Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

TIBBIN ALTERNATİFİ OLMAZ ! GELENEKSEL, ALTERNATİF VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARI…

TIBBIN ALTERNATİFİ OLMAZ !
GELENEKSEL, ALTERNATİF VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARI…

Meslek örgütümüz TTB’nin (Türk Tabipleri Birliği) son derece önemli bilimsel hizmetlerinden biri daha somut ürüne dönüştürülerek basıldı..

Başlık yukarıdaki gibi ve 303 sayfa. Çok değerli meslektaşlarımız Dr. Serpil Tütüncü (Trakya Üniv. Tıp Fak. den öğrencimizdir, aynı zamanda Eczacıdır) ve Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Nilay Etiler (Doçentlik jürisinde idik; Barış için imza atan aydınlardan olup kamu görevine son verilmiştir..) yayına hazırladı bu önemli kongrenin bildirilerini, makalelerini, tartışmalarını.. Kendilerine, meslek örgütümüz TTB’ye ve bilimsel katkı verenlere şükran doluyuz..

Küresel sermaye, en temel insan hakkı olan SAĞLIKLI YAŞAM hakkının içini ha bire boşaltıyor. Tunç yasa “en çok kâr” ve sermaye birikiminin ne pahasına olursa olsun sürdürülmesi. Dolayısıyla bilimsel – nitelikli sağlık hizmetleri yerine daha ucuz ve uygulamak için diploma – eğitim gerekmeyen bilim – akıl dışı yöntemleri ve hurafe temelli uygulamaları yoksul insanlara reva görebilecek ölçüde etik – ahlak – hukuk dışı, yüzsüz..

Kimi basını ve sözde kimi uzmanları ve bu alanda insanların çaresizliklerini – yoksulluklarını – inançlarını sömürerek para kazanmayı içlerine sindirebilenleri yanına alarak ya da sonkilerin dürtüklemesi ile masum halkı kurban ve piyon edebilen siyasal iktidarlar..

Öyle ki, Hacamatçılar Dernek kurup örgütleniyor, cin çıkaran hastaneler (!) açılıyor, sülük vb. ilkel – bilim dışı yöntemler için Peygamber adına zaman – gün bile veren ayrıntılı Hadisler uyduruluyor ve SGK geriödemeleri SUT’a (Sağlık Uygulama Tebliği) alırken, prim = ek vergiye ek, sağlık hizmeti için 10-12 kalemde ayrıca katkı payı = haraç almayı sürdürüyor. Prim = ek vergi karşılığı verilen sağlık hizmetlerinin kapsamı sürekli daraltılırken, azgın enflasyona karşın geriödeme bedellerini 7-8 yıldır güncellemeyerek özellikle Devletin üniversite hastaneleri olmak kamu sağlık kurumlarının döner sermayelerinin iflası adeta hedeflenirken; alternatif tıp adı altında bilim dışı uygulamalar için SGK keseyi açabiliyor.. Buna ne ad konabilir? Hem terbiyemiz izin vermiyor hem söylesek “suçtur” diyecekler.. Kamu ve özel sağlık kurumları ayakta kalabilmek için SKG zorlamasıyla hakkın cebine el atıyor ve yer yer illegal – etik dışı uygulamalara yönlendirilmiş oluyor.. Bu politika toplumu ahlakını bozuyor!

Eski Maliye Bakanı ve ÖZELLEŞTİRME şampiyonu“BABALAR GİBİ SATARIM” sözlerinin sahibi Kemal Unakıtan için koroner by pass cerrahisi gerektiğinde eşi istihareye yatmış (!) ve sabah kalktığında “.. Rabbim Cleveland dedi..” gibisinden saçmalamıştı. Demek ki, seçkinlere – elitlere – egemenlere en üst bilimsel teknoloji; geri kalanlara ise sülük, hacamat, ot karışımları (anımsatalım; Dünya Sağlık Örgütü bitkisel ürünlerin ilaç olmadığını bildirmiştir), kocakarı ilaçları vb.. süslü adlarla sunulacak.. Yerseniz!

Apaçık söyleyelim; biz Tıp denilince tek bir şey anlıyoruz : MODERN BİLİMSEL TIP!
Bunun seçeneği (alternatifi) var mıdır? Evet, vardır.. diyerek sizi şaşırtalım.. Peki nedir?

  • Tıbbın tek 1 alternatifi / seçeneği vardır; o da gene MODERN BİLİMSEL TIP’tır!

*****
Kongrenin sonuç bildirisini aşağıya alıyoruz (28-29 Mayıs 2016, İstanbul) :

Kamusal hizmetlerin daralması, sağlık hizmetlerinde piyasalaşma ve özelleştirmeler toplumu alternatif arayışlara yöneltmiştir. Piyasalaşma sürecinde kamusal hizmetlerle ilgili olumsuz söylemler, modern tıbba olan güveni zedelemiştir. Diğer yandan son 30-40 yıldır sağlık algısında değişme, bedenin fetişleştirilmesi, sağlığın bireyselleşmesi alternatif arayışlarla ilişkilidir. Günümüzde dünyada her üç kişiden biri GATT uygulamaları kullanmakta ve son 20 yılda kullanımın arttığı gözlenmektedir. Bu haliyle GATT bir ‘pazar’ haline dönüşmüştür ve artık devasa bir ekonomik TIBBIN ALTERNATİFİ OLMAZ !

GATT – GELENEKSEL ALTERNATİF VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARI

• Sağlık Bakanlığı GATT ile ilgili alanı düzenlemeli ve denetlemelidir. Konuyla ilgili oluşturulan mevzuat kanıta dayalı bilgilere dayanarak gözden geçirilmeli ve temel yaklaşım olarak tedbir ilkesi (AS : Precautinary principle) esas alınmalıdır.
GATT uygulamalarından çok azının sınırlı endikasyonlarda etkililik ve güvenliliği kanıtlanmıştır. Bu gerçeğin hekimlerle ve toplumla güçlü bir şekilde paylaşılması önemlidir.
• Etkililiği ve güvenliliği bilimsel yöntemlerle gösterilmemiş ya da etkili ve güvenli olmadığı gösterilmiş GATT uygulamaları yasaklanmalı, Yönetmelik dahil ilgili düzenlemeler revize edilmeli, bu tür ürünler piyasadan çekilmelidir.
• Bitkisel ürünlerin ruhsat izin sürecinde Sağlık Bakanlığı’nın ağırlığı artırılmalıdır.
Dünya Sağlık Örgütü bitkisel ürünlerin ilaç olmadığını, güvenlik sorunu olduğu konusunda sürekli bültenler yayınlamaktadır; Sağlık Bakanlığı’nın da bu yönde bir bakış açısı ve uygulaması olmalıdır.
• Türkiye’de aktarlar yeterince denetlenmemektedir; aktarlar ile ilgili geniş kapsamlı mevzuat hayata geçirilmelidir.
• GATT reklamlarındaki yasaklar sıkı bir biçimde denetlenmelidir. Medya bu konuda sorumlu davranmalıdır.
• Sağlığı tehdit eden GATT uygulamalarının yetkililere bildirilmesi için farkındalık oluşturulmalı, bu bildirim sağlık çalışanları için mesleki bir yükümlülük olarak görülmelidir. Meslek örgütü bilimsel olmayan ya da bilimselliği gösterilmemiş uygulamalarda bulunan hekimlere yaptırım uygulayarak kendisine verilen toplum sağlığını koruma görevini yerine getirmelidir.
• Hekimler, tıbbi öykü alırken GATT konusunu özel olarak sorgulamalıdır. Bu sorgulamada hastada yargılanma ya da suçlanma gibi bir algı oluşmamasına özen gösterilmelidir.
• GATT konusunda pek çok tıp disiplinin yer aldığı bağımsız ve özerk bilimsel bir yapı oluşturulmalıdır. Bu yapı;
– GATT uygulamalarının bilimselliğinin araştırılması için bir politika oluşturulması,
– GATT uygulamalarının bilimselliğine dair, özellikle de sık kullanılan fitoterapi ürünlerinin ilaçlarla etkileşimi konusunda kılavuz oluşturulması,
– Toplumun bilgilendirilmesi,
– İlgili düzenlemelere yön verilmesi ve benzeri konularda yetki sahibi kılınmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 03 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Sigara ömrü 15 yıl kısaltıyor

Sigara ömrü 15 yıl kısaltıyorSigara ömrü 15 yıl kısaltıyor

3.2.2018, Aydınlık

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Sağlık Bakanlığı, Dünya Sigara Bırakma Günü’ne özel rapor yayınladı. Rapor, sigaranın neden olduğu hastalıkları ve ekonomik yükü çarpıcı şekilde ortaya koyuyor

Dünya Sigara Bırakma Günü’ne özel bir rapor hazırlayan Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Nazmi Bilir, sigaranın başta akciğer kanseri olmak üzere, gırtlak, mide, bağırsak, böbrek, kadınlarda meme ve rahim kanserinin aralarında bulunduğu en az 10 çeşit kansere neden olduğunu söyledi. Prof. Dr. Bilir, sigara içenlerin %50’sinin kalp krizi, akciğer kanseri ve kronik bronşit nedeni ile yaşamını yitirdiğine dikkat çekti.

Günde bir paket sigara içenlerin, içmeyenlere oranla 15 yıl daha erken yaşamını yitirdiğini belirten Prof. Dr. Nazmi Bilir, zararın sadece sağlık değil ekonomik boyutunun da olduğunu dile getirdi. Prof. Dr. Nazmi Bilir, sigaranın neden olduğu hastalıkları şöyle sıraladı:

“Kalp-damar hastalıkları olarak kalp krizinden başka kalp yetmezliği, kalbin çalışma düzenindeki bozukluklar (aritmi), damar sertliği ve damar tıkanmaları da önemlidir. Akciğer hastalıkları arasında kronik bronşitten başka amfizem ve astım önemlidir. Bu hastalıklar sonucunda nefes alma güçleşir, yeteri kadar oksijen alınamaz, vücudun ihtiyacı kadar oksijen alınamayınca nefes darlığı ve hava açlığı olur. Saydığımız hastalıklar erken yaşta ölümlere neden olur. Sigara içmeyenlerle karşılaştırıldığında günde bir paket sigara içen kişiler ortalama olarak 15 yıl kadar daha erken olarak yaşamını kaybetmektedir.”

‘YILLIK MASRAFLARI 4 BİN 500 LİRA’

Her gün bir paket sigara içen kişinin aylık sigara masrafının 350 ila 400 TL, yıllık ise 4 bin 500 ile 5 bin TL olduğu kaydeden Prof. Dr. Nazmi Bilir, sigara nedeniyle hastalığa yakalanmanın hem bireylere hem de ülkeye ekonomik yük olduğuna işaret ederek şöyle devam etti:

“Yaşamı boyunca günde bir paket sigara içen bir kişi örneğin 20-30 yıl içinde sigara satın almak için toplam olarak 100 bin TL harcar. Bu kadar sigara içen bir kişi kanser veya kalp-solunum sorunları gibi bir hastalığa yakalandığı takdirde bu hastalığın tedavisi için de yıllar boyunca harcama yapılması gerekecektir. Bu durumda sosyal güvenlik sistemi üzerine de maddi yönden yük gelmektedir. Sonuç olarak hem sigara satın almak için yapılan harcamalar, hem de hastalanan kişiler için yapılacak sağlık harcamaları ülkemiz açısından önemli bir maddi yük oluşturmaktadır.”

EN ETKİN YOL KARARLI OLMAK

Sigaranın zorla bıraktırılmasının etkili bir yöntem olmadığına dikkat çeken Prof. Dr. Bilir, “Bu tür yaklaşım başarılı olmamaktadır. Sigara bırakma konusunda başarı için kişinin bu konuda kararlı olması önemlidir. Kişiye sigaranın zararlarını ve bırakılması halinde ortaya çıkacak olumlu yanlarını anlatmak suretiyle kişilerin bu yönde karar vermeleri desteklenebilir. Sigarayı bırakmak isteyenler 24 saat boyunca ulaşabilecekleri Sağlık Bakanlığı Sigara Bırakma Danışma Hattı ALO 171’i arayabilirler” diye konuştu.
=====================================
Dostlar,

Nazmi Ağabey gerçek bir Halk Sağlıkçı ve yetkin bir bilim insanıdır.
Biz HÜTF’de (Hacettepe Üniv. Tıp Fakültesi) Toplum Hekimliği / Halk Sağlığı uzmanlık eğitimi alırken (ihtisas yaparken), kendisi hem bu eğitimlerini hem de İç Hastalıkları uzmanlık eğitimini tamamlamıştı. Uzun yıllar bu Fakültede Toplum Hekimliği (1982 sonrasında Halk Sağlığı) son derece değerli hizmetler verdi, akademik çalışmalar yaptı ve birkaç yıl önce emekli oldu. Ama O, özellikle halkımızın sağlığının korunması için başta kanser ve kronik hastalıklar, çalışma yaşamı olmak üzere çalışmalarını ara vermeksizin sürdürüyor.

Nazmi ağabey, 1990’da bizim Doçentlik sınavımızda jüri üyesi idi.
Hem Nami ağabey nitelikli emeğini Halk Sağlığı için sürdürmeli hem de ülkemiz sağlık sistemi, Sağlık Bakanlığıu ve YÖK O’nun çok ciddi ve çok değerli birikimini mutlaka değerlendirmeli.

Bu arada Sağlık Bakanlığını SİGARA İLE SAVAŞ bağlamında 15 yılı aşan bir süredir kararlılıkla, içtenlikle uğraşından dolayı kutlamak istiyoruz. Belki özlenen başarıya hala ulaşıl(a)mamıştır ama alınan yol son derece ciddidir. Kapalı mekanlarda, ulaşım araçlarında tütün ürünlerinin kullanımının engellenmesi son derece önemli bir aşamadır ve kesinlikle korunmalıdır.

Özellikle gençlerin tütün ürünleri kullanımına başlamasının önlenmesi büyük önem taşımaktadır. Uzun süreli kullanımın ardından bırak(tır)mak kolay olamıyor.

ALO 171 hattının ve www.birakabilirsin.org web sitesinin etkinliğini artırarak sürdürmesi gerekir. SGK bu süreçte geriödeme desteği vermelidir. Birtakım ödül çalışmaları, teşvikler, basının daha etkin katılımının sağlanması, okullarda yaygın eğitim… önemli adımlardır.

Öte yandan, nimet – külfet dengesi/adaleti bağlamında tütün ürünleri üzerine akılcı bir risk payı eklenmesi uygun olur. Genel anlamda her riskin bir karşılığı olmak gerekir. Sağlık Ekonomisi çalışmaları kapsamında ayrıntılı aktüaryal hesaplar elde vardır. O nedenle sigarada paket başına 50 kuruş gibi bir rakam ilke olarak kesinlikle doğru ve adildir. Başkalarına da mali yük getirecek bir davranışın – riskin özneleri, maliyeti bütünüyle başkalarına yansıtmayı savun(a)mazlar. Eşitlik mekanik bir anlayışla dayatılırsa gerçek anlamda Adalet sağlanamaz. Hakkaniyet temelli bir dinamik Adalet anlayışı ile, taaa Aristo’dan öğrendiğimiz “Herkese hakkını vermek” üzerinden hakkaniyet temelli adalet sağlanabilir. Başkalarına zarar veren bir davranış, özgürlük alanında sınırsız tutulamaz. Böyle bir özgürlük olamaz..

Dolayısıyla sigara vb. tütün ürünlerini kullananlar, tehlikeli davranışları nedeniyle yüksek olasılıkla risk gerçekleşerek belli hastalıklara yakalanacağı için, SGK’nın yükleneceği giderleri bunda sorumluluğu olmayan insanlara yükleyemezler. Bu riskli davranışlarının bedelini üstlenmek zorundadırlar. Bu bağlamda hızla yeni ve etkin araçlar geliştirilmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 03 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları – 2017

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları – 2017

http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=27587  01 Şubat 2018
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Sevgi ve saygı ile. 02 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Onur Öymen : Tuncay Mollaveisoğlu’na verdiğim mülakat

Tuncay Mollaveisoğlu’na verdiğim mülakat

Onur Öymen
Tuncay Mollaveisoğlu’nun, Muğla Barosunun düzenlediği konferans vesilesiyle benimle yaptığı mülakat ilgili olarak 28 Ocak 2018’de Yeniçağ’da yayınlanan yazısını ve mülakatın TELE 1’de yayınlanan videosunun linkini aşağıda sunuyorum.
*******************
Üç yıl arka arkaya Yılın Hariciyecisi ödülünü aldı… Yılın bürokratı, yılın politikacısı… Abdi İpekçi Barış Ödülü…
İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca dillerini biliyor… NATO Daimi Temsilciliği görevini yaptı, Lefkoşe, Prag ve Madrid’de müsteşarlık, Kopenhag ve Bonn’da Büyükelçilik…
1964 yılında girdiği Dışişleri Bakanlığı’nda 30 yıl sonra müsteşardı…
Dış politika ve siyasette 50 yılı aşkın bir tecrübe ile konuşuyorum…
CHP eski Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen ile birlikteyiz…
***
Öymen, Muğla Barosu’nun düzenlediği “Türkiye Nereye?” panellerinin ilkinde sorularımı yanıtlıyor…
Türkiye’nin en güçlü barolarından biri Muğla Barosu… Adına yakışır bir hizmet binaları var.
Konferans salonunda, devasa boyuttaki muhteşem bir Atatürk fotoğrafının önünde sıcak gündemi tartışıyoruz…
Zeytin Dalı Operasyonu” diyorum…
Zorunlu ve gerekliydi” diye yanıt veriyor Onur Öymen… Ancak diye ekliyor… Ciddi boyutlarda diplomasi eksikliği var… Keşke kurşun atmadan bu oluşuma engel olunabilseydi…
***
“PYD savaş suçlusudur”
Duayen Diplomat Onur Öymen, Uluslararası Af Örgütü‘nün bir raporunu hatırlatıyor:
“PYD’nin ele geçirdiği Suriye’nin kuzeyindeki topraklarda savaş suçu işlediği Uluslararası Af Örgütü raporlarında var. İşgal edilen köylerde yüzlerce ev yakıldı, yıkıldı. Kürt kökenli olmayanların evleri bir daha kullanılamayacak şekilde tahrip edildi. İsim isim kayıtları var. Rapor diyor ki; işgalin ardından bölgede yaşayanların geri dönmelerini ortadan kaldırmayı amaçlayan bu tahribat bir savaş suçudur, PYD savaş suçu işlemiştir.”

Onur Öymen AKP’nin, ABD başta olmak üzere müttefik ülkelere PYD’nin bir terör örgütü olduğunu anlatamadığını söylüyor. Türkiye ile ilgili her eleştiride Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarını gündeme getiren ABD’nin; PYD’nin savaş suçlusu olduğunu belgeleyen raporu bilmemesinin mümkün olmadığını ifade ediyor…
Türkiye bu raporu geç de olsa dünyanın gündemine getirmeli…
ABD’nin PYD konusunda samimi olmadığını belirten Öymen çarpıcı bir örnek veriyor;
“ABD eski Şam Büyükelçisi Robert Ford, PYD’nin PKK tarafından kurulduğunu ayrıntıları ile yazdı. Moskova’daki ofislerinin duvarında Öcalan’ın posterleri var. Ford, PKK’lıların PYD ile Suriye’de, PYD’lilerin de PKK ile Türkiye’de saldırılar yaptığını söylüyor.”
ABD Türkiye’nin baskılarına karşılık dünya kamuoyu önünde; “PYD ile PKK farklıdır” tezini ileri sürdü… Oysa kendi büyükelçileri iki örgütün de Kandil dağındaki protokolle kurulduğunu açıkladı.
İşte, Türkiye bunları dünyaya iyi anlatamadı. ABD ise süreci planladığı için “anlamak istemedi”!
***
Kardak, Yunanistan ve çarpıcı bir anı…
Ege’deki işgal edilen Türk adaları ile ilgili “Türkiye caydırıcı gücünü kullanmalıdır” diyen Öymen, Kardak krizi sırasında Türkiye’nin başarısını anlattı.
Yunanistan’ın kurulduğu günden bu yana asli amacının Türkiye aleyhine topraklarını karada ve denizde genişletmek olduğunu ve bunun unutulmaması gerektiğini belirten Öymen, “Türkiye emrivakilerle Ege’deki işgali sineye çekmiş gibi görüntü veriyor, bu kabul edilemez” dedi.
Yunanistan kara sularını 6 mil, hava sahasını ise 10 mil olarak değerlendiriyor… Öymen bu çarpık durumun dünyada örneği olmadığını, Erdoğan’ın Yunanistan ziyaretinde bu konuyu gündeme taşımasını beklediklerini ancak hiç söz edilmediğini söylüyor…
Öymen, Yunanistan’ın geçmişte Türkiye’yi işgal ettiğini, bunun unutulmaması gerektiğini, Kıbrıs’ta yıllardır uygulanan Enosis politikasının da aynı yayılmacı amaca hizmet ettiğinin altını çiziyor.
***
Kardak Krizi‘nin üzerinden 20 yıl geçtikten sonra BBC’nin kendisi ve Yunanlı meslektaşı Pangalos ile görüşme yaptığını bakın nasıl anlatıyor duayen diplomat;
“Pangalos Kardak krizinden 6 yıl sonra ABD eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Holbrooke ile yemeğe çıkmış. O görüşmede Pangalos; ‘Holbrooke beni yemeğe çağırdı, ben de Kardak’ta iki tarafın savaşın eşiğine geldiğini, can kaybı yaşanmadan olayın atlatılmasından memnun olduğumu söyledim.
Holbrooke ise bana; ‘Boşuna endişelenmişsiniz, isteseydiniz de savaşamazdınız. Çünkü biz Ege’ye iki adet elektronik harp gemisi yolladık. Birbirinize ateş açsaydınız Türk ve Yunan gemilerinin sistemlerine müdahale edecektik. Siz olsa olsa balıkları öldürürdünüz’ dedi…”

Bu anıyı paylaşan Öymen, bugün ABD’den aldığımız silahların, uçakların, gemilerin bu gerçek doğrultusunda yeniden değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor…
Duayen Diplomat Onur Öymen’e kulak vermeli… 50 yılı aşkın büyük bir birikim orada duruyor… TV ekranlarının “uzmanlardan” geçilmediği şu günlerde insan mesleğinden de utanıyor….
Sagılar, sevgiler,
https://www.youtube.com/watch?v=vDiqqDg2VVA

Terörle nasıl mücadele edilmeli? NATO’da kalmak mı, çıkmak mı Türkiye’nin yararına? Ege’de işgal edilen adalarla ilgili Türkiye ne yapmalı? Hepsi ve daha …

=====================================
Dostlar,

Çok başarılı ve yürekli gazeteci – yazar Sayın Tuncay Mollaveyisoğlu dostumuza ve yetkin diplomat Sayın Onur Öymen‘e bu emekleri için şükran borçluyuz.. Dileriz iktidar partisi yetkilileri ve Dışişleri yetkilileri de özenle okur ve gereğini yapmak için istekli olurlar..

Sevgi ve saygı ile. 02 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

TÜRKLER İÇİN TARİH, NEDEN SÜREKLİ TEKERRÜR ETMEKTEDİR?

TÜRKLER İÇİN TARİH, NEDEN
SÜREKLİ TEKERRÜR ETMEKTEDİR?

Konuk yazar        : G. Filiz Tuzcu    02.02.2018

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

TARİHİN HAYATİ ÖNEMİNİ – “BİR MİLLETİN HAFIZASI OLDUĞU GERÇEĞİNİ” – BIKIP USANMADAN, BİR KEZ DAHA VURGULAMAK İSTİYORUZ…

(Ancak dikkate alacağımız TARİH, 1938 öncesi “Bilge Büyük Atatürk‘ün” öngördüğü Tarafsız Tarih ve Tarih Kaynakları olmalıdır…) 

– Bir insanın bünyesini hastalandıran, onu zayıf düşürerek, organlarına zarar vererek, ölüme doğru sürükleyen sorunun/hastalığın ne olduğuna dair “kapsamlı bir araştırma yapılmaz ise, sorunun temeline inilmez ve hastalığa doğru teşhis konulmaz ise“, o insan için doğru tedavinin bulunması, o insanın iyileşmesi ve kurtulması elbette ki mümkün değildir.

– Tümüyle benzer biçimde,  toplumsal – sosyal sorunlara da “Doğru Teşhis” koymak, çözüm  ve kurtuluş yolu bulmak ve o toplumu kurtarmak için hayati derecede önemlidir. 

– O halde tarihten günümüze her seferinde Türk Milletinin bünyesini hastalandıran, onları felâketlere, kasırgalara maruz bırakan, kadim dilini, kimliğini, kültürünü, tarih bilincini, yuvasını – yurdunu, hatta gelecekteki varlığını  tehdit eden “soruna/hastalığa” da doğru teşhis konulmalıdır.

Evet tarihten günümüze Türklerin başına gelen tüm felâketlerin temelinde üç önemli husus olduğunu tespit etmiş bulunuyoruz:

1.)  Her şeyden önce Türklerde “Tarih Bilinci Eksikliği” vardır; bu durum, koskoca bir milleti “hafızasını yitirmiş, dostunu – düşmanı bilemeyen, geleceği için plan – program yapamayan, şaşkın, çaresiz, kolayca etkiye ve kandırılmaya açık bir duruma” düşürmektedir!

2.)  Türklerde, kurdukları devletlerin, krallıkların, imparatorlukların vs… yönetimine duyarlıkla sahip çıkamama, kendi yönetimini – geleceğini yabancıların ellerine kolayca teslim etme sorunu vardır!

3.) Türklerin birbirine, yani “kendi soy ailesinden gelen kardeşlerine sahip çıkmamak” gibi son derece büyük bir eksiklikleri vardır. 

(Bir empati yapmamız gerekir; siz, ailenizi veya akrabalarınızı, “size tamamen yabancı, tanımadığınız, geçmişi, dili – inancı – düşünceleri başka olan bir yabancıyla” aynı tutabilir misiniz? Hatta evinizin – ailenizin  yönetimini, o yabancıya teslim eder miydiniz?

Ancak tarihten günümüze Türkler, bu ölümcül hataya hep düşmüşler, ve bu ölümcül hatalarının korkunç bedelini hep ödemişler, büyük kayıplar yaşamışlar, kendilerine olan saygılarını, evlerini – yurtlarını yitirmişler, hakaretlere – tecavüzlere maruz kalmışlar, katledilmişler, asimile olup, yok olup gitmişlerdir;  velhasıl hep zarar görmüşlerdir ve halâ da görmektedirler…)

Büyük Atatürk, Türk Milleti için hayati derecede önemli olan söz konusu bu eksiklikleri
görmüş ve bunları ivedilikle gidermek üzere ülke çapında – en ücra vatan köşelerine
kadar  “Milli Eğitim Seferberliği” başlatmış ve Türkleri,  başta kendilerine güven ve saygı
duymaları olmak üzere, kadim tarihleri olmak üzere, dinleri olmak üzere, ülkeleri olmak
üzere, ellerindeki toprakları ve kaynakları olmak üzere,  milletinin her bireyini  her hususta asgari derecede bilgilendirmeyi   ve bilinçlendirmeyi hedeflemiştir…

Ancak bir yanda yüzyıllarla ifade edilen, Türkleri baskılayan “baskıcı, duyarsız, karanlık, akıl ve bilim dışı – haksız uygulamalar”, diğer yanda sadece 15 yıl gibi son derece kısa bir zaman dilimi olan “Atatürk’ün Öncülüğünde Bilime ve Akla Değer Veren – Aydınlanma Çağı – En İleri Medeniyet Seviyesine Ulaşma Hedefi“…   

Ne yazık ki bu 15 yıl gibi çok kısa bir süre, böylesine büyük hedeflerin tümüne ulaşabilmek için elbette ki yeterli olamamıştır. Ayrıca 1938 sonrasında keskin bir “U Dönüşü” ile Büyük Atatürk’ün yolundan maalesef  geriye dönülmüş, böylece Onun Türk Milleti için lâyık gördüğü  “özgür, saygın, eğitimli, bilinçli, zengin ve güçlü bir millet; hukukun üstün olduğu, gelişmiş, çağdaş ve güçlü bir Türkiye olma”  hedefleri takip edilmediği gibi, maalesef ki tamamen terk edilmiştir!

O halde bizler Türkler, önce özeleştiri yaparak, eksikliklerimizi, tarihi hatalarımızı çok iyi anlamamız ve bir an önce bunları gidermemiz gerekmektedir…  Bunun için 10 Kasım 1938 – 1960 arası dönem, çok iyi tetkik etmemiz gereken bir dönemdir. Aksi takdirde şikayet etmenin, partileri eleştirmenin,  boş tartışmaların, yabancı ülkeleri, onların yönetici ve politikalarını suçlamanın bizlere hiç bir faydası olmamıştır ve olmayacaktır…

Bu bağlamda kanaatimce Türk Milleti olarak  her şeyden önce hafızamızı kazanmamız gerekir: Kendimizi çok iyi tanımamız,  gücümüzü ve değerimizi çok iyi bilmemiz gerekir. Bunun içinde temelden başlamamız, “Antik Tarihimizi” öğrenmemiz ve sahip çıkmamız gerekir.

Biz yabancıları taklit etmeyelim, onların dilini çat – pat konuşmak için çırpınmayalım; yabancılar bizi taklit etsinler; çünkü onlar bildikleri her şeyi bizim Antik Türk Atalarımızdan öğrenmişlerdir… O çok övündükleri  “Batı medeniyetinin” temelinde Türkler vardırbaşta Avrupalılar olmak üzere, dünyayı medeniyetle ilk kez tanıştıran antik kavimlerin gerçek torunları olduğumuzu öğrenelim ve dünyaya da öğretelim. (Yabancı hayranlığıyla, yabancıları taklitle, yabancıların tavsiyeleri ve direktifleriyle hiç bir yere varılamaz – Büyük Atatürk’ün deyimi ile “Tarih böyle bir şey kaydetmemiştir“)

Kendi “Milli Kimliğinin bilincinde olmayan, Milli Diline, Kültürüne ve Tarihine sahip çıkmayan, sadece ve sadece kendi gücüne ve kaynaklarına güvenmeyen, kendisine saygısı ve sevgisi olmayan, kendi yönetimini  – kendi eline almayan, tam bağımsızlığı ve özgürlüğü hayatının en temel ilkesi edinmeyen” bir millet,  hiçbir hedefe varamaz! Hiçbir gelişme gösteremez! Başka hiç bir milletin saygısını kazanamaz!  Refah ve mutlu bir hayat da yaşayamaz!  Böyle bir millet, ancak “başka milletlere av olur – köle olur.”
===================================
Dostlar,

web sitemizin değerli ve sürekli okur ve yazarlarından Tarihçi Sayın G. Fizili Tuzcu’nun önemli yazısını sevinçle paylaşıyoruz.. Tarih, elbette ondan ders alanlar için yinelenmez, yinelenemez. Çünkü tarihin yinelenmesi için gerekli koşullardan, bilimsel akılcılıkla kaçınılır..

Dünü anlamanın, günü kavramanın ve geleceği yordamanın (kestirmenin) başkaca etkili bir aracı var mı Tarih bilimi dışında??

Çocuklarımıza Devrim Tarihimiz başta olmak üzere Türklerin Tarihi ve Dünya Tarihi
ana atlarıyla ve özüne sadık kalarak mutlaka öğretilmelidir. Büyük ATATÜRK‘ün vasiyeti ve kalıtı (mirası) olan Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu birer devlet dairesi olmaktan çıkarılarak, Büyük Önderin vasiyetine uygun duruma dönüştürülmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 02 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

2019’a Doğru Dolu Dizgin…

2019’a Doğru Dolu Dizgin…

Noyan UMRUKNoyan UMRUK
noyanumruk@hotmail.com 31.01.2018, abc gazetesi
Yıllardır söyleniyor bu gidişat, gidişat değil diye… Bir tuhaf adamın iki dudağının ucundaki iç ve dış politikalarla ülkenin geldiği durum ortada. Ülke Ortadoğu bataklığı kenarında.  Cumhuriyet kurumları başta yargı olmak üzere can çekişmekte.

Bir türlü doymak bilmeyenler ise köprü, hava alanı, kanal falan korkunç rantlar peşinde… Yolsuzluk, çürümüşlük, hukuksuzluk almış başını gitmiş… İşsizlik ve yoksulluk sarmalında insanların birer birer kendini yakmaktan başka çare bulamadığı bir sosyoekonomik ortam…

“Yediğin hurmalar, bizi niye ırgalar…”, “Bizi asıl İsrail ve Kürdistan ırgalar…”  havasındaki bir sözde müttefik…

Şimdi, bütün bunlara ek olarak tüm seçim öncesi dönemlerinde yaşandığı gibi güvenlik endişelerinin ön plana çıkarılması… Suriye’de mevcut rejimle işbirliği yaparak ülke ve sınır güvenliğini sağlanmasını öngören gerçekçi ve akılcı bir stratejik yaklaşım yerine artık sonu nerelere varacağı kestirilemeyen, belki de iç politika gereksinimlerine göre zamanlaması ayarlanacak olan Suriye operasyonları ile küllerinden yeniden doğma mücadelesi içindeki Ordu’nun özveri ve kahramanlıklarını kendileri üzerine transfer etme çabaları.

Temel sorun   : Aslında sorun pek o kadar da karmaşık değil. Sorun tek. O da hukukun da, güvenliğin de, dış politikanın da, eğitimin de, gelir dağılımının da, temel hak ve özgürlüklerin de, dinin de, ahlakın da içine edenlere, transa geçilmiş gibi hala koştura koştura oy verilebilmesi… 1930-40’lar Almanya’sının alaturkası… Neden bu duruma düştük?

Neden, Gazi’nin böbrek rahatsızlığı nedeni ile bulunduğu Karlsbad’da kendisini ziyarete gelen bir Türk hanıma daha 1918’lerde söylediklerinde ifadesini buluyor:

  • “…Yarın elime bir yetki geçerse sosyal devrimi süratle uygularım. Çünkü ben, halkın ve ulemanın benim düzeyime gelmesini bekleyemem. Böyle bir davranışa ruhum isyan ediyor… Halkı bir an önce kendi düzeyime çıkarmaya çalışırım …”(1)

İşte bizce neden bu. Gazi’nin erken ve yorgun ölümü ile sosyal devrimin, aydınlanmanın yarım kalmış olması. Darbe darbe deniliyorsa asıl darbe Aydınlanma Devrimine yakın tarihimiz boyunca vurulan hayâsız darbeler. Cumhuriyet tarihimize şöyle bir bakalım:

II. Dünya Savaşı… Ortalığı kasıp kavuran Faşizm-Nazizm rüzgârları… Sınırlarımıza dayanmış Alman panzerleri… İstiklal Savaşını henüz kazanmış yoksul bir ülkeyi savunma endişeleriyle tüm kaynakların bu amaca yönlendirilmesi…  Kafasında dolaşan dokuz tilkinin kuyruklarının birbirine değmediği söylenen diplomatik zekasıyla “Ülkeyi savaşa sokmayan”, kendisine “Bizi aç bıraktın” diye bağıran halkına, “Ama babasız bırakmadım” yanıtını veren Milli Şef dönemi… (A.S.: İsmet İNÖNÜ!)

Ülkeyi savaşa sokmama hünerini gösteren Milli Şefin, bu kez, zor yılların halk üzerindeki etkileri giderilmeden, yeterli düzeyde sanayileşme ile toplumun sosyolojik-sınıfsal yapısı değişmeden Marshall yardımı zevzeklikleri ile savaş sonrası estirilen demokrasi rüzgârlarına kapılarak tamamlanmamış aydınlanma devrimini ihmal ederek,  “erken demokrasi yolculuğunu” başlatması…

1950 Seçimleri… Kore savaşı, NATO…  Buram, buram popülizm kokan, demokrasi tecrübesinden yoksun bir iktidar ve Aydınlanmaya ilk büyük amansız darbe: Aydınlanmanın meşalesi Köy Enstitülerinin kapatılması(AS: Demokrat Parti, Başbakan A. Menderes, 1954)

Ve döneminin en ileri Anayasalarından olan 1961 Anayasası ile siyasi, sosyal hak ve özgürlüklerinin ayırdına varmaya başlayan halkın, “Toprak işleyenin, su kullananın !” diyen rahmetli Ecevit’i, 12 Mart (1971) sürecinin “Sosyal gelişme, ekonomik gelişmeyi geçti”, “Bu elbise (anayasa) bize bol geliyor” teranelerine (AS: Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç) rağmen iktidara getirmesiyle ülkede milli eğitimde Üstündağ’lı, TRT’de Cem’li yeni bir aydınlanma rüzgarının esmeye başlaması…

Ve de iç ve dış mihrakların bu kısa süreli rüzgârı, bu kez de ülkeyi iç savaşa sürüklemekte olan sağ- sol kavgasının dramatik sonucu olan 12 Eylül 1980 darbesi ile kesmesi…

1980’lerden bu yana ise sistematik ve giderek artan biçimde Aydınlanmanın Homo Sapiens’ini (Düşünen, sorgulayan insan), Homo Economicus’a dönüştürme operasyonları

Toplumun yarım kalan Aydınlanma Devrimini yaşam biçimi olarak özümsememiş kesimlerine sosyal hiyerarşideki konumlarına göre ihale, haksız zenginleşme, servet transferi,  iş, makam, siyasi ikbal sağlayarak, yoksul kesimlere ise iane dağıtarak ya da uydurma dinsel motiflerle aidiyet duygusu yaratıp toplumun karpuz gibi önce ortadan ikiye, daha sonra da dilimlere bölünmesi… Giderek dışarıda itibarını, içeride tasada, kıvançta ve kaderde birliğini yitiren yalnız ve güzel ülkem…

Sonuç… Artık soru şu :

a-Aydınlanma Devrimini yeniden canlandırıp, çağdaş uygarlık düzeyini aşma idealindeki onurlu bir ülkenin yurttaşları mı olarak yaşamak istiyoruz?
b-Yoksa lümpen bir diktatörün yönetiminde her an iç çekişmelere gebe, Ortadoğu bataklığında çırpınan ülke olarak mı?

Çıkmadık canda umut vardır ama umudun önünde de ortadan mutlaka kaldırılması gereken engeller var… Örneğin; toplumun üzerine bir karabulut gibi çökerek, paranoya haline dönüşmüş olan “korku”… Toplumsal paranoyaya karşı tek çare: Dayanışma ve özveri siyasetini izleyen siyasi ve demokratik örgütlenmelerin asgari müştereklerde sür’atle uzlaşarak tüm toplumu altına toplayacak, kararlı biçimde koruyacak dev bir şemsiye açarak(2) demokratik iradesini özgürce kullanarak taraf olmayanın bertaraf olmayacağı inanç ve heyecanını verebilmeleri…

Örneğin seçim güvenliğine güvensizliğin sür’atle giderilerek sandığa gitme heyecanının canlı tutulması… Örneğin; Dayanışma ve özveri siyasetini izleyen siyasi ve demokratik örgütlenmelerin asgari müştereklerde sür’atle uzlaşarak toplumun önüne  iç ve dış politika, sosyoekonomik alanlarda eşgüdümlenmiş, heyecan yaratan, inandırıcı bir program ortaya koymaları…

(1)Hıfzı Topuz; Gazi ve Fikriye, Remzi Kitabevi, 2001, syf. 108
(2) Umruk; http://www.abcgazetesi.com/2019a-dogru-daglari-sarmisken-korkunun-anatomisi-8277yy.htm
==================================
Dostlar,

E. General Dr. Sauın Noyan Umruk’tan nefis bir irdeleme daha paylaşıyoruz.
Metinde birkaç yerde gençler için ayraç içinde anımsatma notları koyduk sayın yazarın hoşgörüsüyle.. Yazının iletisi ve hedefi çok nettir..
3-4 Şubat 2018 günlerinde Ankara’da yapılacak seçimli CHP Kurultayı..
Genel Başkan adaylarına ve Kurultaya içten başarı dileriz.

Gönlümüz – aklımız Sn. Kemal Kılıçdaroğlu ile bir dönem daha devam yönünde.

Kurultayın uygar – ağırbaşlı geçmesi, asla şiddet uygulanmaması dileğimizdir.
Türkiye’nin içine sürüklendiği bu ağır bunalımdan ve ceberrut iktidardan nasıl kurtarılacağının plan ve programlarının CHP kurultayında somutlaştırılması temel sorunsalımızdır.
Tüm kişi ve tarafların bu ağır sorumluluk kapsamında davranmasını bekliyoruz..

  • seçim güvenliğine güvensizliğin hızla giderilerek..
  • asgari müştereklerde hızla uzlaşarak… 

Sevgi ve saygı ile. 01 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK

Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İçişleri Bakanlığı TTB için harekete geçti

İçişleri Bakanlığı TTB için harekete geçti

(AS: Bizim irdelememiz yazının altındadır…)
İçişleri Bakanlığı, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyeleri hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunacak.

‘Savaşa hayır’ dedikleri için AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından hedef gösterilen Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyeleri hakkında, İçişleri Bakanlığı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunacak.

Bakanlık, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyeleri hakkında, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) başlattığı Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Harekâtı’na ‘savaş’ değerlendirmeleri yaptığı” iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunarak, Asliye Hukuk Mahkemesine dava açılmasını talep edeceklerini açıkladı.
*****
Erdoğan’ın hedefindeki TTB’den 7 maddelik açıklama

‘Savaşa hayır’ dedikleri için AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından tepki gösterilen Türk Tabipleri Birliği (TTB) 7 maddelik bir açıklama yaptı. ‘Şavaş karşıtı’ bir bildiri yayınladıkları için AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından bugünkü konuşmasında hedef alınan TTB, 7 maddelik bir yazılı açıklama yaptı. TTB’nin açıklaması şöyle:

1. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi 24 Ocak 2017 Çarşamba günü kamuoyuna bir açıklama yapmıştır.
2. Açıklamayı izleyen iki gün içinde tarafımıza farklı tepkiler ulaşmıştır. Açıklamamızı olumlayan ve destekleyen bir çok geri bildirimin yanında, metinde yer almayan ifadeler eklenerek hedef gösteren ve adeta bir lince davetiye çıkaran söylemler ve tehditler de söz konusudur.
3. TTB Merkez Konseyi gerek hekimlerin gerekse de vatandaşlarımızın tepkilerini dikkatle dinlemektedir.
4. Öncelikle tekrarlanması gereken TTB Merkez Konseyi’nin açıklaması halen sınır ötesinde bulunan çocuklarımızı, onların ana, baba ve yakınlarını da gözeterek, büyük bir özenle, hiçbir insana hürmetsizlik etmeyen bir üslupla kaleme alınmıştır. Orada görevli bulunan insanlar tepki gösterenler kadar bizim de canımızdır. TTB Merkez Konseyi bu anlamda kendisi hakkında yapılan çarpıtmaları reddetmektedir.
5. TTB Merkez Konseyi bu süreçte bir hekim birliği tutumu ve sorumluluğuyla görüşlerini ifade etmiştir. Savaş, çatışma, terör operasyonu ve benzeri durumlarla ilgili hekimlik değerleri ve yıllar boyunca geliştirilen tutum bildirgeleri hiçbir farklı yoruma yer bırakmayacak kadar açıktır. TTB Merkez Konseyi’nin 24 Ocak tarihli açıklaması bütünüyle bu birikime sadık kalarak yapılmıştır.
6. Yukarıdaki gerçeklere rağmen tepkilerin kimi provokatif saldırılara da meydan verecek çağrılara, hedef göstermelere dönüştüğünü üzülerek duyuyor, görüyor, yaşıyoruz.
Son olarak devletin en yetkili makamlarının açıkladıkları görüşler kimileri için
TTB Merkez Konseyi’nin hedef olarak algılanması tehlikesini de içermektedir.
7. TTB Merkez Konseyi bu bilgiler ışığında, kamu otoritesine herkesin can güvenliğini güvence altına alacağı ve hiç kimseyi dışlamadan görüşlerini ifade edebileceği
bir ortamı tesis etme görevini yerine getirme sorumluluğunu hatırlatır; bu vesileyle
özgür, demokratik ve barış içinde bir Türkiye ve dünya özlemimizi bir kez daha paylaşırız.
*********

Erdoğan’ın TTB çıkışına hukukçulardan tepki:
‘Bu bir susturma politikası’

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ‘Savaşa hayır’ açıklamalarına yönelik “Bu terörist sevicilerin, bugüne kadar biz, ‘barışa evet’ dediklerini de pek duymadık. Zaten bunların barışla filan alakası yok” tepkisini gösterdi. Hukukçular Erdoğan’ın bu çıkışını değerlendirdi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ‘Savaşa hayır’ açıklamalarına yönelik “Bu terörist sevicilerin, bugüne kadar biz, ‘barışa evet’ dediklerini de pek duymadık. Zaten bunların barışla filan alakası yok” tepkisini gösterdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin genel merkezinde düzenlenen 121. genişletilmiş il başkanları toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Erdoğan, “Zor bir coğrafyada ve çok kötü hava şartlarında icra edilen operasyonumuzda en küçük bir aksaklık olmadığını, bir sıkıntı olmadığını bizzat yerinde görmekten ayrıca memnuniyet duydum. Çok yakın bir zamanda terör örgütü adeta kıpırdayamaz hale getirilecektir. Çocukları ve kadınları öne atarak, yerleşim yerlerindeki operasyonlarımızı yavaşlatmaya çalışıyorlar.” dedi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, barış çağrısı yapan Türk Tabipleri Birliği’ne yönelik sert tepkisini değerlendiren hukukçular, “Bu bir susturma politikası” dedi. Hukukçuların görüşleri şöyle:

Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Yaman Akdeniz     :

Bu olay başladığından beri savaş karşıtı olan, süreçle ilgili görüşlerini bildiren herkes bu tip eleştirilere maruz kalıyor. Bunun Cumhurbaşkanı tarafından yapılıyor olması daha da düşündürücü. Buradaki amaç muhalif kesimlerin en sert eleştirilerle susturulmaya çalışılmasıdır. TTB veya savaşa karşı görüşlerini açıklayanların ise gözaltına alınmalarını, soruşturulmalarını izliyoruz. Siyasiler tarafından verilen mesaj devletin eleştirilmemesi, bu konuda konuşulmaması. Bu demokratik toplumlarda kabul edilemez. Siyasilerin her fırsatta tüm medyayı kullanarak cevap vermeleri mümkün iken muhaliflerin böyle bir şansı yok. 2-3 gazete, 1-2 TV kanalı ve sosyal medya üzerinden düşüncelerini ifade edebiliyorlar. Hükümete ters düşecek bir şey söylendiğinde düşmanca bir tavırla karşı karşıya kalıyorlar. Akademisyenler de aynı süreçten geçti. Bu bir susturma politikası. Dondurucu etki yaratmaya çalışıyorlar.
Konu hakkında konuşmaya korkuyor insanlar.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi
Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak    :

– Savaş hukuku açısından “terörle savaş” diye bir kavram yok.
Uluslararası nitelik taşıyan ve taşımayan çatışmalar var.
– Bir çatışmaya girdiğinizde uymanız gereken kurallar vardır.
  “Silahlı çatışma değil” diyorsanız insan hakları hukukunu uygulamak zorundasınızdır.
“Bu savaş değil” deniyorsa insan hakları hukukunun uygulanması gerekli.
– “Orası egemenlik alanım değil bu yüzden uygulamam” deniliyorsa
  silahlı çatışma hukukunu uygulamak zorundasınız.
Savaş tabirini kullandığınız zaman da silahlı çatışma hukukunu uygulamak zorundasınız.
Bunu uyguladığınız zaman da “barış” tabiri kullanılabilir, davranışlarınız da sorgulanabilir.
En doğru savaşı yapıyorsanız bile buna uymak zorundasınız.
– Savaş tabirinden rahatsız iseniz insan hakları hukukuna uygun davranmak zorundasınız.

Eski İstanbul Baro Başkanı Turgut Kazan   :

Erdoğan’ın The Post filmini izlemesini öneriyorum.
Her durumda ulusal çıkarlar ifade özgürlüğü ile sağlanır
.
TTB’nin yaklaşımı hekim gözüyle yaklaşımdır.
Buna bile hoşgörü yoksa zaten dünyanın en iyi demokrasisine sahip olduğumuzu gösterir (!).
=====================================
Dostlar,

ERDOĞAN AFRİN’de UÇAN KUŞA BİLE MUHALİF; TTB’ye de!

Bu konu bağlamında web sitemizde 2 makalemizi yayımladık :

1. ERDOĞAN’ın SORUNU GERÇEKTEN ve SALT KOPROLALİ Mİ; YOKSA… ?

2. AKP = ERDOĞAN’ın DIŞ POLİTİKA – ASKERİ OPERASYONLARA MAHKUMİYETİ!

Erdoğan, suçluların telaşı içindedir.
Suriye – Irak’ın kuzeyinde ABD destekli bölücü terör örgütlerinin yerleşmesinde kendisinin ve partisinin izlediği politikaların doğrudan payı vardır.

UNUTULMASIN : 1 Mart 2003’te TBMM’ye getirilen AKP hükümeti tezkeresi, Irak’ın işgali için 65 bin dolayında ABD askerinin ve tüm ağır silahlarının Türkiye üzerinden Irak’a geçmesine TBMM’nin izni istenmişti (md. 92). Erdoğan daha 2 haftalık Başbakandı. Yüz dolayında sağduyulu AKP’li Vekilin de oylarıyla bu Tezkere bereket reddedildi.

Erdoğan’ın o günlerde (31 Mart 2003) ABD sermayesinin sözcüsü Wall Street Journal adlı gazeteye verdiği ibretli demeç arşivlerdedir :

  • Kahraman ABD askerilerinin sağ salim ülkelerine dönmeleri için duacıyım…

O “kahraman” (!) ABD askerleri Irak’ı yerle bir ettiler, böldüler, Kuzeyde Türkiye’ye komşu Barzanistan’ı kurdular… Yetmedi, onbinlerce Irak’lı Müslüman kadının ırzına geçtiler.. Yetmedi, AKP iktidarının 1 Mart 2003 Tezkeresinin reddinin intikamını 4 Temmuz 2003’te 11 askerimizin başına çuval geçirerek Irak’ın kuzeyinde tutsak aldılar.. Bu olayı protesto için ABD’ye nota verilmesi istemlerine Erdoğan alaysılayarak (ironi yaparak)Ne notası yahu, müzik notası mı bu?” gibisinden yanıt verdi.

Bin iki yüz km’yi bulan tüm güney – güneydoğu Irak – Suriye sınırı ABD – AB destekli PKK ve türevi (PYD, YPG..) örgülerle dolduruldu ve silahlandırıldı. BOP gereği idi tüm bunlar ve Erdoğan BOP Eşbaşkanı idi.. Türkiye dahil 22 ülkenin parçalanmasını öngören haritaların gazetelerde – TV’lerde yayınlandığı BOP… Erdoğan bunları bilmiyor muydu? Zekası, politik birikimi vahim – korkutucu gerçeği kavramasına elvermiyor muydu yoksa, BOP Eşbaşkanlığı’nın gereğini mi yaptı?

Erdoğan’ın AKP’sinin Başbakanı A. Davutoğlu, El Kaide – El Nusra’nın devamı olarak Irak – Suriye’nin kuzeyinde kurdurduğu DEAŞ (İng. ISIS) taşeron bölücü terör örgütü için uzun süre “..bunlar terörist falan değil.. bir avuç öfkeli çocuk..” diyerek görmezden gelmedi mi? Erdoğan ve partisi AKP o sırada neden sesini çıkarmayıp bu emperyalist tezi destekledi!?

Şimdilerde, ateş bacayı sarınca, kendisinin neden olduğu çok ağırlaşmış sorunları ancak TSK eliyle çözme zorunluğu doğunca, bu yapılmayabilecek olan, zamanında eleştiriler dinlenseydi
bu duruma gelinmeyecek olan ve belki de gerekmeyecek olan askeri operasyonu eleştirerek BARIŞ isteyenlere katlanamıyor.. Öfke patlamaları içinde ortalama bir insanın ağzına alınamayacak ağır – aşağılayan -hakaret dolu sözler kullanıyor..
Bu apaçık suçluların telaşı değil mi?

Bir de bunca aculluk – telaş -panik – iç kamuoyuna dönük çok agressif beyin yıkama – algı operasyonu, halka dönük duygu sömürüsü, ölçüsüz hamaset… dış kamuoyunca uluslararası düzlemde  nasıl okunuyor acaba? Erdoğan bu davranışlarıyla Türkiye’nin ayağına sıkıyor ve Afrin operasyonunun meşruluğunu sorgulanma durumuna düşürüyor.. Ayrımında mı acaba??

Ağzını açan tüm karşıtları da “demir yumruk” yöntemiyle sindirmeye çalışıyor.
Bu gerçeklerin anımsanmasını ve yaygın halk kitlelerinin öğrenmesini engellemeye çabalıyor.. 170 imzacıyı da tefe koyuyor (28.1.18), apaçık seçim propagandası yürütüyor..

  • Sen Profesör – Doçent – Sanatçı – Aydın.. oldun da bir şey mi oldun??!
    Ne demeli?? Medya “a-zı-cık” namuslu – frenli gitse, her şey öylesine hızla değişebilir ki!Bizim de meslek örgütümüz olan TTB (Türk Tabipleri Birliği) acımasız bir kara propaganda ile kurban seçilmiştir. Ancak Türkiye’de iyi – kötü hala namuslu, yeterince bağımsız olamasa bile yansız – hukuka uygun davranacak yargıçlar tükenmemiştir. Ayrıca TTB gibi yasa ile kurulmuş kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları Anayasa’nın 135. maddesi güvencesindedir.

Açıkladığımız bağlamda, yukarıda yorumlarına yer verilen 3 hukukçunun tezlerine
ilkesel olarak biz de katılıyoruz. Halkımızın bu pespaye oyunlara gelmeyeceğine inanıyoruz.

İçişleri Bakanı ve Erdoğan, acil teenniye gereksinimleri bakımından birbiriyle yarışmakta!
Suçlu, aynı zamanda güçlüyü oynamaya kalkmamalı.

Yineleyelim : Türkiye’yi askeri operasyona zorunlu kılan, AKP = Erdoğan‘ın inatla sürdürdüğü olağanüstü yanlış politikalardır. Bedeli halkımız Mehmedimiz kanı – canı – kesesiyle – geleceğiyle.. ödüyor; üste çıkmaya çalışan, siyasal ranta “OY” a dönüştürmeye çalışan iktidar bir de yavuz hırsızın ev sahibini bastırması örneğindeki gibi davranıyor. Pes doğrusu!

Makyavel bunları görseydi Prens adlı önemli klasik siyaset kitabını yırtar atardı korkarız..

Erdoğan ve AKP’sini, kendileri dışında herkesi VATAN HAİNİ ilan etme hastalığından – taktiğinden kurtulmaya, kara propaganda araçları kullanmaktan vazgeçmeye ve demokratik hukuk devleti çerçevesinde hiç olmazsa asgari normlara uymaya çağırıyoruz. Asgari uzlaşma tüm Türkiye için çok ama çok gerekli. Herkesi düşmanlaştırma sağlıklı bir davranış olabilir mi?

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 29 Ocak 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
TTB Ankara Tabip Odası Üyesi – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

 

 

 

Erdoğan ‘Koprolali’ hastalığına yakalanmış

CHP Grup Başkan Vekili Engin Altay: Erdoğan ‘Koprolali’ hastalığına yakalanmış, şifa diliyorum

(Bizim çok kapsamlı irdelememiz yazının altındadır..)
Meclis’in Çankaya Kapısı önünde açıklama yapan CHP’li Engin Altay, Erdoğan’ın son günlerde kullandığı söylemlerin ulusal birlik açısından büyük sorunların habercisi olduğunu söyledi.

CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, “Vahim bir tablo ile karşı karşıyayız. Cumhurbaşkanının son günlerdeki söylem ve eylemleri, Türkiye’nin selameti ve esenliği, ulusal birliğimiz açısından büyük sorunların habercisi niteliğindedir” dedi.

Altay, TBMM Çankaya Kapısı önünde basın açıklaması yaptı. Başbakan Binali Yıldırım’ın “Afrin, iktidar ile muhalefeti birleştirdi” ifadelerini hatırlatan Altay, bu durumun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı rahatsız ettiğini söyledi.

CHP’nin Afrin ile ilgili içtenlikli uyarılarda bulunduğunu ifade eden Altay, “Neden rahatsız oluyor, biz anlamıyoruz. Bizim bu uyarılarımızın asıl altında yatan bir önemli nokta da geçmişteki yanlışların tekerrür etmemesidir. Geçmişte ‘PKK, FETÖ, DEAŞ bizi kandırdı’ diyen Erdoğan’ın yarın, öbür gün de ‘ÖSO bizi kandırdı’ dememesi için biz bu uyarıları yaptık.” diye konuştu.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, harekat başladığı andan itibaren desteğini açıkladığını, buna rağmen “yerlilik ve millilik” polemiği ile eleştirilere maruz kaldıklarını anlatan Altay, “Vahim bir tablo ile karşı karşıyayız. Cumhurbaşkanının son günlerdeki söylem ve eylemleri Türkiye’nin selameti ve esenliği, ulusal birliğimiz açısından büyük sorunların habercisi niteliğindedir.” ifadelerini kullandı.

“KOPROLALİ HASTALIĞINA YAKALANMIŞTIR”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik eleştirilerde bulunan Altay, şunları söyledi:

  • “Siyasette devletin en tepesindeki insandan partisinin bütün sözcülerine kadar– ‘terbiyesiz,
    – edepsiz,
    – ulan ahlaksız’ lafları havalarda uçuşuyor. Öncelikle şunun bilinmesi lazım :
  • Tarafsız kalacağına dair namusu ve şerefi üzerine yemin edip bu yemini çiğneyen birinden Türkiye’de hiç kimsenin alacağı ahlak dersi olamaz. Bir hastalık var tıpta ‘koprolali‘ diye. ‘Koprolali‘ hastalığı şu demek. ‘Bir kişinin istemsiz bir şekilde küfürlü ve saldırgan sözler söylemesi’.
  • Üzülerek, ifade etmek lazım. Recep Tayyip Erdoğan ‘koprolali’ hastalığına yakalanmıştır. Allah’tan şifa diliyorum. Türkiye’nin selameti için kendisinin bu hastalıktan bir an önce hastalıktan kurtulması gerekir. Şimdi burada ‘ahlaksız’ kavramından kastedilen tabii ki siyasi ahlaktır; ama kime ‘siyasi ahlaksız’ denildiğine de bir bakmak lazım.
  • Bir siyasetçi, üstelik devletin en tepesindeki siyasetçi gerilimden, kutuplaşmadan, kamplaşmadan besleniyorsa o bir siyasi ahlaksızdır.
  • Namusu ve şerefi üzerine ettiği yemini çiğneyen bir siyasetçi siyaseten ahlaksızdır.
  • Mehmetçik, kan akıtıp, can verirken bunu ‘bir tek adam şovu’na çevirmek isteyen siyasetçi, siyaseten ahlaksızlığın daniskasını yapmaktadır.
  • ‘Koprolali’ hastalığından bir an önce kurtulmasını kendisine tavsiye ediyoruz.”

“LOZAN, BU ÜLKENİN TAPU SENEDİDİR”

Konuşmasının ardından basın mensuplarının sorularını da yanıtlayan CHP’li Altay, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Lozan Antlaşması ile ilgili açıklamalarının hatırlatılması üzerine “Lozan, bu ülkenin tapu senedidir. Güney ve doğu sınırlarımızla ilgili bu kadar büyük bir tehdit varken Lozan’ı yeniden gündeme getirerek, polemik yapmak, ahlaksızlığın en büyüğüdür” dedi.
=========================================
Dostlar,

ERDOĞAN’ın SORUNU GERÇEKTEN ve
SALT KOPROLALİ Mİ; YOKSA… ?

AKP güdümüne –medyanın büyük katkısı ile– bütünüyle sokulan Siyaset Kurumu, ne yazık ki ülkemizin ağır ve çok çeşitli sorunlarına çözüm üretmek yerine daha da çıkmaza sokuyor. Ağırlaşan ve çeşitlenen sorunların üstesinden gelmek bir yana, altında ezilen – boğulan iktidar, son derece sağlıksız ve tehlikeli ancak siyaset biliminde iyi bilinen davranışlara yöneliyor :

– şiddet söylemi,
– gözdağı – korkutma
– ötekileştirme,
– ayrıştırma, toplumu kutuplaştırma,
– ölçüsüz ve öfke dolu hamaset,
– gündemi değiştirme,
– halkın dikkatini iç sorunlardan uzaklaştırmak için ulusal duyguları sömürme amaçlı
dış sorunlar yaratma
– hatta sınırlı – denetlenemeyen dış çatışmalara – savaşa sürükleme

Tablo klasiktir ancak gerçekten ürkütücüdür. AKP kadroları, balık baştan kokar örneği, Genel Başkanları Erdoğan’ı izlemekte hatta O’nunla yarışmakta. Bizim burada yazmaktan bile utanacağımız sözler, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı AKP’li Erdoğan’ın ağzından uluorta saçılmaktadır. Kendisine çook sınırlı dokundurmalar bile eleştiri sınırı dışında görülerek hakaret savıyla yargıya taşınmakta ve Türk Ceza Yasası md. 299 üzerinden 1-4 yıl hapisle insanlar yargılanmakta  – süründürülmektedir. “Hakaret” kamuya açık yapıldı -ki hemen hemen tümü bu durumda..- ise ceza %50 ağırlaştırılmaktadır. Oysa Erdoğan, bir CHP milletvekiline “Ulan ahlaksız!” diye seslenebilmektedir! Görülmemiş bir rezalettir, fiyaskodur, skandaldır.

Sayın Engin Altay “Koprolali” açıklaması yapıyor.. Bir hekim olarak açıklayalım ki, “kopro” Latince “dışkı” demektir; “Koprolali” sözcüğü, Etimolojik olarak “dışkı” sözcüğünden türetilmiştir. Argoca ya da çok açıkça yazmak gerekirse “ağzından _ _ k saçmak” demektir!

Türkiye neden bu sefil durumlara sürüklenmiştir?

  • Erdoğan neden Afrin operasyonuna bunca dev umutlar bağlamıştır??

Bir seçim daha kazanmak, AKP iktidarını 4 yıl daha uzatmak, Cumhurbaşkanlığında bir 5 yıl daha…. bunca çılgınlığa, ülkeye bunca ağır faturaya değer mi??
2019 veya daha erken yapılacak seçimlerde HİLE bir yana; AKP, çekilecek en güçlü ve sanırız son kozunu oynamaktadır pek çok yönüyle soru işaretleri ile sarılı Afrin operasyonu ile..

Nedendir bu iktidara – iktidarda kalmaya mahkumiyet? Yargılanma korkusu mu??

Erdoğan gerçekten sinirlerine egemen olamadığı için mi bunca edep dışı söz etmektedir?
Yoksa, daha önce söylediği gibi “öfke de bir hitabet sanatı” mıdır??
Her ikisi de ülkemiz içi 40 katır ve/veya 40 satır işlevindedir.
Ülkemiz ve AKP’liler dahil insanımız, ikisini de hak etmiyor.
Erdoğan hem tıbbi yardım almalı ve dürtü – öfke denetimini gereğince başarmalıdır hem de “öfke de bir hitabet sanatı” düşüncesini bir yana bırakmalıdır.  Yazıktır ülkeye, askere…

Mart 2011’de ABD, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında Afganistan…. Irak’tan sonra Suriye’yi işgale ve bölerek bir kukla Kürt devleti adı altında 2. İsrail’i = Büyük İsrail’i kurmak üzere Siyonist lobilerce yönlendirildiğinde, Türkiye’nin elinden gelen her türlü desteği bu Proje için cömertçe verdiğini yerli, özellikle yabancı basın çoook yazdı. Erdoğan bir biçimde gene ikna edilmiş ya da kandırılmıştı. Ne var ki, 7. yılını bitirmekte olan bölgesel savaşta / Suriye’de çıkarılan iç savaşta eksenler kaydı ve AKP = Erdoğan için hüsran başladı. 911 km’lik Suriye sınırı, “Erdoğan’ın dostları” (!?) ABD Başkanlarınca PKK türevi bölücü terör örgütlerine ağır silahlarla – sınırsız lojistik destekle devredildi. Şam’da Emevi camisinde namaz kılma hülyası, bir bumerang gibi geriye dönerek sahibini vurmuştu. Erdoğan oyunu – aldatıldığını (?) çooook geç gördü. İçerideki uyarılar yetmedi.. Narsisistik kişilik direniyordu.. Rusya – Putin ve İran olağanüstü sabırlı – usta çabalarla AKP = Erdoğan’ı sınırlamayı, çelmeyi güçlükle başardılar.

Açık söyleyelim;

– Afrin operasyonu günah çıkarmadır…
– Afrin operasyonu kendim ettim kendim buldumdur..
– Afrin operasyonu, kendi hatasını düzeltmedir (çok üzgünüz ama pisliğini temizleme)..

Bu uğurda Mehmedimiz şehit – gazi olmakta, ülkemiz milyarlarca dolar fatura ödemektedir.
Gerçekte Erdoğan sorunun içyüzünü bilmektedir, acı ve çıplak gerçekle yüzleşmiştir.
Bu yüzleşme O’nu çok ama çok, haddinden fazla rahatsız etmektedir.
Sanırız, bilinç altına itme dahil, yansıtma (projection), yadsıma (denial), mantığa bürünme (rationalization)… dahil tüm psikolojik savunma mekanizmalarını aşırı dozda kullanmaktadır; buna adeta mahkumdur ruh sağlığını – dengesini korumak açısından. Dolayısıyla gerilimi olağanüstüdür. Öfke patlamaları, dürtüsellik.. hem denetim dışı hem istendiktir korkarız.

Kim ağzını açar, Erdoğan’ın son derece nazik – kırılgan dengelerini – ütopyalarını zorlar – silkelerse müthiş tepki almaktadır, alacaktır. Küfür, hakaret, hedef gösterme, linç, yargıya taşıma.. İşte Türk Tabipleri Birliği, işte barış isteyen 170 aydın – sanatçı – bilimci.. Erdoğan’ın bu kişi – kurumlarla rasyonel – serinkanlı politik tartışmaya girmesini ummak akıl dışıdır. 80 milyon afsunlanacak, asla çatlak ses çıkmayacak, karşı çıkanlar kim olursa olsun ezilip geçilecek ve muazzam ego zedelenmeden tatmin edilecek, narsisistik kişilik okşanacaktır. Kimbilir, vicdanlarda açılan derin yaralar (??) belki bu yolla sarılabilecektir??

Siyaset tarihinde bir ülkenin – halkın başına gelebilecek en ağır bunalımlardan biridir Türkiye’nin yüz yüze olduğu. 2002’de Batı emperyalizminin kurgusuyla iktidar yapılan siyasal kadro; Android’lerin, yaratıcıları “Andros” u fena halde köşeye sıkıştırmasına benzetilebilir mi?

AKP = Erdoğan dönüşü olmayan çok tehlikeli bir yoldadır. Hem ülkemiz hem iktidar bedel ödeyecektir, ödemektedir. Bu süreç AKP = Erdoğan’ın siyasal iktidardan uzaklaşmasını hızlandıracaktır. Türk Ulusu kendisine aptal – ahmak işlemi (muamelesi) yapılmasını, aşağılanmasını, ulusal – mili dava diye istismar edilmesini bağışlamayacaktır. Şehitlerin ruhu da!

Hiç kuşku yok; şehit – gazi Mehmetlerimizin ve ailelerinin acısı yüreğimizi kavurmaktadır; hem de “..gerçekten böyle olmak zorunda mıydı??” sorusunun çengeli beynimizi kemirerek..

Not : Konuyla bağlantılı olarak “AKP = ERDOĞAN’ın DIŞ POLİTİKA – ASKERİ OPERASYONLARA MAHKUMİYETİ!” başlıklı yazımızı da okuyabilirsiniz..

Sevgi, saygı derin KAYGI ve ACI ile. 28 Ocak 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça açlık grevini sona erdirdi

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça
açlık grevini sona erdirdi…

‘Bu direniş onurumuzu kurtardı’

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
OHAL İnceleme Komisyonu, Nuriye ve Semih’in işe dönüş taleplerini reddetti. Nuriye Gülmen yapılan açıklamada açlık grevini sona erdirdiklerini açıkladı. Nuriye Gülmen’in ardından Semih Özakça, Esra Özakça ve Acun Karadağ da açıklama yaptılar.

324 günüdür açlık grevinde olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça işlerine iade edilmek için OHAL İnceleme Komisyonu’na başvurmuştu. Aylardır kararı beklenen OHAL Komisyonu, Gülmen ve Özakça’nın işe dönüş istemini reddetti.

OHAL Komisyonu’nun “İşimizi geri istiyoruz” diyerek açlık grevi yapan Nuriye Gülmen ile Semih Özakça için verdiği ret kararının ardından Gülmen ile Özakça basın açıklaması yaptı. Açıklamaya, TİHV Genel Başkanı Şebnem Korur Fincancı, ATO Başkanı Vedat Bulut, TİHV Genel Sekreteri Metin Bakkalcı, Gülmen ile Özakça’nın hekimleri ile avukatları ve Yüksel direnişçileri katıldı. Nuriye Gülmen, Yüksel direnişçilerinin iradesini anarak açıklamaya başladı. Gülmen, “Onlara teşekkür edemeyiz, direnişimizin en yüksek aşamasını birlikte omuzladılar, açlığı paylaştılar” dedi. 9 Kasım’da Yüksel Caddesi’ne çıktığını anımsatan Gülmen, o zamandan bugüne kadar destek veren avukat, yazar, milletvekili ve Ankara Tabip Odası’na bağlı hekimlere teşekkür etti.

Gülmen şöyle konuştu:

  • “Saniyeler içinde gözaltına alınan 10 kişinin duyduğu bir kişinin küçücük direnişini 444 boyunca ilmek ilmek örerek bugüne kadar getirdik. Bizim zincirlerimiz yok. Korktuk ama korkularımızın üstüne gittik. Bize onurumuzu verdiği için direnişimizi çok seviyoruz. AKP’nin KHK’larını yerle bir etti. İnancımızı halklar boşa çıkarmadı. Yoldaşlığı, vefayı, sevgiyi bu direniş yeniden öğretti. Günde iki kez gözaltına alınan ve 8 aydır her gün oraya çıkan Yüksel direnişçileriyle yeniden tanımladık. Bugün ilk günden çok daha güçlüyüz. Bugün bize kalan bir ” biz” var. Çok kalabalığız.”

OHAL Komisyonu’nun kararını tebliğ aldıklarını ve reddedildiklerini söyleyen Gülmen, “Yargı yoluna gideceğiz. Açlık grevimizi bugün itibaren sonlandırıyoruz ama direnişimiz bitmedi. Hastane süracimiz bittikten sonra mücadele etmeye devam edeceğiz. Biz bitti demeden bitmeyecek” dedi.

NURİYE VE SEMİH’TEN AÇIKLAMA

Nuriye Gülmen 324 günlük açlık grevi sürecini anlattı.

Nuriye Gülmen’in açıklamasından satırbaşları şöyle:

“Bugüne kadar yanımızda olan Kamu Emekçileri Cephesi’ne teşekkür ederiz.”

“Bizim savunmamızı üstlenen ve avukatlığın nasıl yapıldığını bir kez daha gösteren Halkın Hukuk Bürosu’na teşekkür ediyoruz”

“Bizlere destek veren sanatçılara, sesimizi duyurmaya destek veren gazetecilere çok teşekkür ediyoruz.”

“Bizi bu direniş boyunca mektupları ile yalnız bırakmayan, biz tutsakken bizi hiç mektupsuz bırakmayan sevgili ‘özgür Tutsaklara’ ve ülkenin dört bir yanındaki hapishanlerden mektup yazan tüm siyasi tutsaklara çok teşekkür ediyoruz.”

“Numune Hastanesinin önünde nöbet tutan, duruşma salonlarını boş bırakmayan ve tahliye edildikten sonra bizleri ziyaret eden ve ellerimizi tutan dostlarımıza çok teşekkür ediyoruz.”

“Direnişimizi her platformda dile getiren sanatçı dostlara teşekkür ediyoruz.”

“Acılarımızı dindirmek için çaba gösteren Ankara Tabip Odası’na bağlı hekimlerimize çok teşekkür ediyoruz.”

“Bu halkın evlatları ve bir parçası olarak bu halka inandık ve direnişe başladık. İnancımız boşa çıkmadı. Biz anlattık, onlar dinlediler. İnancımızı boşa çıkarmadılar. Ellerimizi tuttular, kapılarını bize açtılar. Onlara çok teşekkür ediyoruz.”

444 süren bir direnişi adım adım büyüttük. Biz direnişimizi çok seviyoruz. Direnişimiz bize özgürlüğümüzü verdi. Bize dayatılan teslimiyeti reddederek, bize dayatılanı kabul etmeyeceğimizi söyleyerek o alana çıktığımız ilk gün özgürleştik. Her geçen gün daha da özgürleştik. Bizim zincirlerimiz yok. Korktuk mu, evet korktuk. Ama geri adım atmadık. Bize özgürlüğümüzü geri kazandırdığı için bu direnişi çok seviyoruz.”

“Bugün anlatmaya ve yaşanmaya değer hikayeler yaratma vaktidir. Zulüm varsa direnmek haktır” diyerek bu direnişe başlamıştım. Yüksel Direnişi bu direnişin adıdır. Tarih sahnesini boş bırakmamak için gerekirse bir mum olalım. Geleceğin öğretmenleri bugüne baktıklarında gördükleri bir boşluk olmasın. Mücadele eden eğitimciler olsun. Bu direniş onurumuzu korumak için başladığımız bir direnişti. Böyle başladı ve bugüne kadar da böyle devam etti.”

“Direnişimiz başka direnişlere örnek oldu. Başka şehirlerde başka direnişler başlattı. Direnişimiz OHAL karanlığını yardı, KHK meşruiyetini yerle yeksan etti, sokağa çıkmanın fitilini ateşledi, direnmenin her şartta mümkün olduğunu gösterdi. ‘Hiçbir şey yapılamaz’ dendiği, vekillerin, gazetecilerin tutuklandığı çok çetin bir süreçte başlamış bir direniş. Bugün sokağa çıkmanın fitilini ateşleyen bir direniş oldu Yüksel Direnişi.”

“KHK’lerin hükmünü yerle yeksan etti bu direniş. Onların televizyonları, kanalları var. Bizim televizyonumuz, kanalımız yok, nasıl anlatalım bu direnişi demedik. Bir kişiyse bir kişiye anlatalım diye sokağa çıktık. Önce bir kişiye, sonra iki kişiye anlattık. Sonra milyonlara ulaştı bu direniş.”

“Direnişimiz pek çok değeri bize yeniden öğretti. Sevgiyi, sadakati, aşkı, bağlılığı. Bunları biz yeniden tanımladık. Nazife ile Esra ile yeniden tanımladık. Aylarca her gün oraya iki kez çıkan ve gözaltına alınan Yüksel direnişçileri ile yeniden öğrendik.”

AKP iktidarı, iktidarın kullanabileceği tüm araçları kullandı. İçişleri Bakanlığı’nın her türlü imkanları ile saldırdılar. Terörist olduğumuza yönelik açıklamalar varana kadar. Dava devam ederken davayı etkilemeye yönelik açıklamalar yaptılar. Ama bu saldırıların hepsinden güçle çıkmayı bildik. Bu saldırılar bizi yıldırmadı. Mücadeleye başladığımızdan bugüne baktığımızda bugün çok daha güçlüyüz. Bunu direnişimiz sayesinde başardık.”

“AÇLIK GREVİNİ SONA ERDİRİYORUZ”

“Bugün bize kalan bir biz var 444. günde. Biz bu direnişte kendimizi hiç yalnız hissetmedik. Tarihten aldığımız güçten ve hissettiğimiz bizden dolayı yalnız hissetmedik.”

OHAL Komisyonu işe iade talebimizi reddetti. Yargı yoluna başvuracağız. Bugün açlık grevimizi sonlandırıyoruz. Ama direnişimiz devam ediyor. Hastane süreci bitip sağlığımıza kavuştuktan sonra mücadelemiz devam edecek. Bu mücadele biz bitti demeden bitmeyecek. Mücadele etmekten, direnmekten bizi vazgeçiremediler. Hepinize teşekkür ediyorum.”

SEMİH ÖZAKÇA: BU DİRENİŞ UMUT OLDU

“Bizce bu direnişin en büyük kazanımı dünya halklarına bir umut olmasıdır. Hem de en kötü ve ağır koşullarda. Bu direniş, irademizi teslim etmezsek bir şeyler başarabileceğimizi gösterdi.”

“Bu direniş tarihsel bir direniştir. Bu direniş tarihe bir not düştü. Bu direniş iktidarın ne kadar acımasız ve pervasız, aynı zamanda güçsüz ve haksız olduğunu teşhir etti.”

“Direnmeyen, direnmeyi ısrarla seçmeyen, baskında ve başına geleceklerden korkarak geri duran kurumlar oldu. Bunları teşhir etti aslında. Kaçacak yer yok, saklanacak yer yok. Tweet atan insanlar bile tutuklanıyor. Halkın kaçacağı saklanacağı hiçbir yer yok.”

“Bizim kişiliklerimizi ezmeye çalışıyorlar. Biz kişiliklerimizi ezdirmediğimzi için hapse atıldık. Terörist olduğumuzu kanıtlamak için kitapçık yayımlandı. Tarihte bir ilkti bu.”

“Bizim ailemizi parçalamak istediler. Ailemizi parçalayıp bizi bölme çabaları boşa düştü. Ailemizle bir olduk ve onlarla birlikte bu mücadeleyi yürüttük. Annem, eşim, kayınvalidem ve eşimin kardeşleri bu süreçte hep yanımda oldu. Bu süreçte daha da bir birimize bağlandık.”

“Bizim dava sürecimizde dışarıda verilen mücadele sayesinde, gerek benim gerek Nuriye ablanın tahliye olması, dışarıdaki direniş sayesinde olmuştur. Bu da direnişin neler başarabileceğini göstermiştir.”

“Biz kazandık. Bu kazanılmış bir direniştir.”

“BU DİRENİŞLE SEVDAYI DA BÜYÜTTÜK”

“Sevgili eşim Esra ile birlikte beraber sevdayı da büyüttük. Yozlaşmanın, bencilliğin sevda diye yutturulmaya çalışıldığı bir sistemde, sevdanın ne olması gerektiğini gösterdik.”

Sevgili eşim benim açlığıma ortak oldu. Beraber acıları, umutları ve hayatı paylaştık.”

“Küçük Prens’ten bir not almıştım. ‘Sevgi birbirinin gözünün içine bakabilmek değil, beraber aynı yöne bakabilmektir.’ Biz hem bir birimizin gözünün içine baktık, hem de aynı yöne baktık.”

“Biz sevgimizle, halkımıza duyduğumuz sevdayla, biz halkımızı, vatanımızı seviyoruz. Onun için mücadele ettik. Direnişimizi de o sevgiyle büyüttük.”

“Annem, anneler. Veli Saçılık‘ın annesi Kezban Ana. Annem ilk defa hayatında gözaltına alındı. Şu anda birçok davası var. Bir anne çocuğu için ne yapabilirdi? En fazla bunu yapabilirdi. Gerçekten gurur duyuyorum. Çocuğu için büyük bedelleri göze alarak, büyük korkuları göze alarak nasıl bir ana olunması gerektiğini göstermiştir. Bizim bu direnişimizin güzelliklerinden biri de, kazanımlarından biri de ailemiz oldu. “

“Somut kazanımlardan bahsettik. Bir şeyler yapılması lazım. Komisyonun red kararı yargı yolunu açtı. Yargı adaletli mi? Hayır. Ama bir kanal açılmış oldu. Bu direnişten önce böyle bir ihtimal dahi yoktu. Komsiyonu bir oyalama olarak sürdürmeyi düşünüyorlardı. Aslında direniş bu komsiyonun gerçekten çalışmasına da neden oldu. İşe iade veya ret kararı vermesi bile bir kazanım. KHK ile alabilirlerdi bu kararı ama binlerce insanı sürüncemede bırakmak için bu yolu tercih ettiler. Bu süreçte intihar eden, psikolojisi bozulan insanlar olmamızı istediler süreci uzatarak. Hayır biz intiharı seçmiyoruz, psikolojimizi bozmuyoruz. Sonuç olarak biz kazanacağız ve direnişimiz sürecek.”

“Şunu da belirtmek isterim ki, tam olarak teyit etmedim ama bulunduğum ilçede ihraç edilen tek insanım. Daha sonra açıktaki sendikadaki arkadaşlarımız ve eşim geri döndü. Şubat’ta çıkan KHK ile sadece eşim yeniden ihraç edildi. Bu da gösteriyor ki, bana destek olduğu için ya da sadece benim eşim olduğu için ihraç edildi. Komisyondan eşimle ilgili de bir karar çıkmadı.”

“Mücadelemiz devam edecek. Emekçiler sömürülüyorsa, işlerinden atılıyorsa direnmek haktır. Biz sonuna kadar direneceğiz. Herkese teşekkür ederim.”

ESRA ÖZAKÇA

“Teşekkür ederken unuttuklarımız oluyordur. Ama Nuriye ve Semih İçin Dayanışma hiç pes etmedi. Özel dayanışmaya ayrıca teşekkür etmek gerekiyor. Ailelere de teşekkür ediyorum.”

ACUN KARADAĞ: İKTİDAR NURİYE VE SEMİH’İN ELİNİ ÖPMELİ

“Aylarca arkadaşlarımıza bir şey olursa korkusuyla direndik. Ama bugün çok mutluyum. En azından arkadaşlarımızı kaybetme korkusunun yerine umudu koyarak direnmeye devam edeceğiz.”

İktidar yönetemeyen bir iktidar. Yönetemediği için OHAL ilan ediyor. Biz yönetemeyen iktidardan daha iyi bir karar beklemiyorduk. Yapabileceklerinin en iyisini yaparak yargı yolunu açmışlardır.”

“Beş insan bedenleri ile çok büyük bir irade ortaya koymuşlardır. Yüksel Caddesi onlardan, onlar Yüksel Caddesi’nden güç almışlardır. Her gün kazandık aslında, her gün iktidardan bir parça kopardık.”

“İktidarın yerinde olsam bu insanlara temsilci gönderir ve ellerini öptürürüm. Tarihe katil olarak geçen bir iktidar olmalarını engelledikleri için, bu direnişe teşekkür borçlular.”

“Veli’nin sözü ile bitirelim. ‘Direniş daima‘ diyelim. Nuriye ve Semih arkadaşlarımızı da sağlıklarına kavuştuklarında Yüksel’deki direnişe bekliyoruz.”

Ankara Tabip Odası’ndan hekimler, bundan sonra benzeri bir eyleme girişebilecek direnişçileri ve karar haklarını göz önünde bulundurarak karara ilişkin bir yorum yapmayacaklarını dillendirdi ve bundan sonraki tıbbi sürece ilişkin bilgi verdi.
=======================================================
Dostlar,

Bu direniş, İnsanlık Tarihine çok çarpıcı bir örnek olarak kaydedilmiştir.
Bir siyasal iktidarın kendi yurttaşlarına bu ölçüde zulmünün örneği sanırız tarihte yoktur.
Nuriye ve Semih’in direnişlerini taa balarından bu yana hemen hemen her gün gelişmeleri de yansıtarak web sitemizin manşetinde tuttuk. Bu 2 insanı ve ailelerini daha önce tanımıyorduk. Dünya görüşlerini de bilmiyoruz, belki de örtüşmüyoruz? Ancak haksızlığa isyan etmek için insan olmak yeter de artar bile!

Biz, insanı insan yapan en üstün erdem olan “Yüce ADALET” uğruna konum aldık ve yargı kararı olmadan kamu görevinden atılmalarına karşı çıktık. Ancak AKP’nin OHAL KHK’ları Anayasa Mahkemesince “dokunulmaz” kılınınca yollar tıkandı. Korkarız bu hukuk garabeti de hukuk tarihine geçecektir. Bir hekim olarak da, uzayan açlık grevinde bu mazlum ve masum (Evrensel hukuk kuralı : kesinleşmiş yargı kararı çıkana dek herkes masum ve masundur!) insanları yitirebileceğimiz ya da kalıcı sağlık sorunları gelişmesinden hep endişe ettik. Açlık grevinin 324. günde sonlandırılması başlı başına bir sorundur çünkü süre son derece uzundur. Şimdi çooook özenli bir tıbbi – psikolojik sağaltım (tedavi) ve esenlendirme (rehabilitasyon) süreci kendilerini bekliyor. Dileriz bu sağaltımın giderleri için SGK tarafından sorun çıkmaz.

İdare Mahkemesi, Bölge İdare Mahkemesi, Danıştay, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru ve sonra da AİHM süreci önümüzde. Birkaç yıl daha sabır gerekecek. Bunun için de beden ve ruh sağlığı ön koşul. Nuriye ve Semih ile onların açlıklarını paylaşan 3 yakınları, insanlık onurunun benzersiz direniş örneğini vermiştir. İktidar bu tablodan dersler çıkarmalı ve benzeri yargısız infazlara derhal son verilmelidir. OHAL Komisyonu kararlarını hızlandırmak zorundadır. Yargı da..Çünkü geciken adaletin içinin boş olduğu tartışma dışı..

Sevgi ve saygı ile. 26 Ocak 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Erken Seçime Doğru

KENDİME YAZILAR

Erken Seçime Doğru

Dr. Mahfi EĞİLMEZ
23.01.2018

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Eldeki Veriler

Seçimin normal zamanı 3 Kasım 2019. Buna karşılık piyasalarda erken seçim olasılığı dile getiriliyor ve konuşulan tarih de 15 Temmuz 2018. Bu gibi durumlarda hangisinin geçerli olacağını anlamak için eldeki verileri değerlendirmemiz yani bir anlamda olay yeri incelemesi yapmamız gerekiyor.

Eldeki verileri sayalım: (1) 2017 yılında enflasyonla mücadele neredeyse tümüyle terk edildi ve genişleyici maliye politikası devreye sokuldu (kredi garanti fonu çerçevesinde kredilerin artırılması, vergi indirimleri, sosyal güvenlik primi ertelemeleri.) (2) Bütçe açığının iki katına yakın borçlanmaya gidildi ve elde edilen paranın bir bölümüyle emanetlerde bekleyen ödemeler yapıldı. Böylece piyasa canlandırıldı. Kalan para da muhtemelen 2018 yılının ilk aylarında aynı amaçla kullanılacak. (3) Taşeron kuruluş kadrolarında yer alan yüzbinlerce insan devletin asli kadrolarına alındı. (4) Muhtemelen baz etkisiyle yılın ilk yarısında enflasyonda bir gerileme görülecek. (5) Oy oranları üzerinde en fazla etkisi olan büyüme oranında 2017 yılında %7’nin üzerinde bir artış sağlanması bekleniyor. (6) Afrin harekâtı, iktidara önemli bir duygusal destek sağlıyor.

Büyüme ile Oy Oranı Arasındaki İlişki

2017 yılında hükümetin bütün ağırlığı büyüme oranını yükseltmeye verdiğini biliyoruz. Yukarıda değindiğim önlemlerin çoğu da zaten (enflasyon aleyhine) büyümeyi desteklemeye yönelik önlemler. Bunun sonucu olarak 2017 yılının ilk 9 ayında büyüme %7,3 gibi oldukça yüksek düzeyde gerçekleşti.

Öteden beri üzerinde durduğum bir tespit var: Büyüme oranı ile iktidar partisinin oy oranı arasında aynı yönde giden bir ilişki söz konusu.

Bunun doğru olup olmadığını test etmek için büyüme oranlarıyla iktidar partisinin oy oranları arasındaki ilişkiye bakalım. Aşağıdaki grafik 2002 yılından bu yana yapılan yerel ve genel seçimlerde iktidar partisinin aldığı oy oranlarını ve bu seçimlerden önceki 4 çeyrek içinde gerçekleşen büyüme oranlarının ortalamasını birlikte gösteriyor.

2002 genel seçimlerinde iktidarda DSP, ANAP ve MHP koalisyon hükümeti iktidardaydı. Dolayısıyla yukarıdaki grafikte 2002 oy oranı olarak bu üç partinin aldığı oyların toplamı iktidar partisinin aldığı oylar olarak kabul edilmiştir.

Büyüme oranıyla iktidar partisinin oy oranı arasındaki korelasyon katsayısının 0,82 gibi yüksek bir orana işaret ettiğini de vurgulayalım.

Erken Seçim

Böyle bir ortamda iktidar partisinin erken seçime gitmesi sürpriz olmamalı. Öte yandan 2018 yılının ilk ayında tüketici güven endeksi de sürpriz bir biçimde %11,1 oranında hızlı bir yükseliş sergilemiş bulunuyor. 11 Aralık günü %11,1 olarak açıklanan 3. Çeyrek büyümesinden 10 gün sonra açıklanan tüketici güven endeksinde böyle bir sıçrama olmadığına göre bu artışın arkasında hızlı büyümenin yattığını söylememiz pek mümkün görünmüyor. Öte yandan eldeki diğer veriler (enflasyon, işsizlik, bütçe açığı, cari açık, döviz kurları vb.) böyle bir yükselişi haklı çıkaracak bir gelişmeye işaret etmiyor. Bu durumda bu artışın Afrin operasyonuna bağlı bir duygusal tepkinin sonucu olduğunu kabul etmekten daha mantıklı bir açıklaması yok.

Bütün bu gelişmeler bize bir erken seçimin altyapısının hazırlandığını gösteriyor. Bu durumda öteden beri konuşulan 15 Temmuz dolayındaki bir tarihte erken seçim olması olasılığı, seçimin normal zamanında olmasından çok daha yüksek görünüyor.
=======================================
Dostlar,

Haziran 2015 genel seçiminde AKP %41’e ve 258 vekile düşmüş ve tek başına iktidarı yitirmişti. Türkiye birden bire kanlı bir çatışma ortamına sürüklendi ve halka şantaj yapılarak,
kan dökmenin durdurulması için tek başına AKP iktidarı dayatıldı. 5 ayda 5,5 milyon oy nasılsa arttı ve % 41 oranı %50’ye yaklaşarak iktidarı altın tepsi içinde AKP’ye sundu..

Erdoğan bu kez gene aynı karabasanı yaşamak istemiyor. Önlemini önceden alıyor!

Afrin vb. girişimlere / operasyonlara böylesi bir kurgulu işlevle yüklü oldukları gözüyle bakmaya ne dersiniz?? Hem içeriğiyle hem zamanlamasıyla hem de klişe / klasik görünümüyle.. Bu kez stepne de patlak gibi duruyor..

Üstelik 2011 Mart’ından bu yana Suriye politikasında yapılan fahiş hataların ülkemizi bu zor duruma düşürmüş olması ve artık kapıya dayanan bölünme tehdidinin apaçık olması karşısında yapacak fazlaca bir şey kalmamasına karşın.. Tek çare gibi duran Esad ile işbirliği yapmama kör inadını ise gene de sürdürerek.. Ülkeye on milyarlarca Dolar maliyet, onlarca şehit – gaziler.. çok mu önemli? Söylenmedi mi : “..Şehit de olur gazi de…”

Sevgi, saygı ve ENDİŞE ile. 25 Ocak 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com