Etiket arşivi: World Economic Forum

Değişen Koşullar, Değişen Yaklaşımlar

Değişen Koşullar, Değişen Yaklaşımlar

Mahfi EĞİLMEZ, PhD
21 Mart 2019

 

 

(Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

2018 yılının son çeyreğinde dünyada farklı bir görünüm vardı. ABD neredeyse artık krizden çıkmış, Avrupa benzer aşamaya geçişte epey bir yol almış, Japonya neredeyse 30 yıl sonra tünelin ucunda ışığı görmüş gibiydi. Gelişmiş ülkeler kategorisinde tek sorun Brexit olarak duruyor onun da çözümü yolunda ilerleme sağlanıyor gibi görünüyordu. Gelişme yolundaki ekonomilerde de durum istikrarlı bir görünüm içindeydi. Sadece Çin’de büyüme ivme kaybediyor bir de gelişmiş ekonomilerin parasal sıkılaştırmaya başlaması dış finansmana aşırı bağlı gelişme yolundaki ekonomilerde bazı finansmana erişim sorunları yaratabilecek gibi duruyordu. Bu durum da büyük endişe yaratmıyor, yönetilebilir olarak kabul ediliyordu.

2019’a girerken görünüm değişmeye başladı. Uzakdoğu ve Latin Amerika kökenli bir resesyon dalgasının dünyayı sarabileceği ve yeniden bir küresel krizin içine çekebileceği korkusu egemen olmaya başladı. Bu yeni bakışın en belirgin kanıtı Davos toplantısı öncesinde World Economic Forum grubunun 800 büyük şirketin CEO’suyla yaptığı anket. Anket sonucuna göre bu en önemli karar alıcıların 2019 için en büyük endişe kaynağının resesyon olduğu ortaya çıktı. Birkaç ay önce küresel krizin artık sonuna gelindiği kanısı egemenken bu hızlı değişim oldukça şaşırtıcıydı. Bu kadar üst düzey karar alıcıların beklentisinin resesyon olması, kararlarını da buna göre alacakları, örneğin yatırımların kısılması, istihdamda azaltmaya gidilmesi gibi adımlar atabilecekleri endişesinin doğmasına yol açtı. Böyle kararlar bu adımların dünyanın her yanındaki diğer şirketlerce de izlenmesine yol açacak bir dalga yaratabilir ve bu gelişme yeni bir resesyonu tetikleyebilir.

Beklentilerin böyle yön değiştirmesinde birçok gelişme etkili oldu. Bunlar arasında Brexit, İtalya’nın giderek bozulan ekonomik durumu, Fransa’daki karışıklıklar, Arjantin ve Venezuela’nın büyük sıkıntıları, Çin ekonomisinin yaşadığı ciddi ivme kaybı, ticaret savaşları, Almanya’da Merkel sonrasında ne olacağının belirsizliği, Türkiye ekonomisinin slumpflasyona gidişi ilk akla gelenler.

Ekonomi, bütün o matematiksel gösterisine karşın, merkezinde insan ve toplumun olduğu bir bilim ve o nedenle beklentiler ekonomide çok önemli bir yer tutuyor. Eğer beklentiler olumlu ise gerçekleşme de büyük ölçüde öyle oluyor. Çünkü karar alıcılar o olumlu beklentilere göre karar alıyor. Tersi geçerliyse yani karar alıcıların gelecekle ilgili beklentileri olumsuzsa kararlarını bu havada alıyorlar ve gerçekleşme de olumsuz oluyor.

Bu gelişmeye göre kararlarını ilk gözden geçiren Avrupa Merkez Bankası oldu. Avrupa Merkez Bankası, 2018’in sonlarında parasal genişlemeyi sadece vadesi gelen tahvillerin yenilenmesine indirgemişti. Draghi verdiği mesajlarda 2019 yılının son çeyreğinde faiz artırımı yapabileceklerini ve parasal genişlemeyi tümüyle durdurabileceklerini ima ediyordu. Sonrasında Avrupa’nın krizden çıkışının daha zaman alabileceğini ve o nedenle faiz artırımı ve parasal sıkılaştırma bir yana, parasal gevşemeye yeniden girebileceklerini söylemeye başladı. Ardından Fed de yaklaşımını revize etmeye yöneldi. Yeni yıla girilirken piyasalar, Fed’in 2019 yılında 3 kez faiz artıracağı ve 600 milyar Doları piyasadan çekeceğine neredeyse kesinlikle emindiler. Fed, son iki toplantısından sonra yaptığı yeni açıklamalarla bu beklentiyi değiştirmeye başladı. Bugün gelinen noktada Fed’in 2019 yılında faizi hiç artırmayacağı ve parasal sıkılaştırmaya da son vereceği beklentisi yerleşmiş bulunuyor. Dünyanın en büyük iki merkez bankası parasal sıkılaştırmadan hızla uzaklaşmaya yönelerek piyasadaki olumsuz beklentileri olumluya çevirmeye çabalıyorlar. Her ikisi de küresel sistemde sadece kendi ülkelerinin veya bölgelerinin sağlam olmasının yetmeyeceğinin, bütün dünyanın iyimser bir havaya geçmesinin gerekli olduğunun farkındalar.

Keynes’e sormuşlar “Üstat, koşullar değişirse ne yaparsınız?” Keynes yanıtlamış: “Koşullar değişirse ben de düşüncemi değiştiririm.” İşte şimdi tam da oradayız. Koşullar değişti, beklentiler olumsuz bu durumda para politikası uygulayıcıların yapması gereken şey bu olumsuz havayı dağıtacak adımlar atmak. Asıl kritik soru bu adımlar yeterli olacak mı sorusu. Bu kez Fed ve Avrupa Merkez Bankası erken davrandı ve politikalarını hızla revize ettiler. O nedenle resesyon eğilimini önleyebilirler. Ama yine de bu adımlar başka bazı gelişmelere de bağlı bulunuyor. Örneğin Brexit’in nasıl sonuçlanacağı, ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşının nasıl çözümleneceği, Çin’in yaşadığı ivme kaybını durgunluğa girmeden tersine çevirip çeviremeyeceği, IMF’nin Arjantin’in toparlanmasını sağlayıp sağlayamayacağı, Türkiye’nin girdiği slumpflasyondan ne kadar sürede çıkacağı gibi meseleler Fed ve Avrupa Merkez Bankası’nın para politikası değişikliğinden bağımsız yanları olan konular. Bu konularda da olumlu gelişmeler yaşanması gerekiyor. Bütün bunlar da yetmiyor, parasal sıkılaştırmanın gevşemeye dönmesi halinde bu kez piyasalarda yeni balonlar yaratılmasının da önlenmesi gerekiyor.

Özetle söylemek gerekirse 2019 yılı bütün dünya için son derecede dikkatle ele alınması gereken hassas bir yıl. Diğer ülkelerin, küresel sistemin ekonomik yönetimini Fed ve Avrupa Merkez Bankası’na bırakıp arkalarına yaslanarak seyredecekleri bir dönem değil bu. Herkesin üzerine düşeni yapması yeni bir küresel krizden uzak durmanın ilk koşulu.
==========================
Dostlar,

ERDOĞAN’ın GOLAN TEPELERİ İÇİN TRUMP’a ÇATMASININ BEDELİ 26 MİLYAR $!

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi   

Hazine eski Müsteşarı, Mülkiyeli Dr. Mahfi Eğilmez’in irdelemesi son derece uyarıcı ve ayrıca yol gösterici (bkz. başlıktaki erişke..). Eğilmez, SBF = Mülkiye mezunu bizim gibi. Bu seçkin Fakülteyi, bilim yuvasını AKP = RTE, 15 Temmuz 2016 “darbe girişimi” sonrası ağır biçimde yaraladı.

Sayısı 30’a varan akademisyen, haklarında kesinleşmiş yargı kararı olmaksızın ve daha korkuncu, yargıya başvurma hakkı da tanımaksızın OHAL KHK’leri ile görevden uzaklaştırıldı..

  • Oysa Anayasa m. 38/4 ve AİHS m. 6/2 uyarınca herkes, evrensel masumluk karinesi gereği,
    suçluluğu kesinleşmiş mahkeme kararları ile hükmen sabit oluncaya dek masumdur!

AKP = RTE iktidarı, Sn. Eğilmez’in ciddi uyarılarının ne ölçüde ayırdında acaba?

Damat Hazine – Maliye Bakanı alaycı söylemlerle dövizin yükselmek yerine daha da düşeceğini hiçbir bilimsel veriye dayanmaksızın, basın önünde kafiyeli sözlerle ileri sürerken,
birkaç güne kalmadan kayınpederinin (RTE!) gadrine uğradı adeta!?

AKP = RTE “mutada inkiyaden” (alışıldığı üzere..) gene köpürdü bir bahane bularak (yerel seçim!).. Bu kez, Suriye’nin yarım yüzyıldır İsrail işgali altındaki (9-10 Haziran 1967’den bu yana!) Golan tepelerinin artık İsrail’e verilmesini isteyen ABD Başkanı Trump’a çattı. Kuşku yok bu istem, uluslararası hukuk bakımından yok hükmündedir. Ancak Suriye’nin belinin kırılmasına yol açan 2011 baharında başlayan Emperyalist Batı girişimlerinde oynanan
öncü rol unutuldu bir anda!?

Malum Reis, Türkiye’nin etini – budunu gözetmeden ve de kendinden menkul müthiş şişkin bir egoyla İslam dünyasının tümüne kol – kanat germeye çabalayan post-modern Halife (!) modeli çizmeye adanmış görünüyor.. Ama örn. S. Arabistan’ın Yemen’deki katliamına seyirci!?

ABD / Trump ile her didişmesinde Türkiye ağır ekonomik ve politik bedeller ödüyor, saygınlık yitirerek şamar oğlanına dönüşüyor. Ancak AKP’nin Dışişleri mücahitleri (Monşerleri kovdular sözde!?) bir türlü “stratejik müttefike bu yapılır mı??” ağlamasından – aşağılık kompleksinden sıyrılamıyor.. Dış politika tam bir ikili oynama (double – track policy), maskeli! Dünden bu yana Dolar 5,40’tan 5,70’e 30 krş. yükseldi. 30 krş/5,40 TL=%5,55 oranında dış borç büyüdü. 476 milyar $ x .0555= 26,42 milyar $ dış borç artışı! Toplam dış borç 500 milyar doları aştı.. 26,4 milyar $/82 milyon; kişi başına 322 $ dış borç artışı (1835 TL; neredeyse bir asgari ücret!) oldu RTE’nin bu hesapsız çıkışıyla.

Böyle ülke yönetimi olur mu? Bir iktidar bu denli sorumsuz ve hesapsız davranabilir, aklına eseni uluslararası kamuoyu önünde gelişigüzel söyleyebilir mi? Üstelik ekonomi çöküntü içinde ve ülke yangın yerine dönmüş iken?! Eğer basiretsizlik ürünü değilse, bu söylem üstelik bilinçli – istendik ise (!?!) daha da ürkünç (vahim) bir durum ile yüz yüze değil miyiz eyyy Türk Ulusu, AKP seçmeni?!

Türkiye, 31 Mart 2019 yerel – genel seçimlerinde AKP’ye hak ettiği dersi mutlaka vermelidir.

Sevgi ve saygı ile. 24 Mart 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Bilim terörizmin köklerine iniyor

 

Bilim terörizmin köklerine iniyor

Terörist kimdir?
Terör eylemlerinin nedeni nedir?
Terör saldırılarını önceden tahmin etme ve önleme yolları.
Cumhuriyet/Bilim Teknik, 6.2.2015

Haber görseli

Fransa’dan Nijerya’ya tüm dünya, ölümcül terör saldırılarının yarattığı şaşkınlığı ve yıkımı üzerinden atmaya çalışıyor. Teröristlerin hangi etmenlerin etkisi altında bu saldırıları gerçekleştirdiğini anlamaya çalışan bilim insanları, terör eylemcilerinin zihinsel yapılarını, eylemleri önceden tahmin etmenin ve engellemenin yollarını araştırıyor. Üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da terörizmin doğasının son 10 yılda büyük değişim geçiriyor olması…

‘DIŞLANAN GENÇLER KAHRAMAN OLMAYA CAN ATIYOR’

Michigan Üniversitesi’nden ve Paris’teki Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi’nden antropolog Scott Atran, alan çalışmaları çerçevesinde, hüküm giymiş teröristlerle ve terör örgütleri içinde etkinlik gösteren gençlerle görüştü. İzlenimlerini saygın bilim dergisi Nature ile yaptığı söyleşide şöyle aktarıyor:

• Nature- Paris saldırılarının ardında sizce hangi sosyolojik ve kültürel faktörler vardı?

Haber görseli

Scott Atran  : Göçmenlerin ortalama bir sosyoekonomik statüyü ve eğitimi tek bir kuşak içinde elde edebildiği ABD’den farklı olarak, Avrupa’da üç kuşak sonrasında bile -ülkeden ülkeye farklılık gösterse dahi- göçmenlerin % 5-19’u yaşadıkları ülkenin vatandaşlarından daha yoksul ve eğitimsizdir. Fransa’da nüfusun yaklaşık % 7.5’i Müslüman; hapishanelerdeki mahkûmların % 60-70’ini ise Müslümanlar oluşturuyor. Bazı sosyologlar Avrupa’daki Müslümanlarla ABD’deki siyahlar arasında sosyoekonomik açıdan büyük benzerlik olduğunu iddia etse de bu ikisi arasında önemli bir fark var. O da Avrupa’da Müslümanlara çok cazip gelen bir ideolojinin varlığıdır. Bu ideoloji, sanılandan fazla insana cazip geliyor.
Fransa’da IMC Araştırma Şirketi tarafından yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre
18 ile 24 yaşları arasındaki genç Fransızların % 27’si -yalnızca Müslüman olanlar değil-
IŞİD’e olumlu bakıyor. Şu anda Cihat en etkili yegâne sistemik kültürel ideolojidir.
Bu ideoloji yayılıyor, çekici duruma geliyor, kahraman olma şansı yaratıyor.

Temelde genç insanlara şöyle deniyor                           :

“Bak şu anda dışlanmış durumdasın; kimse seninle ilgilenmiyor; ama bize katılırsan
çok önemli şeyler yapabilirsin. Bizler dünyayı değiştirme potansiyeline sahibiz.”

Son Charlie Hebdo saldırıları bu görüşü haklılığını kanıtladı; üç terörist tüm dünyanın dikkatini çekmeyi başardı. Fransız toplumunu harekete geçirdi. Bu da teröristlerin
bakış açısından ortaya olumlu bir maliyet-fayda tablosu çıkarttı.

• Yani bunların IŞİD ve El Kaide’nin eleman gereksinmesini karşılamak üzere hazır bir güç  olarak elde tutulduğunu mu söylüyorsunuz?

• Örgütler bu gençlerin peşine düşmüyor; tam tersi gençler bu örgütleri buluyor.
IŞİD ve El Kaide aslında doğrudan doğruya komando operasyonları siparişi veren kurumlar değil. Temelde şöyle diyorlar:

“Hey çocuklar, işte size bir fikir. Bu fikri hayata geçirmek size kalmış.
Biz size düdüklü tencereden bombanın nasıl yapıldığını öğretiriz;
insanları terörize edecek olası hedefleri gösteririz; nefret ettiğimiz şeyleri
tek tek ortaya koyarız. Şimdi harekete geçin ve uygun olanı yapın!”

• Söyleşi yaptığınız teröristler bu şablona uyuyor mu?

11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren teröristlerin yaşadığı mahallelerdeki insanlarla ve aileleriyle konuştum. Hiçbiri bu teröristlerin yaptıklarıyla ilgili en ufak bir bilgilerinin olmadığını söyledi. Bunlar teknik üniversitede görevli gençler. Bir şekilde birbirlerine takılmışlar; camiye birlikte gitmişler; aynı apartman dairesinde yaşamışlar;
birlikte videolar izlemişler. Komşuları yaşadıkları yerin koktuğunu söylüyordu,
çünkü daireden hiç dışarı çıkmıyorlarmış.

Bunların hiçbiri titizlikle planlanmış saldırılar değil. Hatırladığımız saldırılarda,
-amacına ulaşanlarda- hedefler çok dikkatlice seçilmişti. Dünya Ticaret Merkezi ve
Pentagon’a yapılan saldırılar
ABD’yi derinden sarstı. Madrid’de (2004 yılındaki
tren saldırısında 191 kişi yaşamını yitirmişti) yapılan saldırı hükümetin devrilmesine yol açmıştı.
Bunlar çok eğitim görmemiş ikinci sınıf suçlular.

Örgütlü anarşi, aslında titizlikle planlanmış komando operasyonlarından daha çok terör yaratır. Kuşkusuz bu adamların pek çoğu şimdi artık kahraman. Bunlar öbür insanlar için de
örnek olacaklar.

Bu radikal güçlerin saldırılarını önceden tahmin etmek için neler yapılabilir?

•İnsanların güvenli bir yaşam sürdürmek için saldırıları önceden kestirmek istediklerini biliyorum. Ama önceden tahminde bulunmak için planın en ince ayrıntılarına dek bilmeniz bir işe yaramaz. Herhangi biri, herhangi bir zamanda, kendi arkadaş çevresinin desteği ile istediğini yapabilir. Bu şuna benziyor : Suyu kaynattığınız zaman baloncuklar oluşur; hangi baloncuğun ilk önce kaynayıp patlayacağını bilemezsiniz. Bu tür şeyleri modellemek için kompleksite kuramı doğru bir seçim değildir. Bununla hiçbir zaman kesin bir tahminde bulunamazsınız.

Kamuoyu araştırmasına bağlı olmakla birlikte, dünya genelinde Müslümanların % 7-14’ü
El Kaide’nin ABD saldırılarını destekliyor. Eğer buna benzer bir destek IŞİD’e de oluyorsa,
bu çok büyük sayıda (100 milyonun üzerinde) bir destek demektir. Ancak aslında kim savaşıp ölmek ister? Burada spesifiklik (AS: özgüllük!) sorunu var. İnsanlar ideolojiye ve değerlere inandırılmış olabilir ama bu teröre bulaşmak için yeterli bir neden olamaz.

Bu doğrultuda en doğru ipucu sizin kimlerle arkadaşlık ettiğiniz ve herhangi bir eylem kümesine dahil olup olmamanız. Kuaşi Kardeşler örneğinde en bağlayıcı etmen hapishane deneyimidir. Ancak bu bir futbol takımı, hatta rafting grubu bile olabilir.

Eğer kimin savaşarak ölmeye hazır olduğunu önceden bilmek istiyorsanız ve eğer belirli bir terör hücresini parçalamak istiyorsanız ne yediklerine ve nasıl giyindiklerine bakın.
Terör eylemleri camilerde planlanmaz. Cami içinde sessiz olmak zorundasınız.

Bütün bu planlar fast-food restoranlarında, futbol sahalarında, pikniklerde yapılır.

• Niçin daha çok sayıda insan sahalarda antropolojik çalışmalar yapmıyor?
Örneğin cihatçılarla ve onların aileleriyle söyleşiler yapmıyor?

• Burada sorun geniş bir örnekleme yapamamanız. Bir şeyin içyüzünü kavramak için
elde edeceğiniz bilgiler anketlerden çıkmaz. Bu bilgilerin derinlemesine yapılan söyleşilerden
ve çok sıkı xdenetimli deneylerden elde edilmesi gerekir. Eğer cihatçılarla bilimsel bir çalışma yapmak istiyorsanız -ki ben yapıyorum- bunları silahlarını bir kenara bırakmaya ikna etmek zorundasınız. Aynıca söyleşi sırasında birbirleriyle konuşmamalılar ve sorularınıza yanıt vermeliler. Örneğin kimi insanlara para karşılığında Allah’a olan inançlarından vazgeçip geçmeyeceklerini sormak gafletinde bulunursanız, çekip sizi vururlar.
Dolayısıyla böyle bir soruyu soramazsınız.

Teröristler üzerinde yeterli araştırmanın yapılamamış olmasının nedeni tehlikeli olması değildir. Gerçek nedeni, üniversitelerin ve özellikle Amerikan Savunma Bakanlığı’nın insan denekler üzerinde yapılan çalışmalara izin vermemesidir. Bunun nedeni araştırmacının yaşamını tehlikeye atması da değildir; tam tersi insan denekleri araştırma etiği ölçütlerinin orta sınıf üniversite öğrencilerini korumak üzere oluşturulmuş olmasıdır. Böyle bir protokolün bulunduğu bir ortamda cihatçılara ne diyeceksiniz? Bu kağıdı imzala mı diyeceksiniz? Eğer herhangi bir konuda şikayetçi iseniz insan denekleri araştırma sekreteryasını aramalarını mı isteyeceksiniz? Bu çok saçma bir protokol ve bu yüzden teröristlerle yeterli sayıda söyleşi yapamıyoruz.

Böyle bir tehlikeli durumla hiç karşı karşıya kaldınız mı?

•Örneğin 3 Bali bombacısı 2002 yılında bir dizi bombalama olayını gerçekleştirmişlerdi) ile idam edilmeden önce bir söyleşi yapmak için izin aldım. Bunlar idam edileceklerdi çünkü
200 kişinin ölümüne yol açmışlardı. Ancak insan denekleri üzerinde çalışma onayını alamadım. Çünkü “Yanınızda avukat bulunması gerek, ayrıca kimsenin mahkûmlarla söyleşi yapmasına izin vermiyoruz” dediler. Ben de nedenini sordum, “Hiçbir zaman onların konuşma haklarını ihlal edip etmediğinizden emin olamazsınız” dediler.

Kaynak: http://www.scientificamerican.com/article/anthropologist-seeks-the-roots-ofterrorism/
http://www.nature.com/news/looking-forthe-roots-of-terrorism

TERÖR EYLEMLERİNİ ENGELLEMENİN YOLLARI 

Haber görseli

Paris saldırıları dünyada önce şaşkınlık ve üzüntüye, daha sonra sorgulama ve yüzleşme çabalarına neden oldu. Şimdi Fransız politikacılar başta olmak üzere öbür dünya liderleri gelecekte bu tür saldırıların önünün nasıl alınabileceğini araştırıyor.

Kriz sonrası süreçleri genellikle kötü yönetilir. Siyasiler “bir şey yapıyormuş” gibi halkı oyalarken, ortaya çok sayıda kısa vadeli çözümler atılır. Bu süreç, dikkatler başka bir olaya çevrilinceye kadar devam eder.

Ne var ki anlık çözümlerin artık işe yaramadığı biliniyor. Şimdi bu tür kriz durumlarında atılması gereken en sağduyulu adımın, risk-yönetimi ile karar alma süreci arasında bir bağlantı kurmak olduğu belirtiliyor. Bu yöntem şimdiden bazı ülkelerde yarar sağlamış durumda. Örneğin 2012’deki Sandy Tayfunu sürecini başarılı bir şekilde yöneten Barack Obama
ikinci kez seçilirken, 2004’deki Madrid terör saldırılarını iyi yönetemeyen İspanyol hükümeti seçimleri yitirdi.

Bu konuda sistematik bir yaklaşım gereklidir. Paris saldırısını köktendinci ideolojileri benimsemiş olduğu düşünülen iki kardeşin, İslam dininin kutsallarına saygısızlık edildiği gerekçesiyle karikatüristleri öldürdüğü iddiası, gerçekleri yansıtıyormuş gibi görünse de
yeterli değildir.

YENİ YAKLAŞIM

Şu anda stratejik risk-yönetimi uzmanlarının dünya liderlerine ve şirket yöneticilerine danışmanlık yapması en doğru yol gibi duruyor. Ancak etkili bir işbirliği nasıl oluşturulabilir? Modern risk-yönetimi, bunun 6 evrelik yenilikçi bir süreç sayesinde gerçekleşebileceğini söylüyor:

1) Yalnızca en iyi bildiğiniz riski hesaba katmayın. Tek bir tip risk konusunda uzman olanlar –köktendincilik gibi- önür etmenleri göz ardı etme eğilimindedir. Bu tuzağa düşmemek için
farklı risk tiplerinde uzmanlaşmış danışmanlarla çalışın.

2) Niteliğin yanında niceliği de değerlendirin. Bilgisayar modelleri niceliksel analizlerde başarılıdır, ama karar verme evresinde duyguları ve algıları da hesaba katın.
Bir denge kurun ve belirsizliği göz ardı etmeyin.

3) Riskleri birbirinden kopartmayın; birbirlerine olan bağlantılarının haritasını çıkartın.
Birbirini tetikleyen tehlike eğilimlerini denetim altına alın.

4) Yarından ötesini düşünün. Aklı gelecek seçimlerde olan siyasetçilerin ve gözü
mali tablolardan başka bir şey görmeyen iş adamlarının kısa vadeli (AS: erimli) düşünmeleri normaldir. Riskler bir gecede ortaya çıkmaz. 10 yıl önceki eğilimlerin nasıl evrildiğini ve gelecek 10 yıldaki beklentileri birlikte değerlendirin.

5) Tekrarlayın.. Risk analizleri tekrar tekrar değerlendirmeye tabi tutulmalı. Örneğin her yılı yeniden ele alın. Uzmanların bir araya gelip sonuçları açık bir şekilde tartışmalarını sağlayın.

6) Riskleri açıkça belirtin, çevrenize bildirin. Bilim insanlarının bilimsel jargona (AS: dile) başvurmadan, herkesin anlayacağı bir dille konuşması bu evrede çok önemlidir.

World Economic Forum’un yılda bir kez yayımladığı Küresel Risk Raporu,
küresel riskleri 30-50 küme altında topluyor. Bunlar

– Ekonomik,
– Çevresel,
– Jeopolitik,
– Toplumsal ve
– Teknolojiktir.

Rapor bunların şiddetini ve olasılığını 10 yıllık bir geleceği kapsayacak biçimde karşılaştırıyor ve bunların birbiriyle olan bağımlılıklarının haritasını çıkartıyor. Bu arada akademisyenlerin,
iş adamlarının, siyasetçilerin, sivil-toplum örgütlerinin arasından seçilen 1.000 liderin
risk-algılama anketlerine verdikleri yanıtlar birleştiriliyor.

Risk-yönetimi konusundaki gelişmeler, tüm krizleri önleyemeyebilir, ama riskleri azaltma
ve esnekliği artırma yönünde daha gerçekçi bir kafa yapısı yaratabilir.

http://www.nature.com/news/effective-riskresponse-needs-a-prepared-mindset

TERÖR SALDIRILARINI ÖNCEDEN TAHMİN ETMENİN YOLLARI

Saldırı riskini hesap etmek için analistlerin daha önceki olayların dökümüne erişimleri sağlanmalıdır. Bu düşünüldüğü kadar kolay bir iş değildir. Çünkü terörizmin net bir tanımı yoktur. Kaba terör eylemleri ile şiddet içeren ayaklanmalar arasındaki sınır bulanıktır.

Haber görseli

Maryland Üniversitesi’nden Erin Miller, bugüne dek yaşanmış terör eylemlerinin kayıtlarını bilim insanlarının kullanımına açık hale getirerek çok önemli bir eksikliği giderdi. Bunun için Miller ve ekibi terörizmin tanımına açıklık getirdi: Devlet ile bağlantısı olmayan insanların siyasi, ekonomik, dini veya toplumsal bir çıkar için yasadışı güç ve şiddet kullanmaları veya kullanacakları yönündeki tehdididir. Miller ve ekibinin hazırladığı Küresel Terörizm Veritabanı (Global Terrorism Darabase-GTD), terörizmin son birkaç on yıl içinde nasıl değiştiğini ortaya koyuyor (Bknz: grafik).

Özet olarak bildirilen terör eylemlerinin milenyumun ilk yıllarından bu yana belirgin biçimde arttığı görülüyor. Bu olayların çoğunluğu Ortadoğu, Afrika ve Güney Asya’da meydana gelmiş. Son 10 yılda küresel terör saldırılarının % 50’i, ölenlerin % 60’ı yalnızca şu üç ülkede görülmüş: Irak, Afganistan ve Pakistan. Oysa ABD’deki 11 Eylül saldırılarından sonra Avrupa ve Kuzey Amerika çok az sayıda saldırıya maruz kalmış.

KÜÇÜK ÇAPLI SALDIRILAR

Antiterör önlemleri ülkeden ülkeye değişir. Afgan Taliban, ISİD veya Boko Haram gibi militan örgütlerinin denetimindeki bölgelerde anti-terör önlemlerinin yetersiz kaldığı, hatta hiç olmadığı görülüyor. Oysa Batı’da bu önlemler 11 Eylül saldırılarından sonra büyük ölçüde artırılmış durumda.

Miller’a göre Batı’da önüne geçilmeyen terör eylemlerinin -2004’teki Madrid saldırısı, 2005’teki Londra saldırısı, 2011’deki Norveç katliamı ve en son Paris’teki Charlie Hebdo ve Pasüpermarket saldırıları- önlenememesinin nedeni büyük bir olasılıkla terör örgütlerinin
tek bir aktör veya küçük hücreler tarafından gerçekleştirilmiş olmasıdır.
Bu da planlı saldırının ayrıntlarının dışarı sızmasını büyük ölçüde azaltan bir durumdur.

GTD yalnızca saldırıların izlenmesini değil, bir sonraki seferde nerede, ne zaman ve kimler tarafından yapılacağı konusunda tahminler yürütülmesine de yardımcı oluyor. Colorado Üniversitesi’nden bilgisayar bilimcisi Aaron Clauset 2013 yılında terörist saldırıların olasılığının ve şiddetinin “güç yasası” olarak isimlendirilen bir olguya bağlı olduğunu keşfetti.
Güç yasasına göre az sayıda ölüme yol açan küçük saldırıları -Paris’te olduğu gibi- er veya geç 11 Eylül örneğindeki gibi daha şiddetli ve kanlı terör eylemleri izler (A. Clauset and R. Woodart Ann. Appl. Stat. 7, 1838-1865; 2013).

Clauset bu yasayı kullanarak, küçük ölçekli saldırıları büyük yitiklere yol açan saldırıların izleme olasılığını gelecek 10 yıl içinde, dünyanın herhangi bir yerinde % 30 olduğunu saptadı.

Ne var ki Pennsylvania Üniversitesi’nden Erwann Michel-Kerjan, bu tür çözümlemelerin güvenilmez olduğunu söylüyor. Michel-Kerjan düşüncesi şöyle:

“Modelleme poker oyununa benzer. Bu oyun, değişken insan davranışları ve eksik bilgiler üzerine kuruludur. Spesifik (özgül) bilgiye erişim olmadan terörizm riskini güvenilir bir biçimde hesaplayamazsınız.”

http://www.nature.com/news/attempts-to-predictterrorist-attacks-hit-limits-1.16755

Derleyen: Reyhan Oksay