Kategori arşivi: Hekim Saltık

TTB : Şirvan Maden Faciası Ön İnceleme Raporu açıklandı

Şirvan Maden Faciası Ön İnceleme Raporu açıklandı

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB başkanları Siirt’in Şirvan ilçesine bağlı Madenköy’de açık işletme yöntemi ile işletilen bakır madeninde, 17 Kasım 2016’da meydana gelen ve 16 kişinin yaşamını yitirdiği faciayla ilgili olarak bölgede yapılan inceleme sonrası oluşturulan ön inceleme raporunu kamuoyuyla paylaştı.

TMMOB’de 9 Aralık 2016 tarihinde düzenlenen basın toplantısına DİSK Genel Başkanı Kani Beko, KESK Eş Başkanı Lami Özgen, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz ve TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel katıldı.

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB heyetinin 23 Kasım 2016’da facia bölgesinde yaptığı incelemeler sonrası oluşturulan raporu TMMOB Yönetim Kurulu Bşk. Emin Koramaz sundu.

Raporda, facia bölgesinde çıplak gözle bile büyük sorunlar olduğunun gözlemlenebildiğine dikkat çekilerek,

  • “Facianın büyük ve önemli ihmaller nedeniyle meydana geldiği kesindir.” denildi.

Raporda, emniyet tedbirlerinin gerektiği gibi alınmadığı, basamakların açılarının ve yüksekliklerinin doğru belirlenmediği, üretim hızını artırmak için işçilerin yaşamının tehlikeye atıldığı vurgulandı.
==========================
Dostlar,

Siirt – Şirvan – Maden köyünde 17 Kasım 2016 günü yaşanan faciada 16 maden emekçisi göçük altında kalmıştı. 14 emekçinin cesetlerine, ilerleyen günlerde birer – ikişer ulaşıldı ancak 2 emekçinin bedenine hala ulaşılabilmiş değil..

Basında, hemen her yerde facianın nedeni heyelan – toprak kayması olarak “doğal – masum” gösterilmeye çalışıldı. Oysa olay yerinde inceleme yapan TMMOB Maden Mühendisleri Odası ise “şiv kayması” raporu verdi. Açık maden alanında maden çıkarma sürecinde oluşturulan eğik düzlem ile sekileme ve merdivenle inme çalışmalarında, başta verilen eğim olmak üzere yapı güvenlik önlemleri vb. alınmadığından, “şiv kayması” nedenli göçük yaşanmıştı..

Oysa bilimsel yazın (literatür), iş kazalarının neredeyse %98’inin ÖNLENEBİLECEĞİNİ yazmakta. Biz konuyu web sitemizde faciadan hemen sonra işlemiştik:

ŞİRVAN’da MADEN FACİASI : 16 EMEKÇİ GÖÇÜK ALTINDA!

TTB – TMMOB – KESK – DİSK’in bu yakıcı soruna ilişkin 4 sayfalık ön inceleme raporu için lütfen tıklayınız :

ŞİRVAN MADEN FACİASI ÖN İNCELEME RAPORU

Evet… AKP’nin sermaye yanlısı iktidarının 15. yılında emekçi kıyımları hızla sür(dürül)üyor! AKP iktidarlarında 15 yılda, toplam 18206 emekçi, kayda alınabildiği kadarıyla, iş cinayetlerinde kurban verilmiştir. Yıllık ortalama “resmi” kurban sayısı 1214, aylık 101’dir! Yalnızca Kasım 2016 yitikleri 190; 2016 yılı 11 ay yitikleri 1806’dır!

Sermayeye, insanın kanını donduran, vicdanını isyan ettiren postmodern  KAN ve CAN VERGİSİ, AKP iktidarında artarak ödenmektedir.

Dileyelim, ödenen bu hazin ve çoook ağır bedeller emekçilerin siyasal bilinçlerini beslesin..

Sevgi ve saygı ile.
09 Aralık 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

Türk Tabipleri Birliği : “İnsan Hakları İhlalleri ve İyi Hekimlik”

ttb_logosu“İnsan Hakları İhlalleri
ve İyi Hekimlik”

10 Aralık 2016, Cumartesi, Gazi Mustafa Kemal Bulv. Şehit Daniş Tunalıgil Sok 2/17-23, Maltepe – Ankara

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)


10.00 AÇILIŞ
10:15-11-30
I. Oturum: Beden Bütünlüğü /
Medikal kastrasyon  (Hadım cezası)

Oturum Başkanı: Dr. Vedat Bulut
Dr. Koray Başar: Cinsel suç ruhsal bozukluk mudur? Psikiyatrik tedavinin suçun yinelemesine etkisi olur mu?
Dr. Nüket Örnek  Büken: Kişinin bedenine dokunulabilir mi?
Dr. Lale Tırtıl:  Tecavüz /cinsel suçlar bir şiddet mi yoksa hormonal hastalık mı?

11.30-12-30 

  1. Oturum: OHAL’de öğrenim ve çalışma hakkı ihlalleri
    Oturum başkanı: Dr. Taha Karaman
    Dr. Mihriban Yıldırım: Yaşanmış örnek üzerinden eğitim hakkının ihlali
    Dr. Kerem Altıparmak : OHAL hukuku ve eğitim ve çalışma hakkının ihlal edilmesi

12.30-13.30 YEMEK ARASI 

13.30 -15.15
III: Oturum: Olağanüstü hallerde insan hakları ihlalleri
Oturum başkanı: Dr. Halis Yerlikaya
Dr. Cem Kaptanoğlu: İşkence nedir, insanı nasıl etkiler
Dr. Ayşe Uğurlu: İstanbul Protokolü’nün uygulanması
Dr. İbrahim Halil Mert: Sokağa çıkma yasaklarında insan hakları ihlalleri
Dr. Kamiran Yıldırım: Cizre’de yaşanan insan hakları ihlalleri
Av. Gülseren Yoleri:  10 Aralık 2015 – 10 Aralık 2016 tarihleri arasında Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlalleri

ARA; 15:00-15.30
15.30-17.00

  1. Oturum: İnsan Hakları İhlalleri ile Mücadele
    Oturum Başkanı: Dr. Deniz Erdoğdu
    Dr. Taha Karaman : Travma ile baş etme
    Dr. Ümit Biçer :TİHV’de  İşkenceyi raporlama ve tedavinin planlanması
    Av. Gülseren Yoleri: Raporların değerlendirilmesi ve insan hakları mücadelesi
    =============================Dostlar,

Bilindiği gibi, tıp doktoru olmamız nedeniyle biz de Türk Tabipleri Birliği‘nin
Ankara Tabip Odası üyesiyiz. Bu toplantının öğleden önceki bölümüne katılacağız.

Yarın, 10 Aralık 2016 günü DÜNYA İNSAN HAKLARI GÜNÜ..

Gerekçesi ise İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin (İHEB – UDHR) BM
(Birleşmiş Milletler) tarafından kabulünün 68. yıldönümü..

Evet, İnsan Haklarının 20. yy’da, somutlaşmış en ileri aşamasının belgesidir bu Bildirge..

Uygarlık, temel insan hak ve özgürlükleri adına son derece sevindirici, bir küresel uzlaşma metnidir. Taa 1215’lerde İngiltere Kralı Yurtsuz John’a doedal aristokratlarca dayatılan
Magna Carta Libertatum‘dan İHEB‘e.. 733 koca yıl geçmişti İHEB ilan edildiğinde..
Köle Spartaküs‘ün ayak bileğindeki tutsaklık – kölelik zincirini ayrımsayarak (fark ederek)

* Bu zincir benim ayağımda ne arıyor??
diye sorarak isyanının özerinden ize neredeyse 1900 yıl geçmişti 1948’e geldiğimizde..
Çoook kanlı oluştu Bu Bildirge‘ye (İHEB) ulaşma savaşımız ve Çağlar geride kalmıştı..

21. yy’a yaklaşırken, çeyrek yy kadar öncesinden gönlümüzden geçirdiğimiz, bu Bildirge’nin
21. yy. ya da 3. Binyıl (Millenium) sürümünü (versiyonunu) yaratabilmek idi..

Ne var ki emperyalizm Küresel ölçekte yaşamın hemen her alanına abanıyor ve yabanıl (vahşi) kapitalizmi dayatıyordu.. Bu yüzden epey mevzi yitirdik, İHEB surlarında çoook gedikler açıldı.. Günümüzde neredeyse örtük ve vekaleten, şimdilik bölgesel sınırlama ile bir 3. Dünya Paylaşım Savaşı içindeyiz ne acı ki!

Biz de yarın, üyesi olduğumuz Ulusal Eğitim Derneği‘nde bir konferans vereceğiz:

  • İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 68. Yılnda En Temel İnsan Hakkı :
    Sağlıklı Yaşam Hakkı

Duyuru görselini sitemiz manşetine koyduk.. 10 Aralık 2016 Cumartesi, saat 14:00 – 16:00, Necatibey Cd. 13/13, Sıhhiye  – Ankara..

Her 2 toplantıyı da bilgi ve ilginize sunmak isteriz.

Emek verenlere, vereceklere, bize konferans olanağı sunanlara teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile.
10 Aralık 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

Yerel tohum ve köylü haklarına yeni darbeler

Yerel tohum ve
köylü haklarına yeni darbeler

portresiProf. Dr. Tayfun ÖZKAYA
Ege Üniv. Ziraat Fak.
YURT Gazetesi, 25.11.16

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Yerli veya yabancı tohum şirketlerinin egemen olduğu Türkiye Tohumcular Birliği (TÜRKTOB) yöneticileri altı ay önce Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’i ziyaret etmişti. Geçtiğimiz hafta da Tohum Sanayicileri ve Üreticileri Alt Birliği benzer bir ziyaret yaptı. Tohum konularını konuşmuşlar. “Şimdi sonuçlarını almaya başlıyoruz. Kendilerine ve tüm Bakanlığımıza, hükümetimize teşekkür ediyoruz” diye gazetelerde açıklama yapıyorlar. Aldıkları sonucu ise “Bakanlar Kurulundan 2018 yılında tüm tohumluklar sertifikalı olacak kararı çıktı, tohumculuk sektörü her zamankinden daha çok hükümetin gündeminde” olarak açıklıyorlar.
Bildiğiniz gibi 2006’da çıkarılan “Tohumculuk Kanunu” büyük tohum tekelleri lehine birçok hüküm içermektedir. Bir kez köy popülasyonları denilen, büyük bir zenginlik gösteren, bir örnek olmayan, gerek lezzet gerekse besleyicilik ve değişen koşullara uyum yeteneği yüksek olan tohumluklar, şirketler bile istese yasa tarafından tohumluk olarak kabul edilmemekte, sertifikalandırılamamaktadır. Öbür yandan bu yasa; çiftçilerin binlerce yıldır köylülerce geliştirilmiş çeşitlere ait tohum veya bunlardan üretilen fideleri satmasını, bugüne dek katı bir şekilde uygulanmamasına karşın yasaklamıştı.  Elbette ki bu yasak giderek Türkiye tohumculuğuna egemen olan yabancı ve onların yanında aynı çıkarları savunan yerli şirketlerden yanadır. Benzer yasaları daha önce uygulamış gelişmiş denilen batılı ülkelerde yerel çeşitlerin %90’lara varan oranlarda yok olduğunu biliyoruz.
Tabii bu topluma böyle anlatılmamaktadır. Kaçak ve sahte tohumların önleneceği, hastalıksız ve verimi yüksek tohumluklara çiftçilerin kavuşacağı söylenmektedir. Şirket tohumları ile birçok hastalık, zararlı ve olumsuz özelliklerin ülke içinde yayıldığı unutulmaktadır. Yerel tohumlar iklim değişikliklerine daha hızlı uyum gösterir, hastalık ve zararlılara daha dayanıklıdır, besleyici değerleri ise daha yüksektir. Çevrelerinde beğenilen tohum ve fide üreten çiftçiler zorla, kuşaklar boyu yaptıkları işten uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu bir zulümdür!
“2018’den sonra bütün tohumluklar sertifikalı olacak” ne demektir? Çiftçilerin ektiği tohumu polisler mi kontrol edecek? Çiftçinin kendi tohumunu ekmesi, takas etmesi yasaklanacak mı? Eğer bu yola girilecekse dünyanın ilk tarım devrimine yakın komşuları ile önderlik etmiş bu coğrafya ve binlerce yıldır geniş biyoçeşitliliği korumaya çalışan köylülere darbe vurulmak istenmektedir. Giderek ağırlaşan küresel iklim değişikliğine karşı en iyi çarenin yerel tohum olduğu bilindiği halde ve biyoçeşitliliği, köylü haklarını koruyan uluslararası anlaşmalara karşı bir yola mı girilecektir? Tohum ve aynı zamanda tarım ilaçları ve hatta aynı anda beşeri ilaçlar alanında tekel olan şirketlere destek mi çıkılacaktır?
Bir avuç şirket tohumuna destek çıkmak yerine Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının yerel tohumları koruması, bunları üreten çiftçilerin haklarına saygı göstermesi, desteklemesi daha doğru değil midir? Yerel tohumlardan yararlanarak köylülerle birlikte katılımcı ıslah yapılarak, herkesin erişebildiği tohumluklar üretmek yerine bir avuç şirketin kısıtlı sayıda çeşidi için araştırma desteği yapmak, bunları üreten şirketleri zenginleştirmekten başka bir işe yaramaz. Şirket tohumları dayanıksız olmaları nedeniyle tarım ilaçları üreten aynı şirketlerin kârlarını artırırken bir yandan da yoğun zehir kullanımını artırması nedeniyle kanser başta, hastalıkları artırmaktadır. Bir kollarıyla da beşeri ilaç üreten bu şirketlerden bazıları için, bu durumun gelirlerini artırmak için, bilinçli olarak istememiş olsalar bile, kârlı olduğunu söylemek zorundayız.
İhtiyacımız olan, özgür tohumlardır.
Yerel tohumların kökünü kazımaya yönelik çabalar durdurulmalıdır.
=====================================
Dostlar,

Sayın Prof. Tayfun Özkaya son derece kritik, stratejik bir sorununa değiniyor bu yazısında. Ne yazık ki Türkiye’nin cadı kazanı yapay gündeminde kaynayacak korkarız. Türkiye toprakları flora (bitki örtüsü) ve flora (hayvan türleri) bakımından olağanüstü varsıldır. Biyoçeşitlilik denilen bu doğal kaynak varsıllığı ülkemiz, insanımız ve küresel toplum için büyük bir güvence ve armağandır :

  • Anadolu coğrafyası Dünya arı ırkının 1/5’ine, ballı bitkilerin ise 3/4’üne sahiptir!!

780 bin km2 Anadolu toprağı, 10 milyon km2’ye varan kıtasal Avrupa topraklarından daha varsıl bir biyoceşitliliğe sahip benzersiz bir coğrafyadır Türkiyemiz! Otlardan ilaç yapımı için yabancılar dağlarımızı taşlarımızı dolaşmakta ve bitki türlerini toplamaktadırlar.

  • Tohumlarımızı uluslararası tekellere kaptırmak, stratejik bir yanılgıdır ve ulusu açlığa mahkum edebileceği gibi dış politikada bağımsızlığın yitirilmesine bile neden olabilir!

AKP iktidarı gerçekten bu ülkenin – ulusun çıkarlarından yana ise, Tohumculuk Yasası yeniden düzenlenerek, yerel türlerimizin korunması için her tür çabayı göstermelidir.

  • Yurt dışından dışalımı yapılan (ithal edilen) Teminatör tohumlar ülkemizde tarımı bitirebilir! Bu tohumlarla yapılan tarımdan elde edilen tarımsal ürünlerin tohumu kısırdır, adeta yoktur! Türkiye kendi geleceğini tehdit eden ve dönüşümsüz olabilecek çok vahim bir hatadan dönmelidir.

ABD eski Dışişleri Bakanı Dr. H. Kissinger‘in şu sözü kulaklara küpe olmalıdır :

  • “Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin.” 

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

GÜLE GÜLE CASTRO

GÜLE GÜLE CASTRO…

portresi_gulumseyen

Suay Karaman 

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Küba devriminin efsane lderi, emperyalizme diz çöktüren ve Mustafa Kemal Atatürk hayranı Fidel Alejandro Castro Ruz, 25 Kasım 2016’da 90 yaşında yaşama gözlerini yumdu. 31 Aralık 1958’de diktatör Fulgencio Batista’nın ülkeyi terk etmesiyle, 1 Ocak 1959’da Küba devrimine liderlik eden Fidel Castro, emperyalist ABD’nin tüm engelleme ve sayısız suikastlarına (AS: suikast girişimlerine) karşın, yaklaşık elli yıl boyunca ülkesini yönetti. Devlet yapısında yeni düzenlemelerin geliştirildiği bu yönetim sürecinde, güçlü ve merkezi bürokrasiye dayanarak toplumsal ve ekonomik yaşamdaki yönlendirici rolünü sürdüren Fidel Castro, sömürülemeyen Küba’yı 21. yüzyıla taşımayı başarmıştır.

Fidel Castro’nun mutlu insanların ülkesi Küba için yaptıkları saymakla bitmez. Nüfusu yaklaşık 12 milyon olan Küba’da okuma yazma oranı %100 ve herkes için dokuzuncu sınıfa dek eğitim zorunludur. Büyük bir eğitim seferberliği başlatılmıştır, herkes sağlık ve eğitim hizmetlerinden ücretsiz yararlanmaktadır. Kurulan üniversitelerde özellikle tıp eğitimi çok başarılıdır. Küba, Latin Amerika ve 3. Dünya Ülkelerine binlerce doktor gönderen ve bu ülkelerden gelen 17.000 tıp öğrencisine ücretsiz eğitim veren küçük ama büyük bir ülkedir.

Koruyucu hekimlik dalında çok büyük bir aşama gösteren Küba‘da, ortalama yaşam süresi kadınlarda 77, erkeklerde 75 yıla dek yükselmiştir. ABD’de binde 12, Türkiye’de binde 80 (AS: Sağlık Bakanlığı Eylül 2016 verisiyle binde 7,6!) olan çocuk (AS: bebek) ölüm oranları, Küba’da binde 6 olmuştur. Akciğer kanseri aşısını Kübalı doktorların bulması tesadüf değildir. Ülkede her 100-120 aileye bir doktor düşmektedir. İşsizliğin olmadığı Küba’da, her aileye, ailenin büyüklüğüne göre konut tahsis edilmektedir.

Sağlıklı bir kuşak ve devrimin kültürel anlamda yerleşmesini sağlamak amacıyla onbinlerce spor kompleksi, kültür merkezi ve enstitü açılmıştır. Sanatsal etkinlikleri düzenleme ve yaygınlaştırma amacıyla kurulan kültür merkezleri bünyesinde sanat okulları açılmıştır. Kültür merkezleri aynı zamanda, sanatı kullanarak ahlaksal, kültürel, politik ve sosyal değerler kazandırmayı da amaçlamaktadır. Toplumsal yaşamla iç içe olan öğrencilere sanat ve spor eğitimi verilmektedir. Öğrenciler için derslerden sonra haftada en az altı saat sanat çalışması zorunluluğu getirilmiştir. Küba’da her üniversitede güzel sanatlar akademisi bulunmaktadır.

Sendikalaşma oranının %95 olduğu Küba’da çalışanların %60’ı, parlamentonun yarısı kadındır. Milletvekilleri maaş almazlar, yalnıca yasama etkinliklerine katıldıkları zaman, çalıştıkları kurumdan izinli sayılır. İnsanların kentlerle, kentlerin doğayla barış içinde olduğu Küba’da, insan ruhunu strese sokan kent hareketliliği yoktur. Çünkü kapitalizmin tüketim odaklı yaşam biçimi yerine, sosyalizmin yaşam odaklı bir toplum düzeni kurulmuştur Küba’da. Her ailenin gıda karnesi ve sağlıklı beslenme hakkı anayasal güvence altına alınmıştır.

“Tanrının Türk milletine en büyük hediyesi Atatürk’tür” diyen Fidel Castro, 1996’da Habitat Zirvesi için ülkemize geldiğinde şu mesajı vermişti:

  • “Biz devrimciliği, devletinizin devrimcisi Atatürk’ten öğrendik.
    Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıklarını ben asla başaramazdım.
    Asıl devrimci Atatürk’tür. Ben de devrim gerçekleştirdim ama Kemal Atatürk’ün yaptıklarını başaramazdım. Atatürk’e ve devrimlerine hayranım.
    Sakın kendinize başka esin kaynağı, başka bir önder aramayın.”

Fidel Castro’nun söylediği şu sözler, emperyalizmi henüz tanımayanlar için çok önemlidir:

  • “ABD ve AB destekli Türkiye’deki olayları yakından izliyorum.
    Sizin oradaki PKK öncülüğünde süren Kürt hareketi,
    ABD’li Yankee’nin petrol bekçisidir..”

Fidel Castro, arkasında zengin bir ülke bırakmadı ama emperyalistlere boyun eğmeyen, onurlu ve mutlu bir toplum bıraktı.

Güle güle Castro, senin gibi büyük bir devrimciyi asla unutmayacağız, ışıklar içinde uyu…
====================================
Dostlar,

Biz de Küba devrimcisi, meslektaşımız Dr. Che Guevera‘nın dava yoldaşı – özgürlük savaşçısı, anti – emperyalist, onurlu ve başı dik…. saygın insan Fidel Castro’yu saygı ve sevgi ile, hayranlıkla selamlıyoruz..

Fidel Castro ile ilgili görsel sonucu

Küba halkının ve halk devrimcilerinin acısını paylaşıyoruz..

Castro gibi yüzyılar içinde ender yetişen bir önderi bağırlarından çıkardıkları için saygın ve sevgin (aziz) Küba halkı dostlarımızı kutluyoruz. Castro’nun önderliğinin değerini kavrayarak emperyalist İspanyollara karşı özgürlük – bağımsızlık savaşı verdikleri ve başardıkları için kendilerini dostlukla selamlıyoruz..

Yarım yüzyılı bulan utanmaz ve sefil ABD ambargosunu kınıyor ve boş bir eldiven olarak sorumlu(suz), utanmaz ABD yöneticilerinin yüzüne fırlatıyoruz..

Küçücük bir adada (110 bin km2, Türkiye’nin 1/7’si) ABD’nin emperyalist nefesinin boğuculuğunda yaşama tutunmak isteyen birkaç milyon (günümüzde 12 milyon) yoksul ve geri bıraktırılmış mazlum halka büyük özverilerle başarılı ve sonuç alan desteğini sunan önceki SSCB’ye ve günümüzün Rusya Federasyonu’na, dayanışmacı Rus devrimcilerine alkış tutuyoruz..

Küba’nın sağlık hizmetlerinde örnek öncülüğü gerçekten şapka çıkarmaya değer. Tümüyle kamusal, bütçeden karşılanan, koruyucu sağlık hizmeti odaklı ve ağırlıklı, yaklaşık 250 Dolar / kişi / yıl sağlık harcamasıyla, neredeyse 40 katı harcama yapan ABD halkının sağlık düzeyine yaklaşan başarısını “kıskanarak” izledik. Hatta yoksul ABD’lilere sağlık hizmeti verişini de!

Başkent Havana’da ülkemizin – ulusumuzun saygın önderi Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün yontusunu (anıtını) yaptırmasını coşkun bir sevgi ile karşılıyoruz..

Havana'da Atatürk anıtı ile ilgili görsel sonucu

(AKP – RTE tarafından 2006’da AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini …)

Bunları Biliyor muydunuz ?

1- Castro’nun devrim yoldaşı Arjantinli devrimci Dr. Che Guevara, 1967’de Bolivya’da dağlarında öldürüldüğünde sırt çantasından Atatürk’ün Büyük NUTKU’nun çıktığını.. (AS: Fransızca çevirisi)

2- Fidel Castro’nun 12 Mayıs 1961’de Havana’da görevli genç Türkiye diplomatı
Bilal Şimşir‘den ABD’nin BİLGİSİ OLMAMASI koşuluyla
“Atatürk’ün Büyük Nutuk Kitabını” istediğini…

Ve “Devrimci M. Kemal ATATÜRK varken Türk gençleri neden kendilerine
başka önder arıyorlar?”
dediğini..
(Daha fazlası için : http://ahmetsaltik.net/2015/02/09/prof-dr-ozer-ozankayadan/)
*****

İnsanlık onuru elbette faşizmi, kapitalizmi, emperyalizmi yenecek ve insan onuru ile bağdaşan toplumcu – halkçı – adil düzenleri kuracaktır; hem de 21. yy bitmeden..

Sevgi ve saygı ile.
28 Kasım 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

Tecavüzcüleri değil, çocukları koruyun!

Tecavüzcüleri değil, çocukları koruyun!

TTB Merkez Konseyi ve TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu, Hükümet tarafından TBMM Genel Kurulu’na getirilen “Cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden olmaksızın 16/11/2016 tarihine kadar işlenen cinsel istismar suçundan, mağdurla failin evlenmesi durumunda, ceza açıklanmasının geri bırakılmasına, hüküm verilmiş ise cezanın infazının ertelenmesine karar verilir…” önergesinin derhal geri çekilmesini istedi.
TECAVÜZCÜLERİ DEĞİL ÇOCUKLARI KORUYUN!

Hükümet tarafından TBMM Genel Kurulu’na getirilen “Cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden olmaksızın 16/11/2016 tarihine kadar işlenen cinsel istismar suçundan, mağdurla failin evlenmesi durumunda, ceza açıklanmasının geri bırakılmasına, hüküm verilmiş ise cezanın infazının ertelenmesine karar verilir…” önergesi derhal geri çekilmelidir.

Kız çocuğunu cinsel nesne olarak gören ve erken evlendirilerek eğitim başta olmak üzere yaşamın olanaklarından yoksun bırakan bu düzenleme, kadın-erkek eşitliğine darbe niteliğindedir.

Bu yasanın  kabul edilmesi, çocuk tecavüzcülerinin aklanmasına, tecavüzcüsüyle evlendirilen çocuğun ise her gün tecavüzü yaşamasına yol açacak, yaşamlarını söndürecektir.

İnsan haklarına, çocuk haklarına açıkça aykırı olduğu görülen bu düzenleme, çocukları istismardan korumak amacıyla imza verdiğimiz uluslararası sözleşmeler ve bu sözleşmelere bağlı olarak ulusal hukukumuzda gerçekleştirilen değişikliklere de aykırıdır. (AS: BM Çocuk Hakları Sözleşmesi..)

Başta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı olmak üzere Çocuk Hakları doğrultusunda çalışmalar yapan ve sorumluluğu olan tüm kurum ve kuruluşları; tecavüzcüleri değil, çocuklara kıyan anne babaları değil, çocukları korumaya çağırıyoruz.

Bu önergeyi hazırlayan ve onay verecek olan tüm milletvekillerine, bu ülkenin hekimleri, çocuk hakları ve kadın hakları savunucuları olarak insani ve vicdani sorumluluklarını hatırlatmak istiyoruz.

Kamuoyuna çağrımızdır:

Cinsel saldırıları “kutsal aile” söylemleriyle örtmeye çalışan bu önergeye ülkemizin onurlu ve vicdan sahibi yurttaşları olarak sessiz kalmayalım.
Önerge bir an önce geri çekilmelidir.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu
(http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/tecavuz-6406.html)

TBB : “KADININ TECAVÜZCÜSÜ İLE EVLENDİRİLMESİ ÖNERGESİ”

tbb_logosu

“KADININ TECAVÜZCÜSÜ İLE EVLENDİRİLMESİ ÖNERGESİ” HAKKINDA
TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ
KADIN HUKUKU KOMİSYONU (TÜBAKKOM) TARAFINDAN YAPILAN AÇIKLAMA

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na aşağıdaki haliyle sunulmuş olan;

Görüşülmekte olan Kanun Tasarısının Geçici 1. maddesine aşağıdaki fıkranın eklenmesiniz ve teklif ederiz:

“(2) Cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden olmaksızın 16/11/2016 tarihine kadar işlenen cinsel istismar suçundan, mağdurla failin evlenmesi durumunda, Ceza açıklanmasının geri bırakılmasına, hüküm verilmiş ise cezanın infazının ertelenmesine karar verilir. Zamanaşımı süresi içinde evliliğin, failin kusuruyla sona ermesi halinde fail hakkındaki hüküm açıklanır veya cezanın infazına devam olunur. Bu fıkra uyarınca fail hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına veya cezanın infazının ertelenmesine karar verilmesi durumunda, suçtan azmettiren veya işlenişine yardım edenler hakkında kamu davasının düşmesine veya infazının ortadan kaldırılmasına karar verilir” şeklindeki önergeyi şiddetle kınıyoruz.

Kadının tecavüzcüsü ile evlendirilmesi fikri, hem evlilik kurumunun hem tecavüzün hem de tecavüz sonrası kadın psikolojisinin bilinmemesinden ve hafife indirgenmesinden ve en önemlisi de kadının bir kimlik olarak kabul edilmemesinden kaynaklanmaktadır.

Bu öneri, ancak ve ancak kadına yönelik işlenen suçları özendirir. Çünkü bu bakış açısı tecavüzü cinsellik olarak görmekte ve tecavüzleri normalleştirmektedir. Oysaki tecavüz bir cinsellik değildir, temel insan haklarına yapılmış alçakça bir saldırıdır.

Tecavüze veya şiddete uğrayan kadının, tecavüzcü ile evlendirilmesi deve kuşunun başını toprağa gömerek kendini tehlikelere karşı korumasına benzemektedir. Birey hak ve özgürlüklerini korumak ve gözetmekle görevli olan devletin bu şekilde davranması kesinlikle kabul edilemez.

2005 yılına kadar Türk Ceza Kanununda yer alan bu ilkel madde, 2005 yılında yapılan değişiklikle kaldırılmıştır. Kadın ve çocuk hakkı ihlalleri için evrensel hukuk normları çerçevesinde mücadele ederken; bugün önümüze konulan önergede somutlaşan fikir ve zihniyet 10 yıl geriye gidiştir, asla kabul edilemez.

TBMM’ye sunulmuş olan bu utanç önerisinin ivedilikle geri çekilmesini, Türkiye Barolar Birliği Kadın hakları Komisyonu olarak talep etmekteyiz. Kamuoyunun bilgilerine sunarız.

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ KADIN HUKUKU KOMİSYONU
TÜBAKKOM
====================================
Dostlar,

AKP gene yapacağını yaptı ve Türkiye gündemini kilitledi.. Son 2 gündür ülkemiz bu faciayı tartışmakta. Adıyaman Gerger’de İHL öğrencilerine cinsel saldırı örtüldü, ENSAR Vakfı – Karaman’daki rezalet geçiştirildi… geçmiş yıllarda da pek çok yerde sayısız mide bulandıran olay yaşandı ve bu utanç verici sorunların çözümü için AKP’den kapsamlı, uygar, laik, temel insan haklarına uygun hemen hemen hiçbir kalıcı çözüm üretilmedi. Hatta 4+4+4 ucube eğitim sistemiyle 1 milyona yakın kız çocuğu ilk 4 yıldan sonra eğitimine devam edemedi.  ÇOCUK GELİNLER olağanlaştırıldı. Açıkça söylemek gerekirse ÇOCUKLARIN TÖRENLE IRZINA GEÇME yaygınlaşıyor. AKP hiç sıkılmadan imam nikahını meşrulaştırmaya, medeni nikahı anlamsızlaştırmaya çabalıyor. Bir Başbakan yardmcısı hiç sıkılmadan, Medeni Yasa’ya aykırı biçimde 2. bir yabancı kadınla karı – koca yaşamı sürdürüyor ve açıklamasını “dini vecibeler yerine getirilmiştir..” diye yapabiliyor özürü kabahatından büyük olarak.. Medeni nikahlı eşi de bu onur kırıcı durumu = zinayı dava konusu etmiyor, edemiyor nedense??!

16 Kasım 2016 öncesinde 3-4 bin “aile” bu duruma düşmüşmüş.. Yani kurban – mağdur kız çocukları tecavüzcüleri ile evlendirilerek oluşturulan “aileler” bunlar.. Ahlak ve hukuk dışı kurulan, tecavüze uğrayan “çocuk kurbanların” özgür ve ergin iradesine dayanması son derece kuşkulu olan “zoraki nikahlar” gerekçe yapılarak dolaylı bir af yasası çıkarılmak isteniyor. Bataklık sürüyor ama deyim yerinde ise sivrisineklerle uğraşılıyor. Bu “af” yasası çıksa bile, birkaç yıl içinde, ülkemizin içine sürüklendiği bu ahlaki sefalette yeniden birkaç bin “zoraki aile” nin oluşmayacağının güvencesi yoktur.

Sorunun çözümü için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı öncülüğünde uzmanların, meslek kuruluşlarının, toplum temsilcilerinin, tarafların temsilcilerinin… katılımıyla danışma toplantıları ve bilimsel oturumlar düzenlenmelidir. TBMM kimsenin oyuncağı değildir ve yasa çıkarmak ciddi, çok ciddi, sorumluluk isteyen bir iştir. Bir yasa tasarısı / teklifi görüşülürken punduna getirip madde eklemeler siyaset ve hukuk etiğine sığmaz. TBMM’ye, milletvekilliğine, Ulusa ve hukuka açık saygısızlıktır..

Hafta başında sağduyunun egemen olmasını, AKP’nin inatlaşmayı ve restleşmeyi bırakmasını ve ucube tasarının geri çekilerek üst paragrafta belirttiğimiz doğrultuda akılcı, hukuka ve etiğe uygun, adil, kalıcı çözümler üretilmesini diliyoruz.

Çok kıdemli, halen emekli bir tıp hocamızdan gelen çarpıcı ileti :

  • TECAVÜZ  YASASI  ÇIKINCA ERKEK ÇOCUĞA TECAVÜZ EDENLERİN DURUMU NE OLACAK? ACABA EŞCİNSEL YASASI MI ÇIKARILACAK?   PEKİYİ HAYVAN TECAVUZCÜLERİ NE OLACAK..? KEDİ ÖLDÜ!….
    EŞEĞE TECAVÜZ ÇOK SIK DUYULMAKTADIR. O ZAMAN BU ERKEKLER
    EŞ OLARAK BİR EŞEKLE Mİ EVLENECEKLER??.. AMA EŞEĞE DE YAZIK!
    Prof Dr Siber Goksel…

Sevgi ve saygı ile.
19 Kasım 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

Siirt’te bakır madeninde işçi katliamı

Siirt’te bakır madeninde işçi katliamı!

Siirt Şirvan’a bağlı Maden köyündeki bakır madeni ocağında 17 Kasım akşamı saat 20.30’da meydana gelen heyelanda 16 işçi toprak yığını altında kaldı. Maden bölgesinde toprak kayması tehlikesinin sürmesi nedeniyle güçlükle yürütülen kurtarma çalışmalarında 4 işçinin cenazesine ulaşıldı. Kalan 12 işçiye ulaşabilmek için çalışmalar devam ediyor. Heyelanın aşırı yağış nedeniyle gerçekleştiği ifade ediliyor. Aynı bölgede 25 Temmuzda meydana gelen heyelanda iş makineleri toprak altında kalmış ve can kaybı olmamıştı.
İş cinayetleri konusunda sicili bozuk olan Ciner Grubuna ait Park Elektrik’in taşeron şirketi Anıtlar İnşaat’ın maden sahasındaki çalışması sırasında, binlerce ton toprak ve kaya parçasının yamaçtan koparak sahaya akması sonucu işçiler iş makineleriyle birlikte toprak yığını altında kaldı. İş cinayetinin ardından açıklama yapan Park Elektrik yönetimi, işçi ölümlerine hiç değinmeden heyelan nedeniyle üretime ara verdiklerini duyurdu. Ciner Grubuna ait Park Elektrik tarafından işletilen Elbistan’daki Çöllolar kömür üretim sahasında 2011 yılında 6 Şubat ve 10 Şubatta art arda iki kez toprak kayması meydana gelmiş, toplam 10 işçi toprak altında kalmıştı. Bu işçilerden yalnızca birinin cansız bedenine ulaşılabilmişti. 9 işçi hâlâ toprak altında. Çöllolar’daki işçi katliamına dair dava sürüyor.
 
Facianın gerçekleştiği bakır madeni 2004’te Başbakanı R. Tayyip Erdoğan’ın katıldığı törenle açıldı. Madeni işleten Ciner Grubu başkanı Turgay Ciner, açılışta yaptığı konuşmada “bizim önümüzü açın başka hiçbir şey istemiyoruz” demişti. Ciner’e yanıt olarak Erdoğan da Türkiye’de kurumsal tutuculuğa karşı mücadele ettiklerini söylemişti. İhaleyi alarak madeni işletmeye başlayan grubu da kutlamıştı. Bir süre üretim yapıldıktan sonra kapanan maden 2010’da yeniden faaliyete geçti.
Maden ocağının 2004’te faaliyete başlamasıyla birlikte, çevre ve insan sağlığı olumsuz etkilendi. Bakır çıkarılırken kullanılan kimyasalların kullanma suyuna karışması, hayvanların telef olmasına, tarım alanlarının kirlenmesine ve hastalıklara neden oldu. Madende patlatılan dinamitler, köylülerin evlerinde büyük çatlaklar oluşturdu. Konuyla ilgili 2010’da İnsan Hakları Derneği (İHD) Siirt Şubesi hazırladığı raporu bakanlıklara ve cumhuriyet savcılığına teslim etti.
İHD raporu, geçim kaynakları ve yaşam alanları zarar gören köylülerin kaymakamlık ve valiliğe başvuruda bulundukları halde çözüm üretilmediğini, tersine dışarı atıldıklarını, köyün içinde sürekli nöbet tutan asker ve kaymakamlık tarafından tehdit edildiklerini aktarıyor.
İnceleme ve araştırma sonucu hazırlanan raporun aradan geçen 6 yıla karşın AKP hükümeti tarafından dikkate alınmadığı, insan ve çevre sağlığının önemsenmediği anlaşılıyor. Geçen Temmuzda meydana gelen heyelana karşın bu durumun bir kez daha gerçekleşerek işçilerin ölümüne yol açması, çevre halkının hem şirket, hem de bu şirketin “önünü açan” hükümet tarafından hiç önemsenmediğini gösteriyor.
 
Toprak altında kalan 16 maden emekçisinin adları şöyle              :

1. Savaş Kızılkan: Ekskavatör operatörü (Diyarbakır)
2. Kerem Arat: Ekskavatör operatörü (Şirvan ilçesi Derinçay köyü)
3. Murat Ant: Ekskavatör operatörü, (Şirvan ilçesi Madenköy)
4. İbrahim Kılınç: Ekskavatör operatörü, (Siirt)
5. Kasim Tari: Ekskavatör operatörü (Diyarbakır)
6. Şefik Tuncer: Ekskavatör operatörü (Batman)
7. Sedat Bulut: Rok operatörü (Şirvan ilçesi Otluk köyü)
8. Abdurrahman Sönmezsoy: Rok operatörü (Batman)
9. Reşit Can: Kamyon şoförü, (Siirt Yağmurtepe köyü)
10. Halil Başer: Kamyon şoförü (Siirt Kurtalan ilçesi)
11. Mahmut Batumak: Kamyon şoförü (Şirvan ilçesi Taşkaya köyü)
12. Bedrettin Caylı: Kamyon şoförü (Şirvan ilçesi Yatağan köyü)
13. Nusret Beyazalma: Kamyon şoförü (Van Edremit)
14. Yavuz Yıldız: Kamyon şoförü (Şirvan ilçesi)
15. İsmail Tekin: Kamyon şoförü (Siirt Eruh ilçesi)
16. Abdulbaki Aydın: Kamyon şoförü (Siirt Eruh ilçesi)
(AS: Numaralandırmayı biz yaptık..)
===================================
Dostlar,
Aşağıdaki çizim her şeyi açıklamaya yeter sanırız… İlk 10 ayda 1596 kurban!
Bu rakama Kasım 2016 iş cinayetleri katılmış değil. (Yaklaşık 160 eklenebilir!)
Ortalama 150 gibi aylık iş cinayeti kurbanımız oluyor.. 2016’da aylık ortalama 160!
(http://www.guvenlicalisma.org/index.php?option=com_content&view=article&id=17
982:ekim-ayinda-en-az-165-yilin-ilk-on-ayinda-ise-en-az-1596-isci-yasamini-yitirdi& catid=149:is-cinayetleri-raporlari&Itemid=236, 20.11.16)
Yaşasın AKP-RTE iktidarı!!
İzlenen politikaların emekten mi sermayeden mi yana olduğuna başka kanıt ister mi??!
AKP Siirt milletvekili ve Genel Başkan yardımcısı sosyoloji profesörü Yasin Aktay.. sonuna dek Müslüman değil mi!? Öyle ki, R.T. Erdoğan’ı gördüklerinde neredeyse Peygamberi görmüş gibi selavat getirdiklerini gururla belirten bilim ve siyaset insanı.. Siirt – Şirvan – Maden köyünden maden emekçilerinin bu apaçık iş cinayetine kurban edilmesinde nasıl tutum alacaksınız bakalım??
Yasin hoca, hemşehriniz köylüleriniz mi, siyasi ikbal beklentiniz mi? Vicdanınız ne söylüyor Yasin hoca? Çıkın yiğitçe gerçeği söyleyin, masum maden emekçilerinin kanına sahip çıkın, siyasi çıkarlarınıza kurban etmeyin garipleri, haydi, haydi..
6 yıl önce (11.11.2010) “Türban Sorunu” başlıklı oturumda Beyaz TV’de (Sağduyu Prog.) Av. Mustafa Karaman ile birlikte ikiniz, eski DSP Milletvekili Hasan Erçelebi ve bize karşı canhıraş biçimde, gerçekleri bildiğiniz halde, Türban’ı siyaseten savunuyordunuz.. Ödülünüzü de aldınız, Vekil hatta AKP Genel Başkan Yrd. oldunuz.. Dolayısıyla çok da umutlu değiliz bilim etiği bağlamında doğruyu bulacağınızdan?!
Ekleyelim : Başbakan Yıldırım “Devlet millete değil, kendisine olağanüstü hal ilan etmiştir” dedi ama… OHAL’de en az (saptanabilen) 513 işçi yaşamını yitirdi!
Sevgi, saygı ve acı ile.
20 Kasım 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Eski Yeraltı Maden İşletmesi İşyeri Hekimi
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

ŞİRVAN’da MADEN FACİASI : 16 EMEKÇİ GÖÇÜK ALTINDA!

Şirvan’da 1 işçinin daha
cansız bedenine ulaşıldı!

SİİRT (İHA)

Siirt‘in Şirvan ilçesindeki maden ocağında meydana gelen heyelanda göçük altında kalan işçilerin bulunması için çalışmalar sürüyor. Kayıp işçilerin facia sırasında çalıştığı değerlendirilen bazı iş makinelerinin gömülü olduğu bazı yerler tespit edildi. Bu gelişme üzerine enkaz altında kalan işçilere ulaşmak için aramalar bu noktalarda yoğunlaştırıldı. İşçi ailelerinin acılı bekleyişi ise sürüyor. Bu gün bir acı haber daha geldi. Kayıp 11 işçiden birinin daha cenazesine ulaşıldı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, “Umudumuzu kesmeyeceğiz ama süre olumsuz etkiliyor.” dedi.

Siirt‘in Şirvan ilçesindeki bakır madeninde meydana gelen heyelanda toprak altında kalan işçilerin bulunması için çalışmalar sürdürülüyor. Daha önce toprak altında kalan 16 işçiden 5’inin cansız bedenine ulaşılmıştı. Bu gün 1 işçinin daha cenazesine ulaşıldı. 10 işçinin bulunması için çalışmalar sürdürülüyor. Bu gün çıkarılan cenazenin işçilerden Sedat Bulut’a ait olduğu belirlendi. Sedat Bulut’un bekar olduğu, madende Rok Operatörü olarak çalıştığı belirtiliyor.

Toprak altından daha önce Murat Ant, Reşit Can, Abdulbaki Aydın, Ali Sönmezsoy ve Şefik Tuncer‘in cenazeleri çıkarılmıştı.

Siirt Şirvanda 1 işçinin daha cansız bedenine ulaşıldı

CENAZE TOPRAĞA VERİLDİ

Sedat Bulut’un cenazesi otopsi için Siirt Devlet Hastanesi Morgu’na götürüldü. Burada yapılan otopsinin ardından Bulut’un cenazesi, ailesine teslim edildi. Yakınları tarafından Şirvan’ın Otluk Köyü’ne getirilen Sedat Bulut’un cenazesi, burada gözyaşları arasında toprağa verildiği öğrenildi.

Siirt Şirvanda 1 işçinin daha cansız bedenine ulaşıldı Aile yakınları gözyaşlarına boğuldu

 İŞ MAKİNELERİNİN OLDUĞU YERLER ARANIYOR

Kayıp işçileri arama çalışmaları toprak altında kalan bazı iş makinelerinin yerinin belirlendiği bölgeye kaydırıldı.

Kayıp işçilerin bir bölümü kamyon şoförü, bir bölümü ekskavatör operatörü olarak görev yapıyordu. İşçilerin, iş makinelerinin yanında, yakınında olduğu tahmin ediliyor. Şantiye Şefi Ramazan Azboy, çalışmaların yoğunlaştırıldığı bölgede heyelan sırasında toprağa gömülen 4 iş makinesinin olduğunu söyledi. Azboy, şunları kaydetti: “Bu heyelanda 16 arkadaşımız maalesef toprak altında kaldı. 5 cesedimizi çıkardık, 11 kişiye de ulaşmak üzereyiz. Yukarı bölümdeki hafriyatları hafiflettik ki ikinci bir kazaya sebebiyet vermeyelim. Burada 1 milyon m3’e yakın bir hafriyat var. İnşallah arkadaşlarımıza ulaşırız, umudumuz odur ki canlı ulaşalım. Gerçekten zor bir şey, acı veren bir durum. İnşallah bir iki gün içinde bütün arkadaşlarımıza ulaşmayı hedefliyoruz.” AFAD Başkan Vekili Mehmet Halis Bilden, beraberinde Enerji Bakanlığı uzmanları ile çalışmaların yoğunlaştırıldığı alanda incelemelerde bulunarak durum değerlendirmesi yaptı. Çalışmaların aralıksız devam ettiğini dile getiren Bilden, “İnşallah en kısa sürede kardeşlerimize ulaşırız.” dedi.
(http://www.hurriyet.com.tr/siirt-sirvanda-kayip-isciler-araniyor-40282983?utm_source=wpush&utm_medium=breaking#webPushId=Mzc4, 20.11.16)
====================================
Dostlar,

Hürriyet‘in haberi böyle. Suya sabuna dokunma yok. Heyelan (toprak kayması) olmuşmuş Siirt / Şirvan’daki bakır madeninde. Göçüğün nedeni buymuş!? Kimsenin sorumluluğu yok. Gene Allah’tan, kader işte! Oysa aşağıda da okunacağı üzere Maden Mühendisleri Odası’nın olay yeri incelemelerine göre;

  • ..yaşanan olayın heyelan ya da başka bir doğa olayı değil şev kayması olduğu…

vurgulanıyor.. Tayyip beyin hikmetli buyrumuna göre “ölüm bu mesleğim fıtratında var..” İçtihatımız, ezberimiz budur o tarihten bu yana. Zonguldak Karadon’da 30 maden emekçisi grizu patlamasında -540 metrede feci biçimde öldüklerinde (17 Mayıs 2010) zamanın Başbakanı R.T. Erdoğan böyle buyurmuşlardı. Dönemin Çalışma Bakanı Prof. Ömer Dinçer daha da ileri giderek “güzel öldüler..” buyurmuşlar ve tarihe geçmişlerdi! (http://www.ntv.com.tr/turkiye/olen-madencilerin-ardindan-guzel-olduler,F 1Z6RlljTUy8svorYsAkdA?_ref=infinite, 28.05.2010)

Öte yandan Siirt – Şirvan’ın Maden köyünde meydana gelen göçüğe ilişkin şirket tarafından görevlendirilen bir yetkili “Allah’ın takdiridir” açıklaması yaparken, maden sahasını incelemeye gelen Enerji Bakanı Berat Albayrak köylüler tarafından protesto edildi. İki köylü gözaltına alındı. Gözaltına alınan işçi yakınlarının adları öğrenilmezken, nereye götürüldükleri hakkında da bilgi verilmedi. (http://sendika12. org/2016/11/siirt-isciler-gocukte-damat-berati-protesto-eden-isci-yakinlari-gozaltinda/, 20.11.2016)
*****

Maden Mühendisleri Odası’nın değerlendirmesi şöyle           :

Maden Mühendisleri Odası, Siirt’te 5 kişinin yaşamını yitirdiği 11 işçinin hala toprak altında olduğu facia sonrası yaptıkları incelemeyi paylaştı. Siirt’te yapılan incelemenin ardından Oda’nın düzenlediği eğitim çalıştayı için Adana’ya gelen Oda yönetim kurulu burada bir basın toplantısı gerçekleştirdi. Basın toplantısında konuşan Maden Mühendisleri Odası Başkanı Ayhan Yüksel, yaşanan olayın heyelan ya da başka bir doğa olayı değil şev kayması olduğunu ihmallerin belirlenmesi için gerekli incelemelerin yapılması gerektiğini ifade etti.

Maden cinayetlerinin sebebi taşeron ve özelleştirme!

ÜRETİM TEKNİK OLARAK YETERSİZ OLAN TAŞERONA BIRAKILDI

4 taşeron bulunan işletmede çevre köylerden 800 işçinin çalıştığı bilgisini veren Yüksel, – özelleştirme,
– taşeronlaştırma,
– rodövans

gibi uygulamalarla üretimin kamu kurum ve kuruluşlarında uzun yıllar boyunca elde edilmiş bilgi ve deneyim dağıtılarak üretimin altyapı ve teknik olarak yetersiz olan taşeron firmalara bırakıldığını söyledi.

ARAMA ÇALIŞMALARINDA MÜHENDİSLİK DESTEĞİ ŞART

Arama ve kurtarma çalışmaları sırasında organizasyon ve koordinasyonda yaşanan olumsuzluklar gözlemlediklerini aktaran Yüksel, bu durumu yetkililere ileterek sorunun çözümüne katkıda bulunduklarını ve mühendislik desteği ile arama çalışmalarının hızlandığını ifade etti. Soma ve Ermenek’te arama kurtarma çalışmalarını siyasilerin, Siirt’te de bürokratların yürüttüğünü dile getiren Yüksel, AFAD’ın madenlerde arama kurtarma çalışmalarında yetersiz kaldığını, maden mühendisi desteği almadan doğru aramanın yapılamayacağını söyledi. Olayın gerçek nedeninin ortaya çıkarılması için gerekli incelemelerin yapılması gerektiğini ifade eden Yüksel,
– özelleştirmelerin durdurulmasını,
– taşeron uygulamalarının iptal edilmesi gerektiğini
dile getirdi. (Adana/EVRENSEL, https://www.evrensel.net/haber/296339/maden-cinayet lerinin-sebebi-taseron-ve-ozellestirme)
*****

Şirket 3 ay önceki göçüğün ‘zararı’nı kapatıyormuş!

Siirt’te meydana gelen maden faciasına, 3 ay önce yaşanan göçük nedeniyle şirketin uğradığı zararın kapatılması için önlem alınmadan çalışmanın neden olduğu ileri sürüldü. Madende oluşan çatlakların üstünün toprakla dolgu yapılarak kapatıldığını, kepçe ile açılması gereken basamakların dinamitle açıldığını belirten işçiler, daha fazla kâr için ölüme gönderildiklerini söyledi.

Siirt’in Şirvan ilçesine bağlı Maden köyünde Ciner Grubuna bağlı Park Elektrik’e ait bakır madeninde 2 gün önce gece vardiyasında işçiler çalışırken meydana gelen göçükte 9’u kamyon şoförü, 7’si kepçe operatörü olmak üzere 16 işçi göçük altında kaldı. Şu ana dek işçilerden 4’ünün cansız bedenine ulaşıldı. Bu 4 işçi, hemen olay anında arkadaşları tarafından toprak altından çıkarıldı.

Siirt Valisi yaptığı açıklamada 1 milyon m3 toprağın kaydığını, ancak göçüğün meydana geldiği alanda mühendislerin yaptığı ölçümlerde ise 7 palyenin (basamak) çöktüğünü ve bunun da ortalama 2,5 milyon m3 toprağa denk geldiğini aktardı. Arama-kurtarma çalışmalarına başlanması için açılan yol açma işlemi halen tamamlanmadı. Çalışmaların çok ağır ilerlemesinden dolayı işçilerin aileleri zaman zaman sinir krizleri geçiriyor.

GÖÇÜĞÜN NEDENİ KAR HIRSI MI?

Maden köyü içinde 2004’te kurulan ve aralıksız maden çıkarılan ocakta, 3 ay önce yine göçük yaşandı, madeni temizleme çalışması iki ay sürdü. Bu sürede madenin belirli bölümleri çalıştığından üretim düştü. Maden temizleme çalışmalarının ardından üretim farkının kapatılması için yeniden tam kapasite çalışmaya başladı. İş makineleri tarafından açılması gereken basamaklar dinamitlerle açıldı. İşçiler patlatılan dinamitlerin göçüğe davetiye çıkarttığını savunuyor.

KAZA DEĞİL CİNAYET!

Daha önce de kezlerce kazaların olduğu 12 yıllık madende çalışan işçilerin anlatımları tüyler ürpertti. Madende çalışan işçiler, göçükten önce çatlakların oluştuğunu, ancak önlem alınmadığını aktardı. İşçiler 2 hafta önce madende çalışan arkadaşları Fatih Durak’ın da başına taş düşmesi sonucu yaşamını yitirdiğini aktardı.

GÖÇÜK GÖZ GÖRE GELDİ

Adını vermek istemeyen işçiler, madende birçok kez benzer kazaların olduğunu ve işçilerin erken davranmasıyla ölümden kurtulduklarını dile getirdi. Şirketin daha çok üretim için can güvenliğini hiçe saydığını belirten işçiler, sürekli işletme şeflerini ikaz etmelerine karşın idari personel müdürü Mahir Yiğit’in kendilerini işten çıkarmakla tehdit ettiğini ileri sürdü.

GÖÇÜK ALTINDA KALANLAR UYARMIŞ

Bir hafta önce palyelerde (basamak) gözle görülen çatlakların açılması üzerine işçilerin, Açık Alan İşletme Müdürü Mehmet Oğuz’u uyardığı; ancak Oğuz’un “Bir şey olmaz çalışmaya devam edin.” dediği iddia edildi. İşçilerin sorumlu tuttuğu Oğuz’un göçükten hemen sonra maden ocağından kaçtığı ortaya çıktı. İki gündür hiçbir yerde görülmeyen Oğuz’un işçilerin tepkilerinden dolayı kaçtığı iddia edildi. (DİHABER)
*****
Evet dostlar…

Yüreğimiz gene yangın yeri.. Politeknik‘in açıklaması tam da bam teline vuruyor:

  • Katliamın sorumlusu değişmiyor: AKP-Saray iktidarı ve yandaşları!
    Ciner Holding’e ait Park A.Ş’nin Elbistan Çöllolar Kömür sahasında 10 Şubat 2011’de yaşanan şev kaymasında ikisi mühendis toplamda 11 işçi katledilmişti. Şirketlerin kâr hırsı, saha güvenliğini ve işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri yok sayıyor. AKP-Saray iktidarı ve çalışma yaşamını denetlemekle yükümlü Bakanlıkları kamusal denetim ve yaptırım uygulamalarını sermaye lehine düzenliyor. İş cinayetlerine, Soma’ya, Ermenek’e, son olarak Siirt’teki maden ocağında olduğu gibi katliamlara davetiye çıkarılıyor.
  • Katliamın sorumluları Ciner Holding ve kamusal denetimle yükümlü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maden İşleri Genel Müdürlüğü, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’dır. (http://politeknik.org.tr/siirt-sirvan-maden-katliami-ve-teknik-ihmaller-po liteknik/, 20.11.2016)

İçimizden “Allah belanızı versiiiinnnn katilleeeerrrr!..” diye vargücümüzle haykırmak geliyor.. ve çığlıklarımızı tutamıyor, klavyeye döküyoruz..

Dr. Ahmet SALTIK
Eski Yeraltı Maden İşletmesi Hekimi
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net, 
profsaltik@gmail.com

Bombalar ve nitratlı gübreler

Bombalar ve nitratlı gübreler

portresi

Prof. Dr. Tayfun Özkaya
Ege Üniv. Ziraat Fak.
YURT Gazetesi, 18.11.2016

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Başbakan Yıldırım gazetelere açıklama yapmış: “Kimyasal gübrenin verime faydası oluyor ama toprağı çoraklaştırıyor, teröristlerce bomba yapımında kullanılıyor, kimyasal gübre işinden çıkacağız… Organik, biyolojik gübre toprağa verimlilik artışı olarak gidiyor, ürün miktarı ve kalitesini artırıyor.

Bu açıklama gübre işindeki iş çevrelerinde şok etkisi yapmış. Verimin düşeceğini, kimyasal gübre yerine biyolojik gübrenin yeterince bulunamayacağını ileri sürmüşler. Kimyasal gübre şirketleri büyük dünya savaşları sırasında bomba üreticisi idiler. Savaş bitince bomba fabrikaları gübre fabrikasına dönüştürüldü. Başbakan Yıldırım’ın açıklaması doğrudur.

Toprak kimyasal gübre ile çoraklaşmaktadır. Ülkemizin kimi bölgelerinde çok kullanılmasa da özellikle kıyı bölgelerinde aşırı kullanım yaygındır. Toprağı ve suyu kirletmesinin yanında yetiştirildiği bitkilerde kanserojen bileşikler de oluşturur. Ancak kimyasal gübre lobisinin de doğru olduğu bir nokta var. Doğru olan şey, hemen kesildiğinde dekar başına verimin düşebilecek olmasıdır. Fakat zaman içinde verim yükselerek eski düzeyine gelebilmektedir.

Sovyetlerin çöküşü sonrası Küba kimyasal gübre ithal edemediğinde bu gözlendi. Hayvansal gübreler, kompost, yeşil gübre, kırmızı solucan gübreleri kimyasal gübrenin yerini alınca verim eski düzeyine üç dört yılda çıktı. Küba bu krizi çözdü.

Verime de o kadar takılmamak gerekiyor. Bizleri kanser yapan yüksek bir verim yerine daha düşük bir verime razı olabiliriz. Dünyada gıdanın dörtte biri kayıp ve israf olmaktadır. Kanımca kimyasal gübre lobisi Başbakanımızın sözlerini kâğıt üzerinde bırakacaktır. Ne yapıp edip kamuoyunu ikna edeceklerdir. Çiftçilerin de çoğu aynı düşüncededir. Onları tersine ikna etmek oldukça zordur, ama imkânsız değildir. Kimyasal gübresiz bir tarım mümkündür. Ama epeyce değişiklik gerekecektir. Örneğin hayvancılık artık yoğunlaşarak ülkenin bazı yerlerinde toplanmıştır. Bir kısım hayvan gübresi tarımda kullanılmayıp ziyan olmakta, çevreyi kirletmektedir. Çiftçiler az sayıda da olsa hayvan yetiştirirlerse tarlaları için gübre de sağlanmış olacaktır. Hayvancılık ülke düzeyine daha eşit dağılmalıdır. Çiftçilerin az sayıda da olsa hayvan yetiştirmemesi için yıllardır her şey yapılmıştır. Meralar sürekli küçülmekte, talan edilmektedir. Çiftçinin eline geçen süt ve canlı hayvan fiyatları çok düşüktür. SEK gibi kuruluşlar özelleştirildi. Süt tekelleri piyasaya hâkim oldular. Yeşil gübreyi, kırmızı solucan gübresini çoğu çiftçi bilmiyor.

  • Kısacası endüstriyel tarım yerine agro-ekolojik ilkelere dayanan bir tarıma geçmek gerekir.

Ama kimyasal gübre, sentetik tarım ilacı (zehir), tohum üreten şirketler, tarım ürünlerini satın alan, işleyen şirketler ve süpermarketlerden oluşan bir kimyasal lobi bunun olmayacağını söyleyeceklerdir ve söylüyorlar.
========================
Dostlar,

Konu ve sorun önemlidir. Ancak Türkiye ne yazık ki siyasal iktidar AKP ve RTE eliyle yapay gündemlerle yerden yere savrulmaktadır. Öte yandan ekonomi giderek köşeye sıkışmıştır ve eldeki olanaklarla mutlaka birşeyler yapılması zorunludur. İktidar, deyim yerinde ise kıvranmaktadır ekonomiyi bunalıma (krize) sokmamak için. Ne var ki kitlelere dönük algı yönetimi sürdürülmekte ve “Dolar” ile başlayan, “Dolar özneli” tümceler kurulmakta ve bu para biriminin değerinin yükseldiği, rekor üstüne rekor kırdığı, rekora doymadığı, “Doların 3,5 attığı” (!)… gibi yönlendirici ifadeler kullanılmakta. Bilim ve medya namusu ortalıkta görülmemektedir; neden çıplak gerçek söylenmemekte ve TL’nin değer yitirdiği açıklanmamaktadır??

  • Zayıf ve çoook borçlu, bir ekonominin,
  • bütçe açığı ve cari açık olmak üzere çifte açık kıskacına dolanmış,
  • sıcak paraya mahkum,
  • turizm gelirleri ciddi düşmüş,
  • yabancıların çıktığı ama sıcak para girişinin çok azaldığı,
  • %1,35 gibi anormal büyük bir nüfus artışı hızına karşın %3 bile büyüyemeyen,
  • orta gelir tuzağına düşmüş ve kişi başına geliri bir türlü on bin doları aşamayan,
  • yolsuzluklara bulanmış,
  • milyar dolarlık hovarda projeleri Merkezi Yönetim Bütçesi dışına çıkararak 5018 sayılı yasa denetiminden kaçıran ve yandaşları birkaç kuşak ileriye doğru karun gibi zenginleştirirken halkın gelecek onyıllardaki kaynaklarını bile bugünden yandaşlara peş keş çeken,
  • kara para aklanan, “net hata noksan kalemi” uydurması ile halkın kandırıldığı,
  • ülke dışında boyundan büyük askeri operasyomlara girişen,
  • ülke içinde ciddi terör harcamaları olan,
  • yargısı – medyası – yasaması “Tek Adam“ın 2 dudağı arasına sıkıştırılan,
  • 17-25 Aralık 2013 muazzam yolsuzluk şaibelerinin iktidar üzerinden kaldırılamdığı,
  • Bloomberg’in dünyanın en kötü 8. ekonomisi ilan ettiği…..bir ülkede Sayın Prof. Tayfun Özkaya‘nın böylesine önemli bilimsel önerilerine kimler kulak kabartacak ve dinleyecektir?? Gübre lobisini geçelim, GDO’lu ürünleri üreten uluslararası tekeller de sınırlarımızı ve mevzuatımızı delik deşik etmediler mi??
  • Küresel Elit, aşırı boyutta ve tehlikeli biçimde çoğalmayı sürdüren dünya nüfusu sorununa kendine yakışır özgün çözümler mi üretiyor acaba??desek komplo kuramı mı üretmiş oluruz?? Örneğin,
  • Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, ülkemize girişine izin verdiği
    GDO’lu hayvan yemi ve insan yiyeceklerinin… listesini açıklayabilir mi??

Sevgi ve saygı ile.
19 Kasım 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

Kübra bebek resmen açlıktan ölmüş!

Kübra bebek resmen açlıktan ölmüş!

SAMSUN’un Tekkeköy İlçesi’nde geçen 17 Ocak tarihinde yaşamını yitiren ve ’açlıktan öldüğü’ haberleriyle kamuoyunun gündemine oturan 2.5 aylık Kübra Nazar Bakırcı’ya, ölümünden 25 gün önce götürüldüğü hastanede ’beslenme yetersizliği’ tanısı konulduğu ortaya çıktı.

Kübra bebek resmen açlıktan ölmüş

Kübra bebeğin ölüm nedeni önce polis bültenine ’beslenme yetersizliği’ olarak yazıldı. Olayın basın tarafından ülke gündemine taşınması üzerine, aynı günün akşamı Emniyet Müdürlüğü bültene ’sehven’ ’beslenme yetersizliği’ diye yazıldığını, ilgili polis memurunun da görev yerinin değiştirildiğini açıkladı. Valilik’ten konuyla ilgili yapılan açıklamada da ’Açlıktan ölümün’ sadece ailenin iddiası olduğu ileri sürüldü. Hastane ve otopsi raporu basından gizlendi.

Ancak, DHA’nın ele geçirdiği hastane ve otopsi raporunda Kübra bebeğin ölmeden 25 gün önce hastaneye götürüldüğü ve ’malnutrisyon-kistik fibrozis’ (Beslenme yetersizliği) tanısı konulduğu ortaya çıktı. Küçük kıza yapılan ilk otopsi raporunda da midesinin boş olduğu açık bir ifade ile yazıldı. Bunun üzerine ailenin avukatı Yalçın Korkmaz, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na ve Maliye Hazinesi’ne 210 bin TL’lik manevi tazminat davası açtı. Avukat Korkmaz, “İş kazası geçirip sakat kalan babaya SGK gelir bağlamamış, devlet de sosyal görevlerini yerine getirmemiştir. Dolayısıyla baba çalışamadığı için Kübra bebek adım adım ölüme gitmiştir” dedi.

HASTANEYE GÖTÜRÜLÜRKEN ÖLDÜ

Samsun’un Tekkeköy İlçesi Cumhuriyet Mahallesi’nde oturan 26 yaşındaki Necla ve geçirdiği iş kazası nedeniyle işsiz olan 30 yaşındaki Murat Bakırcı çiftinin 2.5 aylık bebekleri Kübra Nazar Bakırcı 17 Ocak günü rahatsızlandı. Kübra bebek Samsun Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi’ne 112 Acil Servis ambulansıyla götürülürken yolda öldü. Kübra bebeğin hastaneye ölü olarak gelmesi üzerine Cumhuriyet Savcısı, otopsi istedi. Yapılan otopsinin ardından bebeğin kesin ölüm nedeninin tespit edilmesi için alınan parçalar İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Kübra Nazar Bakırcı’nın ölüm sebebi, polis kayıtlarına ’beslenme yetersizliği’ olarak geçti.

BASINDA YER ALINCA ’SEHVEN YAZILMIŞ’ DEDİLER

Olayın basında geniş yer bulup ülke gündemine taşınması üzerine önce Emniyet Müdürlüğü yazılı açıklama yaparak, hazırlanan asayiş vukuat bültenine küçük kızın ölümünün kayıtlara ’sehven’ ’Beslenme yetersizliği’ diye geçtiği ifade edildi. Kısa süre sonra da görevli 2 polis memurunun yeri değiştirildi. Samsun Valiliği’nden yapılan yazılı açıklamada da, minik kızın beslenme yetersizliğinden öldüğü yönündeki iddiayı ailenin ileri sürdüğü kaydedilip, kesin ölüm sebebinin otopsiden sonra belli olacağını açıklandı. Başbakanlık da konuyu yakından takip edip Samsun valiliğinden bilgi aldı.

AÇLIĞIN BELGESİ

Kübra bebeğin ölüm nedeninin belli olması için İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan gelecek sonuç beklenirken, DHA Kübra Nazar Bakırcı’nın ölmeden 25 gün önce ailesi tarafından Samsun Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi’ne götürüldüğünü ve burada yapılan muayenede ’malnutrisyon-kistik fibrozis’ (Beslenme yetersizliği) tanısı konulduğunu gösteren belgeyi ele geçirdi. Basından gizlenen hastane ve ilk otopsi raporunda açık bir dille ’beslenme yetersizliği’nin vurgulandığı ortaya çıktı. 23.12.2010 tarihinde hastane polikliniğinde muayene edilen Kübra bebeğin çok zayıf olduğu ve ’malnutrisyon-kistik fibrozis’ tanısı konularak, Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi’ne sevk edildiği belirlendi. Ayrıca Kübra bebeğe Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan otopside küçük kızın, ölmeden bir hafta önce kardeşi tarafından düşürüldüğünün belirtilmesine rağmen, ’tüm kafa kaide kemikleri sağlam bulundu’, ifadesine yer verildi. Midesinin boş olduğunun tespit edildiği açık bir dille vurgulandı.

’ÖZELLİKLE FAKİR AİLELERDE GÖRÜLÜR’

Minik kıza Samsun Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi’nde konulan tanıyı değerlendiren, OMÜ Sağlık Yüksekokulu Beslenme ve Diyetetik Bölümü Başkanı Doç. Dr. Aliye Özenoğlu, Malnutrisyon’un kötü, yetersiz ve dengesiz beslenme olduğunu söyledi. Özenoğlu şöyle dedi:

“Eğer kişi yeterli beslenemiyorsa bu durum oluşabilir, ya da kronik bazı hastalıklar buna neden olabilir. Kistik fibzorist bir kronik metabolizma hastalığıdır. Bu kişilerin aldıkları besinler enzim eksizliği nedeniyle sindirilmeden vücuttan dışarı atılır. Vücut yenilen besinlerdeki vitamin, mineral, proteini alamaz. Malnutrisyon özellikle fakir ailelerde yeterli besin alınamaması nedeniyle görülür.”

İKİ KURUMA TOPLAM 210 BİN TL’LİK TAZMİNAT DAVASI

Bakırcı ailesinin avukatlığını yapan Yalçın Korkmaz, Kübra bebeğin ölmeden 25 gün önce rahatsızlanarak hastaneye götürüldüğünü ve burada ’beslenme yetersizliği’ tanısını konulduğunu söyledi. Korkmaz, minik kızın babası Murat Bakırcı’nın 15 Nisan 2008 tarihinde geçirmiş olduğu iş kazası nedeniyle sağ ayağının bilekten kesildiğini ve çalışamadığını belirterek şunları kaydetti:

“Müvekkilime gelir bağlanması için Sosyal Güvenlik Kurumu Müdürlüğü’ne ve SGK İl Müdürlüğü’ne 27.08 2008 tarihinde yapmış olduğumuz müracaata rağmen, kendisine herhangi bir maaş bağlanmamıştır. Aile zor şartlar altında yaşamını sürdürmeye çalışırken, 17. 01. 2011 tarihinde 2.5 aylık bebeklerini kaybetmiştir. Murat Bakırcı, daha önce kızını Samsun Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi’ne götürmüş ve burada Kübra bebeğe ’beslenme yetersizliği’ tanısı konulmuştur. Buna göre de tedavi önerilmiştir. Ancak müvekkilim kendisi çalışamadığı için ilkel koşullarda yaşamını sürdürürken, devletin sosyal devlet olmasından kaynaklanan görevlerini yerine getirememesinden dolayı çocuğuna ihtiyaç duyduğu gıda maddelerini alamamış ve kızını kaybetmiştir. Devlet buradaki görevini açıkça ihmal etmiştir. 3 yıla aşkın süredir kendisine gelir bağlamadığı için bu ölüm olayının meydana gelmesinde devletin kusurları bulunmaktadır. Biz de Samsun İdare Mahkemesi’ne Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Maliye Hazinesi hakkında toplam 210 bin TL’lik manevi tazminat davası açtık.” ’

’AÇ İNSANIN MEMESİNDEN SÜT GELİR Mİ?’

Olayın basında geniş yer bulmasının ardından Türkiye’nin her yerinden Bakırcı ailesine yardım yağdı. Samsunlu bir işadamı oturduğu evi tamir ettirdi. Yardımseverlerce eve yeni eşyalar alınıp gıda maddeleri gönderildi. Anne Necla Bakırcı, kızını iyi besleyemediklerini söyleyerek, “İşimiz yok. Zor durumda yaşıyorduk. Bu yüzden kızıma iyi bakamadım. Onu besleyemedim. Aç insanın memesinden süt gelir mi? Bundan sonra dolabım dolmuş neyime. Kızım gitti” diyerek gözyaşı döktü.

Baba Murat Bakırcı da, geçirdiği iş kazası sonrasında işyerine açtığı 501 bin TL’lik tazminat davasının devam ettiğini belirterek, “Bu süre içerisinde SGK bana bir maaş bağlamadı. Bir maaşım olsaydı. Belki kızım ölmeyecekti.” diye konuştu.
(http://www.milliyet.com.tr/kubra-bebek-resmen-acliktan-olmus-gundem-1382057/, 17.11.2016)
========================================
Dostlar,

Sağlık Bakanı Çocuk hekimi Prof. Dr. Recep Akdağ şişiniyor :

  • “Sağlık düzeyi göstergelerimiz büyük bir hızla iyileşti. Dünya bize hayran..
    Ben de bu başarıyı anlatıyorum her yerde, danışmanlık yapıyor, ders veriyorum…”
    diyor..

Kübra bebek ve otopsiyle kesinleşen AÇLIKTAN ÖLÜMÜ de hepimize ders veriyor galiba.. Asıl ders de bu olsa gerek..

AKP – RTE – MHP! Hiç utanıp sıkılmadan, ülke bu hazin halde iken ve OHAL adı altında inletilirken siz “Başkanlık” oyunlarıyla ülkemizi ve kendinizi oyalamaya devam edin..

Zerrece kuşku duymayınız ki, ilahi adalet mutlaka bedelini ödetecektir tüm sorumlularına..

Lütfen derhal yayın yasağı getiriniz bu ve benzeri haberlere de hiç olmazsa yaşamımızın son çeyreğinde bu gibi içimizi kanatan trajedileri duyup – görmeyelim, devekuşu gibi yaşayalım!

Sevgi, saygı ve acı ile.
18 Kasım 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com