Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Prof. Selçuk Erez : Yalakalara ne olacak?

Cumhuriyet Pazar Dergi 16.06.2013

file:/Users/apple/Desktop/dergi/in/16PD05/%2016%20HAZIRAN%202013:CALISMALAR:LOGOLAR%20ICIN:PAZARINPENCERESINDEN-2SATIR.jpg
SELÇUK EREZ
www.selcukerez.com
 

Yalakalara ne olacak?Demokrasi yoksunluğuna Taksim Gezisi’nde başlayan tepkiler,
yurdun dört bir köşesine yayıldıkça ben, kıdemli yalakalarımız için üzülmeye başladım:İşin artık böyle süremeyeceğini, üç vakte kadar bu zavallıların işsiz kalacağını anlıyorum. O tarih gelip çattığında -ki maalesef bu kaçınılmazdır- işadamı, basın üyesi vb. yalakalarımız ne yapacaklar?

Dante, bu kimselerin Cehennemde Sekizinci Daire’nin İkinci çukuruna gideceklerini
ve orada süreksiz ve ağırlaştırılmış bir eylem sürdüreceklerini, dışkı eşeleyeceklerini söyler. Bunu bilerek, yeryüzünde sefalet çekmelerine karşı duyarsız kalamayız.

Araştırdım ve eski yalakaların bundan sonra yapabilecekleri, onların karakter yapısı ile çelişmeyeceğinden kolay uyum sağlayacakları birçok anafor işi saptadım.

İskatçılık                 : Bazı ülkelerde cenazelerde saçını başını yırtıp ağlaması için parayla adam tutuluyor. Özellikle Tayvan’da ve Kenya’da hatta İngiltere’de böyle kimseler var. Britanya’da saatine 45 sterline ağlıyorlar.

Arabistan’da kral yelpazelemek              : Klima cihazlarının yayılmasına rağmen
Arap yarımadasının emirleri, kralları, Mısır fıravunları gibi tavus tüyü yelpazelerle serinletilmeyi yeğliyorlar. Bu canlı soğutucuların da Venedik gondolcuları gibi işlerini görürken bir taraftan da şarkı söylemeleri hoşa gidiyor. Bu nedenle sesi güzel olanlar ve Arapça gazel bilenler tercih ediliyorlar. Tek riski, on beş yıl önce bir görevlinin yelpazeyi gereğinden fazla sallaması sonucu emir, ağır sinüzit olunca yelpazecinin çöle götürülüp taşlandığı biliniyor.

Yemek tadımcısı                : Zehirlenmekten korkan birçok devlet büyüğü, yiyeceklerini belli bir süre önce tadacak kimseler kullanıyorlar. Maaşın kabarık olması yanında yemeklerin en âlâsından beleş çimlenmek önemli avantalardır. Riski; sendikaları yok ve iş kazası çok.

Tebrik kartları basıp satmak               : Taksim Gezisi’nde ve Beyoğlu’nda,
sokak hattatlarımızca haziran ayı boyunca yazılmış duvar yazılarının resimlerini çekip bunları bayram tebrik kartları haline getirmek ve yılbaşı, dini ve milli bayramlarda satışa çıkarmak bol kazanca yol açabilir.

Hangi Dilden Konuşmak?

Dostlar,

Sayın Ertuğrul Latif Kazancı eğitimci ve hukukçudur.
Özellikle yakın tarihe egemen, duyarlı bir yurtsever, emekten yana düşünürdür
ADD’de 2004-2006 döneminde kendileri Genel Başkan, biz de Genel Başkan Yardımcısı, dönem dönem de Genel Başkan Vekili olarak çalıştık.

Öncesinde de ADD Genel Yönetim Kurulu üyesi olarak birlikte bulunduk.

Birkaç gün önce Cumhuriyet’in 2. sayfasında önemli bir makalesi daha yayımlandı
Sn. Kazancı’nın :

  • Hangi Dilden Konuşmak?

Gündem öyle yoğun ki, ardından yetişmek çok zor.
Küçük bir gecikmeyle bu önemli makaleyi paylaşmak istiyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
20.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=================================

Cumhuriyet 16.06.2013
Hangi Dilden Konuşmak?

Ertugrul_Kazanci_portresi

 

Av. Ertuğrul KAZANCI 
Eğitimci-Hukukçu

 

  • Siyasal tarih, bazı iktidar sahiplerinin en masum demokratik kitle istemlerinde bile savurdukları; “Ya yola gelirsiniz ya da biz, anladığınız dilden konuşmasını biliriz” tehditleriyle doludur. Oysa düşünsel nitelikli toplumsal muhalefetleri dinlemeyen yönetimlere, bizzat demokrasiler ders verir. Türkiye’deki Cumhuriyet ve devrim duyarlılığı içeren; akıl, bilim ve çağcıllıktan yana duruş ve önerileri, şiddet ve tertip taşıyan “provokasyon” kategorisine sokmanın nesnel mantığı da hiç yoktur.

Devleti saygın bir kurum konumuna getiren temel nitelik, tüm yurttaşları için
eşit, adil ve nesnel hukuksal kıstaslara sahip olmasıdır. Adaletin onuru da budur. Yoksa devlet, antidemokratik ve buyurgan bir “zulüm” varlığı olmaktan öteye geçemez. Kişi veya zümre otoritesi altında, mutsuz ve umutsuz kitlelerin uyruk olduğu
kimliksiz yığınlara dönüşür.

Baskıcı devlet; hukuksal içerik ve uygulamalara sırt çeviren, özgürlüklere özensiz, hakları zedeleyen ve aydınlanmaya düşman kesilen güçler yaratır.
Adaleti doğrudan etkilemeye çalışır. Siyasal iktidarların; yürütme erkini hukuksuzluk öğesi olarak kullanmak istemeleri ve “yargı bağımsızlığına” el atmaları,
bu yüzden totaliter devletlerde fazlasıyla yer tutmaktadır.

Hak ve özgürlüklerin gelişigüzel daraltıldığı, bireysel ve toplumsal güvencelerin olmadığı bir yapı; “polis devleti” statüsüdür. “Yasa devleti” de kamu yönetimi açısından
başlıca kıyas değildir. Çünkü hukuka aykırı yasaları, buyruk altında ve irdelemeden çıkaran yasama organlarına sahip nice ülkeler vardır. Öyleyse saygın yönetimlerin niteliği; evrensel düzeyde kabul görerek, demokratik hukuk kurumlarının işlemleriyle pekişmiş bir uzlaşma olan “hukuk devleti” anlayışını benimsemek olmalıdır.

‘Taksim’ ve toplumsal bellek

Toplumsal yaşamda; demokratik insani değerlerin özgürlüklerle birlikte göz ardı edildiği yönetsel tutum, “ceberrut devlet”i yaratır. Zora dayalı tavır dış ilişkilere de yansıyabilir. Ülke içinde halka göz açtırılmazken halk zararına dayatmalarla dıştaki çıkar kutuplarının boyunduruğuna girilebilir. Hatta sömürgeleştirilme programlarında, emperyalizmle birlikte saf tutulabilir.

Türkiye’deki gündem, “Taksim Gezi Parkı” olaylarıdır. Çevresel duyarlığı bile kaldıramayan coplu, biber gazlı ve basınçlı su sıkan güç, sabır bardağını taşırmıştır. Sorumluların zorunlu olarak kabullendikleri; “ruhsal ve fiziksel orantısız saldırılara”, insanların katlanma dirençleri kalmamıştır.

O zaman da ortada yurt ve ulus aleyhine yıllarca takınılan yanlışlık ve haksızlıkların nedenlerini bir anda hatırlayan toplumsal bellek belirmiştir. Toplumsal belleğin bastırılmış anılarında, bugünlerdeki “Taksim Gezi” olaylarını Türkiye ölçeğine yayan ulusal bilinçaltı canlanmıştır. Halkın inandığı değerleri istismar ederek başa gelmiş ama halktan yana olmamışların serüvenleri çırılçıplak çıkıvermiştir. Yakın tarihe doğru geri giderek, oralardan günümüze gelmek zorunludur. Hatırlayalım:

1950’ler sonrası İnönü’nün deyişiyle; “Din istismarının daniskası” başlar.
Köy Enstitüleri kapatılarak kitlesel eğitim aydınlanmasına set çekilir.

Milli eğitim, 3 Mart 1924 tarihli “öğretim birliği” esaslarından çıkarılarak,
medreseleşme yoluna çekilir.

Kore’de heder edilen “Mehmetçik” pahasına, NATO’ya üyelik izni, ödül sayılır.
Atatürk’ün onurlu Sâdabat” ve “Balkan” paktları örnekleri dışında Ortadoğu’da
İngiliz çıkarı için CENTO’ya, Avustralya ve ABD güvenlikleri yüzünden de SEATO’ya yanaşılır. Uluslararası eşitlik ilkesi terk edilir. Kurtuluş savaşı ruhuna ve
“Kemalist devrim”e aykırı hangi teslimiyet alanı varsa, gözü kapalı icra edilir.
Halkçı-devletçi ekonomi kenara fırlatılarak vahşi liberalizme kucak açılır.
“Denetimsiz piyasa” dönemi başlatılır. Özelleştirmeyle kamu mülkü, yerli ve yabancı işbirlikçilere peş keş çekilerek “sosyal devlet” tasfiye edilir.

Öbr gelişmeleri de şöyle bir çırpıda sayarsak, saptadıklarımız ülke ve ulusa ancak
zarar veren işlerdir. Onlar nelerdir? Sayalım:

“Hukukun üstünlüğü” ve “yargı bağımsızlığı” kavramları derin yaralar alır.
– Ulus devlet, “T.C.” kimliğinde silinmek istenilir.
– Kıbrıs gözden çıkarılarak,
– sahte Ermeni soykırım savlarına güçlü bir ses çıkarılmaz.
– Köprü isimlerinde bile mezhep gerilimleri icat edilir.
– Haberleşme özgürlüğü yok edilir.

Teokratik, ayırımcı ve eskinin dönek liberal cephe birliği, koruyucu siyasal ortamda Cumhuriyeti temelden örselemenin rahatça yolunu bulur. “Resmi ideolojiyi yergi” tanımlaması altında devrim karşıtlığı sergilenerek, kendi deyişleriyle

“Atatürkçülüğü çöpe atma” denemelerine girişilir. İtici ve hiddet dolu sert söylemler, devlet hiyerarşisinin resmi dili olur. İşte toplumsal bellek, böylesi nice birikimler sonucu taşar.

Şimdilerde

Topluma yönelik genellemelerle; “Ya yola gelirsiniz ya da biz, anladığınız dilden konuşuruz..” teranesini yineleyenler, hangi dili konuşacaklardır? Demokratik kitlesel duruşa karşı yalnızca; “provokasyon” suçlamaları öne sürenlerin, yani sapla samanı karıştıranların “anlatacakları dil” nasıl bir dildir? Şiddet ve tertipleri yadsıyan
“idrak sahibi” binlerce düşünce insanını hedefleyecek baskıcı yöntemler, protestoları hizaya mı getirecektir? Kastedilen bu mudur?

Hukuk devletinde, düpedüz tehdit olarak algılanacak böyle söylem bir olabilir mi?

Çıkar yol ve sonuç                        :

Atatürk’ün istediği “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” kuşaklar,
Cumhuriyet terbiyesiyle birlikte günümüze akarak Taksim’de temsil edilmişlerdir.
Hak ve özgürlüklere toz kondurmak istememişlerdir. Yorulmuş ama ideallerini korumuşlardır. Çünkü devrimciler yılgın olmazlar.

“Namus erbabının” takınacağı en etkili tavır; demokratik düşünsel ilkeleri kararlılıkla yansıtabilmektir. İşte saptanan da budur.

Biber gazı yasaklanmalı

Dostlar,

Geçtiğimiz hafta sonu Cumhuriyet Pazar ekinde yayımlanan bir söyleşiyi paylaşalım.
Dr. Ali Özyurt, İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi ve Taksim Gezi Kriz Masası Koordinatörü olarak hizmet vermekte olan bir meslektaşımız. Acı olaylara bire bir ve yakından tanıklı etti..

Sevgi ve saygı ile.
20.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==================================
Biber gazı yasaklanmalı

Dr. Ali Özyurt*
Anesteziyoloji ve Reanimasyon Uzmanı

– Biber gazı, TOMA gibi gösteri kontrol araçlarının yarattığı tehlike,
Gezi Parkı eylemleriyle iyice ayyuka çıktı. Polisin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dr. A.Ö. : Polis, PSVK’da bile bildirilen zor kullanım yetkisini aştı.

Etkisiz hale getirene dek kademeli şekilde yapması gereken zor kullanımını,
işkence silahına dönüştürdü.

Doğrudan hedef gözetilerek kullanılmasıyla birçok insan ağır yaralandı,
yoğun bakıma kaldırıldı, gözünü yitirdi

– Eylemin taleplerinden biri de biber gazının yasaklanması.
Biber gazı yasaklanmalı, çünkü?..

Dr. A.Ö. : Hekim olarak hekim sorumluluğuyla kullanılan gözyaşartıcı gazların literatürde bildirilen etkileri ve bizlerin, maruz kalanlarda saptadığımız bulgular ve daha öncesinde de medyadan bildiğimiz toksik etkiyle yaşanan ölümler nedeniyle
biber gazı hemen derhal yasaklanmalı.

– TTB (Türk Tabipleri Birliği) yıllardır gazların zararlarından söz ediyor.
En büyük zararı nedir?

Dr. A.Ö. : Solunum ve dolaşım sistemi üzerine yarattığı akut etkiler.
Akut akciğer ödemi ile gelişen asidozun en sık ölüm nedeni olduğu bildiriliyor.

– Gazın etkisi kısa, en azından saatlerle sınırlı deniliyor, öyle mi?

Dr. A.Ö. : Doğaları gereği ancak hayvan deneyleri yapılabilmekte ve geç dönem etkileriyle ilgili çalışmalar devam ediyor. Kullanım kılavuzunda etkinin birkaç saat sürdüğü bildiriliyor ama maruz kalan hastalardan birkaç gün sürdüğünü hatta geç dönem
sağlık sorunları başladığını bile biliyoruz.

*İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi ve
Taksim Gezi Kriz Masası Koordinatörü

Cumhuriyet Pazar eki, 16.6.13

TÜMÖD Basın Açıklaması

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz TÜMÖD (Tüm Öğretim Üyeleri Derneği) basın açıklamasını, başkan sayın Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI imzasıya paylaşmak istiyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
20.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================

“Halkımız bütün bu insanlık dışı uygulamaların hesabını er ya da geç soracaktır”

portresi
Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI
TÜMÖD Genel Başkanı

 

 

TÜMÖD Yönetim Kurulu üyeleri olarak, Taksim Gezi Parkı ile ilgili sorunların kıvılcımıyla patlak veren demokratik toplumsal tepkiler hakkındaki görüş ve düşüncelerimizi,
bugüne dek değişik platformlarda ve değişik kanallarda dile getirmeye çalıştık.
Kuşkusuz, bizim bu çabalarımızın, özellikle tüm medya organları üzerinde sürdürülmekte olan son derece sistematik ve ağır denetim ve baskılar dolayısıyla bazı çevrelere ulaşmasının sınırlı kalmış olabileceğini kabul etmekteyiz. Dolayısıyla bu konulardaki tavrımızı, tekrar tekrar ortaya koymanın yanlış olmayacağı kanısındayız.

Hukuk devleti kuralları çerçevesinde sürdürülmesine büyük özen gösterildiği anlaşılan
ve ülkeyi boydan boya saran demokratik ve özgürlükçü protestolara karşı yöneltilen saldırıların sergilediği vahşet manzaraları, giderek büsbütün tahammül edilemez boyutlara varmış, bunların ülke gündemindeki yeri daha da belirginleşmiştir.

Çocuk yaştaki insanlara ve doktorlara uygulanan acımasız davranışlar,
ülkemizin tarihinde görülmemiş bir tablo ortaya çıkarmıştır.
Çocuklar üzerindeki baskılar giderek cinayet boyutuna varmış bulunmaktadır.

Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda son derece sınırlı olanaklara karşın, yaralı düşman askerlerine bile yardıma koşan atalarımızın davranışları tüm dünyaya örnek oluşturan, sarsılmaz bir geleneğimiz olarak bilinir. Oysa şimdi kendi yurttaşlarının yardımına koşan hekimlerimiz kelepçelenmekte ve cezalandırılmaktadır.

Yıllardır özgürlükçü ve demokratik kişiliğe sahip öğrenciler yetiştirmeye özveriyle
büyük özen göstermiş olan üniversite öğretim elemanlarını, bu çabalarından dolayı
ağır sözlerle eleştirmeye kalkışmak akılla, mantıkla ve yurtseverlikle bağdaşmaz.

Güçbirliği yapan halkımızın bütün bu insanlık dışı uygulamaların hesabını er ya da geç soracağından emin bulunuyoruz.

Bu duygularla demokratik toplumsal tepkilerini gösteren halkımızın yanında olduğumuzun bilinmesini istiyoruz.

Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI
TÜMÖD Genel Başkanı
19.6.13, Ankara

Sosyal Bilimler Tasfiye Ediliyor

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen çok kıdemli bir Kamu Hukuku hocasıdır.
Ankara Üniv.  Hukuk Fakültesi’nin duayenlerindendir.
Ülke ve dünya sorunlarına ilgisini hiç eksik etmemiş, kendisini profesyonel sorumluluk alanına hapsetmemiştir.

Yüzlerce konuşma – konferans ve sorumluluk makaleleri, onlarca kitap ortadadaır.

Son olarak, deyim yerinde ise, sosyal bilimlerin batı emperyalizmince “güdüm altına alınması” sorunsalına eğilmektedir.

  • Küresel sermaye; mutlak egemenlik alanı dışında tek bir nesne, olgu, süreç… 
    bırakmak istememektedir. Bilim de kendi güdümünde olmalıdır!

Bu süreç son derece tehlikeli ve toplumsal yaşama kalıcı, telafisi olanaksız zararlar verebilecek sakıncalar içermektedir. Bilimin özerkliği özgür yaşam için zorunludur.

Kurulmak istenen, demokrasi yanılsamalı post-modern mutlak bir sermaye monarşisidir..

Dünün monarklarının yerini, günümüzde dolar milyarderleri oligarşisi almıştır.

Anıl hoca kritik bir sorunsala dikkat çekmekte.
Dikkatle okunmalı ve Türkiye’de ilgili çevreler en azından uzmanlık dernekleri üzerinden ortaklaşa bir çabaya girişmeliler bizce de..

Makale aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
20.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=======================================

anil cecen

Bugünün sosyal bilimleri, beş yüzyıl önce gerçekleştirilen bilimsel devrimlerin sonucudur.

İnsanlık orta çağdan çıkarken, Rönesans ve Reform devrimlerinin sonucunda
dinsel baskının dışına doğru adım atarken, aynı zamanda bilimsel alanı kuracak olan bilim devrimlerini de yaşamıştır.

Avrupa merkezli dünyanın dışına doğru insanlık yönelirken, keşifler ile kıtalar ve adalar bulunarak dünya haritasının çizilme şansı elde edilmiş, böylesine bir açılım aşamasına gelindiğinde de elde edilen toplam bilgi birikiminin kullanılmasıyla bilimsel devrimler gerçekleştirilmiştir. Bu adımların atılmasıyla insanlık orta çağ karanlığından çıkarken, sonraki aşamada yakın çağlar başlamış ve böylece insanlık modern bir dünyaya kavuşmuştur. Bugünkü dünya haritası ve insanlığın yaşam biçimi, son beş yüz yılda gerçekleşen gelişmeler ve atılımların sonucudur. Buharın keşfi ile başlayan yeni dönemde birbiri ardı sıra gündeme gelen yeni icatlar ve keşifler, insanlığı orta çağ karanlığından uzaklaştırmış her geçen gün daha bilimsel bir yaşama doğru yönlendirmiştir.

Bilimsellik modern yaşamı beraberinde getirmiş, insanlık modernizm ile birlikte gelişmeler göstererek çağdaş uygarlığın çatısı altında yaşama şansını elde etmiştir.
Yıllar geçtikçe bulunan her yenilik hem yaşam düzeyini geliştirerek insanlığı ileriye doğru sürüklemiş, hem de toplumsal ve siyasal sıçramaların hazırlayıcısı olmuştur.

Bilimsel bilginin zamanla çok gelişmiş birikimleri gündeme getirdiği aşamalarda,
bilginin nasıl kullanılacağı üzerine tartışmalar yapılmış, gerçeklerin ve var olan koşulların daha fazla ölçüde incelenmesiyle birlikte “bilimde yöntem” konusu insanlığın önüne
ciddi bir sorun olarak çıkmıştır. Yaşanan süreçte birbirini izleyen olayların arasındaki nedensellik ilişkisi ile sebep sonuç bağlantıları, daha üst düzeyde bilimsel çalışmaları gündeme getirdiğinde, yaşam düzeninin kökten değişime sürükleyen önemli bilimsel atılımlar gerçekleştirilmiştir. Olayların gözlemi, içine sürüklenilen sorunların ortaya koyduğu durumlar, bilginin sürekli olarak yenilenmesini ve yenilenen bilginin de toplumsal yaşama aktarılmasını birlikte getirmiştir.
Bilgiye dayanan bir toplumsal yaşamın zamanla insanların daha üst düzeyde bir uygarlık arayışını gerçekleştirmesine yardımcı olduğu ve katkı sağladığı görülmüştür. Yaşam tarzının gelişmesi ve çeşitlilik göstermesi üzerine, birbirinden çok farklı alanlarda yeni yeni bilgi birikimlerine sahip olunmuş ve böylece çok farklı alanlarda yeni bilim dalları örgütlenme şansını elde etmişlerdir. Teknik alanlardaki buluşlar yaşam düzenini rahatlatırken, sosyal alanlardaki yeni bilgiler ise, toplumsal ve siyasal yaşamın daha gelişmiş bir düzeyde örgütlenmesini sağlamıştır.
Doğal olaylar karşısında batıl inançlara düşmüş olan insanların bu gibi çıkmazlardan kurtulabilmesi ancak bilimsel etkinlikler ve eğitim sayesinde gerçekleştirilebilmiştir. Sosyal alanlarda bilgi toplama ve ölçme, bilgi değerlendirme ve aktarma gibi çalışmalar, insanlığın daha modern bir dünyada yaşamasını sağlamıştır.

Teknik alandaki bilimsel dalların katkıları, toplumsal alandaki sosyal bilimlerin getirdikleri ile birleşince insanlık çağ atlamış, beş asırlık bir macera daha sonraki aşamalarda
kontrol edilemez bir biçimde yeni bir dünya düzenine doğru toplumları sürüklemeye başlamıştır. Yirminci yüzyılın son on yılına dek, bilimsel alandaki ilerlemeler ve
bilimin getirdikleri insanlığa tam anlamıyla modernist bir yaşam tarzı yaşatmıştır.

Dünyanın en büyük devletleri ve emperyal güç merkezleri, sahip oldukları üstün durumu bilgi birikiminin örgütleyicisi olan modernizmin getirdikleriyle gerçekleştirebilmişlerdir. Modernizm, bir anlamda çağdaş dünyanın hazırlayıcısı olmuş, bilimsel bilgi birikiminin hem siyasal hem de sosyal bir güç olarak daha ileri bir yaşamın yaratılmasına
katkı sağlamasında yol göstermiştir.

  • Modernizm bilime ve bilgiye dayanırken, postmodernizm tıpkı ortaçağ’da
    olduğu gibi dini öne çıkararak bilimi geri plana atmaya çalışmaktadır.
Kimi din adamlarının öncülüğünde bir din burjuvazisi oluşturularak ve tarikatlar ya da cemaatler işbirlikçi ortak olarak kullanılarak;
  • bilim merkezlerine karşı tekke ve zaviyeler yeniden gündeme getirilmiştir. 

Dinin kutsandığı bir ortamda bilime karşı çıkılmış,
pozitif bilimlere dayanan bilim dalları yerine kimi din adamlarının görüşlerini yansıtan
kitap ve yayınlar fazlasıyla yayınlanarak, toplumların bütünüyle bu yeni modernizm ötesi akıma teslim olması hedeflenmiştir.

Dini siyasallaştıran siyasal İslamcılar küresel emperyalizm tarafından işbirlikçi örgütlenmeler olarak öne çıkarılarak, ulus devletlere karşı bir uluslararası tekelci şirketler ve dinci cemaatler arasında bir siyasal ortaklık oluşturulmak istenmiştir.

Batı dünyasının kapitalist sistemi ekonomi üzerinden bütün dünyayı teslim alırken,
bugüne dek süregelen bilimsel gelişmelerin ürünü olan modern dünya, var olup olmama noktasında kritik bir aşamaya sürüklenmiştir. Bilimselliğin inkâr edilmesi, buna karşı
her türlü bilim dışı yolların gündeme getirilmesi dünyayı altüst ederken; bu durumdan yararlanmak isteyen küresel sermaye giderek artırdığı ekonomik baskılar aracılığı ile
harita üzerinde yer alan tüm ülkeleri ele geçirebilmenin çabası ve hesapları içinde olmuştur.
Küreselleşme döneminin başlamasıyla birlikte her şeyin kökten değiştirilerek yepyeni bir dünyanın yaratılması hedeflenince, uluslararası sermaye merkezleri modernizmin
inkârı doğrultusunda bir postmodernizm akımını geliştirmeğe yönelmişlerdir.

Postmodernizm, her türlü akılcılığın ve bilimselliğin reddi çizgisinde ortaya çıkmış ve akıldışı yollar ile rastlantısal gelişmeleri ele alan yeni bir akım olarak küreselci güçler tarafından örgütlenmeğe çalışılmıştır.

Küresel sermaye bütün dünyaya tam anlamıyla egemen olabilmek üzere saldırırken,

modernizmin kazançlarından batının dışındaki ülkelerin yararlanmasını önlemeYe çalışmış, batılı ülkelerin ötesinde yer alan öbür kıtalardaki ülkelerin modernleşerek kendilerini korumalarının ve başka devletler ile rekabet ederek gelişmelerinin
önü kapatılmaya çalışılmıştır. Bu nedenle, dünya ülkeleri akıl ve bilimden uzaklaştırılırken, sosyal bilimler alanına uçuk kaçık görüşler dışarıdan şırınga edilerek modern dünyanın devlet ve toplum düzenlerinin altı oyulmaya çalışılmıştır.

Sosyal alanlardaki bilimsel çalışmalar sayesinde oluşturulan toplum ve devlet düzenlerinin küresel sermaye tarafından yıkılmak istenmesi üzerine, böylesine bir projenin
önünü açacak ve destekleyecek sonuçları almak üzere sosyal bilimler alanına
uçuk – kaçık görüşler getirilmeye başlanmıştır.

ABD’nin yaşayan en büyük bilim adamlarından İmmanuel Wallerstein‘ın öncülüğünde sosyal bilimlerin yeniden yapılanması için 1993’te bir komisyon oluşturulmuştur.
Küresel emperyalizmin bütün dünyaya egemen olabilmesi için sosyal bilimlerin en üst düzeyde kullanılabilmesini hedefleyen bu girişimin ilk toplantısı 1994’te Lizbon’da,
ikincisi 1995’te Paris’te, üçüncüsü de Binghamton kentinde yapılarak, sosyal bilimlerin yeniden yapılandırılması doğrultusunda bilimsel bir rapor ortaya konulmuştur.

Küreselleşme döneminin ilk yıllarında ortaya çıkan bu raporu bizzat İmmanuel Wallerstein kaleme almış ve “Sosyal bilimlerin önünü açın“ başlığı altında
geçmişten gelen sosyal bilimler birikiminin tasfiyesi ile birlikte, bu alanın önünü açma bahanesi ile emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yepyeni bir sosyal bilimler anlayışı egemen kılınmak istenmiştir.

Wallerstein “Sosyal bilimlerin önünü açın “derken aslında küresel emperyalizmin önünü açmaya çalıştığı için, var olan devlet düzenlerine açıkça karşı çıkmakta ve hiçbir devletin sosyal bilimleri kendi çıkarları açısından kullanmaması gerektiğini gene bir bilim adamına yakışmayacak doğrultuda öne koymaktadır.
Devlet düşmanı küreselleşme akımı piyasayı tanrılaştırırken, sosyal bilimleri de
devlet merkezli olmaktan çıkararak piyasaya odaklı yeni bir yapılanmaya doğru iteklemektedir. Devletlerin üniversite, fakülte, yüksekokul ya da akademi gibi eğitim ve araştırma kurumları kurmalarına son verilmeli, bilimsel alan bütünüyle piyasaya
terk edilmelidir. Kamu üniversitelerinin yerini özel üniversiteler alırsa sosyal bilimler
devlet merkezli olmaktan çıkabilirler. Böylece sosyal bilimlerin önünü açma görüntüsü ile piyasaya teslimi gerçekleştirilmek istenmektedir. O’na göre, Devletlerin sosyal bilimleri kendi çıkarına göre biçimlendirmesi önlenmelidir. Devleti koruyan sosyal bilimler, değişime ve geleceğe kapalıdır. Devlet dışı bir bakış açısı ile devletlerin devre dışı kalacağı bir doğrultuda sosyal bilgilerin yeniden ele alınması gerekmektedir.

Sosyal bilimlerin değişime açılması doğrultusunda kaleme alınan Wallerstein raporu, sosyal bilimlerin yerel ve kısmiliği üzerinde durmakta ve evrensel alanda geçerli olabilecek tek ve genel bir sosyal bilim yapılanmasının olamayacağını ortaya koymaktadır. Yerellik ile beraber, sosyal araştırıcıların kişisel tavırlarının öne çıkaracağı sübjektiflik sosyal bilimlerde etkili olduğu için, gerçek anlamda bilimselliğin göstergesi olan objektifliği önlemektedir. Bu doğrultuda sosyal bilimlerin evrensel geçerliliğe sahip olamayacağı vurgulanmaktadır. Birbirinden farklı alanlarda üretilen sosyal bilgiler zaman zaman birbirleriyle çelişmekte ve bu nedenle ortaya karmaşık bir durum çıkmaktadır. Sosyal ortamlarda bilgi ve değerler çatışmasının önlenebilmesi için coğrafi ayrışma yoluna gidilmesi gerektiği, medeniyetler ayrılığı ya da çatışması tezlerine uygun olarak savunulmaktadır.

Her bölge kendi coğrafyasına uygun düşen sosyal ya da siyasal bilimler geliştirme hakkına sahip olabilmelidir. Bu doğrultuda üniversitelerde farklı bölgelerin özelliklerine uygun düşen sosyal bilim çalışmaları yapılabilecektir. Üniversitelerdeki kemikleşmiş sosyal bilim yapılanmalarının aşılabilmesi için, bilim adamlarının değişik üniversitelerde çalışmaları desteklenmeli, farklı üniversitelerden gelen araştırmacıların beraberce çalışabileceği birleşik araştırma projelerinin örgütlenmesi sağlanmalıdır.

Küreselleşme akımının çeyrek yüzyıllık dönemi tamamlanmıştır.
Soğuk savaş döneminden çıkarken sosyalist sistemi ortadan kaldıran
Batı emperyalizminin, tek merkezli bir küresel imparatorluk yaratmaya yöneldiği
yeni dönemde uygarlığa verdiği zararların başında bilimsel alanı bozarak kendi çıkarları doğrultusunda kullanmağa çalışmasıdır.

Sosyal bilimleri tasfiye etmeğe kalkışanlar, sosyal bilimlerin geliştirilmesiyle önlenebilmeli, sosyal bilimciler çalışma alanlarına yönelik saldırıda bulunan
emperyal merkezlere karşı hem kendi alanlarını koruyabilmeli hem de
bilimsel sıçramalar yaparak daha örgütlü bir düzeyde insanlığa ve uygarlığa
gereken hizmetleri verebilmelidirler.
Sosyal bilimlerin tasfiye dönemi biterken, yeniden doğuş dönemi tıpkı Rönesans ve Reform dönemlerinde olduğu gibi yeniden gündeme getirilebilmelidir.

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN 
Atatürkçü Düşünce Derneği
Yazı Kurulu ve Bilim Danışma Kurulu Üyesi

Gözünü yitiren Volkan Kesanbilici : İnsanlara yapılan canımızı yaktı


Dostlar
,

Gözünü yitiren Volkan Kesanbilici : İnsanlara yapılan canımızı yaktı

Bir Taksim direnişi dramı daha..

Volkan Kesanbilici de bir gözünü yitirdi.

Polisin hedef gözeterek / gözetmeyerek kullandığı plastik mermiler..

Hani şu “öldürmüyor” dedikleri mermiler..

Ama yaşamı karartmaya fazlasıyla yetiyor..

Gencecik insanlar yaşamlarının baharında en yaşlamsal organlarını ve işlevlerini yitiriyorlar.

Yaşam boyu sürekli faturası olan “çehrede kalıcı eser” ve “organ yitimi”
adli tıp deyimleri ile..

  • Plastik mermi kullanma koşullarının oluşmadığına inanıyoruz.

Kolluk (en genel anlamda Polis – Jandarma), idare hukuku ilkelerine ve mevzuatına göre “zor araçlarını” bir kez zorunlu durumda kullanacak.

İkinci olarak da en hafifinden en ağırına kademeli kullanacak..

Ne olmuştur da bu kitlelere plastik mermi kullanılmıştır?

Neden yere ya da havaya, son olarak da belden aşağısına atılmamıştır?

Öncesinde kitlelere plastik mermi kulllanımına geçileceği uyarısı yapılmış mıdır?

Bu olaylarda idarenin (kolluğun, amirleinin, üst amirlerinin ve siayasal otoritenin) birlikte zincirleme sorumluluğu vardır.

  • Suç sabittir ve basit, adi suç olmayıp İNSANLIĞA KARŞI SUÇTUR!

Buı davalar mutlaka iç hukukta görülecek ve bir bölümü de AİHS uyarınca AİHM’ne taşınacaktır.

Türkiye’nin çok sayıda davayı yitireceğini ve yüklü maddi – manevi ödenceye (tazminata) mahkum edileceğini çok net olarak öngörebiliriz.

Yine yasal zorunluluk olarak idare, ödediği tazminatları kusurlu kamu görevlilerine
“rücu” etmek zorundadır.

Çok sayıda / bir bölüm polis ve şeflerinin tazminat / fatura ödemesi hiç de uzak bir olasılık değildir; anımsatalım.. Davalar yıllar süre ve kimileri emekli olsa da gelip yakalarına yapışacaktır.

  • Herkes hukuka uygun davranmak zorundadır.

Ne yazık ki hiçbir maddi – manevi ödence, yitirilen bir gözün eksikliğini gideremeyecektir.

Hele ruhsal travmaların yaşam boyu, hatta kuşaklar boyu kalıcı travmasının izlerini / acısını silmeye asla yetmeyecektir.

Özellikle siyaseti, her şey bir yana VİCDANİ – İNSANİ SORUMLULUĞUNU anımsamaya özellikle çağırıyoruz.

Volkan’ın Taksim’e gitme gerekçesini bir kez daha anımsayalım :

  • İnsanlara yapılan canımızı yaktı..

Sevgi, saygı ve acı ile.
19.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===============================

İnsanlara yapılan canımızı yaktı

Volkan Kesanbilici

Gozunu_yitiren_Volkan_Kesanbilici

 

 

 

 

– Cuma gecesi Tarlabaşı Bulvarı’nda bir grubun içindeydim. Gezi Parkı’nda kalan insanların durumunu merak ediyorduk. Bütün gün internetten takip etmiştik zaten.

Sokakta sürekli gaz bombası vardı.

Polis müdahalesi uzun süre devam etti. Saat 00.00’yi geçmişti sanırım.

  • Bir anda gözüme bir şey isabet etti.
    O anda anlamadık ama sonradan hastanede anlaşıldı ki plastik mermiymiş.

– Önce gönüllü doktorların bulunduğu bölgeye gittik. Taksim İlk Yardım’a yönlendirdiler, oraya ulaşmak da zor oldu. İlk müdahale orada yapıldı.
İçeride mermi olduğu anlaşıldı. Çapa’ya gittik, ama orada sabaha kadar göz ameliyatı yapılamıyormuş. Okmeydanı Hastanesi’ne gittik, orada da müdahale edilemedi.
Tekrar Çapa’ya döndük, henüz ameliyat olamadım. Kanama devam ettiği için
hâlâ müdahale edilemiyor. Artık riskli olmasına karşın müdahale etmeleri gerektiğini söylediler, ameliyat olacağım.

Gözümde görme yetisini kaybetti.

Gözün iyileşme sürecinden sonra her şey belli olacak, açıkçası doktorlar pek birşey söyleyemiyor.

– Gezi Parkı’ndaki insanlara yapılan müdahale canımızı yaktığı için Taksim’deydim.

Çapulcu denilen insanların düzenle ilgili bir sıkıntıları vardı.

Şimdi toplumun iki kesimi tepkisini birbirine yönlendirecek bir duruma geldi.
Gerçi çapulcular kimseyi rahatsız etmedi.

– Adli mercilerde hakkımı mutlaka arayacağım. Adli raporum var.
Hastanede o da sıkıntı yarattı. Raporum bir bekçi tarafından alındı.
Son anda fark ettik. Sivil bir komiserdi galiba. Okmeydanı Hastanesi Acil Şefi’ni
sorgular bir hali vardı. Sümen altı edilmekten son anda kurtardık raporu.

Gözümü kaybettim ama umudum var

 

Dostlar,

Selim Polat’ın dramını acıyla ve de umutla paylaşmak istiyoruz..

Mutlaka dava açılmalı ve sorumlular hesabını vermeli.

Devletin KUSURSUZ SORUMLULUĞU bağlamında oluşan maddi – manevi zarar giderilmeli (tazmin edilmeli)..

Hiçbir şey 25 yaşındaki sevgili Selim Polat’ın artık görmeyen ve yerine protez konacak olan gözünü geri getirmese de..

Üzülerek, bir hekim olarak ekleyelim ki; öbür göz de -travma almasa da- risk altında..
Göz sinirlerinin çapraz, karmaşık anatomisi nedeniyle.. Dileriz böyle bir aksilik olmaz..

Devlet, hiçbir “katkı payı” almadan Selim’in tüm sağaltım (tedavi) ve esenlendirme (rehabilitasyon) giderlerini karşılamak zorunda..

Sevgi ve saygı ile.
19.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

======================================

Selim Polat Taksim direnişinde gözünü yitirdi!

Cumhuriyet Pazar Dergi 16.06.2013
Gözümü kaybettim ama umudum varBen Selim Polat.

Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisiyim.
25 yaşımdayım.
SDP’liyim.
Bu eyleme herkes gibi
ağaçların kesilmemesi,
oraya AVM ya da bir bina yapılmaması için katıldım.

Perşembe gecesi parkta kaldım. Sabah 05’te uyarı olmadan doğrudan
gaz bombalarıyla saldırdı polis. Hareket edemeyecek duruma geldik.
Parkı boşalttı.
Ben de parti binasına geldim. Arada dışarı çıkıp tekrar binaya geliyorduk.
16.30’da binadan çıktım;

Hiç uyarı yapılmadan bir anda plastik mermi, biber gazı yağmaya başladı.

Ağza alınmayacak küfürler ediyorlardı (polis).

Polisler hedef alarak sıkıyorlardı.

Gözüme plastik mermilerden biri geldi. Arkadaşlarım yaralı var, durun diye bağırdılar ama durmadılar.

Okmeydanı Hastanesi’nde ameliyat oldum.
Şu anda görme fonksiyonu yok gözümün.
İlerisi için de düzelme ihtimali yok.
En fazla gözü koruyabiliriz, ama o da çok zor, dedi doktor.
Birkaç ay sonra protez yapılabilirmiş.

Dava açacağım. Arkadaşlar, vurulduğum anın fotoğrafı olduğunu söylüyor.
Şimdi Gezi Parkı’nda AVM’den vazgeçmişler, Şehir Müzesi yapacaklarmış.
Biz ağaçlarımızla mutluyuz.
Bence müze lafı, halkı ikna etmek için kullandıkları bir yöntem.
Bir yapılaşma olursa tabii ki bir burukluk olur içimizde, herkeste olur, kendim için söylemiyorum, başkası gözünü kaybetseydi onda da olurdu.

Bu ödenen bedellerin bir karşılığı olsun isterim tabii ki.

Bence bu patlama, polis şiddetinin, işçilere, kadınlara, öğrencilere yapılan baskıların birikimiydi. Bu eylem herkesi umutlandırdı. Sürekli, marjinalsiniz, hiçbir şey yapamazsınız diyen insanlar için de bir umut oldu. Bana da umut verdi.

file:/Users/apple/Desktop/dergi/in/16PD02/%2016%20HAZIRAN%202013:POLIS:DESRA3.jpg

 

Cumhuriyet Gazetesi’nin 19 Haziran 2013 günlü kapağı ve yorumlar..

Dostlar,

Bu günkü Cumhuriyet‘in kapağı..
Tarihsel nitelikte..

1. “DURAN ADAM”…. “DURAN TÜRKLER” eylemi..

2. TOMA’lardan püskürtülen sularda kimyasal silah sayılabilecek maddeler var!
Apaçık, çırılçıplak İNSANLIK SUÇUDUR!

3. Musa Kart’ın görkemi bir çizimi daha ve İçişleri Bakanı Muammer Güler‘in düştüğü konum..

Sevgi ve saygı ile.
19.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================

Musa Kart çizimi,
19.6.13, Cumhuriyet

Musa_Kart_cizimi_19.6.13

DURAN TÜRKLER


Dostlar,

İzmir’den dostumuz – meslektaşımız Op. Dr. Ceyhun Balcı (önceki dönem
İzmir Tabip Odası Genel Sekreteri) aşağıdaki kısa değerlendiemeyi paylaştı.

Biz de bir fotoğraf ekleyelim :

Duran_adam

Sevgi ve saygı ile.
19.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================

DURAN TÜRKLER !

Polis hareket eden her kişi ve nesneye karşı güç kullanıp, terörist muamelesi yapınca çözüm üretmekte gecikmedi Türkler!

Duran Türkler !

Orantısız ve vahşi güce karşı orantısız zeka!

Taş atsın, karşı koysun diye duacı olan polis;
bunları göremeyince kışkırtıcı rolünü de üstlenerek saldırısını gerekçelendirmişti!

Duran adamlara ne yapabilirsin ki? Gülmeceye olan yeteneğinden değil ama çaresizliğinden, beceri ve aklını kullanma kapasitesinin eksikliğinden kaynaklanan gerekçelerle duran insanlara gözaltı yapmaya başladı!

Bizlere de katıla katıla gülme fırsatı sunmuş oldu!

Söndü, bitti denirken şiddetle diriltilen direniş bu kez çok akıllıca bir geri dönüş yaptı. Düşünme sırası şiddet beklentisi içinde olanlarda!

Dün akşamdan bu yana çok iyi anlaşıldı ki; “bilmem nerenin kılı olayım” pespayeliğini üretmekten ve elinde çivili sopayla polis yamaklığı yapmaktan öte yeteneği ve
yaratıcılığı olmayan zavallılık, sözle ve çizgiyle üretilen milyonlarca güzelliğin yanına eklenen “duran Türkler” yaratısıyla iyice şaşalamış oldu!

Orantısız gücün de duracağı yer vardır!

Ya orantısız zeka!

Ne sınır dinler, ne zaman, ne de mekan!

Duran Türklere bin selam…

Dr. Ceyhun BALCI
İzmir, 18.06.2013