almanya halkına Alman milleti denir.”

………………
Listeyi uzatmak yersizdir.

Ulus devlet ve onun milleti olan o ülke halkının  – ahalisinin ortak bir siyasal üst kimlik edinmesi gönüllülük temelinde bir eylemdir ve ulus devet kuramının özüdür.

Batı emperyalizmi bu yolla güçlü ulus devletler yaratmıştır.

ABD, 50 faklı milletten tümüyle yapay, sentetik olarak “Amerikan” milletini yaratan ve ona dayalı dünya hegemonu ABD’yi kuran bir politik irade ile yeryüzünün en güçlü ve tipik bir ulus devlettir.

AB, 27 farklı ülkeden oluşan bir başka ulus devlet birliğidir neredeyse..

“Milletler” birleşerek yeni ve farklı bir sentez oluşturmakta, uluslararası arenda
güç kazanmaktadır.

  • Bize ise etnik – dinsel temelde 40 parçaya ayrılmak dayatılmaktadır;
    nerdeyse 40 türlü oyun ile.

İşte meslektaşımız Dr. Reşit Galip, bu bağlamda ANDIMIZ‘ın sözlerini yazarak
Anadolu halkının uluslaşması çabasına doğallıkla sahip çıkmıştır.
Milli Eğitim Bakanı olarak, ilkokul çocuklarının bu bilince erken yaşlarda
coşku ile erişmesini öngörmüştür.

Bu eylem tümüyle doğrudur, insan haklarına uygundur.

Tersi ise Yugoslavya’da olduğu gibi parçalanmak ve bölünerek emperyalizme
lokma olmaktır. İkiyüzlü emperyalizm ve de maşaları tam da buna oynamaktadır.

20 Eylül 2012’de sitemizde yer verdiğimiz (aşağıda) “Dr. Relit Galip” başlıklı yazıyı,
bu giriş notunu ekleyerek yeniden yayımlıyoruz..

ANDIMIZI hep birlikte söyleyelim…

Anadolu halkını uluslaştırma çabası ile yaratıcı zekâsının ürünü
ANDIMIZ’ın sözlerini yazan Atatürk’ün başeğmez Milli Eğitim Bakanı
meslektaşımız Sayın Dr. Reşit GALİP‘e şükran ve saygı ile…
divider_cizgi

Türk’üm, doğruyum, çalışkanım..
İlkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak,
yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm; yükselmek ileri gitmektir.
Ey Büyük Atatürk!
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.
Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türk’üm diyene!
divider_cizgi

Sevgi ve saygı ile.
07.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Dr. Reşit GALİP

Çankaya sırtlarında oturan Ankaralılar, şehre Reşit Galip Caddesi’nden geçerek inerler.

Pek azı bu adın kim olduğunu bilir.

Bu bilinmezlikte belki Dr. Reşit Galip’in 41 yasında göçüp gitmesi rol oynamıştır, belki de İnönü’yle yıldızının hiç barışmaması. Rodos’ta doğan Reşit Galip, ortaokulu bitirince kardeşiyle bir sandala binip Marmaris’e gelmiş. Liseyi İzmir’de okumuşlar. Kardeşi Hüseyin Ragıp (Baydur) diplomatlığı seçip büyükelçilik yapmış. Reşit Galip ise İstanbul Tıp’a gidip doktor olmuş. Öğrenciyken gönüllü olarak I. Dünya Savaşı’na katılmış. Kafkas Cephesi dönüşü öğrenimini tamamlayıp fakültede asistanlığa başlamış.
1923 Mart’ında, hekimlik yaptığı Mersin’e Mustafa Kemal Paşa geldiğinde Paşa’nın huzurunda konuşmuş ve gözlerine doğru bakarak şöyle demiş:

“Muhterem Gazi, sen yalnızca bu milletin bir kahramanı değilsin, sen bunlardan çok daha büyüksün. Senin birinci büyüklüğün, bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmendir”

Herkesin yüceltme yarışına girdiği günlerde Gazi’yi “milletin bir ferdi” sayan 30 yaşındaki bu hatip, herkesin dikkatini çekmiş. Tabii en çok da Gazi’nin… Kemal Paşa ona milletvekilliği önermiş ve Dr. Reşit Galip, Ocak 1925’te Meclis’e girmiş. Bir sure İstiklal Mahkemesi üyeliği yapmış. CHP İdare Heyeti’nde görev almış. Türk Ocakları’nda, Halkevlerinde çalışmış. Yine Atatürk’ün isteğiyle Serbest Fırka’ya girmiş ve Atatürk’ün sofrasına oturmuş. Onu bakanlığa taşıyan süreç de o sofrada başlamış.

Sofra sahnesi

1931 sonbaharıydı..
O geceki tartışma, Milli Eğitim Bakanı Esat Mehmet’in bir yakınmasıyla başladı.
Esat Mehmet, Atatürk’ün Harbiye’den ‘tabya öğretmeniydi. Kazım Özalp’in ‘Atatürk’ten Anılar’ kitabında (T. Is Bankası Y., 1992, s. 48-49) yazdığına göre konu, kız öğrencilerin kıyafetinden açıldı.

Esat Mehmet, “kızların kısa etek, kısa çorap ve kısa kollu gömlek giymelerini uygun görmediğini” belirtti. Bir tamim yayınlayıp daha kapalı giyinmelerini isteyeceğini söyledi.

Bunun üzerine Reşit Galip söz aldı:

“Yanlış düşünüyorsunuz beyefendi” dedi. “Bu bir geriliktir. Kadınlar eski durumda yaşayamazlar; inkılâplardan en mühimi, kadınlara verilen haklardır. Başka türlü, çağdaşlaşmakta olduğumuzu iddia edemeyiz.”

Sofra gerildi. Gazi, vekilini zor durumda bırakan bu çıkıştan pek hoşlanmadı.

“Bu konuyu uzatmayalım. Kısa çorap giyip giymemek çok önemli değildir, sonra tartışırız.” dedi. Ama Reşit Galip alttan almadı. “Af buyurunuz Paşam! Bu, inkılâp ve zihniyet meselesidir! Müsaade buyurursanız fikrimizi söyleyelim. Hatta daha ileri giderek diyeceğim ki; Sizin huzurunuzda bu sofrada inkılâpları zedeleyecek icraattan bahsedilmesi bile küstahlıktır, hoş görülemez.”

Reşit Galip’in tartışma yaratmasının özel bir nedeni vardı:

Halkevi’nde sanatı yaygınlaştırmak için tiyatro çalışmaları yapıyor, ancak sahneye çıkacak kadın oyuncu bulamıyorlardı. Buna gönüllü kadın öğretmenler için, Maarif Vekaleti’nden izin alamamışlardı. Reşit Galip,

“Bu kokuşmuş kafayla devlet yürümez” diye kestirip attı. Atatürk’ün kaşları çatıldı. “Sözlerinizde müsamahalı ve ölçülü olunuz.” diye çıkıştı. Herkes yaklaşan fırtınayı hissetmişti. Ama Reşit Galip bulutların üstüne gitti. 57 yaşındaki Milli Eğitim Bakanı’nı işaret ederek dedi ki:

“Devrimci devrimcidir; insanlar bir yaştan sonra ister istemez tutucu olurlar. Meclis’te bunca genç, idealist, bakanlık yapacak yetenekte insan varken, böyle yaşlı kimseleri Milli Eğitim Bakanı yapmak hatadır.”

Atatürk yeniden uyarma gereği duydu:

“Esat Bey yeteneklidir. Davamıza inanmıştır ve benim hocamdır. Beni okutmuş olması
sence bir değer taşımıyor mu?”

“Kusura bakma Paşam, taşımıyor! Okuttuklarının içinde sizin gibi bir devrimci çıkmış,
ama kim bilir nice tutucu da çıkmıştır.” Bunun üzerine Gazi’nin sabrı taştı:
“Bu sofrada hocama ve bir Milli Eğitim Bakanı’na hakaret etmenize müsaade edemem.” diye haşladı. Ama Reşit Galip sineceği yerde hepten üste çıktı:

“Devrimleri korumak için sizden müsaade istemiyorum. Hatayı yapan siz de olsanız,
sizi de eleştiririm. Mesela Rose Noir’a verdiğiniz 15 bin liralık kredi mektubu da,
siz yaptınız diye, hata olmaktan çıkmaz.”

İlk kez Atatürk’ün sofrasında Atatürk bu kadar sert eleştiriliyordu. Reşit Galip’in sözünü ettiği Rose Noir, Beyoğlu’nda, Rus karı-kocanın işlettiği bir barın adıydı. Atatürk bir gece oraya gitmiş, mekânın sahibi Madam Senya’dan “İş Bankası’ndan kredi alamıyoruz.” yakınmasını dinlemiş ve orada bir kağıda İş Bankası Genel Müdürü’ne hitaben “yardımcı olunması” isteğini yazmış, Rus çifte vermişti. Reşit Galip bu iltimas istemini eleştiriyordu. Atatürk bu kez kızmadı;

“Yoruldunuz, buyurun biraz istirahat edin.” diyerek kibarca Reşit Galip’i sofradan kovdu. Ama genç devrimcinin yılmaya niyeti yoktu. Yıllar yılı bir efsane gibi anlatılacak çıkışını o an yaptı:

 “Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz.
Burada oturmak sizin kadar benim de hakkımdır…”

Atatürk kendi fikirleriyle kendisini vuran bu genç adama baktı, sonra yanındakilere dönüp “Öyleyse biz kalkalım.” dedi. Sofradaki bütün heyet ayaklandı; Reşit Galip’i sofrada yapayalnız bırakıp çıktılar.
Bu müthiş sahnenin devamı daha da ibret vericidir:

Reşit Galip bütün geceyi Dolmabahçe Sarayı’nda pencere kenarındaki bir koltukta geçirir. Atatürk uyandığında Genel Sekreteri’ne Reşit Galip’i sorar.

“Sabaha kadar bekledi, mahcubiyetini size iletmemizi istedi. Ankara’ya gidecek kadar
borç para istedi. 25 lira verdik.” derler.

Atatürk “Ankara’ya gidecek adama 25 lira mı verilir? Bari benim hesabımdan birkaç yüz lira verseydiniz” der. Sonra “Cebinde beş parası yok, ama karakterinden taviz vermiyor. Parası yok, ama cesareti var.” diye ekler.

1932 sonbaharında Atatürk, Reşit Galip’in Ankara Radyosu’ndaki bir konuşmasını dinler;

“Devrimleri her yerde, herkese karşı savunacağız. Gerekirse babamıza ve çocuklarımıza karşı bile!” demektedir. Atatürk birkaç gün sonra kendisini yeniden sofraya davet eder. Hemen yanındaki sandalyeye buyur eder. O’nun yanına da, hocası Esat Mehmet’i oturtur. Ve orada yeni Milli Eğitim Bakanı’nın 39 yasındaki Reşit Galip olduğunu açıklar.

Rose Noir olayı

İş Bankası Genel Müdürü Muammer Eriş, Atatürk imzalı kağıdı alınca doğruca Dolmabahçe Sarayı’na gelmiş, Ata’nın ricacı olduğu krediyi vermeye kuralların uygun olmadığını bildirmiş, talebi reddetmiştir.

Reşit Galip’in bakanlığı yalnızca 13 ay sürdü. Bu sure içinde Darülfünun’da Üniversite reformunu başlattı. Öğretmenlere genel bütçeden maaş ödenmesini sağladı. Eşi Zubeyre Hanım’ın deyimiyle “deli gibi çalışıyor” ama Atatürk’e çıkışacak kadar ayarsız dili yüzünden her gün işe cebinde istifa mektubuyla gidiyordu. Aslında Atatürk’le araları iyiydi. O Gazi’ye “Paşam”, Gazi de ona “Doktor” diye hitap ederdi. Bir gün sofradan ayrılırken, Atatürk,

“Seni eve ben bırakacağım” demiş. Eve bırakınca O da saygıdan, “Ben de sizi uğurlayacağım Paşam” karşılığını vermiş. Ama kendisinin arabası olmadığından yürüyerek uğurlamış. O gece zatürree olmuş. Dinlenmesi tavsiye edilince 1933 Ekim’inde görevden ayrılmış.

1934 yazında Moda’daki bir deniz kazasında kızlarını kurtarmaya çalışırken akciğerlerini hepten üşütmüş. Bir mucize eseri kurtulduğu bu kazadan sonra ölümü bekleyerek, hastalığını izlemeye başlamış. Keçiören’deki bağ evinin kütüphanesine demir yatağını taşıtıp yedi ay kitaplar arasında yatmış. 1934’te, 41 yasında yaşama veda etmiş.

Öldüğünde cebinde 5 lira parası varmış.
Her sabah okul öğrencilerini güne başlatan “Türküm, doğruyum, çalışkanım” andı
var ya… kim kaleme almış biliyor musunuz?

Reşit Galip…

O andın 1933’ün 23 Nisan günü Reşit Galip’in kaleminden çıktığını,
eminim çoğumuz bilmeyiz.

Prof. Dr. D. Ali Ercan
ADD Bilim Kurulu Başkanı
19.9.2012

“Çocuk Çalıştırmanın En Olumsuz Biçimlerine Ait Bulgular 2012” ABD raporu


Dostlar
,

AKP Türkiye’sinden acı görünümler..

  • Yasa dışı çalıştırılan çocuk sorunu çözülemiyor.

2012 için TÜİK bu rakamı yaklaşık 1 milyon olarak (992 bin) vermişti.

ILO normlarına dayalı mevzuatımıza göre çocuklar ancak 8 yıllık zorunlu eğitimi (artık 4+4 olarak kesintili ne yazık ki!) tamamladıktan sonra çalıştırılabiliyor.
Başlıca çıraklık ve kalfalık eğitimi verilerek meslek edindirmek üzere..

Ama kazın ayağı hiç de öyle değil..

ABD kaynaklı rapor, ülkemiz adına üzüntü verici bilgiler içermekte..

ILO_Cocuklar_En_Kotu_Bıcımde_Calistiriliyor

(http://ahmetsaltik.net/arsiv/2013/10/ILO_Cocuklar_En_Kotu_B%C4%B1c%C4%B1mde_Calistiriliyor-300×225.jpg)

Sevgi ve saygı ile.
07.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

“Çocuk Çalıştırmanın En Olumsuz Biçimlerine Ait Bulgular 2012” ABD raporu

ABD’DEN ÇARPICI TÜRKİYE RAPORU

ABD Çalışma Bakanlığı’nın

“Çocuk Çalıştırmanın En Olumsuz Biçimlerine Ait Bulgular 2012” raporu

yayımlandı. Dünya ülkelerinde çocuk çalıştırma sorununun ülkeler ölçeğinde
ele alındığı çalışmada, Türkiye’de çocukların başta tarımdaki tehlikeli faaliyetler olmak üzere çalışmanın en olumsuz biçimlerine dahil edildiği belirtildi.

Raporda, Türkiye’de hükümetin çocuk çalıştırma ve yoksullukla mücadeleye dönük bir dizi programı desteklemesine karşın, çocuk çalıştırmayla mücadele edecek programa sahip olmadığı vurgulandı. Raporda ayrıca, 2013 başlarında ilan edilen bir ateşkes yürürlükte olsa da;

  • Türkiye’de çocukların Kürt militan gruplar tarafından
    silah altına alındıkları
    na ilişkin haberler bulunduğu belirtildi.

Raporun Türkiye’yle ilgili bölümünde yer alan saptamalardan kimileri şöyle:

  • Tarımda uzun saatler çalıştırılan çocuklar, ağır yükleri taşıyor ve
    yetersiz beslenme ile kimyasallara ve göç sırasında ağır strese maruz kalıyor.
  • Çocukların çoğunlukla aileleriyle birlikte gittikleri tarım işlerinde sağlık ve eğitime erişimleri sınırlı.
  • Türkiye’de çocuklar KOBİ’lerde marangozluk, araba ve ayakkabı tamiri,
    gıda işleme ve mobilya üretiminde çalışıyor.
  • Buralarda uzun saatler ve tehlikeli alet, makine ve kimyasallarla çalışmak
    risk oluşturuyor.
  • Roman çocukların çoğunlukla kimlik belgeleri yok ve sonuç olarak kendilerini e
    n olumsuz koşullarda çalışmaktan koruyacak eğitim gibi kamu hizmetlerinin dışında kalıyorlar.
  • Çalışma Yasası, çocukları tehlikeli çalışma koşullarına karşı hukuki korumadan yoksun ve kırılgan bırakıyor. (ANKA, 7.6.13)