Etiket arşivi: şehir hastaneleri

Kamu-Özel İşbirliği ve “Mücbir Sebep”

Kamu-Özel İşbirliği ve “Mücbir Sebep”

Dr. Ali Fazıl KASAP
CHP KÜTAHYA MİLLETVEKİLİ 
TBMM SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU ÜYESİ

Cumhuriyet, 25 Mart 2021

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ) modeliyle yapılan projelerin garanti ödemeleri tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgını nedeniyle birçok ülkede mücbir sebep ilan edilerek ertelenmiş, dondurulmuş ya da feshedilmiştir. Türkiye’de yatırım büyüklüğü 150 milyar doları aşan KÖİ projeleri çerçevesinde 2020 Mart ayından beri salgın koşulları yaşanmasına rağmen iktidar tarafından mücbir sebep ilan edilmeksizin yüklenici firmalara 2020 yılı için 18.8 milyar lira garanti ödemesi gerçekleştirilmiştir.

DÜNYADA DURUM

Yerel mevzuat kapsamında salgın hastalığın mücbir sebepler arasında sayıldığı düzenlemeler mevcut olup, Yargıtay kararları kapsamında da salgın hastalığın mücbir sebep olarak kabul edildiği örnekler bulunmaktadır. Yerel mevzuat ve Yargıtay kararları dışında dünya çapında 140 ülkenin şirketlerinin temsil edildiği uluslararası örgüt olan Milletlerarası Ticaret Odası’nın mücbir sebep hallerine ilişkin olarak sözleşmelere eklenmek üzere tavsiye niteliğinde hazırlanan örnek maddeler kitapçığında da salgın hastalıkların mücbir sebep olarak kabul edilmesinin kararlaştırılabileceği belirtilmektedir.

İngilizcede “Act of God” olarak veya hukuk dilinde “Force majeure” olarak geçen mücbir sebep, “hukukta görevin, taahhüdün ve sorumluluğun yerine getirilmesine engel teşkil edebilecek nitelikte bulunan ölüm, iflas, hastalık, tutukluluk, afet ve buna benzer hallerdir.” şeklinde tanımlanmaktadır.

Yine KÖİ mevzuatının Mücbir Sebep Halleri başlıklı 59. maddesinde mücbir sebep olarak kabul edilebilecek haller sırasıyla şöyledir:

  • Doğal afetler, kanuni grev, genel salgın hastalık, kısmi veya genel seferberlik ilanı veya savaş ve ifayı imkânsız kılan diğer haller.

Gerek uluslararası yayınlarda gerekse yerel mevzuatlarda salgın hastalığın mücbir sebep ilan edilmesi yönünde kararlar ve örnekler var iken Türkiye’nin KÖİ projelerinin garanti ödemelerini mücbir sebep ilan etmemesi kamu zararına neden olmakta ve bütçe yükünü artırmaktadır.

BÜTÇEYE AĞIR YÜK

KÖİ ve şehir hastanelerinin bütçeye olan yükü her yıl artmaktadır. Sadece 2020 yılı bütçesinden KÖİ projelerine ayrılan pay 14 milyar TL’dir. Kur farkından dolayı 2020 yılında ödenen meblağ ise 18.8 milyar TL’dir. Garanti ödemeleri mücbir sebep ilan edilmediği için bu tutarın 2020 yılı bütçe açığına oranı %10.40 düzeyindedir.

KÖİ projelerinin sözleşmeleri çerçevesinde yapılan garanti ödemeleri eğer mücbir sebep ilan edilmezse salgın etkilerinin 2023 yılına kadar süreceği göz önüne alındığında seyahatlerin azalması, havalimanlarının ve otoyolların istenen doluluk oranına ulaşamayacağı varsayıldığından yıllar içerisinde bu ödemeler hem bütçe yükünü artıracak hem de bütçe açığına olan oran büyüyecektir.

TL’YE ÇEVRİLMELİ VE KAMULAŞTIRILMALI

Zafer Havalimanı, Avrasya Tüneli, Kuzey Marmara Otoyolu gibi 250’ye yakın proje ve planlanmasından ihalesine, uygulanmasından kontrolüne kadar sayısız sorun içeren ve % 51’i havaalanı yatırımları olmak üzere sağlık, ulaşım, enerji, kentsel altyapı gibi birçok alanda uygulanan KÖİ projelerine ilişkin Sayıştay da çekincelerini ortaya koymaktadır. Son yıllarda yapılan kamu ihaleleri incelendiğinde büyük ihalelerin hemen hemen hepsinin belli şirketler tarafından alındığı görülmektedir.

AKP tarafından verilen, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu’nda 3 Mart 2021 tarihinde görüşülen ve Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilen torba kanun teklifine göre KÖİ projesi alan ama bankalardan kredi bulamayan şirketler için Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın kefil olması istenmiş, garanti ödemeleri yetmezmiş gibi bir de ödenmeyen borçların devlete kalması, devletin şirketlere kefil olması sağlanmıştır.

KÖİ projeleri birçok ülkede olduğu gibi acilen mücbir sebep kabul edilmeli, sözleşmeler TL’ye çevrilmeli ve dondurulmalıdır. İhalesi yapılmış ve sözleşmesi imzalanmış yeni KÖİ projeleri ertelenmeli veya devlet imkânlarıyla yapılmalıdır. Mevcutta yer alan tüm KÖİ projeleri ise kamulaştırılmalıdır.
==============================
Dostlar,

Sn. Dr. Ali Fazıl KASAP’ın üstte aktardığımız önemli yazısı, bize, benzer yaklaşımla sitemizde daha önce yayınladığımız bir makalemizi anımsattı (Mayıs 2020)..
Okunmasını dileriz bağlantılı olarak..

Sevgi ve saygı ile. 28 Mart 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

“REFORMLAR”ın GERÇEK SAHİBİ; EMPERYALİST GÜÇLERİN KURUMSAL KİMLİĞİ, DÜNYA BANKASI

“REFORMLAR”ın GERÇEK SAHİBİ; EMPERYALİST GÜÇLERİN KURUMSAL KİMLİĞİ, DÜNYA BANKASI

Prof. Dr. Nazan SAVAŞ
Halk Sağlığı Uzmanı 

Türkiye’nin sağlık, enerji, ulaşım, eğitim, tarım vb. pek çok alanda neo-liberal sisteme dönüştürülme süreci 1978’de başlamış olup, 40 yılı aşkındır sürmektedir (1). Bu süreçte Dünya Bankasınca (DB) çok sayıda rapor yazılmış, ikraz anlaşmaları yapılmış, hukuksal düzenlemeler gerçekleştirilmiş ve Dolar olarak çok yüklü krediler alınmıştır (2-7). Anayasa dahil, temel yasalar, neo-liberal dönüştürülmeye uyarlanmış ve çoğu “uyarlama” Yasa Gücünde Kararnameler (YGK) ile gerçekleştirilmiştir (7). DB denetiminde gerçekleşen ve “REFORM” olarak adlandırılan (!) bu süreçte çoğu zaman milletvekilleri ve bürokratlar dahil, kimse asıl planlayıcı ve dönüştürücü güç olmamıştır.

DB Grubu 5 kurumdan oluşmaktadır :

  1. IDA (Uluslararası Kalkınma Birliği)
  2. IBRD (Uluslararası Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası)
  3. IFC (Uluslararası Finans Kurumu)
  4. MIGA (Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı)
  5. ICSID (Uluslararası Yatırım Anlaşmazlıkları Çözüm Merkezi’dir.

IDA en yoksul ülkelere faizsiz uzun süreli kredi sağlarken, IBRD orta gelirli ve kredi itibarına sahip yoksul ülkelere 5 yıl geri ödemesiz 10-15 yıl süreli krediler sağlamaktadır (8).

IFC gelişmekte olan ülkelerde özel sektör kuruluşlarına kredi vermekte,

MIGA ise politika ve danışmanlık hizmetleri kapsamında ülkelere yabancı sermaye akışını teşvik etmektedir.

IFC kredi verirken yerli ve yabancı özel sermayeyi bir araya getirmeye çalışarak şirketlere ortak olmakta ve yatırım fonları kurabilmektedir (8-10). IFC, 2. operasyon merkezini Washington D.C.’den sonra 2010’da İstanbul’da açmıştır (11). O yıldan başlayarak IFC ortaklı firmalarca çok sayıda kamu-özel ortaklı yapı inşa edilmiş ve işletilmektedir.

İkraz anlaşmaları çerçevesinde DB’nin Türkiye’ye kredi verme biçimi :

  • 1980-90 döneminde “Structural Adjustment Loan (SAL) Yapısal Uyum Kredisi” kapsamında gerçekleştirilirken (5,6),
  • 2000-2008 döneminde “Country Assistance Strategy (CAS) – Ülke Yardım Stratejisi” kapsamında (12,13),
  • 2008-11 dönemi ve sonrasında ise “Country Partnership Strategy (CPS) Ülke Ortaklık Stratejisi” kapsamında gerçekleştirilmiştir (14).

Bu ne demektir?

Önceleri salt borçlandırılıyorken 2008 sonrası dönemde MIGA ve IFC üzerinden Kamu – Özel Ortaklı yapılar aracılığıyla hem borçlandırılıyoruz, hem de IFC’yi binamıza/malımıza, donanımıza, işletmemize ve kârımıza ortak ediyoruz demektir. Çünkü özel kesim ister Türk firması olsun, ister yabancı firma olsun en büyük ortağı IFC‘dir. IFC ile firmaları bir araya getiren kurum da MIGA’dır. Bu yapıların hemen tümü merkezi yönetim bütçesi (genel bütçe) güvenceli yapılardır. Çoğu kamu-özel ortaklı ya da Yap – İşlet – Devret yapıları işleten firmalar da IFC ortaklıdır. Örneğin İstanbul Havalimanını işleten (bakım vb.) firma yabancıdır ama en büyük ortağı IFC’dir. Ankara yüksek hızlı tren garı 19 yıl yolcu güvenceli IFC ortaklı firmaca yapılmış ve işletilmektedir. IFC ayrıca kimi bankalara da (örn. Garanti) kredi vermekte, bu krediler aracılığı ile KOBİ’lere, kadın girişimcilere vb. destek olmaktadır (15). KOBİ’ler ve kadın girişimciler gerçekte bankaya değil, IFC‘ye borçlan(dırıl)maktadır.

  • Bu yolla IFC, IMF‘nin de önüne geçmektedir.

Dünya Bankası güdümünde dayatılan Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında yapılan Şehir Hastaneleri de IFC ortaklı firmalarca (örn. Rönesans Firması) yapılmıştır (16). Yine Külliye, MİT binası, Yargıtay Binası ve Külliye’deki kütüphane de yine aynı firmaca yapılmıştır. Dolayısı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli binalarının yapımını gerçekleştiren bu firmanın yabancı sermaye ortaklı yapı olması ne derece doğrudur ve bu firmaya ödemeler ne yolla yapılmıştır? Binaların mülkiyeti ve işletmesi hakkında ortaklıklar söz konusu mudur? Bunları bilmiyoruz.

Önümüzdeki süreçte yapılması planlanan “REFORMLAR“ın da aynı biçimde gerçekleş(tiril)eceği açıktır.

  • Yani baş aktör AKP değil, emperyalist güçlerin kurumsal kimliği olan DÜNYA BANKASI‘dır.

Kaynaklar

  1. Derviş K, Robinson S, Mello de J. “The Foreign Exchange GAP, Growth and Industrial Strategy in Turkey 1973-1983”. World Bank Staff Working Paper No.306. November 1978.
    http://www-wds.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/WDSP/IB/2003/01/15/
    000178830_98101903401757/Rendered/PDF/multi0page.pdf
  2. Keyder Ç, Üstündağ N, Ağartan T, Yoltar Ç. Avrupa’da ve Türkiye‘de Sağlık Politikaları. İletişim Yayınları, İstanbul, 2007
  3. Savaş N. Dünya Bankası’nın Sağlık Reformları Üzerine Etkisi; Türkiye’de Sağlıkta Dönüşüm Örneği. ESTÜDAM Halk Sağlığı Dergisi. 2020;5(1):142-57.
  4. Turkey: Postscript Special Economic Report “Turkey: Policies and Prospects for Growth”, (2657a-TU, Report No. 2918-TU). March 20, 1980.
    http://wwwwds.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/WDSP/IB/2001/02/08/000178830_98101912493590/Rendered/PDF/multi_page.pdf
  5. Sertel Y. Türkiye’de Dışa Dönük Ekonomi ve Çöküş, İstanbul: Ajans Yayınları, 1988, p.137-138
  6. The World Bank, Annual Report 1995, p.52
  7. Demirelli L. Kanun Hükmünde Kararnameler ile Yönetim Çalıştayı. Ankara 2013. http://yonetimbilimi.politics.ankara.edu.tr/wp-content/uploads/sites/732/2020/06/khk-KAYAUM.pdf
  8. Eğilmez, Mahfi. IMF, Dünya Bankası Grubu ve Türkiye. Dünya Bankası Yayınları No:2, 1996
  9. Güran N, Aktürk İ. Uluslararası İktisadi Kuruluşlar, İzmir: Dokuz Eylül Üniv. Yayınları, 1992, p. 128-9
  10. Tünsoy O. Dünya Bankası’nın Yapısı ve Kredi Verme Türleri. Hazine Müsteşarlığı, Yayınlanmamış Etüt Raporu, Ankara, 2005
  11. http://www.ito.org.tr/wps/portal/gazete-detay?WCM_GLOBAL_CONTEXT=ito_portal_tr/ito-portal/gazete/gzt-2010/gzt-2010-10/gzt-2010-10-1/d128d080442775ff827f8668ff808010
  12. Türkiye’de Dünya Bankası, 1993-2004 Ülke Yardım Değerlendirmesi. Bağımsız Değerlendirme Grubu. Vinod Thomas, R. Kyle Peters, Basil Kavalsyky. 20 December 2005
  13. Performance Evaluation, Criticism of The World Bank and Cost-Benefit Analysis of World Bank Financed Projects: Case of Turkey. http://www.hazine.org.tr/makaleler/ergulhaliscelik_makaleler/Worldbank_performance_ehcelik.pdf
  14. Uluslararası İmar Ve Kalkınma Bankası, Uluslararası Finans Kurumu, Çok Taraflı Yatırım Garanti Kurumu’nun Türkiye Cumhuriyeti ile 2008 – 2011 Mali Yıl Dönemi İçin Ülke İşbirliği Stratejisi. (Rapor No.42026-TR)
  15. https://www.haberturk.com/garanti-bankasi-ve-ifc-den-kadin-girisimcilere-390-milyon-liralik-destek-2454370-ekonomi
  16. https://pressroom.ifc.org/all/pages/PressDetail.aspx?ID=18806#:~:text=%C4%B0stanbul%2C%2011%20Temmuz%202016%20%E2%80%94%20D%C3%BCnya,Holding%20ile%20hissedarl%C4%B1k%20anla%C5%9Fmas%C4%B1%20imzalad%C4%B1.

100 vakadan 89’u açıklanmıyor, ölüm sayısı açıklananın 3 katı

SÖZCÜ Gazetesi İnternet Portalında Yayınlanan Haberimiz..

‘100 vakadan 89’u açıklanmıyor, ölüm sayısı açıklananın 3 katı’!

Halil ATAŞ, Sağlık
13:21, 7 Mart 2021
https://www.sozcu.com.tr/2021/saglik/100-vakadan-89u-aciklanmiyor-olum-sayisi-aciklananin-4-kati-6300443/amp

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı sayıların gerçeği yansıtmadığını belirterek, Sağlık Bakanı’nın 11 Mart 2020′ deki ilanından önce de Türkiye’de yeni korona virüs vakaları vardı. Türkiye iki ay boyunca kafasını kuma gömdü.

  • Bugün ortaya çıkan 100 vakadan sadece 11’i açıklanıyor, 89’u açıklanmıyor” dedi.

Öne çıkan haberler
Kırmızı kategorideki Aksaray tümüyle kapandı
Çay içen eczacılara ceza yazdıran kaymakam, AKP organizasyonlarını görmemiş!

  • Bursa Tabip Odası Başkanı Alpaslan Türkkan’ın moderatörlüğünü üstlendiği, 14 Mart Tıp Haftası Etkinlikleri çerçevesinde düzenlen online panelde konuşan Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, pandemi hakkında önemli açıklamalarda bulundu.

“DEVE KUŞU GİBİ DAVRANILDI”

11 Mart 2020’de Sağlık Bakanı’nın ‘Bizde de korona virüsü vakası var’ dediğini hatırlatan Ahmet Saltık, “İlginçtir ki aynı gün Dünya Sağlık Örgütü de Covid-19 salgınını pandemi olarak ilan etmişti. Bugün hastalık hakkında edindiğimiz bilgiler ve veriler ışığında söyleyebilirim ki, Sayın Bakan’ın 11 Mart’taki ilanından önce de Türkiye’de yeni korona virüsü vakaları vardı. Türkiye iki ay boyunca kafasını kuma gömdü. Deve kuşu gibi davranıldı. Bu süreç çok kritikti. Erken kabule yönelip, salgın planları hızla yürürlüğe konulabilseydi, çok daha hazırlıklı bir biçimde bu hastalığı göğüsleyebilirdik” diye konuştu.

“İKTİDAR TÜRKİYE’Yİ YETERLİ AŞIYLA BULUŞTURAMADI”

Türkiye’nin aşı geliştirmede yetersiz kaldığını ve aşı temininde de ciddi bir sıkıntı yaşadıklarını dile getiren Prof. Dr. Ahmet Saltık, şunları söyledi:

“Dünyada 10 farklı aşı kullanımda… İktidar Türkiye’yi yeterli aşıyla buluşturamadı. Tek bir markaya bağlı kalındı. Dünyada üretilen 4 aşıdan 3’ünü dünyanın en büyük devletleri (en varsıl10 ülke) kaptı. Toplumsal hareketleri ve ülke giriş-çıkışlarının en aza indirilmesi gereken anlarda Türkiye’nin umre ve üniversite öğrencilerinin evlerine gönderilmeleri gibi hatalar yapıldı. Virüsün çıkış yeri olan Çin ise çok sıkı bir karantina başlatarak, yetkililer kapı kapı dolaşıp sürüntü örnekleri aldı, testler yaptı. İnsanların hastanelere başvurmalarını beklemediler.”

“MÜŞTERİ HALİNE GETİRİLDİK”

Sağlıkta Dönüşüm dayatmasının Türkiye’de bir yıkım yarattığını söyleyen Ahmet Saltık şöyle devam etti:

  • “Sağlık hizmetlerini doğuştan hak eden vatandaşlar olarak bizler müşteri haline getirildik. Sağlık Ocaklarımız Temmuz 2010’da kapatıldı. Aile Sağlığı Merkezleri getirildi ve bunlar da özelleştirilmiş oldu. Bugün Birinci Basamak’ta çalışan arkadaşlarımız kamu çalışanı, memur değiller. Devlet bir sözleşme yaparak hizmet satın alıyor. Şehir Hastaneleri konusu var bir de… Devlet bu hastanelerden de hizmet satın alıyor yine. Yani Sağlık Bakanlığı hizmet üreten değil, hasta garantisi vererek hizmet satın alan bir kurum haline gelmiş durumda. Özel sektöre buralar terkediliyor.”

“HALA GERÇEK SAYILAR AÇIKLANMIYOR!”

Türkiye’nin DSÖ’yü de dinlemeyerek gerçek vaka sayısını aylarca açıklamadığını belirten Saltık, “Salgın denetimini son derece olumsuz etkilediler. Bugün hala gerçek sayılar açıklanmıyor” dedi.

“HER 100 OLGUDAN 11’İ HALKA DUYURULUYOR”

Sağlık Bakanlığı’nın iller için 100 bin nüfusta çıkan vaka oranını açıklamaya başladığını hatırlatan Halk Sağlığı Uzmanı Ahmet Saltık, “Türkiye’nin tümü için bir değerlendirme yapacak olursak, bu sayı tüm Türkiye için 100 binde 50-60’lar dolayındadır. Biz bunları hesapladık. Şehirlerin nüfusunu biliyoruz, Türkiye’nin nüfusunu biliyoruz. 81 il için bunu nüfuslarına göre ağırlıklandırarak yaptık. Bu hesaplamalara göre Türkiye’de her 100 bin nüfusta 75 yeni Covıd-19 tanısı konuyor. 15-21 Şubat haftasında Türkiye için ilan edilen 7 günlük toplam vaka sayısına baktık, 53 bin dolayında bir sayı ediyordu. Günlük 7 bin 500 kadar yeni vaka ediyor. Buradan hareketle yaptığımız hesaplara göre açıklanan rakamlarda 100 binde 9 oranına ulaşıyoruz. Yani

  • Türkiye’de ortaya çıkan her 100 olgudan sadece 11’i halka duyuruluyor. 89’u ilan edilmiyor!” şeklinde konuştu.

“TÜRKİYE GEVŞEMENİN EŞİĞİNDE”

Türkiye’nin ikinci bir gevşemenin eşiğinde olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Ahmet Saltık, ilk gevşemenin ardından yüzlerce vatandaşın hayatını kaybettiğini belirterek, “Günlük ilan edilen rakam 12 binlerde ama günlük sayıları 30-40 binlerde olabilir.

  • Vefat sayıları da açıklananın 2-3 katı civarında.
  • Gevşemenin şu aşamada uygulanmaya çalışılması çok yanlış” ifadelerini kullandı.

“SOSYAL DEVLET GÖREVİNİ YAPMADI”

İki temel silahımız var. Epidemiyoloji ve Sosyal Devlet.

Epidemiyolojinin ilkeleri uygulanırken sosyal devlet, karantina uygulanırken, çalışma süreleri kısaltılırken, insanlara geçinmeleri için maddi destek sağlamalıdır” diyen Ahmet Saltık sözlerini şöyle noktaladı;

“Türkiye’nin bu süreçte sağladığı destek çok çok düşük seviyelerdeydi. Sosyal devlet görevini yapmamıştır. İmdat çığlığı atarak sarılabileceğimiz bu iki kalkandan yoksun kaldık. Covıd-19 kaynaklı ölüm sayısı toplam 84-85 bin civarında. Türkiye’de 2019’da yaklaşık 436 bin ölüm kaydedildi. Her yıl %2 gibi bir artış vardır. 2020 sonunda bu sayının 440 bin olması beklenir. TÜİK Mayıs ayında ölüm sayılarını açıklayınca, Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı rakamların ne kadar gerçek olduğu ortaya çıkacaktır. Türkiye’nin bir an önce 120 milyon aşı sağlayarak, ülkenin 4 hafta kapatılarak aşılanması gerek. Aksi takdirde salgın denetim altına alınamayacak.”
========================
Dostlar,

Bu konuşmayı bütünüyle izlemek için lütfen tıklayınız..

1. Yıl Biterken Salgını Yönetebildik mi? İmdat Epidemiyoloji ve Sosyal Devlet

Bursa Tabip Odasına, Sn. Başkan Doç. Dr. Alpaslan Türkkan’a, katılımcılara ve etkinliği haberleştiren SÖZCÜ Gazetesi ile sağlık muhabiri Halil Ateş’e teşekkür ederiz..

Sevgi ve saygı ile. 07 Mart 2021, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Günümüzün Kapitülasyonları

Günümüzün Kapitülasyonları

Dr. Fikret ŞAHİN
CHP BALIKESİR MİLLETVEKİLİ
AB  UYUM KOMİSYONU ÜYESİ
BALIKESİR TABİP ODASI ESKİ BAŞKANI
Cumhuriyet, 03 Aralık 2020

Ülkemizde özellikle şehir hastaneleri üzerinden tartışılan sağlık alanındaki kamu özel işbirliği (KÖİ) modelini bizden önce deneyen birçok Avrupa Birliği (AB) ülkesi oldu. 1990’lı yılların ortalarından itibaren başta İngiltere olmak üzere İtalya, Portekiz, İspanya, İsveç, Almanya, Fransa, Polonya ve Finlandiya gibi AB ülkeleri, bu modelle sağlık hizmetlerine yatırım yaptı.

İngiltere her ne kadar Brexit süreciyle AB’den ayrılmak üzere olsa da, dokuz AB üyesi ülkede sağlık hizmetleri için yapılan 287 proje için yaklaşık 45 milyar USD harcandı. İngiltere, 287 KÖİ projesinin 146 adedini 25.8 milyar USD bedelle sadece kendi gerçekleştirdi. Diğer bir deyişle KÖİ modeliyle sağlık hizmeti sunumuna ait AB projelerinin yarısından fazlasını İngiltere tek başına yaptı ve bu alanda en fazla deneyime sahip oldu.

Yaklaşık 10 yıllık bir deneyim sonrasında KÖİ modelinin yüksek maliyetleri ve vatandaşların zamanla artan memnuniyetsizliği nedeniyle AB ülkeleri, 2007 yılından itibaren sağlık alanında yapılacak yatırımlarda KÖİ modelinden hızla vazgeçmeye başladı.

Avrupa Birliği’nde birçok sivil toplum örgütü, KÖİ modelinin olumsuzluklarını sıklıkla gündeme getirdi ve hükümetlerine bu modelden vazgeçmeleri çağrısında bulundu.

AVRUPA UYGUN BULMUYOR

Avrupa Sayıştayı’nın 2018 yılında yayımladığı “Kamu Özel İşbirliğinde Yaygın Eksiklikler ve Sınırlı Faydalar” isimli özel raporda, özellikle KÖİ modeliyle yapılan hastanelerin sözleşmelerinin karmaşıklığı nedeniyle sistemin kilitlenme ihtimalinin yüksek olduğunu ve sağlık gibi teknolojik gelişmelerin hızlı olduğu alanlara KÖİ modeliyle yatırım yapılmasının uygun olmadığı belirtilmiştir.

İngiltere’de Ulusal Sağlık Servisi’nin (National Health Service-NHS) en büyük dayanağını oluşturan ve sağlık sisteminin kamu özel işbirliği modeliyle hizmet sağlayıcısı konumundaki Carillion şirketi iflas etmiş ve sağlık sektöründe hayati önem taşıyan hizmetler verilemez hale gelmiştir. Hatta İngiltere halkı, sağlık alanındaki bu memnuniyetsizliklerini “Hastanelerimizi Koruyalım” temalı gösteriler yaparak hükümetlerine duyurmuştur.

DEVASA BİR SÖMÜRÜ SİSTEMİ

İngiliz hükümeti, olumsuz deneyimler ve halktan gelen yoğun tepkiler sonrasında hızla bu modelle sunulan sağlık sisteminden uzaklaşmış olmasına rağmen KÖİ modelini kaynakları sınırlı, gelişmekte olan veya azgelişmiş olarak tanımlanan ülkelere harika bir sistem gibi pazarlamaktan da geri kalmamıştır.

Bu sayede hem kendi zararlarını telafi etmiş hem de İngiliz şirketlerine ticari kâr alanları yaratmışlardır. Gelecek nesillerin sağlık bütçesini ipotek altına alan bu model gerçekte devasa bir sömürü sistemi ve günümüzün kapitülasyonlarıdır.

İngiltere’yle birlikte Almanya, Fransa gibi diğer büyük AB ülkeleri de sağlık alanında KÖİ modelinden hızla uzaklaşmış, maalesef Türkiye, AKP iktidarıyla birlikte “Sağlıkta Dönüşüm” programı adı altında bu terk edilmiş sistemin dünyadaki en büyük uygulama alanı haline getirilmiştir.

“Sağlıkta Dönüşüm” programı çerçevesinde kamu özel işbirliği modeliyle başta İngiltere Ulusal Sağlık Servisi olmak üzere İngiliz finans, hukuk, danışmanlık ve medikal şirketlerinin rehberliğinde şehir hastaneleri yapılmıştır. Şehir hastanelerinin yapımında çoğunlukla İngiliz şirketlerinden finansal destek alınmış, bunun karşılığında da şirketlere hastanelerin işletmeleri en az 25 yıllığına verilmiş, döviz bazında kira ödemeleri ve hizmet ödemeleri yapılması taahhüt edilmiştir.

Bir yılda ödenen kira ve hizmet bedeli ile aynı hastaneye sahip olmak mümkün iken, 25 yıl ödeme yapılmasının hiçbir mantığı yoktur, devasa kamu zararına neden olunmuş ve vatandaşın aldığı sağlık hizmeti üzerinden yabancı şirketlere döviz bazında para kazanma imkânı sağlayan bir soygun düzeni yaratılmıştır.

İSVEÇ’TE HÜKÜMET  KRİZİ YARATTI

İsveç, KÖİ modeliyle bu zamana kadar sadece bir hastane yaptı. Bu hastanenin maliyetinin ilk belirlenen rakamların çok üstüne çıkmasının ardından İsveç Maliye Bakanı, hastane hakkında soruşturma talebinde bulundu ve “İsveç’te dünyanın en gelişmiş hastanesini yapacağız derken dünyanın en pahalı hastanesini yaptık” yorumunda bulundu.

Yeni Karolinska Hastanesi olarak bilinen bu hastanenin ilk maliyeti 2.1 milyar dolar olarak belirlenmişken gelinen son noktada bu hastane 7.5 milyar dolara mal olmuştu.

İsveç dışında yine Portekiz de KÖİ modeliyle yaptığı tesislerin maliyetinin ilk belirlenenden çok yüksek olması sonrası bu modelden kademeli olarak uzaklaşmaya başlamıştır. Daha birçok örneği olduğu gibi,

  • artık Avrupa Birliği ülkeleri KÖİ modeliyle hastane yapımından vazgeçmiştir.

Hastane ekipmanlarının da hastaneyi işleten şirketler tarafından sağlandığı göz önünde bulundurulduğunda, 25 yıl süresince aynı cihaz ve teknolojiyle sağlık hizmeti vermenin imkânsız olduğu ortadadır. Sistemin teknolojik olarak da sürdürülebilirliği yoktur.

ÜST DÜZEY İTİRAF

Türkiye’de kamu özel işbirliği modeliyle başlangıçta toplam 41 bin 615 yataklı 30 şehir hastanesi yapılması planlanmışken Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 14.11.2019 tarihinde bütçe görüşmesi sonrası yaptığı basın açıklamasında, “KÖİ ile tecrübeye de sahip olduk, bu dönemde de şehir hastanelerini artık bu tecrübeyle birlikte kendi imkânlarımızla yapmayı planladık, sizin bütçenizde bunu yapabilirliğiniz mümkünse niye bir finans modelini devreye sokmak isteyesiniz, finans modelinin sonuçta bir yükü yok mu?” diyerek KÖİ modelinin maliyetinin çok yüksek olduğunu itiraf etmiş ve 10 şehir hastanesi projesini KÖİ modeli dışına çıkararak genel bütçeden kendi imkânlarımızla yapacağımızı belirtmiştir.

Yine bu yıl yapılan Sağlık Bakanlığı bütçe görüşmelerinde bir hastanenin daha (Şanlıurfa Şehir Hastanesi) KÖİ modeli dışına çıkarılarak genel bütçeden yapılacağını ifade etmiştir.

Şehir hastanelerinin genel bütçeden yapılması mantıklıdır, çünkü KÖİ modeliyle yapılan şehir hastanelerindeki yatak başı maliyet, genel bütçeden yapılan şehir hastanelerine göre 25 kat daha fazladır.

Türkiye’de şu anda 13’ü hizmette, 5’i inşaat halinde olan toplam 18 KÖİ modeliyle işletilen şehir hastanesi bulunmaktadır. Bu şirket hastanelerine 25 yıl boyunca yüklü miktarda döviz üzerinden kira ve hizmet bedeli için ödeme yapacağız.

AB deneyimlerinden ders alarak gelecek kuşakların sağlık hakları üzerine ipotek koyan ve yıllar geçtikçe sağlık hizmetlerine ayrılacak bütçeyi azaltan bu işletme modelinden derhal vazgeçmek ve bu sağlık tesislerini zaman kaybetmeden kamulaştırmak zorundayız.

Şehir hastanelerinin kamulaştırılması ve devlet hastaneleri statüsüne getirilmesi bir ekonomik tercih değil, “gelecek nesillerin sağlık hakkının savunulmasıdır.”

Salgın döneminde hastanemizi yıkıyorlar

Salgın döneminde hastanemizi yıkıyorlar

Dr. BAYAZIT İLHAN

Eskişehir Devlet Hastanesi’ni yıkıyorlar. Bu hastanemiz 2 yıl önce Eskişehir Şehir Hastanesi’nin açılması gerekçesi ile boşaltılmış, sağlık hizmetlerinden koparılmıştı. Merkezde kolay ulaşılabilir yerdeki bu yarım asırlık hastane kapatılıp hastalar ulaşımı daha zor olan Şehir Hastanesi’ne gitmek zorunda bırakılmıştı. Bu hastanemizin Eskişehir sağlık hizmetlerindeki yerini anlayabilmek için resmi rakamlara bakalım. Kapatılmadan önceki bir yılda (2017) bu hastanemizin 995 yatak kapasitesi ile hizmet verdiğini, 537 bini acil olmak üzere 2,1 milyon  muayene yapıldığını, toplam 20.522 ameliyat ve 6.125 doğum gerçekleştirildiğini, 56 erişkin, 10 çocuk ve 46 yenidoğan yoğun bakım yatağı bulunduğunu görüyoruz.

Bu kadar hizmetin verilebildiği donanımlı bir hastane 2 yıl boş yattıktan sonra şimdi yıkılıyor. Üstelik salgın tırmanıştayken, sağlık hizmetlerinin yeniden planlanmasına, değişik birimlere paylaştırılmasına çok ihtiyacımız varken… Yerine ne yapılacak? Eskişehir İl Sağlık Müdürlüğü “sağlık arazisi” olarak kullanılacağını söylüyor. Bunun anlamı nedir? Hangisine üzülelim? Bu hastanelerimizi en ihtiyaç duyduğumuz dönemde kaybetmemize mi? Buraların rant alanına dönüşme tehlikesine mi?

Hastanelerimizi yıkmayın, yeniden açın

Şehir hastaneleri gerekçe gösterilerek kapatılan hastanelerin tekrar açılması gerektiğini uzun zamandır anlatmaya çalışıyoruz. Türkiye’de ilk açılan 11 şehir hastanesi için 30’a yakın hastane kapatıldı, yer değiştirdi ya da küçültüldü. Özellikle salgın döneminde bu hastanelere olan ihtiyacımız büsbütün ortaya çıktı. Ankara’da kurulan Hastanemi Açın Platformu (HAP) bu konuda yıllardır önemli bir çalışma yürütüyor, bu hastanelerimizin yeniden sağlık hizmetlerine kazandırılması için çabalıyor. Oysa Eskişehir’deki hastane yıkımı diğerlerinin akıbetinin de iyi olmadığını düşündürüyor.

Salgın artarak devam ediyor. Hem Covid hastaları hem de Covid dışı hastalar çok zor durumda. Devlet hastanelerinde acil olanlar dışındaki ameliyatlar yapılamıyor, kronik hastalar korkudan hastanelere gidemiyor, ihtiyaç duydukları sağlık hizmetlerini erteliyor. Pek çok kişi zamanında sağlık hizmeti alamadığı için hastalığı ilerlemiş olarak, kötü durumda karşımıza çıkıyor.

  • Kapatılan hastanelerimizin gecikmeden tekrar açılması ve doğru planlamayla sağlık hizmetlerine kazandırılması gerekiyor.

Hastaneler apar topar taşındı, başka kamu zararları da ortaya çıktı

2019 Sağlık Bakanlığı Sayıştay Denetim Raporu’nda kapatılan hastanelerle ilgili pek çok soruna işaret ediliyor. Teknik olacak ama bazı tespitleri yazmam gerekiyor. Ankara Şehir Hastanesi’ne taşınan hastanelerin nasıl kullanılacağına dair yeterli ön hazırlığın yapılmadığı belirtiliyor. Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin (EAH) taşınması için 1 gün önce yazı yazıldığı ve taşınma sürecinin 5 gün içinde bitirilmesi, Yüksek İhtisas EAH’nin taşınması için 4 gün önce yazı yazıldığı ve taşınmanın 2 gün içinde bitirilmesi talimatı verildiği anlaşılıyor. “Bu kadar kısa sürede, sağlık hizmeti devam eden hastanelerin, yatan hastaların ve hastane malzemesinin taşınması hem hastalar hem de hastane çalışanları açısından oldukça zorlayıcı bir süreç olmuştur” deniyor. Taşınmadaki bu aceleye rağmen söz konusu hastane binalarının nasıl değerlendirileceği ile ilgili komisyonun 5 ay sonra kurulduğu, aldığı kararların sürekli değiştirildiği, telaşla boşaltılan Atatürk EAH binasının ne olacağının 10 ay sonra, 31Aralık 2019 tarihi itibarı ile netleşmediği anlatılıyor. Bu kadarı olmaz diyeceksiniz, hastaneler boş yatarken kiralık tesislere kiralar ödendiği, sağlık hizmetlerinden koparılan hastaneler için 2019 yılında 1 milyon 613 bin 186 TL tutarında elektrik faturası ödendiği belirtiliyor.

Sözleşmeye aykırı biçimde, kapatılan hastanelerden şehir hastanelerine tıbbi ekipman (AS: donanım) götürüldüğü, bundan ötürü sabit yatırım tutarı ve dolayısıyla kullanım bedeli revizyonunun yapılıp yapılmadığının bilinmediği, kapanan devlet hastanelerinden getirilen tıbbi ekipmanların bakım ve onarımlarının kim tarafından yapılacağı sorunu ortaya çıktığı kaydediliyor. Ankara Şehir Hastanesi’ne taşınacak hastanelerin, şirketin değişik aşamaları geç tesliminden dolayı öngörülen tarihlerde taşınamadığı, bu sürede görüntüleme ve laboratuvar hizmetleri için 2 kata varan bedeller ödendiği, kamunun zarara uğradığı kaydediliyor.

Neresinden baksak akla ziyan bir durumla karşı karşıyayız. Son olarak İstanbul ve Konya’da açılan şehir hastaneleri nedeniyle hastane kapatılmadı, demek ki olabiliyor.

  • Artık hastane kapatmayalım, kapananları çabucak açalım.

Hele Eskişehir’de yapılanı, hastane yıkma işini hemen durduralım.

Şehir hastanelerinde akıl almaz hesap

Yatak başı maliyet…

CHP Balıkesir Milletvekili Dr. Fikret Şahin‘in yaptığı hesaba göre, biri kamu özel işbirliği (KÖİ) yöntemiyle özel sektör tarafından yapılıp işletilen diğeri doğrudan devletin kendi yapıp işleteceği iki ‘şehir hastanesi’ arasında 25 kata varan yatak başı maliyet farkı oluştu.

Dr. Şahin’in yaptığı hesaba göre, KÖİ modeliyle inşa edilip müteahhit firmalar tarafından işletilen 20 şehir hastanesi için 25 yıl boyunca kira ve hizmet bedeli adı altında yapılacak ödemenin tutarı 752 milyar 794 milyon lirayı bulacak.

Tamamı hizmete girdiğinde toplam 31,315 yatak kapasitesine ulaşacak olan KÖİ modelli şehir hastanelerinde ‘yatak başı maliyet’ 24 milyon 39 bin lira gibi bir seviyeye çıkacak.

DEVLET ELİYLE 980 BİN LİRA

Sözcü‘den Erdoğan Süzer’in haberine göre, devlet modelli bu hastaneler için de bir hesap yapan Dr. Fikret Şahin, 10 şehir hastanesinin toplamda 10 milyar 95 milyon lira harcanarak hizmete açılacağını belirledi. Şahin’in hesabına göre, toplam 10 bin 300 yatak kapasiteli bu hastanelerde “yatak başı maliyet” ise sadece 980 bin lira olacak. Dr. Şahin, bu hesapla KÖİ modelli şehir hastanelerinin devletin kendi yapacağı şehir hastanelerine göre 25 kata yakın yatak başı maliyet oluşturduğunu söyledi.

Dr. Fikret Şahin, yaptığı “yatak başı maliyet” hesabını şu şekilde açıkladı:

“Sağlık Bakanlığı 2020 yılı bütçesinde, KÖİ modeliyle yapılan 20 şehir hastanesinin tümüyle hizmete gireceği 2022 yılı için ayrılan kira ve hizmet bedeli 21 milyar 910 milyon TL’ydi. 2020 yılı Sağlık Bakanlığı bütçe görüşmeleri döneminde Dolar kuru 5,77 TL olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu miktar 3 milyar 797 milyon 237 bin dolara karşılık geliyor.

  • Şehir hastaneleri sözleşmelerine göre kira ödemeleri döviz üzerinden yapılmaktadır.

Sağlık Bakanlığı, 2022 yılı tahmini (AS: kestirilen) bütçesine göre KÖİ modeliyle yapılan 20 şehir hastanesinin kira ve hizmet bedeli için 25 yıl boyunca en az 94 milyar 930 milyon dolar ödeyecektir. Bu da bugünlerdeki yaklaşık kurla 752 milyar 794 milyon TL oluyor. 31,315 yatak kapasitesi dikkate alındığında yatak başı maliyet 24 milyon 39 bin lirayı buluyor.

Oysa 2020 yılı Cumhurbaşkanlığı yatırım programındaki resmi veriler 10 bin 300 yataklı 10 şehir hastanesinin 10 milyar 95 milyon TL’ye yapılacağını, yatak başı maliyetin 980 bin lirada kalacağını gösteriyor.”

“BUGÜNE KADAR YAPILANLAR ACİLEN KAMULAŞTIRILMALI”

Dr. Fikret Şahin, en az 25 kat daha maliyetli olan KÖİ modelinden vazgeçilmesi gerektiğini belirtirken,

  • “KÖİ modeliyle yapımı devam eden şehir hastaneleri de genel bütçeye aktarılmalı.
  • Bugüne kadar yapılan şehir hastanelerinde gerçekleştirilen tüm kamu zararları şirketlerden
    talep edilmeli ve
  • Bu hastaneler mali yıkıma dönüşmeden acilen kamulaştırılmalıdır” dedi.

Asıl tehdit virüs değil, uygulanan “sağlık” sistemidir!

Asıl tehdit virüs değil,
uygulanan “sağlık” sistemidir!

Yeniçağ: Asıl tehdit, virüs değil, uygulanan “sağlık” sistemidir! – 

Küresel salgın, nasıl oluşur hiç düşündünüz mü? Küresel bir salgının, bütün ülkelerde neredeyse eş zamanlı olarak başlaması mümkün müdür? “Çin’de başladı İran’a geçti” deniyor ama bu doğru değil. ABD, İtalya, İngiltere, Fransa, Almanya ve Türkiye dahil bütün dünyada 2019’un Eylül, Kasım, Aralık aylarında, boğazda tahriş ve hırıltı ile başlayan bir hastalık var! Peki bu hastalığa sebep olan virüs, Güney Amerika’da, Amazon ormanlarında yaşayan ve şehirlerle teması olmayan yerli kabilelere rüzgârlarla mı ulaştı?

“Virüsün DNA şeması çıkarıldı” (AS: bu virüs için RNA olacak) deniyor ama ortaya çıkarılan virüs resmi bilgisayarda çizilmiş bir figürden ibaret! Üstelik virüs resmi diye çizilen bu figür, insan ve hayvan hücresinde bulunan eksozomlar ile aynı! En azından böyle bir iddia var! Yani bize virüs diye gösterilen resim, insan vücudunda doğal olarak bulunan, hücre içindeki bir maddenin resmi olabilir! (AS: Virüs RNA’ları kesin olarak elde edildi) Bu maddenin elektromanyetik dalga etkisiyle dış etkiyle, hücreyi patlatarak (hücre içinde çoğalıp mekanik olarak hücreyi patlatıyor) dışarı çıktığı ve kanı zehirlediği (kanda çok az bulunuyor), önce akciğerleri etkilediği için solunum yoluyla temasta bulunulan diğer insanlara da bulaştığı belirtiliyor.

İnsan metabolizmasını değiştiren ve doğal hücre ölümlerinin dışında “programlanmış hücre ölümü”ne yol açan bir dış etken var ama Türkiye’de şu günlerde bu konuları tartışan ve halkı bilgilendiren bir bilim adamı yok! Daha önceleri, bu konularda bilimsel çalışma yapan, bilimsel makale ve kitap sahibi olanlar ise hiçbir TV kanalında konuşturulmuyor.

Neden? Çünkü Türkiye’de sağlıkla ilgili bilimlerde araştırma yapmak bile artık Bakanlık iznine bağlanmıştır. Sağlık Bakanlığı ise Dünya Sağlık Örgütü’nün kurallarına göre çalışıyor. (COVID-19 kodlamasında tersine!) Peki Dünya Sağlık Örgütü kimin kurallarına bağlı? Bir defa DSÖ’nün kuruluş sermayesini veren Rockefeller Vakfı’dır. Dolayısıyla DSÖ, ilaç kartellerinin örgütüdür. Türkiye’deki sağlık sistemi de bu kartellerin istediği şekilde düzenlenmiştir. İtiraz eden sistemin dışında kalır, doktorsa ruhsatı bile elinden alınır!
***
Gazeteler sokağa çıkma yasağı günlerinde çıkmıyor. Dolayısıyla bu yazı kâğıda basılı gazetede yayınlanmayacak. Yazı biraz uzun olacak ama İnternet’te yer sıkıntısı yok. Bu itibarla, sağlık sisteminin ne halde olduğunu, uzman tespitiyle bilginize sunmak istiyorum.

Emekli genel cerrah Uğur Yılmaz’ın “Sağlığın Karanlık Yüzü” diye 700 sayfalık bir kitabı var. Yılmaz daha kitabın girişinde Ivan Illich imzalı bir söze yer veriyor:

  • Sağlık kuruluşları insan sağlığı için büyük bir tehdit haline gelmiştir. Tıbbi uygulamalar üzerinde mesleki denetimin sakatlayıcı etkisi, bir salgın hastalık boyutlarına ulaşmıştır.”

Mesele bu kadar vahim aslında… Uğur Yılmaz devam ediyor:

*Sağlık sistemi deyince toplum hekim ve hasta arasında olan ve hastanelerde verilen bir hizmeti anlamaktadır. Soruna böyle yaklaşıldığı zaman ‘sistem’ anlaşılamaz. Sistemin ön planında ABD’nin emperyalist küreselleşme stratejilerine uygun olarak ülkelerde uygulanacak sağlık sistemlerini belirleyen DTÖ, Dünya Bankası, OECD, IMF gibi küresel örgütler vardır.

*Türkiye cephesine baktığımız zaman sağlık politikaları ile ilgili bütün kurum ve kuruluşların yöneticileri sistemin içindedir. Sağlık sistemi, hiç de bilimsel ilkelere göre, hasta veya insan yararına, kusursuz ve düzgün işleyen bir sistem değildir.

*Aksine sistem, arkasında Dünya Bankası gibi ABD’nin küresel egemenlik örgütlerinin olduğu, her düzeyde ilgili kişilerin ve çalışanların bu kirli ilişkilerde kendilerine verilen rolleri oynadıkları, kirli, mafyatik, nitelikli dolandırıcılık ve soygun sistemidir.

*Bu kişiler toplum karşısında, TV ve basında yüzlerine masum-temiz bir maske geçirmektedir. Sağlık sisteminin bir de bilinmeyen, bilinmek ve görülmek istenmeyen, değiştirilmek istenmeyen karanlık bir yüzü vardır.

*Kovid-19 salgını münasebeti ile Türkiye’nin sağlık sistemi bütün toplumu aldatacak bir şekilde övülmektedir. Bu sistemin Atatürk‘ün kurduğu sistemin devamı olan kamucu bir sistem olduğu propagandası yapılmaktadır.

*Sağlık haberciliği yalan haberciliğin en fazla uygulandığı bir habercilik şeklidir. Bu şekilde kitleler yönlendirilir, aldatılır, belli bir hedefe doğru yönlendirilir. Medyada maalesef sağlık ile ilişkili konularda doğru haberlere rastlamıyoruz. 

*Sağlıkta Dönüşüm sistemi, ABD’nin kurmak istediği yeni dünya düzeninin sağlık alanında uygulamasıdır. Atatürk’ün kurduğu sistemle bir ilgisi yoktur. Bu uygulama devletin sağlık alanından tasfiyesi, ABD emperyalizmi tarafından düzenlenen işletim sistemi ile tıp kartelinin çıkarlarına uygun bir sağlık piyasası oluşturulması, sağlık kuruluşlarının özelleştirilmesi ve bu iş tamamlanıncaya kadar mülkiyeti devlete ait olan sağlık tesislerinin işletmesinin SGK sistemi vasıtası ile oluşturulan sağlık piyasasına dâhil edilmesidir.

*Devletin elinde gibi görülen sağlık tesislerine de kartelin ürünlerinin daha fazla satılması ve pazarlanması görevi verilmiştir. Bu amaca ulaşmak için tıbbi hizmet, tedavi, girişim, ürün ve cihazların satılması ve pazarlanmasında diğer komisyonculuk işlerinde olduğu gibi kâr payı dağıtılmaktadır. 

  • Şu anda Türkiye’de uygulanan sağlık sistemi,
    Dünya Bankası tarafından kurulmuş ve yönetilmekte olan bir sistemdir.
  • Milli bir sistem değildir.
  • En son “Başakşehir Şehir Hastanesi”nin açılışı vesilesi ile “Sağlıkta Dönüşüm”ün
    bu son uygulaması da tüm halka kamucu bir uygulama olarak yedirilmiştir.
  • Başakşehir Şehir Hastanesi bir devlet hastanesi ve yatırımı değildir.

*Bu hastane Dünya Bankası ile ticari ortaklığı olan uluslararası Rönesans Holding‘in Japon ortağı ile yap-işlet-devret yöntemi ile yaptığı bir hastanedir. Bu gibi hastanelerin milletin sırtına bindirdiği yük sıradan bir özel hastaneninkinden çok fazladır. Çünkü şehir hastanelerine gelir ve kâr garantisi de verilmektedir. Hastane belirlenen geliri sağlayamazsa aradaki fark Orhangazi köprüsünde ve benzerlerinde olduğu gibi devlet tarafından ödenecektir.  

Şehir hastaneleri hakkında sorular

Şehir hastaneleri hakkında sorular

Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr
Cumhuriyet, 07 Mayıs 2020

Cumhuriyet’te Tuncay Mollaveisoğlu’nun başlattığı, TELE 1’de İsmail Dükel’in sürdürdüğü “Şehir Hastanelerini sorgulama” sürecine bugün Balıkesir Milletvekili Op.Dr. Fikret Şahin’in Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’nın cevaplaması için TBMM’ye vermiş olduğu soru önergesi ile devam ediyorum:

(Aslında bu konu, medya tarafından değil, COVID-19 sürecinde, doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından gündeme getirildi; medya da bunun üzerine olaya yeniden ayrıntılı olarak eğildi.)
***
Sağlıkta Dönüşüm programının bir parçası olarak yapılan Şehir Hastanelerinin yatırım maliyetlerinin gerçek değerinin çok üzerinde olduğuna ve Devlet Bütçemize büyük oranda yük getirdiğine dair değerlendirmeler ve raporlar bulunmaktadır.

Ayrıca Şehir Hastanelerine ait sözleşmelerin Bakanlığınız tarafından “ticari sır” gerekçesiyle kamuoyu hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi’yle paylaşılmaması bu kaygıları daha da artırmaktadır.

Kamu harcamaları şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkeleriyle yapılması gerekirken, Bakanlığınız tarafından Şehir Hastanelerine ait sözleşmelerin gizlenmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin denetim yetkisini de engellemektedir.

Bu bilgilere istinaden;

1- Yabancı menşeli (ABD) yönetim danışmanlık şirketi Frost & Sullivan tarafından hazırlanan ve

https:// ww2.frost.com/frostperspectives/analysis-public-private-partnershipppp-hospital-campusesconstruction-programme turkey/

internet adresinde, Haziran 2015 tarihinde yayımlanan “An Analysis of Public-Private-Partnership (PPP) Hospital Campuses Construction Programme of Turkey” isimli raporda yer alan tabloda; ülkemizde yapılmış veya yapılması planlanan 15 Şehir Hastanesine ait yatırım maliyetlerinin miktarları belirtilmektedir.

Maliyet miktarları 255.000.000 – 1.232.000.000 USD arasında değişen bu 15 Şehir Hastanesinin tabloda yer alan yatırım miktarları doğru mudur?

2- Hastanelerin yatırım maliyetleri, yatak sayısına bölündüğünde her hastane için yatak başına düşen maliyet miktarının 255.148 USD (Kayseri Şehir Hastanesi) ile 459.358 USD (İstanbul İkitelli Şehir Hastanesi) arasında değişmekte olduğu görülmektedir.

Yatak başına düşen yatırım miktarında bu derece büyük oranda farklılıklar olmasının sebebi nedir?

3- Şehir Hastaneleri için yapılan yatırımlar; Kamu Özel İş Birliği modeli benimsenmeden doğrudan Sağlık Bakanlığı tarafından yapılmış olsaydı maliyetleri ne olacaktı? Bu konuda bir çalışmanız oldu mu?

4- Şu ana kadar sözleşmeleri yapılan ve işletilmekte olan Şehir Hastanelerine ödenen kira bedelleri nedir?

Hastanelerin gelirleri kira bedellerini karşılayabilmekte midir?

5- Şehir Hastanelerini işleten şirketlerle yapılan sözleşmelerde hasta sayısı garantisi ve tıbbi hizmet garantileri verildiği doğru mudur?

Verilen garantiler doğru ise hangi oranda garantiler verilmiştir?

6- Yabancı menşeli danışmanlık ve yatırım şirketlerinin bilgisi dahilinde olan şehir hastanelerine ait sözleşmelerin örnekleri daha önce istenmiş olmasına rağmen neden Milletin Temsilcileri olan Milletvekilleri ile paylaşılmamaktadır.

Bu sözleşmelerin açıklanmasının mahsuru nedir?

Sözleşmelerin açıklanmamasının nedeni aşırı kamu zararı barındırıyor olması mıdır?

7- Şehir Hastanelerine ait sözleşmelerin birer örneğini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde paylaşılmak üzere tarafımıza göndermeyi düşünüyor musunuz?

***

Bu yazıyı yazmadan önce, Fikret Şahin’e yeniden, “Bir yanıt geldi mi” diye sordum ve hiçbir açıklama yapılmadığını öğrendim.

Gelirse açıklama metni ve kısa yorumlar yarınki yazıya!

Şehir hastaneleri: Birkaç görüş

Şehir hastaneleri: Birkaç görüş

Emre KONGAR
Cumhuriyet
, 08 Mayıs 2020

Sevgili okurlarım, CHP Balıkesir Milletvekili Dr. Fikret Şahin’in TBMM’deki soru önergeleriyle gündeme getirdiği, Tuncay Mollaveisoğlu’nun TELE 1’de ve Cumhuriyet gazetesinde irdelediği Şehir Hastaneleri sorunu hakkındaki üçüncü yazım.

Şehir Hastanelerini doğrudan Cumhurbaşkanı’nın gündeme getirmesi, konunun medyaya yansımasına yol açtı.  Bu yazıda bazı okur yorumlarını özetleyeceğim. İlk yorum, değerli mimar, yazar, düşünce insanı, Dr. Doğan Hasol’dan:

Şehir Hastaneleri yanlıştır.

Dünyada artık 1500-2000 yataklı hastane yapılmıyor. Elli yıl önce hastanede yatış süresi ortalama 14 gündü; şimdi bir buçuk gün. Bugün en uygun boyut 230 yatak. 200’ün altı, 600’ün üstü verimsizdir. Bu konuda Türk Tabipleri Birliği’nce hazırlanmış ciddi bir kitap var.

  • Hasta garantili yap-işlet-devret finansman modeli de yanlıştır.

Üstelik girişimcinin aldığı kredinin kefili de devlet.

Salgın hastalık durumlarında da bu hastaneler hiç uygun değildir.

  • Sağlık ve eğitimin ticaret aracı olması kabul edilemez.

***
Bir başka yorum İ.T. adlı okurumdan:

Dikkatimi çeken şey; bu hastaneler şehir dışında yapıldığından, oraya toplu taşıma araçlarını kullanarak gidenlerin bulaşıcı hastalıkların yayılması açısından risk oluşturması.

Bir eski öğrencim B.U. da şunları yazmış:

2005 yılında SSK hastaneleri Sağlık Bakanlığı’na devredildi, dispanserler ve sağlık ocakları kapatıldı, aile hekimliği kuruldu. İktidar kendi hastaneler sistemini kurmaya kalktı. Şehir hastanesi /devlet hastanesi ayrımı oluştu.

Sağlıkta büyük rant olduğu için, bu hastaneler üzerinden rant dağıtacak bir sistem kurdular. Kendi yandaşını besleyecek, devlet ihaleleri üzerinden yeniden üretilen bir iktidar düzeneğidir şehir hastaneleri.

Büyük hastane kurmak büyük yenileme yatırımı ve çok büyük oranda teknik eleman ister, böyle bir yapıyı yönetmek de kolay değildir.

  • Dünyada şehir hastanesi sistemi başarısızdır, bunlar derhal kamulaştırılmalıdır.

Böyle bir müdahale ekonomiye müdahale değildir, yani oyunun kuralından sapan bir sistemi yeniden üretmek için yapılan zorunlu bir müdahaledir.

Yap-işlet-devret modeli ve benzerleri modern düyun-u umumiye rejimidir hocam.

Hastaneye gelenden 50 gelmeyenden 250 TL isteyen bir iktidara sahip olmak her millete nasip olmaz. Beton yerine insana yatırım yapmak en son düşündükleri iştir. İhaleler üzerinden iktidarı sürdürmek temel hedeftir.
***
Sevgili okurlarım, bu Şehir Hastaneleri konusunda, çok vahim, benim söylenti olarak bile dile getirmek istemediğim bazı uygulamalar yapıldığına ilişkin iddialar var. İşin daha da vahim ve kuşku uyandıran yönü, Sağlık Bakanlığı’nın da Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın da, yapılan harcamalar ve maliyetler hakkında hiçbir soruya yanıt vermemiş olmalarıdır.

Bu sütunun her türlü yanıta açık olduğunu kendilerine bir kez daha anımsatırım:

  • Şehir Hastaneleri maliyet ve işletme sorunları, yanıt vermeden geçiştirilebilecek veya soru soranları hainlikle suçlayarak kapatılabilecek konular değildir.
    ==============================

    ŞEHİR HASTANELERİ = TALAN’dır!

    Dr. Ahmet SALTIK

Üçlü sanal zincir : Bakanlar kurulu/ölümler /suçlular

Üçlü sanal zincir :
Bakanlar kurulu/ölümler /suçlular

author

İBRAHİM Ö. KABOĞLU
ikaboglu@marmara.edu.tr
2020.04.02, https://www.birgun.net/haber/uclu-sanal-zincir-bakanlar-kurulu-olumler-suclular-294307

COVID (HAKİKİ) VE KHK (SANAL) ÖLÜMLERİ
  • Bakanlar Kurulu + Hükümet + Cumhurbaşkanı + Devlet Başkanı vd.= TEK KİŞİ!
Yürütme ve devlet yetkilerini (parti genel başkanlığı şemsiyesi altında) birleştiren monokrasi ile Türkiye’nin yönetilemeyeceği, Covid-19 ile apaçık ortaya çıktı.

Her yerde hazır ve nazır muktedir, artık “mahpus”; Bakanlar ile sanal ortamda iletişim tarzı ise, medyaya “kabine toplantısı” olarak pompalanıyor.

Ne var ki, KHK’zede sivil ölüler ile hakiki ölümden korkanlar yine de eşit değil…

“BİZ BİZE YETERİZ TÜRKİYEM”

30 Mart akşamı, sanal toplantı ardından (mülga Hükümet sözcüsü bakan gibi) açıklama yapan Cumhurbaşkanı’nın şehir hastaneleri övgüsü ile başlayan ve halktan yardım istemi ile sona eren konuşmasını camiden (her akşam yükselen) selâ! sesleri eşliğinde dinledim. “Biz bize yeteriz Türkiyem” sloganlı dayanışma kampanyasında çok şey vardı; ama Devlet yoktu: ne hukuk, ne sosyal, ne de çevre anlamında.

“DEVLET ŞİMDİ: HUKUK DEVLETİ, SOSYAL VE ÇEVRESEL DEVLET”

Bu başlıkla iki hafta önceki yazıda (19.3) dikkat çektiğim Devletin üçlü işlevinde somut adım atmak bir yana gerileme var: Hukuk yerine fiili durum önde.

Hukuk devleti: 65 yaş ve üstü, bazı riskli gruplar için öngörülen sokağa çıkma yasağı; İçişleri Bakanı’nın yasaya açıkça aykırı bir biçimde, Belediyelere bağışı engellemesi; niyet sorgulaması ile gözaltılar vb.

Sosyal devlet: “Biz bize yeteriz Türkiyem”de, başta iş güvenliği ve esnaf-sanatkârları korumaya yönelik Devletin anayasal yükümlülükleri yok.

Çevre devleti: Ne kadar süreceği bilinmeyen bu denli vahim toplumsal felakete rağmen Kanal İstanbul ihalesi, sağlıkla ilgili ve çevresel yeni felaketlere çağrı değil mi?

ULUSAL SEFERBERLİK, AMA NASIL?

Oysa kendi kendimize yetebilmemiz için,
– Devletin üçlü işlevi bütününde ve
– ulusal planlama eşliğinde
sürdürülebilir bir ulusal üretim ve tasarruf seferberliği başlatmak yaşamsal.

Önce Türkiye ülkesi ve toprakları:

  • Kanal İstanbul vb. ‘çılgın’ girişimler derhal durdurulmalı;

ekosistemi bozucu girişim ve yatırımlardan vaz geçilmeli.

Sonra, sosyal devlet gerekleri, sosyal güvenlik ve adalet için seferber edilmeli: Emekçilerin iş güvencesini sağlamanın ötesinde, hukuk dışı yol ve yöntemlerle görevine son verilen, “sivil ölüler” (başta sağlık emekçileri) göreve döndürülmeli.

Nihayet, Devlet yönetiminde, yeniden kurallara ve kurumlara dönülmeli.

Akıldışı ve fanatik toplu eğilimler yerine dünyevilik ve kamusallık bilinci ancak böyle ilerletilebilir. Dünyevi adalet olmadan uhrevi adalet, sanal bir aldatmaca olacağı gibi hesap verebilir saydam bir yönetim olmadan hukuk toplumu da sanal bir beklentinin ötesine geçemez.

“MAHPUSLARIN YAŞAM HAKKI, DEVLET GÜVENCE VE SORUMLULUĞ ALTINDA”

Bu başlıkla geçen haftaki yazım (26.3), şu dört ölçüte vurgu yapıyordu:

Yaşam hakkı, ağır cezalı suçüstü hali dışında tutuklular, fikir suçluları, şiddete başvurmamış suçlular.

“Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” (31 Mart) sahiplerini, Covid-19 “hakiki ölüm” tehdidi bile, mahpusları eşit olmayan ayrımcı işlem tabi tutmaktan alıkoyamıyor; üstelik indirim adı altında af yolunda.

İşte iyileştirmeden yararlanan hakiki suçlular: Yağma, dolandırıcılık, kasten yaralama, tehdit, hırsızlık; suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek vb..

Buna karşılık “sanal” suçlular yok: Tutuksuz yargılanması gerekirken mahpuslar, sözleri ve yazıları nedeniyle (hatta niyet okuması yapılarak) hapsedilen muhalifler, silah veya şiddete bulaşmadığı halde terörist işlemi görenler, kısacası siyasi suçlular.