Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

NEDEN DİRENİYORUM? MERAK EDİYORSAN OKU!

NEDEN DİRENİYORUM? MERAK EDİYORSAN OKU!

Fotoğraf

“Rüşvet alan, para pul padişahı değiliz. Paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, yamarız biz.”Mağduriyetimiz ve mazlumiyetimiz sınanırken, vicdanı icarlanmamış halkımızın,
hakikate olan inancından güç alarak diyoruz ki:Mutluluğun resmini yapamadık belki; ama -15 derecede, naylon çadırların içinde güneşin doğuşunu hayal etmenin ne olduğunu resmettiğimiz icin hiçbir pişmanlık duymuyoruz.

Beyaz formalarımız bize kefen olsun ki kanlarımızı satmadık, tek celsede bağışladık.
“Helal-i hoş olsun” diyoruz.

Çocuk Esirgeme Kurumları’nda, ağlayan çocukların gözyaşlarını gördüğümüz için boğazımıza bir yumruk oturmuştu ve sıkılıydı.

Yaşlılarımızı ziyarete gittiğimizde, analarımızın-babalarımızın olduğunu onlar ölmeden önce öğrendik.

Tabelada yerlere çöp atmayınız yazdığı için değil, engelleri tek tek aşmaya calıştığımız için ceplerimizde mavi kapaklarla gezdik.

Uluslararası Astronomi Birliği, Pluton için “o artık gezegen değil” dediğinde, kandırılmışlık duygusuna kapılmanın ne olduğunu iyi bildiğimiz için “bi dakkaaa!” dedik… “hepimiz Pluton’uz”!

Hasankeyf, Yunuslar, sokak hayvanları…

Bilemedik, bilemedik, bilemedik.

Daha çok sevmemekmiş asıl suçumuz, bilemedik.

Karadeniz için haykırdık; kimsenin diline, genzine o çaylar dökülmesin diye.
Karadeniz’e kanser araştırma hastaneleri yapılsın diye inim inim inledik.

Van’a 8 değil, 18 konteynır alamamaktır vicdani suçumuz.

17 Ağustos’taki acıyı biz neden daha çok hafifletemedik ki?

Henüz biber gazı da icat olmadıydı üstelik.

Biz buna yangınız.

İçimizde yangın çıkardık, suçluyuz…

Kaz Dağları ile akrabalığımız, Ferhat’a olan hayranlığımızdan olmadı.

Peki ya Şirin bilseydi Munzur Çayı’nın gizemini, Ferhat’ın hali nice olurdu ?

Biz de geç kalmışız be Schindler, evet.
İnsanlık için, halkımız için daha çok güzellikler yapabilirdik.

Düğün nedir bilemedik; ama cenazelerimizi hep kendimiz kaldırdık.

Evvellerimiz ve geleneğimiz olduğu için, dayatılana karşı çıkıp başka bir dünyayı mümkün görebiliyoruz. O yüzdendir ki, “her şeyin, herkesin bir fiyatı vardır” diyen meymenetsiz patronun suratına parayı çarpan güzel abimizi sinema salonunda alkışladığımız anın heyecanını hep içimizde yaşıyoruz.

Tarih, bugüne kadar söylediğimiz her sözün ve yaptığımız her şeyin şahididir.
Bizim hakikatimiz, isnat edilenlerle değişmez.

“Ağaçları sulamanın bir adalet, dikene su vermenin ise bir zulüm olduğunu”
çok ama çok, çok iyi biliyoruz.

Bizim aradığımız şey bambaşka…

Şairin dediği gibi, “ne ağaca benzer ne de buluta”

Hukuk ve ahlak kurallarının kesiştiği yerde vicdan arıyoruz biz vicdan !

FAŞO AĞA : Rifat Serdaroğlu


FAŞO AĞA

portresi3

Rifat Serdaroğlu

Ekonomist ve Capital Dergileri “CEO CLUB PLATFORMU” üyeleri arasında bulunan 137 CEO ile bir anket yaptı.

Anket ile ilgili sonuçları beraberce değerlendirmeden önce kısa bir bilgi aktarımı yapalım.

CEO (Chief Executive Officer-Baş Yönetici) demektir.

Bu kişiler, şirketlerinin politikalarını oluştururlar ve uygularlar.

Şirketlerinin tepeden tırnağa tüm stratejilerini belirlerler ve tüm sorumluluğu yüklenirler.

Bunlar ülkemizin en iyi yetişmiş, dünyadaki her türlü gelişmeyi yakından takip eden değerleridir.

Bunlar üretir, istihdam yaratır, kazandırır ve vergi vermede öncülük ederler.

Aklı başında ve demokrat bir Başbakan, bu insanları dinlemeyi, deneyimlerinden yararlanmayı, mümkünse bu kişilerden arzu edenleri, siyasete kazandırmayı bilmelidir.

Soru 1: Gezi Parkı olaylarının size göre ana ekseni nedir?

*Hükümetin birçok politikasına tepkidir: ————– %54,8

*Demokratik bir hak aramadır: ————————–%26,1

*Çevreci bir harekettir: ——————————-%11,3

*Dış Güçler ve Faiz Lobisinin oyunudur: —————–%4,0

*Hükümete tepki + Dış Güçlerin oyunu: ———————%2,2

*Diğer: ————————————————-%1,6

Hükümetin birçok politikasına tepki + Demokratik bir hak arama + Çevreci Hareket diyenlerin toplamı: %92,2

Soru 2: Olayların bu boyuta gelmesinin sizce sebebi nedir?

*Başbakan’ın olaylar karşısındaki sert üslubu: ———%40,8

*Orantısız Polis müdahalesi: —————————%30,8

*Göstericiler ile Hükümet arasındaki diyalog eksikliği: %13,7

*Provokativ Grupların karışması: ———————–%11,4

*Göstericilerin kabul edilmez istekleri: —————%1,9

*Dış Güçler + Biz yaparız uygulaması: ——————–%1,4

İlk üç grubun toplamı %85,3 etmektedir ki, bu sonuç Hükümetin beceriksizliğini gösterir.

Soru 3: Gezi Parkı protestoları boyunca hiç Taksim’e gittiniz mi?

*Evet gittim: —————————————————%52,5

*Hayır gitmedim: ————————————————%47,5

Bu sonuç CEO’ların olayla bizzat ilgilendiklerini gösterir.

Soru 4: Gezi Parkına Topçu Kışlası yapılsın mı?

*Gezi Parkı yeniden düzenlenmeli ama kışla ya da benzeri inşaat yapılmamalıdır: ————%48,5

*Gezi, mevcut haliyle park olarak kalmalıdır: ——————————-%25,7

*Gezi Parkı Kararı, referandum ile halka sorulmalıdır: ———————-%11,9

*Topçu Kışlasının yapılmasında bir sakınca görmüyorum: ———————-%7,9

*Diğer: ———————————————————————%6,0

İlk iki grubun toplamı %74,2 etmektedir ki, bun sonuç Topçu Kışlasının yapılmasının istenmediğinin işaretidir.

Soru 5: Hükümetin Gezi Parkı krizini yönetme biçimine 10 üzerinden not
verir misiniz?

* Verdiğim Puan(1) ——–%51,5

* Verdiğim Puan(2) ——–%16,8

* Verdiğim Puan(3) ——–%19,8

* Verdiğim Puan(4) ——–% 4,0

* Verdiğim Puan(5) ———%5,9

* Verdiğin Puan(7) ——– %2,0

Not: CEO’lardan Hükümete 7’nin üzerinde not çıkmadı

İlk üç grubun, yani zayıf verenlerin toplamı %88,10 etmektedir ki,
bu sonuç tam bir yönetim zafiyetidir.

Değerli Okurlar;

Bu ankete katılan CEO’ların tamamına yakını AKP Hükümetinin ekonomik politikalarını destekleyen kişilerdir.

Başbakan Erdoğan, iddia ettiği gibi “Demokrat” bir siyasetçi ise,
böyle anketleri dikkate alıp, kendisini düzeltmelidir.

Erdoğan kendisinin Şah-Padişah-Sultan-Reis-Halife olmadığını,
belli bir süre için seçimle göreve gelen ve yine seçimle gidecek bir fani olduğunu sabah-akşam ayna karşısında defalarca tekrarlamalıdır.

Bu ankete katkı olsun diye, ben de tanıdığım 14 CEO’ya şu soruyu sordum;

* Siz her biriniz yanınızda binlerce insan çalıştıran, katma değer yaratan, ihracat yapan, vergi veren ve ülkeye teknoloji getiren yöneticilersiniz.

Başbakan Erdoğan’ı yanınızda herhangi bir işe alır mısınız?

– 13 CEO, “Keşke imkân olsaydı, ama kadrolar tamamen dolu” dedi.

– 1 CEO, “Fabrikadaki İmam Kadrosuna bile almam, işçilerimizi Sünnî-Alevî diye birbirine düşürür.” dedi.

İşte böyle, 1500 korumayla dolaşabilen kahraman Erdoğan;

Gel sen beni dinle vakit varken kendini düzelt, İlkokullarda okutulan
“Yurttaşlık Bilgisi ve Demokrasi”
 kitabını önce iyice bir hatmet ve uygula.

Yoksa yazının başlığı sana, “Capon Yapıştırıcısı” gibi yapışacak

Sağlık ve başarı dileklerimle.

18 Haziran 2013, İLK KURŞUN

O polisin kimliği açıklandı


O polisin kimliği açıklandı!

Ankara’da polis kurşunuyla vurularak öldürülen Ethem Sarısülük‘ün ailesinin avukatı Kazım Bayraktar, ölümün silahla olduğunun kesinleşmesi ve raporların incelenmesinin ardından savcılığın emniyetten, polisin ismi ve silahını istediğini söyledi.

18 Haziran 2013 Salı 13:16
 O polisin kimliği açıklandı

ANKARA- Ethem Sarısülük’ün öldürülmesini soruşturan Cumhuriyet Savcısı
Veli Dalgalı, ön otopsi raporu ve Jandarma bilirkişinin raporu ile görgü tanıkları,
olay yeri MOBESE ve güvenlik kameralarının görüntülerini inceledi.Sarısülük ailesinin Avukatı Kazım Bayraktar, ölümün silahla olduğunun kesinleşmesi
ve raporların incelenmesinin ardından savcılığın emniyetten, polisin adı ve silahını istediğini anımsattı.Bayraktar, Emniyetin, A.Ş, isimli polisin bilgilerini ve silahını savcılığa ilettiğini açıkladı.
Bayraktar, “Savcı, polis memurunun ifadesini alacak. Silahı da kriminal inceleme için İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Biz jandarma kriminale gönderilmesini bekliyorduk. Neden İstanbul’a gönderildiğini de savcılıktan öğreneceğiz.” dedi.

  • Bu haberle ilgili yorumumuz aşağıda.. Okunmasını dileriz..

==============================================

Dostlar,

27 Mayıs 1960 Devrimi, öncesinde tek1 üniversite öğrencisinin (Orman Fak. öğr. Turan Emeksiz) polis kurşunuyla öldürülmesine büyük ölçüde bağlıdır.

Taksim direnişi 3. haftasında ve resmen bilinen 5 kurbanımız var.
(1’i polis komiseri, belki de kaza ölümü..)

Aradan yarım yy. geçmiş ve hala vahşet, hala polis şiddetinin adam öldürmeye varması..

Bu durum kabul edilemez..

Ethem Sarısülük, apaçık, adı” A.Ş.” (Ahmet Şahbaz) olarak açıklanan o polis tarafından 4,8 m uzaklıktan kafasına hedef gösterilerek ateş edilmesiyle göz göre göre vurulmuştur (1 Haziran 2013; ölümü 15.6.13) ..

Tüm kamera kayıtları ile durum ortadadır ve 1 hafta – 10 gün içinde gelinen yer yalnızca polisin adının ve silahının savcıya verilmesidir.

Bu kişi hala serbesttir.
CMK uyarınca SANIK bir yana, ŞÜPHELİ işemi bile görmemektedir.
Acaba kaçma olasılığı, kanıtları karartma olanağı var mıdır?
Neden hemen göz altına alınmaz, önlem için tutuklanmaz?
Ortada 1 genç masum insanın ölümü var..

Ergenekon vd. tertip davalarda yurtsever asker – sivil aydınların nasıl hukuk
ayaklar altına alınarak yıllardır tutuklu olduğu gözönünde..

Bu çifte standart, kamuoyunu yalnızca sızlatmamakta, oluk oluk kanatmaktadır.

İşlenen suç cinayet.. Eldeki kanıtlar nerdeyse SUÇÜSTÜ niteliğinde :

Bu polisin görüntüleri, video kayıtları ortalıkta dolaşıyor..
Aşağıdaki erişkelerden (linklerden) izlenebilir..

http://webtv.hurriyet.com.tr/20/50860/0/1/ethem-sarisuluk-hayatini-kaybetti-ankara-daki-gazi-parki-olaylarinda-boyle-vurulmustu.aspx

http://webtv.hurriyet.com.tr/2/50629/0/1/ankara-daki-gezi-parki-protestolarinda-ethem-sarisuluk-boyle-vuruldu.aspx

Bu olayın üstü hiçbir biçimde kapatılamaz.

16.6.13 günü bu sitede yazdığımız kapsamlı yazıya bakılmalıdır :

OHAL’e 1 adım kaldı : Yoksa her şey bu hedefe mi yönelikti??

(http://ahmetsaltik.net/ohale-1-adim-kaldi-yoksa-her-sey-bu-hedefe-mi-yonelikti-3/)

Başbakan RTE bugünkü parti grup toplantısında bu konuya neden hiç değinmedi?

Rahmetli Ethem Sarısülük‘ün yakını bir kadın, olay yerinde 14 saattir hareketsiz yatarak olayı canhıraş protesto ediyor..

Konu dünya kamuoyunun gündemindedir.

Rahmetlinin ablası ve ağabeyi de eylemi desteklemekte.

Hükümetten ilgili bir bakanın derhal olay yerine giderek, gerekli güvenceyi kamuoyu önünde açık olarak ve ivedilikle vermesi gereklidir.

İçişleri Bakanı kamuoyu önünde emniyete açık talimat vererek adli kovuşturmanın önünün açılmasını istemeli ve sağlamalıdır.

Türk polisi yasa dışı bir cinayet örgütü değildir, olamaz!
Namuslu polis şefleri, bu cinayeti işleyeni elbette adalete teslim edeceklerdir.
Kendilerine yakışan ve kendilerinden beklenen budur.

Bu acı olayın faturası mutlaka ödenmelidir, ödenecektir.

Muhalefet de TBMM’de bu iğrenç cinayetin izlemcisi olmalıdır.

TBB (Türkiye Barolar Birliği),  TTB (Türk Tabipleri Birliği), insan hakları  örgütleri..
olayı özenle, adım adım izlemeli, demokratik baskı grubu işlevini sürdürmelidir.

Sarısülük ailesinin ve yakınlarınıni ulusumuzun acısını paylaşıyoruz.

16.6.13 Pazar günü rahmetlinin cenaze töreni için Kızılay’da toplanılmasını engelleyen yersiz ve hukuksuz polis şiddetini bir kez daha kınıyoruz. Aşırı şiddetle oradaki yaklaşık 50 bin insan dağıtıldı.. Gazlandık, ilaçlı su sıkıldı.. Tören dağıtıldı. Binlerce insan alana gelemedi ve Batıkent’te Cemevi törenine de katılamadı.. biz de Kızılay’dan döndük.

Rahmetli Ethem’in ağabeyinin TOMA’ya bedenini siper etmesi bile
gözükara polis vahşetini durduramadı..

Çok yazık..

Sonsözü, direniş şehidi Ethem Sarısülük‘e bırakalım :

Ethem Sarısülükün cenazesine müdahale

Sevgi, saygı ve derin acı ile.
18.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Yaşar Nuri Öztürk : 15 Haziran akşamı üzerine notlar


15 Haziran akşamı üzerine notlar

portresi

 
Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK

 

15 Haziran 2013 akşamı Türkiye’nin, insan hakları uğruna sergilenen eylemler tarihinde müstesna bir akşam oldu. Taksim Direnişi’nin omurga mekânı olan Taksim Gezi Parkı, protestoculara biber gazı bombalarıyla saldıran polis tarafından akşam saatlerinde boşaltıldı. Hafta sonundan yararlanarak direnişçi fütüvvet ekiplerini ziyarete gelen yüzlerce çocuk ve yaşlının da doldurduğu park, biber gazı bombaları ve
Toma denen araçların sıktığı kimyasal madde karışımlı suyla tam bir cehenneme dönüştürüldü. Onlarca yaralı vardı. Çocuk ve yaşlı insan feryatları ayyuka çıktı.
Olup bitenleri televizyon kanallarından canlı olarak izledik. Aldığım notların bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum. Öncelikle şunu belirteyim:

Polis, gaz bombalarıyla yalnızca Gezi Parkı’nı cehenneme çevirmedi, halkın olay yerine yaklaşmasını önlemek için Taksim meydanına giriş sağlayan Sıraselviler’le
İstiklal Caddesini de gaz bombası yağmuruna tuttu. Sıraselviler birkaç hastanenin sıralandığı bir yerdir. Atılan gaz bombaları, bu hastanelerdeki insanları da ciddi biçimde taciz etti. Polis ayrıca, halkın kümelenmeye başladığı Mecidiyeköy meydanını da Anadolu yakasında Boğaz köprüsüne çıkış veren Fikirtepe kavşağını da,
toplanan halkı sindirmek için gaz bombalarıyla zehir doldurdu. 17 Haziran tarihli gazetelerden öğreniyoruz ki; polis, İstanbul Teşvikiye Camii’ne sığınanları sindirmek için caminin bahçesine de gaz bombası atmış.

DİVAN OTELİ VEYA ‘AYYILDIZ OTELİ’

Bu tarihî güne damga vuran bir mekân da Taksim’deki Divan Oteli oldu. Bu otel,
büyük bir insanlık bilinciyle, kendisine sığınan yaralılara âcil sağlık yardımı için
kapılarını ilk günden itibaren açtı. 15 Haziran akşamı, polis bir tür revir hizmeti veren
bu oteli de biber gazıyla bombaladı. Öyle bombaladı ki, sadece revir görevi yapan alt
katlar değil, turistlerin barındığı üst katlar bile gazla doldu.

Divan Otel’in tarihsel şuuru halk tarafından hemen görüldü ve Otel’in önünden
canlı yayın yapan ünlü gazeteci Uğur Dündar, halkın bu fark edişinin sonucunu dünyaya duyurdu: Halk, beş yıldızlı turistik bir otel olan Divan Otel’in adını
‘Ayyıldız Oteli’ olarak değiştirdi.

AKUT, gazdan yararlananlara âcil yardım için Ayyıldız Oteli’ne geldi.

KURUM TEMSİLCİLERİNİN GÖZLEMLERİ 

  • Su sıkan motorlu canavarların halk üzeine sıktığı suya kimyasal madde karıştırıldığı, gazeteciler ve hekimler tarafından dünyaya duyuruldu.
  • Çeşitli kuruluşlar adına konuşan doktorlar bu kimyasal madde karışımlı suyun halk üzerine sıkılmasını bir ‘katliam’ olarak niteledi.

Gazeteci ve aydınların ortak beyanlarından biri de şuydu:

Polisin attığı gaz bombaları evrensel hukuka aykırı olarak kullanıldı.
Bu kullanımın adı ‘orantısız güç kullanmak’ değildir, bu kullanım açıkça
insanlık suçudur. Uluslararası mahkemelere mutlaka götürülecektir.

Şu da var:

  • Yaralananlara âcil sağlık hizmeti veren birçok doktor,
    elleri arkadan kelepçelenerek tutuklandı.
    (17 Haziran tarihli gazeteler)
  • Uluslararası hukuk, yaralılara yardım eden doktorların tutuklanmasını,
    savaş zamanında olsa bile, suç saymaktadır.

Gazeteci Can Dündar:

  • “Polis akıl almaz bir şiddet uyguluyor. Ben bunca yıl pek çok eyleme tanık oldum; böylesine acımasız, böylesine vicdansız bir polis müdahalesi görmedim.
    Bu bir insanlık suçudur. Valileri, emniyet yetkililerini bu yönde verilen emirlere uymamaya çağırıyorum. Aksi halde ileriki zamanda bunun hesabını veremezler.”

İstanbul Tabip Odası yetkilisi          :

  • “Sağlık bakanlığı, ‘Neden revir açtınız, yaralılara neden ilk yardımda bulundunuz?’ diye bize soruşturma açtı. Bakan bizden
    yaralıların listesini istiyor.
    Doktorlarımız tehdit ediliyor.”

Türk Tabiplerİ Birliği;
– polisin gazlı saldırısı üzerine 11 bin kişinin gazdan etkilendiğini,
– yaralananların sayısının ise 788 olduğunu bildirdi ve
– Dünya Sağlık Örgütü’yle Dünya Tabipler Birliği’ne ‘âcil’ kaydıyla şu çağrıyı yaptı:

  • “Dünya kamuoyunu, insanların demokratik taleplerinin şiddetle bastırılmasını durdurmak için harekete geçmeye çağırıyoruz.”

(YURT Gazetesi, 18.6.13)

SES PROBLEMİ

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan (Nükleer Fizik uzmanı) nefis bir derleme ulaştı bize.

Matematik, üstelik çok temel düzeyde böylesine ustalıkla kullanılır ve işe yarar sonuçlara varılır..

Yaşamın temeli, matematik..

Keşke okullarımızda Matematik dersleri sevdirilerek, uygulamalı olarak, matematik eğitimi formasyonu olanlarca (Matematikçi değil Matematik öğretmeni!) verilse..

Keşke insanlarımız, kendilerini sürekli sorgular sorumlulukla yetiştirileseler..

Keşke gerçek müslümanlar, kendilerine ve başkalarına eziyet boyutuna ulaşan
bu anormal yüskek sesli Ezan okuma terörüne bir son verseler..

Ve son keşke :

Din ve Ahlak Bilgisi dersleri eğer zorunlu olarak kalacaksa -ki insan haklarına aykırılığı kezlerce AİHM kararlarıyla hükme bağlanmıştır- “GERÇEK DİNİ” öğretse
ve erdemli insanlar yetiiştirilmesine katkı sağlayabilse..

31 yıldır (12 Eylül Anayasası) zorunlu din dersleri var bu ülkede..
Yüzlerce İHL ve yüzbinlerce hatta birkaç milyon mezunu..

  • Her taraf “imam” dolu.. Şeriatla yönetilen hiçbir ülkede olmadığı kadar!
    Ama imamlık yapmıyorlar.. 

Ama ahlaksızlık – hırsızlık – yolsuzluk – rüşvetçilik – devlet malını talan -kadına şiddet – insest… diz değil gırtlak boyu..

Niye acaba? Sorun nerede? Adı “Din ve Ahlak Bilgisi” olan zorunlu derslerde salt
bir dinin bir mezhebinin abartılı ve büyük ölçüde yanlış ritüellerini felsefesinden soyutlayarak, salt ezberleterek robotça uygulatarak nereye varılabilir ki?

Yoksa bu vahim tablo, her nasılsa, aktarılan yollar üzerinden “istendik” midir??

Vah Türkiye, vah Türk insanı ve vah Tanrı’nın gerçek dini..

İlahiyat Fakültelerinde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda bu gerçekleri haykıracak
gerçek din ehli – vicdan ve ahlak sahibi bilim insanları – uzmanlar neden susarlar??
Aldıkları eğitim tam da burada işe yaramayacak mı?

Sevgi ve saygı ile.
18.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==========================================

SES PROBLEMİ

portresi

 

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

 

İlahiyatçı yazar Prof. Yaşar Nuri Öztürk minarelerde okunan ezanın rahatsız edici derecede yüksek sesle okunduğundan yakınıyor (basından)..

Hele şükür, Din konusunda uzman biri sonunda bu konuya parmak bastı..
Kendisini başka bir konuda eleştirdiğim Prof. Öztürk’ü,
medeni cesaretinden dolayı bu kez kutluyorum.

Ses ne zaman rahatsız edici olur?

Bunun fiziksel açıklaması ve ölçüsü vardır.

  • Kirlilik fiziksel anlamda, madde veya enerjinin yanlış zamanda ve/veya
    yanlış yerde bulunuşu olarak tanımlanır.

Ses, enerji taşıyan dalga olduğuna göre, ses kirliliğinden de bahsedilebilir.
Ses dalgalarının taşıdığı enerjinin birim zamanda birim yüzeye basıncını (Watt/m2)
olarak tanımlayan şiddet birimi desibel (dB) olarak adlandırılır.

0 dB, (Io≡10-12 Watt/m2) insan kulağının duyum sınırı olarak tanımlanmıştır:

dB≡10.log(I/Io) 120 dB (≡1 Watt/m2) insan kulağı için rahatsızlık sınırıdır;
160 dB ise kulakta kalıcı hasar meydana getiriyor.

Sivrisinek sesi 30 dB, rahatsız olmadığımız düzeyde
normal konuşmaktaki ses düzeyi 60 dB kadardır.Yakındaki bir Jet motorunun ses düzeyi 150 dB,
maksimum erişilebilir ses düzeyi ise (ses duvarının aşıldığı an, 25 MW/m2)
194 dB’ dir.
Sıfır Referans düzeyi olarak alınan (10-12 Watt/m2) değeri ile kıyaslandığında,
bir çibin gücünün nano watt (10-9 Watt) düzeyinde olduğunu görürüz.***
Türkiye’deki 86 bin caminin her birinin 500 m çapında dairesel bir ‘ses alanı’ kapsadığını düşünürsek, tüm alan 17 bin km2 olur ki, yerleşim alanlarımız üzerinde, hatta dışında, ezan sesi duyulmayan nokta bırakılmamış demektir.DİB’i (Diyanet İşleri Başkanlığı) bu başarısından ötürü kutlamak gerekir.

Minarelerde genelde 100 Watt’lık hoparlörler (çoğu kez 4 adet) kullanılıyor.
250 m mesafede metre kareye (100 Watt/4.p.2502=) 127,3 mikroWatt gelir,
bu da 81 dB demektir.

Oysa 100 Watt yerine, bunun onda biri 10 Watt kullanılsa
71 dB fazlasıyla yeterli olabilecektir.Bu bakımdan Prof. Öztürk haklıdır;Minarelerden yayınlanan ezan sesi,
normal işitilebilecek düzeyden en az on kez daha yüksek şiddette yayınlanıyor. æ

***
İlahiyatçı yazar Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, bir televizyon programında

  • Türkiye’de cuma namazı farz değildir. Birçok İslam ülkesinde de değildir. Cuma namazı cemaatle kılınan bir namazdır. O cemaatin vücut bulması,
    o cemaatin o namazı kılmak için toplandığı mekanın hassasiyetleri önemlidir. Fıkıhtan dikkate alındığı zaman bu dediğim doğrulanır.” dedi
    ve 2013’ün dinsel konulardaki ilk tartışmasının fitilini ateşledi.

Türkiye’de hoparlörle okunan ezan sesinin çok yüksek olduğunu da belirten
Prof. Öztürk,

  • “Cihazla namaz ilan edemezsiniz; İslam bunu yasaklamıştır.
    Güzel sesli insanlara ezan okutacaksınız. Ezan, insan sesiyle okunacak.
    Bunu tartışamazsınız. Bir de hoparlörlerin sesini sonuna kadar açanlar var. ‘

    Ben namaz kılacağım, siz de ayağa kalkın’ diyor. Böyle bir yetkin yok ki senin. Bunun çocuğu var, hastası var, vardiya işçisi var. Kalkın diye sanki insanlara ceza veriyorlar. Kalkıp kılacaksa zaten kalkar, kılar.
    Bu cihaz sesine boğulmuş
    inat gösterisi. Buna bütün Müslümanların karşı çıkması lazım. İbadette o teknolojiyi kullanmak dine aykırıdır.
    diye konuştu.

Taksim Dayanışması: ‘Mücadeleye Devam!’


Taksim Dayanışması: ‘Mücadeleye Devam!’

Taksim Dayanışması’ndan yapılan açıklama şöyle:

“Taksim Dayanışması tarafından sabah saatlerine kadar süren toplantı ve forumlar sonucunda oluşan açıklamadır.


Taksim gezi parkı
nda ağaç katliamını durdurmak için
başlayan direnişimiz, Gezi Parkı sınırlarını aşarak İstanbul halkının ve ardından Türkiye’nin dört bir yanından yurttaşların onbir yıllık AKP İktidarına karşı birikmiş olan öfkesi ile buluştu. Yüz binlerce insan sokaklarda direnişlerinin 18’inci gününü tamamladılar.

Bu memleket topraklarının tanık olduğu en büyük hak arama mücadelelerinden biri olarak tarih sahnesinde yer alan bu direniş daha ilk günden başlayarak yoğun polis şiddetinin hedefi oldu. Yaşam hakkı dahil tüm insan haklarının ayaklar altına alındığı bir süreç içindeyiz. Ancak bu zulüm; kalabalıkları dağıtacağı yerde büyüttü, birbirlerini mücadele içinde tanıyan insanların dayanışmasını güçlendirdi, bütün canlıları boğan
gaz bombalarının altında her türlü şiddete karşı sokakları doldurdu, direnişi birleştirdi ve bir halk hareketine dönüştürdü.

Direnişin başlangıcından beri ortaya konulan son derece açık ve haklı istemleri hükümet öncelikle görmezden gelme tavrı aldı. Ardından direnişi bölme, provoke etme ve meşruiyetini zedeleme çabaları içinde oldu. Yerel ve uluslar arası kamuoyu önünde iktidar meşruiyetini yitirerek amacına ulaşamadı. Haklı direnişimizin baskısıyla istemlerini muhatap alma ve tartışma noktasına geldi. Ancak bu daha başlangıç ve mücadele sürüyor.

Bu direniş sırasında polis şiddetinin bir sonucu olarak 18 gün içinde 4 yurttaşımız;

  • Ethem Sarısülük – Mehmet Ayvalıtaş – Abdullah Cömert – Mustafa Sarı yaşamını yitirdi.
  • Pek çok yurttaşımız görme, işitme ve uzuv yitimine neden olacak biçimde yaralandı. 

Öldürülen arkadaşlarımızın acısını yüreklerimizde duyumsuyor ve en temel demokratik haklarını kullanırken öldürüldüklerini anımsatıyoruz.

  • Henüz bu ölümlerin sorumluları hakkında ciddi bir işlem başlatılmamış olduğunu
    bir kez daha ifade ediyoruz. Bu şiddetin sorumlularının yargı önünde
    hesap vermesinin izlemcisi olacağız.

Ayrıca polisin keyfi gözaltı politikası nedeniyle birçok kişi halen gözaltında tutulmaktadır. Taksim Gezi Parkı direnişçileri ve Taksim Dayanışması olarak
ülkenin dört bir yanında direnişe katıldığı için gözaltına alınan ve tutuklanan yurttaşlarımızın derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz.

Bu süre içinde üzerimizde yürütülen şiddet politikalarına karşın farklı eğilimlerin zenginliği ile bir araya gelebildiğimizi, tartışabildiğimizi, ortaklıklar yaratabildiğimizi ve birlikte mücadele edebildiğimizi gördük. Zayıflık olarak kabul edilen çoğulcu demokrasi, çoğunlukçuluğun karşısında bir direniş odağı oluşturmamızı sağladı.

İktidarın üzerinden yükseldiği rant ve ekolojik tahribat politikaları karşısında
yüz binlerce insan gezi parkında ağaçları savunarak kendi yaşamlarını ve özgürlüklerini savundular. Gezi direnişi bir özgürlük alanı olarak polis şiddetine karşı barışçıl tutumunu korumayı bildi.

Taksim Gezi Parkı direnişçileri ve Taksim Dayanışması olarak bu süreç boyunca öğrendiğimiz en önemli şey mücadelenin zaman ve mekânla sınırlandırılamayacağı
ve bundan sonra da yaşamın, kentin ve ülkenin her metre karesinde ve her anında süreceğidir.

Direnişimizin 18.gününde 15 Haziran cumartesi günü içindeki tüm canlılar ile birlikte parkımız ve kentimiz, ağaçlarımız, yaşam alanlarımız, özel yaşamımız, özgürlüklerimiz ve geleceğimiz için Taksim Dayanışması olarak nöbete devam ediyoruz. İstemlerimizin izlemcisi olmayı sürdüeeceğiz. Bu direniş, Taksim Dayanışmasının kolektif iradesinin yansıması ve bütünlüklü bir mücadelenin ortak bayrağı olacaktır. Bugünden itibaren tüm yurda ve hatta dünyaya yayılan mücadelemizden gelen dinamizmle ve gücümüzle ülkemizde yaşanan her türlü haksızlığa ve mağduriyete karşı direnişi devam ettireceğiz. Şu anda 18 gün öncesine oranla çok daha güçlü, örgütlü ve umutluyuz.

BU DAHA BAŞLANGIÇ, MÜCADELEYE DEVAM!

http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/taksim-dayanismasi-mucadeleye-devam-haberi-74749http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/taksim-dayanismasi-mucadeleye-devam-haberi-74749

Not : Bu gün 20. gün ve 193 kişi gözaltında.. (A. Saltık, 17.6.13)

YARALILARA YARDIM EDEN DOKTORLARA KELEPÇE

YARALILARA YARDIM EDEN DOKTORLARA KELEPÇE!

Elli üç yıllık hekimim böyle birşey görmedim. Neden tedavi ediyorsun diye cezalandırılır mı? Bilimsel, sosyolojik değerler alt üst olmuş.

TC Dr. Siber Göksel

Polis doktorları kelepçeledi!

Polis, revir olarak kullanılan Ramada Otel’deki doktorları kelepçeleyerek gözaltına aldı.

Taksim Gezi Parkı direnişinin 20. gününde polis müdahalesi iyice sertleşti. Müdahalelerden dolayı yalnızca İstanbul’da yüzlerce yaralı olduğu öğrenildi.

Olayların ilk gününden başlayarak yaralılara yardım eden sağlık görevlerlileri de
yine olay yerlerinde revir kurdu. Bu revirlerden bir tanesi de Osmanbey Ramada Otel’de kuruldu.

Polisin sabah saatlerinde Ramada Otel’i bastığı öğrenildi.

Güvenlik güçleri Ramada Otel’deki reviri boşaltı,
yaralılara müdahale eden gönüllü doktorları da kelepçeleyerek gözaltına aldı. Polisin doktorları kelepçelediği sahneler objektiflere yansırken,

‘Sağlık görevlilerine müdahale savaşta bile olmaz’
diyerek vatandaşın büyük tepkisine neden oldu.

TOMA’lar Gül Suyu da Sıkıyor..


TOMA’lar Gül Suyu da Sıkıyor..!

Değerli Arkadaşlar,,
Gençlerimizin üzerine sürülen bu TOMA’lar neymiş bir bakalım:
(bkz: http://tr.wikipedia.org/wiki/TOMA )
TOMA (Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı), Nurol Makina tarafından
Sincan/ Ankara’da güvenlik güçlerinin gereksinimlerini karşılamak için üretilen zırhlı bir su topudur. İç güvenliği sağlamada ve toplumsal olayların bastırılması ve kontrol altına alınmasında çok ektin bir araç olup, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı başta olmak üzere Azerbaycan, Libya, Zimbabve, Gürcistan, Kazakistan gibi birçok ülkede güvenlik güçleri tarafından aktif olarak kullanılmaktadır
TOMA’lar emniyet güçleri tarafından 2013 Taksim Gezi Parkı protestolarında olduğu gibi genellikle eylemlerde eylemcilere karşı kullanılırken [2],

Bakarsınız bir gün milli içkimiz Ayran ve Gazozla da milletimize hizmet ederler.

TOMALAR, Nurol Holding tarafından üretiliyor ( http://www.nurol.com.tr )
Eski Bakanlardan Hüsnü Doğan da yönetim kurulunda.

TOMA_Tayyip'in_burnu
(
Karikatürü ekleyen : Ahmet SALTIK, 17.6.13)Saygılarımla.
Ahmet Büyükyilmaz

GELDİĞİ YOLDAN GİDECEK


GELDİĞİ YOLDAN GİDECEK

Naci BEŞTEPE 
   
PKK’lıların sınır ötesine çıkışları tartışılırken ne demişti RTE?  – Girdikleri yerden çıkarlar, onlar bilir…

Doğruluk payı yok da değildi.
  Teröristlerin giriş-çıkış güzergahları vardır.
  Asker de izlemeyeceğine göre o bilindik yollardan girdikleri gibi çıkar giderler.
  Süreç öyle işliyor.
  Tabİi çıkanlar için.
  Çıkmayan, çıkmış gibi yapan, kente inen, yerinden kıpırdamayanların daha çok olduğu değerlendiriliyor.
  Neden çıksınlar ki?
  Ne aldılar ki?
  Sallanan AKP iktidarı Anayasayı yenileyemez veya bölünmeye yol açacak değişiklikleri yapamazsa neden terk etsinler yerlerini?
 
  Bir de RTE’nin bulunduğu yere hangi yoldan nasıl geldiğini anımsayalım.
  Belediye başkanı iken bir şiir okumuştu :
  – Minareler süngümüz, Kubbeler miğferimiz diye.  Kendi ifadesine göre bir şiir okumaktan ceza almıştı.

  Mağdurdu yani.
  Hiç bitmeyen bir mağduriyetti bu.
  Durur durur anımsatır.
  Grup toplantısında söyler, sulu gözlüleri ağlatır.
  Oysa, vatandaşı kin ve garaz tohumları ile bölmekti yaptığı.
 
  Kızının, karısının türbanını sürer ikide bir ortaya.
  Dediğine göre kızı da türbanı yüzünden okuyamamış da taa Amerikalara gitmiş.
  Ancak açıklamalara göre, kızcağız 134 puanla bir yere girememiş.
  Paralı amcaları da destek verince, ver elini Amerika.
  Yüce rabbi öyle istemiş neticede.
 
  Bu RTE’nin mağduriyeti bitecek gibi de değil.
  11 yıldır tek başına hem partiyi, hem ülkeyi yönetiyor.
  Bıraksalar Suriye’yi de yönetecek.
  AB’ni, BM’i de hizaya sokacak ama kıymetini, kudretini anlayan yok.
  Dediği dedik, astığı astık, kestiği kestik ama hala mağdur.
  Şimdi de vatandaştan yana mağdur.
  Gezideki gençlerden yana mağdur.
  Bu kadar demokrat, dışarıdan göründüğü kadar katı bile olmayan (Hülya Hanım’dan öğrendim), gençleri çağırıp dinleyecek kadar anlayışlı (AKP’li dostlar söyledi) ama bir türlü yaranamıyor.
  Son günlerdeki buram buram demokrasi, liderlik, insanlık kokan söylemlerine bir bakın;  – Çapulcu marjinal gruplar camiye girmiş bira içmişler.

  – Daha da ileri gidip camide fuhuş yapmışlar.
  – Utanma yok neyse de adap da bilmiyorlar. Polis arkalarından çiçek vermek için koşarken ayakkabılarını bile çıkarmadan dalmışlar camiye.
  – Bunlara ait kaset var. Cuma günü yayımlanacak.(Cuma geçti. Çıkmaz ayın
son cuması yayımlanır. Montajda terslik çıkmıştır.)
  – Hele o çadır bölgesi var ya, aman aman. Sidik kokusundan geçilmiyor.
Hatta büyük abdestlerini de yapmışlar. Bir de çevreci olacaklar.
  – Bir gidip görseniz o çadırları. Ne edepsizlikler, ne ahlaksızlıklar…
  – Bunların yaşamına karışmıyor ama onlar karısının kızının baş örtüsüne (kendisi türban olur) karışıyorlar. Kamuda hala türbanla çalışamayanlar var.
 
  Bunları söyleyen sıradan zır cahil bir vatandaş değil.
  Başbakan.
  Ancak kimin başbakanı kendi de bilmiyor.
  Bir grup vatandaşı öbürlerinin üzerine salmakla tehdit ediyor.
  Kendini destekleyenlerin daha çokluk olduğunu söylüyor.
  18 gündür üzerlerine gaz ve basınçlı-ilaçlı (kimyasal) su sıktırdığı,
öldüresiye dövdürdüğü hatta öldürttüğü vatandaşlarına karşı sabrının taştığını, bedeli ne olursa olsun GEZİ PARKI’nı boşalttıracağını miting meydanlarında şakşakçılarına açıklıyor.
  Yanlış okumadınız, “BEDELİ NE OLURSA OLSUN” 
  Yani, ölürlerse ölürler.
  O istedi ya.
  Olacak işte, o kadar.
  İleri demokrasinin dünya yıldızı. Sultanlar sultanı. Liderler lideri.
 
  Aynı kafanın valisi “Hiç olaysız boşalttık, kimseye zarar vermedik, müdahale bile denmez” diyor. Ardından resmi açıklama 44 yaralı, bir kişi gözünden ameliyatlık.
  Bir de olaylı olsa, müdahale etseler. Düşünebiliyor musunuz?
  Ertesi sabah” İstanbul çok huzurlu” diyor. Taksim’e ne giriş var ne de Taksim’den çıkış. Her yer gaz, her yer su, her yerde cop. Acımasız saldırı.
 
  Aynı kafanın Ankara BŞB Başkanı, afişlerle yağlama uzmanı İ. Melih Gökçek, polisin öldürdüğü gencin, provokatörlerin attığı taşla öldüğünü iddia ediyor.
TV görüntülerine karşın.
  Adli tıp raporu ile baseninin üzerine oturuyor.
  Ama adamda utanma, üzülme gibi normal insanlara has özellikler olmadığı için
o gencin öldürüldüğü yere polise övgüler düzen bir afiş astırıyor.
  Bu kadar olur.
  Bunlar da yönetici olacak.
  Taş devrinin kabilelerini yönetenler bunlardan daha iyi yönetici değilse ne olayım…
 
  Miting alanlarına yüz binleri değil milyonları da toplasa artık önemi yoktur.
  Parasız, taşımasız, zorlamasız kendiliğinden meydana çıkan, copa-bibere-kimyasallı suya göğüs geren bir kişi binlere bedeldir çünkü.
  Tepeden aşağıya doğru iniş başlamıştır.
  Yuvarlanan taş tepeye dönmez. Gittikçe hızlanarak inecektir. Bu inat varken hele.
  Hangi tepeden, hangi yoldan mı?
  Geldiği yoldan.
  Gene mağduru oynayarak.
  Gene dini duyguları sömürerek.
  Sömürdüğünü zannederek.
  Atatürk’ün dediği gibi,
  Kendisinin PKK’lılara dediği gibi,
  Aynen,
  Geldiği yoldan gidecek.
  O yolunu bilir.
  Yola koyuldu bile.
  Gidiyor…
 
  Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Boğaz’a Paralel Kanal İhaneti


Dostlar
,

Türkiye Gündemini işgal ediyorlar bildik oyunlar ve manevralarla..

Hep yazıyoruz :

  • Asker – sivil yurtseverlerimiz yıllardır zindanda tutuksuz yargılanıyor (!)….
    Hâlâ!
    Onları asla unutamayız, unutmamalıyız..

Bu bağlamda Sayın Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen son derece önemli bir konuya
dikkat çekiyor.

“Kanal İstanbul” adlı 25 milyar $ portföylü fantastik proje,
gerçekte 1952 tarihli ve ABD’ye ait..

Ayrıca Montrö Boğazlar Sözleşmesi bakımından da ciddi,
kabul edilemez sakıncalar taşıyor..

Sayın Ölçen’e, bu çok önemli uyarısı için teşekkür borçluyuz. Makale aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
17.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================
Boğaz’a Paralel Kanal İhaneti

portresi

 

Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN

 

Karadeniz’i Marmara’ya bağlayacak olan kanal tasarımının, ekonomik, çevresel ve de top­lumsal iç göç sorununu tetikleyen olumsuz etkilerinin yanı sıra en büyük sakıncası, Montreux (Montrö) antlaşmasını yok sayan bir tasarım olmasıdır.

Lozan Antlaşması’nda Boğazlar sorununa çözüm getirilemediği içindir ki,
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bu konudaki egemenliği, dış kay­naklı kimi koşullarla sınırlanmıştı. Örneğin, Bo­ğazların kullanımı ve bir komisyonun deneti­mine verilmişti. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında, buna karşı çıkmanın ve çare bulmanın güçlüğü ancak
13 yıl sonra Montreux (Montrö) Antlaşma­sıyla 23 Temmuz 1936 günü aşılabildi.
O Ant­laşma ile “Boğazlar Komisyonu” kaldırıldı, yet­kisi Devletimize tanındı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Devleti, Montrö Ant­laşmasıyla Boğazlardaki deniz trafiğinin denetimini ve de “Savaşta ve barışta asker ve sivil deniz kuvvetlerinin Boğazlardan geçmesine izin vermesi ya da vermemesi yetkisini elde et­miş oldu.
Savaş durumunda eğer ülkemiz tarafsız kalırsa yalnızca tecimsel ge­milerin geçmesine ola­nak sağlayabileceğimizi emperyal güçlere kabul et­tirmiştik.

Özetle Montrö Antlaşmasıyla, Bo­ğazlar üzerindeki egemenliğimizi
Mustafa Ke­mal Atatürk’ün Devleti, emperyal güçlere kabul ettirmeyi başarmıştı.
Ne yazık ki; 76 yıl sonra R.T. Erdoğan’ın Karadeniz’i Mar­mara’ya bağlayacak olan
ka­nal tasarımının, Montrö Antlaşması’nda Devletimizin edindiği egemenlik hak­kını ortadan kaldıracağının

AKP iktidarı ya farkında değil ya da umursamıyor.

R.T. Erdoğan, o kanal projesinin kendi tasarımı olduğunu açıklarken, asıl gerçeğin
ne olduğunu ulusumuzdan gizlemiştir. Marmara’yı Karadeniz’e bağlayacak olan kanal aslında İhanet Projesidir. Çünkü Sn. İlhan Dülger’in internette iletime sunduğu bilgiler (bkz. ilhan_dulger@hotmail.com, 9.6.2013).

  • Marmara’yı Karadeniz’e bağlayan kanal projesinin 1952’de ABD’de
    Military Mission tarafından hazırlanmış olduğunu göste­riyor.

R.T. Erdoğan, BOP eşbaşkanı olarak ABD’nin Montrö Antlaşması‘nı yok sayan o projeyi kendi tasarımı olarak açıklamıştı. Oysa 1952’de ABD’de hazırlanan o kanal projesinin gerekçesinde “Komünist Rusya’nın olası saldırısına karşı Türkiye’ye yardım planı” olarak hazır­landığı belirtilmişti. Gerekçede yer alan tümcenin İngilizcesi şöyleydi :

  • “Aid to Turkey reflect early cold war American expectation about
    how the communist would attack Turkey.”

Oysa bugün kuzeyimizde Sovyet Sosyalist Birliği yok, yeni ve farklı bir Rusya var.
O devletin başkanı Putin, 2013 yılı Haziran’ın ilk günlerinde “Akdeniz’in kendi gü­venlik alanı olduğu”nu dünya kamuoyuna açıklamıştı. Söz konusu çirkin kanal açıldığında
Tür­kiye’nin ABD ile Rusya arasında sıkışıp kalmayacağını ve ne tür felaketin içine sürüklenip sürüklenmeyeceğini kim ileri sürebilir? Çan­kaya’da ve de AKP iktidarında böylesi bir kaygının izlerine rastlayan var mı? Yok.

ABD’nin 1952’de hazırladığı o kanal projesi Sovyet Rusya’nın ülkemize olası saldırısına karşı ülkemize yardımda bulunacağını ileri sürerken, güdümündeki NATO sözleşmesinde (tam tersi) bir maddeyle Türkiye’yi savunma alanının dışında bırakmıştı.

  • O kanal, ABD savaş Gemilerinin Karadeniz’e ül­kemizin oluru olmaksızın girişini sağlayacak olan bir projedir ve Komünizmi bırakan yeni Rusya’nın buna nasıl tepki göstereceğini bugün hiç kimse bilemez.

Ve o ülkenin savaş gemileri de kanaldan geçerek Akdeniz’de girmek isteyecektir.
Söz konusu çirkin ihanet kanalında ABD ve Rusya’nın savaş gemileri birbirlerini selamlayarak mı geçecekler? AKP iktidarı ne düşünüyor; ne yapıyor iç kar­gaşayı körüklemenin dışında?

Marmara’yı Karadeniz’e bağlayacağı tasarlanan o ihanet kanalının ayrıntıda olan
kimi sakıncalarını da şöyle sıralayabiliriz:

1. 2012 yılı sonunda Libya’da Kaddafiye yönelik savaş gemilerini harekete geçirirken, NATO’nun Akde­niz’i kendi yetki alanı içine alması ve İzmir kentimizde NATO
Kara Kuvvetleri Karagahı’nın kurulması ve patriot füzelerinin ülkemizde konuşlanması
eğer işgal değilse bunun açıklanması nasıl yapılabilir?

2. O Patriot füzelerini gönderme yetkisini kendi Parlamento­sundan alırken
Almanya, o patriotlar TBMM’nin kararı ve bilgisi olmadan topraklarımıza gi­rebilmektedir.
Dünyanın hangi demokratik ülke­sinde böyle bir parla­mentoya ve böyle sorumsuz bir siyasal ikti­dara rastlanabilir?

3.Karadeniz’i Marmara’ya doğal olarak bağla­yan Boğaz trafiği, aşırı öl­çüde artışa uğradığı için mi yeni bir kanal bağlantısına gereksinim doğdu? Buna AKP iktidarında
hiç kimse olumlu yanıt veremez. O ne­denle ekonomi dışı siyasal tutsak­lık projesidir
o ve Tür­kiye’mizi Montrö Antlaşması’nın dışına itekleyecek­tir. Bitmedi:

4.Montrö konferansında tartışma konularından biri, antlaşmanın geçer­lilik süresiyle ilgiliydi ve Sovyetler Birliği ile İngiltere bu konuda düşün birliğine varamamıştı.
Sovyetler Bir­liği, Montrö Antlaşması’nın 50 yıl için geçerli olmasını ileri sürerken, İngiltere delegesi sü­renin 12 yıl ol­ma­sını önermekteydi. Söz ko­nusu “çılgın kanal” aslında Montrö’nün ge­çerlilik süresini de orta­dan kaldıracak mı?

5.Kanalın yapımını bir ABD firması üstlenir ve ABD kredisi devreye gi­rerse,
Milli Gelirine ya­kınlaşan ağır dış borç yükü altındaki Tür­kiye, öylesi koşullara karşı çıkacak direnci gösteremeyecektir.

Yukarıda açıkladığımız 5 temel sakıncayı içinde taşıyan bu projeye karşı çıkmak
her yurtsever bireyin görevi olmalıdır.

T.C. Ali Nejat Ölçen