Kategori arşivi: Hekim Saltık

TTB’den uyarı : Torba Yasanızı Geri Çekin..

TTB’den uyarı : Torba Yasanızı Geri Çekin..

Dostlar,

  • AKP iktidarı dış güdümle istenen yasal düzenlemeleri pervasızca yapıyor..

IMF-DB rotasından çıkamıyor.. Bu kurumlar da çok iyi bilindiği üzere
küresel sermayenin maşaları..

  • AKP içeride hiçbir demokratik işbirliğine yanaşmıyor..

Geçtiğimiz hafta 2 kez Sağlık Bakanlığı önünde idik..

Basın açıklaması ile ne istediğimiz / istemediğimizi belirttik..

Bakanlığı demokratik işbirliğine çağırdık.. Demirden parmaklıklarına beyaz çelenk bıraktık çooook sayıda polisin oruduğu..

Hepsi boşuna..

Kör kör gözüm parmağına..

Aşağıda TTB’nin bir çığlığını daha paylaşıyoruz..

Son Torba Yasa tam bir tutsaklık düzeni, kölelik rejimi pekiştirmesi yapıyor..

“tam bir tutsaklık düzeni-kölelik rejimi” getiriyor demiyoruz..
Bunlar zaten SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM kapsamında 10,5 yıldır yaşama geçirildi..

Şimdi sıra sermayenin ölçüsüz kazanımlarını pekiştirnede.. Konsolidasyon aşaması..

Yazık oluyor Türk Sağlık Sistemine.. Çalışanlarına, donanımına, töre ve geleneklerine..
İnsandan, hastadan, emekten yana ne varsa yazık oluyor..
Gerçekte AKP’ye de yazık olacak..
Çünkü bu terazi bunca ağırlığı (sıkleti) çekmez..
Teper, biryerlerden patlar..
Sağlık çalışanları ateş üstündedir.. Sokaklardadır..

  • AKP iktidarı hiç ama hiç ülkenin / halkın iktidarı olmayacak mıdır??

Tarihsel kritik soru ve sorun budur.. ve muhatabı özellikle AKP yöneticileri ve seçmenlerinedir sözümüz, uyarımız.. Encamınız hayır ola..

Sevgi ve saygı ile.
3.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Tıklayınız...

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM!


10. Yılında SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM…

Dostlar,

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM” (Health Transformation) politikası Haziran 2003’te
ilk AKP hükümetince yürülüğe kondu.

DB ve IMF politikası olduğunu artık bilmeyen yok, reddeden de..

AKP hükümeti 14.11.2002’de kuruldu ve 6 ay sonra da kolları sıvayarak,
Atlantik ötesinin istemlerini, onların uzmanlarının açık yönetiminde
uygulamaya koymaya başladı.

Prof. Dr. Recep Akdağ, 10 yılı aşkın süre Cumhuriyetin en uzun Bakanlığını yaptı
ve bu programa gövdesini siper etti.. Gözü kara uyguladı ve savundu..
Başbakan RT Erdoğan’ı da ikna etti..

Ulusal uzman ve kurumları hiç ama hiç dinlemedi.

“Program” IMF-DB-AB-ABD güdümünde kaskatı uygulandı ve 11. yılına girdi..

AÜTF’da (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi) Halk Sağlığı Anabilim Dalımızda
(Sağlık Hizmetlerinin Politikası – Yönetimi – Ekonomisi ve Toplum Sağlığını koruma, Koruyucu Sağlık – Tıp – Hekimlik hizmetleri) elbette bu süreci özenle izliyoruz ve makaleler, raporlar, konferanslar, seminerlere konu ediyoruz..

Ancak dinleyen yok..

Sağlık Bakanı’nın değişmesiyle de değişen birşey -doğallıkla- yok..
Yeni bakan Dr. Mehmet Müezzinoğlu da tam biat ile iman etmiş durumda
tam anlamasa da olup biteni..

Başbakan RT Erdoğan‘ı soracak olursanız;

  • “Şehir hastaneleri fakirin rüyası” dır..

Gerçeği tam da ters yüz eden bir illüzyonu topluma dayatan bir acımasız retorik (takiyye) ile.. Halkın vergileri ile ülke topraklarında, Hazine arazilerinde
Anayasa’ya aykırı ayni hak tesisi (üst hakkı tanınması), bunun BEDELSİZ olması,
bu binalarda devletin 30 yıl kiracı olmayı yükümlenmesi (taahhüt etmesi),
inşaat ihalelerinin Kamu İhale Yasası dışında tutulması, yapılacak hastanelerin bedellerinin aşırı şişirilmesi, yandaşlara ihale edilmesi ve üstüne üstlük,
yaratılacak hastane kapasitelerinin (Ankara’da Etlik ve Bilkent’te toplam yaklaşık
7000 yatak!
) %70 doluluğunun da Hükümetçe güvencelenmesi..
Yatak işgal oranı bu oranın altına düşerse farkı Hazine karşılayacak..

Bunlar, ilgili yasal düzenlemede yer alan hükümler..

İpler, Atlantik ötesinde trajik müttefikin İkiz Kız Kardeşlerinin
(The Twin Sisters; The World Bank and The IMF) elinde küresel sermaye adına.

Konuyu, AÜTF‘de 6. sınıf öğrenclerimize (İntörn Dr.) 1 aylık Halk Sağlığı stajı sonunda dönem sonu semineri olarak ödev verdik.

Sevgili İnt. Dr. Osman BÜTÜN ve İnt. Dr. Merve BULUT çalıştılar ve
aşağıda sunduğumuz 51 yansıdan oluşan emekli ve yoğun sunuyu hazırladılar.

Sağlık sektöründe olup biten kritik gelişmeleri özüyle kavrayabilmek için okunmasını, okutulmasını, paylaşılmasını, tartışılmasını, politikacıların da bilgi ve ilgisine taşınmasını dileriz..

Lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

Saglikta_Donusum_Kasım_2013

Sevgi ve saygı ile.
2.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

DÜNYA NÜFUSU

Dostlar,
Dünya ve Türkiye Nüfusu hakkında Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan hocamızdan
nefis bir derleme daha..Özenle okunması ve gereklerinin yerine getirilmesi dileğiyle..

Sn. Ercan’a da kafa yorduğu, çoook nitelikli emeğini paylaştığı için şükranla..Sevgi ve saygı ile.
1.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=======================================

  • Bu yazı, en az 3 çocuk isteyen politikacılara ithaf olunur. æ
DÜNYA NÜFUSU

Portresi_gulumseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

 

Değerli arkadaşlar,

Dünya Nüfusu beklenenden çok daha hızlı artıyor!
Bu gidişle 2050’de 10 milyar sınırına (Türkiye nüfusu 115 milyona) dayanacak. 

Dünyada Ortalama İnsan ömrü de son elli yılda 48’den, 68’e çıktı; 2050’ye dek 75’e ve hattâ 2100’de 85’e çıkabileceği kestiriliyor.

Bugünkü Dünya nüfus artış hızı binde 11 (% 1,1) dolayında, yani günde 210 bin kişi artıyor Dünyadaki insan sayısı. (Türkiye’deki artış günde ~3 bin, yıllık artış ~1 milyon; ortalama yaşam süresi 66 yıl.)

Nüfus artışını dizginlemek konusunda hiçbir ciddi girişim yok!

Dünya Devlet yöneticilerinde sanki “elle gelen düğün bayram” yaklaşımı egemen.

Bu dizginlenemeyen nüfus ve tüketim ve çevre yıkımı, bu pervasız gidiş 2050-2100 arasında önlenemez afetler zincirini harekete geçirecek, sonuçta Dünya nüfusunu
10 milyardan 2 milyar düzeyine indirgeyecektir…

50 yıl gibi kısa bir sürede 8 milyar insanın yeryüzünden silinişi demek, açlık, susuzluk, salgın hastalıklar, terör vb. nedenlerle her gün ortalama 440 bin kişinin ölümü demektir. Bu kıyımda Türkiye’nin de payına günde ortalama 5 bin ölüm düşecektir (şimdiki ölüm sayısının 3 katı veya ölüm oranının 2 katı!)

Son 200 milyon yıllık evrede, yani sıcakkanlı canlıların yaşama geçtiği dönemde atmosferdeki CO2 derişimi 300 ppm (% 0,03) düzeyini ve ortalama sıcaklık 17 C dereceyi hiç aşmamıştı. Bilinçli(?) sandığımız İnsanoğlu bu kırmızı çizgiyi aşmayı becerdi. Şu anda CO2 derişimi 400 ppm oldu; ortalama sıcaklık 16 dereceye doğru tırmanıyor. 2100 yılına dek 2 derecelik bir artış geriye dönüşü olanaklı olmayan bir
sera etkisini tetikleyebilir ve Dünyamız uzun erimde Venüs gibi “Yaşam düşmanı bir Gezegen”e dönüşebilir.

Milyonlarca yıl önce ortalama yüzey sıcaklığı ~60 derece olduğu ve sera etkisi sarmalına girdiği düşünülen Venüs’ün yüzeyinde, bugün kurşun, kalay, çinko gibi madenleri bile eritecek yükseklikte (460 derece) sıcaklık var; yani mutlak yaşam düşmanı bir ortam.

İnsansı atalarımızın evrimi her ne denli 2 milyon yıl önceye gitse de, gerçek atalarımız, taksonomik adıyla Homo Sapienslerin, yani ateşi denetleyen, alet yapan akıllı insanların sahneye çıkışı 200 bin yıl önceye dayanıyor. Son 200 bin yılda toplam 120 milyar insanın bu gezegen üzerinde yaşamış olabileceğini hesaplıyoruz. Takvim başlangıcı olarak alınan Milat noktasında (İsa’nın Doğumu) Dünya nüfusu yaklaşık 100 milyon yordanıyor. 1 milyon sınırı da herhalde MÖ 5000’lerde aşılmıştır. Başlangıçta
belki birkaç yüz bin olan Homo sapienslerin 200 bin yılda ancak 100 milyon rakamına erişebilmesi ortalama yıllık nüfus artış hızının “neredeyse sıfır” (milattan önceki son
5 bin yılda ~ binde 0,9)
 olduğunu gösteriyor.

Bir başka anlatım ile insanlar on binlerce yıl boyunca çok zor koşullar altında,
adeta bıçak sırtında yaşayarak, türün sürmesini sağlayabilmiştir. Ortalama yaşam süresinin 30 yıl dolayında olduğu bu uzun dönemlerde kadın başına ortalama çocuk sayısı herhalde 2,1’i geçememiştir (Doğan çocukların belki yarısı 1 yaşına gelmeden ölüyordu!) Bu bakımdan, Dinlerin olabildiğince çok çocuk doğurmayı öğütlemesi, kutsallaştırması, türün sürmesi bakımından yerinde (makul) bir davranıştı;
ama çağımızda “2’den çok çocuk” geçerliliğini çoktan yitirmiş,
üstelik İnsan yaşamını tehlikeye sokacak bir davranış biçimi olmaya başlamıştır.

DUNYA_NUFUSU

Son 2 bin yıl içinde Dünyada yaşamış toplam insan sayısını da yaklaşık 20 milyar olarak hesaplıyoruz. Önceki dönemlere kıyasla, 20 kez daha yüksek oranda bir nüfusun varlığı, yaşam koşullarının insan yararına çok değişmiş olduğunu gösteriyor.
Bu dönemde ortalama yaşam süresi de 30 yıldan 40’a doğru yükselmiştir. Gerçekten de ateşin kullanımı (besinlerin pişirilmesi), hayvanların (köpek, at, koyun, sığır…) ehlileştirilmesi, tarım, tekerlekli arabalar kullanılarak uzak noktalara erişim (kitlelerin birbirinden uzakta bulunuşu, salgın hastalıklarda bir kezde büyük ölçekli kıyımı önlemiştir) olanağı, sabunun bulunması, güvenli barınaklar, vs. vs. yaşam koşullarını iyileştirmiş, dolayısıyla nüfusun belirgin artışına neden olmuştur. Milat’ta ~100 milyon olan nüfus, 1800’lerde 1 milyar sınırını aştı. Ortalama yaşam süresinin yaklaşık 40 yıl olduğu bu dönemde yıllık nüfus artış hızı binde 1-2 oldu; çok yüksek değil, ama yine de Milat öncesine kıyasla oldukça yüksek bir rakam sayılır.

14. yüzyıldaki büyük veba salgını Anadolu’da ve Avrupa’da önemli bir kırım
yarattıysa da, nüfus gelişimi sürebildi. 1800’ler sonrası “Endüstri Çağı” denen bir furya dönemine girdi insanlık ve nüfusta “patlama” başladı…1800-1950 arası
yıllık nüfus artış hızı binde 6 ve “Elektronik Çağ” denen 1950-2000 arasında da ortalama binde 19 oldu. 2000 sonrası Nüfus artış hızında bir azalma olduğu görülüyor. Bugün için “Robotik Çağda” Dünya Nüfus artış hızı binde 11’e doğru gerilemiş durumda.

Nufus_artis_hizi

Türkiye genelinde yıllık nüfus artış hızı, 2013’te binde 13 ama Doğu Anadolu’da yaşayan belli bir halk kesiminde hâlâ binde 20’lerde bir nüfus artış hızı sürüyor. Bu bölgede
k
adın başına çocuk sayısı 3’ten büyük. Öte yandan Türkiye’nin orta ve batı bölgelerindeki nüfus artış hızı binde 11, yani Dünya ortalamasına eşittir. (%22×20+%78×11=13) 

Bugün Dünya nüfusu 7,2 milyarı aşmış durumda; yani Gezegen üzerinde 200 bin yıldan bu yana yaşamış olan tüm insanların % 6’sı (16’da biri) şu an yaşıyor durumda.
Ancak Gezegenimize etki derecesine bakacak olursak, şimdiki insan, kaynakları tüketmek ve çevreyi yıkıma uğratk bakımından, 50 yıl önceki insana göre 2 kat,
100 yıl önceki insana göre 4 kat, 200 yıl önceki insana göre 8 kat ve hatta 2 bin yıl önceki insana göre 16 kat daha ağırlıklıdır. 2 bin yıl önceki yaşam koşullarıyla 120 milyar insan yaşıyormuş gibi, sanki bu gezegen üzerinde gelmiş geçmiş tüm insanlar
hâlâ yaşıyorlarmış gibi, onların geçmişteki ağırlıklarını bugün sürdürüyoruz.

Dünya buna çok dayanamayacak ve er ya da geç sırtındaki yükü atacaktır.

22. yüzyılı yaşayanların anılarında, “öngörüleri yanlış çıkmış olmak” dileğimle
ve Sevgilerimle. æ (1.12.13)

Dünya Ortalama Nüfus artış hızı (binde):

MÖ 5000 – M…0,9

M -1800………..1,3

1800 -1950……6,0

1950 – 2000..19,0

2000 – 2013…15,0

2013 – 2050… 9,0

2050 – 2100… -32  (büyük kıyım!?)

Ankara Tabip Odası : Bir torba ile daha karşı karşıyayız.

ATO_logosu

Değerli Meslektaşımız,

Bir torba ile daha karşı karşıyayız. 

Memleketi torbalarla, heybelerle, hukuksuz yasalarla yönetmeye doyamadılar.

TTB’nin çağrı üzerine Türkiye’nin dört bir yanından gelen tabip odası başkan ve temsilcileri yarın (30 Kasım Cumartesi günü) 13:30’da Sağlık Bakanlığı önünde toplanarak bu yasayı protesto edecekler.

Bu yasayla;

Alın terimiz, göz nurumuz, meslek onurumuz olan diplomamızı yırtıp atıyorlar.

Artık Bakan’dan izin almadan tek bir hasta dahi bakmaya hapis cezası öngörülüyor!

Yurtdışından gelen hekimlere mecburi hizmet kaldırılıyor!

Aile hekimlerine angarya nöbet konuyor!

Öğretim üyesinin emeği sermayeye peş keş çekiliyor!

İşyeri hekimliği için eğitim şartı kaldırılarak çalışan sağlığı işverenin insafına terk ediliyor.

Hekim emeği her alanda bir kez daha değersizleştiriliyor.

Torbalar Meclis’e geliyor, parmaklar kalkıp iniyor,
sermayenin heybesi dolup taşıyor.

Değerli Meslektaşımız,

Sizi yarın (30 Kasım Cumartesi günü) 13:30’da 

Sağlık Bakanlığı önünde TTB Merkez Konseyi Başkan ve üyeleriyle,

Türkiye’nin her yanından gelen Oda başkan ve temsilcileriyle

birlikte olmaya ve

bu yasaya itirazımızı bir kez daha dile getirmeye davet ediyoruz.

Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu

İLAÇÇILARIN PATRONU KRAL ÇIPLAK DEDİ VE KIYAMET KOPTU!

Dostlar,

“İlaç sorunu” ülkemizin yakıcı sorunlarının başlarında gelir..

Örn. Türkiye, ilaç için Ulusal gelirinin yaklaşık %2,1’ini harcayan bir ülke olarak
Dünyada en başlarda gelmektedir. Bu oran ABD’de bile % 1,5 dolayındadır.
Toplam Sağlık giderlerinin 1/3’ü dolayında bir kaynak salt ilaca girmektedir!
Türkiye’nin Silahlı Kuvvetleri’ne ayırdığı pay ise yine Ulusal Gelir’in %2,3’ü dolayındadır. İlaç ve savunma giderleri başabaş gibidir!

Elbette bir de “nitelik” sorunu ve sektörün yüksek kazanç payları söz konusudur.
Sektör, kazanç payını ya da nominal tutarını beğenmediği ilaçları (Öksüz ilaç!) üretmekten kaçınmakta ve etkili bir yaptırım da görmemektedir.

Konuya ilişkin olarak sitemizde kapsamlı bir “Rapor” a daha önce yer vermiştik :

AB Sürecinde Türk İlaç ve Eczacılık Politikaları / Turkish Policies on Drug and Pharmaceuticals within EU Accession Process

(http://ahmetsaltik.net/2012/06/06/ab-surecinde-turk-ilac-ve-eczacilik-politikalari-turkish-policies-on-drug-and-pharmaceuticals-within-eu-accession-process/, 6.6.12)

Elazığ Cüzzam Hastanesi Başhekimi iken (1980-82) yürüttüğümüz uluslararası
çok merkezli bir çalışmada, Rifampisin‘i denemekteydik. Çalışma başarılı olsaydı Cüzzamlı (Lepralı) hastalar yağam boyu ilaç almak yerine 1-2 yıllık bir ilaç sağaltımı ile iyileşebileceklerdi. Ancak, Rifampisin verdiğimiz  hastaların idrarları bir türlü kırmızıya boyanmıyordu. Hemşirelerimiz kapsülleri bizzat veriyor, hastaların başında durarak içiriyorlardı. Sonra ağızlarının içine, dil altına bakıyorlardı. Rifampisin kapsüller yutuluyor ancak idara kırmızı olmuyordu!?

Sonunda, bu ticari preparatı Ankara Refik Saydam Hıfzıssıha Enstitüsü‘ne
“etkinlik saptamasına” (aktivite tayinine) yolladık. Malesef “SIFIR ETKİNLİK” yanıtı geldi! Yani ya kapsüller hiç Rifampisin içermiyordu, salt dolgu maddesiydi ya da
daha yüksek bir olasılıkla ilacın etkinliği sıfırlanmıştı.. (kullanım süresinin dolması, uygun olmaya saklama koşulları vb.)..

Yeni ilaçlarla çalışmayı sürdürmüş ve başarıl sonuçlar almıştık.
Şimdi bu rejim kullanılmakta Cüzzam (Lepra) hastalarımızın sağaltımında..

Öte yandan yeni ilaçlar yüksek teknoloji ürünü ve çoook pahalı..
Bu gidişle, önümüzdeki birkaç onyıl içinde birçok ülke salt sağlık giderleri yüzünden ekononomik iflasla karşı karşıya kalabilir.

Bu bağlamda alınacak Farmakoekonomik önlemlerin başında yerli üretim
(Ulusal İlaç Sanayisi!) ve KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİ geliyor!

Bu politika ise serbest piyasanın işine gelmiyor.
Sonuçta gelişmekte olan (sonra gelişmişler de!) ülkeler 40 katır ya da 40 satır
ile yüz yüze..

*****
Aşağıda, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı’ndan emekli ve yaşamını bu konulara adamış saygıdeğer Prof. Dr. Cankat TULUNAY hocanın çok öğretici ve uyarıcı bir makalesini paylaşıyoruz..

Kamuoyu bu soruna da sahiip çıkmalı ve AKP iktidarı ivedilikle kimi adımlar atmalı.
Gecikirse kendisi de altında kalır..

Sevgi ve saygı ile.
28.11.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=============================================

İLAÇÇILARIN PATRONU KRAL ÇIPLAK DEDİ VE KIYAMET KOPTU!

Cankat_Tulunay
Prof. Dr. F. Cankat Tulunay


Avrupa Klinik Farmakoloji Birliği Onursal başkanı ve
Türkiye Akılcı İlaç Kullanım Platformu Başkanı

Bizim kezlerce ilaçtaki nitelik (kalite) sorununu gündeme getirmemize karşın yetkililer ancak kös dinlediler. Birkaç gün önce Aİ patronu ve Türkiye İlaç İşverenleri Sendikası başkanı Sayın Nezih Barut’un Türkiye’de 2. kalite ilaç olduğunu açıklaması taşları yerinden oynattı. Barut, ‘İlaç sektöründe denetimin artması gerektiğini, firmalar arasında ciddi kalite farklılıkları oluştuğunu’ söylüyor.

İkinci kalite ilaç Türkiye için yeni bir olay değil,
yenilik bunun ilaç Sanayisinin en yetkili kişisi tarafından açıklanmış olması..

Türkiye’de yıllardır kimi TİTC Kurumu ne iş yapsa firmalar ilk ruhsat aşaması ve kalite kontrolu sırasında A Grade hammadde kullanır, ruhsat aldıkan sonra D, E Grade
ham madde kullanmaya başlarlar. Bunu ünlü bir Alman hammadde üreticisinin patronu yıllar önce söylemişti…

Türkiye yol geçen hanı mı ki her türlü hammadde denetimsiz olarak ülkeye giriyor?…

Türkiye’de ilaçta ciddi bir kalite kontrolü olduğunu söylemek çok zordur

Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi‘nin üç öğretim üyesi tarafından Farmakope’ye aykırı bulunan bir ilaç, bütün uyarılara karşın İEGM tarafından görmezlikten gelinmiş ve halen piyasada satılmaktadır. Bu konuda 10.7.2009’da
firma genel müdürüne sorduklarımız halen cevapsızdır. (Detaylarını http://www.klinikfarmakoloji.com/index.php?q=node/973 vehttp://www.klinikfarmakoloji.com/index.php?q=node/607 de bulabilirsiniz).

Bu ülkede sahte biyoyararlanım sertifikaları ile ruhsat alan ilaçlar
henüz unutulmadı. Bunlar ne ceza aldı? Hepsi örtbas edildi… Biyoyararlanım şartı kaldırılarak ruhsat verilen ilaçlara kim izin verdi?… Ampirik formüllerle yapılan topikal ilaçlar nasıl ruhsat alıyor?… Vajinal bir ovüldeki etken madde dozlarını hiçbir bilimsel kanıt ve klinik çalışma olmadan iki katına çıkartanlar nasıl ruhsat alıyor?..

Yılda kaç ilacın piyasa denetimi yapılıyor?.. Bağımlılık (İptila) yapan kodeinli ilaçlar
hiçbir uyarı taşımadan serbestçe-reçetesiz satılıyor mu?.. Üç-dört kez, bozuk kalitesi dolayısı ile piyasadan toplatılan antibiyotiğin ruhsatı neden iptal edilmiyor?…

  • Yeşil sermayenin korunduğu ve daha kolay ruhsat aldığı dedikoduları
    doğru mudur?..
  • Neden hiçbir ülkede geri ödeme kapsamında olmayan ilaçlar Türkiye’de
    geri ödenmekte?..
  • SGK nasıl oluyor da, kendiliğinden, olmayan endikasyon icad edip bazı ilaçları geri ödeme kapsamına alıyor?…
  • Sanayii temsilcileri geri ödeme kurumunda ne arıyor?
  • Başka ülkelerde bunun örneği var mı?..

    Soruları sayfalarca uzatabiliriz ama hiçbirine, şimdiye dekolduğu gibi,
    yant alamayız. Böyle başa böyle traş…

“İlaçta ikinci kalite yoktur!” diyenler şimdi neredeler? Biz söylediğimiz zaman kıyameti koparanlar dut yemiş bülbül örneği.. Yıllar önce kimi firmaların Ranitidin‘lerinin araştırmasını yapıp bozuk olduklarını İEGM ne bildirdiğimizde ne yaptılar? (en bozuk ilacı üreten firmanın genel müdürü, bir bakanlık genel müdür yardımcısın akrabası çıktı ve iş kapatıldı).. Bozuk ilacın belli olmaması için draje kaplamasını badem şekerinden kalın yapan firmaları görmedik mi?… Altı ayda aktivitesi sıfır olan Omeprazol‘ün bilgileri yayınlandığında dünyaya rezil olmadık mı?… Bunlar hep unutuldu..

Sağlık Bakanımız Müezzinoğlu herhalde henüz Türkiye’yi tam olarak tanıyamadığından veya bakanlık yetkililerinin yanlış bilgilendirmesinden olacak,
Nezih Barut’a yanıtında “Türkiye, uluslararası standartları izleyen,
bunun denetimlerini yapan bir ülke. İlacın kalitesi ‘şu nedenle arttı’ veya ‘standardı düştü’ demek kamuoyunu yanlış bilgilendirmeye girer.” diyor.
Bunun yanıtını vermesi gereken TİTCK başkanıdır. Kurum Başkanı Dr. Saim Kerman basına yaptığı açıklamada:’ ilaçta kalite, güvenilirlik ve etkinliğin vazgeçilmez özellikler olduğunu, bu özellikleri taşıdığı bilimsel olarak kanıtlanan ilaçların Kurum tarafından ruhsatlandırılarak piyasaya arz edildiğini bildirdi. Türkiye’deki ilaçlarda
ikinci kalite seçeneği bulunmadığını, ruhsatlandırma öncesi “İyi Üretim Uygulamaları (GMP)” denilen uluslararası standartlarda üretilip üretilmediği kontrol edilen ilaçların, piyasaya sürüldükten sonra da kalite denetimlerinin yapıldığını belirtemekte’.

Herhalde O da aksini söyleyecek değil!!! Kurum başkanına tekrar soruyoruz:

TÜRKİYE’de SENEDE KAÇ İLAÇIN PİYASADA KALİTE KONTROLU YAPILMAKTADIR? (TÜRKİYE’de RUHSATLI İLAÇ SAYISI 10.000 DOLAYINDADIR, HER BİRİNİN SENEDE ORTALAMA 3 KEZ İMAL EDİLDİĞİNİ VARSAYARSAK, 30.000 PARTİ İLAÇ ÜRETİDİĞİ ORTAYA ÇIKAR). TİTCK başkanının açıklamalarına göre: ‘Etken madde miktarı nedeniyle piyasadan çekilen ilaçlar Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 2010′da etken madde miktarı yönünden 3 ilaç (5 parti), 2011′de 1 ilaç (10 parti), 2012′de 2 ilaç (2 parti) ile ilgili geri çekme işlemi uygulandı. 2013′de ise bugüne dek etken madde miktarı yönünden geri çekilen ilaç bulunmuyor.’ Etken madde dışındaki bozukluklar ne kadar? ABD bile bu başarıyı sağlayamıyor!!!.. Öbür yandan Hürriyet gazetesinden Meltem Özgençin haberine göre Bilim Teknoloji ve Sanayi Bakanı Nihat Ergün CNN’e yaptığı açıklamada:

“Evet, şimdiye dek fiyatı ucuzlatarak ilaç ihtiyacımızı karşılayalım,
ciddi sosyal güvenlik açıkları veriyoruz ama bu yavaş yavaş ilaç firmalarının da taşıyamayacağı bir yük haline gelmiş durumda… Çünkü bahsedilen yakınmalar bir süre sonra artmaya başlar. Haklı bir yakınma çünkü ilacın kalitesinde yavaş yavaş düşmeler olabilir. Geçmişte yaşadık biz hatırlarsanız SSK hastaneleri ilaçları da kendi içindeki eczanelerden veriyordu ilaçları. Ve bu ilaçlarla ilgili
en büyük yakınma, tedavi etmeyen ilaçlar bunlar. Neden SSK ucuza ürettirmek istiyordu. İçindeki etken maddenin en az olduğu ilaçlar olarak eczanelerde
yer alıyordu. Fiyat konuları bir müddet sonra yatırımları önleyen, AR-GE yapılmasını yeni ilaçlar geliştirilmesini önleyen hatta ilacın kalitesini azaltan etkiler meydana getirmeye başlamışsa o zaman bu fiyat politikasını gözden geçirmenin zamanı gelmiştir.”
 diyor. Bilim ve Sanayi Bakanı Nezih Barut ile
aynı kanaatte…

BİR ECZACI ARKADAŞ SORUYOR:

‘İçinde 100 adet tablet bulunan “Levotiron” tableti miadı dolmasına 1 ay kala satarsanız, SGK satışı kabul eder. Peki hasta bir ay sonra kalan öbür 70 adet tableti içsin mi içmesin mi ?? “İçsin” derseniz, aynı biçimde 20 adet WYZ flakonu miadı dolmaya 2 gün kala hastaya satacak olursanız SGK satışı yine kabul edecektir.
Peki hasta kalan 18 flakonu vurulsun mu vurulmasın mı ??’ BİZ DE SORALIM:

‘Miyadı dolmuş ilaç kullanılabilir mi?’..

Bu durumda SGK kâr mı ediyor, zarar mı ediyor? (Bilmeyenler için ipucu verelim!!!! Uygun tedavi edilmeyen hastalıkların sonraki maliyetleri çok daha yüksektir.)

Sayın Nezih Barut’un en önemli itirazı kur farklarının verilmemesidir. 2009’dan beri devlet ilaç için Euro’yu 1.9595 olarak kabul ediyor ama aylardır gerçek Euro kuru
2.7 TL dolayında. Bakanlar Kurulu kararnamesine göre belli bir süre kur artışı olduğunda ilaç fiyatlarının da artması gerekiyor ama Maliye bunu kabul etmiyor.
Nezih Barut’un demecine yanıt veren Başbakan yardımcısı Ali Babacan:’
2009 yılından bu yana yapılan global bütçe uygulamasında enflasyon farkı verildiğini belirterek, “Kurun hiç artmadığı hatta gerilediği yıllarda bile o yılın enflasyonu verildi. Sektörden gelen taleplerde ‘Biz enflasyon farklarını aldık, bir de ayrıca kur farkını alalım’ diyorlar. Bunun karşılanması mümkün değil, gerçekçi değil. Bizim global bütçemiz ne ise o devam edecek. ‘İlaç fiyatı düştü, kaliteden çal’ gerçekçi değildir, Devlet bunun denetimini yapar” cevabını verdi’.

Sonuç: İlaççılar bu sene de kur farkı alamayacaklar. Herhalde o zaman piyasaya
3. ve hatta 4. sınıf ilaçlar verilecek!!!.. Bu arada yeni ilaç fiyat kararnamesi ile ilgili çalışmalar da devam ediyor… İlaç firmaları bir yandan kârlılık kalmadığından,
zarar ettiklerinden ağlaşırken, öbür yandan adını sanını duymadığımız mantar gibi
ilaç firması türüyor. Nezih Barut’un açıkladığına göre bugün Türkiye’de 300 dolayında ilaç firması ve 68 ilaç üretim tesisi var.

Soru 1: Eğer bu sektör karlı değil ise neden mantar gibi, yeni firmalar ortaya çıkıyor?

Soru 2: Devamlı zarar ettiği söylenen bu sektörde 2009’dan beri iflas eden
herhangi bir firma var mı?

Soru 3: Hangi üretim tesisi tam kapasite çalışıyor? Atıl kapasite oranı nedir?
Atıl kapasitenin ceremesini kim çekiyor?

Soru 4: 12 Hammadde üretim tesisi kaç hammadde üretiyor?

Soru 5: Bir taraftan maliyetleri düşürmek için yatırımları ertelediğini, yüzlerce kişiyi
işten çıkarttığını söyleyen ilaç sektörü, halen nasıl oluyor da 7 yıldızlı otellerdeki kongrelere binlerce lira yatırıyor?

Soru 6: Kârsız, hatta zarar eden yerli ilaç firmalarını yabancı ilaç firmaları veya yatırımcılar neden alıyor? Türkler mi bu işi bilmiyor, yoksa yabancılar mı çok aptal???!!

Soru 7: Bu kadar zor durumda olan sektör bire 10, bire 50 mal fazlalarını nasıl veriyor?

Soru 8: Karlılık azaldığı için ilaç firmaları Ar-Ge yapamaz durumda deniyor.
Türkiye’deki yabancı firmaların bir bölümünün Ar-Ge yatırımları gazete sayfaları ve
TV’lerde yayınlanıyor. Onlar bu işi nasıl yapıyor? Daha önemlisi ilaç sanayisinin
altın dönemlerinde, % 500 karla (!) çalıştığı dönemde yerli firmalar hangi Ar-Ge yatırımı yaptı. Bugün bile formül geliştirme dışında hangi ciddi Ar-Ge faaliyeti var? Birçok firma Ar-Ge için TÜBİTAK dahil, devlet kurumlarından aldıkları paraları nerelere harcadılar?

İstanbul Eczacı Odası’nın bildirimlerine göre 61’i kanser ilacı olmak üzere 310 ilaç piyasada bulunmamakta. Sağlık Bakanlığı bu konuda acz içinde, piyasadan
kasıtlı olarak çekilen veya üretilmeyen ilaçlara bir çözüm bulamamakta;

bunların ruhsatlarını dahi iptal edememektedir. Yakında piyasada bulunmayan (üretilmeyen veya ithal edilmeyen) ilaç sayısı daha da artacak ve hastalar onlarca
kat daha çok ödeyerek bunları yurt dışından getirtecek, TİTCK yurt dışından getirilecek ilaçlar için liste üstüne liste yayınlayacaktır ve şu anda olduğu gibi, SGK da bunları
paşa paşa ödeyecektir.

SONUÇ

1. İlaç kalitesi konusunda konuşabilecek en yetkili kişilerin başında Sayın Nezih Barut gelir. Herhalde bir pratisyen hekimden daha fazla ilaçta kalite ve kalite kontrolünü bilir. Yüz senelik bir firmaya senelerini vermiş Türkiye’nin en büyük ilaç sanayicisi ve İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası başkanı. Yalnız Türkiye’de değil, birçok ülkede ilaç satmakta. Bu ve başka nedenlerle Nezih Barut’un söylediklerini reddetmek yerine yetkililer takkelerini önlerine koyup sorunlara çözüm bulmak zorundadırlar.

2. İlaç Fiyat Kararnamesi acil olarak değiştirilmeli, hastaların ve geri ödeme kurumlarının zarar görmesi önlenmelidir. SGK kendi kusurlarını görmeli,
akılsız ilaç kullanım politikasını değiştirerek tasarruf etmelidir.
İlacın tüm maliyeti sanayicilere ve eczacılara yüklenmemelidir.

3. SGK bir an önce Farmakoekonomiyi öğrenmeli ve geri ödemeleri farmakoekonomik ilkelere göre yapmalıdır. Dünyanın hiçbir ülkesinde geri ödemesi olmayan, OTC ürünleri bile geri ödemekten vazgeçmelidir.

4. SGK kendi kafasına (!) ve kimi firmaların çıkarına göre ödeme yapacağına,
bütün Dünyaca kabul edilen terapötik rehberlere göre geri ödeme yapmalıdır. Örneğin hipertansiyon tedavisinde ACE inhibitörlerinin ARB’lerden farksız olduğu binlerce kez gösterildiği halde, neden halen çok daha pahalı ARB ve kombinasyonları geri ödeme listesindedir?? Neden antipsikotikler Türkiye’de endikasyon dışı kullanımlarda geri ödenmektedir. ABD’de daha çok yakın zamanda Risperdal’i endikasyon dışı pazarladığı için Johnson & Johnson 2.2 milyar $ ceza aldı.

5. TİTC Kurumu her ilaca ruhsat vermekten vazgeçmelidir.

Örneğin 2012 ve 2013 yıllarında ruhsat alamayan kaç ürün oldu?
Türkiye gittikçe bir ilaç çöplüğüne dönmekte;

  • Ucuz ilaçlar piyasadan kalkarken etkisi tam olarak bilinmeyen
    ve hatta
    etkisiz-çok az etkili ilaçlar piyasayı doldurmakta!

ATO’dan Basın Açıklamasına çağrı – 20 Kasım 2013

Basın Açıklamasına çağrı…

ATO_logosu

Değerli Meslektaşlar,

Hepimiz biliyoruz, “sağlıkta dönüşüm macerasıyla” değişen tek şey
vatandaşın bol bol sağlık kurumlarına gitmesi oldu. OECD ortalaması
yılda 6 başvuru iken, Türkiye’de hekime ortalama yıllık başvuru 10’un üzerine çıktı.
Bu çok büyük bir iş yükü oluşturuyor hekimler için.  Kamu / özel
tüm hastaneler kâr hırsıyla çalışıyorlar. Bu kâr hırsı altında hekimler
hem mesleklerine yabancılaştılar hem de zor dayanılır bir tempoyu,
hiç de insancıl olmayan koşullarda sürdürmek zorunda kaldılar.

Sağlık hizmetlerinin niteliğinin düştüğünü hepimiz saptıyoruz.
Hekimlerin kötü çalışma koşulları, aşırı hasta / iş yükü altında
nitelikli sağlık hizmeti üretmesi olanaksız duruma geliyor.
Hastaların sağlık sistemine güveni her geçen gün biraz daha aşınıyor.
Biz hekimler ve tabip odaları olarak, hem insanca çalışma koşullarını,
hem de nitelikli sağlık hizmetini savunmaya devam ediyoruz.
Dönemsel olarak halkın ihtiyacı olan nitelikli sağlık hizmeti talebi ile
nitelikli sağlık hizmetinin üretilebilmesi için gereken

“hekim bağımsızlığı”,
“iyi çalışma koşulları”,
“iş yükünün makul hale 
gelmesi”,
“hastalara yeterli zaman ayrılması”

vb. istemler örtüşmektedir. Yani hekimlerin gereksinimleri ile
hastaların gereksinimleri aynı çerçeve içinde çözülebilir bir hal almıştır.
Bu durumu hastalarımıza da iyi anlatmak için çaba göstermeliyiz.

Hekimlerin üzerindeki aşırı yük yetmiyormuş gibi, hastanelerde
kullanılan “otomasyon sistemleri” hekimlerin başına dert olmuş
durumda. Sürekli hata veren, veri girişinde zorluk yaşanan,
verileri yanlış işleyen sistemler yüzünden malpraktis olasılığı da artmaktadır.
Hangi hesapla bu berbat sistemler satın alınmaktadır?
Aşırı İş yükünden bunalmış, yetersiz yardımcı personelle çalışan,
idari baskılarla yıldırılan hekimler bir de bu saçma otomasyon sistemlerinin
içinde debelenmek zorunda kalmaktadır.

Yarın öğlen (20 Kasım 2013) Sağlık Bakanlığı önünde saat 12:30’da
Ankara Tabip Odası bu konularla ilgili bir basın açıklaması yaparak
konuyu hem Bakanlığın hem de kamuoyunun dikkatine sunmaya
çalışacaktır. Ayrıca otomasyon sistemleri ile ilgili olarak
Genel Sekreterliklere, Hastane yöneticilerine ve Bakanlığa
resmi yazılar da gönderilecektir.

Yarın Ankara Tabip Odası’nın Sağlık Bakanlığı önünde yapacağı
açıklamaya sizin de katılmanız, konunun hekimler tarafından
önemsendiğinin ve takip edildiğinin güçlü bir fotoğrafını
ortaya koyacaktır.

Yarın 12:30’da Sağlık Bakanlığı önünde..  görüşmek üzere..

Dr. Selçuk Atalay
ATO Genel Sekreteri

İYİ YAŞLANMA

Dostlar,

“Yaşlanma” kaçınılmaz bir biyolojik süreç..

Taa ki “büyüme” sürmesin..

Büyüme sürerken yaşlanma yok varsayılır.
Aslında bu vasayım da tam doğru değildir. 2 yaşlarına bebek cesetlerinde bile,
ölüm sonrası (postmortem) yapılan otopsi incelemelerinde koroner damarlarda atherom plaklarına rastlanabilmektedir!

Dolayısıyla, büyüme sonlu olduğundan, bu dönemden sonra bir duraksama
(genç – orta yaşlar) ardından yaşlılık dönemi metabolik olarak kaçınılmaz görünmektedir. Giderek, biyolojik pil enerjisi biten canlının yaşamı ölümle
son bulmaktadır.

Yaşlanmayı geciktirmek, daha nitelikli bir yaşam ile birlikte götürmek ve
biyolojik pil ömrünün tümünü “yaşama katılan yıllar” ile tamamlamak olasıdır.

Bu süre 120 – 130 Dünya yılı olarak kestirilmektedir.

Denebilir ki, 60 yaşında, kendisine iyi çok bakmış bir insan;
tam tersi durumdaki 30 yaşında birinin güç ve zindeliğine sahip olabilmektedir.

Bu dizelerin yazarı olarak biz, 42 yaşında iken, 13,5 km’lik bir yürüyüşte 65 yaşında bir beyefendiye geçilmiştik. Bu beyefendi halen yaşamdadır ve 18 yıl sonra kendileri
83, biz 60 yaşında aynı yarışı yinelesek, gene geride kalan biz olurduk!

Bu bakımdan, aşağıdaki yansılar “İYİ YAŞLANMA” kapsamında çok fikir verebilir..

Iyi_yaslanma

İyi yaşlanmalar!

Sevgi ve saygı ile.
19 Kasım 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

KÜRTÇE Ezan AKP’lileri Neden Mest Etti?


KÜRTÇE Ezan AKP’lileri Neden Mest Etti?

KURTCE_EZAN

R.T. Erdoğan, geçtiğimiz ay Dr. Reşit Galip hakkında gerçek dışı söylemelerde bulunurken, Ezan’ı Türkçe’ye çeviren Devrim kahramanının bu eylemi için

“TÜRKÇE EZAN ZULMÜ” söylemi kullanmıştı!
(Dr. Reşit Galip Hakkında Başbakanın Gerçekdışı Yakıştırmaları)

Başbakan Erdoğan nereye gidiyor ve kime hizmet ediyor??
Daha da önemlisi ne yaptığının gerçekten ayırdında mı?
Doğu-Güneydoğu’da ağzından bal akıyor neredeyse.. (inanana!)..
Batı’da ise ölçüsüz bir kin ve nefret söylemi!?
Bu bir kişilik yarılması mı? (de doublement de la personalite?)
Eğer öyle ise vahim değil mi?
Dissosiyatif sendrom değilse ne??
Kim / kimler kritik bu soruyu yanıtlayacak tıbbi raporu düzenleyecek??

Türk Tabipleri Birliği mi?
Türk Psikiyatri Derneği mi?

Kim, kim , kim ve ne zaman??

Sevgi ve saygı ile.
18 Kasım 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Vekile 7 yıldızlı sağlık kıyağı

Dostlar,

AKP’nin ırmağı kuruyayazsa da, artık yatağına oturuyor…

Bal gibi kıyak ve bal gibi eşitsizlik..

Yazıklar olsun hatta yuh olsun demek geliyor içimizden..

Sevgi ve saygı ile.
17 Kasım 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Vekile 7 yıldızlı sağlık kıyağı

Önce maaşları arttı, şimdi de sağlık harcamalarında büyük kıyak geliyor…

Kısa bir süre önce ek ücretleri iki katına çıktığı için ya aşırı yüksek ek ücret ödemeye ya da aylarca beklemeye zorlanan yurttaş, vekilinin yalnız sağlık giderlerini değil
lüks hastanelerdeki yatak parasını da kendi cebinden karşılayacak.

Yurttaşa her geçen gün daraltılan sağlık paketi, milletvekiline giderek genişletiliyor. Sağlık hizmetlerine erişimde eşitsizliklerin arttığı, tıbbi hizmetlere erişmenin parası olmayan yurttaşların büyük bir çoğunluğu için adeta olanaksız duruma geldiği bir süreçte milletvekillerine yeni bir kıyak daha geldi.

Cumhuriyet’ten Olcay Büyüktaş Akça’nın haberine göre, 15 Kasım 2013’te
TBBM Başkanlığınca yayımlanan yönetmeliğe göre milletvekillerinin protokol yapılan
ve yapılmayan tüm resmi sağlık kurumlarından aldığı otelcilik hizmetleri ile
tedavi hizmetlerinden alınan ek ücretlerin tümü artık TBMM tarafından karşılanacak.

2 Mayıs 2012’de Resmi Gazete’de yayımlanan milletvekillerine, yasama organı
eski üyelerine, dışarıdan atandıkları bakanlık görevi sona erenlere tedavi yardımı yapılmasına ilişkin yönetmelikte;

“Hak sahiplerinin, resmi sağlık kurumlarında sağlanan otelcilik hizmetlerine ilişkin alınan ek ücretler ile resmi sağlık kurumlarınca sağlanan tedavi hizmetlerine ilişkin Tebliğ
(AS: SUT; Sağlık Uygulama Tebliği) hükümlerine göre hastalardan alınan ek ücretler Kurumca (AS: TBMM) karşılanır.” hükümlerine, protokol yapılmayan resmi sağlık kurumlarınca sağlanan tedavi hizmetleri ve otelcilik hizmetlerinden alınan ek ücretler de Kurum (TBMM) tarafından ödenecek hükmü eklendi. Bakanlar Kurulu kararı ile yurttaşlara ek ücret, SGK’nin sağlık hizmet sunum bedeli olarak ödediği tutarın 2 katını ceplerinden ödeme zorunluğu getirilirken, “milletvekillerine ve yakınlarına, hem de protokol yapılmayan sağlık kurumları dahil olmak üzere otelcilik ve ek ücreti
TBMM ödeyecektir” hükmünün getirilmesi ayrımcılık olarak yorumlandı.

(http://sozcu.com.tr/2013/genel/vekile-7-yildizli-saglik-kiyagi-408311/, 17.11.13)