Etiket arşivi: Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

Akılcı İlaç Kullanımı ve İlaçta Güncel Sorunlar


Akılcı İlaç Kullanımı ve İlaçta Güncel Sorunlar
Sempozyum Konuşması

TTB ED brosur 2012 conv


Dr. Bayazıt İlhan
Göz Hastalıkları Uzmanı
TTB Genel Sekreteri 

 

Son yıllarda artan biçimde “akılcı ilaç kullanımı” kavramının Türkiye gündemine getirildiğini görüyoruz. Bu kavramın gündemde tutulmaya çalışılması kavramın tersinin yaşandığının anlatımı olarak da değerlendirilebilir. “Akılcı” kavramının tersi için “akıl dışı” ifadesini kullanmayı seçersek, Türkiye’de akıl dışı ilaç kullanımından
söz edebileceğimiz kuşkusu ortaya çıkıyor. Peki öyle midir?

Akıl Dışı İlaç Tüketimi Var mı?

Türkiye’de Sağlıkta Dönüşüm Programı başlamadan hemen önce 2002 yılında Sağlık Bakanlığının verdiği resmi rakamlara göre toplam yıllık ilaç tüketimi 678 milyon kutudur. Bu rakamın yine Sağlık Bakanlığı rakamlarına göre 2012 yılında 1 milyar 889 milyon kutuya çıktığını görüyoruz. 2002 yılında yıllık kişi başı 10 kutu ilaç tüketirken 2012 yılında kişi başı 25 kutu ilaç tüketmişiz! Kişi başı ilaç tüketiminde 2,5 katlık bir artıştan söz ediyoruz. Bize yardımcı olacak bir çalışma da yakın zamanda basında yer bulan antibiyotik kullanımı ile ilgili Sağlık Bakanlığı çalışması. Buna göre Türkiye 40 Avrupa ülkesi arasında en çok antibiyotik tüketen ülke konumunda. Türkiye’de bir yurttaş, bir Hollandalı’ya göre üç kat çok antibiyotik kullanıyor. Akıl dışı mı? Sanıyorum öyle!

Bu durumun yetkililer tarafından da fark edildiğini, Sağlık Bakanlığının

  • Çok ilaç değil bilinçli ilaç; Bilinçli ilaç sağlıklı hayat” 

sloganlarıyla ortaya çıktığını sevinerek görüyoruz. Akılcı ilaç kullanımı kısaca “ilacın doğru zamanda – yeterince ve uygun tanı için kullanılması” olarak tanımlanıyor. Çok güzel, olması gereken de budur, ama takdir edersiniz ki, bunu yapmak nitelikli sağlık hizmetinin,
iyi hekimliğin ana kavramlarındandır. Hekimliğin ta kendisiyle ilgili bir tanımdan söz ediyoruz!

Akıl Dışılık Nerede?

Peki saptamayı yapan Sağlık Bakanlığı “akıl dışılığı” nerede aramakta? Açıklamalardan, çalışmalardan, Sağlık Bakanlığının yayınlarından ve hatta bugünkü sempozyumun başlıklarından, programından anladığımıza göre
akıl dışılık hekimlerden ve yurttaşlarımızdan, hastalarımızdan kaynaklanmaktadır!

Oysa Türkiye’de sağlık ortamının geldiği duruma, hekimlerin çalışma koşullarına, tıp eğitiminin içine düşürüldüğü hallere bakmazsak değerlendirmelerimiz eksik kalacaktır. Sempozyum programında göremediğim bu başlıklarla, ilacın akılcı kullanımı arasındaki ilişkiye
kısaca değinmek isterim.

Her nasılsa Akılcı İlaç Kullanımı Eylem Planı hazırlanırken kişi başı yıllık ilaç tüketiminin 10 yılda 10 kutudan 25’e çıkmasıyla anlı şanlı
Sağlıkta Dönüşüm Programı arasında bir nedensellik ilişkisi kurulamamıştır. Bu Sempozyumun sunuş yazısında şu değerlendirmede bulunuluyor:

“Artık sağlıkta kalite arttığı ve sağlıkta erişim de kolaylaştığı için daha çok reçete yazılıyor.”

Bu önermenin yani “sağlıkta kalitenin arttığının” bir ön kabul olarak
doğru sayılması hekimler açısından çok tartışmalı bulunmaktadır.
Sağlıkta erişimin kolaylaştığı doğrudur ama bunun tümden bir tüketim mantığıyla gerçekleştiği ortadadır. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile birlikte kişi başı doktora başvuru sayısının üç kat, ameliyat sayılarının dört kat arttığı görünmektedir ki “akıl dışı” halin ilaçla sınırlı olmadığı görülmektedir. Şöyle demişti önceki Sağlık Bakanımız: “elbise alırken bile mağaza mağaza dolaşıyorsunuz, tetkiklerinizi alın gerekirse 10 doktora gösterin”. Bu yaklaşımın sağlıkta kaliteyi artırdığını söylemek oldukça güç olsa gerektir. Ne yazık ki Türkiye, hastaların doktor doktor dolaştığı, acil servislerin içinden çıkılmaz hal aldığı bir ülke konumundadır. Yıllık 90 milyondan çok acile başvuru sayısı ile toplam nüfusunun üzerinde acil başvurusu yaparak
Dünya Şampiyonu durumuna gelmiş bir ülkeyiz. Böylesi bir sağlık sisteminin “akılcı” olduğu, niteliğin arttığı önermeleri çok tartışmalıdır.

Akılcı olmayan bir sağlık sisteminde akılcı ilaç kullanımı nasıl olacaktır? içtenlikle koymamız gereken soru budur.

Eğitim Şart!

Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu yetkililerinin akılcı ilaç kullanımını sağlamak için eğitimin koşul olduğunu ifade ettiklerini okuyoruz. Bunun için tıp öğrencilerine, asistan hekimlere ve aile hekimlerine akılcı ilaç kullanımının öğretileceğini anlıyoruz! Asistan hekimler beş günlük bir eğitimden geçerek doğru zamanda, yeterince ve uygun tanı için ilaç yazmayı öğreneceklermiş. Sizce gerçekten bu yaklaşımda bir sorun yok mu? Tıp eğitiminin içinde bulunduğu durumu ciddiyetle değerlendirmemiz gerekmez mi? Sayıları 90’ı geçen tıp fakültelerinden (bunların seksenden fazlası öğrenci kabul etmektedir), 10 yılda 4500’den 12000’e çıkan yıllık toplam tıp öğrencisi kontenjanından  söz ediyoruz.

Şaka değil, bu ülkede pediatri (çocuk hastalıkları) bölümü hiç olmayan
ve öğrenci mezun etme aşamasına gelmiş tıp fakültesi vardır.

  • Fakülte amfilerinde oturacak yer yoktur, merdivenlerde oturulmaktadır, arkalardan göremeyenlere sinevizyonla yayın yapılmaktadır.

Temel tıp bilimleri hiç olmayan, anatomi laboratuvarı olmayan, kütüphanesi olmayan onlarca tıp fakültesi vardır. Mezuniyet sonrası tıp eğitimi de
aynı durumdadır. Bir günde eğitim ve araştırma hastanesine dönüşen hastanelerde, öğretim üyesi, hastanesi yetersiz olan tıp fakültelerinde uzmanlık eğitimi verilmektedir.

Asistan hekimler yoğun iş yükü altında perişan durumdadır..

  • Günde 230 hasta bakan asistan hekim belirlenmiştir.
  • Ağrı’da 7 aylık gebe hekim, aynı gün içinde gelen 107. hastaya bakamayacağını belirttiği için dayak yemiştir!

3-5 dakikada yapılan muayeneler çok yaygındır. Şimdi böyle bir sağlık ortamında, böyle bir tıp eğitimi ortamında siz “eğitim şart” diyerek 5 günlük eğitimle hekimlere “akılcı ilaç kullanımını”, aslında hekimliği öğreteceğiz diyorsunuz. “Yapılan sınavı geçemezsen uzman olamazsın” diyorsunuz.
Ne dersiniz “akıl dışı” olan hekimler midir, yoksa içinde çalışmaya zorlandığımız sağlık ortamı mı?

İthal Hekimlik ve Akılcı İlaç

İthal hekim tartışmalarında, denklik işlemlerinde öyle bir noktaya geldik ki anlamak olanaklı değildir. Nitelik bir yana, artık yabancı hekimlerin Türkiye’de hekimlik yapmaya başlamaları için Türkçe bilmelerine bile
gerek yoktur. Bakın Sağlık Bakanımız Mehmet Müezzinoğlu ne diyor:

Amerika’daki George da gelsin burada doktorluk yapsın.
Dünya kadar tercüman var, verirsin 1500 TL maaş tercümanlık yapar
.”

Buradaki hangi haksızlığa değinelim? Hekimin mi, tercümanın mı emeğinin böyle ele alınmasına yanalım, böyle sağlık hizmetine yaraşır bulunan hastalarımıza mı? Ne dersiniz, “akılcı ilaç” kullanımı böylesi bir yaklaşımın neresine denk düşer? Dil bilmeden, çevirmen aracılığıyla kurulacak hasta hekim ilişkisinden söz ediyoruz. İnsanının sağlığına önem veren, denklik işlerini ciddiye alan ülkelerde siz böyle hekim getirilip çalıştırıldığını gördünüz mü?

Nitelikli Hekim, Hekim Sayısı

Biz hastaya yeterli süre ayrılamadığından, yurt dışından gelecek meslektaşlarımızın denklik ve dil bilgisi konularında titiz davranılması gerekliliğinden, nitelikli tıp eğitiminden söz ettikçe ne yazık ki karşımıza hekim sayısı tartışmaları getiriliyor. Sağlık Bakanı sık sık Türkiye’de hekim sayısının yetersiz olduğunu, bunun Türkiye’nin en büyük sağlık sorunu olduğunu belirtip sorumlusu olarak da Türk Tabipleri Birliği’ni (TTB) gösteriyor. Anlaşılır gibi değil, sanki yıllardır Türkiye’de sağlık politikalarına, kaç tıp fakültesi kurulup kaç öğrenci alınacağına TTB karar veriyor!

Hekim sayısı konusu çok ciddiyetle ele alınıp planlanması gereken bir konudur, bu konuda TTB’nin Sağlık Bakanlığı ile polemik yürütme niyeti yoktur. Bakanlığa Tıpta Uzmanlık Kurulu üzerinden resmi başvurumuz da var, Uzmanlık Dernekleri ile çalışma başlattık, önümüzdeki dönemde hangi uzmanlık dalında kaç hekime gerek duyduğumuzun çalışmasını yapmak amacındayız, bunu Sağlık Bakanlığı’nın da desteği ile yapıp bilimsel verilerle ortaya koymak istiyoruz. Başvurumuzu bu vesileyle bir kez daha anımsatmak isterim. Böylesi bir bilimsel çalışma ülkemizin gerek duyduğu sayıda hekimi, gerek duyduğu alanlarda, nitelikli biçimde yetiştirmemizi sağlayacaktır. Bunun nitelikli sağlık hizmetinin de, akılcı ilaç kullanımının da ön koşulu olduğu açıktır.

İlaçta Kalite Ne Durumda?

Konuşmamın başında Türkiye’de ilaç tüketimindeki inanılmaz artıştan
söz etmiştim. Bunun kamu ilaç giderlerine aynı oranda yansımadığını,
ilaç giderlerinin başarıyla baskılandığını görüyoruz. Geçen 10 yılda tüketilen yıllık kutu sayısı 2,5 kat artarken, kamu ilaç giderleri yalnızca
%10 artmıştır. Sağlık Bakanlığı, ilaç fiyatlarını %80’e varan oranda baskıladığını belirtmektedir. Zaten böyle bir baskılamaya gidilmeseydi ve
ilaç tüketimindeki artış kamunun ilaç giderlerine aynen yansısaydı,
ilaç harcamaları altından kalkılmaz bir hal alabilecekti. Kaba bir hesapla ilaç fiyatları sabit bile kalsaydı, 2002’de 13 milyar 366 milyon TL olarak açıklanan kamu ilaç gideri, kutu sayısındaki %150’lik artışla artsaydı 2012’de 33 milyar 415 milyon TL’yi bulacaktı. Oysa 2012 kamu ilaç giderinin 15 milyar 468 milyon TL olduğunu, bu kaba hesapla ilaç fiyatlarındaki düşüş sayesinde yaklaşık 18 milyar TL tasarrufa (!?) gidildiğini görüyoruz.

Ancak ilaç fiyatlarını bu denli baskılamanın da bir bedeli olduğu anlaşılıyor! Türkiye’nin en önemli ilaç üreticilerinden olan bir sanayicimiz, bu baskılama nedeniyle

  • firmaların niteliksiz hammadde getirtmek zorunda kaldıklarını, ilaç niteliğinin düştüğünü, sorunlu ilaç sayısının arttığını

belirtmiştir. Bu son derece ciddi bir uyarıyken, kulak arkası edildiğini görüyoruz. Türkiye’de ilaç niteliği konusunda da tartışmalı bir noktada olduğumuz görülmektedir, halkın sağlığı açısından kaygı verici bir duruma işaret etmektedir.

Son Söz Yerine

İlacın akılcı ve bilimsel kavramlar doğrultusunda kullanılmasının her şeyden önce nitelikli bir sağlık ortamında, iyi yetişmiş hekimler ve nitelikli hasta hekim ilişkisiyle sağlanabileceği mutlaktır.

Bu nedenle sağlık sistemindeki aksaklıkları bütünlüklü olarak ele almayan değerlendirmelerin eksik kalacağını belirterek, hepinizi Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi adına saygıyla selamlarım.
(A. Saltık : Bize yazının ulaşması : 06.12.13)

TTB : Savaş Bulaşıcı Hastalıklarla da zarar veriyor


Dostlar
,

Meslektaşlarımız, TTB (Türk Tabipleri Birliği) Halk Sağlığı Kolundaki
Halk Sağlığı Uzmanı hekim arkadaşlarımıza son derece ciddi ve kapıya dayanmış bir tehlikeye işaret etmekte ve çok yerinde önerilerde bulunmaktadırlar.

Biz de AKP Hükümetini ve özellikle Sağlık Bakanlığını uyarmak isteriz :

TTB açıklaması yerinde ve bilimsel olarak doğrudur.
Gerekli önlemler Sağlık Bakanlığı – Hükümetçe hızla alınmalıdır.
Bir de bu bulaşıcı hastalıklar yüzünden toplum olarak acı faturalar ödemeyelim.
Başta çocuklar olmak üzere engelli – felç kalmasınlar, erkenden yaşamdan kopmasınlar.

Önemli olan bir başka husus da, salt yangın çıkınca söndürmek – söndürmeye çabalamak değil, yangın çıkmaMAsı için koruyucu sağlık hizmetlerini örgütlemektir.
Bu yaz 3200+ kızamık olgusunun kayda alındığı bir “mini – orta boy kızamık salgını” yaşadığımızı anmsayalım- unutmayalım, ders çıkaralım..
Bağışıklama hizmetlerini kesinkes ihmal etmeyelim..

  • Ülkemizdeki Suriye’li sığınmacıların sayısı 1 milyonu hatta
    kimi kaynaklara göre
    2 milyonu aşmış durumdadır!

Bu insanların tüm Türkiye’ye yayılmış, ezici bir çoğunluğu son derece olumsuz
yaşam koşulları içinde ve çok yoksuldurlar. Tablo çok ağır bir insanlık dramıdır ve
başta BM Sığınmacılar (Mülteciler) Yüksek Komiserliği olmak üzere
(UN Refugees High Comissionary) soruna ivedilikle el atmak zorundadırlar.

Önemli bir not                                                 :

  • AKP, bu insanların çaresizliklerini, yaklaşan 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde oya dönüştürme girişimine ASLA yönelmemelidir!
    Bu çok immoral – etik dışı, yasa dışı bir tutum, açık suç olur ve ülkemizde
    seçim güvenliğini kökten kaldırarak iç istikrarımızı ciddi biçimde bozabilir.
  • Bu sığınmacılara ASLA vatandaşlık hakkı verilmemelidir!
  • Her türlü insancıl yardıma EVET ama T.C. Vatandaşlığı o denli ucuz değildir..
  • AKP Suriye’de iç savaş kışkırtıcılığını hatta açık – örtülü iç savaş destekçisi politikalarını derhal bırakmalı ve o ülkede barış için çaba harcamalı, bu talihsiz sığınmacların bir an önce ülkelerine dönmelerinin
    ortamı sağlanmalıdır.


*****
Evrensel, kurtarıcı sağık hizmeti ilkesini anımsatalım :

  • Her-ke-se, hemen, her yerde, sürekli, etkin ve yaygın,
    kamusal koruyucu sağlık hizmeti! 

Henüz başkaca bilimsel ve yönetsel reçete keşfedilmedi!

Üstelik salt bilimsel bir gerçek ve bizlerin önerisi – dileği olmanın ötesinde
pek çok uluslararası hukuk metnine, ülkemizi de bağlayacak biçimde girmiş olarak..
(Bkz. Sağlık Mevzuatı – Turkish Health Legislation başıklı AÜTF ders notlarımız..
http://ahmetsaltik.net/2013/11/04/saglik-mevzuati/)

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 9.11.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================

TTB_logosu

Savaş Bulaşıcı Hastalıklarla da zarar veriyor!

Suriye’de çocuklar felçli. Savaş Bulaşıcı Hastalıklarla da zarar veriyor.

Türkiye’deki çocuklar da tehdit altında. Hazır mıyız?

TTB Basın Açıklaması, 8 Kasım 2013, Ankara

Emperyalist müdahale ile kışkırtılan Suriye’deki savaş yalnızca silahlarla ölümlere, yaralanmalara yol açmıyor. Gün geçtikçe artan bulaşıcı hastalıklarla da
acı yüzünü gösteriyor. Kızamık, şark çıbanı, sıtma, kuduz, ishaller ile gündeme gelen bulaşıcı hastalıklara bir yenisi daha eklendi: ÇOCUK FELCİ.

Tarihin tozlu sayfalarında yerini almak üzere olan, yirmi beş yıldır Türkiye’de görülmeyen ÇOCUK FELCİ, savaşa bağlı temel sağlık hizmetlerinin çökmesi ile yeniden kapımızda, hem de büyük bir salgınla…

1999’dan beri Suriye’de görülmeyen çocuk felci, bağışıklama hizmetlerinin aksaması ile salgına yol açtı. Bölgeye virüsün nereden geldiği bilinmemesine karşın,
çocuk felcinin endemik olduğu ülkelerden gelenlerle (Pakistan kaynaklı El Kaide – 
El Nusra askerleri vb.) Suriye’ye ve sınır illerimize taşınabileceği olasılığı gündeme alınmalı, mutlaka araştırılmalıdır.

Neyse ki, Sağlık Ocaklarımızın çabası ile Türkiye’den kazınan çocuk felci hastalığına karşı alınması gereken önlemler konusunda deneyimli sağlık çalışanlarımız hala var. Etkili bir aşı var. Yaşanmış başarılar var. Bununla birlikte bizi endişelendiren Sağlıkta Dönüşüm Programı nedeniyle yaşanan sorunlar.

İki yıldır mücadele ettiğimiz Sıtma ve Kızamık salgınlarında karşımıza çıkan yapısal sorunlar ve Sağlık Bakanlığı’nın salgınları sağlık çalışanlarından ve halktan gizleyen tavrı.

Artık biliyoruz ki, aile hekimlerine kayıt olmamış bebeklerimiz var ve %95’in üzerindeki resmi bağışıklama oranları, kızamık salgınında öğrendiğimiz üzere,
gerçekçi değil.

Buna, sayıları her geçen gün artan Suriye’li sığınmacıları da eklediğimizde,
salgın tehdidine karşı daha özenli, daha hızlı ve daha katılımcı bir çalışma yürütmemiz kaçınılmaz gözüküyor.

  • Savaşa bağlı yıkımının daha da artmaması için Sağlık Bakanlığı’nı gerekli önlemleri ivedilikle alıp uygulamaya, hekimlerimizi hangi basamakta çalışıyor olursa olsun Sağlık Bakanlığı’nın bu görevini yerine getirmesine katkı vermeye, yurttaşlarımızı sağlık örgütünün yürüttüğü önleme çalışmalarına uyumla katılmaya çağırıyoruz.

TTB bu süreçte Halk Sağlığının korunması için katkı ve işbirliğine hazır ve isteklidir.

Son olarak şunu da paylaşmak istiyoruz :

AKP hükümetinin, ülkemizde ve bölgede halkın sağlığına ciddi tehditler oluşturan savaşı körükleyen politikalardan ve Sağlıkta Dönüşüm Programı’ndan vazgeçme konusunda siyasal sorumluluk göstermesini tarihsel bir adım olarak bekliyoruz.

Salgın tehdidine karşı öncelikli önerilerimiz                     :

1.       Sınır illerimiz başta olmak üzere DSÖ önerileri kapsamında riskli gruplara bağışıklama çalışmalarının bir an önce başlatılması gerekmektedir.

2.       Sağlık çalışanlarının konu ile ilgili bilgilendirilmesi yaşamsal önem taşımaktadır. Kızamık salgınında 90’a yakın sağlık çalışanı kızamık hastalığına yakalanmıştır. Sağlıklı olmayan hizmet veremez, hizmet verdiklerini de hasta eder.

3.       Sorunun ciddiyetinin kamuoyu ile paylaşılması, semptomların halk arasında önemsenmesini sağlayacak, erken tanı ve sağaltım (tedavi) olanağını artıracaktır.

4.       Sağlıkta Dönüşüm Programı nedeniyle koruyucu hizmetlerde çalışan
sağlık personeli sayıları yetersiz düzeydedir. Koruyucu hizmetler (bağışıklama,
aile planlaması, çevre sağlığı vb.) kamu ya da özel birçok kurumda atomize olarak sunulmaktadır. Bu nedenle polio ve kızamıkla mücadelede Sağlık Bakanlığı’nın
sağlık örgütünde (Aile Sağlığı Merkezleri, Toplum Sağlığı Merkezleri, Halk Sağlığı Müdürlüğü, Devlet Hastaneleri, Eğitim- Araştırma Hastaneleri, Üniversite Hastaneleri, Referans laboratuvarları, Özel sektör) eşgüdümü ve Basamaklararası dayanışmayı sağlaması önemlidir. Benzer biçimde yeterli miktarda temiz içme ve kullanma suyu temini konusunda belediyelerle işbirliği sağlanması da mücadele için kritik öneme sahiptir.

5.       Sağlık alanındaki meslek örgütleri ve akademilerle işbirliği sağlanmalıdır.

6.       Savaş nedeniyle zorla yerinden edilenlere yapılacak koruyucu çalışmaların yoğunlaştırılması, özellikle kamp dışı sığınmacıların (mültecilerin) bağışıklama çalışmalarının mahallelerde yapılması sağlanmalıdır. Bu sırada yinlenen (mükerrer) aşılamaları önlemek için kayda dikkat edilmesi gerekmektedir.

7.       Mahallelerde yaşayan sığınmacılara gezici sağlık ekipleriyle düzenli ve sürekli koruyucu sağlık hizmetleri yaşadıkları yerlerde sunulmalıdır.

8.       Bildirimin önündeki bürokratik engeller hafifletilmeli, filyasyon (kaynak bulma) çalışmaları ve temaslı izlenmelerine yönelik sabit ve yeterli sayıda personel görevlendirilmelidir.

9.       Sınır il ve ilçe TSM’ler (Toplum Sağlığı Merkezleri), yönetsel açıdan deneyimli sağlık çalışanları ile desteklenmelidir.

10.   Sınırlardan giriş, çıkışlarda bağışıklama hizmetlerinin güçlendirilmesi,
kaçaklık korkusunu aşan yaratıcı uygulamalar geliştirilmesi gerekmektedir.

11.   ROJOVA’ya ilaç- aşı – gıda ambargosunun bir an önce kaldırılması;
başta kuduz, kızamık ve polio aşıları olmak üzere ROJOVA başta olmak üzere
Suriye hükümetine destek olunması…

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

Bu da Oldu: Hekim Olmayan Başhekim

TTB_logosu


Bu da Oldu: Hekim Olmayan Başhekim

alt

Türkiye’de öyle olaylar oluyor ki, hepimize “Daha neler göreceğiz?” dedirtiyor.

Bunlara son örnek geçtiğimiz hafta Düzce Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Başhekimliği’ne hekim olmayan bir başhekimin atanmasıyla yaşandı.
Bu hastanede görev yapan yüzün üzerinde öğretim üyesi meslektaşımız varken Rektörlüğün başhekimliğe “mevzuata uygun” gerekçesiyle hekim olmayan bir
öğretim üyesini getirmesi şaşkınlık ve öfke yarattı. “Mevzuata uygunluk” tartışması
bir yana, tanımlanan görevlerin niteliği ve ayrıca başhekimin hekim olmasının doğallığı ortadayken böylesi bir idari tasarrufa (AS : işleme) gidilmesi kamuoyundan
yoğun tepki çekti.

Konuyu yakından takip eden Türk Tabipleri Birliği dava açma hazırlıklarına başladı.
Bu süreçte 11 Ekim 2013 günü Başhekim olarak görevlendirilen Doç. Dr. Recep Özmerdivenli’nin kamuoyundaki tepkiler üzerine istifa ettiği, yerine Psikiyatri Anabilim Dalı’ndan Doç. Dr. Adnan Özçetin’in görevlendirildiği haberi geldi.

Sevinsek mi bilemiyoruz. Böylesi bir yönetim anlayışını kabul etmiyor,
bu ülkede idari görevlerde bulunanları hekimlik mesleğine ve sağlık alanının
son derece önemli özelliklerine hürmete davet ediyoruz.

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

Çöken Sağlık Sistemini Niteliksiz Doktor Yetiştirerek Düzeltemezsiniz!

Dostlar,

Meslek örgütümüz TTB (Türk Tabipleri Birliği) son derece kritik önemde bir soruna işaret ediyor yeniden..

Soru çok nettir :

  • Hekim sayısında iddia ettiğiniz yetersizlik,
    niteliksiz eğitim almaya mahkum 
    genç hekimlerle mi kapatılacaktır?

Oysa,

  • Sağlık sistemimiz çökmeye yüz tutmuştur
    ve yetkililer son çırpınışları ile çürük sistemi kurtarmaya çalışmaktadır.

Çözüm :

  • Koruyucu sağlık hizmetlerini yeniden yaygın ve etkin kılmaktır.
  • Her-ke-se hemen, etkin ve yaygın, sürekli, bütçeden karşılanan
    koruyucu sağlık hizmeti dışında Türkiye’nin kurtuluşu yok-tur!

Unutulmasın; piyasalaştırılmış sağlık sistemi, halka gerçek anlamda yaygın ve etkin koruyucu sağlık hizmeti sunulmasına izin vermez! Kurulu devasa özel sağlık sektörü, her gün – her saat boooolca “topal ördeğe” (hasta – yaralı) mahkumdur,

Kışkırtılmış sağlık hizmeti istemi ile para kazanılacaktır..

Sistemin temeli ahlaksız kapitalizmdir.

“Ahlaksız” piyasacı sağlık sisteminin hekim sayısını niteliği kesin olarak düşürme pahasına (kapitalizmin umurunda değil ki!) tedavi edilebildiğinin dünyada örneği yoktur!

Sağlık Bakanlığı, YÖK ve AKP hükümetini aklını başına devşirmeye çağırıyoruz
bir kez daha!

Sevgi ve saygı ile.
27.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================

Çöken Sağlık Sistemini Niteliksiz Doktor Yetiştirerek Düzeltemezsiniz!

TTB_logosu

Sağlık Bakanlığı’nın uzun süredir diline pelesenk ettiği asılsız bir iddiadır sağlıkta sorunların hekim sayısındaki yetersizliğe bağlı olduğu.

Mesai saatlerine sığmak bilmeyen iş yükü, polikliniklerde başa çıkılması mümkün olmayan hasta yoğunluğu, buna bağlı gelişen şiddet olayları, sürgün benzeri geçici görevlendirmeler Bakanlık tarafından hep “doktor sayımız yetersiz” argümanıyla savuşturuldu.

Sevk sistemini ortadan kaldırıp “tüm hastanelerin kapısını hastalarımıza açtık” diyerek bunun propagandasını yaparken, “sağlık reformları” sonucu hastane hastane  gezip  şifa bulamayan hastalar nedeniyle artan poliklinik başvurularını da “vatandaşımızın sağlık hizmetine erişimini artırdık” diye övünç kaynağı olarak gördüler.

  • Oysa sağlık sistemimiz çökmeye yüz tutmuştur
    ve yetkililer son çırpınışları ile çürük sistemi kurtarmaya çalışmaktadır.

Tıp fakültelerine 2.491 ek kontenjan açarak hekim sayısını artırma çabası başka şekilde izah edilemez. Art arda tıp fakültelerinin açıldığı, özel tıp merkezlerinin tabelalarının değiştirilerek “tıp fakültesine” dönüştürüldüğü bir ortamda, nitelikli hekim yetiştirmesi olanaksız kurumlarda tıp eğitimi verilmeye çalışılmaktadır. Bu durumun ne büyük tehlikeler barındırdığı tarafımızca ve akademisyenlerce vurgulanmaktayken, Bakanlık ve YÖK bu uyarılara kulaklarını tıkamaktadır.  Hastalarımızın sağlığı, mesleğimizin saygınlığı, hepsinden önemlisi genç hekim adaylarının “iyi hekimlik” yapma şansı elinden alınmaktadır.

Yetkililere soruyoruz:

  • Hekim sayısında iddia ettiğiniz yetersizlik, niteliksiz eğitim almaya mahkum genç hekimlerle mi kapatılacaktır?

Dünden bugüne fakülteye dönüşmüş, öğretim elemanı kadrosu yetersiz, yatak kapasitesi yetersiz, laboratuvar donanımı yetersiz fakültelerde, kalabalık sınıflarda eğitim görecek genç hekim adaylarına ve hastalarımıza karşı vicdanınız rahat mıdır?

Poliklinik başvurularını azaltmak için, sevk zincirini yeniden kurmak ve geliştirmek için, koruyucu sağlık hizmetlerini tekrar tesis etmek için çaba göstermezken,
salt hekim sayısı üzerinden sistemi onarma çabanız ne kadar gerçekçidir?

Sağlık emekçilerinin her geçen gün daha da güvencesiz şartlarda çalıştığı bu dönemde hekim sayısını artırmaktaki gayeniz, hekim emeğini ucuzlatmak mıdır?
İşsiz hekim ordusu yaratmak, sağlığı özelleştirme yolunda atılan önemli bir adım değilse nedir?

Tıp fakülteleri için açılan fazla kontenjan çürümüş sağlık sistemimizi onarmak şöyle dursun, ancak daha büyük sorunlara yol açacaktır. Tıp eğitimi iktidarın elinde oyuncak olacak bir konu değildir. Bu yanlıştan hızla dönülmeli, tıp eğitiminde yaşanan nitelik kaybı üzerine gerekli çalışmalar yapılmalı, başta temel bilimler olmak üzere tıp eğitimi hak ettiği niteliğe kavuşturulmalıdır.  Yeni açılmış tıp fakülteleri hızla değerlendirilmeli, hekim yetiştirmek için yeterli fiziksel ve akademik donanımı olmayan fakülteler öğrenci alımını durdurmalıdır. Fakültelerin kontenjanları, fakültenin öğretim elemanı sayısı ve fiziksel olanaklarına göre bilimsel ölçütlerle hesaplanarak belirlenmelidir.

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

24 EYLÜL 2013 (http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/doktor-4033.html

KİMYASAL SİLAHLAR GÖSTERİ KONTROL AJANLARI

Dostlar,

Türk Tabipleri Birliği (TTB) çok değerli bir çalışmaya imza attı :

  • KİMYASAL SİLAHLAR GÖSTERİ KONTROL AJANLARI

Önsözde şu dizeler yer alıyor :

TTB_logosu

  • “Tüm çabamız kendi çocuklarına biber gazı püskürtmeyen bir ülke ve gelecek içindir.
    Bu mütevazı çalışmanın bu yolda katkı sağlayacağını umuyoruz.”
     

    Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

 

“Gaz bombası” olarak tanımlanan 15’in üzerinde kimyasal içinde en yaygın kullanılan ajanlar; chlorobenzylidenemalononitrile (CS), chloroacetophenone (CN), chlorodihydrophenarsazine (DM) ve oleoresincapsicum (OC)’dur.

ABD ve Avrupa’da yaygın olarak kullanılan üç biçimi; CS, CN ve OC’dir.

Rapor, sorunun hukuksal boyutlarını da açıklıkla sergilemekte.

Kimyasal_Silahlar_Gosteri_Kontrol_Ajanlari_kapak

78 kaynakçaya dayalı 40 sayfalık özlü çalışmadan önemli bir bölüm :

  • Biber gazına maruz kalındığında gözler hızla ve bol suyla ya da %0.9’luk sodyum klorür ile en az 15 dakika süreyle yıkanarak kimyasal madde gözden uzaklaştırılmalı, daha sonra kornea epitelizasyonunu hızlandırıcı ve inflamasyonu kontrol altına alıcı tedavi uygulanmalıdır. Maruz kalan gözde kontakt lens var ise hemen uzaklaştırılmalıdır. İki kez temizlenen kontakt lensde bile OC kalıntısı görülebildiği için, bu lenslerin tekrar kullanımı önlenmelidir. Ağrı, şişlik, gözyaşı salgısında artış ve fotofobi hala devam ediyorsa bir göz hekimi konsültasyonu gereklidir. Göz bulguları için lokal anestezik pomatlar kullanılabilir. Gözde gerçekleşen hasarın derecesine
    bağlı olarak kornea epitelinin iyileşme süresi birkaç gün ile haftalar arasında değişebilir.” (syf. 22)
  • Olası gaz saldırısında gözler, burun, ağız gaz maskesiyle korunmalıdır.
    Biber gazına maruz kalınması durumunda en kısa zamanda
    ortamdan uzaklaşılmalıdır. Nefes ağızdan alınıp burundan verilmelidir.

Emek veren uzmanlık derneklerine ve meslektaşlarımıza, bu değerli çalışmayı eşgüdümleyerek uygun zamanlama ile kamuoyuna mal eden TTB yönetimine teşekkür ederiz..

Çalışmanın tümünü pdf olarak okumak için lütfen tıklayınız :

Kimyasal_Silahlar_Gosteri_Kontrol_Aanlari Kimyasal_Silahlar_Gosteri_Kontrol_Aanlari

Sevgi ve saygı ile.
27.7.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

 

TTB, ‘biber gazı’ ile ilgili İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nden bilgi istedi


TTB, ‘biber gazı’ ile ilgili İçişleri Bakanlığı ve
Emniyet Genel Müdürlüğü’nden bilgi istedi

07 Haziran  2013

alt

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, İçişleri Bakanlığı ile Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bir yazı göndererek, 31 Mayıs 2013 tarihinden itibaren ülke genelindeki toplumsal olaylarda kullanılan kimyasal gazların kimyasal içeriği, bu süre içerisinde tüketilen toplam miktar, kullanılan gazların bilinen sağlık etkileri ve alınması gereken koruyucu önlemler, toksik etkili gazın insan sağlığı üzerine etkileri yönünden gazların uygulanma özellikleri, “Portakal gazı” adıyla bilinen gazın kullanılıp kullanılmadığı, toksik gaza maruz kalan kolluk güçlerinin maruziyete bağlı olarak oluşan sağlık sorunları olup olmadığı, tedavileri ve buna bağlı iş gücü kayıpları (izin süreleri) hakkında bilgi istedi.

Yazılarda, Tabip Odalarına yapılan başvurularda toplumsal gösterilerde “biber gazı” ve diğer göz yaşartıcı gazlar yanında “portakal gazı” kullanıldığı, kullanılan maddelerin değişik sağlık sorunlarına yol açtığı, gerek kişisel gerekse çevresel maruziyete bağlı yakınmalar ile sağlık kuruluşlarına başvurular olduğu belirtilerek, 6023 sayılı Kanun’un TTB’ne verdiği görev ve sorumlulukları yerine getirebilmesi için, “gaz” kullanımında, kullanılan maddeye bağlı etkiler ve komplikasyonların izlenebilmesi, riskli popülasyonlarda (çocuk, yaşlı ve solunum hastalığı olan kişiler vb.) koruma ve tedavi süreçlerine dayanak oluşturması amacıyla; sorulara yanıt verilmesi talep edildi.

********************

T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

ANKARA

Sayı :778/2013                                                                                                                  Tarih :07.06.2013

Bilindiği gibi Türk Tabipleri Birliği, kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşudur. Kurucu kanun olan 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu gereğince, birçok görevinin yanı sıra, “tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak, halk sağlığının korunmasını sağlamak”
gibi görevleri bulunmaktadır.

On güne yaklaşan bir süredir ülkemizde yaşanan toplumsal olaylar ve güvenlik birimlerinin olaylara müdahale süreci, bu olaylarda çeşitli kimyasal maddelerin “göstericileri dağıtmak” amacıyla kullanımını getirmiştir. Bu maddelerin yoğun olarak kullanımı, birçok sağlık sorununu ve sağlık etkileri ile ilgili soru ve kuşkuları
ortaya çıkarmaktadır.

Meslek Odamıza yapılan başvurularda, toplumsal gösterilerde “biber gazı” ve öbür
göz yaşartıcı gazlar yanında “portakal gazı”  kullanıldığı, kullanılan maddelerin değişik sağlık sorunlarına yol açtığı, gerek kişisel gerekse çevresel karşılaşmaya (maruziyete) bağlı yakınmalar ile sağlık kuruluşlarına başvurular olduğu bildirilmektedir.

6023 sayılı Kanun’un meslek odamıza verdiği görev ve sorumlulukları yerine getirebilmek için, “gaz” kullanımında, kullanılan maddeye bağlı etkiler ve komplikasyonların izlenebilmesi, riskli popülasyonlarda (çocuk, yaşlı ve solunum hastalığı olan kişiler vb.) koruma ve tedavi süreçlerine dayanak oluşturması amacıyla;

1-      31 Mayıs 2013 tarihinden başlayarak ülke genelinde kullanılan kimyasal gazların kimyasal içeriği hakkında,

2-      Bu süre içinde tüketilen toplam miktar hakkında,

3-      Kullanılan gazların bilinen sağlık etkileri ve alınması gereken koruyucu önlemler hakkında,

4-      Toksik etkili gazın insan sağlığı üzerine etkileri yönünden gazların uygulanma özellikleri (miktar, süre, maruziyet oranı, maruziyet mesafesi) konusunda üretici bilgi
ve önerileri hakkında,

5-      “Portakal gazı” adıyla bilinen gazın kullanılıp kullanılmadığı hakkında,

6-      Toksik gaza maruz kalan kolluk güçlerinin maruziyete bağlı olarak oluşan
sağlık sorunları olup olmadığı, tedavileri ve buna bağlı iş gücü kayıpları (izin süreleri) hakkında

bilgiye ihtiyaç duyulmaktadır.

Bu kapsamda konuya ilişkin bilgi ve belgelerin, Türk Tabipleri Birliği’ne
ivedilikle gönderilmesini bekler, çalışmalarınızda başarılar dileriz.

Dr. Bayazıt İlhan
TTB Merkez Konseyi Genel Sekreteri

1 MAYIS’TA İSTANBUL’U TERÖR ALANI’NA ÇEVİRENLER HESAP VERMELİDİR


1 MAYIS’TA İSTANBUL’U TERÖR ALANI’NA ÇEVİRENLER HESAP VERMELİDİR!

1 Mayıs Mücadele, Birlik, Dayanışma Günü’nde İstanbul’da devlet güçlerince uygulanan şiddet Türk Tabipleri Birliği, İstanbul Tabip Odası ve Adli Tıp Uzmanları’nca yapılan bir basın toplantısıyla kınandı.

Basın toplantısının gerçekleştiği mekanda polisin kullandığı biber gazı ve gaz bombalarının caddelerden toplanan örnekleri de “AKP’nin İleri Demokrasi Araçları” adıyla sergilendi.

Toplantıda açılış konuşmasını TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan yaptı. Konuşmasına 1 Mayıs’ta yaşanan devlet terörünü yansıtan ve tüm dünyanın bu dehşete tanık olmasını sağlayan basın mensuplarına teşekkür ederek başlayan Dr. Aktan şunları söyledi:

“Hükümet 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamamıza inşaat çukurunu gerekçe göstererek
izin vermedi. Taksim’in simgesel önemini anlattık, güvenliğin sağlanması için çeşitli öneriler sunduk. Ancak uzlaşma zemini sağlanmadı, adeta bu olayların yaşanması istendi. Kutlamalar Taksim’de yapılsaydı bunca insanın zarar görmesi, yaralanması, yaşamsal tehlikeyle karşı karşıya olması söz konusu bile olmayacaktı. Olayın sonuçları facia boyutuna ulaştı. İstanbul Valisi 1 Mayıs öncesindeki tavrı, 1 Mayıs’ta yaşattıkları ve 1 Mayıs sonrası yaptığı açıklamalarla maalesef tarihin kara sayfalarına adını yazdırdı.

  • 1 Mayıs 2013’te İstanbul’da kimyasal bir savaş yaşandı.

TTB olarak biber gazı ve gaz bombalarının sağlığa olumsuz etkilerini, öldürücü olabileceğini daha önce kezlerce dile getirdik, bilimsel raporlar yayınladık. Ancak bu yıl biber gazı ve gaz bombaları kimyasal etkilerinin yanı sıra ateşli bir silah olarak da kullanıldı. İnsanların üzerine doğrudan atıldı, acımasızca, insan yaşamı yok sayılarak ateş edildi. Böyle bir 1 Mayıs’ı bir daha yaşamak istemiyoruz. 1 Mayıs’ları emeğin birlik ve dayanışma günü olarak coşkuyla kutlamak istiyoruz.”

Dr. Özdemir Aktan’ın ardından TTB Merkez Konseyi Üyesi Dr. Osman Öztürk söz aldı. Polisin kullandığı biber gazı ve gaz bombası örneklerini işaret eden Dr. Öztürk;

“Bizler doktoruz. Yanımızda steteskop, tansiyon aleti vb. araçlar olmalı ama bugün
ne yazık ki, sizlere biber gazı kapsüllerini sergiliyoruz. Bu tablo AKP’nin eseridir.
Bu yılki 1 Mayıs’larda amacın yalnızca insanları dağıtmak olmadığını, kullanılan araçlara bakarak görebiliyoruz. Bu yıl Hükümet ve Valiliğin amacı öldüresiye saldırmaktı.
Bırakın yürümeyi, 5 kişinin bir araya gelmesine bile izin vermemekti. Gaz bombaları özellikle kanisterler (üzerlerinde ’45 derecelik açıyla atılması’ uyarısı bulunmasına karşın) insanlara doğrudan nişan alınarak, ateşli bir silah olarak kullanıldı.
Atılan gaz bombaları arasında son kullanma tarihi geçenler bile vardı.
Valilik dünya biber gazı kullanma rekorunu kırdı. İstanbul halkı,
Vali Hüseyin Mutlu’yu ve Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ı ‘Gazcı Kardeşler’ olarak anacak artık” dedi.

Dr. Osman Öztürk’ün basın metnini okumasının ardından söz alan İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Taner Gören ise şunları dile getirdi:

“Hem İstanbul Tabip Odası Başkanı olarak hem de olayın bizzat mağduru olmuş bir kişi olarak yaşadıklarımı anlatmak istiyorum. Sağlık emekçileri olarak öbür emekçilerle
1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutlamak üzere oradaydık. Katılımcılar daha yeni yeni toplanmaya başladığı sıralarda, sabahın çok erken saatlerinden başlayarak
gaz bombalı, basınçlı sulu müdahale başladı. Vali Bey’in anlattıklarıyla benim tanık olduğum olayların hiçbir benzerliği yok. Orada devlet eliyle insanlık suçu işlenmiştir. Son derece orantısız, öldürmek amacıyla biber gazı ve gaz bombası kullanılmıştır. Gaz bombalarından biri yanımda patladı. Sağlıklı bir insan olmama karşın, soluksuz kaldım ve öleceğimi düşündüm. Astımlı ya da kalp hastası insanların durumu çok daha vahimdi. Biz hekimler olarak bu silahların kimyasal etkilerini
bilimsel olarak ortaya koymuştuk ancak bu kez yaşayarak da gördük.

  • Bu devlet terörünün hesabının verilmesi gerekir.”

Son olarak Adli Tıp Uzmanları Derneği adına konuşan Dr. Ümit Ünüvar ise;

“1 Mayıs’ta İstanbul halkının yaşam hakkı, sağlık hizmetine erişim hakkı, gezi özgürlüğü ve konut dokunulmazlığı ihlal edildi. Birçok insanımız ciddi yaralanmalarla hastanelere kaldırıldı. Kullanılan gazın kimyasal, toksik etkilerine maruz kaldı. Hopa’da Metin Lokumcu, Taksim’de İbrahim Sevindik, Yalova’da Çayan Birben biber gazının etkisiyle yaşamını yitirdi anımsarsanız. Biz TTB, İstanbul Tabip Odası ve ATUD olarak
bu silahların toksik ve öldürücü etkilerinin olduğunu kezlerce dile getirdik, 2011’de konuyla ilgili bir rapor yayınladık. Ancak ne yazık ki 1 Mayıs’ta genç, yaşlı binlerce insan, mahalle aralarına dek kullanılan bu gazlara sunuk (maruz) bırakıldı. Bu gazların kullanım yoğunluğu bile müdahalenin orantısızlığını ortaya koyuyor.

  • Uygulamalar hukuk dışıdır, keyfidir ve hesabı verilmelidir.” dedi.

Basın Açıklaması
03.05.2013

1 MAYIS’TA İSTANBUL’U TERÖR ALANI’NA ÇEVİRENLER HESAP VERMELİDİR

1 Mayıs Birlik, Mücadele, Dayanışma Günü’nde İstanbul’da büyük bir devlet terörü uygulandı. Emekçilerin, vatandaşların üzerine gaz bombası yağdırıldı.

Binlerce vatandaşımız gaz bombalarından zarar gördü, onlarca vatandaşımız da
gaz mermileri nedeniyle yaralandı. Şimdiye dek ulaşabildiğimiz bilgilere göre
beş yurttaşımız başına gaz mermisi / kanister isabet ettiği için yaşamsal tehlike geçirecek biçimde ağır yaralandı; iki yurttaşımızın görme, iki yurttaşımızın da
işitme duyularını yitirme tehlikesi sürüyor.

Hepimiz takip ettik:

Sendika Konfederasyonları ve Türk Tabipleri Birliği 1 Mayıs’ı, mevcut fiziksel koşulları gözeterek ve gerekli düzenlemeleri yapıp gerekli önlemleri alarak Taksim Meydanı’nda kutlamak için bütün iyi niyetleriyle İstanbul Valisi, Emniyet Müdürü ve Başbakan’la görüştü. Önerilerini sundu, önerilerini sordu.

Hepimiz duyduk:

Görüştüğümüz yetkililer hiçbir şekilde diyaloga yanaşmadılar; “Yasak hemşerim”den başka bir şey söylemediler.

Hepimiz işittik:

Taksim yasağının gerekçesi olarak inşaat alanındaki çukuru gösterdiler ve
bizlerin sağlığını, can güvenliğini düşündüklerini söylediler.

Hepimiz gördük:

Güya bizlerin sağlığını, can güvenliğini düşünenler metroyu, metrobüsü, otobüsleri, vapurları, trenleri, deniz otobüslerini yasaklayıp, tıpkı sıkıyönetim dönemlerinde olduğu gibi Haliç Köprüsü’nü kaldırarak Taksim’e çıkmak için Şişli ve Beşiktaş’ta toplanan işçileri ve emekçileri bir düşman ordusuyla savaşıyormuşçasına muhasara altına aldılar ve ÖLDÜRESİYE SALDIRDILAR.

En ilkel toplulukların, en vahşi rejimlerin, en zalim yöneticilerin bile savaş koşullarında bile yapmadıklarını yaptılar;

  • HASTANELERE SALDIRDILAR – AMBULANSLARA GAZ ATTILAR.

Hepimiz izledik:

Muammer Güler-Celalettin Cerrah yapımı “Gazcı Kardeşler” senaryosu,
bu yıl Hüseyin Avni Mutlu-Hüseyin Çapkın elinden ikinci versiyonuyla sahnelendi.

Hepimiz tanık olduk:

Bütün dünyada “Birlik, Mücadele, dayanışma Günü” olan

  • 1 Mayıs’ı “DÜNYA GAZ GÜNÜ”ne döndürdüler;

“Dünya Biber Gazı Kullanma Rekoru”nu kırmak için şimdiye dek dünyanın
hiçbir kentinde, hiçbir kitle gösterisinde kullanılmadığı ölçüde çok biber gazını işçilerin, emekçilerin, yoldan geçenlerin, evlerinde oturanların, tüm İstanbul halkının
başlarına yağdırdılar.

Hepimiz yaşadık:

  • Biber gazı yüzümüzü, gözümüzü, genzimizi, tenimizi, ciğerlerimizi yaktı;
  • Biber gazı mermileri vücudumuzu parçaladı.

Hepimiz kaydettik:

  • Biber gazı attıkları silahları ateşli silah olarak kullandılar;
    yakın mesafeden, hedef gözeterek ve doğrudan insanların üzerine ateşlediler.

Hepimiz biliyoruz:

BİBER GAZI SAĞLIĞA ZARARLIDIR.
Ciddi göz hastalıkları, astım ve akciğer ödemi, hipertansiyon ve kalp yetmezliği,
beyin kanamasına neden olur.

BİBER GAZI ÖLDÜRÜR. Biber gazına maruz kalmak; kalp ve solunum sistemini etkileyerek öldüren bir dizi mekanizmayı tetiklemektedir.

BİBER GAZI SİLAHTIR. Topluluklara fütursuz ve yoğun kullanımda;
gazı içinde barındıran düzenek (kanister) yaralanmasına bağlı olarak da öldürmektedir.

Ve şimdi hepimiz ısrarla talep ediyoruz:

Hastanelere saldıranlar,

  • Biber gazı silahlarını insanları öldürmek amaçlı kullananlar,

İşçilere, emekçilere, yurttaşlara vahşice saldıranlar,

Saldırı emrini verenler,

Geçmiş yıllarda barış içinde kutlamaların yapıldığı Taksim 1 Mayıs Alanı’nı
1 Mayıs kutlamalarına kapatarak bütün bu olaylara neden olanlar,

HESAP VERMELİDİR.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ MERKEZ KONSEYİ

İSTANBUL TABİP ODASI

ADLİ TIP UZMANLARI DERNEĞİ

Bir hekimin “intiharı” ?!

Dostlar,

Son derece üzgün, kırgın ve de öfkeliyiz..
Sağlık Bakanlığı’nın Alo 184 SABİM hattı, yoz bir popülizmle yıllardır devrede
ve hedef saptırarak halkımızı ve sağlık çalışanlarını karşı karşıya getirmekte, düşmanlaştırmakta.

Bu arada sermayeden yana ve halk düşmanı sağlık politikalarını da perdelemekte. Bu çirkin eylemin öznelerinin yerine de biz utanıyoruz.

Kendisi de bir hekim, üstelik çok fazla sevecenlik isteyen çocuk hekimi ve de
“1. sınıf müslüman” olan Sağlık Bakanı Dr. Recep Akdağ’ı artık insaf etmeye,
elini vicdanına koymaya davet ediyoruz.

Bakan Dr. Akdağ, ağır kul hakkı yemiştir.

Bu özekıyımda (intiharda) ciddi ve ağır sorumluluğunun olduğu anlaşılmaktadır.

Yazıklar olsun bu IMF-DB güdümlü sağlık politikalarının 5. sınıf taşeronlarına..

Sevgi, saygı ve acı ile.
2.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

Dr. Melike Erdem’in Ölümüyle İlgili Delillerin 
Karartılmasına Asla İzin Vermeyeceğiz

İstanbul (Samatya) Eğitim ve Araştırma Hastanesi acil tıp asistanı Dr. Melike Erdem
30 Kasım 2012 günü, Sağlık Bakanlığı’nın Alo 184 SABİM hattına yapılan anlamsız
ve gereksiz bir şikayet nedeniyle ifadesi alındıktan sonra çalıştığı hastanenin
altıncı katından atlayarak “intihar etti”.

Basın Toplantısına Çağrı

DR. MELİKE ERDEM’İN ÖLÜMÜYLE İLGİLİ DELİLLERİN KARARTILMASINA
ASLA İZİN VERMEYECEĞİZ

 “Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar”*
Hayatının ve mesleğinin baharında bir asistan hekim
niye “intihar” eder bu ülkede?

İstanbul (Samatya) Eğitim ve Araştırma Hastanesi acil tıp asistanı Dr. Melike Erdem,
30 Kasım 2012 günü, Sağlık Bakanlığı’nın Alo 184 SABİM hattına yapılan anlamsız ve gereksiz bir şikayet nedeniyle ifadesi alındıktan sonra çalıştığı hastanenin altıncı katından atlayarak “intihar etti”.

Üzgünüz… Kızgınız… Öfkeliyiz!!!

Genç meslektaşımızın ölümünden sonra Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan
“Melike Erdem’le ilgili SABİM’e şikayette bulunulduğu, şikayet neticesinde  soruşturma  açıldığı şeklindeki iddialar gerçeği yansıtmamaktadır. … Ancak İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yatan bir hasta ile ilgili 22 Kasım 2012 tarihinde bir başvuru olmuştur.” şeklindeki“tevil yollu ikrar” ise öfkemizi daha da arttırıyor.

  • Açık olarak itham ediyoruz:

Dr. Melike Erdem’in “intihar”ın arifesinde ifade vermeye zorlandığı SABİM şikâyetinin tarihi, sayısı ve içeriği belgeli olarak elimizdedir.

  • Sağlık Bakanlığı’nın, Dr. Melike Erdem’in ölümüyle ilgili delilleri karartmasına
    asla izin vermeyeceğiz.

Hekimleri, sağlık çalışanlarını hastalara kırdıran Alo 184 Sağlıkçı Taciz Hattının kapatılması için de önümüzdeki hafta bütün sağlık kurumlarında protesto eylemi gerçekleştireceğiz.

4 Aralık 2012 Salı günü 08.00-10.00 saatleri arasında acil servisler dışında
sağlık hizmeti sunulmayacak,

Sağlık kurumlarının bahçelerinde toplanan on binlerce sağlık çalışanı
aynı anda 184’ü arayarak “ALO 184/YETTİ ARTIK, ÇIK DEVREDEN” diyecek.

Aynı gün öğleyin ise bütün sağlık çalışanları Sağlık Müdürlükleri’ne yürüyüşler gerçekleştirecek.

Dr. Melike Erdem’in ölümünden hemen önce ifade vermeye zorlandığı
SABİM şikayetinin ayrıntılarını ve 4 Aralık programının detaylarını (eylemi birlikte gerçekleştireceğimiz diğer kardeş sağlık örgütleriyle birlikte) açıklayacağımız
basın toplantısına katılımınızı bekliyoruz. 01.12.2012

Tarih: 2 Aralık 2012 Pazar saat : 12.00
Yer   : Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
(GMK Bulvarı Şehit Daniş Tunalıgil Sok. No: 2 Kat: 4, Maltepe- ANKARA)

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ – TTB
SAĞLIK VE SOSYAL HİZMET EMEKÇİLERİ SENDİKASI – SES
DİSK / DEVRİMCİ SAĞLIK İŞÇİLERİ SENDİKASI

Tamamlayıcı sağlık sigortası neyi, nasıl tamamlayacak?

Dostlar,

AKP hükümeti sağlık hizmetlerinin bedelini insanların primlerine = ek sağlık vergisine yüklemekle kalmadı.

Bu primlere = ek sağlık vergisine karşılık “çekirdek düzeyde temel güvence paketi” sağlıyor SGK. Trafik sigortası gibi, daracık, çook temel düzeyde.
Azıcık dışına çıkınca cepten ödemeler başlıyor..
Kamusal finasman giderek kısılıyor, cepren ödemeler artırılıyor.

AKP, sağlık poltikalarının balayı döneminde bu alandan epey oy aldı.

  • Sağlıkta balayı dönemi bitti ve artık dişler gösteriliyor.

“Azıcık” sosyal sağlık politikaları Obama’yı 2. kez iktidar yaptı.

Ülkemizde ise tersi olacak ve AKP vahşileştirdiği /ölçüsüz piyasalkaştırdığı
sağlık hizmetleri yüzünden de tepe taklak olacak görünüyor..

“Tamamlayıcı – destekleyici sağlık sigortası” denen ucube hakkında,
söz konusu Yönetmelik SGK tarafından yayımlandıktan sonra bir irdelemeyi bu sitede daha önce yapmıştık (http://ahmetsaltik.net/sgk-guvenceyi-kisiyor-teminat-cebimizi-yakacak/ ve http://ahmetsaltik.net/saglikta-dovizle-vurgun/).

Ankara Tabip Odası yayını HEKİM POSTASI’nda (Kasım 2012) yer alan bu yazıyı da sizlerle paylaşmak istedik.

Çağrımızdır : Türkiye, SAĞLIK KOOPERATİFLERİ‘ni konuşmaya başlamalıdır.

Sevgi ve saygı ile.
27.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===================================================

Tamamlayıcı sağlık sigortası yürürlüğe girdi
Tamamlayıcı sağlık sigortası neyi, nasıl tamamlayacak?

Kansu Yıldırım
HEKİM POSTASI, Kasım 2012
Ankara Tabip Odası aylık yayını

Geçtiğimiz günlerde Medical Park Hastaneler Grubu ve MAPFRE Genel Sigorta işbirliğinde ilk kez “tamamlayıcı sağlık sigortası” yürürlüğe girdi.

Tamamlayıcı sigortanın çok uygun fiyatlara yaptırılabilecek bir tür özel sağlık sigortası olduğu ve hastaların tek kuruş fark ödemeden söz konusu hastane grubunda tedavilerini tamamlayabilecekleri söylense de, sigorta tipinin ayrıntıları çoğu kişi tarafından bilinmiyor.

Tamamlayıcı Sağlık Sigortası nedir?

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkanlığı bünyesinde Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğü 28 Haziran 2012’de bir Genelge yayımlayarak “Tamamlayıcı
veya Destekleyici Sağlık Sigortası
” hakkında kimi düzenlemeler yapmıştı.

Genelge kapsamında SGK, Kurum tarafından kapsama alınmayan, kapsama alındığı halde kısmen karşılanan, yani cepten ek ücret ödemesi yapılan ya da “bireylerin daha yüksek standartlarda sağlık hizmeti talep ettiği” durumlarda devreye giren özel sağlık sigortası türünü yürürlüğe koymuş olacağını duyurdu.

SGK sitesinde 10 Temmuz 2012’de yer alan bilgilendirme duyurusuna göre, tamamlayıcı sağlık düzenlemesi ile önceden ek ücret, otelcilik ücreti gibi hastalar tarafından cepten ödenen kısımların sigorta şirketleri tarafından ödenmesi sağlandı. Kurum tarafından ödenmesi gereken sağlık hizmetleri Kuruma, ek ücretin ise özel sigorta şir ketlerine fatura edilebilmesinin önü açıldı.

Ayrıca, sigorta şirketleri ve hastanelerin bir sağlık hizmetinin fiyatı konusunda kendi aralarında anlaşması durumunda, sağlık hizmet bedelinin SUT fiyatı Kuruma, SUT’un üzerinde kalan kısmı da sigorta şirketine fatura edilebilecek. SGK, Kurumca finansmanı sağlanmayan sağlık hizmetleri (estetik girişimler, akupunktur gibi alternatif tedaviler vs.), ek ücret tutarları ve otelcilik ücreti gibi hastadan alınabilecek tutarlar ile sağlık hizmet sunucusu ile sigorta şirketi arasında yapılabilecek anlaşmaya göre Sağlık Uygulama Tebliği fiyatları üzerinde kalan tutarları, yeni sistemin kapsadığı hizmetler içinde sayıyor.

Ne var ki, hukuksal düzenlemeler gereği hasta katılım payları özel sigorta kapsamında değil. SGK, tamamlayıcı sağlık sigortasının katılım paylarını da kapsaması için mevzuatta değişiklik çalışmaları yapıldığını da duyurdu.

Özel sektör nasıl değerlendiriyor? Tamamlayıcı sağlık sigortası hizmeti vermeyi planlayan şirketler, tamamlayıcı sağlık sigortası alanların özel hastanelere ödenen ek ücretler ile kamu hastanelerine ödenen yatak ücretlerini özel sağlık sigortasına yansıtılabilecek olmalarını bir avantaj olarak görüyor. Yeni düzenleme ile SGK tarafından kapsama alınmayan bazı harcamalar, tamamlayıcı sağlık sigortası ile kapsama alınabildiğinden, sigortası olanlar için iyi bir sağlık hizmetinin
önü açılıyor.

Özel hastane işletmecileri ise tamamlayıcı sağlık sigortası ile özel sağlık kuruluşlarının kapısının hastalara açılacağının altını çiziyor. Mevcut sistemde SGK ile sözleşme yaptıkları dal ve hastaneler için SUT fiyatlarının %30 ile % 90’ı arasında değişen farkı vatandaştan istediklerini belirten Universal Hastaneleri Grubu CEO’su
Esat Erkuş konuyla ilgili bir röportajında, SUT fiyatlarının 4 katına varan farkı artık tamamlayıcı sigorta şirketlerinden alacaklarını tahmin ettiklerini söyledi.

Sağlığın finansmanı özel sigortaya devredildi

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, tamamlayıcı sağlık sigortasının gösterilmeye çalışıldığı gibi nitelikli sağlık hizmetinin önünün açmayacağını, “T$$” şeklinde ifade ettikleri tamamlayıcı sağlık sigortası sisteminin sağlıkta soygunun yeni bir türü olduğuna dikkat çekiyor. Bu sistemin vatandaşın cebinden daha çok para çıkması anlamına geldiğini dile getiren TTB açıklamasında, “T$$”’in devreye girmesiyle
sağlık sisteminde yaşanacak olumsuzluklar şöyle sıralanıyor:

GSS, hastaların ihtiyaç duyduğu bütün sağlık hizmetlerini kapsamamaktadır/ kapsamayacaktır ve tamamlayıcı sağlık sigortasının yürürlüğe konmak istemesi
bunun bir ifadesidir.

İkinci olarak, “temel teminat paketi” içinde yer almayan sağlık hizmetleri için vatandaşların ceplerinden para ödemeleri gerekmektedir.

Üçüncüsü, kimi sağlık hizmetleri “temel teminat paketi” içinde yer alsa bile,
SGK tarafından kısmen ödenecek; kalan bölümü vatandaşların cebinden çıkacaktır.

Dördüncüsü, GSS kapsamında verilen sağlık hizmetleri “düşük standartta” olduğundan, hastalar “yüksek standartta” sağlık hizmeti için ayrıca para ödemek zorundadırlar.

Beşincisi, hükümetin bütün vaatlerinin aksine, sağlığın finansmanında
“özel sigorta” devreye girmiştir.

Bir başka itiraz da sigortacılık konusunda danışmanlık yapan firmalardan gelmiştir.

Tamamlayıcı sağlık sigortası sistemiyle oluşacak başlıca sıkıntıyı, tamamlayıcı ve destekleyici sağlık hizmetleri kapsamında muayene ücretlerinin yer almamasına bağlayan şirketler, özel veya kamu hastanesine gidildiğinde verilecek olan ve emeklilerin aylıklarından kesilen muayene ücretlerinin hastalar tarafından ödeneceğini söylemektedir.

Bu çerçeveye göre, muayene ücretleri özel sağlık sigortası kapsamında
yer almayacak
tır.

Hükümetten ihale alan şirketlere garanti: Halkı daha fazla hasta edeceğiz!

Dostlar,

TTB’nin (Türk Tabipleri Birliği) web sayfasında yayımladığı dehşet verici bir raporu paylaşmak istiyoruz..

Demek koluyor ki, artık öyle bir aşamaya geldik ki; kamunun mallarını sermaye ancak
belli güvencelerle lütfen satın alacak denli şımarmış.. Benzetmekte hata olmasın; insanlar bağlı, köpekler serbest..

Rapor aşağıda.. Okumalı ve okutmalısınız..
AKP kadroları ülkeyi nasıl bir bataklığa sürüklediler..

Demek ki, 900 dolayında Sağlık Bakanlığı hastanesini
87 Kamu Hastane Birliği’ne satmak üzere olan Sağlık Bakanlığı
,
bu Sağlık İşletmelerine “hasta garantisi de” vermekte..

“Yataklarınızın % 70’ini dolduracak ölçüde hastayı size garanti ediyoruz… “ demeye getiriyor Sağlık Bakanlığı.

Ülkede 200 bine yakın hastane yatağı var. Bunların yaklaşık 120 bini Sağlık Bakanlığı’nın. Bunların da % 70’i 84 bin hasta yatağı ediyor. Demek ki iktidar, ne yapıp edip, izlediği politikalarla her yıl 84 bin yurttaşı hastanelik, pardon “sağlı işletmelik” edecek.

Bir başka deyimle Kamu Hastane Birliklerinin Sağlık İşletmelerine her yıl
84 bin “müşteri” Sağlık Bakanlığından garanti!

Bir şeyi daha artık çok iyi anlamak gerekiyor :

Devr-i AKP’de Sağlık Bakanlıklarının görevi insanları iyileştirmek, sağlık kazandırmak değil, tam da tersine hasta ederek özel sağlık sektörüne müşteri kazandırmak!

KüreselleşTİRme dedikleri, bu olmalı..
Ya da postmodernite, yahut postmodern sağlık hizmetleri??!!

Anlaşıldı değil mi?
AKP’ye oy veren necip milletimize, vermeyenlere, “kuru” lara ve de “yaş” lara,
ne kuru ne yaşlara ve de hem yaş hem kuru tüm cumhura bir kez daha hayırlıı olsun!

Sevgi ve saygı ile.
12.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
================================================

Hükümetten ihale alan şirketlere garanti:
Halkı daha fazla hasta edeceğiz!    

Kamu özel ortaklığı ihale sözleşmelerinde hastanelerde en az %70 doluluk oranı taahhüt edildiği tesbit edildi. Böylece KÖO işine giren büyük patronlara hastane işinde daha çok kar garantisi veriliyor. Bir başka deyişle hastahaneler bundan böyle karhane!

“5 yıldızlı otel konforunda hastaneler” yapacaklarını duyuran ve ihale yapmaya devam eden Sağlık Bakanlığı ihaleyi alan şirketlere % 70 doluluk vaat ediyor. Hastanelerin %70 gibi yüksek oranda dolu olmasının nasıl sağlanacağı ise belirsiz. Ancak bu oran tutturulamaz ise Sağlık Bakanlığı ihaleyi alan şirketlere aradaki farkı ödemeyi taahhüt ediyor. Dolayısıyla bu doluluk oranını tutturmak için vatandaşın daha çok hastalanması ve hastanelere başvurması gerekiyor.

Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın uygulandığı dönem boyunca yatak doluluk oranları giderek artsa da şirketlere vaat edilen % 70’lik doluluk oluşmamış durumda.
Sağlık Bakanlığı Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2011 verilerine göre yatak doluluk oranları şöyle:

Yıllara ve Sektörlere Göre Hastanelerde Yatak Doluluk Oranı, (%), Türkiye.
(Kaynak: Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü.)

Peki bu grafiklerdeki verilerden ne anlamalıyız? Yataklı tedavi hizmetlerini değerlendirmek için kullanılan pek çok kavram vardır. Bunlar 100 kişiye düşen yatak sayısı, hasta yatırılma oranı, polikliniğe başvuran hastaların ne kadarının hastaneye yatırıldığı, bir yatağın yılda kaç gün boş kaldığı, yatakların ne kadarının dolu olduğu gibi verilerdir. Bu veriler daha nitelikli bir yataklı tedavi hizmeti vermek için bir planlama aracı olarak kullanılmalıdır.

Hasta yataklarına kârlılık gözlüğüyle bakmak, turistik tesis yatakları ile karıştırmak ancak AKP iktidarına mahsustur.

Turistik tesislerde doluluk için çaba harcanabilir. Ama sağlıkta bu çaba daha çok insanın hastaneye yatacak denli hastalanması için çaba harcamak demektir. Hastaneler
halkın sağlık gereksinimine göre değil de kârlılık üzerinden yıkılıp yapılırsa
“garantili” bir biçimde doldurulmaları da gerekir. Ne günlere kaldık!

Yıllara Göre Hastanelerde Yatak Doluluk Oranı, Tüm Sektörler, (%), Türkiye.
(Kaynak: Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü) 

Şirket Temsilcileri Hastaneleri Yönetecek

Hazine arazileri üzerine inşaat yapacak bu şirketlere hem 25 yıl “kira” ödenecek hem de hastane içindeki görüntüleme ve laboratuvar dahil pek çok hizmet devredilecek. Yani Sağlık Bakanlığı hem kiracı olacak hem de hizmet satın alacak. Son yapılan yasal değişiklikle bu şirketlere tam KDV muafiyeti de getirilmişti.
O halde bu ihalelerde kamunun yararına olan ne? Ayrıca 25 yıl kiracı olarak kullanılacak bu hastanelerin Kamu Hastaneleri Birliği süreci ile birlikte “kamu sağlık tesisi” olacağı söyleniyor. Oysa 2 Milyon TL’ye yapılan hukuk danışmanlığı ihalesini alan şirketlerce hazırlanan sözleşme taslağına göre hastane “şirket temsilcisi” tarafından yönetilecek. Sağlık Bakanlığı döner sermaye bütçesinden ödenecek “kiralar”
11 ihalede yılda 2 Milyar TL’nin üzerine çıktı. Önümüzdeki 25 yıl için şimdiden 50 Milyar TL (eski para ile katrilyon) borçlandırıldık. Açıklanan ve planlanan 45 ihale ile bu tutarın tüm döner sermaye bütçesiyle bile karşılanamayacağı hatta Sağlık Bakanlığı bütçesinin de büyük bölümünün sadece bina kullanmak için harcanacağı açık.

Türk Tabipleri Birliği’nin açtığı davalarda Ankara-Etlik, Ankara-Bilkent ve Elazığ ihalelerinin yürütmesinin durdurulmasına karar verildi. Mahkeme ayrıca dayanak
3359 Sayılı Yasanın da Anayasa Mahkemesine gönderdi. Anayasa Mahkemesi
ilk incelemesini yaparak davanın esastan görüşülmesine karar verdi.

Türk Tabipleri Birliği Kamu Özel Ortaklığı sürecini ve yaratacağı kamusal zararı yakından izlemeyi sürdürüyor.

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/hukuk-3420.html, 9.11.12