Etiket arşivi: Mahfi Eğilmez

Değişen Koşullar, Değişen Yaklaşımlar

Değişen Koşullar, Değişen Yaklaşımlar

Mahfi EĞİLMEZ, PhD
21 Mart 2019

 

 

(Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

2018 yılının son çeyreğinde dünyada farklı bir görünüm vardı. ABD neredeyse artık krizden çıkmış, Avrupa benzer aşamaya geçişte epey bir yol almış, Japonya neredeyse 30 yıl sonra tünelin ucunda ışığı görmüş gibiydi. Gelişmiş ülkeler kategorisinde tek sorun Brexit olarak duruyor onun da çözümü yolunda ilerleme sağlanıyor gibi görünüyordu. Gelişme yolundaki ekonomilerde de durum istikrarlı bir görünüm içindeydi. Sadece Çin’de büyüme ivme kaybediyor bir de gelişmiş ekonomilerin parasal sıkılaştırmaya başlaması dış finansmana aşırı bağlı gelişme yolundaki ekonomilerde bazı finansmana erişim sorunları yaratabilecek gibi duruyordu. Bu durum da büyük endişe yaratmıyor, yönetilebilir olarak kabul ediliyordu.

2019’a girerken görünüm değişmeye başladı. Uzakdoğu ve Latin Amerika kökenli bir resesyon dalgasının dünyayı sarabileceği ve yeniden bir küresel krizin içine çekebileceği korkusu egemen olmaya başladı. Bu yeni bakışın en belirgin kanıtı Davos toplantısı öncesinde World Economic Forum grubunun 800 büyük şirketin CEO’suyla yaptığı anket. Anket sonucuna göre bu en önemli karar alıcıların 2019 için en büyük endişe kaynağının resesyon olduğu ortaya çıktı. Birkaç ay önce küresel krizin artık sonuna gelindiği kanısı egemenken bu hızlı değişim oldukça şaşırtıcıydı. Bu kadar üst düzey karar alıcıların beklentisinin resesyon olması, kararlarını da buna göre alacakları, örneğin yatırımların kısılması, istihdamda azaltmaya gidilmesi gibi adımlar atabilecekleri endişesinin doğmasına yol açtı. Böyle kararlar bu adımların dünyanın her yanındaki diğer şirketlerce de izlenmesine yol açacak bir dalga yaratabilir ve bu gelişme yeni bir resesyonu tetikleyebilir.

Beklentilerin böyle yön değiştirmesinde birçok gelişme etkili oldu. Bunlar arasında Brexit, İtalya’nın giderek bozulan ekonomik durumu, Fransa’daki karışıklıklar, Arjantin ve Venezuela’nın büyük sıkıntıları, Çin ekonomisinin yaşadığı ciddi ivme kaybı, ticaret savaşları, Almanya’da Merkel sonrasında ne olacağının belirsizliği, Türkiye ekonomisinin slumpflasyona gidişi ilk akla gelenler.

Ekonomi, bütün o matematiksel gösterisine karşın, merkezinde insan ve toplumun olduğu bir bilim ve o nedenle beklentiler ekonomide çok önemli bir yer tutuyor. Eğer beklentiler olumlu ise gerçekleşme de büyük ölçüde öyle oluyor. Çünkü karar alıcılar o olumlu beklentilere göre karar alıyor. Tersi geçerliyse yani karar alıcıların gelecekle ilgili beklentileri olumsuzsa kararlarını bu havada alıyorlar ve gerçekleşme de olumsuz oluyor.

Bu gelişmeye göre kararlarını ilk gözden geçiren Avrupa Merkez Bankası oldu. Avrupa Merkez Bankası, 2018’in sonlarında parasal genişlemeyi sadece vadesi gelen tahvillerin yenilenmesine indirgemişti. Draghi verdiği mesajlarda 2019 yılının son çeyreğinde faiz artırımı yapabileceklerini ve parasal genişlemeyi tümüyle durdurabileceklerini ima ediyordu. Sonrasında Avrupa’nın krizden çıkışının daha zaman alabileceğini ve o nedenle faiz artırımı ve parasal sıkılaştırma bir yana, parasal gevşemeye yeniden girebileceklerini söylemeye başladı. Ardından Fed de yaklaşımını revize etmeye yöneldi. Yeni yıla girilirken piyasalar, Fed’in 2019 yılında 3 kez faiz artıracağı ve 600 milyar Doları piyasadan çekeceğine neredeyse kesinlikle emindiler. Fed, son iki toplantısından sonra yaptığı yeni açıklamalarla bu beklentiyi değiştirmeye başladı. Bugün gelinen noktada Fed’in 2019 yılında faizi hiç artırmayacağı ve parasal sıkılaştırmaya da son vereceği beklentisi yerleşmiş bulunuyor. Dünyanın en büyük iki merkez bankası parasal sıkılaştırmadan hızla uzaklaşmaya yönelerek piyasadaki olumsuz beklentileri olumluya çevirmeye çabalıyorlar. Her ikisi de küresel sistemde sadece kendi ülkelerinin veya bölgelerinin sağlam olmasının yetmeyeceğinin, bütün dünyanın iyimser bir havaya geçmesinin gerekli olduğunun farkındalar.

Keynes’e sormuşlar “Üstat, koşullar değişirse ne yaparsınız?” Keynes yanıtlamış: “Koşullar değişirse ben de düşüncemi değiştiririm.” İşte şimdi tam da oradayız. Koşullar değişti, beklentiler olumsuz bu durumda para politikası uygulayıcıların yapması gereken şey bu olumsuz havayı dağıtacak adımlar atmak. Asıl kritik soru bu adımlar yeterli olacak mı sorusu. Bu kez Fed ve Avrupa Merkez Bankası erken davrandı ve politikalarını hızla revize ettiler. O nedenle resesyon eğilimini önleyebilirler. Ama yine de bu adımlar başka bazı gelişmelere de bağlı bulunuyor. Örneğin Brexit’in nasıl sonuçlanacağı, ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşının nasıl çözümleneceği, Çin’in yaşadığı ivme kaybını durgunluğa girmeden tersine çevirip çeviremeyeceği, IMF’nin Arjantin’in toparlanmasını sağlayıp sağlayamayacağı, Türkiye’nin girdiği slumpflasyondan ne kadar sürede çıkacağı gibi meseleler Fed ve Avrupa Merkez Bankası’nın para politikası değişikliğinden bağımsız yanları olan konular. Bu konularda da olumlu gelişmeler yaşanması gerekiyor. Bütün bunlar da yetmiyor, parasal sıkılaştırmanın gevşemeye dönmesi halinde bu kez piyasalarda yeni balonlar yaratılmasının da önlenmesi gerekiyor.

Özetle söylemek gerekirse 2019 yılı bütün dünya için son derecede dikkatle ele alınması gereken hassas bir yıl. Diğer ülkelerin, küresel sistemin ekonomik yönetimini Fed ve Avrupa Merkez Bankası’na bırakıp arkalarına yaslanarak seyredecekleri bir dönem değil bu. Herkesin üzerine düşeni yapması yeni bir küresel krizden uzak durmanın ilk koşulu.
==========================
Dostlar,

ERDOĞAN’ın GOLAN TEPELERİ İÇİN TRUMP’a ÇATMASININ BEDELİ 26 MİLYAR $!

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi   

Hazine eski Müsteşarı, Mülkiyeli Dr. Mahfi Eğilmez’in irdelemesi son derece uyarıcı ve ayrıca yol gösterici (bkz. başlıktaki erişke..). Eğilmez, SBF = Mülkiye mezunu bizim gibi. Bu seçkin Fakülteyi, bilim yuvasını AKP = RTE, 15 Temmuz 2016 “darbe girişimi” sonrası ağır biçimde yaraladı.

Sayısı 30’a varan akademisyen, haklarında kesinleşmiş yargı kararı olmaksızın ve daha korkuncu, yargıya başvurma hakkı da tanımaksızın OHAL KHK’leri ile görevden uzaklaştırıldı..

  • Oysa Anayasa m. 38/4 ve AİHS m. 6/2 uyarınca herkes, evrensel masumluk karinesi gereği,
    suçluluğu kesinleşmiş mahkeme kararları ile hükmen sabit oluncaya dek masumdur!

AKP = RTE iktidarı, Sn. Eğilmez’in ciddi uyarılarının ne ölçüde ayırdında acaba?

Damat Hazine – Maliye Bakanı alaycı söylemlerle dövizin yükselmek yerine daha da düşeceğini hiçbir bilimsel veriye dayanmaksızın, basın önünde kafiyeli sözlerle ileri sürerken,
birkaç güne kalmadan kayınpederinin (RTE!) gadrine uğradı adeta!?

AKP = RTE “mutada inkiyaden” (alışıldığı üzere..) gene köpürdü bir bahane bularak (yerel seçim!).. Bu kez, Suriye’nin yarım yüzyıldır İsrail işgali altındaki (9-10 Haziran 1967’den bu yana!) Golan tepelerinin artık İsrail’e verilmesini isteyen ABD Başkanı Trump’a çattı. Kuşku yok bu istem, uluslararası hukuk bakımından yok hükmündedir. Ancak Suriye’nin belinin kırılmasına yol açan 2011 baharında başlayan Emperyalist Batı girişimlerinde oynanan
öncü rol unutuldu bir anda!?

Malum Reis, Türkiye’nin etini – budunu gözetmeden ve de kendinden menkul müthiş şişkin bir egoyla İslam dünyasının tümüne kol – kanat germeye çabalayan post-modern Halife (!) modeli çizmeye adanmış görünüyor.. Ama örn. S. Arabistan’ın Yemen’deki katliamına seyirci!?

ABD / Trump ile her didişmesinde Türkiye ağır ekonomik ve politik bedeller ödüyor, saygınlık yitirerek şamar oğlanına dönüşüyor. Ancak AKP’nin Dışişleri mücahitleri (Monşerleri kovdular sözde!?) bir türlü “stratejik müttefike bu yapılır mı??” ağlamasından – aşağılık kompleksinden sıyrılamıyor.. Dış politika tam bir ikili oynama (double – track policy), maskeli! Dünden bu yana Dolar 5,40’tan 5,70’e 30 krş. yükseldi. 30 krş/5,40 TL=%5,55 oranında dış borç büyüdü. 476 milyar $ x .0555= 26,42 milyar $ dış borç artışı! Toplam dış borç 500 milyar doları aştı.. 26,4 milyar $/82 milyon; kişi başına 322 $ dış borç artışı (1835 TL; neredeyse bir asgari ücret!) oldu RTE’nin bu hesapsız çıkışıyla.

Böyle ülke yönetimi olur mu? Bir iktidar bu denli sorumsuz ve hesapsız davranabilir, aklına eseni uluslararası kamuoyu önünde gelişigüzel söyleyebilir mi? Üstelik ekonomi çöküntü içinde ve ülke yangın yerine dönmüş iken?! Eğer basiretsizlik ürünü değilse, bu söylem üstelik bilinçli – istendik ise (!?!) daha da ürkünç (vahim) bir durum ile yüz yüze değil miyiz eyyy Türk Ulusu, AKP seçmeni?!

Türkiye, 31 Mart 2019 yerel – genel seçimlerinde AKP’ye hak ettiği dersi mutlaka vermelidir.

Sevgi ve saygı ile. 24 Mart 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Faiz Artırımı Niçin Çözüm Olmuyor?

Faiz Artırımı Niçin Çözüm Olmuyor?

Mahfi EĞİLMEZ, PhD
http://www.mahfiegilmez.com

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

Son zamanlarda yaygın bir akıl yürütme söz konusu: “Faizi artırdık ama kurlar düşmedi, demek ki faizi artırmak işe yaramıyormuş.” Akıl yürütme Sherlock Holmes’in bir konuda sonuca varmak için kullandığı oldukça yararlı ve basit bir yöntem. Yalnız biraz tehlikelidir. Çünkü neden – sonuç ilişkilerini etkileyecek ögeler dikkate alınmazsa tümüyle ters sonuçlara varılmasına yol açabilir. O nedenle bu yöntemi kullanırken çok dikkatli ve titiz olunması, hiçbir ayrıntının atlanmaması gerekir.

Gerçekten faiz artırımı işe yaramıyor mu?

  • Faiz artırımı tek başına çözüm getirmez, mutlaka ardından asıl çözümlerin onu izlemesi gerekir.

Faiz artırımı kanamalı bir hastanın kanamasını durdurmaya benzer. Kanama durdurulmakla hastanın sorunu çözülmüş olmaz ama hastanın kan kaybından ölmesi önlenmiş olur. Asıl derdin ne olduğunu teşhis edip onu tedavi etmek için gerekli işlemleri yapmak şarttır. Bunların hepsi doğru ama faiz artırımı da öyle “hiçbir işe yaramıyormuş” diye kenara atılacak bir şey değil. Çünkü kısa vadede ciddi biçimde işe yarayan bir önlemdir.

Madem faiz artırımı işe yarıyor, madem biz faizi enflasyona neden olan kur artışını tersine çevirsin diye yapıyoruz o halde niçin artırımdan kısa bir süre sonra başladığımız yere geliyoruz, niçin kurlar önce düşse de tekrar artarak aynı noktalara geliyor? Bunun 2 nedeni var.

İlk neden faiz artırımının ardından gereken adımların atılmamasıdır. Türkiye’nin bugün ciddi yapısal reformlara ihtiyacı var. Yargının ve eğitimin siyasallaştığı, demokrasinin ahbap çavuş demokrasisine, kapitalizmin ahbap çavuş kapitalizmine dönüştüğü bir yerde bunları düzeltecek adımlar atılmadıkça faiz artışı çözüm getiremez. Üretimin ithalata bağımlılığı artarak sürerken, tarım ve hayvancılık sektörleri üretip ihraç eden alanlar olmaktan çıkıp ithalatçı olmaya dönmüşken faiz tek başına çözüm getiremez. O halde faiz artırımından gereken etkiyi alamamanın ilk nedeni, faiz artışının yapısal reformlarla desteklenmemesidir. Faiz artışı bir çeşit ek önlemdir. Asıl olanlar bu yapısal reformlardır. Ek önlem, asıl önlemlerin yerini dolduramaz.

İkinci neden faiz artırımının “kerhen” yapılıyor olmasıdır. Kerhen yapılan hiçbir işten hayır gelmez. Faizi artırıp ardından faizin kötü bir şey olduğu, bunu artırmak değil aslında indirmek gerektiği söylenir, bankaların piyasa değerlerini düşürecek açıklamalar yapılırsa faiz artırımının hiçbir etkisi kalmaz. Faiz artırımı, yükselen risklerin bedelidir. Yeni risk artışlarına yol açacak yeni tartışmalar açıldığında faiz artırımının etkisi sıfırlanır.

Eylül ayı başlarında 550’yi aşmış olan CDS primi, 13 Eylül’de Merkez Bankasının yaptığı sert faiz artırımının ardından hızlı bir düşüş sergiledi. Sonrasında tekrar yükseldi. Bu düşüşü izleyen yükselişler 13 Eylül’den hemen sonra risk artırıcı gelişmeler olduğunu ortaya koyuyor. 13 Eylül’den sonra neler olduğuna bir bakalım:

(1) Faizin aslında düşürülmesi gerektiğine ilişkin açıklamalar.

(2) Bazı banka hisselerinin Hazineye devredilmesi gerektiğine ilişkin söylemler.

(3) Türk Parasının Kıymetini Koruma düzenlemeleri (döviz ile yapılan sözleşmelerin TL’ye çevrilmesi.)

(4) İDLİB gelişmeleri.

Bunlardan sonuncusu dışında tamamı Türkiye’den kaynaklanıyor ve tümü riskleri artırıcı gelişmeler. Soruna böyle baktığımızda faiz artırımının işe yaramasının zaten olanaksız olduğunu görmek mümkün.

Riskleri artırmayı sürdüreceksek, o zaman faizi artırmanın bir anlamı yok. (19.9.18)
=========================================
Dostlar,

Teşekkürler Mülkiyeli dostumuz Sn. Dr. Mahfi Eğilmez’e..
Türkiye’ye yol gösteren çok ciddi yazılar bunlar..

Sayın Eğilmez,

  • http://www.mahfiegilmez.com adresli web sitesinde ülkemize ışık tutuyor.

Yılların emeği ve birikimi ile olgunlaşmış, damıtılmış bilimsel irdelemeler yayınlıyor..
Ülkemizin en saygın ve en seçkin kurumlarından birinde, Mülkiye – SBF‘de eğitilmiş..

AKP = Erdoğan ve sadık (ama liyakatli??) kadrolarının (kullarının??!!) mutlaka kulak kabartması ve öğrenerek yararlanması gereken içerikler..

  • Aklın inançtan, bilimin de dinden özgürleşmesi temel koşul; yoksa insanlaşmak olanaksız!

İşin şakası yok!

  • Türkiye’ye “ateşten gömlek giydirilmiş” durumda AKP = Erdoğan‘ın 16 yıldır sürdüregeldiği irrasyonel yağma – talan politikalarının kaçınılmaz sonucu; ülke yangın yeri!

Üstelik Hanedan kokuşması eklendi 9 Temmuz 2018’den bu yana..
Biz utanıyoruz Devletin Hazine + Maliyesi’nin damada emanet edilmiş olmasından.
Tek başına bu tablo bile, çok ağır bunalımdan çıkabilmede ciddi bir engel..

https://i2.wp.com/www.yenicaggazetesi.com.tr/d/news/254173.jpg?w=660

 

Sevgi ve saygı ile. 23 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Yüksek Büyüme Açıklaması Sonrası İki Ekonomistten Uyarı

Yüksek Büyüme Açıklaması Sonrası
İki Ekonomistten Uyarı

Mahfi Eğilmez ve Uğur Gürses, 2018 1. çeyrek için yüksek büyüme açıklaması sonrasında yaptıkları analizlerde uyarıda bulunarak dört noktanın altını çizdi:
1. Cari açık,
2. kredi riski,
3. faizler ve
4. döviz kurlarındaki artış.

İki ekonomist, Mahfi Eğilmez ve Uğur Gürses, son analizlerinde dün açıklanan %7.4’lük 1. çeyrek büyüme verisiyle cari açık artışı arasındaki ilişkinin altını çizdi.

Hazine eski müsteşarı Mahfi Eğilmez, cari açıktaki artışın “giderek kırılgan hale gelen Türkiye ekonomisi açısından çok ciddi bir sorun” olduğunu vurgularken, Hürriyet yazarı Gürses, “kendi kapasitesinin çok üzerinde borçlanarak harcayan ve büyüyen bir ülke” ifadesini kullandı.

Risk primi, faizler ve döviz kurlarındaki olağanüstü artış

Eğilmez ve Gürses, risk sigortalama düzeyini ifade eden “risk primi” ya da “kredi riski”ndeki, faizlerdeki ve döviz kurlarındaki artışa da dikkat çekti. Eğilmez risk priminin son iki ayda 187’den 278’e çıktığını belirtirken, Gürses “kredi riskinin zıplaması”na işaret etti.

Eğilmez, aynı dönemde gösterge faizin %10.97’den 18.86’ya yükseldiğini belirtirken, Gürses, “Merkez Bankası’nın piyasaya verdiği paranın maliyeti %17.75’e gelirken, 2 yıllık devlet tahvili faizleri %19’a dayandı” dedi.

İki iktisatçı yazılarında, döviz kurlarındaki artışı da vurguladı.

“Bu işte bir yanlışlık var demektir”

Eğilmez, yazısında şöyle dedi:

  • “Türkiye, son 12 aylık sürede %8’e yakın büyürken ekonominin risk primi (CDS primi) 187’den 278’e, gösterge faiz %10,97’den 18,86’ya, USD/TL kuru 3,51’den 4,51’e çıkıyorsa bu işte bir yanlışlık var demektir.”

“Durgunluğun içine düştüğümüzün kilometre taşları”

Gürses ise yazısında şunların altını çizdi:

Ekonominin 2. çeyreğinde; Nisan ve Mayıs ayındaki döviz kuru artışı ve bunun seyredilmesi piyasa faizlerini yukarı itti. Geç kalmanın bedeli, Merkez Bankasının 23 Mayıs ve 7 Haziran’da iki kez toplamda 4.25 puanlık faiz artışı sonrasında da uzun vadeli faizlerin artması oldu. Merkez Bankasının piyasaya verdiği paranın maliyeti %17.75’e gelirken, 2 yıllık devlet tahvili faizleri %19’a dayandı. Geriye %20-30’luk bir üretim maliyet artışı, finansman maliyeti artışı ve kredi riskinin zıplaması oldu.

Gürses yazısını şu cümleyle bitirdi: “Büyüme kutlaması yapılan ülkede durgunluğun içine düştüğümüzün kilometre taşları bunlar.” (İstanbul – BİA Haber Merk. 12 Haziran 2018)

 

Mahfi EĞİLMEZ : Tek Hazine Hesabı Değişiyor

Mahfi EĞİLMEZ : KENDİME YAZILAR

Tek Hazine Hesabı Değişiyor

Mahfi EĞİLMEZ 12 Feb 2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır.)

Hazine Nakit Yönetiminin Temeli

Kamu gelir ve giderleri arasında iki tür uyumsuzluk ortaya çıkar. İlki zaman uyumsuzluğudur. Kamu giderleri sürekli ve neredeyse tekdüze bir seyir izler. Buna karşılık kamu gelirlerinin bazıları düzenli bazıları düzensiz bir seyir izler. Örneğin KDV gibi vergi gelirleri her ay tahsil edilmesine karşılık, bazı vergiler belirli aylarda taksitler halinde tahsil edilir. Bu durumda kamu kesimi açısından bazı aylarda gelir açığı bazı aylarda ise gelir fazlası oluşur. Bu uyumsuzluğu gidermek için gelir fazlası olan aylarda tasarruf yapıp gider fazlası olan ayların ödemelerini karşılamak ya da gider fazlası olan aylarda bu giderleri karşılamak için borçlanıp gelir fazlası olan aylarda bu borçları ödemek gerekir.

İkinci uyumsuzluk yer uyumsuzluğudur. Bazı illerin gelir fazlalarına karşılık bazı illerin gider fazlaları vardır. Örneğin birçok büyük vergi mükellefi İstanbul merkezli olduğu için İstanbul’da tahsil edilen kamu gelirleri, İstanbul için yapılan kamu giderlerinden fazladır. Buna karşılık örneğin Hakkâri’nin gelirleri düşüktür ve giderlerini karşılamaya yetmez. Bu durumda ülke çapında gelir ve giderlerin birbiriyle uyumlandırılması için geliri fazla olan yerlerden geliri düşük olanlara gelir aktarımı yapmak gerekir.

Bu şekilde kamu gelir ve giderleri arasında zaman ve yer itibariyle ortaya çıkan uyumsuzlukları denkleştirme uygulamasına zaman ve yer itibariyle uyumlandırma denir.  Türkiye’de, kamu gelir ve giderlerinin zaman ve yer itibariyle uyumlandırılması, hazine nakit yönetimi çerçevesinde kamu elektronik ödeme sistemi (KEÖS) aracılığıyla yürütülmektedir. Bu uygulama genel bütçeli idarelerin (TBMM, Cumhurbaşkanlığı, yüksek yargı kurumları, Başbakanlık, bakanlıklar, TÜİK vb.) gelir ve giderleriyle sınırlıdır.

Türkiye’de Uygulanan Uyumlandırma Yöntemi

Hazine nakit yönetimi 1972 yılından 2007 yılına kadar Merkez Bankası ve Ziraat Bankası’nda açılan Tek Hazine Hesabı aracılığıyla yapılıyordu. Bu yöntemin özünde gelirler ile giderlerin karşılıklı olarak denkleştirilmesi esası yer alıyordu. Gün sonunda kamu kurumlarının hesaplarındaki fazlalar Tek Hazine Hesabına aktarılıyor, açıklar ise yine bu hesaptan karşılanıyordu. Eğer Tek Hazine Hesabı açık veriyorsa bu açığı kapatmak üzere bono ihraç edilerek ya da repo işlemi yapılarak açık finanse ediliyor, hesap fazla vermişse ters repo ya da mevduat ihalesi yapılmak suretiyle fazlalık nemalandırılıyordu.

2007 yılında Hazine Müsteşarlığı, Maliye Bakanlığı ve Merkez Bankası arasında bir protokol yapılarak Tek Hazine Hesabı yöntemi yerine Tek Hazine Cari Hesabı yöntemine geçildi. 2010 yılı sonunda Kamu Elektronik Ödeme Sistemine (KEÖS) geçilmek suretiyle taşrada ve merkezde genel bütçeye dahil dairelerin bütün muhasebe birimlerinin bütün ödeme ve tahsilât işlemleri tek bir yerde toplanarak elektronik ortamda gerçekleştirilmeye başlandı. Bu yöntem, eski yöntemdeki gelir olsun ya da olmasın yürüyen otomatik ödeme yönteminden farklı olarak Hazinece yapılan günlük ödeme planlaması uygulamasını temel aldı. Bu yeni yöntemin öncekine en önemli üstünlüklerinden birisi borç ve nakit yönetimini koordineli olarak kullanma imkânı yaratmış olmasıydı.

Yeni Düzenleme ve Beklenen Yarar  

Hükümetçe basına yapılan açıklamalardan Hazine nakit yönetiminin kapsamının genişleteceği yeni bir düzenlemeye geçilmesinin hedeflendiği anlaşılıyor. Buna göre uygulanan nakit yönetimi sisteminin kapsamına yukarıda değindiğimiz genel bütçeye dahil idarelerin yanı sıra özel bütçeli idareler (YÖK, üniversiteler, ÖSYM, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, TÜBİTAK, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Devlet Tiyatroları, Devlet Operası, Savunma Sanayii Müsteşarlığı, Özelleştirme İdaresi, Karayolları, DSİ, MTA vb.), Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar (RTÜK, SPK, BDDK, Rekabet Kurumu vb.), SGK, İŞKUR, bütçe dışı fonlar (Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, Özelleştirme Fonu, Savunma Sanayii Destekleme Fonu, Tanıtma, Türkiye Varlık Fonu vb), döner sermayeli kuruluşlar alınacak. Kapsamın genişletilmesine özel bütçeli idarelerle başlanacak ve ileriki (AS: ileri!) aşamalarda diğer kuruluşlar da kapsama gerecek. Kapsama girmeyecek olan kamu kurum ve kuruluşları ise şöyle belirleniyor: Mahalli idareler, kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT’ler), İşsizlik Sigortası Fonu, TMSF.

Kamu kesiminin bütün gelirlerinin Hazine’de toplanıp bütün giderlerinin yapılmasını sağlayacak olan yeni düzenlemenin kamu kesimi nakit akımı ve yönetimi konusunda etkinlik artışı sağlayacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Geçmişte söz konusu olduğu gibi bir kamu kurumunda nakit fazlası varken diğer bir kamu kurumunun Hazine’den nakit talep etmesi ve Hazine’nin bu kurumun ihtiyacı için gereksiz borçlanması böylece önlenmiş olacak.

Hazine Nakit Yönetiminin Ayrıntıları için Kaynaklar:

Mahfi Eğilmez, Hazine, Remzi Kitabevi
Mahfi Eğilmez, Kamu Maliyesi, Remzi Kitabevi.
Coşkun Cangöz, Emre Balıbek, Hazine İşlemleri ve Çağdaş Hazine Yönetimi, Seçkin Yay.
======================================
Dostlar,

Sayın Mahfi Eğilmez, Hazine Müsteşarlığı yapmış, Doktora sahibi bir kamu maliyesi uzmanıdır. Alanındaki birikimi saygıdeğerdir. O’nun yazıları Kamu Maliyesi bilgilerimizi büyütüyor. Kamusal kaynakların kılı kırk yararak kullanılması vazgeçilmezdir. Teknik terimle söylemek gerekirse “maksimum verimlilik” kaçınılmaz bir zorunluktur. Bizim de mezun olduğumuz Mülkiye‘nin 6 Bölümünden biri Maliye’dir ve bu Bölümden mezun olanlar ülkemiz kamu maliyesinde üst düzey görev üstlenmektedirler.

Ne var ki, 2018 yılı merkezi yönetim bütçesi (eski adıyla genel bütçe) büyük handikaplar ve eşitsizliklerle dolu. Ana kalemlere bakmak çok fikir verici..

2018 bütçe gideri 763 milyar TL (599’u vergi!),
gelir 697, açık 66 milyar TL,
Kamu borç faizi -2018 : 71,6 milyar TL
Sağlık Bak. 37,6 (%17 artırılarak) milyar TL
Diyanet İşleri Başkanlığı 7,8 milyar TL
Emniyet + jandarma 40,1 milyar TL

Birkaç türev veri     :

– Bütçenin ezici bölümü vergiler.. üstelik çoooooooookl adaletsiz.. KİT’ler vb. kamu iktisadi girişimleri hemen hemen tümüyle özelleştirilerek talan edildiğinden – yandaşlara peş keş çekildiğinden, devlet vergiye mahkum ve yetmeyince de yoksuldan vergi – zenginden borç (enflasyonun üstünde reel faizle elbette!) alarak ağır hastalıklı biçimde ayakta kalmaya çabalıyor.. Kamu hizmetlerini, kamu çalışanlarının ücretlerini.. sürekli kısıyor.
– Kamu hazine borcu olmasa, bütçe açık vermeyip 5,6 milyar TL fazlalık bile verebilecek.
Borç faizi, yeniden borçlanılarak ödenebiliyor..
Borçlanma gereksinimi devleti yüksek faizle borçlanmaya itiyor.. Geçen yıl ortalama %12 ile borçlanabildi devlet.. Erdoğan’ın bankalara “faizleri indirin” sözleri boş bir şov..
– 81 milyonluk ülkenin Sağlık Bakanlığı bütçesi, kamu borç faizinin yarısı kadar!
– Diyanet İşleri Başkanlığı muazzam bütçe kaynağı + vakıf gelirleri sahibi ama ala hurafe üretmekte ve İslam dini Hanefi sünni mezhebini, AHİM kararlarını çiğneyerek tüm topluma ısrar ve inatla dayatmakta..
– 2018 sonunda en az 800 milyar $ ulusal gelir sağlansa ve ortalama kur 4,5 TL alınsa, 3,6 Trilyon TL ulusal gelir içinde merkezi yönetim bütçesinin payı, açıkları da dahil, 1/4 oranına bile erişemiyor! Faiz gideri ve borç ana para ödemeleri çıkılırsa, ulusal gelirin 1/5’i dolayında bir devlet bütçesi büyüklüğü karşımızda.. Bu denli küçültülmüş devlet.. (AB’de devlet bütçesi ulusal gelirin ortalama %40’ı dolayında).. Üstelik son deerece adaletsiz dolaylı vergi yükü olağanüstü bozuk – adaletsiz gelir dağılımı ile..

  • Küresel emperyalizm devletimizi ele geçirmiş ve yerel + küresel srizmet eden sopalı bir tahsildara indirgemiş – dönüştürmüş durumda..mayeye h

    Kral çıplak!

Sayın Eğilmez bu ekonomo – politik boyutlara girmiyor.. Teknik analizlerle yetiniyor..

Ama yineleyelim; ne yazık ki kral çırılçıplak!

Sevgi ve saygı ile. 16 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Erken Seçime Doğru

KENDİME YAZILAR

Erken Seçime Doğru

Dr. Mahfi EĞİLMEZ
23.01.2018

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Eldeki Veriler

Seçimin normal zamanı 3 Kasım 2019. Buna karşılık piyasalarda erken seçim olasılığı dile getiriliyor ve konuşulan tarih de 15 Temmuz 2018. Bu gibi durumlarda hangisinin geçerli olacağını anlamak için eldeki verileri değerlendirmemiz yani bir anlamda olay yeri incelemesi yapmamız gerekiyor.

Eldeki verileri sayalım: (1) 2017 yılında enflasyonla mücadele neredeyse tümüyle terk edildi ve genişleyici maliye politikası devreye sokuldu (kredi garanti fonu çerçevesinde kredilerin artırılması, vergi indirimleri, sosyal güvenlik primi ertelemeleri.) (2) Bütçe açığının iki katına yakın borçlanmaya gidildi ve elde edilen paranın bir bölümüyle emanetlerde bekleyen ödemeler yapıldı. Böylece piyasa canlandırıldı. Kalan para da muhtemelen 2018 yılının ilk aylarında aynı amaçla kullanılacak. (3) Taşeron kuruluş kadrolarında yer alan yüzbinlerce insan devletin asli kadrolarına alındı. (4) Muhtemelen baz etkisiyle yılın ilk yarısında enflasyonda bir gerileme görülecek. (5) Oy oranları üzerinde en fazla etkisi olan büyüme oranında 2017 yılında %7’nin üzerinde bir artış sağlanması bekleniyor. (6) Afrin harekâtı, iktidara önemli bir duygusal destek sağlıyor.

Büyüme ile Oy Oranı Arasındaki İlişki

2017 yılında hükümetin bütün ağırlığı büyüme oranını yükseltmeye verdiğini biliyoruz. Yukarıda değindiğim önlemlerin çoğu da zaten (enflasyon aleyhine) büyümeyi desteklemeye yönelik önlemler. Bunun sonucu olarak 2017 yılının ilk 9 ayında büyüme %7,3 gibi oldukça yüksek düzeyde gerçekleşti.

Öteden beri üzerinde durduğum bir tespit var: Büyüme oranı ile iktidar partisinin oy oranı arasında aynı yönde giden bir ilişki söz konusu.

Bunun doğru olup olmadığını test etmek için büyüme oranlarıyla iktidar partisinin oy oranları arasındaki ilişkiye bakalım. Aşağıdaki grafik 2002 yılından bu yana yapılan yerel ve genel seçimlerde iktidar partisinin aldığı oy oranlarını ve bu seçimlerden önceki 4 çeyrek içinde gerçekleşen büyüme oranlarının ortalamasını birlikte gösteriyor.

2002 genel seçimlerinde iktidarda DSP, ANAP ve MHP koalisyon hükümeti iktidardaydı. Dolayısıyla yukarıdaki grafikte 2002 oy oranı olarak bu üç partinin aldığı oyların toplamı iktidar partisinin aldığı oylar olarak kabul edilmiştir.

Büyüme oranıyla iktidar partisinin oy oranı arasındaki korelasyon katsayısının 0,82 gibi yüksek bir orana işaret ettiğini de vurgulayalım.

Erken Seçim

Böyle bir ortamda iktidar partisinin erken seçime gitmesi sürpriz olmamalı. Öte yandan 2018 yılının ilk ayında tüketici güven endeksi de sürpriz bir biçimde %11,1 oranında hızlı bir yükseliş sergilemiş bulunuyor. 11 Aralık günü %11,1 olarak açıklanan 3. Çeyrek büyümesinden 10 gün sonra açıklanan tüketici güven endeksinde böyle bir sıçrama olmadığına göre bu artışın arkasında hızlı büyümenin yattığını söylememiz pek mümkün görünmüyor. Öte yandan eldeki diğer veriler (enflasyon, işsizlik, bütçe açığı, cari açık, döviz kurları vb.) böyle bir yükselişi haklı çıkaracak bir gelişmeye işaret etmiyor. Bu durumda bu artışın Afrin operasyonuna bağlı bir duygusal tepkinin sonucu olduğunu kabul etmekten daha mantıklı bir açıklaması yok.

Bütün bu gelişmeler bize bir erken seçimin altyapısının hazırlandığını gösteriyor. Bu durumda öteden beri konuşulan 15 Temmuz dolayındaki bir tarihte erken seçim olması olasılığı, seçimin normal zamanında olmasından çok daha yüksek görünüyor.
=======================================
Dostlar,

Haziran 2015 genel seçiminde AKP %41’e ve 258 vekile düşmüş ve tek başına iktidarı yitirmişti. Türkiye birden bire kanlı bir çatışma ortamına sürüklendi ve halka şantaj yapılarak,
kan dökmenin durdurulması için tek başına AKP iktidarı dayatıldı. 5 ayda 5,5 milyon oy nasılsa arttı ve % 41 oranı %50’ye yaklaşarak iktidarı altın tepsi içinde AKP’ye sundu..

Erdoğan bu kez gene aynı karabasanı yaşamak istemiyor. Önlemini önceden alıyor!

Afrin vb. girişimlere / operasyonlara böylesi bir kurgulu işlevle yüklü oldukları gözüyle bakmaya ne dersiniz?? Hem içeriğiyle hem zamanlamasıyla hem de klişe / klasik görünümüyle.. Bu kez stepne de patlak gibi duruyor..

Üstelik 2011 Mart’ından bu yana Suriye politikasında yapılan fahiş hataların ülkemizi bu zor duruma düşürmüş olması ve artık kapıya dayanan bölünme tehdidinin apaçık olması karşısında yapacak fazlaca bir şey kalmamasına karşın.. Tek çare gibi duran Esad ile işbirliği yapmama kör inadını ise gene de sürdürerek.. Ülkeye on milyarlarca Dolar maliyet, onlarca şehit – gaziler.. çok mu önemli? Söylenmedi mi : “..Şehit de olur gazi de…”

Sevgi, saygı ve ENDİŞE ile. 25 Ocak 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Değersizleşen lira değil

Dostlar,

Sn. Bülent Esinoğlu dostumuzun acı finansal gerçeklerimizi işleyen yazısı..

Son günlerde sessiz sedasız yaklaşık %10 enflasyon yapıldı..
Hani ekonomimiz çooook istikrarlı idi??..

Süregelen 2007-8 büyük Dünya ekonomik bunalımı “teğet geçmişti” ??

AKP’nin iktidar olduğu 14 Kasım 2002‘den bu yana yaklaşık 11 yılda toplam enflasyon ne denli oldu acaba??

İktisatçı Sayın Dr. Mahfi Eğilmez‘in irdelemesine göre 2002-2012 dönemi ortalama yıllık enflasyon %9,3’tür (http://www.mahfiegilmez.com/2013/01/akpnin-on-ylnn-ekonomik-resmi.html, 25.8.13). İki basamağın hemen altındadır. 2013 verisi ile sanırız 11 yıllık ortalama 2 basamaklı olacaktır.. AKP’nin balon efsanesi bir kez daha çökecektir.

“Enflasyonu tek basamaklı yaptık” diye böbürlenenler gerçeği mi söylüyor?

AKP’yi sanırız, engellenemeyen ekonomi bunalım – çöküntü silip süpürecek. Ülkemize maliyeti çooook ağır olacak.. AKP’ye oy veren – vermeyen yoksulun beli iyice bükülecek.

“Tek basamaklı enflasyon” gerçek ise reel maliyeti nedir??
Toplumcu iktisatçılarımızdan yazılar bekliyoruz..

Teşekkürler Sayın Esinoğlu..

Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ, 25.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Değersizleşen lira değil

Bulent_Esinoglu_portresi

Bülent ESİNOĞLU
23.8.2013, bulentesinoglu@gmail.com

Türk Lirası, dolar karşısında %10, Euro karşısında %10’un da üzerinde değer yitirdi.

Yani aldığımız her şey, kullandığımız her aracın fiyatı en az %10 artacak.

Çalışanlar aynı süre çalışacak, ama kazandığımız ücretin alım gücü %10 azalacak.

Lira’nın kaybetmesi demek, halkın kaybetmesi demektir.

Paradan para kazananların hayatında bir değişiklik olmayacak.
Hatta sen %10 kaybetmişsen, birileri %10 kazanmış olacaktır.

Zaten krizler, bir anlamda, kapitalizmin yapısal halidir.
Krizler olacak ki, zenginler biraz daha zengin olsun.

Her kriz döneminde halk kaybeder; büyük sermaye kazanır.

Günümüze dönersek, Maliye Bakanı (Mr. Mehmet Şimşek) bir ay kadar önce, “Satacak devlet malı kalmadı” demişti!?

Halkın malını “babalar gibi satanların” hikâyesi neydi?
(Önceki Maliye Bakanı Kemal Unakıtan)

– Sermaye tabana yayılacak,

– Ürünler ucuzlayacak,

– Teknolojik gelişmeler olacak.

Hiçbir iddia gerçek olmadı.

Sadece talanlar gerçekleşti.

Özelleştirmeler yapılırken, yağmanın Türk halkına hazmettirilmesi için
bu yalanlar söylenmişti.

Peki, satacak devlet malı kalmadıysa, biz bu yamyamları doyurmak için ne yapacağız?

Halkın malına mülküne özelleştirmeler adı altında saldıranlar,
şimdi nereye saldıracaklar?

Nereye saldıracaklarını anlamak için, Yunanistan’a bakmak yeterlidir diye düşünürüm.

Yamyamlar, Yunanistan’da devletin tüm varlıklarına saldırdı.
Ancak yetmedi.

Emeklilerin maaşlarını %30 indirdiler. Yani emekli maaşlarına saldırdılar.

Binlerce insanı işten çıkardılar.

Ege Denizinde 8 tane adayı Almanlara değil ama Katar Şeyhlerine sattılar.

Olmadı emeklilik fonlarına saldırdılar.

Halk ayaklanmasın diye de, gene Alman parasıyla, konsantrasyon kampları gibi
Konuksever Merkezleri kurup, ideolojik koruma sistemleri yarattılar.

Eğer kulak misafiri olmuşsanız, bizde de İşsizlik Fonunda biriken paraları
borçların ödenmesi için kullanılabileceği konuşulmaya başladı.

“Allah korusun, ben emekliyim, çok şükür maaşımı alıyorum” diye kimse dua etmesin.

Öyle yediler, öyle içtiler, öyle borçlandılar ki, hiçbir şeyin garantisi kalmadı.

Zaten demiyorlar mıydı, “risk olmayan yerde başarı olmaz” diye…

Amerikan finans sitemine dâhil olan 60 ülkede, yukarıda saydığım tehditler,
herhangi birinin başına, her an gelebilir.

ABD Dolar basıp, bizim gibi ülkelere satarak,(zaten emperyalizm de
bu demektir) kendi bunalımlarını, bu altmış ülkeye transfer ediyor.

İran gibi Amerikan finans sistemini kabul etmeyen ülkelere de, AKP gibi iktidarları kullanarak ABD, ağır ekonomik yaptırımlar ve baskılar uygulattırıyor.

Türkiye’nin demir- çelik gibi üretim fazlası ürünlerini İran’a satmak yasaktır.

Türkiye’deki ağır ekonomik krizlerin başlıca nedenini şimdilerde sadece ABD dolarına bağlamak, manüplasyondan başka bir şey değildir.

Kendi ekonomik kararlarımızı kendimiz alamadığımız sürece,
başkalarının da krizlerinin bedelini ödemekten kurtulamayacağız.

Hem İran’ı zora sokuyorlar hem de bizi.

Siyaseten ve ekonomik olarak emperyalizme bağımlı politikaları benimseyen, işbirlikçileri seçtiğimiz sürece, krizlerden kurtulamayız.